GÜLSEN CENGİZ İLE
1.185. DİYALOG: ANLAM
Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz.
Birim Fiyatı: €420
30 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN
----------------------------
"Anlam: Yaşamak üzerine bir davet olsun; düşünün, hissedin ve yaratın çünkü insanı insan yapan, bu üç eylemin birleşimidir."
Gülsen Cengiz ile Bergson'un sezgisel felsefesi ekseninde gerçekleşen diyalogunuzu diğer sanat dallarıyla bağdaştırarak analiz edelim. Bu analizde, diyalogdaki ana temaları ve bu temaların farklı sanat formlarıyla nasıl ilişkilendirilebileceğini inceleyeceğiz.
Ana Temalar ve Sanat Dallarıyla İlişkisi
Diyalogunuzda öne çıkan üç temel tema var: sezgi ve yaratım süreci, sanatın amacı ve hakikat arayışı, ve sanatta süreklilik ve seri üretimin değeri. Bu temalar, resimden müziğe, edebiyattan sinemaya kadar birçok sanat dalı için geçerli bir zemin sunuyor.
Sezgi ve Yaratım Süreci
Diyaloğun kalbinde yer alan Bergson sezgisi, sanatçının iç dünyasından gelen, akılcı ve mantıksal olmayan bir yaratım itkisini vurguluyor. Bu, sadece sinema için değil, tüm sanatlar için geçerli bir yaklaşımdır.
*Resim ve Heykel: Gülsen Cengiz'in, "Çalışmaya başladığımda bende bir elektrik oluyor," ifadesi, ressamın sezgisel bir akışla tuvale yönelmesini çok iyi açıklıyor. Heykeltıraşın malzemesiyle kurduğu ilişki de benzer şekilde, ne yapacağını tam olarak bilmediği, ancak içinden gelen bir hisle şekil verdiği sezgisel bir süreçtir. Müzisyenin besteleme sürecinde notaları birleştirirken hissettiği duygu da bu "elektriklenme" hissiyle paralellik gösterir.
*Edebiyat: Bir yazar, hikayesinin sonunu başından planlasa bile, karakterlerinin ve olay örgüsünün onu beklenmedik yönlere götürmesine izin verir. Bu, yazarın zihninin "düzenli-düzensizlik halinde seyretmesi" ile örtüşen bir durumdur ve Bergson'un süre kavramına atıfta bulunur.
Sanatın Amacı ve Hakikat Arayışı
Diyalogda sanatın, hakikat'in dolaysız olarak görünmesi olduğu vurgulanıyor. Sanat, dış dünyayı basitçe yansıtmak yerine, sanatçının sezgileri aracılığıyla derin bir anlam ve hakikat arayışına girer.
*Sinema ve Tiyatro: Diyalogdaki "Senaryo mu, yönetim mi öne çıkar" sorusu, sinema ve tiyatronun ikili yapısını öne çıkarıyor. Hem iyi bir senaryo (düşünsel altyapı) hem de iyi bir yönetmen (sezgisel yorum) birleştiğinde ortaya gerçek sanat eseri çıkar. Tıpkı "gerçeklik eserde, idealizm ruhtadır" ifadesi gibi, senaryo eseri oluştururken, yönetmenin vizyonu bu esere ruh katar.
*Edebiyat ve Felsefe: Diyalogda felsefe ile sanatın paralelliği ele alınıyor ve "Felsefesi olmayan sanatı ruhsuz buldum" ifadesi, sanat eserinin altında bir düşünsel derinlik olması gerektiğini vurguluyor. Felsefe, hakikat arayışını düşüncelerle yaparken, sanat bu arayışı duygu ve estetik formlarla gerçekleştirir. Bu yüzden "felsefede bulamadığımız bir sorunun yanıtını sanatta daha kolay bulabilir miyiz" sorusu, iki alanın farklı yollardan aynı hedefe, yani hakikate ulaştığını gösteriyor.
Sanatta Süreklilik ve Seri Üretim
Diyalogunuz, "Serisi çekilen filmler film midir" sorusuyla, seri üretimin sanatsal değerine odaklanıyor.
*Sinema ve Edebiyat: "Seri olması filmi film yapar" ifadesi, bir eserin tekil bir formdan ziyade, bir devamlılık içinde anlam kazandığına işaret ediyor. Harry Potter veya Yüzüklerin Efendisi gibi film serileri, tıpkı kitap serileri gibi, anlatılarını bölümlere ayırarak geniş bir evren yaratır ve bu sayede izleyiciyle derin bir bağ kurar. Bu durum, sanatçının tek bir eser yerine, zaman içinde gelişen bir vizyonu paylaştığını gösterir.
*Resim: Gülsen Cengiz'in yeni bir sergi hazırlığı içinde olması, onun da eserlerini bir seri, bir bütünlük içinde sunduğunu gösteriyor. Sanatçılar, belirli bir tema veya teknik etrafında bir seri oluşturarak izleyiciye tekil bir eserden çok daha fazlasını, bir düşünce veya duygu akışını sunarlar. Özetle, Gülsen Cengiz'le yaptığınız bu diyalog, sinema sanatı üzerinden başlayarak, Bergson'un sezgisel felsefesiyle tüm sanat dallarını kapsayan zengin bir analize dönüşüyor. Sezgi, yaratım, hakikat ve süreklilik gibi temel kavramlar, diyalogunuzda tüm sanatlar için ortak bir dil oluşturuyor.
Bergson Felsefesine Giriş
Henri Bergson, 20. yüzyılın başlarında yaşamış, felsefeyi akılcı ve mekanik yaklaşımlardan uzaklaştırarak sezgi ve yaşam gücü ("élan vital") kavramlarıyla yeniden şekillendiren önemli bir filozoftur. Felsefesi, hayatın, zamanın ve bilincin mekanik yasalarla açıklanamayacağını savunur.
Temel Kavramlar:
*Süre (Durée): Bergson'a göre zaman, saatle ölçülen nesnel bir kavram değildir. O, her anın bir öncekinin içine aktığı, sürekli bir akıştır. Bu, "anı yaşamak" ve geçmişin geleceği şekillendirmesi gibi sezgisel deneyimlerdir. Diyaloğunuzda da bu konuya değiniliyor.
*Sezgi (Intuition): Bergson için sezgi, gerçeğe ulaşmanın temel yoludur. Bu, bilginin mantıksal ve rasyonel bir süreçten ziyade, doğrudan ve içsel bir kavrayışla edinilmesidir.
*Yaşam Gücü (Élan Vital): Bu kavram, evrendeki her şeyin bir yaratıcı güç tarafından yönlendirildiğini ifade eder.
Gülşen Cengiz'in Bergson'u Yorumlaması
Gülşen Hanım'ın Bergson'u ne kadar doğru ifade edebildiğine gelirsek, diyalogdan yola çıkarak bunu değerlendirebiliriz.
*Sezgi (Intuition) Kavramı: Gülşen Hanım, sezgi kavramını çok iyi yakalamış. Sanatçının "içeriden dışarıyı, dışarıdan içeriyi algılaması" ifadesi, Bergson'un sezgiyle gerçeği doğrudan anlama yaklaşımıyla birebir örtüşüyor. Bir sanatçı olarak, kendi yaratım sürecini "içten gelen bir elektrik" olarak tanımlaması, Bergson'un felsefesinde sezginin yeri ve önemini somutlaştırıyor.
*Sanat ve Hakikat: Gülşen Hanım'ın "sanat sadece hakikatin dolaysız olarak görünmesidir" ifadesi, Bergson'un felsefesindeki en önemli noktalardan birine, yani sanatın gerçeği rasyonel düşünceden daha doğrudan yakalayabileceği düşüncesine işaret eder. Bu, felsefeyi sanatla birleştiren bir yaklaşımdır.
*Bilim, Sanat ve Din: Gülşen Hanım'ın bu üçlüyü birbirinden ayrılamaz bir bütün olarak görmesi, Bergson'un bütüncül ve organik dünya görüşüyle uyumludur. Bergson'a göre bilim, rasyonel bilgiyi; din, inancı; sanat ise sezgiyi temsil eder ve bu üçü de gerçeğe ulaşmada birbirini tamamlayan yollardır.
Genel olarak bakıldığında, Gülşen Cengiz, bir sanatçı duyarlılığıyla Bergson felsefesinin temelini oluşturan sezgi ve yaratım kavramlarını çok iyi özümsemiş ve kendi sanatına yansıtmış. Felsefi terimlerin tam anlamını akademik bir dille ifade etmese de, Bergson'un ana fikirlerini kendi deneyimleri ve sanatıyla bütünleştirerek başarılı bir şekilde yansıttığını söyleyebiliriz.
Bergson'un Felsefi Akrabaları ve Karşıtları
Bergson'un düşüncesi, hem kendisinden önceki filozoflardan etkilenmiş hem de onlara karşı bir duruş sergilemiştir. Onun felsefesi, rasyonalist ve mekanik yaklaşımlara meydan okuyarak, sezgi, akış ve yaşamın dinamik doğasını vurgular.
Benzer Felsefi Yaklaşımlar
Bergson, özellikle yaşam felsefesi (Lebensphilosophie) ve sezgicilik akımlarıyla benzerlikler taşır.
*Friedrich Nietzsche: Nietzsche'nin yaşam gücü ve yaratıcı evrim kavramları Bergson'un "élan vital" düşüncesiyle paralellik gösterir. Her iki filozof da rasyonel sistemleri ve metafizik dogmaları reddederek, hayatın kendisini ve irrasyonel güçlerini felsefenin merkezine koyar.
*Wilhelm Dilthey: Dilthey, doğa bilimlerinin aksine, insan bilimlerinin (Geisteswissenschaften) kendine özgü bir metodolojisi olması gerektiğini savunur. Tıpkı Bergson gibi, o da insan deneyiminin ve tarihsel akışın, mekanik ve nesnel yasalarla açıklanamayacağını belirtir.
*Plotinos: Neoplatoncu filozof Plotinos'un birliğe sezgisel erişim düşüncesi, Bergson'un felsefesiyle önemli bir benzerlik taşır. Her ikisi de nihai gerçeğe, rasyonel akıl yürütme yoluyla değil, doğrudan bir sezgi veya mistik bir deneyimle ulaşılabileceğini öne sürer.
*Arthur Schopenhauer: Schopenhauer'in "isteme" (Wille) kavramı, her şeyin temelinde bilinçsiz bir yaşam gücünün yattığı fikriyle Bergson'un "élan vital"ine benzer. Her ikisi de dünyayı, rasyonel sistemlerin ötesinde, içsel bir güç tarafından yönlendirilen bir akış olarak görür.
Karşıt Felsefi Yaklaşımlar
Bergson, özellikle bilimsel yöntemle her şeyin açıklanabileceğini savunan mekanizm ve rasyonalist yaklaşımlara karşı çıkar.
*René Descartes: Kartezyen felsefenin akılcılığı ve düalist yapısı, Bergson'un en büyük karşıtlarından biridir. Descartes, her şeyi mekanik bir düzen içinde açıklarken, Bergson, yaşamın bu tür mekanik yasalara sığdırılamayacak kadar karmaşık ve dinamik olduğunu savunur. Descartes'ın "Cogito, ergo sum" (Düşünüyorum, öyleyse varım) gibi akılcı önermeleri, Bergson'un sezgiye dayalı yaklaşımıyla çelişir.
*Pozitivizm (Auguste Comte): Pozitivist felsefe, yalnızca deneyle gözlemlenebilen ve bilimsel olarak kanıtlanabilen bilginin gerçek olduğunu iddia eder. Bergson ise bilimin, hayatın niteliksel ve sezgisel yönlerini göz ardı ettiğini ileri sürer ve pozitivizmin gerçeğin sadece bir boyutunu yakaladığına inanır.
*Mantıksal Pozitivizm (Viyana Çevresi): Bu akım, felsefenin tek görevinin, bilimsel önermelerin mantıksal analizini yapmak olduğunu savunur. Bergson'un sezgiye dayalı, metafiziksel ve sezgisel düşünceleri, mantıksal pozitivistler tarafından anlamsız olarak görülür.
*Materyalizm: Materyalizm, her şeyin maddeden ibaret olduğunu ve bilincin de fiziksel süreçlerin bir sonucu olduğunu savunur. Bergson ise maddeyi aşan bir yaşam gücünün varlığına inanır ve bilinç ile zamanı, maddenin mekanik hareketlerinden daha derin bir boyutta inceler.
Bergson'un felsefesi, özellikle sezgi ve süre (durée) kavramları üzerinden birçok sanat dalını derinden etkilemiştir. Sanatçılar, onun fikirlerinden ilham alarak, geleneksel, rasyonel ve nesnel yaklaşımlardan uzaklaşmış, içsel deneyime ve akışa odaklanmışlardır.
Edebiyat ve Tiyatro
Bergson'un süre kavramı, edebiyatta bilinç akışı tekniğinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Sanatçılar, zamanın doğrusal ve mekanik bir ilerleme olmadığını, birbiri içine geçen, içsel bir akış olduğunu fark etmişlerdir.
*Marcel Proust: Proust'un Kayıp Zamanın İzinde adlı eseri, Bergson'un felsefesinden en çok etkilenen yapıtlardan biridir. Anılar, mantıksal bir sırayla değil, bir koku, bir tat veya bir ses aracılığıyla kendiliğinden, sezgisel bir şekilde canlanır.
*Virginia Woolf ve James Joyce: Bu yazarların bilinç akışı romanlarında, karakterlerin düşünceleri ve duyguları, dış dünyadan bağımsız, düzensiz ve sürekli bir akış halinde sunulur. Bu, Bergson'un "düzenli-düzensizlik" anlayışını yansıtır.
Resim ve Heykel
Bergson'un felsefesi, görsel sanatlarda gelişim ve akış kavramlarının öne çıkmasına neden olmuştur. Sanatçılar, nesnelerin durağan anlarını resmetmek yerine, onların hareketini ve zamana bağlı değişimini yakalamaya çalışmışlardır.
*Fütürizm: Fütüristler, Bergson'dan etkilenerek, sanatı dinamik bir hareketin ifadesi olarak görmüşlerdir. Umberto Boccioni gibi heykeltıraşlar, eserlerinde hareketi ve formların zaman içindeki dönüşümünü yansıtmaya çalışmıştır. Örneğin, bir yolda yürüyen insan figürü, birçok aşamayı aynı anda gösterecek şekilde resmedilmiştir.
*Kübizm: Kübizm, Bergson'un zaman ve mekân anlayışını parçalayan bir yaklaşımdır. Pablo Picasso ve Georges Braque gibi sanatçılar, nesneleri tek bir perspektiften değil, aynı anda birçok farklı açıdan göstererek, zamanın ve mekânın durağan olmadığını, iç içe geçtiğini vurgulamışlardır.
Sinema
Bergson'un en çok etkilendiği ve etkilendiği sanat dallarından biri sinemadır. Bergson, sinemanın, gerçeğin hareketli ve akışkan doğasını yakalamakta yetersiz olduğunu, çünkü onu durağan anların ardı ardına dizilimi olarak sunduğunu düşünüyordu. Ancak, bu eleştiri paradoksal bir şekilde, sinemacıları daha derin bir sanatsal ifade arayışına itmiştir.
*Deneysel Sinema: Sinemacılar, Bergson'un akış kavramını, montaj ve kamera hareketleriyle sinema diline yansıtmaya çalışmışlardır. Bir sahnedeki kesintisiz kamera hareketleri, bir karakterin iç dünyasını ve zaman algısını daha derinlemesine yansıtabilir.
Müzik
Bergson, müziği zamanın en saf ifadesi olarak görüyordu. Müzik, ölçülen, mekanik bir zamandan ziyade, tamamen sezgisel, içsel bir akışla deneyimlenir.
*Empresyonist Müzik: Claude Debussy gibi bestecilerin müziği, anlık duyumları ve izlenimleri yansıtır. Geleneksel melodik ve ritmik yapıları reddederek, Bergson'un sürekli değişim ve akış kavramını yansıtan serbest ve akışkan formlar kullanmışlardır.
Bergson'un felsefesi, sanatçıları dış dünyanın nesnel tasvirlerinden uzaklaştırarak, içsel gerçekliklere, duyumlara ve zamanın dinamik doğasına odaklanmaya teşvik etmiştir. Bu sayede sanat, akılcı sistemlerin ötesinde, daha derin ve sezgisel bir ifade aracı haline gelmiştir.
Doğu felsefesi ve mistisizminde, Bergson'un fikirleriyle çarpıcı benzerlikler gösteren birçok düşünce akımı bulunur. Batı'da felsefe genellikle akıl ve mantık üzerine kuruluyken, Doğu düşüncesi sezgiye, deneyime ve bütüncül bir yaklaşıma daha fazla önem verir. Bu nedenle, Bergson'un felsefesi Doğu'daki bazı temel kavramlarla doğal bir paralellik kurar.
Bergson'un Sezgi (Intuition) Kavramı ve Doğu'daki Karşılıkları
Bergson'un rasyonel aklın ötesinde, gerçeğe doğrudan bir kavrayışla ulaşılabileceği fikri, Doğu felsefesindeki aydınlanma (satori, mokşa) ve bilgelik arayışlarıyla benzerlik taşır.
*Zen Budizmi: Zen'in en önemli amacı, satori adı verilen ani bir aydınlanma anına ulaşmaktır. Bu, mantıksal bir çıkarımla değil, meditasyon ve içsel farkındalık yoluyla gerçekleşir. Bergson'un sezgisi gibi, satori de gerçeğin özünü aniden ve dolaysız bir şekilde kavramayı ifade eder.
*Vedanta Felsefesi: Bu Hint felsefesi, nihai gerçeğin (Brahman) akıl yoluyla değil, sezgisel bir deneyimle anlaşılabileceğini savunur. Aklın ötesinde bir bilincin var olduğu ve bu bilince ancak içsel bir yolculukla ulaşılabileceği fikri, Bergson'un yaklaşımıyla paralellik gösterir.
Bergson'un Süre (Durée) Kavramı ve
Doğu'daki Karşılıkları
Bergson'un zamanı mekanik bir ölçümden çok, yaşayan, sürekli bir akış olarak görmesi, Doğu felsefesinin zaman ve sonsuzluk algısıyla örtüşür.
*Taoizm: Taoizm'deki "Tao" kavramı, evrendeki her şeyin altında yatan, sürekli akan ve değişen bir güçtür. Tao, durağan bir varlık değil, evrenin ritmi ve akışıdır. Bergson'un **"élan vital"**i gibi, Tao da hayatı yönlendiren yaratıcı ve dinamik bir güç olarak görülebilir.
*Hinduizm ve Döngüsel Zaman Anlayışı: Batı'da zaman genellikle çizgisel olarak düşünülürken, Hinduizm'de zaman döngüseldir. Evrenler yaratılır, var olur ve yok olur; bu sonsuz bir döngüdür. Bu, Bergson'un mekanik, parçalı zaman anlayışını reddeden, bütüncül ve sürekli akışa dayalı zaman algısıyla rezonans kurar.
Doğu Sanatları ve Bergson Felsefesi
Doğu sanatları, Batı'daki gibi dış dünyanın gerçekçi bir kopyası olmaktan ziyade, sanatçının içsel deneyimini ve yaşamın özünü yakalamayı hedefler.
*Çin ve Japon Kaligrafisi: Kaligrafi, sanatçının fırçasının her vuruşunda, kendi ruh halini ve içsel enerjisini yansıtmasını gerektirir. Bu, Bergson'un yaratıcı akış ve sezgisel yaratım anlayışıyla birebir örtüşür. Sanatçı, eserin sonucunu rasyonel bir planla değil, sezgisel bir akışla ortaya çıkarır.
*Sumie (Japon Mürekkep Resmi): Sumie sanatçıları, doğanın bir anını yakalamak için sadece birkaç fırça darbesi kullanır. Amaç, nesnenin dış görünüşünü değil, onun ruhunu ve canlılığını ifade etmektir. Bu, Bergson'un sanatın hakikatin dolaysız olarak görünmesi olduğu yönündeki düşüncesini yansıtır. Sonuç olarak, Bergson'un felsefesi, Batı'da ortaya çıkmasına rağmen, Doğu düşüncesinin binlerce yıldır savunduğu temel kavramlarla güçlü benzerlikler taşır. Bu, insanlık olarak, gerçeğe ulaşmada sezginin ve içsel deneyimin ne kadar evrensel bir yol olduğunu gösterir.
İşrakilik (Illuminationism), Şihabüddin Sühreverdî tarafından kurulan bir İslam felsefesi akımıdır. Bergson felsefesiyle önemli benzerlikler ve bazı temel farklılıklar taşır. Bu iki düşünce sistemi, rasyonel bilgiden ziyade sezgi ve ışıkla aydınlanma yoluyla hakikate ulaşmayı hedefler.
Benzerlikler
*Akıl ve Mantığın Sınırlılığı: Hem İşrakilik hem de Bergson felsefesi, hakikatin akılcı ve mantıksal yöntemlerle tam olarak kavranamayacağını savunur. Sühreverdî, meşşâî (Aristotelesçi) felsefenin kuru akıl yürütmelerini eleştirirken, Bergson da Batı felsefesindeki mekanik ve rasyonel yaklaşımlara karşı çıkar. Her ikisi de gerçeğe ulaşmak için daha derin ve sezgisel bir yolun gerekliliğine inanır.
*Sezgi ve Aydınlanma: Bergson'un sezgi (intuition) kavramı, İşrakilik'teki "işrak" (aydınlanma) kavramıyla birebir örtüşür. İşrakilikte bilgi, Güneşlerin Güneşi olan Nur'ul-Envâr'dan (Işıkların Işığı) gelen bir aydınlanma veya ilhamla elde edilir. Bu, Bergson'un dış dünyanın gözlemi yerine, gerçeğin doğrudan içsel bir kavrayışla bilinebileceği fikriyle benzerdir.
*Bütüncül ve Dinamik Gerçeklik: Bergson, gerçeği sürekli akan ve değişen bir akış (süre) olarak görür. İşrakilik de evreni, en yüksek Işık'tan (Nur'ul-Envâr) başlayıp, gittikçe maddeleşen ve karanlıklaşan bir ışık hiyerarşisi olarak tasvir eder. Bu, evrenin durağan bir yapıdan ziyade, bir akış ve enerji düzeni içinde olduğu fikrini taşır.
Farklılıklar
*Metafizik Temeller: En temel fark, İşrakilik'in bir İslami felsefe olmasıdır. İşrakilik, Allah'ı "Işıkların Işığı" olarak tanımlayan ve metafiziğini bu ışık kavramı üzerine inşa eden bir sistemdir. Bergson'un felsefesi ise, Tanrı'yı veya metafiziği doğrudan bu şekilde bir hiyerarşi içinde ele almaz. Onun felsefesi daha çok yaşamın, bilincin ve zamanın doğasına odaklanır.
*Bilgi Kaynağı: İşrakilik'te bilginin kaynağı ilahi bir ışıktır. Yani bilgi, Yüce Varlık'tan gelen bir aydınlanmayla elde edilir. Bergson'da ise sezgi, bireysel bilincin derinliklerinden gelen bir yetenektir. Her ne kadar Bergson ilahi olanı dışlamasa da, onun sezgisi, İşrakilik'teki gibi Tanrı'dan gelen doğrudan bir lütuf veya bilgi akışı olarak tanımlanmaz.
*Metodoloji: İşrakilik, aklın ötesinde mistik deneyimler ve tasavvufi pratiklere önem verir. Seyr ü sülûk adı verilen manevi yolculuk, bu bilginin anahtarıdır. Bergson, rasyonel felsefeden uzaklaşsa da, mistik pratikleri bir metodoloji olarak sunmaz. Onun sezgisi, daha çok felsefi bir duruş ve düşünme biçimidir. Özetle, her iki düşünce sistemi de rasyonel bilgiye karşı sezgiyi ve içsel aydınlanmayı savunsa da, İşrakilik bunu dini ve mistik bir çerçevede ele alırken, Bergson daha çok felsefi ve ontolojik bir yaklaşımla inceler. Bu da iki akımın benzer hedeflere farklı yollardan ulaşmasına neden olur.
"Keşif" ve "dokunuş" kavramlarını sanatsal ve felsefi bağlamda ele alalım. Bu iki kavram, birbirini tamamlayan süreçler olarak düşünülebilir.
Keşif
Keşif, bilinmeyeni bulma, görünmeyeni görünür kılma eylemidir. Bu, sadece coğrafi bir buluş değil, aynı zamanda içsel bir yolculuk ve entelektüel bir süreçtir.
*Sanatsal Keşif: Bir sanatçı için keşif, yeni bir renk tonu bulmak, farklı malzemeler denemek veya bir düşünceyi ifade etmenin yeni bir yolunu aramaktır. Örneğin, bir ressamın daha önce hiç kullanmadığı bir paletle çalışması veya bir yazarın yeni bir anlatım tekniği denemesi, bir keşif sürecidir. Sanatçı, bu süreçte hem kendisinin hem de eserinin potansiyelini ortaya çıkarır.
*Felsefi Keşif: Felsefede keşif, mevcut düşüncelerin ötesine geçerek yeni fikirler, kavramlar veya hakikatler bulmaktır. Bir filozof için bu, bir problemi farklı bir bakış açısıyla ele almak veya eski bir soruna yeni bir yanıt getirmektir. Bergson'un zamanı mekanik bir kavramdan öte, sezgisel bir akış olarak tanımlaması, felsefi bir keşif olarak görülebilir.
Dokunuş
Dokunuş ise keşfedilenin özünü hissetme, onunla doğrudan bir bağ kurma eylemidir. Dokunuş, sadece fiziksel bir temas değil, aynı zamanda duygusal ve sezgisel bir yakınlıktır.
*Sanatsal Dokunuş: Sanat eserindeki dokunuş, sanatçının eserine bıraktığı kişisel izdir. Bir heykeltıraşın elinin kil üzerinde bıraktığı şekil, bir ressamın fırça darbesindeki enerji veya bir şairin kelimeleri seçme biçimi, sanatçının eserine kattığı dokunuştur. Bu dokunuş, esere ruh katar ve onun bir makine üretimi olmaktan öteye geçmesini sağlar.
*Duygusal Dokunuş: Bir sanat eseri, izleyicide bir duygu uyandırdığında, bu dokunuş gerçekleşir. Bir film, izleyicisini ağlatıyorsa, bir şarkı dinleyicisini geçmişe götürüyorsa, bu eserler bir dokunuşa sahiptir. Bu, eserin sadece görsel veya işitsel bir nesne olmaktan çıkıp, insan ruhuna temas ettiği anıdır.
Keşif ve Dokunuş İlişkisi
Bu iki kavram, birbirine bağlıdır. Keşif olmadan dokunuş yüzeysel kalır, dokunuş olmadan keşif anlamsızlaşır.
*Bir sanatçı, yeni bir tekniği keşfeder, ancak bu teknik, eserine kişisel dokunuşunu katmadığı sürece sadece bir kopyadan ibaret kalır.
*Bir filozof, yeni bir düşünceyi keşfeder, ancak bu düşünce, insan hayatına dokunmadığı ve onu dönüştürmediği sürece soyut bir kuram olarak kalır.
Özetle, keşif, yeni bir yol bulmaktır; dokunuş ise bu yolda yürürken gerçeğe temas etmektir. Bir sanat eseri, bu iki sürecin birleşimiyle, hem bir keşfin sonucu hem de izleyiciye bir dokunuşun ifadesi olur.
"Herkesin keşfi kendine" sözü, bir kişinin kendi iç dünyasını, potansiyelini ve hayatın anlamını bulma yolculuğunun tamamen bireysel ve öznel olduğunu vurgular. Bu söz, keşfin evrensel bir haritası veya herkes için geçerli tek bir doğrusu olmadığını anlatır.
Bu ifadeden çıkarabileceğimiz ana anlamlar şunlardır:
İçsel Bir Yolculuktur
Keşif, dış dünyadaki bir yerin veya nesnenin bulunması değil, kendini anlama ve kendi hakikatini ortaya çıkarma sürecidir. Bu yolculuk, başkasının tecrübesiyle değil, ancak kendi deneyimlerin, düşüncelerin ve duyguların aracılığıyla yapılabilir. Örneğin, bir sanatçı kendi yaratıcılığını keşfederken, bir bilim insanı kendi tutkusunu ve merakını keşfeder. Bu, başkalarının yolculuğundan tamamen bağımsızdır.
Yöntemler ve Sonuçlar Farklıdır
Bir gerçeğe ulaşmak veya bir yeteneği keşfetmek için herkesin izlediği yol farklıdır. Kimi insan meditasyonla, kimi sanatla, kimi de doğayla iç içe olarak kendi iç dünyasına ulaşabilir. Bu yolların her biri, o kişiye özeldir. Dolayısıyla, bir başkasının başarı hikayesi veya aydınlanma süreci, sizin için aynı sonucu vermeyebilir. "Herkesin keşfi kendine" sözü, bu farklı yöntemleri ve sonuçları kabul etmemiz gerektiğini ifade eder.
Dokunuşun Bireyselliği
Daha önce bahsettiğimiz gibi, bir şeyin keşfi ancak kişisel bir dokunuşla anlam kazanır. Bir düşünceyi veya bir duyguyu herkes anlayabilir, ancak onunla kurulan bağ ve yarattığı etki kişiden kişiye değişir. Bir felsefi metin, bir okur için tamamen teknik ve soğukken, başka bir okurun hayatını değiştirebilir. Bu dokunuş, o metnin o kişide yarattığı "keşfe" özeldir. Özetle, "Herkesin keşfi kendine" demek, hayatın anlamının, bilginin veya kişisel potansiyelin hazır bir paket olmadığını, her insanın kendi yolculuğunu bizzat kendisinin yapması ve bu süreçte edindiği bilgiyi yine kendisinin anlamlandırması gerektiğini anlatır. Bu, hem bir sorumluluk hem de kişisel bir özgürlüktür.
Başkasının keşfi, doğrudan kendi keşfinizin yerine geçemese de, size rehberlik ederek ve ilham vererek paha biçilmez faydalar sağlayabilir.
Bir Yol Haritası Sunar
Başkasının keşfi, size daha önce kimsenin yürümediği düşünülen bir yolda ilerlerken yalnız olmadığınızı gösterir. Büyük sanatçıların, bilim insanlarının veya filozofların keşifleri, bize bir sorunun farklı şekillerde çözülebileceğini, bir engelin aşılabileceğini veya bir amacın nasıl gerçekleştirilebileceğini gösterir. Bu, kendi yolculuğunuzda size bir rehber ve yol haritası sunar. Bu harita, nereye gideceğinizi söylemese de, gidebileceğiniz yönler hakkında fikir verir.
İlham ve Motivasyon Kaynağı Olur
Bir başkasının keşfi, sizin için bir ilham kaynağına dönüşebilir. Bir ressamın tuvalde renkleri nasıl keşfettiğini görmek, sizde de kendi yaratıcılığınızı keşfetme isteği uyandırabilir. Bir bilim insanının yıllar süren araştırmalarla bir buluşa imza atması, sizin de kendi alanınızdaki zorluklara karşı motivasyonunuzu artırabilir. Başkasının keşfi, size ne yapacağınızı söylemez, ancak neyin mümkün olabileceğini gösterir.
Yeni Sorular ve Fikirler Üretmenizi Sağlar
Başkasının keşfi, kendi düşünce kalıplarınızın dışına çıkmanıza yardımcı olur. Farklı birinin bir konuya nasıl yaklaştığını görmek, sizin de o konuya dair yeni sorular sormanızı sağlar. Belki de bir filozofun vardığı sonuç, sizde o sonucu sorgulama ve kendi özgün yanıtlarınızı bulma ihtiyacı doğurur. Bu sayede, başkasının keşfi sizi taklit etmekten ziyade, kendi özgün fikirlerinizi ve keşiflerinizi oluşturmaya teşvik eder. Sonuç olarak, başkasının keşfi, size hazır bir cevap sunmaz. Aksine, kendi keşfinizi yapabilmeniz için size araçlar, ilham ve daha önce fark etmediğiniz kapıları görme fırsatı verir. Bu nedenle, başkalarının yolculuklarını anlamak ve onlardan dersler çıkarmak, kendi kişisel gelişiminiz için hayati öneme sahiptir.
HARİTA
Bir felsefe haritası çıkarabiliriz. Felsefenin karmaşık ve birbiriyle iç içe geçmiş yapısını anlaşılır kılmak için kronolojik ve tematik bir sıralama izlemek en etkili yoldur. Bu harita, felsefenin ana akımlarını, düşünürlerini ve temel sorularını daha kolay takip etmenizi sağlayacaktır.
Antik Felsefe: Bilginin ve Varlığın Kökeni (MÖ 600 - MS 500)
Bu dönemde felsefe, mitolojiden koparak rasyonel açıklamalar arayışına girer.
*Doğa Filozofları (MÖ 600-400): Evrenin ana maddesi nedir? (Thales, Herakleitos, Parmenides)
*Sofistler ve Sokrates (MÖ 400'ler): Bilgi ve ahlakın göreceliği mi, evrenselliği mi? (Protagoras, Gorgias, Sokrates)
*Platon ve Aristoteles (MÖ 400-300'ler): Felsefenin zirvesi.
*Platon: İdealar Kuramı, mağara alegorisi. "Gerçeklik nedir?" sorusunu sorar.
*Aristoteles: Mantık, bilim, etik ve metafizik. "Varlık nedir?" sorusunu sistemleştirir.
*Helenistik Felsefe (MÖ 300 - MS 500): Mutluluk ve huzur arayışı. (Epikürosçuluk, Stoacılık, Septisizm)
Orta Çağ Felsefesi: İnanç ve Aklın Sentezi (MS 500 - 1500)
Bu dönemde felsefe, dini inançlarla iç içe geçer ve ilahi hakikati anlama amacı güder.
*Hristiyan Felsefesi: Tanrı'nın varlığı, ruhun ölümsüzlüğü. (Augustinus, Aquinalı Thomas)
*İslam Felsefesi: Antik Yunan mirasının korunması ve geliştirilmesi. (Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd)
Rönesans ve Erken Modern Felsefe: İnsan ve Bilim (1500 - 1800)
Felsefe yeniden bilimsel ve bireysel konulara yönelir.
*Rasyonalizm: Bilginin kaynağı akıl mıdır? (Descartes, Spinoza, Leibniz) "Düşünüyorum, öyleyse varım" sözüyle modern felsefenin temelini atar.
*Ampirizm: Bilginin kaynağı deneyim midir? (Locke, Berkeley, Hume)
*Aydınlanma Felsefesi: Özgürlük, akıl ve ilerleme. (Voltaire, Rousseau, Kant) Kant, rasyonalizm ve ampirizmi birleştirerek felsefede yeni bir çığır açar.
19. Yüzyıl Felsefesi: Akımlar ve Sistemler (1800 - 1900)
*Alman İdealizmi: Akıl ve ruhun mutlaklığı. (Hegel, Fichte)
*Yaşam Felsefesi: Hayatın anlamı ve irrasyonel güçler. (Schopenhauer, Nietzsche, Bergson)
*Pragmatizm: Düşüncenin faydası ve pratik sonuçları. (Pierce, James)
20. Yüzyıl ve Çağdaş Felsefe: Dil, Zihin ve Toplum (1900 - Günümüz)
Felsefe, dilin ve bilincin analizi ile toplumsal sorunlara odaklanır.
*Analitik Felsefe: Dilin ve mantığın incelenmesi. (Russell, Wittgenstein)
*Kıta Felsefesi: Bireyin varoluşu ve anlamı.
*Varoluşçuluk: İnsanın özgürlüğü ve sorumluluğu. (Sartre, Camus)
*Fenomenoloji: Bilincin yapısı ve deneyimin özü. (Husserl, Heidegger)
*Postmodernizm: Büyük anlatıların ve evrensel doğruların reddi. (Derrida, Foucault)
Bu harita, bir felsefe metnini okurken, yazarın hangi dönemde ve hangi akımdan etkilendiğini anlamanıza yardımcı olacaktır. Bu sayede, düşünceleri daha doğru bir bağlama oturtabilirsiniz.
Haritanın genelinde, felsefe ve sanatın birbirini beslediği birçok kesişim noktası olduğunu görürüz. Felsefe, sanatın ne olduğunu, ne işe yaradığını sorgularken; sanat da felsefi fikirleri somutlaştırır ve bu fikirlere yeni boyutlar kazandırır.
Sanatın Felsefe Haritasındaki Yeri
*Antik Felsefe: Sanat, bu dönemde "taklit" (mimesis) olarak görülüyordu. Platon, sanatın gerçeklikten uzak, ideaların bir kopyasının kopyası olduğunu söyleyerek onu küçümserken, öğrencisi Aristoteles, sanatı bir taklit olarak kabul etse de, onun insan ruhunu "arınma" (katharsis) yoluyla dönüştürebilme gücünü vurgulamıştır.
*Orta Çağ Felsefesi: Sanat, çoğunlukla dini öğretileri yaymak ve Tanrı'nın yüceliğini göstermek için kullanılmıştır. Sanat eserleri, metinleri okuyamayan halk için görsel birer hikâye anlatıcısı görevi görmüştür. Bu dönemde sanatın temel amacı, inancı güçlendirmek ve ilahi olanı temsil etmekti.
*Rönesans ve Modern Felsefe: Sanat, bu dönemde dinden bağımsızlaşarak insanın ve aklın merkezi bir rol oynadığı bir alana dönüşmüştür. Sanat, bilimsel yöntemlerle (perspektif) gerçekliği daha doğru yansıtmayı hedeflerken, aynı zamanda bireysel duygu ve düşüncelerin de ifadesi haline gelmiştir. Kant, güzelliğin öznel bir deneyim olduğunu savunarak sanat felsefesine modern bir bakış açısı getirmiştir.
*19. Yüzyıl Felsefesi: Bu dönemde sanat, romantik akımlarla duyguların ve doğanın yüceltildiği bir araç olmuştur. Yaşam felsefesiyle birlikte, sanat artık sadece güzel olanı değil, aynı zamanda yaşamın irrasyonel ve karanlık yönlerini de keşfetmeye başlar. Nietzsche'nin "Trajedinin Doğuşu" eseri, sanatı Apolloncu (rasyonel) ve Dionysosçu (irrasyonel) güçlerin birleşimi olarak ele almıştır. Bergson ise, bahsettiğimiz gibi, sanatı sezginin en saf ifadesi olarak görmüştür.
*20. Yüzyıl ve Çağdaş Felsefe: Sanat, bu dönemde her türlü sınırını zorlamıştır. Varoluşçuluk, sanatın insanın anlamsız bir dünyadaki varoluşunu nasıl anlamlandırdığını sorgulamıştır. Postmodernizm, sanatta evrensel standartları reddederek her türlü formun, hatta sanat dışı objelerin bile sanat olabileceğini öne sürmüştür (örneğin, Duchamp'ın hazır objeleri). Bu dönemde sanat, felsefenin en radikal sorularını somutlaştıran bir alan haline gelmiştir.
Görüldüğü gibi, sanat felsefenin her döneminde farklı bir konumda yer almıştır. Sanat, kimi zaman felsefenin hizmetinde bir araç, kimi zaman ise onun en radikal fikirlerini dile getiren özgür bir alan olmuştur.
Hayatım, sanatım, felsefem... hepsi birbiriyle iç içe geçmiş bir bütün. Diyalogumuz boyunca birçok kavrama dokunduk, ancak hepsinin kökünde tek bir arayış vardı: Anlam.
Sanat, felsefe ve hayat, birbirinden ayrılmaz bir döngüdür. Felsefe, bize düşünme yollarını açarken, sanat bu düşüncelere dokunur ve onları somutlaştırır. Hayat ise, hem düşüncelerin hem de sanatın var olmasını sağlayan o eşsiz, sürekli akış halidir.
Bu akışta, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz çünkü herkesin kendi keşfi, kendi gerçeği ve kendi yolculuğu var. Önemli olan, bu yolculuğa çıkmaya cesaret etmek, sezgilerimize güvenmek ve hayatın bize sunduğu her dokunuşa açık olmaktır.
Sonsözüm, "yaşamak" üzerine bir davet olsun: Düşünün, hissedin ve yaratın çünkü insanı insan yapan, bu üç eylemin birleşimidir.
334. DİYALOG: BERGSON SEZGİSİ
Merhaba.
Serisi çekilen filmler film midir, sizce sinamanın konu sıkıntısı nasıl aşılabilir?
Örnek Seri Filmler:
-Harry Potter
-Yıldız Savaşları
-Yüzüklerin Efendisi
-Matrix
-Geleceğe Dönüş
-Hayalet Avcıları
-Batman
-Örümcek Adam
-Transformers
-Baba
-X - Men
-Testere
-Karayip Korsanları
(ArtCRITICS)
Roman serisi, sinema film serisi... Seri olması filmi film yapar. Serisi olan kitap, resim, olduğu gibi... Sinema gişe filmlerinde konu sıkıntısı çekiyor olabilir fakat festival filmlerinde özgün konular her zaman olacaktır.
"Seri olması filmi film yapar" dan film ancak serisi çekilirse film olur gibi bir anlam çıkarmamalıyız her halde, kasdedilen nedir?
“Seri filmler kategorisi”... olarak ayrıldığını düşünüyorum.
İntiotionist' in anlamı nedir?
Aslında intuition
Örnek Seri Filmler:
-Harry Potter
-Yıldız Savaşları
-Yüzüklerin Efendisi
-Matrix
-Geleceğe Dönüş
-Hayalet Avcıları
-Batman
-Örümcek Adam
-Transformers
-Baba
-X - Men
-Testere
-Karayip Korsanları
(ArtCRITICS)
Roman serisi, sinema film serisi... Seri olması filmi film yapar. Serisi olan kitap, resim, olduğu gibi... Sinema gişe filmlerinde konu sıkıntısı çekiyor olabilir fakat festival filmlerinde özgün konular her zaman olacaktır.
"Seri olması filmi film yapar" dan film ancak serisi çekilirse film olur gibi bir anlam çıkarmamalıyız her halde, kasdedilen nedir?
“Seri filmler kategorisi”... olarak ayrıldığını düşünüyorum.
İntiotionist' in anlamı nedir?

Aslında intuition

Bergson felsefesi, sezgiselcilik. Facebook kendine göre çevirdi düzeltemiyorum
İlginç. Bergson kültürümüze yakındır biraz sanki, ne dersiniz?
Tabiiki.
Futurizm'den farkı nedir veya öngörü bilim diyelim daha doğrusu..?
Futurizm de sanatçılar teknoloji ve bilim yükseltilmekte bana göre.
Bergson farklı: Sanatçıların göz - ruh perdesinin açık olduğuna ve içeriden dışarıyı dışarıdan içeriyi algılamanın sanatçıdaki sezgileri hakikati ararken ön planda.
Bu soruyu geçelim en iyisi
Film izlerken sonunu tahmin etmeyi sever misiniz, örnekleriniz var mıdır?
Film izlerken sonunu tahmin etmeye geçmişsem o filmi izlememeyi tercih ediyorum.
Genelde tutturum diyosunuz o halde
Senaryo mu, yönetim mi öne çıkar sizde?
İkisi de ayrı değerlendirilmeli. "Kötü bir senaryoyu iyi bir yönetmen çeker" diye bir şeyi ben kabul etmiyorum. "Ya da iyi senaryoyu her yönetmen çekebilir" diye. İyi senaryoyla iyi yönetmen harikalar yaratabilir.
Bergson'un sanatçıya yüklediği o ulvi misyonu açar mısınız biraz?
Sanat’ta realizm ve idealizm tartışması bir yanlış anlaşılmadan doğmuştur. Hiç şüphesiz sanat sadece hakikat’in dolaysız olarak görünmesidir. Ama hissiyatın bu saflığı alışkanlıklardan kopmayı, hissiyatın veya şuurun faydacı bakıştan doğal olarak uzaklaşmasını ve hayat’ın madde dışında, bir mânâ olarak anlaşılmasını gerektirir. İdealizm dediğimiz de budur. Kelimelerin anlamlarıyla oynamadan söyleyebileceğimiz şey şudur ki realizm eserde, idealizm ruhtadır. Hakikat ile bağlantıya girilmesi ise ancak idealizmin güçlendiği, ilerlediği ölçüde olacaktır.
Yoğun bir uğraşı olmalı. Akıl mı duygu mu sorusu / sorunu gibi kalıp ve aslında anlamsız sorulardan kurtulmak için ne gibi bir yöntem izlersiniz yani zihninizde böylesi sorular oluşunca ne yaparsınız?
Bergson burada süre kavramıyla girer, her şeyin kendi içinde zamanı vardır. Böyle bir algı geldiğinde kendimi bu konuda zamanına bırakırım ve sonrasında algılarımın bütünleştiğimi hissettiğimde aktarabildiğimi düşünüyorum.
Sizce insan zihni ve işleyişi bir düzen içinde mi hareket eder veya etmelidir, başarı sayar mısınız düzenli düşünme yeteneği geliştirmeyi?
Düzenli - düzensizlik halinde seyreder. Başarı bizlerin getirdiği ölçüt kıstasları bana göre.
Ortak anatomiye sahip varlıklar olarak diğer insanlara da örneklik oluşturmaları bakımından özellikle filozofların düşünceleri ezberlenebilir mi, nasıl bir yol önerirsiniz?
Ben filozofların düşüncelerini ezberleyemem
"Gerektikçe ve ihtiyaç duydukça ve hayatı algılamak konusunda başvuru rehberlerim" diyebilirim.
Felsefeden bilime geçerken hele bizim gibi henüz felsefeyi anlayamamış toplumların bilimsel düşünebilmeleri mümkün müdür, ne öneriyorsunuz?
Bakın Bergson Bilim - Sanat - Din üçgenini ayrılmaz bir bütün olarak görmüştür. Birbirinden ayrılamaz ve herbiri çok önemlidir. Bunlardan birine bile az değer verirsek önemsemezsek gelişme geliştirmezsek ilerlemek ve ilerici düşünebilmek mümkün olmaz.
Felsefe ile sanatın paralelliği, ortak akışı sizce nerededir?
(Bu soruda sanat felsefesine dair bir bakış açısı olmayıp her iki alana ortak mesafede durulmuştur.)
Felsefesi olmayan sanatı ruhsuz buldum açıkçası.
Şöyle bir genelleme yapabilir miyiz: "Evet insan denilen varlık, inançlarıyla başlayan düşünsel serüveninde felsefeyi bilerek veya bilmeyerek, düzenli veya düzensiz uygularken bir yandan da sanat zihni ortak süreç geliştirir. Hatta tıpkının aynı yanıtlara bile gider. Felsefede bulamadığımız bir sorunun yanıtını sanatta daha kolay bulabilir miyiz?
Felsefede sanatta hakikati arar bana göre, birbirleriyle bağlantılı paralel olmasından ziyade. "Sanatta daha kolay buluruz" diye birşey düşünmüyorum. Her ikisinde de yaratıcı ve eleştirel zeka var ise tabiiki...
Eserlerinizde düşüncenizin izlerini bize sunmanızı rica etsek, hangilerini gösterirsiniz?

İlginç. Bergson kültürümüze yakındır biraz sanki, ne dersiniz?
Tabiiki.
Futurizm'den farkı nedir veya öngörü bilim diyelim daha doğrusu..?
Futurizm de sanatçılar teknoloji ve bilim yükseltilmekte bana göre.
Bergson farklı: Sanatçıların göz - ruh perdesinin açık olduğuna ve içeriden dışarıyı dışarıdan içeriyi algılamanın sanatçıdaki sezgileri hakikati ararken ön planda.
Bu soruyu geçelim en iyisi

Film izlerken sonunu tahmin etmeyi sever misiniz, örnekleriniz var mıdır?
Film izlerken sonunu tahmin etmeye geçmişsem o filmi izlememeyi tercih ediyorum.
Genelde tutturum diyosunuz o halde

Senaryo mu, yönetim mi öne çıkar sizde?
İkisi de ayrı değerlendirilmeli. "Kötü bir senaryoyu iyi bir yönetmen çeker" diye bir şeyi ben kabul etmiyorum. "Ya da iyi senaryoyu her yönetmen çekebilir" diye. İyi senaryoyla iyi yönetmen harikalar yaratabilir.
Bergson'un sanatçıya yüklediği o ulvi misyonu açar mısınız biraz?
Sanat’ta realizm ve idealizm tartışması bir yanlış anlaşılmadan doğmuştur. Hiç şüphesiz sanat sadece hakikat’in dolaysız olarak görünmesidir. Ama hissiyatın bu saflığı alışkanlıklardan kopmayı, hissiyatın veya şuurun faydacı bakıştan doğal olarak uzaklaşmasını ve hayat’ın madde dışında, bir mânâ olarak anlaşılmasını gerektirir. İdealizm dediğimiz de budur. Kelimelerin anlamlarıyla oynamadan söyleyebileceğimiz şey şudur ki realizm eserde, idealizm ruhtadır. Hakikat ile bağlantıya girilmesi ise ancak idealizmin güçlendiği, ilerlediği ölçüde olacaktır.
Yoğun bir uğraşı olmalı. Akıl mı duygu mu sorusu / sorunu gibi kalıp ve aslında anlamsız sorulardan kurtulmak için ne gibi bir yöntem izlersiniz yani zihninizde böylesi sorular oluşunca ne yaparsınız?
Bergson burada süre kavramıyla girer, her şeyin kendi içinde zamanı vardır. Böyle bir algı geldiğinde kendimi bu konuda zamanına bırakırım ve sonrasında algılarımın bütünleştiğimi hissettiğimde aktarabildiğimi düşünüyorum.
Sizce insan zihni ve işleyişi bir düzen içinde mi hareket eder veya etmelidir, başarı sayar mısınız düzenli düşünme yeteneği geliştirmeyi?
Düzenli - düzensizlik halinde seyreder. Başarı bizlerin getirdiği ölçüt kıstasları bana göre.
Ortak anatomiye sahip varlıklar olarak diğer insanlara da örneklik oluşturmaları bakımından özellikle filozofların düşünceleri ezberlenebilir mi, nasıl bir yol önerirsiniz?
Ben filozofların düşüncelerini ezberleyemem

Felsefeden bilime geçerken hele bizim gibi henüz felsefeyi anlayamamış toplumların bilimsel düşünebilmeleri mümkün müdür, ne öneriyorsunuz?
Bakın Bergson Bilim - Sanat - Din üçgenini ayrılmaz bir bütün olarak görmüştür. Birbirinden ayrılamaz ve herbiri çok önemlidir. Bunlardan birine bile az değer verirsek önemsemezsek gelişme geliştirmezsek ilerlemek ve ilerici düşünebilmek mümkün olmaz.
Felsefe ile sanatın paralelliği, ortak akışı sizce nerededir?
(Bu soruda sanat felsefesine dair bir bakış açısı olmayıp her iki alana ortak mesafede durulmuştur.)
Felsefesi olmayan sanatı ruhsuz buldum açıkçası.
Şöyle bir genelleme yapabilir miyiz: "Evet insan denilen varlık, inançlarıyla başlayan düşünsel serüveninde felsefeyi bilerek veya bilmeyerek, düzenli veya düzensiz uygularken bir yandan da sanat zihni ortak süreç geliştirir. Hatta tıpkının aynı yanıtlara bile gider. Felsefede bulamadığımız bir sorunun yanıtını sanatta daha kolay bulabilir miyiz?
Felsefede sanatta hakikati arar bana göre, birbirleriyle bağlantılı paralel olmasından ziyade. "Sanatta daha kolay buluruz" diye birşey düşünmüyorum. Her ikisinde de yaratıcı ve eleştirel zeka var ise tabiiki...
Eserlerinizde düşüncenizin izlerini bize sunmanızı rica etsek, hangilerini gösterirsiniz?



Her üçünde de kadın gördüm. İlkinde samanlıkta üzerine yorgan çekmiş ve yüzü pencereye dönük, saçları bizden tarafa dökülü genç bir kadın... İkinci ve üçüncü daha net zaten.
Eser çalışırken zihinsel - duygusal dolgunluktan sonra mı başlarsınız, çalışma esnasında mı gelişir?
Çalışmaya başladığımda bende bir elektrik oluyor. Nasıl anlatsam içten geliyor. Sorunuza cevap olarak işte çalışmaya geçiş sürecim doluyor ve o süreçte hislerim, gördüklerim duyduklarm, okuduklarım, anladıklarım hepsi bir bütüne ulaştığında tuale aktarıyorum sanırım.
Bu arada ismim Gülsen Cengiz, sadece kendi adımla sanat hayatıma devam etmek istiyorum.
Samanlık yorumumu nasıl değerlendirirsiniz?
Umarım daha da başarılı olacaksınız.
Teşekürler. Samanlık olur tabiiki.
Şimdiye kadar kaç eser ürettiniz ve ortalama fiyatları ne kadardı?
Saymadım fakat 100'e yakındır. Fiyatları galericilerle beraber belirledik hep. Büyük tuvallere çalışmayı seviyorum. Galeri sıkıntım var açıkçası.
Platformumuz size açık olmalı (ArtCRITICS) denediniz mi?
Sezgiciliğe geri dönersek, şu an ki sezgileriniz nasıl / ne düzeydir yani ailevi sorunları çözmekle birlikte yeni albümden ümitli misiniz?
Yeni bir sergi hazırlığım var.
Ondan ümitliyim.. Albümden de ümitliyim tabiiki. Ben ailevi sorunlarımı aslında şundan dolayı açtım. Bu soyadı meselesi biz kadn sanatçılar için ayrı bir sorun olarak çıkıyor karşımıza.
Eser çalışırken zihinsel - duygusal dolgunluktan sonra mı başlarsınız, çalışma esnasında mı gelişir?
Çalışmaya başladığımda bende bir elektrik oluyor. Nasıl anlatsam içten geliyor. Sorunuza cevap olarak işte çalışmaya geçiş sürecim doluyor ve o süreçte hislerim, gördüklerim duyduklarm, okuduklarım, anladıklarım hepsi bir bütüne ulaştığında tuale aktarıyorum sanırım.
Bu arada ismim Gülsen Cengiz, sadece kendi adımla sanat hayatıma devam etmek istiyorum.
Samanlık yorumumu nasıl değerlendirirsiniz?
Umarım daha da başarılı olacaksınız.
Teşekürler. Samanlık olur tabiiki.
Şimdiye kadar kaç eser ürettiniz ve ortalama fiyatları ne kadardı?
Saymadım fakat 100'e yakındır. Fiyatları galericilerle beraber belirledik hep. Büyük tuvallere çalışmayı seviyorum. Galeri sıkıntım var açıkçası.
Platformumuz size açık olmalı (ArtCRITICS) denediniz mi?
Sezgiciliğe geri dönersek, şu an ki sezgileriniz nasıl / ne düzeydir yani ailevi sorunları çözmekle birlikte yeni albümden ümitli misiniz?
Yeni bir sergi hazırlığım var.

Gülsen Zengin ismi sanat hayatımda yer almış bir isim bir çok sanat projemi de bu isimle yaptım. Şimdi yeniden başka isimle aslında bu benim demek bana göre zaman kaybına yol açıyor
