DİYALOG MÜZESİ

ÇIĞLIK





1084. DİYALOG: ÇIĞLIK


Özentilik sorununu nasıl aşarız, doğru cümle kurmaktan içi dolu cümle kurmaya nasıl geçeriz?


Kağan Gürsoy 


Kendini bil diyorlar. Sanırım sorunun cevabı orada. Bilen anlatsın, ben bilmiyorum. Zaten bilsem bunu bile yazmaya cesaret edemezdim. Adam "en el hak" demiş, cesarete bak! Califonia' da tikili evde oturuyoruz işte. Erzurum Dağları' nın hikmetini bilsem verirdim cevabı. Naçar kaldım.


Genç adamın biri bir sevdaya tutuluyor, eski zaman... "Satarım bu canı da alırım seni" diyor ama çare yok. Daha sonra "çıkayım bu dağlara da kurt yesin beni" diyorsa Erzurum Dağları' ndan çığırıyorum, duyan var mıdır haykırışı. İçini doldurabilse Facebook' ta ne işi var?


Kübra Yalman


Merhaba Hocam. Ancak kendini gerçekleştirmiş birey bu soruların doğru yanıtını vermiş olur yani kendini gerçekleştirme kavramıyla aşarız ve dolu cümle kurmaya yeltenebiliriz. 


Kendini gerçekleştirme nihai amaçtır. Birey tüm ihtiyaçlarını karşıladığı ve doyurduğu sürece kendini gerçekleştirebilir ve kendini gerçekleştirme aşamasına ulaşmış her insan belli düzeyde veya ihtiyaçlarının karşılandığı miktarda veyahutta performansının çok daha üzerinde bir benliğe sahiptir. Kendini gerçekleştiren birey özgün olmak, biricik olmak, kalıcığı sağlayan en temel ilkedir gibi düşüncelere sahiptir. Estetik ihtiyaçlarını karşılayabilen, doruk yaşantıyı  hayatına aktarabilen her birey kendini gerçekleştirme yolunda olduğu için içi dolu cümle kurmaya yeltenebilir ancak kendini gerçekleştirme aşamasına ramak kala evresinde olan biri konuşmaya, anlamaya, üretmeye cesaret edebilir diye düşünüyorum…


Cemal Öztürk


Her insan, kişisel gelişiminin bir evresinde başkalarına özenir; onları taklit eder hatta bu öykünme onları kutsamaya dek götürebilir. Bu tür totemik bakışlar, ruhumuzun  putperestlik aşamasına denk gelir. Aklını kullanan bir insan, ömrünün sonuna kadar buraya takılıp kalabilir mi? Kişisel gelişimin belli bir aşamasında bu ilk örnekseme (ilk göz ağrısı) normaldir. Ne var ki, insanın kendine özgü bir karakteri, biricikliği olduğundan mutlaka kendisi olmak üzere, kendi kişilik etiğini de geliştirmek zorundadır. Yeryüzü, çeşitli aktörleri ve faktörleriyle bir medeniyetler sofrasıdır. Kişi başkalarından etkilenirken, beslenirken;  içtenliğiyle olayları, kavramları özümsemesi oranında ya ilham (esinlenme) ya da evham (kuruntuya kapılma) düzeyinde bir geri bildirim yaşar. Kuruntularımız, eksik, yüzeysel, dışsal ve sağlıksız bir algılamanın sonucudur. Özne ve nesnenin hangi ucuna ağırlık verildiği ya da işin ağırlık noktası doğruluk, dürüstlük bakımından son derece hassas ve önemli bir husustur. Yaşamdan kopuk zihinlerde, fantezi zekâ işlevseldir. Oysa, sadece ahlaki zekâya özgü bir hakikat saygısı, gerçeği bütünselliği içinde olduğu gibi kabul etmeyi tercih eder. İşte bu sebeple de etik, estetik ve epistemik olanı bir bütünlük içinde ele almak durumundayız. Varlığın ve bilginin birliğini kuşatmak, her zaman bizi büyüten bir tutumdur. Postmodernizmin en büyük yanılgısı, hatası da hayata salt fantezi bir zekâyla bakması; hayattan, hakikatten kopmasıdır.  Demek ki, öncelikle insanın kişilik etiği ve aydınlanma birikimi, bizim için zamanı, zemini geçerli olan yeterli bir alt yapıya götürür. Matematiksel, mantıksal ve mühendislik temelleri sağlam olan insanlar, boş cümlelerin ne idüğünü çok iyi bilirler çünkü onlar artık kendi içlerinde kat ettikleri mesafe sayesinde, işin özenti safhasını aşarak, sorunu derinden kavrama, özümseme aşamasına kadar yükselmiştir. Kişisel gelişmenin bu uğrağı artık bir yaratma ahlakına tekabül eder. Bir Sokrates, Mevlana, Yunus Emre, Nazım Hikmet, Paplo Neruda’ya bakınız: Sanki içimizden geçenleri anlayarak, bilgece cümle kurdukları izlenimi bırakırlar bizde. İşte bütün mesele; sade, yalın ve yalansız bir cümleyi kurabilmektir. İlim-irfan, bilim-sanat, hikmet ve marifet dediğimiz de zaten bu değil midir? Hayatını boş işlerle geçirmiş kimselerden, dolu ve doyurucu cümleler kurmayı beklemek de boş bir beklenti olsa gerek.


Semanur Bayrakçı


Küçümseyen kişinin kendi basit davranışlarını absorbe etmesi çabası bence özetlilik. Kültürün insandan insana yayılması gerekir ama buna Türkiye’nin dahil olmadığı gerçeği de var. Yeni yılda kavga gürültü olmasın. Kendi kişiliğimiz, düşüncelerimiz, tercihlerimiz olduğunda özentilik sorununu da aşmış oluruz. 


Vahit Murat 


Şeklİ değil hakiki bir kimlik ve kişilik sahibi olarak. Bize sunulan cicili-bicili görüşlerin üzerine sazan gibi atlamayarak. Bağımsız ve donanımlı bir beyne sahip olarak…


İsmail Erfındık 

 

Okumak, okuduğunu anlamak. Yalnız kitapları değil insanları da okumak, özeleştiri yapmak, yaptığı hatalardan ders almak, içten olmak… en önemlisi  eğrisi-doğrusu, eksiği fazlası ile kendisi olmak.


Engin Ümer


Özentilik sorunundan -ben bunu resim sanatı bağlamında düşüneceğim, anladığım; geçmişten bu yana gelen “batı etkisi” resimden nasıl kurtulabiliriz ise; bunun gerekli olmadığını, etkinin Batı değil modernlik olduğunun göz ardı edilemeyeceğini düşünüyorum. Ülkedeki resim sanatı tarihinin modernleşirken kendi kültüründen elde kalan parçaları tamir etmek zorunda hisseden ve bunu her modern toplum gibi kısmen gerçekleştiren bir kültürün resim sanatını bu yönde kullanarak batılı bakışla buluşma çabası olarak görüyorum. Bu yüzden tipik biçimsel benzerlikler ile Batılı ressamlara benzemeyi dert görmemek lazım çünkü bunların olmadığı bir modernlik, kapalı ve geleneksel olan inadıyla hareket etmek ve modernliğin içinde olduğu gibi kalmayı başarmak demektir ancak bu imkansızdır. Tarihsel olarak Ortadoğu ülkelerinin ekonomik ve politik açılardan modernliğe katılımları bunu gösteriyor. 

Özentiliği güncel bir mesele olarak görecek olursam, stilistik özenmeler doğal çünkü sanat eğitimi stil eğitimi olarak görsel olanı önemseyen bir tutuma sahip. Teknik ve plastik yetkinlik yeterli görünecekse bunun için özenmeniz gerekiyor. Ancak eğitimin bir yönünde olan taklit ile öğrenmenin bir sonrası aktüel olan karşısında ressamın konumu olmak zorundadır. Aktüel olan üzerine düşünme ise ressamdan çok istenmeyen bir durum. Piyasa özelinden bakarsak galerilerin resim olarak sevdiklerinin söz ile anlam verilmiş stiller olduğu görülebilir. Contemporary İstanbul’a bakıldığında resmin etkileme gücünün görsel gerçeklik ve malzeme yetkinlik ile idare edildiği görülecektir. Aktüel olan bir resimden yani modern sanattan günümüze gelen anlayıştan bahsetmek zor gibi.

Ben bunda bir problem görmüyorum. Problem, piyasa ve izleyicilerin başka tavırlara ne kadar açık olduğudur.  Bu soruya başka bir bakışım şu: Herkes özenti, çalma, intihal veya başka şeyden dertli. Ancak böyle olmayan eserlerin peşinde olan bir sanat söylemi olduğunu da düşünmüyorum. Bu dertlenme karşısında sanat severlerin bakışı a) kültürcü bir bakış ile bir dönemin sanat zevkini yüceltmek, b) bir dönemin sanat stilini övmek c) belli bir grup veya kesimin sanat zevkini öne sürmek olduğu görünmekte. Bu doğal belki ancak ben bunun özenti olduğunu düşünüyorum çünkü bu bakış açılarını sürdüren bir sanat söylemi ve kültürü yok iken bunlarda inat etmek bence özenmenin yapısına uygun davranmaktır. Belki de özenti olanın sanat severler, sanat yazarları ve sanat sisteminin diğer aktörleri olduğu düşünülmelidir.

Ben izleyici olarak eserde anlatılmak istenilen ile onun anlatım tarzının gücüne ve etkisine bakıyorum. Kimi eserler özenti veya intihal olabiliyor, çok dert olmuyor benim için.  Sanatta böyle tavırlar olacaktır. Özel olan yapıtların kendilerini belli ettiğini ancak bunların az olduğunu düşünüyorum. Az olmalarının nedeni hayat ile hesaplaşma veya onu karşısına almamak olduğunu bunun ise  hayatın elden kaçmış vaziyette olmasıyla ilgili görüyorum. Bu bambaşka bir konu. Piyasa özelinden bu tarz yaklaşımlara çok da yer verilmek istenmediği, resmin estetik ve ideolojik doluluk beklentisiyle karşılansa da bazılarına, o mahalleden değil ise yer verilmediğini düşünüyorum. Bunu olağan görmek lazım. Gündelik kültür ile sanat kültürü arasında bir farkın olmadığını, ülkemiz sanat piyasasının o kadar da geniş olmadığını dolayısıyla yükselen stil ve bakış açılarının sürekli tekrar ederek özentiliği artırdığını düşünüyorum. Bu yüzden biraz tahammül ve geniş bakış açılarına ihtiyaç var. Bunun için ise eğitim kadar sanat piyasasındaki sermayenin genişleme isteğinde olmasına ihtiyaç var gibi görünmekte. Bu düşüncemin kanıtını ise geçen on yıldır “genç sanatçı” etkinlikleri ile farklı stillere yer veren etkinlikler olduğu görülebilir. 

Biraz uzun oldu ama kısa sürede sorunuza böyle bir cevap verebiliyorum. Umarım keyifli bir diyalog olur. 


Erkan Yazargan 


Öncelikle sorunun kastı "batı özentili sanattan nasıl kurtulabiliriz" değil aksine, genelden başlayıp özentili yaşamın ne olduğundan başlayarak sebep-sonuç-sorun-çözüm düzleminde diyalog anlayışı içinde fikir veya bilgileri toplamaktı. Zülfü Livaneli'nin üstüçıplak poz verip altına da "göbek içeri" şakası (joke) koyması dürttü bizi


Yaşayan sanatçıya değer verilmediği, ölülerin peşinde koşup durulduğu, ölüden medet uman hortlak/zombi bir topluma dönüştüğümüz eleştirileri yaparken; bütün çığlık birikimlerimizden sonra tek tük de olsa görmeye başladığımız yaşayan sanatçı kültür merkezleri hoşumuza gidiyor aslında.


Sanırım ciddi, yoğun ağırlık hisseden adıgeçen şahıslar ve çevreleri şirazeden çıkıp hava almak, nefeslenmek veya farklı yönlerini göstererek insan tapıcılığının girdabından hem kurtulmak hem de takipçilerini kurtarmak istiyorlar aksi tam bir kepazelik olacaktır. Özentililik iyi, normal, gerçek, zaten kalıpları içinde değerlendirilirse sorun yok da negatif eleştiri aracı olduğunda daha en baştan savsaklamaya içine su katmaya yönelik etkiler bizim geri kalmış toplumumuzun özelliğidir.


Resim sanatına gelince; her zaman söyleyip altını çizdiğim gibi en az -iyimser tahminle, yüz yıl gerideyiz. Bizde henüz sanatçı-zanaatkar, sanatçı-memur ayrımı bile yapılamıyor. Bunlar yerleştikten sonra Batı veya başka özentililik diyalog konusu olabilir.


Sevilay Nesrin Aydoğan


Merhaba, 


Öncelikle özenmenin kaynağı değerlendirilmeli. İnsan neden özenir? En basit açıklaması sanırım kendisinde olmayanı başkasında bulunca özenir. Çözüm ise insanın kendisini, kendince yeterli hale getirmesi. Kendisini her anlamda sevmeye başlayana dek tutum ve davranışlarını olumlu yönde değiştirmesi. 


İkinci sorunun cevabı yine bizde gizli. Boş bir insan dolu cümle kuramaz. 


Saygılarımla 

Sevilay

Hasan Kuzu


Toplumsal kültürün, sanatsal ve felsefi olarak gelişmesi gerekir.  Toplumun kültür birikim seviyesi bireylerin günlük kurduğu cümlelere hakimdir. Örnek,  bir kadın "akşam yemegi" kelimesini bir günde en az yirmi defa kullanır çünkü toplum o kadına yemek yapma rolü biçmiştir. Diğer yandan bir erkek, para, iş kelimelerini aynı sıklıkla kullanır. Buda kapitalist erk sistemin erkeğe dayattığı rolün sonucudur. Ama  filozof, senaryo, muazzam tiyatro oyunu, birey olmak, idrak etmek vb. kelimeler çok nadir kullanılır. Yani içi dolu cümle kurabilmek için toplumsal gelişim gerekir.


Yazıp çizen, okuyan yazanlarla ilgili bir soruydu aslında. Onlar toplumu çekip çevirirken, daha rahat ilerleyebilmeleri için özellikle neler dikkat ederler, örneğin bizimki gibi zeka seviyesi 80-90 aralığındaki bir toplumun düşünce çeperleri nasıl genişletilir?


Kaan Fıçıcı


Bütün olay bağlamdır, dolayısı ile aynı bağlam yörüngesinde olmayanlar özentilik, içi doluluk gibi kavramlar üzerinde ortak bir açılım yapamaz bence ama jenerik, klişe kalıplarla olmayacağı kesin. Yani insanlar içi dolu cümle kurmak için çok zaman veriyorlar değil mi?


Ortaklaşmaya başladığımız detay konu önemlidir örneğin sanat eleştiri yaaprken; bilimin daha derine inme çabası gibi bir çaba. Aslında kritik de özde arar gerçeği.


O zaman içi dolu cümle kurmaya geçiş için öze inmek gerekir diyebiliriz fakat gerçeği aramak işte herkesi farklı yörüngeye iten şey. Her şey yıkıma gider, entropinin dediği gibi. Belki de içi dolu cümle yoktur, olamaz. Bu süreçte bizi etkileyen cümleler vardır. Özentilik ise bu eylemelerin kısa yollusudur işte.


Istılahta sorun yaşıyoruz sanırım; doluluktan kastedilen nedir sorusundaki doluluk, bildiğimiz anlamlı, işe yarar, boş olmayan, değerli, okumaya değer anlamlarında. Özellikle bazı insanların lafı dolandırma sebepleri nelerdir?


Doğru anladığımı düşünüyorum hala. Sorunuzdaki özentilikle içi doluluk arasıdaki bağ nedir? İçi dolu bir cümle, içi dolu olduğunu düşünenler ile varsa bu bir grup arasındaki konsensusa işaret eder. Bu grubu bağlayan şey sizin dediğiniz gerçektir, onların kendi gerçekliği. Bir şey bize içi boş geliyorsa orada bizi bağlayan bir konsensus yoktur dolayısıyla soru da yoktur. Ama yine de özentilik ve içi boşluk arasında sizin söylediğiniz gibi bir bağ olduğunu düşünmüyorum. Özentiden kastınız özgün, otantik olmayan sanırım ki. İmgeler her anlamda kendilerini kopyalarlar. İnsanlar taşıyıcıdır. Bir taşıyıcının zihninde kendini kopyalamış bir imge başka bir taşıyıcının zihninde de olabilir. Bu çok olası. Yani özgünlük seyrek olan ve talibi az olan şey kendi taşıyıcısını katsayısını henüz arttırmadıysa bu o imgenin bileceği şeydir.


Nazan Kuşçu


İçi dolu cümleler kurmak hakkında doğru cevabı bilmiyorum ama o cümleleri yazanın ruhunun zengin ve kendisinin samimi olması yeter gibime geliyor. Konuşmak, cümle kurmak... bu konuda başarılı olsaydım size fikir verebilirim. Benim cümlelerim çizimler ve boyalar.


nazankuscu


Sine Aras Akten


Ben ne kadar yalın olunup, kendin olunursa yansıyanların da o cümleleri etkilediğini düşünüyorum. Bu fikir ile Columbia Üniversitesi’nde Narrative Medicine- Anlatısal Tıp’ eğitimine seçildim. Sanırım hayat boyu o kulvarda çalışacağım.


Ve Erkan Bey, 


Kesinlikle sizinle ortak sunumlar bu konuda hazırlamak isterim çünkü tıp dünyası bu dediğiniz yüzünden güven kaybı yaşıyor. 


Sevgiler, 

Sine




377. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 21)



CENGİZ ONUR İLE


-Bu sorunun yanıtı sizde nedir?

ÖRNEĞİN

Örneğin Fazıl SAY veya o ayarda bir sanatçımız diyaloglarımıza katılsaydı, bugünlerde ona soracağım ilginç bir sorum olurdu:

"Ödülünü alanlar arasında sizin de olduğunuz Paganini - Beethoven ikileminde, Aydınlanmaya karşı kilise aydınlanması gibi bir ZIRVAYI ısrar, inat ve hırsla savunan bir sanatçı Aydınlanma perspektifinden baktığımızda ne kadar sanatçıdır, neden?


Sanat evrensel olduğu kadar folkloriktir. Bir sanatçı uzmanı olduğu branşta sanatını icra ederken, ticaret harici  arz talep dengesine önem vermelidir. Mesela- Elaziz Elaziz olalı böyle zulüm görmedi diyen amcam ile, ona opera dinletmeye giden  sanatçılarımız gibi.

Fazıl beye gelince. Yapılmışı icra etmek,  Yapılmamışı imal etmekten daha kolaydır felsefesiyle çıktığım yolda pek te tasvip etmediğim tekellikte örneklenmiş bir müzisyen dır. Aydınlanma "tek pencereden gelen ışıkla" oluyorsa, sadece pencerenin çapı kadardır.


Gerçek aydınlanma, her yöndeki pencerelerin perdelerini açmakla başlar. Söz konusu kişi hakkında sanatı açısından  Eleştiri yapabilmem için, en az onun kadar veya daha fazla enstruman ve kullanılışının bilgisine haiz olmam gerekir, ki buna cevaz vermez bilgim. 


Benim sanata bakış açıma gelince, çalmaya çalıştığım enstrumanımı ve sesimi dinleyen, dinlediği için katılan, tempo tutan, duygulanan insanlara karşı duyduğum saygı ve sürdürebilme çabasıdır.


Her malın bir alıcısı olduğu  gibi onu satan bir satıcıda vardır.


-Sanat söylemimiz alışılagelenin üstünde disipliner, kritiker, saf duygu odaklı, kuşatıcı ve evrensel olduğu için; ülke ortalamasının algılayıp yer edinmelerinde kendi pozisyonlarını belirlemede zorluğa da neden olabiliyor. Sizce okuyucunun önce ilgisini daha sonra dikkatini çekip odaklanabilmeleri ve özellikle proje yoğun düşğnebilmeleri için yapılması gerekenler nelerdir?


Bu sorunuza yine yaşadığım bir anektotla ve  "gizemsiz" tümcelerle cevap vermek isterim.


Efendim, bizlerin sanata bakışının bizi izleyenlerle aynı ölçüde olmasını beklememek aslında sorununuzun gizli öznesidir.


Bize eğitim veren jenerasyonun herbirinin KÖY ENSTÜTÜSÜ MEZUNU birer eğitici, öğretici olmasından dolayı aldığımız öğretilerde verdikleri ile özdeştir. Bu öğretilerin üstüne kendimizin kattığı değerler, sanat ve sanatçı kavramına  bakış açımızı betimlemektedir.


Vereceğim örneğe gelince, bu disiplin ve saf duygu odaklı, kuşatıcı, duygusal, evrensel davranışımızdan birini sergilediğimiz  bir eylemimde (İzmirime yazdığım bir şiir, profilimde mevcut, talebiniz halinde sizinle paylaşabilirim) bu eylemin bana ait olmadığını, benden bu denli şeyin çıkamayacağını, başkasının malına imza atmakla yanlış yaptığımı söyleyen, yazan insanlarımız oldu.


Ne acıdır ki yazdığım şiirin bana ait olduğunu ispatlamak zorunda kaldım. Sonrasında o insanlar kendiliğinden arkadaşlığımdan çıktılar.

Ben tekrar onlara arkadaşlık isteği göndererek gerçek odaklanmaları gereken şeyin ÖN YARGILARINDAN ARINMAK olduğunu anlatmaya çalıştım.


Maalesef okuyucu sizin ne yazdığınıza değil, sizin ne yazabileceğinize odaklanıyor. Aslında sizin illizyonistliğinizle değil, şapkadan çıkartabildiğiniz tavşanı görmek istiyorlar.


Bu bağlamda toplumumuzun her şeyde önce özüne bir bakması taraftarıyım.


SANAT  sanat için mi olmalı, yoksa SANAT maddiyat için mi olmalı sorusunun cevabını, o baktıkları veya görebildikleri özünde bulacaklarına inanıyorum.


Tıpkı, HACİVAT KARAGÖZ'Ü, ORTA OYUNU'NU, SANAT MUSİKİSİ'Nİ, HALK MÜZİĞİ'Nİ, KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ'Nİ, İBRAHİM ÇALLI' YI, MÜNİR NURETTİN SELÇUK'U, SABAHATTİN ALİ'Yİ  ilk önce öğretip, sonra onlara ait eserleri izleme, dinleme fırsatını verebilmek gerektiğine inanıyorum.


BENCE SANAT, HER SONRASINDA, Bİ ÖNCEKİNDEN DAHA İYİSİNİN SERGİLENMESİDİR.


SANATÇILIK, ONU SERGİLEYEBİLMEKTİR.


Başardığımız ölçüde "TİTRİMİZ" kalabalıklaşmalıdır.


Bu düşüncelerimi  paylaşma fırsatı verdiğiniz ve diyaloglarınıza dahil ettiğiniz için teşekkürlerimi sunuyorum.


Sanat dolu güneşli güzel günlerde yüzyüze de buluşmak dileklerimle. 

Sevgi ve saygılar.



"Olmuyorsa zorlama, zorla güzellik olmaz" sözlerinin SANAT' la ne alâkası vardır, örneklendirir misiniz? (ArtCRITICS)


Ibrahim Malkoç
: Sözün bittiği yerde sanat başlar.
 
Sözlerin sanatla bir alakası yok, şiirde de sözler sembolleşir. İknaton, Amonetehp tek tanrılı dinin kurucusu fıravun... Tanrı Aton kendiside Aton'un hizmetinde İknaton olarak adını değiştirmiştir.

- "Daha Allah ile Adem yok iken Biz onu var edip ilan eyledik" cümleleri söz müdür, İkanaton'un hizmetçileri bu soruyu nasıl yanıtlar?


Bu söz daha yenidir, Anadolu tasavvufuna aittir. Aton, bu günkü anlamda ilk tek tanrıdır ve dindir. Musa ile semavi dinler başlamıştır. Musa, Antik Mısır'da rahip prens idi. Tek tanrı anlayışını Mısırdan almıştır.

-Ozanin buldugu yeni gercek "olur" anlamında daha insani degil midir, Hizmetcinin hizmetcileri ne yapmaya çalışıyor?

İnsani olup olmadığı konusuna girmedik. Aton'un hizmetinde İknaton yani peygamber. Amonetehp adını İknaton olarak değiştirmiş. Peyganber ne yapıyorsa.

Tanrıyı ararken insanı bulursun, sonrası keyf...


Oraj Çelen
: Rahatlık ve yaratıcılık için gerekli malzeme ile gerekli kaynaklara erişim daha kolay olmalı sanırım. Gençlerimize hiçbir şeyi hazır edemiyoruz. Kolaycılık çok fazla...

Sanat dalı için ne gerekiyorsa onlardır gerekli malzemeler; boyaysa boya, fırçaysa fırça, kaynaklar, bilgi, katalog, kitap, resim, diğer ustaların eserleri hakkında diğer bilgiler v.b.
 
Rezzan Şebin: Ben sanatçı değilim. Sadece sıkı bir sanat ve sanatçı dostuyum. Bodrum Kent Konseyi Kültür Sanat Meclisi koordinatörüyüm ama. Sizin sorunuza katkım olacağını pek sanmamakla berbaer "zorla sanatçı olunmaz" gibi bir yorum yapabilirim.

Facebook'da Bodrum Kent Konseyi Kültür Sanat Meclisi diye bir sayfa var. Eğer siz bilgi edinmek isterseniz, oraya bakabilirsiniz ama ayrıca sormak istediğiniz bir konu varsa, vaktim oldukça yanıtlarım tabii.
Aykut Ünal: Mesela çalışmak istemediğiniz bir tiyatro yönetmeniyle çalışmak zorunda kalıyorsunuz... Zorla güzellik olmaz' a güzel bir örnek bence.

Ekonomik yada ödenekli tiyatrolardaki zoraki zorlanmalarla zorlaşan ve cidden sıkıntılı gergin süreçler bunlar. O gerginliğin içine sıkışmış çıkamıyorsanız işte zorla güzellik o gergin süreç.

-Şöyle bir şey yapsak; örneğin Kadıköy Sahil veya benzeri bir alanda en az on salonu olan, 24 saat açık, girişi ücretsiz, masraflarının tümü sponsorlarca karşılanan DEVASA bir tiyatro kompleksi... Kaç tiyatro grubu sürekli oyun sergileyebilir, birbirleriyle didişmeden sürdürebilirler mi?

Doğru düzgün bi sanat yönetmeni olursa -kafa kopartmayı bilen, gereksiz dikenleri ayıklıyabilecek... olur öyle


Aleyna Tuana
: Her zaman belirttiğim gibi Sanat başlıbaşına güzellikten ibarettir, GÜZELLİK demektir...

Sanat özgürlüktür, adeta bir kuşun iki kanadıyla özgürce havalanabilmesi gibidir. Sanata yatkınlık ölçülebilir, bu sözler Sanattaki başarı ölçüsüdür bence... Sanatçının Sanatsevere ve topluma vermek istediği mesajı, istediği yere ulaşabiliyor mu?

Uyumla ilgili ise; kişisel gelişme ile ilgili diyelim o zaman. Aile, eğitim ve çevresel bilgi birikimi haricinde kişinin kendisini yetiştirme çabası göz ardı edilmemeli, kişisel çaba çok önemlidir, her konuda, konu dışı kalmamak adına... kös kös bir köşede oturup "armut piş ağzıma düş" degil mi artık! Ben öyle görüyorum, şahsen.

Fırsatları iyi değerlendiremeyenlerin haricinde birde yakaladığı fırsatları kötüye kullananlar var. Kendisine tanınan şansları tepen, belki de başkalarının kısmetine ortak olanlar...

İbrahim Zeki Uysal: Sanat, güzeli arayış ve estetik kaygıları olan kişilerin farkında olduğu bir alan ve mücadele ettikleri, ürettikleri bir alan -belki de bir yaşam biçimi dolayısıyla zorlama ya da sipariş üzere yapılan işler sanat olmaktan çıkmakta, belli bir süre sonra öznelliğini yitirdiği için..

Zorla sanat olmaz. Coşkunun zorlaması ise insan oluşunun farkındalığı ve içindeki farkındalıkla dışavurumcu dürtüleri birleşince aktarmak isteğinin oluşması.


Selen Bıyık
: Sanatta zorlama olmaz. Yetenek + Duygu = Sanat... Tıpkı aşk gibi.

Önerim ise alayla ve duyguyla ilerlemeleri, mesleki düşünülecek bir durum olmaması gerektiği.

Betul Sayan: Hazırlayamıyorsunuz çünkü gayet bencil bir toplum olduğumuzdan nasıl ego - bencillik üzerine gelişiyor. Sanatın sözlerle hiç alakası yok.

Sanat görsel yapılan bir şeydir. Şiirde bile ahenk, görünüş önemlidir... gazelde, kasidede bile yazınsal olsalar da belirli bir ahenk içinde şölen sunuluyordur.


Tolga Göçen
: Bu soruya cevap yazasım tuttu çünkü çok sıcak bir konu benim için, şöyleki dehasının keşfine çıkmış bir sanatcı için gerçek sanat icrasında deha mertebesinde ise kulvarı yorulmaz, yormaz, sıkmaz...

Ruhlar el birliği etmişcesine birlikte sular seller gibi akar ve su kaynağını bulur. En ufak bir tereddüt, zorlama yaşanmaz. O sanatçının sanatı su yolunda kaynağını bulur. Zorlandığı zaman sanatında özgün ruhunu kaybetmiş durumlar mutlaka söz konusudur.

Haa, aşamalarını sorarsanız... güzel soru devinimler, sancılar, zorlamalar, yılmalar ve doğum sancısı. Bir sanatcının kendi dehasının keşif yolunda zorlama şarttır hatta emirdir. Yetenek fakat hele günümüz evrensel sanat kulvarında en öze ulaşma gayesi, gerçek sanatı bilen -hatim indirmiş terimini severeim, örneğin ben 7 yaşımda dünyanın bütün ressamlarını ezbere bilirdim ve bu bilmek işte bu bilmek ve onların kulvarında fark yaratacak kendi dehasını bulmak, çalışmak çalışmak ve bir gün, bir anda belki bütün sizi o günlere taşımış hatta rûhen size hocalık etmiş bütün deha ressamların; "işte bak yolunu buldun, bu yol özgün senin yolun" mertebesine ulaşmadır, nihayetinde.

Bahsini ettiğim ressamlar rönesans, pop art resim ve heykel sanatına dair bütünü ben geç resme profosyonel anlamda başlayabildim.. Otuz sekizimde buraya kadar çocukluk aşkın resimdi bu yolda dedim ve dört yıldır sadece resim yaparak hayatımı kazanıyorum.

Sorunuzun cevabı: "Dehamın yolundayım, hissediyorum ve biliyorum ve fakat bahsini ettiğim doğum sancısı sürecindeyim".


Büşra Birel
: Üretilen sanat eseri, bazen sanatçısına layık bir eser olmaz. Sanatçı, akıl ve kalp yolu ile gerçeği ve güzeli bulmaya çalışır. Fakat sanat zorlamayla olmaz ve zorla öğretilmez.

Ruhani duygular, birikimi zorlamayla dışarı çıkmaz. Hiç bir kısıtlama yapmadan ,kendi iradesi ile özgür olan birey ancak üretir. Yaratıcılığıda daha açıktır.
Ayça Özbay: Sanatın bütünsel alandan akıp ifade buluyor olmasıyla alaka kurabilirim. Bütünsel alana açık olmayan biri zorlarsa, ortaya çıkan sanata dair olamaz. Kaplere dokunamaz. Evrensel zaten olamaz.

Kurduğum bağlantıyı en açık şekilde ifade ettiğim yazılardan biri: "İnsan; iç ile dışın, görünmeyen ile görünenin, üstü örtülü olan ile açık olanın, yukarı ile aşağının, doğmamış ve ölmeyecek olan ile başlayıp bitenin, bütünsel olan ile sınırlı olanın, sonsuz olasılık ile şekil bulmuş olanın, ifade edilemeyen ile ifade edilmiş olanın, yürek ile beynin arasında bir köprüdür. İnsan; ruhsal alem (dişil enerji) ile madde alemi (eril enerji) arasında bir köprüdür. İnsan; dişil enerji ile eril enerjinin dengesi kurulabildiğinde üst aklın açığa çıktığı köprüdür.

Oluşumun merkezi bu köprüdür. Yaşam deneyimleri bu köprüdeki enerji titreşiminin frekansına göre oluşur. Bu da demek oluyor ki bizim enerjisel titreşimimiz ne ise, yaşadıklarımızın, karşılaştıklarımızın içeriği de o olacaktır. Bir başka anlatımla, her şey bir potansiyel olarak yaratılmıştır. Bizim titreşimimiz ne ise, bir mıknatıs gibi, içeriği o olan maddeyi kendine çeker. İşte gördüğümüz, yaşadığımız her şeyin bizden yansıyor olması budur." Bizler bütün olasılıkları içinde barındıran bir enerji bütününün parçalarıyız. Öz’ün… Öz bütünlükse, “Öz Ben” bütünlükten yansıyan ilk hal, saf, apaçık, öz parçadır.

Dünya boyutundaki bu dönemde; üzeri, dna’larla aktarılmış ve öğrenilmiş otomatik inanç, duygu, düşünce ve davranış kalıplarıyla örtülüdür. Eğer bu köprüde “Öz Ben” açığa çıkarsa, yani köprü olduğu gibiyse, saf ve temizse; oluşum, dişil enerjinin huzurlu, şefkatli, uyumlu, suskun güzelliğini; eril enerjinin istikrarlı, dirayetli, aktif zekasıyla ifade ederek doygunluğu ve tatmini açığa çıkartır. Duygularımızın ve düşüncelerimizin inançlarımızdan kaynaklandığını ve duygu, düşünce ve inançlarımızın titreşimimizi direkt etkileyen enerjiler olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Bu döngüyü gözlemlemediğimiz, inançlarımızın sonuçlarını yargılamadan sorgulamadığımız, neyi niye yaptığımızla yüzleşmediğimiz, bu yönde irade göstermediğimiz taktirde, “Öz Ben”in açığa çıkabilmesi mümkün değildir. “Öz Ben” açığa çıkmadan hissedilen her tatmin ve emin oluş geçicidir. “Öz Ben” doygundur. Öylece, beklentisiz, olduğu gibi, kendiliğinden, yalnızca öyle olduğu için öyle oluştur. “Saf”lık inanmaktan ziyade, bilmekle; bilmek öğrenilenlerin, otomatikleşmiş olanların dışına çıkabilmekle yani bilmemekle; bilmek gönül gözüyle görmekle, şahit olmakla hatırlanır. Diğer yandan, bilen; bildiğini hissetmenin dahi ikilik içerdiğini de, haddini aşmak olduğunu da, büyüklük karşısındaki küçüklüğünü de, bilmenin sonunun olamayacağını da bilir. Tevazusu bundan ileri gelir. Suskunluğu da bundandır belki de. Bu bildiğimiz suskunluktan öte, edeple ilgili vakur bir suskunluktur. Biricikliğin kutsallığının kendisine kol kanat gerişine kol kanat germek, üzerine titreyişinin üzerine titremek; onu, tanım isteyen düşüncelerden sakınmaktır belki de. Ki o yürek aklı, ki o kendiliğinden oluş, ki o an, ki o “Öz Ben” onunla kalsın.

  1. GALİP SAKALLIOĞLU İLE 


-Merhaba,

Sizce sanat neden güçlüdür, gücünü nereden alır?  


Sanat insan türünün başarılarından, değerlerinden birisidir. Tıpkı bilgi gibi bilim gibi. Sanatın gücü ise insana yaşam olanaklarının çeşitliliğini göstermesinde gizlidir. Daha başka türlü de eyleyebileceğini göstermesi, her durumda değer duygusu ve değer bilinciyle hareket etmesi gerekliliğini hissettirmesidir.


-Siz hangi dalına daha yakınsınız, neden?


Duygu ve düşüncelerimi ancak şiirde gizleyebiliyorum. Bunları aleni haykırma isteği duyduğumda romana yönelirim sanırım.


-"Aşık olmak dile kolay" diyen şairin derdi nedir?


Aşkın kahrını gönül çeker. Yanan, tutuşan, alev alan gönüldür. Dil, aşk denen yangının dumanıdır sadece. Yine de dile haksızlık yapmak istemem. Dil olmasa kalpteki yangını  bilebilir miyiz?


-Bazı insanlar, özellikle sanatçılar eleştiriye neden tahammül edemez?


Eleştiri bir değerlendirme etkinliğidir. Ele alınan şeyin benzerleri arasındaki yerini göstermektir. Sahiden sahip olduğu meziyetlerini sıralamaktır. Eğer birisi olmak istedigi ile ne olduğu arasındaki farkı görmek  istemiyorsa eleştiriye katiyyen tahammül edemez.


-Aşık olmak dile kolay' ı, sanatçı olmak dile kolay olarak da alabilir miyiz, açıklar mısınız?


"Sanatçı olmak" günümüzde, en fazla da ülkemizde anlamını yitirmiş durumda. İnsan olmanın birçok imkanını köreltmiş kişilere sanatçı deniliyor. Örneğin sanatçılar arasında bilen, duyan, doğru bağlantı kuran kişilere pek rastlanmıyor.


-BAtın da denilen; deri, kas, kemik, ilik sıralamasından öze dair en derinlerde bulunanı nasıl görüp anlayabiliriz?


Platon'un mağarasından çıkalı çok oldu. Artık duyu verilerini işleyen bir aklımız olduğunun farkındayız. Fenomenler alanı giderek genişliyor. Ama şu da bir gercek ki zahirden memnun olmayanlar ısrarla batından söz ediyorlar. Oysa Melih Cevdet Anday ne diyor?


"Şu gördüğünüz dünya varya yemin ederim aslının aynısı."


-Gözümüzün önünde duran gerçeğe odaklanma gereğine vurgu yaparak, detaya dair oyalanmaların anlamsız veya şimdilik gereksiz olduğunu mu anlamalıyız, sorun sizce nedir?


Şeytan ayrıntıda gizli. Boşuna değil siyah ve beyazın yanında ısrarla griyi vurgulamak.


-Yüzeysellikle farkı nedir?


Insan olmanın özelliklerinden birisinin de doğru bağlantı kurabilmek olduğunu söylemiştim. Isıtılan suyun buharlaştığı binlerce yıldır biliniyordu. Birisinin çıkıp sıkıştırılan buharın nasıl bir güce dönüştüğünü keşfetmesiyle Sanayi Devriminin önü açılmış oldu.


-Eski bir şiirimle ilgili eleştirinizi rica edebilir miyim:



                               

KANDIRMACA HAYAT

"Katile İthafen"


Fötr şapka, yağmurluk, tıraşlı yüz

Parlatılmış cilalı kundura ve kravat

60'ların soğuk savaş mekânlarından biri

Kalın, taştan sütunlu binalar

Sabah veya alacakaranlık, geceye doğru

Bir şeyler bilen adam

Ceketinin iç cebinde, bir dosya

Bildiniz, bu bir ajan

Birilerinin hesabına çalışan

Gizli bilgiler taşıyan

Cephe haritaları, isim listesi

Ne nerededir, kim kimdir, ne iş yapar

Şifreler, çözümler

Fare, köstebek, sıçan, solucan.

En iyileri fahişelerden

Her yere girip çıkabilen.

Katil örneğin

Derler ki: En iyi katiller

En duygusal olanlardır.

Biriktirdiği kini ile intikam aldığı için

Hele birde alışırsa kan kokusuna - insan kanı

Kimse durduramaz artık

Casus, fahişe ve katil.

Şimdilerde gece görüşlü uydular

Yumurtayı görebilen

Fısıltıyı duyabilen.

 

Eski ajan: "Karım bile bilmezdi

Yaptığım işleri ölene kadar,

O beni işadamı sanıyordu.

Oysa her gece kiminle yatıyordu?

"Girmediğim kılık mı kaldı

Rezalet anlayacağın.

Aslında yaşayan açık paranoya

Takip ediliyor, dinleniyor

Öldürecekler, çok şey biliyor."

Emeklilik günleri

Sahilinde bir adanın, başka diller ve

Başka yüzden insanlar.

Denize açılmak örneğin

Balık tutmak, kabuk toplamak

Çıtır kızların oyunlarını dürbünlemek balkondan

Komşu emeklilerle akşam sofrası

Soran olursa: "Feleğin sillesi.

Torunlarıyla eğlenenlerden

Gerçek bir mezar taşı olanlardan değil

Yüzü değiştirildiğinden beri

Oda tanımıyor kendini.

Bazı geceler kâbuslarla uyansa da

Depresyon haplarına bağımlı kalsa da

Cehennemi ensesinde bilse de.

Kahraman, yiğit, delikanlı, vatansever

Ülkücü, devrimci, mücahitti!!!

Kandırıcıların oyununa geldi

Bir çeşit tecavüze uğradı

Kandırıldı.

                                      03.04.2011

                                         TOKAT


Okuyayım daha sonra yazarım.

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol