DİYALOG MÜZESİ

ERÇİN KAYA İLE



465. DİYALOG: AKILLI SANAT


Erçin Kaya İle, Akıllı Sanat Diyaloğundayız. Sorularınızla katılabilirsiniz.
-Yazmayı da sevenlerdensiniz sanırım, Diyalog Sanat için bir diyaloğa ne dersiniz?
Tabii, seve seve...
--Öncelikle bize kendinizden bahsedin lütfen!
Je Suis Erçin! Çağdaş Klasik Müzik bestecisidir aslında. Sürekli bir şeyler üretip kendine ve etrafına verimli olmaya çalışır. Çizer, Yazar, Öğretir
--Ne hoş... Coşku dolu gördüm sizi, coşkunuzun kaynağı nedir, nerelerden beslenirsiniz?
Süreçten. Süreç, sonsuz yaşam kaynağı benim için...
Sonuca ulaşmaya çalışmak, zihnimin ve yaratıcılığımın en büyük engellerinden biri, benim için. Evren ve yaşam sadece süreçten ibaret. Böylece, bitmeyen bir harika bir yolculuk oluşuyor insanın içinde.
--Dünki bir paylaşımımda; insan, şimdiye kadar doğanın bir parçası dolayısıyla kendiydi fakat bu aşamadan sonra, akıllı şehirlerin bir parçasıdır.
Yeni gelişmelerle bu akım tüm insanlığı kapsayabilir mi yoksa BM araştırmalarına göre de, kadın erkek eşitliğinin tam gerçekleşmesi için 200 yıl daha mı lazım?
Evet, katılıyorum. Şehirlerin akıllı parçalarıyız.  Akıl sadece araç benim için. Bu aracı ya da enstrümanı nereye kullanıyoruz..?

Sevgi, umut ve neşeyi unuttuğumuz sürece önümüzü görmemizin imkanı yok. Akıl da bir işe yaramıyor o noktada.


Kadın erkek zaten eşit. Eşitsizliği zihnimize eken şartlar oldukça 200 yıl değil 1000 yıl bile yetmez..
--Eşit ama eşit değil gibi.  Örneğin bugün ülkemizde yerel yöneticiler seçiliyor, yüzde kaçı kadın?

Olayı kadın - erkek düzleminde irdelemek yerine örnek durum kabul edersek nasıl bir sonuca varırız?
Demek istediğim, doğamızda eşit. Algılarda eşit değil henüz. Medeniyet o kadar yeni ki! Özgür iradenin ne demek olduğunu bile kavrayamadık, ama kavrayacağız.

Kadının yaşamın her alanında aktif olması gerek. Politika, eğitim, sanat... Dünyada bu en çok günümüzde oluyor, olacak da. Şehirlerde akıllı varlıklar olarak anlayış ve eşitlikle, egomuzu törpüleye törpüleye, anlaya anlaya yaşamayı öğrenmek zorundayız.


--Böylesi bir açık gelecek göründüğüne göre; "öğrenmek zorundayız" kurgunuzla vurguladığınız ve "öğretici" özelliğinizide gözönünde bulundurarak, madem enerji sarfediyoruz o halde en iyisine sarfedelim dediğimizde ne anlamalı ve yapmalıyız?
Keşfetmekle başlamalı. Arzulamakla - yaşamı arzulamakla, her ne şartta /işte/güçte olursak olalım akıl sağlığımızı korumalı, ego/zihnin ürettiği safsataları pirincin taşlarını ayırır gibi ayırmalıyız. Tüm bunlar çok emek gerektiren durumlar ama bir kere bunu kavrayınca hayat anlamlanıyor, kolaylaşıyor.

Her yerde; doğada, internette, sevgide, kütüphanelerde, sanatta... Bedava. Birbirimizin içini görmemiz gerek, gördüğümüz kişi ne kadar kötü olursa olsun bir zamanlar çocuk olduğunu unutmamalıyız. Her çocuk iyidir. Ama, önce kendi içimizi görmek gerek. Kendi içimizi nasıl görürsek karşıdakini de öyle görürüz. Burada ayna nöronlar devreye giriyor. Kendimizi dünyada olan biten her şeyden sorumlu hissetmek..

"Bizim dünyamız" fikri... Bu sorumluluğu üstlenip yaşamı nasıl deneyimleyeceğimize karar vermek gerek.




--"Pirincin Taşını Ayıklamak" işleyişinden devam edersek; günümüzde yine geride kalmış olan bu işlem, artık akıllı makinalarla gerçekleşiyor  Zihinde var olan / zamanla oluşmuş tortular ayıklanırken akıllı cihazların ne gibi faydaları, katkıları olur?

Birey, en baştan eğitilir / öğrenirken tortusuz, saf, temiz, en doğru, en faydalıya nasıl yönlenir?
Akıllı cihazlar kendimizi anlamak ve tanımak için zaman yaratacak ve imkan tabi ki. Bireye öğretilebilecek en değerli ve temel durum kendi kendine öğrenmeyi öğretmek. Bunu başaran ülkeler sağlıklı nesiller yetiştiriyor, muhakemeyi ve akıl aracını nasıl kullanacağını öğreniyorlar.
Çok yolumuz var dünya olarak - evet, ama yol güzeldir, yol yücedir, yol zorlukları aşmaktır. Yola / sürece inanmak zorundayız. Kimseden bir şey beklemeden... Kendinden bile beklemeden. Bilincimizi açıklığa ve berraklığa kavuşturmak en nihai görevimiz bence.


--Düşünceden bilgiye, bilgiden bilime geçerken; insanlığın edindiği tüm tecrübeleri gözönüne aldığımızda, bilim ve sanat ilişkisi ve geleceği öğrenilirken, bilim nasıl sanat yapar?
Anlamak, keşfetmek sanatın özüdür. Bu durumda bilim zaten sanattır. Sanatı ayrı bir yere koymak sanatı köreltir. Tıkanıklığı aşar o zaman sanatçı. Ya da sanat üreten kişi. Sanat, kişinin deneyimlerinin projeksiyonudur. Projektörün yani zihnimizin mercekleri berrak olmalıdır.
--Siz sanat yaparken bilimden nasıl yararlanıyorsunuz?
Bilimi araç olarak kullanıyorum. Bilim, bilgi, okuduklarım, gözlemlediklerim içime işliyor ve işlemcilerimden geçiyor. Bilimsel çalışmalar bana ışık tutuyor, berraklaştırıyor.  Hissettiğimi ya da düşündüğümü aktarmadan önce önemli filtrelerden birisi benim için budur. Örnek olarak; Nöroloji üzerine çalışmalar beni çok besliyor, çünkü kendimi ve zihnimin nasıl çalıştığını anlama şansı veriyor. Aslında ayıramıyorum. Sanatçılar veya bilim insanları keşfediyor, keşfetmeyi arzuluyorlar. Bu arzu bilincin arzusu.



--Sesler bilgisi / hislerinden oluştuğunu söyleyebileceğimiz müzik sanat dalı, ses bilgisini bilimden nasıl öğrenebilir veya bilimin ürettiği araçların ses bilgimizi düzenler, öğrenirken katkıları nelerdir?
Ses fiziğini anlamak ve öğrenmek müzik aktarımcısının görevi sonra müzik ilmi... Armoni, kontrpuan, makam, teori, teknik... hepsi yıllar içinde özümsenip aktarım filtrelerinin kalitesi arttırılmalı. Sanatın her dalından beslenilip hatta uygulamaya çalışıp aktarmalıyız. Yetenek, bu filtreleri kullanabilme becerisidir aslında.

Bilim, inanılmaz bir yol açmıştır sesi anlamada ve aktarmada, Pisagor' dan beri...
En basitinden bir örnek verecek olursak; iki ses aralığının nasıl oluştuğunu kavraması gerek.  Milimetrik değişimlerin bile sesi nasıl etkilediğini bilmeli. Sonra psikolojiyi, nörolojiyi , dil bilimlerini anlamaya çalışmalı, elinden geldiğince.

Jung okumamış bir keman virtüözü düşünemiyorum. Virtüöz kelimesi “Virtüal” yani gerçeklik, gerçeklik aktaran kişidir virtüöz. Edindiği fiziksel teknik filtrelerinin kalitesidir. Kuru kuruya teknik ile altı deneyimsiz ve bilgiden uzak çalım veya besteleme ile sadece daha önce yaratılmış gerçekliği aktarır. Resme , bilime, edebiyata, psikolojiye dokunmamış bir sanatçı düşünmekte zorlanıyorum.


--Müzik sanat dalı özelinde bilim - sanat ilişkisini bu biçimiyle kavradıktan sonra; diğer sanat dalları ilgililerinin bilimle ilişki kurarken dikkat etmeleri gereken, olmazsa olmaz, olmayınca sanatı bozan, yıpratan, inciten, yoran esaslar nelerdir?

Sanat dallarından bilime ilk geçiş yapan mimarlık örneğinde olduğu gibi diğer dalların geçişleri nasıl gerçekleşiyor, takip ettiğiniz süreçler hangileridir?
Sanatı bozan yıpratan esas kişinin kendisi bence. Eğer zihni gösterişe, paraya ve tüketime yoğunlaşırsa sanatı yozlaşır. Bu geçişler muhteşem, özellikle mimarı örneğinizi çok sevdim. Mimari, içinde aynı zamanda yaşanabilecek alanlar yaratır. Sanatsal değeri yüksek ama içinde yaşanamayacak kadar kullanışsız bir mimari mümkün mü?

Sanatta da "içinde yaşatmayı" hedeflemeliyiz. Dinleyen ya da izleyen girip içine yaşamalı. Nuri Bilge Ceylan’ ın “Ahlat Ağacı" gibi. İzlerken ben de o köyde yanlarında deneyimliyordum filmi. Sonuç olarak sanat benim için, içinde yaşayıp yaşatabildiğin bir mecra olmalı.

Diyalog inanılmaz keyifli oldu benim için. Şimdi arkadaşlarımın yanına katılmalıyım, bekliyorlar İzninizle ve ne zaman dilerseniz sohbetimize devam etmek dileğiyle.
--Harika bir insan / bireysiniz. Sizi çok sevdim  :) Eklenen bölümlerde tekrar yazışmak dileğiyle.
Saygılarımı sunuyorum.
Çok teşekkür ederim, karşılıklı…
Dinleyen ve aktaran oldunuz benim için, bu çok değerli.
Saygılarımla.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol