DİYALOG MÜZESİ

TELEVİZYON




 

468. DİYALOG: ADD.ORG.TR


Haldun Karabudak ile diyalogdayız. Sorularınızla katılabilirsiniz:
--Merhaba, yaptıklarınız ve yapmak istediklerinizle ilgili bir sanat diyaloğuna ne dersiniz?
Diyalog Sanat
Yaş 60 - 61 olduğunda, terazinin "yaptıklarım" kısmı daha ağır basıyormuş demek. Onu da bu soruyla karşılaşınca il kez fark ettim. Özel yaşam anlamında pek bir eksiğimin kalmadığını da bir kez daha teyit ettim.

Özellikle, hayatımın iki temel uğraşısında uzunca yollar katettim: Biri televizyonculuk, bir diğeri de müzik... On üç yaşımda ilk kez gördüğüm televizyon beni büyülemişti ve bu işi yapmam gerektiğini anlamıştım, ne mutlu ki yaptım, yapıyorum. TSK Foto-Fil Merkezi ve TRT' den sonra şimdilerde Atatürkçü Düşünce Derneği - ADD' nin web televizyonunu oluşturmaya çalışıyorum. Onlarca yıl boyunca, haberden müziğe yapmadığım program kalmadı ve müzik... Sekiz yaşımda elime aldığım bağlama ile halen hemhâlim. Şimdilerde ikinci albüm için stüdyodayım, daha çok kendi bestelerimden oluşan bir repertuarla. Yazıp çizmeyi de seviyorum. Bir kitabım yayınlandı, şimdilerde İhsan Öztürk ustanın hayatını yazıyorum. Yapmak isteyip yapamadıklarımın neredeyse tümü, memleketle ilgili: Güzelim memlekette, 12 yaşımda başlayan politik yolculuğumda bir "oh" diyememenin acısı, hep öteki olmanın burukluğu var. Demokratik bir ülkede insan gibi yaşayacak bir düzen oluşturamadığım için eksiğim. Özet bu...
--Dolu dolu bir sanat yaşamı gibi görünüyor. Bizimki gibi ülkelerde herkese nasip olmayacak işler yapmışsınız / yapıyorsunuz.

Başlangıçtan başlayarak devam edersek, sizce kültürün / kültürlerin sanata etkisi nedir?
Kültürün sanata ya da sanatın kültüre etkisi demek yerine, "kültür-sanat" gibi bir ortak başlığı yeğlerim. Ne aldıysanız onu veririsiniz çünki...

"Çoban Ressam" diye bir kavram/kişi vardı eskilerde örneğin. O kültürün ürünüyseniz, sanatınızda da o kültüre uzak kalamıyorsunuz. Ya da kalıyorsanız, gerçekçi bir sanattan söz edemiyoruz o vakit.


--Din kültürü diye de bir tabir var ama, kavramları yerli yerine oturtamazsak zaten bozuk düzen nasıl düzelecek?
"Din kültürü" diye bir kültür elbette var. Hem de ne yazık ki var. Zaten, o kaynaktan beslenen toplulukların sürekli "biz sanatta eksiğiz, ne yapsak olmuyor" diye kıvranmaları da o yüzden. Özellikle İslamiyetin negatif etkisi ortada. Resme ve müziğe soğuk, neredeyse nefretle bakan, Tanrı'dan gayrı "yaratıcı" tanımayan bir öğreti. Onun kültürü de böyle güdük kalıyor sonuçta. Ama Alevi inancının özellikle müziği nasıl beslediği, baş tacı ettiği de ortada. Kadına bakış,  dini ritüel dahil hayatın hiç bir alanında kadını eksik etmeyen, "eşim değil eşitim" felsefesi, sanat gibi demokrasiyi de besliyor.
--Sonuç ve kurumsallaşma itibariyle yinede bir inanç / inançlar bütünü ileyiz. Alevliği din kabul eden Avrupa ülkeleride var.
Tümüyle inançların çemberinden çıkıp, gerçek seküler bir yaklaşımla hiç bulaşmadan yola devam etmek zor mudur, evrensellik ve evrensele ulaşım denilince ne anlamalıyız?
Bir yanlışı (bence) hemen düzeltmeliyim. Bir inancı, dini kabul edip etmemek hiç bir insanın ya da devletin haddi değildir. İnsan/lar dilediğini tapar ya da inanmazlar. Devlet sadece o yurttaşının işini kolaylaştırmalıdır. Bu anlamda Türkiye, ne yazık ki kötü bir örnek. İnaçlar, eğer az önceki örnekte yani İslamiyette olduğu gibiyse bir çember, bir engel oluyor. Diğer örneğimiz Alevilik ise, kesinlikle bir çember ya da engel işlevini görmüyor. Bu anlamda yine altını çiziyorum, sanatı besliyor.
--Yurtdışındaki yüz binlerce Alevi kurumundan bahsediyorum. Neticede bir hukuk sisteminin içindeyiz.

Soru bu şekliyle doğru yanıtı bulamayacak sanırım. Sizce inançlar evrenselliğe engel midir?


Tabi ki bu konuşma böylece evrildi. Yoksa Aleviliği tartışmadığımız ortada. Lakin Hukuk konusunda da aynı ölçütler geçerli. Suudi Arabistan'da da bir "hukuk" var ama biz onların yasalarının evrensel Hukuk normlarına uymadığını ifade ediyoruz. Ne yazık ki Batı başta olmak üzere dünyanın pek çoğu bizim hukuk sistemimiz için aynı eleştirileri dile getiriyor.Ancak söz konusu evrensellik ise, en yereldeki en küçük sorunu bile dert etmek gerekiyor. O sorunları dert eden, hepsiyle ilgili sorunlar hakkında söyleyecek sözü olanlar evrensel sanatçı oluyorlar, sadece kendi coğrafyasının derdini dert edinenlerse yerelle sınırlı kalıyorlar doğal olarak. İnançların kimi evrenselliğe engel, kimi değil sonuç olarak. "Tanrı hepimizin Tanrısı" diyenler, çok uzaklarda bir başka Tanrı' ya tapan insanı hoş görmüyor ve evrensellik de o sınırda bitiyor maalesef.
--Bence de bu sınırı aşıp din işlerine hiç bulaşmadan ilerlememiz gerekiyor. Aksi takdirde birbirimizi yiyip duruyoruz. Ben de Ali' yi en büyük insan-ı kamil bilir ve inanırdım. Öyle yetiştim. Güvenç Abdal, Hubuyar Sultan Ocak kültüründenim fakat bir süre sonra hiçde öyle olmadığını öğrendim. İnancı hor görmüyorum fakat onunla ilerlemenin günümüz dünyasında imkansız olduğunu biliyorum. İnsanlık toplu olarak çok büyük acılar yaşadı ve öğrendi. Sizce insanlığın öğrendikleri nelerdir?
Sevgili dost, örneklerimin kişisel inancımla ilgisi yok bunu hemen not edeyim. Sorunuza gelince, insanlık, teknolojik anlamda dünyaları öğrendi, belki her şeyi... Ancak, başta inanç çatışmaları olmak üzere ne yazık ki "insanlığı" öğrenemedi. 2019 yılındayız, 5 milyon yıldır yaşam olan bir gezegende neler için çatışıp can aldığımıza bir bakarsak, bir arpa boyu yol alamadığımızı görürüz.


İnancı daha çok içine doğduğumuz bir zorunluluk, (tıpkı anne babamız, coğrafyamız gibi) kabul edip sınırlarımızın ötesine çok da geçirmemeliyiz. Sanat ve felsefe dilediğimiz gibi at oynatabileceğimiz özgürlük alanımız, bilimse mecburiyetimizdir.
--Bu aşamaya geldikten sonra, özellikle genç ve istekli gençlerimize kültürlerinden evrensele geçerken nelere dikkat etmelerini önerebiliriz?


Ön koşul, kendi kültürünü çok iyi öğrenmek ve kişiliğinin her zerresine sindirmek. Sonra dünyayı sorgulamak, öğrenmek, öğrenmek, öğrenmek. Bu süreç uzundur; eğer söylenecek-yapılacak yeni bir şey yoksa, öğrenmeye devam etmeli .. Kendi mesleğimle, Erkan Oğur abimden bir alıntıyla örnekleyeyim : "Hiç bir ezgiyi, besteyi sıfırdan yaratmayız.O vakte kadar duyduklarımızdan farklı bir bileşke yaratırız". Güzel final oldu bence
--Evrensele yeni girdik, daha yeni başladık…
Pekiyi,
--Örneğin şiir veya o muhteşem türkülerimizi bu dili bilmeyen anlayamaz, biz de onların türkülerini / volksmuziklerini anlamayız.

Sanatın birleştirici özelliğini yakalarken ve geleceği inşaa ederken o genç ne yapsın, zihnindeki bilgi birikimini insanlığa nasıl kazandırsın?


Şiir çevirmenin nasıl bir şey olduğu ortada. Ne yaparsanız yapın, Ahmed Arif'in "zemheri" lafını aynı etkide çeviremezsiniz. Türkülerde de aynı şey söz konusu. Mahmut Erdal demiş ki "Canımı sarrafta gerdan(lık) yaptırıp / Ak göğsün üstüne takasım gelir" bunu nasıl çevirirsiniz ki? Hani melodik anlatım, ritmik anlatım filan bunlara hiç girmeyelim bile.
Bu konuda gençlerin tutacağı iki yol var: Birincisi, zerresine, kılına dokunmadan olduğu gibi tertemiz icra etmek. Ya da bu güzelim türkülere dokunmadan, o formlara uygun besteler yaparak, dünyaca kabul görmüş sistemlere uygun hale getirip kulaklara daha kolay hitabetmek.
Son bir örnek de vereyim: Gaye Su Akyol'u tanırsınız. Şu an dünyada en çok konser veren Türk sanatçı. Daha çok genç ama, Türk Müzik makam, ritim ve repertuarına son derece hakim olduğundan, bütün dünyada hem de Türkçe şarkılarla tozu dumana katıyor.
--Atatürkçü düşünce sistemi / ideolojisini, aydınlanmanın Türkiye kolu kabul ettiğimizde; bütün karmaşaya rağmen gençlerimizin gözlerinde gördüğümüz o ışıkla, insanlığa daha neler katabiliriz?


En azından, insanlığın bugüne dek attığı koca adımlara engel olmaya çalışmayız. İnsan haklarını hatırlarız, haber alma hakkını hatırlarız, egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olduğunu hatırlarız, kadının önemini, çocuğun gelecek demek olduğunu hatırlarız. Ve gençlerin, dünyamızı bizden devralıp çocuklarımız devredecek olağanüstü önemli bir köprü olduğunu hatırlarız. O gençlerin gözünde, her şeye karşın parlayan ışığın peşinden gidersek, bilimde ve sanatta, çağdaş uygarlık ailesi içerisindeki yerimizi almaya başladığımızı görürüz.
İnsanlıkla birlikte, koca dünyanın vazgeçilmez bir ulusu olarak yürürüz sonsuza dek.
--Çok teşekkür ediyorum. Gelen sorularla devam etmek isterim. Sağ'olunuz.
Saygılarımla.
Kolay gelsin, var olun...


378. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 22)

Ulusal TV kanallarının sanata katkıları nelerdir, örneklendirir misiniz? (ArtCRITICS)

Bülent Küçükkerniç
: Eksik olmasınlar

Memnun olmamamın nedeni belli değil mi, toplumumuzun geneline baktığımızda, sanat ne kadar ihtiyaç halinde?

Ayfer Selamoğlu: Öyle bir kaygıları olsa bu ülke bugün bu yaşam kalitesine mahkum olur muydu? Kalite skalası yerlerde sürünen, aptallaştırıcı dizilerle halkı tamamen uyuşturma peşindeler...

Evlerin baş köşesindeki o muhteşem işlevlerini hastalıklı toplum projesinde kullanma hedefiyle...
Dilek Çokcan Temur: TV' dünyanın her yerinde aynı amaca hizmet eder, buna zorunludur, sanatla uzaktan yakından hiç bir ilgisi olamaz.

Genelleme yapmıyorum soru o kadar hatalı ki "sanat ve TV", Aynı cümlede anlamlandırmak dahi çok zor. TV bir ticari metadır ve bu kaygıyı güderken sanatla uzaktan yakından bir ilintili hiçbir şey yapamaz. Herhangi bir holdingin çalışma prensiplerinden farklı değildir çalışma sistemi.

Bir tane örnek verin lütfen dünyadan, sanata katkı sağlayan bir TV' kanalı olamaz ki... Hadi 3 saatlik bir Opera yayınlasın bakalım kim reklam veriyor ve kaç tane TV kanalı bu yayını yapabilir?

Talep meselesine gelince Türk toplumunun talebi mi? İnşallah diyorum size... anında tüketilen "Popcorn" dizilerden bile sıkılıp 6 .bölümde ekrandan kalkmak zorunda olan alakasız bir toplum. Sorunuza cevap ulusal kanallarımız bağlantısında ise burada yok, olamaz da.

Biz daha Türk sineması için salon bulamıyoruz, galeriler bir bir kapanıyor, sanat okullarından mezun gençlerimiz ya işsiz ya çok alakasız işlerde mutsuzluktan ölerek çalışıyorlar... Evet, umutlu olalım ama gerçekliğini önüne geçmeden...

Üzülerek sizin kadar iyi niyetli olmadığımı belirtmek isterim, tartışmak da istemem, bir şekilde 20 yıldan fazladır sanatla ilgiliyim, 40 yaşındayım, hala umutsuzca eğitim almaya ki sadece kendimi bireysel olarak mutlu etmek için devam ediyorum. Sanat çok güzel ülke değil.

Sorunuz şu; "sanat sorunlardan bunalanların sığındıpı bir sığınak mıdır", sanat bir sığınak olabilir mi? O zaman neden en iyi sanat ortamları refah düzeyi yüksek, düşünme ve yaratma özgürlüğü sınırsız coğrafyalarda daha iyi kendini ifade ediyor? Sorunlardan bunalmaktan yola çıkarsak en iyi sanat eserlerinin burada verilmesi gerekmez miydi? Ben sinema, fotoğraf ve sahne sanatları ile ilgileniyorum.

İzmir'de yaşıyorum ve alanımla ilgili hiçbir şey yapamıyorum. Şu an doktora yapıyorum. Umutlu olmaya çalışıyorum, o konuda berbatım çünkü hiçbir argüman yok destekleyebilecek. Sanatla ilgili insan tırnak içinde diğerlerinden daha farkında olduğu için teskin olamıyor maalesef çünkü algı, hissetme, görme gustosu yüksek... diğeri farkındasız yaşıyor ve mutlu! Kadro beklemiyorum ki devlete sığınayım. Eğitim alma hakkımı kullanıyorum. Alanında uzman, bu yolda sabırlı, bir şeyler paylaşmaya niyetli insanlardan eğitim alma hakkım

Devlete de sığınmıyorum onun güdümlü özel sektörüne de... Bugün sırf parası var diye müteahit adamların sanat galerisi açtığı bir ülke ve sanata katkılarını da samimi bulmam sözkonusu değildir.

Tavsiye kitap: J. Baudrillard / Üretimin Aynası ve Tüketim Toplumu.

Sanatın bize kırılması ile ilgili sorunuza ise sanat en az benim kadar kırılgan işte, küser gider. Ben küstüm ve sadece gidebilmeyi umuyorum şuan. Haklısınız sanat kendi yolundan gider. İhtiyacı vardır ama özgür yaratı ortamı ve cesaret ile. Savaşın ortayerinde Guemica yapan Picasso cesareti lazım.

Bugün insanlar, bir metinde bir dönemi anlatayım yada bir senaryoda derken bir yerleri rahatsız eder miyim acaba diye düşünmek zorunda. Velhasıl kelam, ulusal kanallar sanata destek olamaz Sanatçının sanat dışı yatırım araçlarına yatırım yapmaları ile ilgili eleştirinize gelince, kimseye kızamıyorum. İnanın içlerinde çok değerli sanatçılarımız, ustalarımız da var. Bu işi İngiltere'de icra etmiyorlar. İş hayatında gerçekler var; faturalar, yaşlılık, hayat güvencesi gibi onlara sahip çıkan devleti ve halkı vardı da onlar mı gayrimenkulcü oldular! Kızamıyorum ama çok üzülüyorum. Sizin bahsini ettiğiniz sanatla uzaktan yakından alakası olmayan bir gürûh.
 
Ellerindeki birikimle ev veya başka bir gayrimenkul alacak tabii ölsün mü adam sanat yapmaya kalktı diye... Kişisine göre değişir, isimden yola çıkmak gerek ki onu burada yapamayız ama hepsini de infaz edemem doğrusu. Mekanı cennet olsun Müşvik Kenter' in ne trilyonları ne de gayri menkulları vardı; yaşadı, sanat yaptı, geriye sayısız eser, okul, tiyatro bıraktı lakin hâli ortada!

Süheyla Akman
: Sanat kanalı olsaydı bir bahane uydurup kapatırlardı çünki doğaya ve sanata önem vermeyenler ülkeyi yönetiyor.

Yunus Emre Yılmaz: Sabah haberler sonra evlilik programları sonra "diziler"... neresinde sanat var bunun! Çok az bir kısmı hariç genelde halkı aptallaştırmaya yönelik medya düzeni kurulmuş.

Toplumsal talebe gelince, toplumsal talep her zaman var. TV' ler ister bunu görür isterse görmezden gelir. Artık alternatif sosyal medya' dan her şeye ulaşabiliyorsunuz. O yüzden gerçekleri ve bilgiyi gizleyemezsiniz.

Medya toplumun taleplerini karşılayamazsa kendi kendini bitirir.
Umut Madran: Müjdat Gezen, Barış Atay, Levent Üzümcü, Bedri Baykam gibi kaliteli sanatçıları programlara davet etmeleri yada onların katılımlarıyla siyasi bir çerçeve içerisinde sanatçı tavırlarıyla sanatın ve sanatçının asıl hedefi olan halkı bilinçlendirme görevlerini yerine getirme konusunda Ulusal TV de üzerine düşeni yapıyor. NTV Yekta Kopan ile sanatsal etkinliklere halkı ulaştırmaya çalışıyor ama bu ülkedeki sanatsal desteğin yüzde 1' i kadar bir paya sahip.

Diğer ulusal kanalların gerçek sanat ve sanatçılarla ilgilendiğini düşünmediğim için sanata katkılarından söz etmem çok samimi olmaz. Malesef kapitalist düzen ve maddi anlamda ayakta kalma, yaşam mücadelesi -yada buna menfaat çıkarları da katabiliriz, hem politikanın hem de büyük iş adamlarının, medya patronlarının kuklası durumunda olan başka sanatçılarda var.

İlk cümlemde saydığım yazarlar dik duruş sergiliyor olabilirler, sanatçı tavrını koyuyor olabilirler ama o isimlerinde programlardaki konuşmalarını sert buluyorum çoğu zaman. Biraz siyasi ağırlıklı bir serzeniş oldu düşüncelerim ama gerçekten sanattan bahsetmek bizim ülkemizde ulusal kanallarda mümkün değil gibi görünüyor, objektif açıklama yapanlar bile illaki bir siyasi partiyle ilişkilendiriliyor. Heykel konusunda sanatçı gerçek düşüncelerini ortaya koymak için Mehmet Aksoy olayını örnek vermek istiyor ve hükümet düşmanı ilan ediliyor. Sürekli Atatürk resmi yapmanın yanlış olduğunu savunmaya kalkan kişi ulusalcılar tarafından Atatürk düşmanı ilan ediliyor.

Sorunuz bir nevi anket tadında ancak ben çıkan sonuç ne olursa olsun bu konuda ümitsiz olduğumu itiraf etmeliyim. Toplum sanata hazır değil gibi bir cümle bile çok iyimser... Toplumun büyük bi çoğunluğu ihtiyaç bile duymuyor sanata. Bunun farkında olan medya patronları da ihtiyaç olan saçma sapan programlarla gündemi meşgul ediyor...

Meral Hiçyılmaz
: Bağışlayın ben hiç denk gelmedim de son yıllarda... Ben bu konuda yetkin kişi değilim ama en azından eskiden TRT' de klasik müzik(Türk, Batı), bale, tiyatro yayını olurdu ve hiç olmazsa insanlar "dünyada böyle bir faaliyetlerde varmışı" bilirdi...

Öyle işte

Serap Topal
: Televizyon izlemiyorum. İzlediğim zamanlarda da gördüğüm: "Sanata destekten çok köstek yapıldığı, İnsanların estetik algılarını çürütmek, yok etmek, kirletmek için heeeer şey yapılıyor.

Kezban Piriş
: Bence televizyon kanallarının bir yönde katkısı olur o da "sanat yaşıyor" vurgusuyla... Zaten günümüzde az sayıda sanata değer veren insan kaldı.

İhtişam ve yarış var artık, televizyon kanalları tanıtsa ne olacakki!

Jade Tired: Konunun benimle ne ilgisi var anlayamadım. Beş yıldız televizyon izlemiyorum. Şuan olan her neyse bu olmamalıydı.

Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek mi var?

Neslihan Demirtaş
: Olmayan şeyi nasıl örneklendireyim, hiçbir katkıları yok.

Bülent Ergün
: Türkiyede televizyon kanallarının sanata hiçbir katkısı yok.

Tamamen show programları ve de toplumun ahlakını bozan saçma sapan evlilik programları... Türk örf ve adetlerini bozan, gereksiz işler bence. Sanata hiçbir katkısı yok Türk televizyon kanallarının. Budur

Biraz sanata ve de sanatla ilgilenen kişilere değer verenleri ne yazık ki medya maymunları aracılığıyla imha ediyorlar. Müzik programları da öğretici olabilir oysa. Sinema ve de tiyatro, Türk Müziğinin nasıl icra edileceği öğretilmeli. İlk önce sanatla ilgilenenlere saygı duyulmalı.

Biraz sağduyulu olmamız lazım. Savaş, kavga değil de barış, sevgi dolu bir toplum olmalıyız.

Seyhan Önem
: Ünlü sanatçılara olabilir ama yeni sanatçılara katkısı yok bence televizyon kanallarının. Hiçbir programa çıkamıyorsunuz...

Ödeme olmadan sanatçının televizyona çıkması mümkün mü? Ödeme yapmalısınız...
Figen Dülgeroğlu Atatürkoğlu: Türkiye'deki ulusal kanalların ticari kaygılarından dolayı sadece sanat adı altında saçma sapan dizi filmler v.b. türde programlarla insanları sadece "aptallaştırmaya" yöneliktir. Haber programlarından tutunda reklamlara kadar çok kötü bir yayın politikamız var.

Toplum psikolojisini bozmaktan başka bir şeye yaramayan içi boş programlar... Sanatla alakası yok kısacası, faydası da yok. Sanatçı derkende gerçek sanatçıları ayırmak lazım. Herkes bildiği işi yapmalı. Sanat sanat için olmalıdır.

Kişisel egolar sanatın önüne geçmemeli ve rant beklentisi olmamalı. Türkiyede sanat para için yapılıyor ama sanat değil şaklabanlık sadece. TV' kanalları kurulabilir ama onun bunun adamı - parası olan kuramaz, sanatçıların bulunduğu kanalları.
Kut Tuncay: Katkılarından maada bence sanata kalitesizlestirme ve ilgisizlestirmelerini konuşmalıyız, özellikle de ulusal kanallarda sanat konulu programların ancak...

Şahsen kaybolan el sanatlarıyla ilintili son kalmış bir kaç özel eski yapım çok özeller örnek olarak da ancak bu eski yapılmış programları anabiliyorum maalesef. Şimdi sanat programı raytingi olmadığından yapım masrafını girmeyi bile denemeyen yapımcılar tarafından unutuldu çoktan, arada bir ancak müzayede reklamı olarak iki kelime ile bazı kolleksiyonerleri hedefleyen, haber değeri düşük sanat programıyla da destek olunmaz sanata.

İşın en tuhafı bugünün İran'ında bile bizdekinden on defa daha fazla sanata endeksli veya sanat konulu program var TV' lerinde. Bir de bizde örnek bulmaya çalışınca Gulben'i, Demet Akal'ın konserini de sanat programı sayan, o gözle gören bir seyirci profili de var maalesef... Müzik olunca, "klasik müzik konser haberi" yok denecek kadar az nedense! Fazıl'a özdeşleşmiş konudan adeta korkuyla uzak duruyor programcılarımız.

Bir heykel veya resim konulu sanat programı ise yapılamıyor. Piyasada hemen her belediyede sanat kursları adıyla tahta boyama, transfer, hat vesaire öğretilirken bu potansiyele hitap edecek kaliteli bir zanaat programı da yok işin garibi.

Sevgiler, hürmetler...


GÖRSELLİK

Sanat ve görsellik nedir, görsel sizde ne kadar önceliklidir?

Defne Yalçın Genelde insanlar bakıp görmek isterler. Gördüklerini anlamlandirma aşaması sanata girer.
 
Sanat zaten Bakıp da göremediklerimiz düşünüp de söyleyemediklerimizden oluşur. Ve yine sanat farklı bir pencere acmaktır bakışımıza Doğruluğu veya yanlışlığı tartışılır ama sıradanlıktan uzaktır sanat. Tabi insan görmek isterse.

Tarık Günersel
: Soru için teşekkür ederim; bu tür durumlar görüşlerimi gözden geçirmemi sağlar.
 
Mimarlıkta olduğu gibi işlevli ve "yararlı" olabilse de sanat gündelik kullanışlılık ile sınırlı olmayan bir değişken alanlar alanı.
 
Zanaat bilgisi gerektirir, ama ona sığmaz. Her işlevli öğe ya da boyut gibi görsellik de değer taşır. Her yapıt farklı değerlendirme gerektirir.
Ben, elden geldiğince kısa, yoğun yazmaya çalışırım, bildiğiniz gibi
 
Görselliğin öne çıkması -daha doğrusu önde olması, evrimle bağlantılı sanırım. Yalnız insan gözünde gözbebeği var. Varkalma becerileri açısından, yaklaşan tehlikeyi en uzaktan ve en önce algılayabilen organ göz.
 
Resim neden önemlidir? Bilgi ve yorum olanakları sarsıcı olabilir, çünkü... Ayrıca, diller üstü sayılabilir -kültür dili dışta tutulursa. Büyük tablolar mekân ile güç ilişkilerini de etkiler; bağlamı büyük ölçüde belirler.
 
Arapça Latin abecesi temelli yazılsaydı Kur'an bu kadar etkili olamayabilirdi. Picasso' hat sanatı için "güzeller güzeli" demiş. Edebiyatta görsellik yine bilgi aktarma bakımından işlevli olagelmiştir. Özellikle görsel şiir bu bakımdan zengin bir alandır. Bir kez yazıya döküldü mü, her şiirde görsellik vardır. Ama görsel şiir elbette bu boyutun ağırlık kazandığı bir türdür. Önemli olan amaç-bütün-parça ilişkileridir. Hiçbir nitelik tek başına yeterli sayılmaz. Görsellik yalın olabilir, buna karşılık sözden ibaret sayılabilecek bir şiir gösterişçi döşenebilir.
 
Zuhal Ergen: SANAT' ama iyi sanat, zaten göz için de ruh için de başlı başına bir doyum ve şölendir. Burada görselliğin önemi nedir dendiğinde "her sanatın kendi görselliği vardır". Ben tiyatro özelinden bakarak söyleyeceğim: "Eski izleyici açılıp kapanan perdeden SERİM - DÜĞÜM çözümünden hoşlanırdı. Bugünün izleyicisinin bakışı biraz daha değişti. Televizyon ve bilgisayar öylesine hayatımıza girdi ki ürünler otuz saniyede tüm özellikleriyle tanıtılıyor. Zengin bir görsellik var. O da cabası.
 
Bunu sahneye taşıyabiliriz sorun yok taaki amaca hizmet edene kadar. Günümüzün çoğu yönetmeni görsel zenginliği yakalayacağım derken asıl meseleyi kaçırıyor. Elbette zengin görsel doyum getirir ama yukarıda da değindiğim gibi eğer ana meseleye hizmet ediyorsa... Bilmem açıklayıcı olabildim mi?
 
Ölçüyü ne kadar kullanacağını doğru yorum belirler. Bazı oyunlarda belki hiç ama hiç bir şey istemez, bomboş sahnede oynatırsınız oyununuzu ama öylesine doğrudur ki bu da görsel zenginliktir. Teknoloji ve disiplinler arası iletişim, sahnede doğru kullanıldığında olabilir.
 
Nazan Arısoy: İnsan ilişkilerinde önce hisler işlemez, zevk yaşatan beden kimyasalları çalışır. Görmeden bedensel açlık ve kimyasalları doyurmak kolay değil.
 
Gördüğünün hormonu tatmin edeceğine inanmak ister insan. Sanatta dinleyerek de tatmin olursunuz. İlk dokunuş gözle olur ve devamında diğer duyu organlarıyla hissetmeye çalışırsınız. En son zihinselden uzaklaşıp başka bir gerçeklikle, mantık unutulur ve hislestirirsiniz.
 
Algı gözlerde başlar, beyin alarmı başlangıcı görme yetisiyle çalışır. Gördüğü şeyin gerçekliğini hissetmesi daha kolayına gelir. İnanmak gibi. "Var ve varlığıyla neye benziyor" bana baktığımda ne hissettirecek algısı.
 
Tamer Öncül: Sanat'ta görsellik, estetiği yansıtan bir ayna işlevi görür. "Görsel sanatlar' isimlendirmesi direkt göze hitap eden sanat ürünlerini, müzik ve edebiyattan ayırsa da; şiirde "biçim"le; müzikte de "sahne" düzleminde gündemde olagelmiştir hep... Bu anlamda, Görsellik'in, sanat'ın ana unsurlarından biri olduğunu (kaçınılmazlığını) savınmak zorundayız...
 
Estetik yoksa sanat da yoktur, diğer bir deyişle..
 
Feryal Cakir: Merhaba, sanat ve görsellik benim için birinci sıradadır. Etkinlikleri takip ederim. Özellikle konserleri sonra opera ve bale, sinema. En sonda tiyatro geliyor çünkü tiyatro oyunlarında ne yazıkki umduğumu bulamıyorum
 
Önhazırlıkla ilgili, bu geceki için yaptım. Ve güzel bir oyun olduğuna inancım sonsuz
 
"Yangın Yerinde Orkideler"
Tiyatro Anadolunun bu sezon sahneleyeceği ve bu akşam galası yapılmış olan güzel Memet Baydur oyunu.
Oyunu Memet Baydur yazmış ve sahneye koymuş. Bu gece Muhsin Ertuğrul da galası var.
 
Sizde gelirmisiniz?
Benim davetlim olarak. Çok mutlu olurum.
 
Sema Akkurt Doğan: Gördüğümüz; Gördüğümüz müdür ?
Sanat; görünmeyeni görebilmek, gösterebilmektedir. Duyulmayanı duyabilmek, duyurabilmek...

Aslında çeşmeden içmek ve içirmek.
 
Cem Sultan Ungan: Boşluğu değerlendirme.
 
Tulay Kluwe Bale seyredersın görsel şölen opera tıyatro ama resım heykel karşında bakar sana sende ona sessız bır sohbet geçer içinden kımsenın duymadığı.
 
Nermin Han: "Estetik kaygı ve ilke" sanatın doğasında vardır. Olması gerektiği kadar dozunda bir önceliği vardır benim için.
 
Ama misal bir oyuncu olarak çirkin görüncem diye karaterin gerektirdiği mimiğimden kaçmam mesela...
 
Gözde Kırksekiz: Sanat bir ifade biçimidir. Görsel veya işitsel duyum da algı meselesidir. Bir eseri biçim ve içerik bakımından irdeleyebiliriz diye düşünüyorum.
 
Öncelikleri buna istinaden değişebilir.
 
Murat Dogru: Sanat üretimdir, görselde süslemesi...
 
Sanat tek başına kusursuzken görselde girince çam ağacına takılan süsler gibi olur, hem ürünü büyütür bir o kadar da küçültür.



Murat BATIKAN AVCI İLE

TİYATRO BEŞ KARDEŞ


-Merhaba

Gerçekleştirmek istediğiniz projelerinizden bahsetmek ister misiniz?

DİYALOG SANAT


Ne istediğinizi anlayamadım. Nacizane bir şey talep edilirken veya bir soru sorulurken bunun neden istendiği, ne amaçla kullanılacağı, bireysel mi, kurumsal mı olduğu gibi gibi ufak notlarla bir açıklama gerekir diye düşünüyorum. ?  Ama meseleya bakışımız farklı sanırım.. Mesele burada Türkçe değil kanımca..


-Onları söyledikten sonra doğallığın ne anlamı kalır?


Doğal olmak bilinmezlik değildir. Aksine sahip olduğumuz en iyi şey çok bilinçli bir doğallık olmalıdır. Amacınız, Diyalog Sanat'ta İçerik oluşturmak ve yayınlamak doğru mu anladım?


-Evet


Aynı zamanda Tiyatro P.A.S kendi kurumumuz. Biz Tiyatro P.A.S olarak geçen sene bir projeye başladık.

BEN Serisi KURTULUŞ. Hepsi tek perde ve tek kişilik oyunlar. İlk üç oyun çıktı ve oynamaya başladı. Bu sene serinin kalan oyunlarını çıkaracağız.


-Şimdiye kadar şöyle bir şey yaptık: Sanata dair başlangıçlar ve derinlemesine inen detaylar. Yazılıp konuşulamayanın peşindeyiz. Son diyaloğumuz 60bin kelimeydi. 90bin civarı ziyaretimiz var. Çoğu yurtdışından. Duymamış olmanız bizim açımızdan üzüntü verici…


Aslında ara ara görüyorum fakat bu sene çok yoğunluk var. Bakınız herkes evde oturuyor biz meslek odasında tiyatro sanatı adına çalışmalar yürütüyoruz. Asıl acı olan bunca senedir bizim ustalarımızın ve devletin bu anlamda hiç hareket etmemiş olması. Ayrıca bir de BEN serisi CUMHURİYET projemiz var.


Onun ilk oyunu da BEN NEZİHE MUHİDDİN OLACAK.

Nezihe Muhiddin Türkiye’de ilk parti tüzüğün hazırlayıp kadınlar serbest fıkrasını kurmak için meclise başvurmuştur. 1923. Ancak kadın hakları olmadığı için reddedilmiş ve TÜRK KADINLAR BİRLİĞİ   adıyla DERNEK faaliyetlerine başlamıştır. Kanuni Kadın hakları kazanımındaki tek dernektir. İlk kadın milletvekilleri TÜRK KADINLAR BİRLİĞİ' nden çıkmıştır. Türkiye’de 80' ilde, İstanbul' da 9' şubesi, Cumhurbaşkanlığı protokolüne yeri olan Türkiye'nin ilk derneğidir… Eşim Sevtap Capan aynı zamanda Türk Kadınlar Birliği Beykoz şubesi başkanıdır. Şubenin içinde Nezihe Muhiddin Sahnesi olarak 50 Kişilik cep SAHNESİ bulunmaktadır.


Bu projeler aynı zamanda Milli Mücadelenin 100. Yılı için tasarlanmış özel projelerde. Aynı zamanda dünya literatüründe ilk defa seri tiyatro projesi olarak tasarlanmış ilk projedir.


-Anlamlıymış. Dünya sanatına baktığımızda özellikle sinema sanatında sıklıkla karşılaştığımız; kendi ülkelerinin ünlü suçlularından bile ders çıkarma, bireyleri yüceltme, hatırlatma, anılarına saygı gibi değerli çalışmalar görüyoruz. Bizim gibi çok derin kökleri ve yaşanmışlıkları olan kültür ülkelerinde neden değerlere değer verilmez, unutturulur, örtülür, gizlenir vs. Köroğlu' yla ilgili bir çalışma yapmıştık başımıza gelmeyen kalmadı. Neredeyse cezaevine atacaklardı. Başta da belirttiğiniz bu ciddi sorunların kaynağı ve çözümleri nelerdir?


Bir kere yabancı hayranlığı. Kendi değerlerimizi küçümsüyoruz. Yabancılar ister sinemada olsun ister tiyatroda olsun kendi kahramanlarını ve tarihi değerlerini hep ön planda tutuyorlar. Hatta hayali kahramanlar üretip inanılmaz bir kültür reklamı yapıyorlar. Yani sahte kahramanlara kendi reklamlarını yapıyorlar. Ama bunu sanatı inanılmaz şekilde güzel kullanarak yapıyorlar. Mesal, Rambo. Mesela, Kaptan Amerika.


Oysa bizim öyle kahramanlarımız var ki. Hiç  sahteliği gerek yok abartmaya gerek yok. Hayatlarını alıp olduğu gibi koyduğunuzda zaten insanların tüyleri diken diken oluyor seyrederken. İşte biz kendi kahramanlarımıza döndük. Kadın olsun erkek olsun bizim kahramanlarımız çok saf. Hikayelerine ekleme yapmaya, abartmaya gerek yok. Cumhuriyetimizin kuruluşuna ve kurulduktan sonra yükselmesine, gelişmesine katkıda bulunan yapı taşlarımızı sahneye taşıdık. Bu karakterler sadece isim olarak biliniyor. İlk ve orta dereceli okullarımızda sadece üstü kapalı geçiliyor. Biz özellikle tarih öğretmenleriyle görüşüp gençleri bu oyunlara yönlendirmelerini rica ediyoruz.


Ben Kara Fatma

BEN HASAN TAHSİN

BEN KAZIM KARABEKİR


Bir de sponsorlar yerli projelere ve hiç denememiş işlere çok rağbet etmiyor inanmıyorlar.


-Şuan bile ülke fiilen, fikren en az beşe bölünmüşken, insanlar eski kan davalarını sürekli gündemde tutarken, fırsat bulan diğerinin gözünü oynarken nasıl sanat yapılabilir ki, önce bizden mi diye bakıyorlar! Örneğin bugün 6 Mayıs, bakıyorsunuz profiller "üç fidan" paylaşımları ile dolu. Bu çelişki ve girdaptan nasıl kurtulup en üstte daha erdemli şeylere sarılacağız?


Sanat en birleştirici güç kanımca. Bu gücü kullanacağız. Yanı sıra iki kelimeyi kullanmayı çok sıkça deneyeceğiz. LÜTFEN ve AFEDERSİNİZ.

Yani vicdanlı, nazik ve sabırlı olmaya çalışacağız. Egoyu bir kenara bırakacağız. Başka şansımız yok.


-Eskiden

Biz çocukken

Bütün şehir kapıkomşumuzdu. Kimin kapısını çalsak güler yüzle karşılar, ne istediğimizi sorardılar. İster inanın ister inanmayın. Şimdi kime merhaba deseniz sabıka kaydı, nüfus cüzdanı örneği, ikametgah ilmuhaberi, dilekçe filan istiyor. Doğallığı yok ettiler. Böyle yaşam, böyle medeniyet mi olur?


Medeniyet dediğiniz şey vicdandan geçer. Bizim bir sözümüz vardır ki ben kibar olanını kullanacağım. BALIK BAŞTAN KOKAR.. kabası İMAM - CEMAAT ilişkisidir. Bir toplumdaki rol modeller vicdana dönük yaşamalıdır. Yani vicdanlı insanlar varsa o toplum zaten medenidir. Çünkü vicdanlı insan anlayışlı insandır. Anlayışlı insan dinleyen insandır. Dinleyen insan anlayan insandır. Anlayan insan da düşünen ve kendini her anlamda geliştirmeye çalışan insandır. Böyle insanların olduğu toplumlarda şiddet olmaz. Şiddetin olmadığı toplumlarda da tüm enerji insanlık için kullanılır. Böylece de güven unsuru kendiliğinden oluşmuş olur. İşte medeniyet te böyle oluşur. Çünkü toplumdaki hiç bir bireyin yaşama dair kaygısı yoktur. Bilir ki dahil olduğu toplulukta güvendedir. Bunu dışında medeniyiz diye kendimizi kandırırız.


-Medeniyet şehirleşme midir, sivilleşme mi?


Aslında yukarıda cevabını verdim. İster şehirleş, ister sivilleş dinlemeyi, anlamayı ve şiddet unsuru hayatımızdan çıkararak anlaşmayı öğrenmemizdedir asıl medeniyet.


-Eski davaları usuletle ve suhuletle kapatmanın yolları nelerdir, bu işleri başaranlar nasıl başardı?


En güzeli ve ilki bence konuşmak ve yapabiliyorsa helalleşmektir. Yani vicdani hesaplamaları dürüstçe karşılıklı yapabilmek ve sonuçta birbirini affedebilmektir. Ama önce kendini affedebilmektir. Kendini bağışlayamazsan kimseyi bağışlayamazsın.


-Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE


BAZI SORULAR VE YANITLARI


Reyhan Karagöz ÇETİN: Öncelikle  başardıklarınız için kutluyor, anlamlı, değerli nice yollar katetmenizi diliyorum.

 Tiyatro başlı başına bir aşk olmalı. Sanatçının görevlerinden biri de halkı eğitmektir diye bir şey okumuştum, ben bu fikre katılıyorum. Halk belli bir kültürün sahibi olmadan sanatçı hep eksik kalır, anlaşılamaz. Geçen yıl Kadıköydeki özel tiyatroların hazırladığı "komşum tiyatro" projesi kapsamında izlediğimiz oyunları değerlendirme, anlama, sanatçıları dinleme şansı bulduk. Azıcık da olsa sahne tozu yutarak oyuncuların heyecanını duymaya çalıştık. Çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Sizlerin de böyle çalışmaları var mı?


Bir başka sorum da şu: Bir süredir Yunan Tragedyalarını okuyorum. Tanrılar ortada cirit atıyor, gerçeküstü olaylar yaşanıyor ama bir şey var ki aradan geçen yüz yıllara rağmen eserler bizi kendisine çekebiliyor. Dediğiniz gibi bizler gerçek kahramanlarımızı bile duyaramıyoruz. Nasrettin Hoca, Hazerfen Ahmet Çelebi, Karagöz/Hacivat gibi. Günümüze uyarlamak mı gerekiyor acaba. Örneğin Karagöz Hacivata günümüz konularını konuşturmak gibi. Ahmet Çelebi'nin  her defasında başka bir amaç veya macera için uçmaya çalışması gibi. Diğer türlü tarih dersinden öteye geçemiyor sanki; ne dersiniz?


Bizim yönetmenimiz ve aynı zamanda şehir tiyatrosu kadrosunda yer alan CANER BİLGİNER aynı zamanda bir geleneksel ustası ve Karagöz perde isimdir. Yeni oyunlarında özellikle "sağlık ve temizliği" konu alan karagöz oyunları sergiliyor. Biz zaten bu dediklerinizi aslında yapıyoruz. Ancak artık sistemden dolayı kaliteli işlere değil meşhur popülerin olduğu işlere rağbet var. Bunun bazı sakıncaları da var. Popülerliği kendine hedef koymuş olanların takım çalışması ve derinlemesine metin çalışması anlamında sıkıntıları oluyor. Onlar televizyonda daha mutlu. Yani birçoğu. Tiyatro kökenli olanların da zaten kendi grupları var.


Tarih derslerinden farkı ise, perde gösterisinden sonra yarım saatlik atölye düzenleniyor. Seyirciler atölyeye de kalıp perdenin tarihsel sürecini ve pratik Karagöz perdesini hazırlanışını genel kültür anlamında öğreniyorlar. Oyunsa güncel konuları kapsıyor.


-Tiyatroyla ilgili benim sıradışı fikirlerim var örneğin; maç günleri dışında stadyumlarda halka açık tiyatro gösterilerinin yapılması gibi Bu görüşle ilgili Federasyonla bile iletişime geçilebilir. Ne dersiniz?


Bu çok fazla teknik donanım gerektirir. Bir de stada göre bir oyun tasarlamak gerekir. Yani aynı mekan içinde, giriş çıkışların olmadığı bütün oyuncuların sahnede aynı anda olduğu bir PRODÜKSİYON ki buda astarı yüzünden pahalıya gelir. Daha önce de söylediğim gibi sponsorlar bu tip projelere çok cazip bakmazlar.


-Tabii bu uçuk bir fikir, ben de farkındayım ama sunuma teknoloji imkanlarını ekleyerek bilinenin üzerinde yenilikçi fikirleriniz var mıdır, sanat zihniniz bu bağlamda nasıl işler?


Aslında iyi işler aklımız. ?Bu belki sanat sektörünü sanayi haline getirmiş ülkelerde yapılabilir. Biz denedik. Kendi projelerimizden bir kısmı geniş kapsamlıydı. Ancak karşılık bulmadı. Hâlâ deniyoruz.


-Sizce sorun toplumda mı yoksa üretimlerde mi? Siz doğru dürüst okunur kitap yazdınız da biz mi okumadık, bir de okumuyoruz diye suçluyorsunuz diyen birine ne gibi bir yanıt verirsiniz?


Tüketici, ezberci toplum olmakla üretici toplum olmak arasındaki farkı öğrenmelisiniz derim.


-Hemen şimdi aklıma geliveren; yukarda da bahsettiğimiz aşılmaz duvarlarla birbirinden kopuk toplumun beş kesimini (dinci, komünist, milliyetçi, kapitalist, laik), "Beş Kardeş" başlığı altında irdeleyen bir oyun yaratmak mümkün müdür, siz olsanız nasıl işlersiniz?


Önce insan olarak işlerim. Çünkü TİYATRO İnsanı, insana, insanla ve insanca anlatan sanat dalıdır. Yani her noktasında insan var. Sahneye çıktığında Aktör 0' noktasındadır. Kendi kimliği yoktur sahnede. Sahne ne olması gerekiyorsa o olur. Yani orası bir hayal dünyasının içindeki gerçekliktir. Hepsi hayaldir ama hepsi gerçektir. Belki de en gerçek  en yalansız yaşanan anlar tiyatro oyunu oynarken ve seyrederken geçirilen anlardır.


-Bu kalıbın dışına çıkıp amacımıza zaten bu kimlikleri oturtup bir ev veya bir başka ortamda bir araya getirip aslında insan olmaları bakımından daha fazla ortak yönlerinin olduğunu, her canlının bir diğerinin yaşam alanına saygı duyması gereği ve sınırları aşmamak dolayısıyla huzurlu yaşam önermek, sanat yoluyla daha kolay değil mi?


Evet, aslında bu söylediğiniz demokrasinin tarifi.


-Bu tür bir tiyatro oyunu yaratmak isteyenlere önerileriniz nelerdir, detaylı yazar mısınız?


Herkesin kendi eğitimi, mesleki ve hayat deneyimi vardır. Mesele elindeki donelerin ne olduğunu iyi bilmek, hayalgücü kapasitesi ve bir de ne kadar risk alabileceğini göz önüne almaktır. Bütün bunları göze alabilirsen ve değerlendirmeleri doğru yaparsanız iyi bir şeyler ortaya çıkar ama her zaman karşılığını alamayabilirsiniz çünkü bizler hayal satarız. Herkes bu hayali beğenmeyebilir.


-Tam aksine hayal değil gerçeğin tam kendini, olabildiğine yalınlığıyla, tarafsız sunmak ve kalıcı bir eser oluşturmak istiyoruz diyelim. Kupkuru olmaması için ara ara bu beş kişinin hayallerine değinilebilir ama hayal dışı gerçeği, zaten varolan, gözümüzün önünde durduğu halde göremediğimiz, söyleyemediğimizi sanatımızı kullanarak göstermek istiyoruz diyelim. Kimseye bir ispat derdimiz yok. Başkaları da çıkıp başka yönlerinden bakabilirler. Neticede "Beş Kardeş" denildiğinde kalıcı bir eser olsun ve türevleri de üretilsin....


İşte bu da hayali seyredenlerin kapasiteleri ve hayata nereden baktıklarıyla alakalı. Yani sığ olup olmamakla alakalı.


-Türkiye ortalamasını alıp ortaya bir eser yapacağız diyelim. Daha sonra geliştirmek isteyenler geliştirebilir. Her hakkı ortaktır. Lise seviyesi, IQ ortalaması 90 civarı, halk, sıradan insanlar için bir eser. Diyaloğu bol olsun ama anlaşılsın, mizah da katılsın ama komedi olmasın.


Var öyle eserler. Ama seyirciden talep görmüyor. O yüzden de bir kere deneniyor sonra rafa kaldırılıyor. Yani sadece sanat yapmak için bu yapamayız. Karnımızı bu işten doyuruyoruz. Para da kazanmamız gerekiyor.


-Sanat gibi imkansızın olmadığı bir alanda mümkündür diye düşünüyorum. Kült bir eser olsun. Dünyanın her yerinden herkesin içinde kendini bulabileceği ve oyunun sonunda kardeşlerin bir ziyafet masasında oturup gülüp eğlendikleri bir eser.


Umut hiç bitmez?


Birey olarak Murat BATIKAN AVCI' YI öne çıkarabilir miyiz, bize baştan bugüne detaylı sanat yaşamınızı yazabilir misiniz?


Ortaokul ve lisede tiyatroyla ilgiliydim. Bir süre halk eğitim merkezinde tiyatro kursları aldım. Lise dönemlerinde yazları güneyde animatör ve yardımcı turrehberliği gibi işlerde çalıştım. Lise bitince İstanbul'a geldim. Amacım aktör olmaktı. Birçok tiyatroda aktör olarak çalıştım. Dublaj ve seslendirme yaptım. Dizilerde oynadım. Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nda uzunca bir dönem aktör olarak yer aldım. Sonra belediye bir kısım oyuncunun işine son verdi. Maalesef ben de o şanssızlardandım. Sonra kendi tiyatromu kurdum. Üç sezonda 5 oyun prodüksüyonu yaptık. İlk senemizde tiyatro olarak tiyatro teşvik ödülü aldık. Şimdiki durumumuz da Coronadan dolayı malum. Sonumuz ne olacak onu da bilmiyoruz. İnşallah iyi oluruz. Dediğim gibi umut hiç bitmez.


Diyaloglarımıza ilk başladığımız dönemlerde yine bir tiyatro sanatçımızla yazışırken, Tiyatro TV fikri çıkmıştı. O günden bu güne bir gelişim olmadı. Tecrübelerinize dayanarak, sadece tiyatro oyunları ve oyunlarla ilgili 7/24  yayın yapan güçlü bir televizyon kanalı mümkün müdür, bu tür bir iş tiyatronun tılsımını bozar mı, yurtdışından takip ettiğiniz bu tür örnekler var mı?


Yok. Bakınız tiyatro insanın fiziki iletişimini temel alan bir sanattır. Tiyatronun TEV Varol ası gibi bir şey olamaz. Onun adı sitkom olur o zaman.


Sadece televizyona prodüktion tiyatro oyunları değildi amaç, tiyatro sahnelerinden canlı yayın merkezinde bir fikir…


Olmaz. O zaman o tiyatro olmaz. Katı olduğumu düşünebilirsiniz. Ama zaten amacımız seyirciyi "aptal kutusu" dediğimiz TV' den uzaklaştırmakken bu işi iyice zorlaştırır. 


Film ve TV dizileriyle ilgili set arkası ve PRODÜKSİYON dönemiyle alakalı yapılan ve yayınlanan programlar var.


Olur'u olsaydı; Dans TV, Resim TV, Heykel TV vb. sadece sanat yayını yapan televizyonlar da olabilecekti. Yurtdışından bildiğimiz örnekleri mevcuttu. Kamera arkası her zaman izleyicinin ilgisini çektiğinden ve belki de yaygın kullanım aracı olduğundan iyi bir fikirmiş gibi bize, o zaman. Şimdi internet yayıncılığı da giderek yaygınlaşıyor hatta televizyona alternatif bile oldu. Sponsorları da ilgisini çekiyor. Yine uçuk kaçık bir fikir mi bu?


Değil. Ama tiyatro ile ilgili TV de yapılacaklar seyirciyi tiyatrodan uzaklaştırır. Daha da tüketici yapar. Mesele bu.


Anladım. Teşekkür ederim.


 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol