İMREN İYEM ASLAN İLE
484. DİYALOG
İMREN İYEM ASLAN İLE DİYALOGDAYIZ. İLGİLİ SORULARINIZLA SİZ DE KATILABİLİRSİNİZ.
Merhaba İmren Hanım,
Sanat görüşünüzden bahsetmek ister misiniz?
Öncelikle benim bir eserde özel olarak da resimde aradığım şey içtenlik ve samimiyettir. Resim yapmak bireysel bir eylemdir. Ressam tuvali ile baş başa kaldığı zaman söylemek istediklerini ya da aktarmak istediğini kendi süzgecinden geçirerek plastik bir dille anlatır. Bu anlatımda benim açımdan esas olan şey samimiyettir.
Samimiyetten kastedilen şey nedir?
Etkilenme dediğimiz girdaba girmeden ve başkasını etkileme kaygısı gütmeden yapılacak resim.
İçten geldiğince resim yaparken şimdiye kadar hangi aşamalardan geçtiğinizi düşünüyorsunuz?
Okul yıllarında daha çok etüde dayalı resimler yapıyordum, çoğu zaman da figürleri etüt ediyordum. Tabii bu etütte plastik bir dil kullanmaya çalışıyordum ancak ilgimi çeken bir konu daha vardı, doğayı resmetmek. Bu yüzden doğada çalışmaya başladım. Bazen dışarıda çalışıp atölyede tamamlıyordum çalışmalarımı.
Daha sonra dışarıda çalışmaktan vazgeçtim. Sadece atölyemde dışarıda gezip gördüğüm, notlar aldığım (bu notlar bazen çizim, bazen yazı, bazen de fotoğraf çekmek şeklinde oluyordu) peyzajları tuvale geçirdim. Bunu neden doğanın karşısında yapmadım çünkü betimleme yapmak istemiyordum. Yapmak istediğim şey doğayı kendi dilimde anlatmaktır. Bu yüzden de kendimce bozmaya başladım, doku girerek.
Pekiyi, benim bahsettiğim konuya gelirsek samimi miydim? Resim yapmak uzun soluklu bir serüvendir ve yavaş ilerler. Bu ilerleme esnasında sanatçının bir diğer görevi de kendi ruhunu beslemek, güçlendirmek ve sanatına yansıtmaktır. Sosyal medyanın bu kadar etkin olduğu, dünyanın bu kadar küçüldüğü ve görselliğin bu kadar çok ortalıkta fazlaca olduğu bir çağda samimiyet ne kadar mümkün! Ayrıca satış kaygısına girmiyorum bile. O konu çok ayrı bir konu.
Diyelim ki ressamın hiçbir şekilde para ile ilgili bir kaygısı yok, sadece resim yapmak gibi bir görevi var ve bilinmez bir el onun geçimini sağlıyor. Bu durumda samimiyeti sorgulayalım.
Sanat tarihine baktığımız zaman 1700' ler, 1800' ler, 1900' ler… özellikle 1900' lü yıllar sanatın - resim sanatı için konuşuyorum, tavan yaptığı yıllar. Pek çok akımın arka arkaya çıktığı zamanlar. Resimde yapılan her şey yapılmış artık, daha ne yapacağız ki dediğimiz dönemler.
Bir süre sonra bozma ihtiyacı hissetmenizin sebebi ne olabilir, samimiyet kavramının içini doldururken bozma ile nasıl uyuşturacağız?
Resim gibi sanat denilince ilk akla gelen ana dalda konu günden güne tükenmez tam tersine artarak çoğalır gibime geliyor.
Burada bozma, kendi süzgecimden geçirerek biçimsel bozmadan bahsediyorum yani ağacın yeşil ya da göründüğü gibi olması gerekmediği. Ben ağacın üstüne bir noktada çizgi koymak istersem koyarım durumudur. Samimiyet derken biçime bağlı kalmak değil ressamın kendine karşı samimi olmasından bahsediyorum. İçinden gelene ket vurmaması gerekir.
Doğru diyorsunuz konu tükenmez, artarak çoğalır, haklısınız fakat burada söz konusu olan şey konu değil; bunu anlatım şeklimiz, plastik dil yani.
Samimiyetten herkesin anladığı değil sizin anlattığınız kendine samimiyeti anlamamız gerektiğine göre, iç dünyamızda yaşadığımız tüm iniş çıkış, coşku ve enerjisizliği yaşayıp kontrol ederken nasıl kendimizi kaybetmeden devam edebiliyoruz?
Ben kısaca şunu demek istiyorum, samimiyetle şu anda siz de görüyorsunuz çok fazla resim yapan arkadaş var. Dünyada genel olarak çok fazla resim yapan var. Pekçoğu da birbirine benziyor, özellikle tutulduğunu düşünülen bir teknik varsa hemen onun arkasından bir yığın esinlenme dediğimiz olay başlıyor çünkü bu kısa bir yol, bu teknik tutulmuştur, o zaman ben de bunu yapayım, işim kolaylaşsın yoludur…
Oysa resim bence şöyle yapılır; tuvalin karşısına geçtiğiniz zaman tuvalle bir hesaplaşma başlar. Bir de malzeme var tabii. Sizin söyleyeceğiniz bir şey var ve bunu, bu malzemeyi kullanarak tuvale anlatmak istiyorsunuz. Tuval ile bir diyaloğa giriyorsunuz. Siz bir şey söylüyorsunuz tuval başka bir şey söylüyor. Bazen bir noktada buluşuyorsunuz, bazen de buluşamıyoruz derdinizi anlatamadan resmi bitiriyorsunuz. Bazen de evet, oldu deyip tuvalin etrafında zafer dansı yapabiliyorsunuz. Bu samimi bir çalışmadır. Yani başkasının yaptığı başarılı bir çalışmaya bakıp şurasını şöyle değiştireyim, burasını böyle değiştireyim, şu renk yerine bunu süreyim, olsun değil de kendinizin tuvalle bir savaşa girmeniz gerekiyor. Tabi, bu söylediklerimin hiçbiri suçlama değil. Bir defa resim yapmak oldukça özveri isteyen bir eylemdir. Bu yüzden resim yapan herkesi takdir ediyorum. Sadece ortalıkta dolanan yapay, ruhsuz, bazen baskı üzerine yapılmış olan resimler ile ilgilidir söylediklerim.
Bu durumda piyasa dediğimiz çoklu hatta çok fazlalı oyuncular ortamında, sizin de belirttiğiniz gibi günde milyonlarca yeni tablo üretilirken nasıl fark yaratılabilir, farklı çalışıyorum derken alakasız veya saçma iş yapılmasından nasıl kurtulabiliriz?
Çok zor. Tamamen Kurtlar Sofrası bir ortam var, pek çok açıdan… Ben de bu konuyu düşündüğüm zaman sanki artık duygu geri plana itilmiş gibi görünüyor. Yani ben kendi adıma konuşayım, pek çok resimden duygu alamıyorum.
Sonuçta resim bir düzenlemedir. Eğer işin içine ruh girmemişse, yüzey düzenlemeyi doğru yaptığımız zaman ortaya plastik bir şey çıkar ama ruhsuz, plastik bir şey çıkar. Yakalamamız gereken sanırım ruhtur. Ben kendi adıma bunun peşinde olduğumu söyleyebilirim.
Diğer sanat dallarında da insanı sarsan, duygularını altüst eden, şaşırtan, hayretler içinde bırakan, etkileyen örnekler görüyor hatta sanatçının özellikle öyle davrandığını düşünüyoruz. Resim sanat dalının etkileme bakımından farkları nelerdir?
Resmin tüketicisine - burada tüketici olarak resim izleyicisinden bahsediyorum, ulaşması biraz daha zor. Öncelikle resim bir mekânda sergileniyor. İzleyicinin resmin karşısına geçmesi gerekiyor ve o resimle biraz zaman geçirmesi lazım. Nerede olacak? Galeride. Galeriye kimler gidiyor..?
Bu nedenle resmin genele yayılması, daha fazla kişi tarafından izlenmesi gerçekten çok zor. Her zaman söylemişimdir, resim insanlara ulaşması açısından zor bir sanat dalıdır. Ulaşmak bile bu kadar zorken, tutup sarsması ve fikir değişikliğine uğratması henüz kolay görünmüyor, kaldı ki bu durum bizim ülkemiz için çok daha zor.
Bu durumda etkisi bakımından akım oluşturur ve diğer sanat dallarını da derinden etkilerken ne gibi bir gücü var ki, Rönesans' ta yapılan resim tüm diğer dalları etkileyebilmiştir?
Rönesans (1) çok şanslı bir dönem tabii. Ortaya çıktığı coğrafya, dönemin ekonomik gücü bunlar önemli etkenler. Ben sanırım biraz karamsar bir tablo çizdim. Bu yüzden siz savunma durumuna geçtiniz ancak söyleyeyim, ben günde 8 saat resim yapan biriyim. Yapmaya da devam edeceğim diye ümit ediyorum.
Sanatın Öyküsü Kitabında (2) "Sanat Öldü Yaşasın Sanat" diye bir bölüm var. Yani bu şu demektir; her şey yapılmış olsa da biz yine de yapmaya devam edeceğiz. Mesela şimdi çok güzel dijital işler yapılıyor. Ayrıca sinemada da resmin etkisini görmek mümkündür.
Soyutla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Soyutun varılacak ya da varılan bir aşama olduğunu düşünüyorum, yani birdenbire ortalığa soyut resim yaparak çıkamazsınız. İzleyicinin bunun öncesini görmesi ve bilmesi gerekir. Mesela diyelim ki doğa resmi yapıyorsunuz, dağları ve ağaçları yapıyorsunuz. Bunları o kadar çok yaparsınız ki bir dönem sonra bozmaya başlarsınız. O bozma lekelere dönüşür, belli bir aşamadan sonra ortalıkta sadece lekeler ya da çizgiler vardır, yani soyut bir resim vardır ama sizin çıkış noktanız dağlar ve ağaçlardır. Aklıma Mondrian (3) geldi. Ben kendime daha çok soyutlama resimleri yakın buluyorum yani yine bir biçimden yola çıkarak bir takım deformasyonlarla, bozmalarla ama yine de yola çıktığı figürü çağrıştıran resimler.
Canlılık ve dolayısıyla evrim sürekli olduğuna ve olacağına göre insan duygularının sanatçı yeteneği ile gösterilmesi veya duyurulması şekil değiştirerek devam edeceğinden, fotoğraf ve kameranın yaygın kullanımı ile afallayan resim sanatı nasıl çözümler üretmişti, bundan sonra ne gibi çözümleri öngörülebilir?
Çok güzel bir konuya temas ettiniz. Empresyonist Resim de (4) tamamen sizin dediğiniz gibi bir durumda ortaya çıktı. Yani fotoğraf icat edilmişti. Artık ressamın görevi betimleme değildi. Daha doğrusu ressam özgürlüğüne kavuştu çünkü betimleme görevi bitmişti. O zamanda tamamen kendi istediği gibi resimler yapmaya başladı. Empresyonizm için konuşursak ışığı takip etmeye başladı. En basit anlamda ve bunu diğer akımlar takip etti.
Pekiyi, çağımızda ne olacak diye fikir yürütürsek bence teknoloji ile ilgili üretimler olacak. Dijital Resim (5) gibi aklıma mesela Refik Anadol (6) geldi bu günlerde ülke olarak yüzümüzü güldüren işler yapıyor. Ee tabii, bu işler tek kişinin yaptığı işler değil, daha çok ekip işleri. Sanırım üretim işleri artık tek ressamın atölyesine kapanıp yapacağı işler olmayacak. Daha çok ekip çalışmaları olacak.
Yine de tuvaldeki duygu yok tabii teknolojide. Sadece görsellik var. Görsellik ve şaşırtmaca. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir şey var, ekip çalışması, asistan gibi terimler. Artık eski bohem ressamlar yok. Kravatlı, ceketli ressamlar var. Yanında asistan çalıştıran, büyük ekip işleri yapan, arkasında holdingler olan ressamlar…
Bir söyleşinizde sanatın karanlık çağını yaşadığımızı ve sebebinin kısırlık veya doygunluk olduğunu belirtmişsiniz; başdönüren hızla teknoloji gelişimini yaşadığımız günümüzde, Elon Musk (7) bir defada altmış uydu birden fırlatabilip yörüngeye yerleştiriyor, sanat ışık saçmıyor mu, bu ışık neyin ışığı?
Musk ışığı mı? Adam dahi. Aslında ben karanlık çağı olarak resmin özellikle ülkemizde ötelenmesinden bahsetmiştim. O söyleşide de bir "üç ayak" gibi bir şeyden bahsetmiştim. Biraz klişe olacak ama "ressam, galerici ve alıcı" diye…
Musk, özel bir insan. Ben onun dahi olduğunu düşünüyorum. Çok küçük yaşta uzay konusuna kafayı takmış ve yanlış hatırlamıyorsam 12 yaşında falan yazılımdan para kazanmaya başlamış biri yani çok genele uyan bir figür değil. Birkaç yıl öncesine kadar ortalıklarda kafa kesen insanlar vardı.
Musk' ın girişimlerinde ilham aldığı sanat açısından bir kaynak var mı bilmiyorum. Bu konuda belki röportajlarına falan bakmak lazım. Geçmişteki insanların eylemlerinde sanatsal kaygı olduğunu da düşünmüyorum. Onlar tamamen işlevsel şeyler yapıyorlardı ama çok iyi yapıyorlardı. Ortaya çıkan şey şu anda bizim sanat olarak algıladığımız şeydir. Pekiyi, bu noktadan sonra sanat teknolojinin gerisinde mi kalacak? Bence, hayır. Biraz önce de söylediğim gibi teknolojik olarak çok görsel ve şaşırtıcı işler görebiliriz ancak aradığımız şey ruh ise ya da duygu ise yine sanatçının elinden fiziksel olarak gerçekten elinden çıkacak işlere bakmak zorundayız.
Yurtdışında nasıldır?
Yurtdışı ile ilgili olarak sosyal medyada takip ettiklerim dışında Almanya' da sergi açtığım zaman biraz gözlemleme imkanı mı olmuştu. Orada da gerçekten bir kısırlık söz konusu, doymuşluk var. Biz bu konuda biraz daha şanslıyız. Çok aktif bir ülkedeyiz, gündemimiz kalabalık ve sürekli bizi şaşırtan sarsan olaylar oluyor ama bunu resim için konuşayım sanata yansıması biraz zor.
Sanat Işık saçmıyor mu diye bir şey sormuşsunuz, bence saçacak. Bir geçiş dönemindeyiz. Resim bir evrilme yaşayacak. Neden böyle diyorum çünkü bu çok fazla konuşulmaya başlandı; her mecrada, her sohbette bu konu konuşuluyor. Türkiye' de resim nereye gidiyor, niye bu kadar çok esinlenme var, niye bu kadar çok çakma resim yapılıyor diye bu o kadar çok konuşuluyor ki bence artık şapkalar masalara konacak.
:)
Medeniyeti yol yapmak, iletişim olarak keşfeden ve insanlık medeniyetini yaptıkları ve yaşadıkları ile çekip çeviren Batı, sanatın endüstrisiyle engellenemez hızla hareket ederken; ülkemizde 13 bin yıl önceden kalan Göbeklitepe (8) ve benzeri örneklerinden devam ederek, tapınak arayışlarının sebebi ne olabilir, sanat bu düğümü nasıl çözer?
Göbeklitepe' nin tapınak olduğu konusu kuramlardan sadece bir tanesi. Bu konuda pek çok kuram var. Uzaylılara bile bağlayanlar var. "İnsanlar yerleşmeden önce inanıyorlardı. Henüz toplayıcı - avcı dönemindeyken bile inançları vardı gibi bir şeyler" söyleniyor fakat dediğim gibi Bu sadece bir kuram. Bizim yani insanların henüz çözemediği bir takım şeyler var Göbeklitepe' de: Hiç insan figürünün yapılmamış olması, 2 tane büyük figürün etrafında neden 12 tane taş olduğu… Tabii, bu taşlar oldukça büyük. En küçüğü - küçük sütun bile sanırım, 10 ton ağırlığındaydı. Sanat açısından bakarsak, sanat yine yol gösterici durumundaymış. Tabii, sütunların üstündeki figürler, Rölyef ler, hayvan figürleri sanat yapmak amacıyla yapılmış şeyler değildir. Muhtemelen; belki korkulduğu için, belki gücünü almak için, belki de ortadaki 2 tane büyük sütün tanrı ve tanrıçayı korumaları için yapılmıştı ancak inanılmaz güçlü heykellerdi ya da rölyef…
Genel sorunlarımızdan biri olarak konunun etrafında dolaşmak, deli veya dahi dışlamasıyla sıradışılamak, görmezden gelmek, üstünü örtmek veya saptırma ile soru ve dolayısıyla sorunlardan / sorunlarımızdan kurtulabilir miyiz, toplumun kendine gelip gözlerini açması için yapılması gerekenler nelerdir?
Bence bizim toplum olarak çok fazla sorunlarımız var. Özelinde konuşursak sanat için söylüyorum, var olmaya çalışıyoruz hala, bizim öncelikle böyle bir sorunumuz var. Yapmamız gereken en birincil şey üretime devam etmek. Siz de iyi bir şey yapmışsınız. Diyalog Sanat gibi bir site açmak ve sanatla ilgili böyle diyaloglara girmek çok değerli.
Hamid Alioğlu: Imren Hanım,
Sanat, sanatçı, sanat eseri ve ahlak konusunda düşünceleriniz nedir ve ikinci soru olarak sanat ve tasavvuf ilişkisinden bahsetmek ister misiniz?
İlk soru oldukça geniş, her biri ayrı bir başlık. Bu nedenle ben sanat eseri ve ahlak konusunda daha önce de vurgusunu yaptığım samimiyet ve öncelikle kendine karşı dürüst olmak konusuna değinmek isterim. Rollo May, (9) Yaratma Cesareti (10) isimli kitabında sanatçı tanımını yaparken, kendi deyimi ile has sanatçıdan bahsederek, tanrının kıskançlık duygularını kamçılayandır der. Bu mertebeye oturtulmuş sanatçının ahlak seviyesinin temelini bana göre dürüstlük oluşturmalıdır. Çağını yakalayıp sorgusunu yapabilen, bunu davranışına aktaran olmalıdır. İkinci soru, sanat ve tasavvuf konusunda fazla bir şey diyemem çünkü bilmediğim bir konu, tasavvuf konusu. Yorum yapmam doğru olmaz.
O halde bir önceki sorudan devam edelim: Tapınak olgusu ile çevresinde şekillenen şehirlerden günümüzde gazete ilanlarında gördüğümüz "satılık kilise" ye gelinceye kadar sanat nasıl etkiledi?
Tapınak diye Göbeklitepe' den mi bahsediyorsunuz yoksa batıdaki kiliselerden mi?
Genel olarak tüm tapınaklar. Neden insan buna ihtiyaç duymuştur ve buradan sanat, insana ne gibi çıkış yolları göstermiştir?
İnsanlar neden tapınağa ihtiyaç duyduğu konusu sosyolojiktir. Buna sosyal bilimcilerin yanıt vermesi gerekir. Ancak dini törenlerin yapıldığı mekanlarda (Müslümanlık dışındaki dinlerden bahsediyorum) sanat özellikle resim sanatı her zaman varolmuştur. Çünkü betimlemeye ihtiyaç vardı. İncildeki emirler, İsa' nın hayatı gibi konular kilise duvarlarında da olmalıydı ki ritüeller daha kalıcı olsun. Görsellik çok önemlidir, okunan şey resim olarakta karşındaysa unutmak zordur.
Kare Filmini (11) görmüş müydünüz, ödüllü filmde karenin "güç ve ilginin mabedi ve içinde herkesin eşit haklara sahip olduğu" anafikri işlenip duruyordu. Sanat neden kendi dışındaki disiplinlerin de temel kavramları ile ilgilidir, buna neden gerek duyar?
1. Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak bilinir. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında batı ile klasik antikite arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin başladığı dönemdir.
2. Sanatın Öyküsü bugüne kadar yayımlanmış sanat kitapları arasındake en tanınmış olanlarından biridir. Bilinen ilk mağara resimlerinden, günümüzün deneysel sanatlarına kadar uzanan geniş bir dönemi ele alan önemli bir başlangıç kitabı olarak, yayınlandığı günden beri rakipsizdir.
3. Piet Mondrian, Hollandalı ressam Pieter Cornelis “Piet Mondriaan” 1912 sonrası Mondrian. Theo van Doesburg tarafından bulunmuş De Stijl sanat hareketi ve oluşumunun önemli bir destekçisiydi. Temsili olmayan ve Neoplastisizm olarak adlandırdığı stili yaratmıştır.
4. İzlenimcilik veya empresyonizm, 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan ve bütün sanat dallarını, özellikle resmi etkileyen akım. Doğadaki unsurların kişinin içinde oluşturduğu izlenimleri, duygusal izleri yansıtmayı hedefler.
5. Dijital boyama, suluboya, yağ, impasto vb. Geleneksel boyama tekniklerinin bir bilgisayar, grafik tablet ve ekran kalemi ve yazılım aracılığıyla dijital araçlar kullanılarak uygulandığı yeni bir sanat formudur. Geleneksel resim, dijital gibi daha modern bir tarza karşılık fiziksel bir ortama sahip resimdir.
6. 1985 yılında İstanbul’da doğan Refik Anadol, bir medya sanatçısı, yönetmen ve tasarımcı. Şu anda Los Angeles’ta yaşayan sanatçı, California Los Angeles Üniversitesi’nden Medya Sanatları, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden ise Görsel İletişim Tasarımı alanında yüksek lisansın yanı sıra en yüksek onur derecesiyle Fotoğraf ve Video lisans diplomalarına sahiptir.
7. Elon Musk yatırımcı ve girişimci. Elon Musk, hem doğum yeri Güney Afrika Cumhuriyeti, hem Kanada, hem de Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıdır. SpaceX’in kurucusu ve Tesla Motors ile PayPal’ın kurucu ortaklarındandır.
8. Göbeklitepe veya Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık olarak 22 km kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaş yuvarlak planda dizilmiş, araları taş duvarla örülmüştür.
9. Rollo May, Amerikalı varoluşçu psikolog. Varoluşçu felsefenin yanı sıra humanist psikolojinin de önemli isimlerinden biri olarak bilinir. Türkçeye Kendini Arayan İnsan ve Yaratma Cesareti isimli kitapları çevrilmiştir. Rollo May, teolog Paul Tillich'in yakın arkadaşlarındandır.
10. Yaratma Cesareti, Amerikan psikolojisi ve varoluşçu psikoterapinin önde gelen ismi Rollo May'in en temel yapıtlarından biri. May, psikoloji, psikoterapi, felsefe ve sanatla yakın ilişkisinden ötürü, yaratıcılık konusunu ilginç bir perspektiften inceliyor. Tüm varoluşçular gibi o da kaygı olgusuna büyük önem vererek, değişimin kaygının içine gömülerek varılacak bir yaratıcılık düzeyinde gerçekleşeceğini vurguluyor. Geçiş dönemi psikolojisinin tüm olumsuzluğunu, yaratıcılığın zorunluluğu adına kutlayan May, "yeni olan"ın her yerde fışkırdığı bir dünyada, insanın bilindışı kaynaklara güvenmesi gerektiğini savunuyor.
11. Başrollerini Elisabeth Moss, Dominic West ve Claes Bang’in paylaştığı 2017 Cannes’da gösterimi yapılan The Square, İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un konuşma özgürlüğü, sanatsal özgürlükler, sosyal sansür vb. konuları İskandinav perspektifinde, politik ve sosyal çerçevede inceleyen bir film.
Christian, Stockholm’de bir modern sanat galerisinde çalışmaktadır ve projelerinden biri de The Square olarak adlandırılan alandır. Bu alan büyük bir toplumda farklı katmanlardan, farklı sosyal sınıflardan gelen insanların küçük bir yansımasıdır ve Christian ziyaretçileri insanlara güvenmeli mi güvenmemeli mi sorusu ile iki farklı yoldan birini seçmeye davet etmektedir ve bu soru bizi tüm film boyunca takip eder.