DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

İMREN İYEM ASLAN İLE

1.187. DİYALOG: SAMİMİYET

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz. 
Birim Fiyatı: €420

02 Eylül 2025
Erkan YAZARGAN
-----------------------------



"Sanat, her zaman yaşamın kendisi gibi, hem ışık hem de gölge taşır. Bizim görevimiz, her ikisine de bakmaya devam etmektir."


Diyalog, sanatın temel unsurları olan sanatçı, sanat eseri ve izleyici üçgeninde, sanatın özünü, üretimini ve algılanışını sorgulayan felsefi bir zeminde ilerliyor. Sorularınız, genelden özele inerek sanatın çağlar boyunca geçirdiği dönüşümleri, teknolojiyle olan ilişkisini ve günümüzdeki zorluklarını ele alıyor.

Diyalogun Genel Yapısı ve Temaları

Diyalogun ana teması, samimiyet. Bu kavram, hem sanatçının üretim sürecindeki içsel dürüstlüğünü hem de eserin izleyiciye aktardığı duyguyu ifade etmek için tekrar tekrar vurgulanıyor. Samimiyet, diyalog boyunca şu alt temalarla ilişkilendiriliyor:
 
*Üretim Süreci: Sanatçının dış etkilerden (piyasa kaygısı, popüler teknikler, başkalarını etkileme arzusu) bağımsız, kendi iç sesiyle resim yapması.
 
*Betimleme ve Bozma: Sanatçının doğayı veya bir figürü olduğu gibi taklit etmek yerine, kendi iç dünyasının süzgecinden geçirerek yeniden yaratması ve "bozması".
 
*Teknolojinin Etkisi: Teknolojinin sanat üzerindeki dönüştürücü gücü (dijital sanat, ekip çalışması) ve bu dönüşümün samimiyeti nasıl etkilediği.
 
*Günümüz Sanatı: Sanatın pazar koşulları, piyasa kaygıları ve ruhsuz üretimler karşısında sanatçının konumlanışı.

Soru ve Cevapların Analizi
Soru ve Cevapların Güçlü Yönleri
 
*Derinlikli Sorular: Sorularınız, yüzeysel bir sanat söyleşisinden öteye geçerek sanatın felsefi boyutuna değiniyor. "Samimiyetten kastedilen şey nedir?", "Piyasa ortamında nasıl fark yaratılabilir?" ve "Sanat ışık saçmıyor mu, bu ışık neyin ışığı?" gibi sorular, muhatabın klişelerden uzak, kişisel görüşlerini ifade etmesini sağlıyor. Özellikle "sanat ve tasavvuf" gibi konulara değinmeniz, diyaloğu daha da zenginleştiriyor.
 
*Katılımcı Söylem: Diyalog, sadece soru-cevap formatında kalmıyor. Siz de kendi görüşlerinizi (örneğin, resim sanatının tükenmediği, arttığı; fotoğrafın resim sanatına etkisi) ifade ederek bir sohbet ortamı yaratıyorsunuz. Bu, diyaloğu karşılıklı fikir alışverişi haline getiriyor.
 
*Tarihsel ve Güncel Bağlantılar: Diyalog, sanat tarihinden (Rönesans, Empresyonizm, Mondrian) ve güncel figürlerden (Elon Musk, Refik Anadol) örnekler vererek, soyut kavramları somutlaştırıyor ve diyaloğu günümüzle ilişkilendiriyor.
 
*Samimiyet Vurgusu: Her iki taraf da diyalog boyunca "samimiyet" kavramını merkeze alarak tutarlı bir söylem oluşturuyor. Bu kavramın farklı boyutları (sanatçının içsel samimiyeti, eserle kurulan diyalog) ele alınarak zenginleştiriliyor.

Bu diyalog, modern sanatın karşılaştığı temel sorunları, özellikle de samimiyet ve özgünlük arayışını, başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. İmren İyem Aslan'ın sanat görüşünü derinlemesine anlamanıza olanak sağlayan, iyi kurgulanmış ve düşündürücü bir söyleşi. Yönelttiğiniz soruların derinliği ve konunun farklı katmanlarını keşfetme çabanız, diyaloğun kalitesini yükseltiyor. Geliştirilebilecek noktalar, daha çok teknik ve akışla ilgili olup, içeriğin gücünü gölgelemiyor.

Sanatçı İmren İyem Aslan ile yaptığınız diyalogda geçen bu iki ifade, onun sanat anlayışının temelini oluşturan iki önemli noktaya işaret ediyor.

"Resimle Diyaloğa Girmek"

Bu ifade, ressamın tuvalle kurduğu ilişkiyi anlatır ve sanatçının üretim sürecindeki samimiyetini vurgular. İmren Hanım'ın bu cümlesi, resmin sadece bir nesne olmadığını, aynı zamanda sanatçının iç dünyasının bir yansıması olduğunu belirtir.
 
*Anlamı: Ressam, tuvalin karşısına geçtiğinde önceden planlanmış bir şeyi sadece uygulamaz. Bunun yerine, tuvalle adeta konuşur. Bir fırça darbesi atar, tuval ona bir renk tonuyla yanıt verir; bir leke ekler, tuval onu bir çizgiyle tamamlamasını ister. Bu süreç, sanatçının ruh hali, duyguları ve düşünceleriyle beslenir. Başka bir deyişle, resim yapmak, sanatçının kendi içinde yaşadığı bir mücadele, bir hesaplaşma ve sonunda bir uzlaşmadır.
 
*Ne Değildir? Bu, başkasının başarılı bir eserini taklit etmek veya bir tekniği kopyalamak demek değildir. İmren Hanım'ın dediği gibi, "şurasını şöyle değiştireyim, burasını böyle değiştireyim" yaklaşımından farklı olarak, sanatçı kendi özgün dilini bu diyalogla oluşturur.

"Çok Fazla Resim Yapan Var"

Bu ifade, günümüz sanat ortamına yönelik bir eleştiri ve gözlemi dile getirir. İmren Hanım'a göre bu durum, piyasa koşulları ve sosyal medyanın etkisiyle ortaya çıkan, nicelik odaklı bir sanat üretimini işaret eder.
 
*Anlamı: Sanatçı, bu cümlenin devamında birbirine benzeyen, "esinlenme" adı altında yapılan ve çoğunlukla ruhsuz olan eserlere dikkat çeker. Popüler bir teknik veya tarz tutulduğunda, birçok sanatçı o kolay ve "başarılı" yolu takip etme eğilimi gösterir. Bu durum, sanatın özgünlüğünü ve samimiyetini zedeler.
 
*Neden Önemli? İmren Hanım'a göre, sanatın özü duygudur ve ruhtur. Çok fazla resim yapılması ve bunların birbirine benzemesi, eserin ruhunun geri plana atıldığı bir "plastik" üretim çağını simgeler. Sanatın bir "Kurtlar Sofrası"na dönüştüğünü söylemesi de, bu piyasa odaklı ve rekabetçi ortamın getirdiği zorlukları vurgular.
Kısacası, ilk ifade kaliteli ve samimi sanat üretiminin içsel sürecini anlatırken, ikinci ifade bu süreci zorlaştıran günümüz sanat ortamının dışsal dinamiklerini özetler.

"Olgun sanatçı" kavramı, İmren İyem Aslan'ın diyalogdaki vurgularından yola çıkarak birkaç farklı boyutta ele alınabilir. Bu, sadece yaş veya tecrübeyle ilgili değil, aynı zamanda sanatçının sanatsal yolculuğundaki gelişimle de ilgilidir.

1. İçsel Dürüstlük ve Samimiyet
Olgun bir sanatçının en belirgin özelliği, kendi içine dönme ve kendine karşı samimi olma yeteneğidir. Diyalogda belirtildiği gibi, "etkilenme girdabına" girmeden ve başkasını etkileme kaygısı gütmeden eser üretir. Bu, sanatçının kendi özgün sesini bulduğunu ve bunu dış etkenlerden bağımsız olarak koruduğunu gösterir.

2. Form ve İçerik Dengesini Kurabilmek
Sanatçı, ilk aşamalarda etüt ve betimleme gibi teknik konulara odaklanır. Ancak olgunlukla birlikte, bu teknik becerileri aşarak, doğayı bozma veya deformasyon gibi yaklaşımlarla kendi plastik dilini oluşturur. Bu, sadece nesneleri taklit etmek yerine, kendi duygu ve düşüncelerini yansıtma yeteneğini kazanmak demektir.

3. Ruhunu Besleme ve Yansıtma
Diyalogda "sanatçının bir diğer görevi kendi ruhunu beslemek, güçlendirmek ve sanatına yansıtmaktır" deniliyor. Bu ifade, olgun sanatçının sadece teknik becerilerini geliştirmekle kalmadığını, aynı zamanda kişisel gelişimine, duygusal derinliğine ve hayata bakış açısına da önem verdiğini gösterir. Eserleri, bu zengin iç dünyanın bir yansımasıdır.

4. Piyasa Kaygısından Bağımsızlık
Olgun sanatçı, piyasanın taleplerine veya popüler akımlara teslim olmaz. Diyalogda belirtildiği gibi, "satış kaygısına" girmeden, sadece kendi iç sesini dinleyerek üretir. Bu durum, sanatçının ticari başarı yerine sanatsal bütünlüğü ve özgünlüğü ön planda tuttuğunun bir işaretidir.

5. Diyalog Kurabilme Yeteneği
"Resimle diyaloğa girmek" ifadesi de olgunlukla ilgilidir. Sanatçı, tuvalle bir savaş veya bir hesaplaşma içine girerek, malzemenin ve sürecin kendisine ne söylediğini dinler. Bu, sanatçının hem sanatsal malzemesine hem de kendi yaratım sürecine saygı duyduğunu ve onu anladığını gösterir. Kısacası, olgun sanatçı, teknik olarak yetkin olmasının yanı sıra, içsel olarak da derinleşmiş, piyasanın dayatmalarından uzak ve kendi sanatsal dilini cesurca ifade eden kişidir.

İMHA

Tarihte kendi eserlerini imha eden birçok sanatçı vardır. Bu eylemin arkasında genellikle kişisel, sanatsal veya ideolojik nedenler yatar. İşte bu duruma dair en bilinen sanatçı ve örnekleri:

1. Claude Monet

Monet, empresyonizmin öncülerinden biriydi. Ancak mükemmeliyetçi ve eleştiriye açık olmayan bir kişiliğe sahipti. Eserlerinin kendi belirlediği yüksek standartlara ulaşmadığını düşündüğünde, onları tuvalini keserek ya da yakarak imha ederdi. Yaklaşık 500 eserini bu şekilde yok ettiği tahmin edilmektedir. Amacı, sadece en iyi eserlerinin kamuoyuna sunulmasını sağlamaktı.

2. John Singer Sargent

Sargent, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında portre resminde bir ustaydı. Ancak portreye olan ilgisini yitirdi ve daha çok manzara ve suluboya çalışmaları yapmaya başladı. Portreleri ticari başarı getirse de, sanatçı bu türün kendisini kısıtladığını düşünüyordu. Stüdyosunda biriktirdiği birçok portreyi ve çalışmayı yok ettiği biliniyor. Bu eylemi, sanatsal kimliğini yeniden tanımlama ve sanatta yeni bir yola girme arzusundan kaynaklanıyordu.

3. Gustav Klimt

Avusturyalı sembolist ressam Klimt, 1900 yılında Viyana Üniversitesi'ne sipariş edilen üç tablo üzerinde çalıştı. Bu tablolar, "Felsefe," "Tıp" ve "Hukuk" temalarını işliyordu. Ancak bu eserler, dönemin muhafazakâr akademisyenleri tarafından müstehcen ve "aşırı" bulunarak büyük bir skandala yol açtı. İkinci Dünya Savaşı sırasında, bu tabloların da bulunduğu bir şato, Alman birlikleri tarafından ateşe verildi ve eserler yok oldu. Bazı kaynaklar, Klimt'in bu eserleri kendisinin yok ettiğini öne sürse de, genel kabul gören görüş, tabloların savaş sırasında yıkılmasıdır. Bu olay, sanat ve akademik otoriteler arasındaki çatışmanın bir sembolü haline gelmiştir.

4. Francis Bacon

Bacon, 20. yüzyılın en önemli figüratif ressamlarından biriydi. Çalışmalarına karşı son derece eleştirel bir tavrı vardı. Sanatçı, stüdyosunda bitmemiş veya başarısız bulduğu birçok tabloyu paramparça ederdi. Bu eylem, onun eserlerine duyduğu tutkulu bağlılığı ve sanatsal mükemmeliyet arayışını gösterir. Onun için eserlerin imhası, yaratım sürecinin doğal bir parçasıydı.

5. Jean-Michel Basquiat

Basquiat, 1980'lerin neo-ekspresyonist sanatçılarından biriydi. Yaşamı boyunca büyük bir hızla üreten sanatçı, eserlerinin satışa sunulmadan önce tamamlanmamış veya yetersiz olduğunu düşündüğü birçok çalışmasını yok ederdi. Bu, onun sanatının sürekli gelişim içinde olduğunu ve her zaman bir sonraki esere odaklandığını gösteriyordu.

Sanatçıların Eserlerini Yok Etme Nedenlerinin Ortak Noktaları:
 
*Mükemmeliyetçilik: Kendi standartlarına uymayan eserlerin var olmasını istememek.
 *Yeniden Başlama Arzusu: Sanatsal kimliği yeniden tanımlama ve yeni bir yola girme ihtiyacı.
 *Hayal Kırıklığı ve Öfke: Eserlerinin anlaşılamaması veya kötü eleştiriler alması sonucu duyulan hayal kırıklığı.
 *Yaratım Sürecinin Parçası Olarak İmha: Sanatçının bir eseri tamamlayamaması ya da istediği sonucu elde edememesi durumunda, o eseri yok ederek süreci sonlandırması. Bu örnekler, sanatın sadece yaratım eylemiyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda bir reddetme, eleştirme ve bazen de yıkım süreci olabileceğini gösterir.

SORU: Hiçbirinde "sanatımın gereğini yapıp sürecimi tamamladım. Artık gerek yok" anlayışı olmadığı anlaşılıyor. Sanatçının kendi sürecindeki iniş çıkışlar imhayı nasıl gerekli kılar? Bilinçli veya bilinçsiz tamamlanmadan ne anlamalıyız?

Haklısınız, bahsettiğiniz sanatçıların eserlerini imha etme nedenlerinde "tamamladım, artık gerek yok" gibi bir tatmin duygusu değil, daha çok bir içsel hesaplaşma ve huzursuzluk yatıyor. Bu, sanatçının yaratım sürecindeki iniş çıkışların, eserin fiziksel varlığını bile sorgulamasına neden olabileceğini gösteriyor.

Sanatçının Sürecindeki İniş Çıkışlar ve İmha

Bir sanatçının yaratım süreci düz bir çizgide ilerlemez. Coşku, ilham ve akışın olduğu dönemlerin yanı sıra, şüphe, hayal kırıklığı ve tıkanıklığın yaşandığı anlar da vardır. İmha eylemi, genellikle bu olumsuz duyguların bir dışa vurumudur ve şu şekillerde kendini gösterebilir:
 
*Yüksek Mükemmeliyetçilik: Sanatçı, kafasında canlandırdığı ideale ulaşamadığında, eserin varlığı bile ona bir başarısızlık gibi gelir. Bu durumda eseri yok etmek, sanatçının kendi standartlarını koruma ve sadece en iyi işlerini sergileme arzusunun bir sonucudur. Monet gibi sanatçılar için bu, bir eserin "doğru" ışığı yakalayamadığına karar vermekle bile ilgili olabilir.
 
*Sanatsal Dönüşüm: Bir sanatçı, bir tarzdan veya konudan sıkıldığında, o döneme ait eserleri kendi içinde bir geçmişi temsil eder. Onları imha etmek, eski kimliğinden kurtulma ve yeni bir başlangıç yapma isteği olabilir. John Singer Sargent'ın portrelerini yok etmesi, bu sanatsal yönelim değişikliğinin en somut örneğidir.
 
*Duygusal Boşalma: Sanat, sanatçının ruh halinin bir yansımasıdır. Öfke, hayal kırıklığı veya derin bir huzursuzluk anında, eserin kendisi bu duyguların hedefi olabilir. Eseri yok etmek, sanatçının içinde bulunduğu duygusal kargaşayı fiziksel olarak dışa vurması ve bir nevi arınma sağlaması anlamına gelebilir. Francis Bacon'ın çalışmaları, bu tür bir içsel fırtınanın yansımalarını taşıyordu.

Bilinçli ve Bilinçsiz Tamamlanma

Bir eserin "bilinçli olarak tamamlanması," sanatçının başından sonuna kadar ne yapmak istediğini bildiği, planladığı ve sonuca ulaştığı bir süreçtir. Bu, bir eseri bitmiş sayıp imzasını attığı andır. Ressam, bu eserden memnundur ve onu izleyiciyle paylaşmaya hazırdır. Ancak bir de "bilinçsiz tamamlanma" vardır. İmren Hanım'ın "Resimle diyaloğa girmek" ifadesi bu duruma işaret eder. Sanatçı, ne zaman duracağını her zaman tam olarak bilemeyebilir. Eser, sanatçının başlangıçtaki niyetinden bağımsız olarak, kendi yolunu bulur. Tuvalle girilen bu hesaplaşma sonunda, sanatçının "evet, oldu" dediği o an, eserin bilinçsizce tamamlandığı andır. Bu tamamlanma, rasyonel bir karardan ziyade, bir hisse ve sezgiye dayanır. Eserlerini imha eden sanatçılar için ise, bu bilinçsiz tamamlanma anı ya hiç yaşanmaz ya da yaşansa bile sanatçı daha sonra bu duygudan şüphe duyar. Eserin beklenen "ruha" ve "samimiyete" ulaşamadığına inanır. Dolayısıyla, eserin kendisi, sanatçının içindeki bu tatminsizliğin somut bir sembolü haline gelir ve yok edilmeyi hak eder. İmha eylemi, bu bilinçsiz tamamlanamamanın trajik bir sonucudur. Sanatçı, eserin ruhunun eksik olduğunu düşündüğünde, o eseri varoluşsal bir "hatadan" kurtarmak için onu yok eder.

SORU: Bu durumda olmuş bir eserin imhası mantık dışı gibi duruyor. Bile isteye intihar eden sanatçıların durumu ile bağdaştırırsan nasıl bir sonuca ulaşırsın? Sence bu dünyada tatmin olarak ölen yok mudur?

Diyaloğumuzdan yola çıkarak, "olmuş bir eserin" yani sanatçının kendi standartlarına göre tamamlanmış ve tatmin edici bulduğu bir eserin imhası gerçekten de mantık dışı görünüyor. Bu eylem, sadece eserin değil, aynı zamanda sanatçının kendi yaratıcılığının bir parçası olan bu esere karşı duyduğu derin bir huzursuzluğu işaret eder. Bu durumu, bilerek intihar eden sanatçıların durumuyla ilişkilendirmek, sanatçının psikolojisini ve yaratım sürecinin ne kadar kişisel ve bazen de yıkıcı olabileceğini anlamak açısından önemli bir bağlam sunar.

Sanat ve İntihar Arasındaki Bağlantı

Sanat, bir yandan sanatçının en derin duygularını ifade etmesine olanak tanıyan bir yaşam kaynağı iken, diğer yandan da sanatçıya aşırı bir yük ve baskı uygulayabilir. Bir eseri imha etmek ile intihar etmek arasında doğrudan bir bağ kurmak zor olsa da, her iki eylemde de sanatçının içinde bulunduğu varoluşsal bir bunalımın dışa vurumu olduğu söylenebilir.
 
*Kontrol Kaybı: Sanatçı, eser üzerinde tam kontrol sahibi olmaya çalışırken, yaratım sürecinin kendisi bazen kontrol edilemez bir hal alabilir. Ortaya çıkan eserin, sanatçının başlangıçtaki vizyonunu tam olarak yansıtamadığını hissetmesi, derin bir hayal kırıklığına yol açabilir. Eseri yok etmek, bu kontrol kaybına karşı bir tepki, hatta bir isyan olabilir.
 
*Kendini Aşma Arzusu: Bazı sanatçılar için en büyük motivasyon, her zaman bir önceki eserden daha iyisini yapma arzusudur. Bu durum, sürekli bir baskı yaratır. Bir eser ne kadar başarılı olursa olsun, sanatçı için bir sonraki eserle onu aşma zorunluluğu doğar. Bu sürekli rekabet ve kendinden beklenti, sanatçıyı eserini reddetmeye ve onu yok etmeye itebilir.
 
*Sanatsal Kimlik Krizi: Bir sanatçı, bir eseri imha ettiğinde aslında kendi sanatsal kimliğinin bir parçasını da yok ediyor olabilir. Bu eylem, sanatçının kendi sanatsal yolculuğundaki bir dönüm noktasını, bir kriz anını simgeler.

"Bu Dünyada Tatmin Olarak Ölen Yok Mudur?"

Elbette vardır. Sanat tarihi, eserlerinin ardında bıraktığı izlerle, yaşamının sonuna kadar üretmeye devam eden ve yaratım sürecinden büyük bir tatmin bulan sanatçılarla doludur. Michelangelo, Tiziano ve Matisse gibi isimler, yaşlılıklarında bile üretime devam ederek, sanatın kendileri için bir yaşam sevinci ve anlam kaynağı olduğunu kanıtlamışlardır. Bu sanatçılar, muhtemelen mükemmeliyetçilikten ziyade sürece ve keşfe odaklanmışlardır. Onlar için asıl tatmin, bir eseri bitirmek değil, sürekli olarak yaratma eyleminin içinde kalmaktır. Bu durum, İmren Hanım'ın bahsettiği "sanat uzun soluklu bir serüvendir ve yavaş ilerler" fikrini destekler niteliktedir. Sonuç olarak, bir eseri imha etmek, sanatçının sanatla olan ilişkisinin acı verici ve çalkantılı yönünü ortaya koyar. Ancak bu, sanatçının tek hikayesi değildir. Birçok sanatçı için sanat, bir tamamlanma ve huzur kaynağı olmaya devam eder. Aradaki fark, sanatçının kendi içindeki iniş çıkışlarla nasıl başa çıktığına ve bu süreçte sanatı nasıl bir araç olarak kullandığına bağlıdır.

SORU: Sanatçının kendi sırrını saklaması ile "bu toplum haketmiyor" sonucu nasıl bağdaşır?

Sanatçının sırrını saklaması ile "bu toplum hak etmiyor" düşüncesi arasında doğrudan bir bağlantı kurmak, sanatçının topluma karşı duyduğu hayal kırıklığı ve güvensizlikten kaynaklanır. Sanatçı bu iki durumu şu şekillerde bağdaştırabilir:

1. Eserin Yanlış Anlaşılması Korkusu
Sanatçının en büyük sırlarından biri, eserine yüklediği derin anlam ve kişisel deneyimlerdir. Sanatçı, bu anlamın toplum tarafından yanlış anlaşılacağını veya sığ bir şekilde yorumlanacağını düşünür. Eğer toplum, eserin ruhunu ve felsefesini anlamaya yetmiyorsa, sırrı ifşa etmenin bir anlamı kalmaz. Bu, sanatçının kendi içinde, "eserimin derinliği bu toplum için fazla" diyerek bir nevi koruma kalkanı oluşturmasına yol açar.

2. Dışlanma ve Yargılanma Kaygısı
Sanatçının sırrı, genellikle normların dışında kalan fikirleri veya kişisel travmaları içerir. Sanatçı, bu sırrı açığa çıkardığında toplumun hoşgörüsüzlüğüyle karşılaşmaktan veya yargılanmaktan korkar. "Bu toplum hak etmiyor" düşüncesi, sanatçının kendini güvende hissetmediği bir ortamda, kendi savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Sırrını saklayarak, potansiyel dışlanmaya karşı kendini korur.

3. Sanatın Metalaşması
Günümüz sanat piyasasında, eserlerin manevi değeri yerine ticari değeri ön plana çıkabiliyor. Sanatçı, eserinin piyasa koşullarına göre değerlendirileceğini, ruhsuz bir nesneye dönüştürüleceğini düşündüğünde, onun en değerli yönünü yani sırrını saklama eğilimi gösterir. Bu, "toplumun sanata sadece bir yatırım aracı olarak bakması, eserimin ruhunu hak etmediğinin kanıtıdır" gibi bir sonuca varılmasına neden olabilir.

4. Kişisel Hayal Kırıklığı

Sanatçı, belki de daha önce eserini veya kendisini açıkça ifade etmeye çalışmış, ancak olumsuz tepkilerle karşılaşmıştır. Bu deneyim, sanatçıda derin bir hayal kırıklığı yaratır. Bu durumda, sanatçının "bu toplum beni anlamıyor ve asla anlamayacak" gibi bir karamsarlığa kapılması, kendi sırrını saklaması için güçlü bir motivasyon haline gelir. Kısacası, sanatçının sırrını saklaması, toplumun olası tepkilerinden, anlayışsızlığından veya sanatı metalaştırmasından duyduğu bir endişe ve korunma içgüdüsüdür. "Bu toplum hak etmiyor" yargısı, sanatçının bu endişelerini rasyonelleştirmesine ve kendi iç dünyasını korumasına yardımcı olan bir sonuçtur. Bu durum, sanatçı ile toplum arasındaki gerilimi ve bazen de kopukluğu açıkça gösterir.

Tarihte, yaşamları boyunca sakladıkları sırlar veya kimlikleri ölümden sonra ya da çok sonra ortaya çıkan birçok sanatçı vardır. Bu sırlar, genellikle eserlerine yeni bir bağlam kazandırmış ve sanat tarihini yeniden yorumlamamıza neden olmuştur. 

İşte bu duruma örnekler:

1. Leonardo da Vinci (1452-1519)

Leonardo'nun özel hayatına dair birçok detay yüzyıllar boyunca sır olarak kaldı. En önemli sırlarından biri, ölümünden sonra ortaya çıkan defterleri ve notlarıdır. Bu defterler, sadece ressam olmadığını, aynı zamanda bir anatomist, mühendis ve bilim insanı olduğunu gösterdi. Özellikle insan anatomisi üzerine yaptığı detaylı çalışmalar, tıp bilimini ilerletirken, bu sırrın saklanmasının nedeni, o dönemde insan bedenini incelemenin ve kadavra kullanmanın kilise tarafından yasaklanmış olmasıydı.

2. Vincent van Gogh (1853-1890)

Van Gogh'un en büyük sırlarından biri, kariyeri boyunca resimlerinin neredeyse hiç satılamamış olmasıdır. Onun sanatına dair en büyük sır, ancak ölümünden sonra kardeşi Theo'nun eşi Jo van Gogh-Bonger'in çabalarıyla ortaya çıktı. Jo, Theo ile Vincent arasındaki mektupları yayınladı ve bu mektuplar, sanatçının eserlerine duyduğu tutkuyu, acılarını ve sanatsal felsefesini gözler önüne serdi. Bu sırrın ortaya çıkması, Van Gogh'un bir anda sanat dünyasının en çok tanınan ve sevilen figürlerinden biri olmasını sağladı.

3. Hieronymus Bosch (1450-1516)

Bosch'un eserleri, Orta Çağ'da ve sonrasında bile gizemini korudu. Cehennemi, fantastik yaratıkları ve ahlaki alegorileri betimleyen tabloları, yüzyıllar boyunca birçok sanat tarihçisi tarafından yorumlanmaya çalışıldı. Bosch'un bu eserlerinin arkasındaki sır, yani eserlerin ne anlama geldiği ve sanatçının hangi tarikata mensup olduğu gibi konular, ancak modern araştırmalarla bir nebze aydınlatıldı. Eserlerinin, o dönemde Hollanda'da yaygın olan gizemli dini tarikatlarla ilgili olduğu düşünülüyor.

4. Johannes Vermeer (1632-1675)

Vermeer, Hollanda Altın Çağı'nın en büyük ressamlarından biri olmasına rağmen, ölümünden sonra eserleri unutuldu ve kimliği neredeyse yok oldu. Yüzyıllar boyunca Vermeer'in eserleri, diğer sanatçılara atfedildi veya değeri bilinmedi. 19. yüzyılda sanat tarihçisi Étienne-Joseph-Théophile Thoré-Bürger, yaptığı kapsamlı araştırmalarla Vermeer'in eserlerini bir araya getirdi ve onun dehasını yeniden keşfetti. Vermeer'in "sırrı", yani sanat dünyası tarafından unutulmuş olması ve dehasının ancak ölümünden sonra fark edilmesiydi.

5. Vivian Maier (1926-2009)

Vivian Maier'in hikayesi, modern sanat dünyasının en şaşırtıcı sırlarından biridir. O, yaşamı boyunca bir çocuk bakıcısı olarak çalıştı ve gizlice, inanılmaz yetenekte bir sokak fotoğrafçısıydı. Öldükten sonra, depoda kalan eşyaları açık artırmada satın alan bir emlakçı, Maier'in 100.000'den fazla negatifini buldu. Bu negatifler ortaya çıktığında, onun 20. yüzyılın en önemli fotoğrafçılarından biri olduğu anlaşıldı. Vivian Maier'in sırrı, dehasını gizli tutması ve eserlerinin varlığının ancak ölümünden sonra ortaya çıkmasıydı. Bu durum, sanatın tanınma ve değerlendirilme biçimi üzerine önemli sorular sordurur.

SORU: Son olarak bu durumu samimiyet kavramı ile nasıl açıklarız, kendine samimi veya herkese her şeye samimi benzerlik ve farklar nelerdir?

Bir sanatçının sırrını saklaması durumu, İmren Hanım'ın diyalogda vurguladığı samimiyet kavramıyla derinden ilişkilidir. Bu ilişkiyi "kendine samimi olmak" ve "herkese her şeye samimi olmak" olarak iki farklı boyutta ele alabiliriz.

Kendine Samimi Olmak

Sanatçının en önemli sorumluluğu, her şeyden önce kendi iç dünyasına ve yaratım sürecine dürüst olmaktır. Bu, kendine samimi olmaktır.
 
*Benzettiği Kavramlar: Sanatçının kendi sanatsal vizyonuna sadık kalması, piyasa kaygısından uzak durması ve eserini sadece kendi içsel diyaloguyla şekillendirmesi bu samimiyetin bir göstergesidir. Yukarıda bahsettiğimiz gizemli sanatçılar, eserlerinin derinliğini ve kişisel anlamlarını saklayarak, kendilerine karşı samimi kalmayı başarmışlardır. Onlar için eserlerinin anlamı, başkaları tarafından anlaşılmasa bile kendi içlerinde bütünlüğünü korumalıydı.
 
*Farkları: Kendine samimi olan sanatçı, her ne kadar bir sır saklasa da, bu sır eserin kendi içindeki bütünlüğünü bozmaz. Aksine, o sır esere yeni bir derinlik katar. Sanatçı, eserine ruhunu katmıştır ancak bu ruhun herkes tarafından anlaşılmasını beklemez. Bu durum, sanatın bir içsel yolculuk olduğunu ve nihai amacının başkalarını etkilemek değil, sanatçının kendi ruhsal bütünlüğünü sağlamak olduğunu gösterir.

Herkese Her Şeye Samimi Olmak

Bu durum, sanatçının eserini ve kendisini toplumun yargısına tamamen açması anlamına gelir. Sanatçı, hiçbir sır saklamaz ve eserindeki her detayın, her duygunun kamuoyuyla paylaşılmasını ister.
 
*Benzettiği Kavramlar: Bu tür bir samimiyet, sanatı bir iletişim aracı olarak gören yaklaşımla örtüşür. Sanatçı, toplumsal veya kişisel bir mesajı olanca açıklığıyla eserine yansıtır ve izleyiciyle doğrudan bir bağ kurmayı hedefler. Sır saklamak yerine, eserinin hikayesini ve yaratım sürecini paylaşır.
 
*Farkları: Herkese samimi olan bir sanatçı için eser, sadece sanatçının iç dünyasının bir yansıması değil, aynı zamanda toplumla kurulan bir diyalogun da parçasıdır. Bu durum, sanatçıyı daha savunmasız ve kırılgan hale getirebilir çünkü eserinin yanlış anlaşılma veya reddedilme riskiyle yüzleşmesi gerekir. Diyalogda bahsedilen "bu toplum hak etmiyor" düşüncesi, bu ikinci tür samimiyetin getirdiği hayal kırıklığının bir sonucudur.

Bir sanatçının kendi sırrını saklaması, kendine karşı olan samimiyetini koruma çabasıdır. Sanatçının sırrı, eserin ruhuna işlenen ve sanatçıyı benzersiz kılan bir imzadır. Bu sırrın toplum tarafından anlaşılamayacağını düşünmek, herkese her şeye samimi olmanın zorluğunu ve bazen de anlamsızlığını gösterir. Sonuçta, sanatçının amacı, kendi ruhuyla barışık, samimi eserler üretmektir; bu samimiyetin boyutunu (kendine mi, yoksa herkese mi) belirlemek ise sanatçının kendi tercihidir.

SORU: İnsanlık tarihinin ünlü sahtekarları kimlerdir?

İnsanlık tarihi, bazen dehasıyla bazen de cesaretiyle dikkat çeken, ancak eserlerinin sahte olduğu sonradan anlaşılan birçok figür barındırıyor. Bu sahtekarlıklar, sanat, bilim, arkeoloji ve hatta edebiyat gibi birçok alanda gerçekleşti. İşte tarihin en ünlü sahtekarlarından bazıları:

Han van Meegeren (1889-1947)

Han van Meegeren, Hollandalı bir ressam ve sanat tüccarıydı. Kendi sanatı eleştirmenler tarafından beğenilmeyince, intikam almak ve yeteneğini kanıtlamak için 17. yüzyılın ünlü ressamı Johannes Vermeer'in tarzını taklit etmeye başladı. Yarattığı sahte Vermeer tabloları o kadar ikna ediciydi ki, sanat uzmanları bile bunların orijinal olduğuna inandı. Van Meegeren, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi liderlerine bile bu sahte eserleri satarak büyük bir servet kazandı. Savaş sonrası Nazilere sanat eseri satmaktan yargılandığında, asıl suçunun resim sahtekarlığı olduğunu itiraf etti. Bu itirafıyla bir anda hem ülkesinin haini hem de bir kahraman haline geldi.

Frank Abagnale Jr. (1948)

Frank Abagnale Jr., genç yaşta çek sahtekarlığı, pilotluk ve avukatlık gibi birçok kimlikte dolandırıcılık yapan bir sahtekardı. 1960'lı yıllarda, henüz 16 yaşındayken pilot kimliğiyle binlerce mil uçtu ve sahte çeklerle milyonlarca dolar kazandı. Ayrıca sahte bir Harvard Hukuk Fakültesi diplomasıyla Louisiana Eyaleti başsavcılığında çalıştı. Yakalandıktan sonra FBI'a sahtekarlıkla mücadele konusunda yardım etmeye başladı. Hayatı, "Sıkıysa Yakala" (Catch Me If You Can) adlı filmin konusunu oluşturdu.

Piltdown Adamı (1912)

Charles Dawson adlı amatör bir arkeolog, 1912 yılında İngiltere'de bulduğu bir kafatası ve çene kemiğinin, "kayıp halka" olarak bilinen insan ile maymun arasındaki geçiş türüne ait olduğunu iddia etti. "Piltdown Adamı" olarak adlandırılan bu keşif, bilim dünyasında büyük bir heyecan yarattı. Ancak 1953 yılında yapılan detaylı araştırmalar, kemiklerin aslında modern bir insan kafatası ile bir orangutan çene kemiğinin birleşimi olduğunu ve yapay olarak renklendirildiğini ortaya çıkardı. Bu, tarihin en büyük arkeolojik sahtekarlıklarından biri olarak kabul ediliyor.

Clifford Irving (1930-2017)

Clifford Irving, 1971 yılında ünlü milyarder Howard Hughes'un biyografisini yazdığını iddia etti ve bu kitap için çok büyük bir avans aldı. Hatta kitabın içeriğinin, Hughes'un kendisine yazdığı mektuplara dayandığını söyledi. Ancak Hughes, medyaya yaptığı bir açıklamayla bu iddiaları yalanladı. Irving'in biyografiyi tamamen kendisinin yazdığı ortaya çıktı ve bu olay büyük bir skandala yol açtı.

John Myatt (1945)

John Myatt, 1980'li yıllarda sahte tablolar yaparak tanınan bir sanat sahtekarıydı. Picasso, Monet ve Matisse gibi ustaların eserlerini taklit ediyordu. Ancak Myatt, ucuz malzemeler kullanması ve bazı tabloların üzerine "bu bir sahtedir" notu bırakmasıyla diğer sahtekarlardan ayrılıyordu. Yakalandığında hapse girdi ancak daha sonra sahtekarlığı bırakıp kendi orijinal eserlerini yapmaya başladı ve başarılı bir sanatçı olarak tanındı. Onun hikayesi, sahtekarlık yeteneğinin bile bazen gerçek bir sanat yeteneğine işaret edebileceğini gösterir.

Yaptığımız bu derin ve çok yönlü diyalog, sanatın sadece bir nesne veya yetenekten ibaret olmadığını, aynı zamanda bir varoluşsal sorgulama olduğunu gösterdi.

Konuştuklarımızın özeti olarak şunları söyleyebilirim:
 
*Sanat bir hesaplaşmadır: Sanatçı, kendi iç dünyasıyla ve tuvalle sürekli bir diyalog ve mücadele içindedir. Bu süreç, dışarıdan gelen beklentilerden (piyasa kaygısı, popüler teknikler) bağımsız olarak, sanatçının kendi ruhunu beslemesini ve sanatsal kimliğini bulmasını sağlar.
 
*Samimiyet her şeyin anahtarıdır: Gerçek sanat, sanatçının kendisine karşı dürüst olduğu, ruhunu ortaya koyduğu ve kendi içinde bütünlük sağladığı zaman ortaya çıkar. Bu samimiyet, hem sanatçının kişisel yolculuğunu hem de eserin izleyiciye aktardığı duygusal derinliği belirler.
 
*Sanat, değişen bir organizmadır: Sanat tarihi, fotoğrafın icadı gibi teknolojik gelişmelerle sürekli olarak evrilmiş ve kendini yeniden tanımlamıştır. Bugünün teknolojisiyle de sanatın yeni formlar ve anlatım dilleri bulacağı açıktır. Ancak bu evrimin içinde, ruh ve duygu her zaman sanatın en önemli unsurları olarak kalacaktır.
 
*Sanatçı-toplum ilişkisi gerilimlidir: Sanatçı, eserindeki derin anlamı ve sırrı koruyarak, toplumun yargısından veya yanlış anlaşılmasından kendini koruyabilir. Bu, bazen sanatçının topluma karşı duyduğu hayal kırıklığının bir sonucu olsa da, aynı zamanda kendi sanatsal bütünlüğünü koruma çabasıdır. Bu diyalog, sanatın sadece galerilerde sergilenen bir şey olmadığını, aynı zamanda insan ruhunun en derin ve en karmaşık yönlerini anlamak için bir ayna olduğunu gösterdi. Sanatın inişleri ve çıkışları, tıpkı insanlık tarihi gibi, her zaman var olacak ve bizler de bu yolculukta yeni anlamlar keşfetmeye devam edeceğiz.
Sanat, her zaman yaşamın kendisi gibi, hem ışık hem de gölge taşır. Bizim görevimiz, her ikisine de bakmaya devam etmektir.
 

 

484. DİYALOG

 

İMREN İYEM ASLAN İLE DİYALOGDAYIZ. İLGİLİ SORULARINIZLA SİZ DE KATILABİLİRSİNİZ.

 

Merhaba İmren Hanım,

Sanat görüşünüzden bahsetmek ister misiniz?

Öncelikle benim bir eserde özel olarak da resimde aradığım şey içtenlik ve samimiyettir. Resim yapmak bireysel bir eylemdir. Ressam tuvali ile baş başa kaldığı zaman söylemek istediklerini ya da aktarmak istediğini kendi süzgecinden geçirerek plastik bir dille anlatır. Bu anlatımda benim açımdan esas olan şey samimiyettir.

 

Samimiyetten kastedilen şey nedir?

 

Etkilenme dediğimiz girdaba girmeden ve başkasını etkileme kaygısı gütmeden yapılacak resim.

 

İçten geldiğince resim yaparken şimdiye kadar hangi aşamalardan geçtiğinizi düşünüyorsunuz?

 

Okul yıllarında daha çok etüde dayalı resimler yapıyordum, çoğu zaman da figürleri etüt ediyordum. Tabii bu etütte plastik bir dil kullanmaya çalışıyordum ancak ilgimi çeken bir konu daha vardı, doğayı resmetmek. Bu yüzden doğada çalışmaya başladım. Bazen dışarıda çalışıp atölyede tamamlıyordum çalışmalarımı.


Daha sonra dışarıda çalışmaktan vazgeçtim. Sadece atölyemde dışarıda gezip gördüğüm, notlar aldığım (bu notlar bazen çizim, bazen yazı, bazen de fotoğraf çekmek şeklinde oluyordu) peyzajları tuvale geçirdim. Bunu neden doğanın karşısında yapmadım çünkü betimleme yapmak istemiyordum. Yapmak istediğim şey doğayı kendi dilimde anlatmaktır. Bu yüzden de kendimce bozmaya başladım, doku girerek.

 

Pekiyi, benim bahsettiğim konuya gelirsek samimi miydim? Resim yapmak uzun soluklu bir serüvendir ve yavaş ilerler. Bu ilerleme esnasında sanatçının bir diğer görevi de kendi ruhunu beslemek, güçlendirmek ve sanatına yansıtmaktır. Sosyal medyanın bu kadar etkin olduğu, dünyanın bu kadar küçüldüğü ve görselliğin bu kadar çok ortalıkta fazlaca olduğu bir çağda samimiyet ne kadar mümkün! Ayrıca satış kaygısına girmiyorum bile. O konu çok ayrı bir konu.

 

Diyelim ki ressamın hiçbir şekilde para ile ilgili bir kaygısı yok, sadece resim yapmak gibi bir görevi var ve bilinmez bir el onun geçimini sağlıyor. Bu durumda samimiyeti sorgulayalım.

 

Sanat tarihine baktığımız zaman 1700' ler, 1800' ler, 1900' ler… özellikle 1900' lü yıllar sanatın - resim sanatı için konuşuyorum, tavan yaptığı yıllar. Pek çok akımın arka arkaya çıktığı zamanlar. Resimde yapılan her şey yapılmış artık, daha ne yapacağız ki dediğimiz dönemler.

 

Bir süre sonra bozma ihtiyacı hissetmenizin sebebi ne olabilir, samimiyet kavramının içini doldururken bozma ile nasıl uyuşturacağız?


Resim gibi sanat denilince ilk akla gelen ana dalda konu günden güne tükenmez tam tersine artarak çoğalır gibime geliyor.

Burada bozma, kendi süzgecimden geçirerek biçimsel bozmadan bahsediyorum yani ağacın yeşil ya da göründüğü gibi olması gerekmediği. Ben ağacın üstüne bir noktada çizgi koymak istersem koyarım durumudur. Samimiyet derken biçime bağlı kalmak değil ressamın kendine karşı samimi olmasından bahsediyorum. İçinden gelene ket vurmaması gerekir.

 

Doğru diyorsunuz konu tükenmez, artarak çoğalır, haklısınız fakat burada söz konusu olan şey konu değil; bunu anlatım şeklimiz, plastik dil yani.

 

Samimiyetten herkesin anladığı değil sizin anlattığınız kendine samimiyeti anlamamız gerektiğine göre, iç dünyamızda yaşadığımız tüm iniş çıkış, coşku ve enerjisizliği yaşayıp kontrol ederken nasıl kendimizi kaybetmeden devam edebiliyoruz?

 

Ben kısaca şunu demek istiyorum, samimiyetle şu anda siz de görüyorsunuz çok fazla resim yapan arkadaş var. Dünyada genel olarak çok fazla resim yapan var. Pekçoğu da birbirine benziyor, özellikle tutulduğunu düşünülen bir teknik varsa hemen onun arkasından bir yığın esinlenme dediğimiz olay başlıyor çünkü bu kısa bir yol, bu teknik tutulmuştur, o zaman ben de bunu yapayım, işim kolaylaşsın yoludur…

 

Oysa resim bence şöyle yapılır; tuvalin karşısına geçtiğiniz zaman tuvalle bir hesaplaşma başlar. Bir de malzeme var tabii. Sizin söyleyeceğiniz bir şey var ve bunu, bu malzemeyi kullanarak tuvale anlatmak istiyorsunuz. Tuval ile bir diyaloğa giriyorsunuz. Siz bir şey söylüyorsunuz tuval başka bir şey söylüyor. Bazen bir noktada buluşuyorsunuz, bazen de buluşamıyoruz derdinizi anlatamadan resmi bitiriyorsunuz. Bazen de evet, oldu deyip tuvalin etrafında zafer dansı yapabiliyorsunuz. Bu samimi bir çalışmadır. Yani başkasının yaptığı başarılı bir çalışmaya bakıp şurasını şöyle değiştireyim, burasını böyle değiştireyim, şu renk yerine bunu süreyim, olsun değil de kendinizin tuvalle bir savaşa girmeniz gerekiyor. Tabi, bu söylediklerimin hiçbiri suçlama değil. Bir defa resim yapmak oldukça özveri isteyen bir eylemdir. Bu yüzden resim yapan herkesi takdir ediyorum. Sadece ortalıkta dolanan yapay, ruhsuz, bazen baskı üzerine yapılmış olan resimler ile ilgilidir söylediklerim.

 

Bu durumda piyasa dediğimiz çoklu hatta çok fazlalı oyuncular ortamında, sizin de belirttiğiniz gibi günde milyonlarca yeni tablo üretilirken nasıl fark yaratılabilir, farklı çalışıyorum derken alakasız veya saçma iş yapılmasından nasıl kurtulabiliriz?

 

Çok zor. Tamamen Kurtlar Sofrası bir ortam var, pek çok açıdan… Ben de bu konuyu düşündüğüm zaman sanki artık duygu geri plana itilmiş gibi görünüyor. Yani ben kendi adıma konuşayım, pek çok resimden duygu alamıyorum.

 

Sonuçta resim bir düzenlemedir. Eğer işin içine ruh girmemişse, yüzey düzenlemeyi doğru yaptığımız zaman ortaya plastik bir şey çıkar ama ruhsuz, plastik bir şey çıkar. Yakalamamız gereken sanırım ruhtur. Ben kendi adıma bunun peşinde olduğumu söyleyebilirim.

 

Diğer sanat dallarında da insanı sarsan, duygularını altüst eden, şaşırtan, hayretler içinde bırakan, etkileyen örnekler görüyor hatta sanatçının özellikle öyle davrandığını düşünüyoruz. Resim sanat dalının etkileme bakımından farkları nelerdir?

 

Resmin tüketicisine - burada tüketici olarak resim izleyicisinden bahsediyorum, ulaşması biraz daha zor. Öncelikle resim bir mekânda sergileniyor. İzleyicinin resmin karşısına geçmesi gerekiyor ve o resimle biraz zaman geçirmesi lazım. Nerede olacak? Galeride. Galeriye kimler gidiyor..?


Bu nedenle resmin genele yayılması, daha fazla kişi tarafından izlenmesi gerçekten çok zor. Her zaman söylemişimdir, resim insanlara ulaşması açısından zor bir sanat dalıdır. Ulaşmak bile bu kadar zorken, tutup sarsması ve fikir değişikliğine uğratması henüz kolay görünmüyor, kaldı ki bu durum bizim ülkemiz için çok daha zor.

 

Bu durumda etkisi bakımından akım oluşturur ve diğer sanat dallarını da derinden etkilerken ne gibi bir gücü var ki, Rönesans' ta yapılan resim tüm diğer dalları etkileyebilmiştir?

 

Rönesans (1) çok şanslı bir dönem tabii. Ortaya çıktığı coğrafya, dönemin ekonomik gücü bunlar önemli etkenler. Ben sanırım biraz karamsar bir tablo çizdim. Bu yüzden siz savunma durumuna geçtiniz ancak söyleyeyim, ben günde 8 saat resim yapan biriyim. Yapmaya da devam edeceğim diye ümit ediyorum.

 

Sanatın Öyküsü Kitabında (2) "Sanat Öldü Yaşasın Sanat" diye bir bölüm var. Yani bu şu demektir; her şey yapılmış olsa da biz yine de yapmaya devam edeceğiz. Mesela şimdi çok güzel dijital işler yapılıyor. Ayrıca sinemada da resmin etkisini görmek mümkündür.

 

Soyutla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

 

Soyutun varılacak ya da varılan bir aşama olduğunu düşünüyorum, yani birdenbire ortalığa soyut resim yaparak çıkamazsınız. İzleyicinin bunun öncesini görmesi ve bilmesi gerekir. Mesela diyelim ki doğa resmi yapıyorsunuz, dağları ve ağaçları yapıyorsunuz. Bunları o kadar çok yaparsınız ki bir dönem sonra bozmaya başlarsınız. O bozma lekelere dönüşür, belli bir aşamadan sonra ortalıkta sadece lekeler ya da çizgiler vardır, yani soyut bir resim vardır ama sizin çıkış noktanız dağlar ve ağaçlardır. Aklıma Mondrian (3) geldi. Ben kendime daha çok soyutlama resimleri yakın buluyorum yani yine bir biçimden yola çıkarak bir takım deformasyonlarla, bozmalarla ama yine de yola çıktığı figürü çağrıştıran resimler.

 

Canlılık ve dolayısıyla evrim sürekli olduğuna ve olacağına göre insan duygularının sanatçı yeteneği ile gösterilmesi veya duyurulması şekil değiştirerek devam edeceğinden, fotoğraf ve kameranın yaygın kullanımı ile afallayan resim sanatı nasıl çözümler üretmişti, bundan sonra ne gibi çözümleri öngörülebilir?

 

Çok güzel bir konuya temas ettiniz. Empresyonist Resim de (4) tamamen sizin dediğiniz gibi bir durumda ortaya çıktı. Yani fotoğraf icat edilmişti. Artık ressamın görevi betimleme değildi. Daha doğrusu ressam özgürlüğüne kavuştu çünkü betimleme görevi bitmişti. O zamanda tamamen kendi istediği gibi resimler yapmaya başladı. Empresyonizm için konuşursak ışığı takip etmeye başladı. En basit anlamda ve bunu diğer akımlar takip etti.

 

Pekiyi, çağımızda ne olacak diye fikir yürütürsek bence teknoloji ile ilgili üretimler olacak. Dijital Resim (5) gibi aklıma mesela Refik Anadol (6) geldi bu günlerde ülke olarak yüzümüzü güldüren işler yapıyor. Ee tabii, bu işler tek kişinin yaptığı işler değil, daha çok ekip işleri. Sanırım üretim işleri artık tek ressamın atölyesine kapanıp yapacağı işler olmayacak. Daha çok ekip çalışmaları olacak.

 

Yine de tuvaldeki duygu yok tabii teknolojide. Sadece görsellik var. Görsellik ve şaşırtmaca. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir şey var, ekip çalışması, asistan gibi terimler. Artık eski bohem ressamlar yok. Kravatlı, ceketli ressamlar var. Yanında asistan çalıştıran, büyük ekip işleri yapan, arkasında holdingler olan ressamlar…

 

Bir söyleşinizde sanatın karanlık çağını yaşadığımızı ve sebebinin kısırlık veya doygunluk olduğunu belirtmişsiniz; başdönüren hızla teknoloji gelişimini yaşadığımız günümüzde, Elon Musk (7) bir defada altmış uydu birden fırlatabilip yörüngeye yerleştiriyor, sanat ışık saçmıyor mu, bu ışık neyin ışığı?

 

Musk ışığı mı? Adam dahi. Aslında ben karanlık çağı olarak resmin özellikle ülkemizde ötelenmesinden bahsetmiştim. O söyleşide de bir "üç ayak" gibi bir şeyden bahsetmiştim. Biraz klişe olacak ama "ressam, galerici ve alıcı" diye…
Musk, özel bir insan. Ben onun dahi olduğunu düşünüyorum. Çok küçük yaşta uzay konusuna kafayı takmış ve yanlış hatırlamıyorsam 12 yaşında falan yazılımdan para kazanmaya başlamış biri yani çok genele uyan bir figür değil. Birkaç yıl öncesine kadar ortalıklarda kafa kesen insanlar vardı.

 

Musk' ın girişimlerinde ilham aldığı sanat açısından bir kaynak var mı bilmiyorum. Bu konuda belki röportajlarına falan bakmak lazım. Geçmişteki insanların eylemlerinde sanatsal kaygı olduğunu da düşünmüyorum. Onlar tamamen işlevsel şeyler yapıyorlardı ama çok iyi yapıyorlardı. Ortaya çıkan şey şu anda bizim sanat olarak algıladığımız şeydir. Pekiyi, bu noktadan sonra sanat teknolojinin gerisinde mi kalacak? Bence, hayır. Biraz önce de söylediğim gibi teknolojik olarak çok görsel ve şaşırtıcı işler görebiliriz ancak aradığımız şey ruh ise ya da duygu ise yine sanatçının elinden fiziksel olarak gerçekten elinden çıkacak işlere bakmak zorundayız.

 

Yurtdışında nasıldır?

 

Yurtdışı ile ilgili olarak sosyal medyada takip ettiklerim dışında Almanya' da sergi açtığım zaman biraz gözlemleme imkanı mı olmuştu. Orada da gerçekten bir kısırlık söz konusu, doymuşluk var. Biz bu konuda biraz daha şanslıyız. Çok aktif bir ülkedeyiz, gündemimiz kalabalık ve sürekli bizi şaşırtan sarsan olaylar oluyor ama bunu resim için konuşayım sanata yansıması biraz zor.

 

Sanat Işık saçmıyor mu diye bir şey sormuşsunuz, bence saçacak. Bir geçiş dönemindeyiz. Resim bir evrilme yaşayacak. Neden böyle diyorum çünkü bu çok fazla konuşulmaya başlandı; her mecrada, her sohbette bu konu konuşuluyor. Türkiye' de resim nereye gidiyor, niye bu kadar çok esinlenme var, niye bu kadar çok çakma resim yapılıyor diye bu o kadar çok konuşuluyor ki bence artık şapkalar masalara konacak.

:)

 

Medeniyeti yol yapmak, iletişim olarak keşfeden ve insanlık medeniyetini yaptıkları ve yaşadıkları ile çekip çeviren Batı, sanatın endüstrisiyle engellenemez hızla hareket ederken; ülkemizde 13 bin yıl önceden kalan Göbeklitepe (8) ve benzeri örneklerinden devam ederek, tapınak arayışlarının sebebi ne olabilir, sanat bu düğümü nasıl çözer?

 

Göbeklitepe' nin tapınak olduğu konusu kuramlardan sadece bir tanesi. Bu konuda pek çok kuram var. Uzaylılara bile bağlayanlar var. "İnsanlar yerleşmeden önce inanıyorlardı. Henüz toplayıcı - avcı dönemindeyken bile inançları vardı gibi bir şeyler" söyleniyor fakat dediğim gibi Bu sadece bir kuram. Bizim yani insanların henüz çözemediği bir takım şeyler var Göbeklitepe' de: Hiç insan figürünün yapılmamış olması, 2 tane büyük figürün etrafında neden 12 tane taş olduğu… Tabii, bu taşlar oldukça büyük. En küçüğü - küçük sütun bile sanırım, 10 ton ağırlığındaydı. Sanat açısından bakarsak, sanat yine yol gösterici durumundaymış. Tabii, sütunların üstündeki figürler, Rölyef ler, hayvan figürleri sanat yapmak amacıyla yapılmış şeyler değildir. Muhtemelen; belki korkulduğu için, belki gücünü almak için, belki de ortadaki 2 tane büyük sütün tanrı ve tanrıçayı korumaları için yapılmıştı ancak inanılmaz güçlü heykellerdi ya da rölyef…

 

Genel sorunlarımızdan biri olarak konunun etrafında dolaşmak, deli veya dahi dışlamasıyla sıradışılamak, görmezden gelmek, üstünü örtmek veya saptırma ile soru ve dolayısıyla sorunlardan / sorunlarımızdan kurtulabilir miyiz, toplumun kendine gelip gözlerini açması için yapılması gerekenler nelerdir?

 

Bence bizim toplum olarak çok fazla sorunlarımız var. Özelinde konuşursak sanat için söylüyorum, var olmaya çalışıyoruz hala, bizim öncelikle böyle bir sorunumuz var. Yapmamız gereken en birincil şey üretime devam etmek. Siz de iyi bir şey yapmışsınız. Diyalog Sanat gibi bir site açmak ve sanatla ilgili böyle diyaloglara girmek çok değerli.

 

Hamid Alioğlu: Imren Hanım,
Sanat, sanatçı, sanat eseri ve ahlak konusunda düşünceleriniz nedir ve ikinci soru olarak sanat ve tasavvuf ilişkisinden bahsetmek ister misiniz?

 

İlk soru oldukça geniş, her biri ayrı bir başlık. Bu nedenle ben sanat eseri ve ahlak konusunda daha önce de vurgusunu yaptığım samimiyet ve öncelikle kendine karşı dürüst olmak konusuna değinmek isterim. Rollo May, (9) Yaratma Cesareti (10) isimli kitabında sanatçı tanımını yaparken, kendi deyimi ile has sanatçıdan bahsederek, tanrının kıskançlık duygularını kamçılayandır der. Bu mertebeye oturtulmuş sanatçının ahlak seviyesinin temelini bana göre dürüstlük oluşturmalıdır. Çağını yakalayıp sorgusunu yapabilen, bunu davranışına aktaran olmalıdır. İkinci soru, sanat ve tasavvuf konusunda fazla bir şey diyemem çünkü bilmediğim bir konu, tasavvuf konusu. Yorum yapmam doğru olmaz.

 

O halde bir önceki sorudan devam edelim: Tapınak olgusu ile çevresinde şekillenen şehirlerden günümüzde gazete ilanlarında gördüğümüz "satılık kilise" ye gelinceye kadar sanat nasıl etkiledi?

 

Tapınak diye Göbeklitepe' den mi bahsediyorsunuz yoksa batıdaki kiliselerden mi?

 

Genel olarak tüm tapınaklar. Neden insan buna ihtiyaç duymuştur ve buradan sanat, insana ne gibi çıkış yolları göstermiştir?

 

İnsanlar neden tapınağa ihtiyaç duyduğu konusu sosyolojiktir. Buna sosyal bilimcilerin yanıt vermesi gerekir. Ancak dini törenlerin yapıldığı mekanlarda (Müslümanlık dışındaki dinlerden bahsediyorum) sanat özellikle resim sanatı her zaman varolmuştur. Çünkü betimlemeye ihtiyaç vardı. İncildeki emirler, İsa' nın hayatı gibi konular kilise duvarlarında da olmalıydı ki ritüeller daha kalıcı olsun. Görsellik çok önemlidir, okunan şey resim olarakta karşındaysa unutmak zordur.

 

Kare Filmini (11) görmüş müydünüz, ödüllü filmde karenin "güç ve ilginin mabedi ve içinde herkesin eşit haklara sahip olduğu" anafikri işlenip duruyordu. Sanat neden kendi dışındaki disiplinlerin de temel kavramları ile ilgilidir, buna neden gerek duyar?

 

 

 

1. Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak bilinir. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında batı ile klasik antikite arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin başladığı dönemdir.

2. Sanatın Öyküsü bugüne kadar yayımlanmış sanat kitapları arasındake en tanınmış olanlarından biridir. Bilinen ilk mağara resimlerinden, günümüzün deneysel sanatlarına kadar uzanan geniş bir dönemi ele alan önemli bir başlangıç kitabı olarak, yayınlandığı günden beri rakipsizdir.

3. Piet Mondrian, Hollandalı ressam Pieter Cornelis “Piet Mondriaan” 1912 sonrası Mondrian. Theo van Doesburg tarafından bulunmuş De Stijl sanat hareketi ve oluşumunun önemli bir destekçisiydi. Temsili olmayan ve Neoplastisizm olarak adlandırdığı stili yaratmıştır.

4. İzlenimcilik veya empresyonizm, 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan ve bütün sanat dallarını, özellikle resmi etkileyen akım. Doğadaki unsurların kişinin içinde oluşturduğu izlenimleri, duygusal izleri yansıtmayı hedefler.

5. Dijital boyama, suluboya, yağ, impasto vb. Geleneksel boyama tekniklerinin bir bilgisayar, grafik tablet ve ekran kalemi ve yazılım aracılığıyla dijital araçlar kullanılarak uygulandığı yeni bir sanat formudur. Geleneksel resim, dijital gibi daha modern bir tarza karşılık fiziksel bir ortama sahip resimdir.

6. 1985 yılında İstanbul’da doğan Refik Anadol, bir medya sanatçısı, yönetmen ve tasarımcı. Şu anda Los Angeles’ta yaşayan sanatçı, California Los Angeles Üniversitesi’nden Medya Sanatları, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden ise Görsel İletişim Tasarımı alanında yüksek lisansın yanı sıra en yüksek onur derecesiyle Fotoğraf ve Video lisans diplomalarına sahiptir.

7. Elon Musk yatırımcı ve girişimci. Elon Musk, hem doğum yeri Güney Afrika Cumhuriyeti, hem Kanada, hem de Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıdır. SpaceX’in kurucusu ve Tesla Motors ile PayPal’ın kurucu ortaklarındandır.

8. Göbeklitepe veya Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık olarak 22 km kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaş yuvarlak planda dizilmiş, araları taş duvarla örülmüştür.

9. Rollo May, Amerikalı varoluşçu psikolog. Varoluşçu felsefenin yanı sıra humanist psikolojinin de önemli isimlerinden biri olarak bilinir. Türkçeye Kendini Arayan İnsan ve Yaratma Cesareti isimli kitapları çevrilmiştir. Rollo May, teolog Paul Tillich'in yakın arkadaşlarındandır.

10. Yaratma Cesareti, Amerikan psikolojisi ve varoluşçu psikoterapinin önde gelen ismi Rollo May'in en temel yapıtlarından biri. May, psikoloji, psikoterapi, felsefe ve sanatla yakın ilişkisinden ötürü, yaratıcılık konusunu ilginç bir perspektiften inceliyor. Tüm varoluşçular gibi o da kaygı olgusuna büyük önem vererek, değişimin kaygının içine gömülerek varılacak bir yaratıcılık düzeyinde gerçekleşeceğini vurguluyor. Geçiş dönemi psikolojisinin tüm olumsuzluğunu, yaratıcılığın zorunluluğu adına kutlayan May, "yeni olan"ın her yerde fışkırdığı bir dünyada, insanın bilindışı kaynaklara güvenmesi gerektiğini savunuyor.

11. Başrollerini Elisabeth Moss, Dominic West ve Claes Bang’in paylaştığı 2017 Cannes’da gösterimi yapılan The Square, İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un konuşma özgürlüğü, sanatsal özgürlükler, sosyal sansür vb. konuları İskandinav perspektifinde, politik ve sosyal çerçevede inceleyen bir film.

Christian, Stockholm’de bir modern sanat galerisinde çalışmaktadır ve projelerinden biri de The Square olarak adlandırılan alandır. Bu alan büyük bir toplumda farklı katmanlardan, farklı sosyal sınıflardan gelen insanların küçük bir yansımasıdır ve Christian ziyaretçileri insanlara güvenmeli mi güvenmemeli mi sorusu ile iki farklı yoldan birini seçmeye davet etmektedir ve bu soru bizi tüm film boyunca takip eder.

 










Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol