DİYALOG MÜZESİ

NADİR ÖZGÖREN İLE

190. DİYALOG
JİM VE WİM

Diyalog kavramının bir türlü anlatılamaması sitemime yorumu ile başladı.

Merhaba

Merhaba (gülümseme). Diyalogları okudum da...

Memnun oldum.
Sanata dair bir şeyler yazışıp gündemi yumuşatmaya ne dersiniz? Sizce sanat, felsefenin zor sorularına kolay cevap bulur mu?
 

Ben de... Bu aralar sanmıyorum; "çağdaş"lık ile sanat öldü. Felsefe tek başına devam edecek bir süre ya da komadaki sanatı sırtında taşıyacak ilk açıklık yere kadar.
 
Sürekli kıpırdatmaya çalışıyoruz. Tam bir yerlerde kıpırtılar oluşuyorken bakıyorsunuz anında bastırılıyor. Sizce biz bu kadar önemli miyiz?
 

Tabiii ki. Analitik düşünenler bir tür lokomotifdir. Tek lokomotif onlarca vagonlu katarı taşır. "Aydın sorumluluğu" dedikleri o yüzden yabana atılacak konu değil ve ne yalan söyleyeyim; bu ülkedeki aydın ve hâkeza sanatçı (popülerlik ile) kişiler kadar güç peşinde koşanını görmedim.
 
Sanat görüşünüz nedir? Bir esere bakıp "güzel" dediğinizde, size göre neye göre güzeldir?

Zor soru. "Sezgisel olarak" diyebilirim.

Hislerinizi yakalamaya çalışıyorum ve dolayısıyla neler üretebileceğinizi merak ediyorum.

Bir ressam arkadaşımın dediği gibi "içindeki metaforların girdabına sürüklenmek".
Üretmek sorun değil. Sunacak kanallara ulaşamak ve oradan çıkmak önemli olan yoksa kendi adıma bir kaç yıldır sıtkım sıyrılmış durumda.
 
Odaklanamadık sanırım veya hislerinizi açmaktan çekiniyorsunuz.

Ne gevezelik olsun isterim ne de dert yanmak. Ne var ki uzun zamandır kimse böylesine doğrudan soru sormamıştı.

Size ürettiklerinizi ulaştırabileceğiniz kanallar önerebilirim. (ödül)
 

Olur ama benim demek istediğim "sistematik bir kanalın açılması"
ya da medya üzerinden sıkılan prangaların genişletilmesi...
 
Bütün bunların olabilmesi için sanat görüşünüzü, ideallerinizi, gerçeklerinizi, ürün kalitenizi bilmem gerekmez mi?
 

Size yakın sanırım.
"Sanat görüşü" dendiğinde ne denir bilmem çünkü... Ama "oyun teorisi" her zaman işe yarar üretilenlerde, ideale gelince okula başladığımda Jim Jarmush ya da Wim Wenders gibi filmler çekmek isterdim ki hala öyle bir tür masal anlatıcılığı aslında
 
Ben gerçeğin önü, sonu, başı, altı, üstü, bağı, bağlantısı olmadığına inanır - düşünürüm. Gerçeğin ihtiyaçsız olduğu kanısındayımdır. Jim ve Wim neden sizde öne çıkıyor?

Rüya ile anlatı ya da metaforları yormadan didaktik olmadan kurma yetisi ve eğlenceyi de (iyi vakit geçirtmek) kaliteyi de elden bırakmamak yoksa film adına izlediğimiz bir çok şey üretim anlamında çöp aslında.
 
Çabalarınız nelerdir? Ne biriktirdiniz şimdiye kadar, not defterinizdekileri merak ediyorum.
 

Bir kaç senaryo ve film öyküsü. Bir şiir kitabı (basılmamış) bir ticari şirket (terk edilmiş) bir iki stopmotion film.... Bolca düşünce ve "tembellik hakkı"
 
Sanırım sizi anlamadılar?
Yoksa yanlış insanlarla mıydınız?
 

Anlamamaktan ziyade film işleri bir nebze pahalı ve Türkiye piyasasına gitmez görüşü oldu. Ben de kendi kovuğuma çekildim... "Yazmak başka sunmak başka" demem bu yüzden.
 
Senaryonuzdan kısa bir bölüm görmek isterim. Bir kaç cümlesini buraya yapıştırabilir misiniz, daha sonra şiirlerinizden de bir örnek rica edeceğim?
 

Öyküyü vereyim size.

Memnun olurum.

"OUR MAN" DOSYASI GELDİ

Göz atmam için bana on dakika, kahve molası içinde beş dakika, toplamda 15 dakika rica ediyorum.
 

Ben izninizi isteyecem bakkal kapanmadan yetişsem iyi olacak zira iki km'lik yol...
Aamanlama güzel oldu. Karşılıklı denk geldik...
 
Aslında bütün düşünsel temelimi zamanlama hücresel frekansları tutması üzerine kurabilirim. Keskin hatlar ve düşünceler evrensel zarar getirir. Analitik olarak düşünce ile herşey olumlandığında gerçekliğe dönebilir.
(Umarım başta sorduklarınıza bir nebze yanıt oluşturmuştur son cümleler). Memnun oldum tanıştığımıza
 
Henüz bitirmedik. Devam etmek dileğimle.
 

Evet biliyorum. Merkezden uzaktayım. Bakkal ya da market diyor kendine uzakta...
Tam izin isterken siz de izin istediniz. Benim açımdan iyi bir zamanlama oldu. Görüşmek üzere.



EK: SENARYOSUNDAN BİR KESİT

SAHNE 90 : MISIR OTOYOL / DIŞ / SABAHAKARŞI


Gurup vakti. Güneş çöl üzerinden yükselmeye başlamıştır. Sabahın serinliği Ümit’in yüzüne çarpaktadır. Ümit, El-Sahaf’tan ödünç aldığı arabayla İskenderiye’ye doğru yol almaktadır. Bir yandan da etrafı seyretmektedir. Mısır kırsalı manzaraları gözüne çarpar. Arada bir işine giden köylülerin el sallamalarına karşılık verir. Birkaç saat yol aldıktan sonra, bir ara kısaca dinlenmek ve uyuşan bacaklarını açamak için mola verir. Kemerli bir yol tabelasının altında durmuştur. Tabelada 3 dilde “ İskenderiye” yazmaktadır. İlki Fransızca; sonra İngilizce; sonuncusu Arapça yazılmıştır.

Ümit bir yandan gerinir; öte yandan da etrafı kesip kafasında olayları tartmaktadır.  Kendisine gelip tekrar direksiyona geçer ve yoluna devam eder.


SAHNE 91 : MISIR- İSKENDERİYE / DIŞ /GÜN

 

Ümit, İskenderiye’nin dış mahallerinde, metruk görünümlü kerpiç bir binaya gelir .Bina her ne kadar kerpiçten de olsa mimarisi bir tür kaleyi andırmaktadır.

Kapının önünegeldiğinde iki koruma yolunu keser.

ÜMİT:

Adnan bin Aziz bin Yüzhazretleri ile görüşmek istiyorum.

1. KORUMA:

Yok öyle biri burada.

ÜMİT:

“Kevser şarabının hurisiz çekilmeyeceğini” söyleyin ona!

2. koruma sessizce içeri süzülür. Döndüğüne diğerine izin vermesi gerektiğini belirten birişaret yapar. 1. koruma Ümit’in üstünü aradıktan sonra, kenara çekilip yolverir. Ümit, iç avluya girer. Etraf bir ordu karargahı gibidir. Etrafta ağır, hafif silahlar göze çarpar. Kapılardan bir tanesi açılır ve Ümit içeri girer. İçeride fedaileri ile oturan 70 yaşlarında sakalları upuzun şeyh efendi “binyüz” hazretleri vardır. Ümit ikinci bir şifre söyler gibi konuşur.

ÜMİT:

“ Selim gelme, buralar Firavun’undu.”

BİNYÜZ HAZRETLERİ:

Hay bin kunduz! El-Türki!!!

Hangi rüzgar attı seni buralara gene?

Beni ziyarete gelmen gerçekten çok sevindirdi.

Hoş geldin. Hoşgeldin!...

ÜMİT:

Hoş bulduk! Bilirsin,iş güç…başka ne işim olacak bu toprak damlarda

Sen nasılsın Adnan bin Aziz? Sağlığın yerindedir, inşallah!!!

BİNYÜZ HAZRETLERİ:

İyiyim; Allaha çok şükür!

Nasıl yardımcı olmalıyım sana, ey Türki Efendi?

Aralarındaki selamlaşma merasimi bitmiştir artık. Ümit hemen konuya girer.

 ÜMİT:

Duymuşsundur. Taşın peşindeyim.

BİNYÜZ HAZRETLERİ:

Duydum, duydum. Amaa…

o konuda ne sen bir şey sor; ne de ben bir şey söyleyeyim.

Onun dışında her şeyim, herşeyindir…..

ÜMİT:

Estağfurullah! Sadece tek bir şey rica etmeye geldim.

Bana bir Mozart ve çikolataları lazım.

Onun için Kahire’ye geri dönemem.

Burada, senden halledeceğimi bilerek yola çıktım.

Herhalde Akdeniz’e dökülüyorsundur.

BinyüzHazretleri, içten ve gevrek bir kahkaha patlatır. Sesi daha bir gür ve genç çıkmaya başlar. Heyecanlanmıştır.

 BİNYÜZ HAZRETLERİ:

Hahahaha……….

Türki, sen beni hep güldürürsün zaten.

İstediğin bu kadarsa kolay.

Bize boşuna Binyüz Hazretleri demediler.

Nerede kaldığını söyle sana ulaştıralım istediklerini…

ÜMİT:

Yok. Sen eski kutuya bırak. Ben ordan teslim alırım.

BİNYÜZ HAZRETLERİ:

Tamam. Sen nasıl istersen…

Paketin yarım saat içinde posta kutuna bırakılmış olur.

Onun dışında bir şeye ihtiyacın olur mu?

ÜMİT:

Bu bana yeter. Kalanınıben hallderim.

BİNYÜZ HAZRETLERİ:

Allah’ a emanet ol! Allah yardımcın olsun!


SAHNE 92 : MISIR- İSKENDERİYE -PASTAHANE / İÇ / GÜN

 

Binyüz’ünyerinden çıkan Ümit, bir pastahaneye girer ve bir şeyler söyler.

Garson yanınagelir.

ÜMİT:

Bir duble espresso!

 Siparişi alan uzaklaşır ve iki dakka sonra kahveyi masaya bırakır. Kahvesini içen Ümit kolunda saati kontrol ettikten sonra gerekli zamanın geçtiğine kanaat getirir. Masanın üstüne parayı bırakırve pastahaneden çıkar.


SAHNE 93: MISIR- İSKENDERİYE - POSTAHANE/ İÇ / GÜN

 

Ümit, metruk bir postahanenin önünde park eder. İçeri girer. Boyası dökülmüş sarı bir postakutusuna yönelir. Etrafı keser. İzlenmediğine emin olur. Posta kutusunu açar. Kutudan, daha bırakılmış bir ayakkabı kutusunu alır. Koltuğunun altına sıkıştırıp binadan çıkar. Arabaya yönlenir. Uzaktan kumanda ile arabanın tavanını (cabrio’sunu) kapatır. Artık bez tente ona yeterli kuytuluğu sağlayacaktır. Ümitelindeki paketi yan koltuğa koyar. Paketten “ Glock” marka tabanca veşarjörleri çıkar. Ümit tuhaf bir tonda , hem mecbur kaldığı için kızgın hem deburuk bir sevinçle silaha bakar.

ÜMİT:
Umarım; Türk marşı için mecbur bırakmazlar beni!...

Tabancayı ve şarjörleri şöyle bir kontrol eder. Kutuyu kapatır. Arabayı çalıştırır ve kentmerkezine doğru yola çıkar.


SAHNE 94 : MISIR- İSKENDERİYE – OTEL / İÇ/ AKŞAM

 

Ümit bulduğu orta kararda bir otel odasındadır. Odasına yerleşir. Duştan çıkar ve üstünüdeğiştirir. Siyah şık ama dikkat çekmeyen bir kıyafet giyer. Tabancayı kontroledip hazırlar. Beline sıkıştırır ve dışarı çıkar.


SAHNE 95 : MISIR- İSKENDERİYE –KAHVEHANE / İÇ / GECE

 

Ümit bir mahalle kahvesinden içeri girer. Gözüne kestirdiği bir masaya oturur. Kahvedekilerin hepsi dönüp içeri giren Ümit’e bakar. Sessizce, “kim bu yabancı” gibileirnden bakarlar. Ümit sırtı duvara, yüzü kapıya dönük oturmuştur. Beklemeye geçer. Kapının yanındaki masada oturan gençleri keser. Gençlerden biri kalkar ve kahveden dışarı çıkar. Ümit de peşinden fırlar ve takibe başlar.


SAHNE 96 : MISIR- İSKENDERİYE – SOKAKLAR/ DIŞ / GECE

 

Ümit kahvehanedeki gencin peşinden gitmektedir. Bir süre çocuğa fark ettirmeden izler. Bir süre sonra Arap genci takip edildiğini anlar. Şöyle bir arkasına  bakar ve hızlanır. Aniden dar ve karanlık birsokağa dalar. Ümit de hiç çekinmeden sokağa girer. Bir an için gencikaybettiğini düşündüğü sırada, genç Arap bir varili devirerek kendisinin saklandığı yeri belli eder. Panikle kaçmaya başlar. Kovalamaca başlar. Sokaklarda bir kovalamacanın başladığı sahnedir.


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol