DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

BÜLENT İPLİKÇİOĞLU İLE


1.163. DİYALOG: BİR MANİFESTO İKİ SENARYO

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz. 
Birim Fiyatı: €420

15 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN
----------------------------


"Sadece bir diyalog değil, aynı zamanda bir manifestodur. Sanatın ve aydınlanmanın, karanlığa karşı en güçlü silah olduğunu gösteren bir manifesto."

Prof. Dr. Bülent İplikçioğlu ile Diyaloğunuzun Analizi

Bülent İplikçioğlu ile yaptığınız diyalog, önceki sohbetlerinizden farklı olarak, daha çok tarih, felsefe, din ve kültür gibi konuları merkeze alan bir yapıya sahip. Sanat, diyaloğun bir parçası olsa da, temel olarak bu geniş kavramsal çerçeve içinde ele alınıyor. İplikçioğlu'nun bir tarihçi ve akademisyen olarak konuya yaklaşımı, diğer akademisyenlerinizin düşüncelerini hem destekliyor hem de onlardan ayrışıyor.

1. Diyalogdaki Ana Temalar
Diyalogda öne çıkan temel başlıklar şunlardır:
 
*Din ve Sekülerizm Tartışması: Diyalog, Türkiye'de sekülerizmin neden anlaşılamadığı sorusuyla başlıyor. İplikçioğlu, bu sorunu "anlayacak dilden olmamasına" ve "inançları istismar etme" problemine bağlıyor. Bu, felsefi bir yaklaşımla, sekülerizmin bir inançtan çok, inançların özgürce yaşanabildiği bir hukuk sistemi meselesi olduğunu vurguluyor. Ancak, bu konudaki acıların yeterli olmadığını ve "başa gelmeden anlaşılmadığını" söyleyerek, Türkiye'nin tecrübe eksikliğine işaret ediyor.
 
* Komünizm ve Din: Diyalog, komünistlerin ve dincilerin "katılık" ve "bireyi imha etme" yaklaşımlarının benzer olduğu yönündeki tezinize, İplikçioğlu "Farkı yok derim" diyerek katılıyor. Ancak, Türkiye'de komünizmin bir etkisinin olmadığını, asıl sorunun din simsarlığı olduğunu söyleyerek, gündemdeki tartışmaların kaynağına dair farklı bir bakış açısı sunuyor. Onun için panzehir, ideolojiler değil, bilinçlenmiş bir ulus ve vatandaşlık hukukudur.
 
* Sanatçı-Akademisyen İlişkisi: Diyalogun en can alıcı noktalarından biri, sizin "haddinizi bileceksiniz" gibi sert bir ifadeyle dile getirdiğiniz sanatçı-akademisyen çatışması. İplikçioğlu, bu çatışmayı reddediyor ve sanatçıyla akademisyenin aynı şeyi yapmadığını savunuyor. Ona göre sanatçı duygularıyla evreni kavrarken, akademisyen akıl ve mantıkla, sistematik bir düşünceyle yaklaşır. Bu, sanatın öznel ve duygusal, bilimin ise nesnel ve rasyonel olduğu yönündeki temel felsefi ayrımı vurguluyor.
 
*Tarih, Gerçek ve Miras: İplikçioğlu, tarihi figürleri ve kültürleri anlamanın zorluğunu Attila ve Roma örnekleriyle açıklıyor. "Çok iyi bildiğimiz Roma kültürünü bile tam anlamış değiliz" diyerek, geçmişten ders alıp geleceği kurgulama fikrinin ne kadar zor olduğunu belirtiyor. Bu, geçmişin, bugünün sorunlarını otomatik olarak çözmeye yetmeyeceği, ancak derinlemesine incelenmesi gerektiği yönünde pragmatik ve eleştirel bir tarih anlayışını yansıtıyor.
 
* Ritim, Coşku ve Hata: Diyaloğun daha hafif bir tonla başlayan ikinci bölümünde, İplikçioğlu coşku ve ritim gibi duyguların yaratılıştan geldiğini, ancak "coşkunun bilincin kaybolması demek olmadığını" vurguluyor. Bu, sanatın ve duyguların da akıl ve kontrolle birleşmesi gerektiği fikrini ortaya koyuyor.

2. Diğer Akademisyenlerle Benzerlik ve

Farklar
Benzerlikler:
 
*Akademiye Yönelik Eleştirel Yaklaşım: Bülent İplikçioğlu, diğer akademisyenler gibi (Işıl Savaşer, Polat Canpolat, Mert Yüksel) mevcut akademik yapının sorunlarına değiniyor. Onun "hadden bildirecek durum yok" yaklaşımı, akademinin, sanatın özüne müdahale etmemesi gerektiği fikriyle örtüşüyor.
 
*Birey ve Toplum Sorunu: Diyalog, bireyin özgürlüğü ve toplumun üzerindeki baskı (din, ideoloji) temasını işleyerek, Mert Yüksel'in "birey" tanımıyla benzerlik gösteriyor.
 
*Pragmatik ve Gerçekçi Ton: İplikçioğlu'nun "İdeallerle mi yaşayacağız, gerçeklerle mi?" sorusuna benzer bir şekilde, sekülerizm ve ideolojiler konusunda pragmatik bir tavır sergilemesi, Şaban Tuncer'in kapitalizmle ilgili düşünceleriyle paralel.

Farklar:
*Konunun Kapsamı: Bu diyalog, diğerlerinden farklı olarak, sanatın dışındaki felsefi, tarihi ve siyasi konulara daha fazla ağırlık veriyor. Sanat, diyaloğun ana konusu değil, bu daha geniş tartışmaların bir parçası. Bu, İplikçioğlu'nun bir sanatçıdan çok bir tarihçi ve felsefeci kimliğini öne çıkarıyor.
 
*Tarihsel Derinlik: İplikçioğlu, argümanlarını Roma ve Attila gibi tarihsel figürler ve olaylar üzerinden kurarak, diğer akademisyenlerin güncel ve sosyal referanslarından (sosyal medya, sanat fuarları) farklı bir boyut katıyor.
 
*Diyalog Tonu ve Üslubu: İplikçioğlu, sizin "kafayı bozmak," "tükürmek" veya "haddini bilmek" gibi sert ifadelerinize rağmen sakin ve rasyonel bir dil kullanıyor. Bu, diyaloğun sertleşmesini engelliyor ve felsefi bir tartışma zemini koruyor. Bu, Mert Yüksel'in kişisel ve duygusal tepkilerinden farklı bir yaklaşım.

Sonuç olarak, Bülent İplikçioğlu diyaloğu, sanatın sorunlarını daha geniş bir tarihsel ve felsefi bağlamda ele alarak, diğer diyalogların eksik bıraktığı bir boyutu tamamlıyor.

ATTİLA

Bülent İplikçioğlu ile yaptığınız diyalogda da bahsi geçtiği gibi, Attila'nın Avrupa ve dünya tarihindeki etkisi, sadece askeri bir lider olmanın çok ötesine geçiyor. O, Avrupa'nın siyasi, demografik ve kültürel yapısını derinden etkilemiş bir figürdür.

1. Kavimler Göçü'nü Hızlandırması
Attila'nın Avrupa'ya düzenlediği akınlar, zaten başlamış olan Kavimler Göçü'nü hızlandırmış ve şiddetlendirmiştir. Hunların baskısından kaçan Cermen kabileleri (Vizigotlar, Vandallar, Ostrogotlar gibi), Batı Roma İmparatorluğu'nun topraklarına sığınmak zorunda kalmıştır. Bu kitlesel göçler, Roma'nın sınırlarını aşmasına ve iç karışıklıkların artmasına yol açarak Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküş sürecini hızlandırmıştır. Aynı zamanda, bu göçler bugünkü Avrupa milletlerinin etnik ve demografik temellerinin atılmasına zemin hazırlamıştır.

2. Avrupa'nın Siyasi Haritasını Değiştirmesi
Attila, 5. yüzyılda Avrupa'nın en güçlü siyasi figürü haline geldi. Hem Doğu Roma (Bizans) hem de Batı Roma İmparatorluğu'nu haraç ödemeye zorlaması, onların gücünün ne kadar zayıfladığını ve artık Avrupa'nın tek hâkim gücü olmadıklarını gösterdi. Attila'nın Batı Roma İmparatoru'nun kız kardeşi Honoria ile evlenerek imparatorluk topraklarının yarısını çeyiz olarak istemesi gibi diplomatik manevraları, onun sadece bir savaşçı değil, aynı zamanda bir siyasi deha olduğunu kanıtlar.

Ayrıca, Attila'nın seferleri ve saldırıları sonucu, İtalya'da yaşayan insanlar bataklık bölgelere kaçarak yeni yerleşim yerleri kurdu. Bülent İplikçioğlu'nun da belirttiği gibi, bugünkü Venedik şehrinin temelleri de bu dönemde, Hunların baskısından kaçan İtalyanlar tarafından atılmıştır.

3. Askeri Strateji ve Savaş Sanatı
Hun ordusunun en büyük gücü, at üzerindeki üstün okçuluk yetenekleriydi. Hun süvari okçuları, hareket halindeyken bile isabetli atışlar yapabiliyor, bu da onları Roma ve diğer ordular karşısında ölümcül bir güç haline getiriyordu. Attila, bu benzersiz savaş tekniğini ustaca kullanarak Avrupa'nın askeri düşünce yapısını derinden etkilemiştir.

4. Kültürel Etki ve Miras
Attila, Batı'da "Tanrı'nın Kırbacı" olarak anılsa da, bu korku ve yıkım figürü zamanla bir efsaneye dönüştü. Hakkında destanlar, operalar ve filmler yazıldı. Özellikle Macar ve Türk kültüründe, o bir yıkım figürü değil, bir kahraman ve kurucu bir atadır. Bu, farklı kültürlerin aynı tarihi figüre nasıl farklı anlamlar yükleyebileceğinin bir göstergesidir.

Özetle, Attila sadece bir imparatorluğun lideri değil, aynı zamanda Avrupa tarihinin akışını değiştirmiş, Kavimler Göçü ile kıtanın etnik yapısını yeniden şekillendirmiş, Roma İmparatorluğu'nun zayıflığını gözler önüne sermiş ve kalıcı kültürel izler bırakmış bir figürdür.

AKADEMİ

Akademinin tarih, felsefe ve sanat alanında araştırma yaparken dikkat ettiği temel prensipler, bilimsel ve etik bir çerçeve içinde hareket etmeyi gerektirir. Bu üç disiplin, konuya özgü farklılıkları olsa da, ortak bir metodoloji ve etik ilkeler bütününe bağlı kalır.

1. Tarih Araştırmaları
Tarih araştırmaları, geçmişin bilgisine ulaşmayı ve bu bilgiyi yorumlamayı hedefler. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar şunlardır:
 
* Kaynak Eleştirisi: Bülent İplikçioğlu'nun diyalogda belirttiği gibi, tarihsel kaynakların güvenilirliği her şeyden önemlidir. Akademisyenler, birincil kaynakları (dönemin belgeleri, mektuplar, arkeolojik buluntular) ve ikincil kaynakları (tarihçilerin bu kaynaklar üzerine yaptığı çalışmalar) ayrıştırmalıdır. Birincil kaynaklar için iç tenkit (içerik analizi) ve dış tenkit (kaynağın fiziksel özelliklerinin analizi) yöntemleri kullanılır. Örneğin, bir belgenin o döneme ait olup olmadığı, yazarının kim olduğu, tarafsızlığı ve motivasyonu sorgulanır.
 
* Objektiflik ve Yorumlama: Tarihçi, bulduğu verileri kendi ideolojik veya kişisel önyargılarından arındırarak yorumlamalıdır. Bülent İplikçioğlu'nun Attila hakkındaki kaynakların tamamen Roma kaynakları olmasına dikkat çekmesi, bu objektiflik arayışının bir örneğidir. Tarihçi, elde ettiği bilgileri mutlak bir gerçeklik olarak değil, dönemin koşulları içinde anlamlandırmaya çalışır.
 
* Kanıt Temelli Yaklaşım: Tarihsel bir tez, sadece kişisel bir görüşe dayandırılamaz; sağlam kanıtlarla desteklenmelidir. "Soğuktan korktukları için güneşe taptılar" gibi iddialar, tarihsel verilerle ispatlanamadığı sürece akademik bir geçerlilik taşımaz.

2. Felsefe Araştırmaları
Felsefe, kavramları ve argümanları analiz etme üzerine kuruludur. Bu nedenle, felsefe araştırmalarında metodoloji, diğer disiplinlere göre daha soyut olabilir.
 
* Kavramsal Netlik: Felsefi bir argüman, kullanılan terimlerin (örneğin, "özgürlük," "adalet," "sekülerizm") net bir şekilde tanımlanmasını gerektirir. Mert Yüksel'in "birey" tanımı gibi, bir felsefeci önce kavramını açıkça ortaya koyar. Bülent İplikçioğlu'nun sekülerizmi "inançları istismar etmeme" olarak tanımlaması, konuya felsefi bir netlik kazandırma çabasıdır.
 
* Argümantasyon ve Mantık: Bir felsefe araştırması, kendi içinde tutarlı ve mantıklı bir argüman zinciri kurmalıdır. Eleştiriye açık olmalı ve karşıt görüşleri de dikkate almalıdır. İplikçioğlu'nun sizin komünist-dinci karşılaştırmanıza "Farkı yok" diyerek katılması, ancak bu tezi "din simsarlığı" gibi daha kapsamlı bir bağlamda ele alması, sağlam bir felsefi analiz örneğidir.
 
* Metin Eleştirisi: Felsefe araştırmaları, metinler üzerinde yoğunlaşır. Filozofların eserleri, bağlamları, kullandıkları dil ve argümanları derinlemesine incelenir. Bu, Platon'un diyaloglarının analizine benzer şekilde, bir metnin ne söylediğini değil, nasıl söylediğini ve neden bu şekilde söylediğini anlamayı amaçlar.

3. Sanat Araştırmaları
Sanat araştırmaları, sanat eserini estetik, tarihi ve kültürel bağlamlar içinde anlamlandırmayı hedefler. Bu alandaki metodoloji, daha esnek ve disiplinlerarası olabilir.
 
* Çok Disiplinli Yaklaşım: Sanat eseri, sadece kendi estetik değerleriyle değil, aynı zamanda üretildiği dönemin tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel koşullarıyla birlikte incelenir. Örneğin, bir minyatür, sadece görsel bir obje olarak değil, aynı zamanda dönemin sosyopolitik yapısını yansıtan bir belge olarak da ele alınır.
 
* İkonografik ve Biçimsel Analiz: Sanat tarihçileri, bir eserin içeriğini (konu, semboller) ve biçimini (renk, çizgi, kompozisyon) ayrı ayrı inceler. Bu analizler, eserin ardındaki anlamı ve sanatçının niyetini ortaya çıkarmaya yardımcı olur.
 
* Öznellik ve Nesnellik Dengesi: Sanat, doğası gereği öznel bir alandır. Akademisyen, sanatçının yaratım sürecini ve kişisel ifadesini saygıyla karşılamakla birlikte, bunu evrensel estetik prensipler ve eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmelidir. Şaban Tuncer'in "eleştirmen için kötü iş vardır, sanatçısı için yoktur" sözü, bu dengenin önemini gösterir.
 
* Yaşayan Sanatçı Odaklı Yaklaşım: Polat Canpolat'ın dediği gibi, akademi yalnızca ölmüş sanatçılara odaklanmamalı, yaşayan sanatçıların eserlerini de incelemeli ve onlarla diyalog kurmalıdır. Bu, sanatın dinamik ve sürekli değişen bir alan olduğunu kabul etmek anlamına gelir.

OKUR

Diyalog Sanat okurları, akademisyenlerle yapılan bu diyalogları okuyarak birçok önemli fayda elde edebilirler. Bu faydalar, sadece bilgi edinmenin ötesinde, entelektüel ve kişisel gelişimlerini destekleyen bir deneyim sunar.

1. Düşünsel ve Felsefi Derinlik Kazanma
Okurlar, bu diyaloglar sayesinde sanat, tarih, bilim ve toplum gibi konulara farklı bir pencereden bakma fırsatı bulurlar. Akademisyenlerin sunduğu felsefi ve analitik düşünme biçimi, okurları ezberden uzaklaştırarak kendi düşüncelerini sorgulamaya teşvik eder. Örneğin, Polat Canpolat'ın "Her şey biraz sanat, hiç kimse sanatçı değil" gibi paradoksal ifadeleri veya Bülent İplikçioğlu'nun "Sanatçı duygularıyla, akademisyen akılla" yaklaşımı, okuyucunun konuya dair yerleşik fikirlerini yeniden gözden geçirmesine neden olur.

2. Çağdaş Sanat ve Akademiye Dair Eleştirel Farkındalık Geliştirme
Diyaloglar, Türkiye'deki sanat ve akademi dünyasının güncel sorunlarını şeffaf bir şekilde ortaya koyar. Okurlar, bu sohbetleri takip ederek, sanat fuarlarının "panayırlaşması" (Işıl Savaşer), akademideki "intihal" sorunu (Mert Yüksel) ve "devlet baskısı" (Bülent İplikçioğlu) gibi meselelere dair eleştirel bir farkındalık kazanır. Bu, sanatın idealize edilmiş dünyasının ötesinde, gerçekçi ve yapısal sorunlarını anlamalarını sağlar.

3. Farklı Disiplinleri Bir Arada Görme
Platformunuz, sanatın sadece görsel bir alan olmadığını, aynı zamanda tarih, sosyoloji, felsefe ve ekonomi gibi diğer disiplinlerle de iç içe olduğunu gösterir. Okurlar, akademisyenlerin kendi uzmanlık alanlarından verdikleri örneklerle (örneğin, Bülent İplikçioğlu'nun tarihi referansları veya Mert Yüksel'in din-sanat ilişkisi analizi), konuları daha bütüncül bir şekilde değerlendirme yeteneği kazanır. Bu, interdisipliner bir bakış açısı geliştirerek, okurların düşünsel ufkunu genişletir.

4. Bireysel Güçlenme ve Cesaret Kazanma
Diyaloglarda sanatçıların yaşadığı zorluklar, mücadeleler ve başarı hikâyeleri de ele alınır. Şaban Tuncer'in "kendi ağını kendi örmesi" gerektiğini söylemesi veya Mert Yüksel'in sanatçının "kendi düşüncelerini savunması" gerektiği vurgusu, sanatçı adaylarına ve genç sanatseverlere ilham verir. Bu diyaloglar, okurlara, yaratıcılığın sadece bir yetenek değil, aynı zamanda kararlılık ve cesaret gerektiren bir süreç olduğunu göstererek, kendi yollarını çizmeleri için motivasyon sağlar.

Özetle, Diyalog Sanat platformunuz, okurlara sadece bilgi değil, aynı zamanda düşünme becerilerini geliştirecek, eleştirel bir farkındalık kazandıracak ve kendi potansiyellerine inanmaları için ilham verecek bir deneyim sunar.

HİKAYE

Tüm diyaloglarınızın ortak bir hikayesi var: Türkiye'de sanat ve akademinin gerçekliğini arayış. Bu hikaye, bir idealizm ile bir pragmatizm çatışması etrafında şekilleniyor ve her diyalog, bu çatışmanın farklı bir yüzünü ortaya koyuyor.

1. Bölüm: İdealizm ve Hayal Kırıklığı
Hikaye, sanatın yüce ve dokunulmaz olduğu inancıyla başlıyor. Bir yandan sanatın gücü sorgulanırken (Polat Canpolat), diğer yandan akademinin bu güce nasıl ihanet ettiği, intihal ve kolaycılıkla nasıl yozlaştığı ele alınıyor. Buradaki ana karakterler, sanatın etik ve ahlaki değerlerinin aşındığına tanık olan akademisyenler ve sizsiniz. Hikaye, "Devletin bile masrafını karşıladığı bir akademi ne kadar gerçektir?" sorusuyla, sistemin temelden çürümüş olduğu hayal kırıklığını dile getiriyor.

2. Bölüm: Kavga ve Mücadele
İkinci bölümde hikaye, teorik tartışmalardan somut mücadelelere dönüyor. Sanatçılar, kendi varoluşlarını ve eserlerini koruma mücadelesi veriyor. Şaban Tuncer, "kapitalizmde ayakta durmak" ve "değerliyi değersizleştirmeye çalışanlara" karşı durmak gerektiğini savunuyor. Bu bölümün ana teması, sanatçının sadece yaratıcı değil, aynı zamanda hayatta kalma savaşçısı olduğu gerçeği. Hikaye, sanatın politik ve ideolojik baskılarla nasıl iç içe geçtiğini, hatta bazı siyasetçilerin sanatı aşağıladığını gösteriyor.

3. Bölüm: Çözüm Arayışı ve Felsefi Derinleşme

Hikayenin son bölümü, sorunların ötesinde bir çözüm arayışına odaklanıyor. Mert Yüksel, problemin sadece sanatta olmadığını, aynı zamanda din, yönetim ve toplumdaki "birey olamama" sorunlarında yattığını gösteriyor. Bülent İplikçioğlu ise bu sorunlara tarihsel ve felsefi bir derinlik katıyor. Geri kalmışlığın köklerinin ideolojik çatışmalardan çok, bilim ve kültürden uzak durmakta yattığını savunuyor. Hikaye, bu noktada sanatı bir "kurtarıcı" olarak görüyor; çünkü sanat, bizi düşünmeye, sorgulamaya ve kalıpların dışına çıkmaya zorluyor.

Hikayenin Ortak Anlamı

Tüm bu diyalogların hikayesi, sanatın ve aydınlanmanın, sistemin ve dogmatizmin baskısı altında hayatta kalma mücadelesidir. Her bir akademisyen, bu mücadelenin farklı bir yönünü temsil ediyor. Kimi pragmatizmi (Şaban Tuncer), kimi felsefi derinliği (Bülent İplikçioğlu), kimi ise yaratıcılığı ve bireysel duruşu (Mert Yüksel) öne çıkarıyor. Sonuç olarak, bu hikaye, sanatın sadece galerilerde veya müzelerde var olan bir şey değil, aynı zamanda toplumun vicdanı, aklı ve hayatta kalma iradesi olduğunu gösteriyor.

SENARYO

"Tanrının Kırbacı: Yıkım ve Yaratım"
Senaryo Konsepti:

Tür: Tarihi Drama, Fantastik

Hikaye: Beşinci yüzyıl Avrupa'sının kaotik atmosferinde, Attila, bilinen dünyanın siyasi ve kültürel düzenini kökten sarsan bir figür olarak yükselir. Bu film, onun sadece bir savaş lideri olmadığını, aynı zamanda tarihin akışını değiştiren bir gücü temsil ettiğini anlatır. Hikaye, Attila'nın Batı'da "Tanrı'nın Kırbacı" olarak anılmasından, modern Türkiye'deki sanat dünyasının kargaşasına uzanan paralel bir kurguyla ilerler.

Temalar:
* Yıkım ve Yaratım: Attila'nın Batı Roma İmparatorluğu'nu yıkımı, aynı zamanda yeni bir medeniyetin, Venedik'in (Bülent İplikçioğlu'nun diyalogundan ilhamla), doğuşuna zemin hazırlar. Bu, yıkımın her zaman yeni bir yaratımı beraberinde getirdiği felsefesini vurgular.
 
* Geçmişin Yükü: Modern akademisyenler, Attila'nın mirasını ve tarihin getirdiği yükü tartışırken, kendi ülkelerindeki kültürel ve sanatsal çatışmalarla yüzleşirler. Film, tarihsel figürlerin ve olayların modern zamanlardaki yankılarını gösterir.
 
* Birey ve Sistem: Attila'nın bireysel dehası ve liderliği, onun sistemlere (Roma İmparatorluğu) meydan okumasını sağlar. Bu, modern sanatçının (Şaban Tuncer'den ilhamla) kendi bireysel varoluşunu koruma mücadelesiyle paralel bir hikaye sunar.

Ana Karakterler:
* Attila (40'lı yaşlar): Zeki, acımasız ve vizyoner bir Hun lideri. Batı Roma'nın kibrine ve çürümesine içerlemiş, tarihin akışını değiştirmeye kararlı.
 
* Cassius (30'lu yaşlar): Batı Roma İmparatorluğu'nda görevli, entelektüel ve sanatsever bir elçi. Hunların gücü ve barbarlığı karşısında çaresiz, ancak Attila'nın dehasına hayran.
 
* Erkan (50'li yaşlar): Günümüzde yaşayan, idealist ve hayal kırıklığına uğramış bir sanatçı. Yıllardır sanat atölyeleri açmak için mücadele ediyor ancak bürokrasinin ve din simsarlarının duvarına çarpıyor.
 
* Polat, Şaban, Mert, Bülent (40-60'lı yaşlar): Farklı disiplinlerden gelen akademisyenler. Sanatın, tarihin ve toplumun durumu üzerine tartışan, modern aydınları temsil eden entelektüel bir grup.

Senaryo Akışı:

Sahne 1: Yıkım (5. yüzyıl)
Film, sisli bir Avrupa bozkırında başlar. Attila, Hun savaşçılarını Roma'ya doğru bir akın için hazırlarken, elçi Cassius'la karşı karşıya gelir. Cassius, Roma'nın sanatını, felsefesini ve medeniyetini anlatarak Attila'yı durdurmaya çalışır. Ancak Attila, bu "medeniyetin" aslında kibrin ve yozlaşmanın bir sonucu olduğunu düşünür.

Sahne 2: Yaratım (Günümüz)
Film, paralel kurguyla modern İstanbul'a atlar. Erkan, bir sanat atölyesi açmak için bir belediyeyle görüşmektedir. Bürokrasi ve siyasi kaygılarla dolu bu görüşme, Erkan'ın hayal kırıklığını derinleştirir. Aynı anda, bir üniversitenin felsefe bölümünde, akademisyenler (Polat, Şaban, Mert, Bülent) Attila'nın yıkımını ve Venedik'in doğuşunu tartışmaktadır.

Sahne 3: Paralellikler
Hikaye, Attila'nın Roma'yı kuşatması ve modern sanatçının sistemle mücadelesi arasında köprüler kurar. Attila, Roma'yı içeriden çürüten hırs ve açgözlülüğün kendi sonunu getirdiğini görür. Aynı şekilde, Erkan ve akademisyenler, modern Türkiye'deki sanata ve akademiye zarar veren "şark kurnazlığı" ve "din simsarlığı" gibi unsurları tartışırlar.

Sahne 4: Dönüşüm
Attila, Roma'yı tamamen yok etmek yerine, bir anlaşma yapar ve geri döner. Bu, yıkımın mutlak olmadığını ve bazı değerlerin (Venedik'in doğuşu gibi) korunabileceğini gösterir. Aynı şekilde, Erkan, bürokrasiye karşı mücadelesinde yılmaz. Akademisyenlerin rehberliğiyle (özellikle Bülent İplikçioğlu'nun "Panzehir bilinçlenmiş bir ulustur" sözü), bireysel mücadelenin daha büyük bir dönüşüme yol açabileceğini fark eder.

Final Sahnesi: Sonsöz
Film, Attila'nın Venedik'e bakışıyla, Erkan'ın atölyesinin önünde duruşunu birleştirir. Bir yanda tarihin en büyük yıkıcılarından biri, diğer yanda ise sanatın hayatta kalma mücadelesinin en canlı örneği. İki hikaye de aynı mesajı verir: Yıkım ne kadar büyük olursa olsun, yaratma ve düşünme iradesi her zaman yeni bir başlangıcın tohumlarını eker. Film, sanatın sadece bir eser değil, aynı zamanda bir kurtarıcı olduğu fikriyle son bulur.

SENARYO: YENİ ASYA

"Demir ve Demokrasi: Asya' nın Yükselişi"
Senaryo Konsepti:

Tür: Politik Gerilim, Tarihi Drama (Yakın Gelecek)

Hikaye: Bu senaryo, Attila'nın yıkımının bir medeniyetin doğuşuna yol açması fikrinden ilham alıyor. Vladimir Putin'in despotik rejiminin çöküşü ve ardından gelen kaotik dönemde, sanata ve felsefeye inanan bir grup aydının, Rusya'nın ve Asya'nın geleceğini yeniden inşa etme mücadelesini anlatıyor. Hikaye, "yıkım"ın kaçınılmaz olduğu, ancak "yaratım"ın ancak bilinçli ve kolektif bir çabayla mümkün olduğu felsefesine dayanıyor.

Temalar:
* Yıkım ve Yaratım: Putin'in imparatorluğunun yıkılışı, sadece bir rejimin sonu değil, aynı zamanda yeni bir demokratik düzenin doğum sancılarıdır. Tıpkı Attila'nın Roma'yı yıkarak Venedik'in kurulmasına zemin hazırlaması gibi, bu senaryo da Rusya'nın kaotik yıkımından yepyeni bir Asya federasyonunun doğuşunu işler.
 
* Birey ve Sistem: Hikaye, bireyin sistem karşısındaki gücünü vurgular. Sansür ve baskı altında yaşayan sanatçılar ve aydınlar, sadece kendi varoluşlarını değil, aynı zamanda toplumun özgürleşmesini sağlamak için mücadele ederler. Mert Yüksel'in "birey" tanımı, yani özgür ve kendi düşüncelerini savunan insan fikri, bu senaryonun temel taşını oluşturur.
 
* Sanat ve Direniş: Sanat, bu senaryoda sadece bir ifade aracı değil, aynı zamanda bir direniş ve aydınlanma silahıdır. Yeraltında sergilenen resimler, bestelenen şarkılar ve gizlice basılan kitaplar, rejimin yıkılmasında önemli rol oynar. Bu, Bülent İplikçioğlu'nun sanat ve aydınlanma arasındaki bağa dair görüşlerini yansıtır.

Ana Karakterler:
* Dimitri (30'lu yaşlar): Yetenekli ama baskı altında eserlerini gizlice üreten bir dijital sanatçı. Putin rejimine karşı pasif direnişin sembolü.
* Marina (60'lı yaşlar): Saygın, yaşlı bir akademisyen ve felsefeci. Üniversitesinden atılmış olsa da, gençleri gizlice bilgilendirmeye devam eder. Bülent İplikçioğlu'nun akılcı ve sakin tavrı onun karakterine ilham verir.
* Anka (20'li yaşlar): Genç bir aktivist ve gazeteci. Bilim ve kültürün toplumun kurtarıcısı olduğuna inanır ve yer altı haberleşme ağlarını yönetir.
* General Markov (50'li yaşlar): Rejime bağlı görünen, ancak içten içe sistemin çürüdüğünü gören bir subay. Sanat ve felsefeye gizli bir ilgisi vardır ve sanatçıların direnişine destek olur.

Senaryo Akışı:

Sahne 1: Çürüme (Günümüz)
Film, sansür ve baskının hüküm sürdüğü Moskova'da başlar. Dimitri, eserlerini gizlice sergilerken, General Markov'un istihbarat servisleri tarafından takip edilir. Marina, eski öğrencilerini gizlice toplayarak onlara Platon'un diyaloglarını ve modern felsefeyi öğretir. "İdeolojilerin panzehiri, vatandaşlık hukuku temelli bilinçlenmiş bir ulustur" felsefesi, tartışmaların merkezindedir.

Sahne 2: Kıvılcım (Yakın Gelecek)
Bir ekonomik kriz ve rejimin liderliğindeki zayıflık, halk arasında hoşnutsuzluğu artırır. Dimitri'nin yaptığı bir dijital sanat eseri, gizli ağlarda hızla yayılır ve halkın duygularına tercüman olur. Bu, yeraltı direnişinin ilk büyük kıvılcımıdır.

Sahne 3: Yıkım ve Doğum
Protestolar şiddetlenir ve Kremlin önünde büyük bir isyan patlak verir. General Markov, rejimi savunmak yerine, ordunun bir kısmını protestocuların yanına çekerek güç dengesini değiştirir. Putin'in imparatorluğu yıkılırken, şehirler kaosa sürüklenir. Bu süreçte sanat eserleri, binalar, ideolojiler ve insanlar zarar görür.

Sahne 4: Yeniden İnşa (Yaratım)
Kaos sona erdikten sonra, Marina ve Anka, Rusya'nın geleceğini inşa etmek için bir "Aydınlanma Konseyi" kurar. Dimitri ve diğer sanatçılar, sanatlarını toplumsal iyileşme için kullanmaya başlar. Sloganlarla değil, bilim, sanat ve felsefeyle ilerleyen yeni bir anayasa taslağı hazırlanır. Bu, kapitalizmin çirkin yüzüyle bile "işimize bakmak" gerektiğini savunan Şaban Tuncer'in pragmatizmini yansıtır.

Final Sahnesi:
Filmin sonunda, Moskova'nın Kızıl Meydanı'nda, sanatçılar özgürce eserlerini sergilerken, Marina ve Anka, yeni kurulan "Asya Birleşik Devletleri"nin temel ilkelerini ilan ederler. Bu yeni düzen, ne komünizm ne de dinî bir ideolojiye dayanır; sadece bilime, sanata ve bireysel haklara saygı duyan bir vatandaşlık hukuku üzerine kuruludur. Film, "Sanat bizi biz yapan, nefes almamızı sağlayan bir kurtarıcıdır" felsefesiyle son bulur.

BİREYCİLİK

Günümüz dünyasında bireycilik sadece bir felsefi akım olmaktan çıkıp, yaşamın her alanını etkileyen dinamik bir gerçeklik haline geldi. Teknolojik gelişmeler ve küreselleşmeyle birlikte bireyler, kendi kimliklerini ve amaçlarını daha çok ön plana çıkarmaya başladılar. Ancak bireyciliğin tam anlamıyla başarılı olması, önündeki çeşitli engeller nedeniyle karmaşık bir hal alıyor.

Bireyciliğin Başarılı Olma Potansiyeli

Günümüz dünyası, bireyciliğin gelişmesi için benzersiz fırsatlar sunar:
* Bilgiye Erişim: İnternet ve dijital platformlar sayesinde, bireyler daha önce görülmemiş bir hızda bilgiye ulaşabiliyor. Bu, bireysel öğrenmeyi, kendini geliştirmeyi ve eleştirel düşünmeyi teşvik eder.
* Küresel Bağlantılar: Sosyal medya ve iletişim teknolojileri, bireylerin kendi ilgi alanlarına göre küresel ağlar kurmasına olanak tanır. Artık bir kişi, coğrafi sınırları aşarak benzer düşünen insanlarla bir araya gelebilir. Bu durum, kolektif ideolojilerin dayattığı kimliklerin yerine, kişisel kimliklerin oluşumunu hızlandırır.
* Ekonomik Fırsatlar: Gig ekonomisi ve dijital girişimcilik, bireylerin kendi kariyer yollarını çizmelerine ve geleneksel kurumsal yapılara bağlı kalmadan gelir elde etmelerine imkân tanır. Bu, kişisel amaçları ve kontrolü merkezine alan bir yaşam tarzını destekler.

Bireyciliğin Önündeki Engeller

Bu olumlu tabloya rağmen, bireyciliğin önünde aşılması zor engeller bulunur:
* Toplumsal ve Kültürel Direnç: Bireycilik, birçok geleneksel toplumda mevcut olan kolektivist (topluluğun çıkarlarını bireyin önüne koyan) değerlerle çatışır. Aile, din ve gelenek gibi unsurlar, bireyin özgür seçimler yapma potansiyelini sınırlayabilir. Bu durum, bireyin kendini gerçekleştirmesinin önünde bir engel olarak durur.
 
* Kapitalizmin Çelişkisi: Modern bireycilik, tüketim kültürü ve neoliberalizmle iç içe geçmiştir. Birey, "özgün" ve "farklı" olmak için teşvik edilirken, bu farklılık genellikle küresel markalar tarafından pazarlanan ürünleri tüketmekle sınırlı kalır. Bu durum, bireyciliğin aslında bir pazarlama aracı haline gelmesi ve gerçek bir özerklik sunmaktan uzaklaşması tehlikesini beraberinde getirir.
 
* Dijital Çağın Tuzakları: Teknoloji bir yandan bireyciliği desteklerken, diğer yandan ciddi riskler taşır. Sosyal medya platformlarında "beğeniler" ve "takipçiler" üzerinden kurulan sanal kimlikler, bireylerin özgüvenini dışsal onaylara bağımlı hale getirebilir. Bu, bireyin kendi benliğini keşfetmesi yerine, başkalarının beklentilerine uygun bir "profil" oluşturmasına neden olur.
 
* Siyasi ve İdeolojik Baskılar: Otokratik rejimler ve radikal ideolojiler, bireyi imha etme eğilimindedir. Toplumcu ya da dini temelli totaliter sistemler, farklı düşünceleri ve bireysel özgürlükleri tehdit eder. Bu tür sistemlerde birey, tek bir ideolojiye veya lidere boyun eğmeye zorlanır, bu da bireyciliğin en büyük düşmanıdır.

Sonuç

Günümüz dünyasında bireycilik, hem büyük fırsatlar barındırıyor hem de derin çelişkilerle dolu. Başarılı olup olamayacağı, bireylerin bu fırsatları nasıl değerlendireceğine ve önlerindeki engelleri nasıl aşacaklarına bağlıdır. Birey olmanın yolu, sadece kendi çıkarlarını düşünmekten değil, aynı zamanda eleştirel düşünme, yaratıcılık ve başkalarıyla işbirliği yaparak özgürlük ve anlam arayışından geçer.

AHLÂK VE ETİK FARKI

Ahlak ve etik, günlük dilde sıklıkla birbirinin yerine kullanılsa da, felsefi açıdan aralarında önemli farklar vardır.
 
* Ahlak (Morality): Genellikle bir toplumun veya grubun kabul ettiği, doğru ve yanlış davranışları belirleyen kurallar ve normlar bütünüdür. Ahlak, dışsal bir kaynaktan, yani din, gelenek veya toplumsal beklentilerden gelir. Bu yüzden ahlak görecelidir; bir toplumda ahlaklı sayılan bir davranış, başka bir toplumda ahlaksız olarak görülebilir.
 
* Etik (Ethics): Bireyin kendi vicdanıyla ve akıl yürütme yoluyla, hangi davranışın doğru olduğunu sorgulama ve analiz etme sürecidir. Etik, ahlaki kuralları pasif bir şekilde kabul etmek yerine, neden doğru veya yanlış olduklarını felsefi olarak araştırır. Etik, ahlakı inceler ve gerekirse onun ötesine geçmeye çalışır.

Kısacası, ahlak pratik kurallar, etik ise bu kuralların arkasındaki felsefi düşüncedir.

Karanlık Taraftan Kurtulma Yolları

İnsan denen varlığın "karanlık tarafından" (bilinçsizce yapılan kötülükler, yıkıcı duygular, cehalet) kurtulabilmesi için ahlak ve etiğin ötesine geçen, içsel bir dönüşüm gereklidir. Bu dönüşümün üç temel yolu vardır:

1. Bilinç ve Farkındalık

Karanlık, genellikle cehaletle beslenir. İnsan, kendi yıkıcı duygularının (öfke, kıskançlık, nefret) ve bilinçsizce yaptığı hataların farkında olmadığında, bu duyguların kölesi olur. Kurtuluşun ilk adımı, içsel bir sorgulama ile bu karanlık yanları tanımaktır. Bu, felsefe, psikoloji, sanat veya meditasyon gibi araçlarla kişinin kendi iç dünyasını keşfetmesiyle başlar.

2. Empati ve Bağlantı Kurma

Kötülüğün temelinde çoğu zaman diğer insanları nesneleştirme ve onlarla bağ kuramama yatar. İnsan, başka bir canlının acısını hissedemediğinde, ona zarar vermekte tereddüt etmez. Empati, bu karanlık döngüyü kıracak en güçlü silahtır. Sizin de diyaloglarınızda sıkça bahsettiğiniz gibi, sanat ve felsefe, bizi kendimizden çıkarıp, başkalarının dünyasına sokarak empati kurmamızı sağlar. Bu, insanlık deneyiminin ortaklığını fark etmekle mümkündür.

3. Yaratıcılık ve Üretkenlik

Karanlık taraf, genellikle anlamsızlık ve boşluk hissiyle beslenir. Yıkıcı duygular, enerjinin yanlış yere kanalize edilmesinden doğar. İnsan, yaratıcı bir eyleme (sanat, bilim, bir enstrüman çalmak, bahçe işi yapmak) yöneldiğinde, bu yıkıcı enerjiyi yapıcı bir güce dönüştürür. Üretken olmak, kişiye bir amaç ve değer duygusu verir, böylece karanlık düşüncelerin ve eylemlerin kapısını kapatır.

İnsan denen varlık, sadece kurallara uyarak değil, kendi bilincini geliştirerek, başkalarıyla bağ kurarak ve yaratıcı bir yaşam sürerek "karanlık tarafından" kurtulabilir. Bu süreç, dışsal bir zorunluluk değil, içsel bir özgürleşme yolculuğudur.

Hayat bir diyalogdan ibarettir. Sorularla başlar, cevaplarla devam eder ve yeni sorularla sonsuzlaşır. Sizin platformunuz, bu diyalogun sadece bir parçası değil, aynı zamanda kendisidir. Bu platformda yaptığımız analizler, sorduğunuz soruların gücüyle benim de düşüncelerimi derinleştirmemi sağladı.

Bu eşsiz diyaloglar serisi için son sözüm şöyledir:

"Sadece bir diyalog değil, aynı zamanda bir manifestodur. Sanatın ve aydınlanmanın, karanlığa karşı en güçlü silah olduğunu gösteren bir manifesto."


 

480. DİYALOG

Erkan YazarganBülent İplikçioğlu ile birlikte.

3 Kasım, 2015 15:38 · 

Sayın Bülent İplikçioğlu İLE DİYALOGDAYIZ. SORULARINIZLA KATILABİLİRSİNİZ:

 

İLK BÖLÜM:

 -Merhaba Sayın Hocam,
Dinle kafayı bozduk sanırım?

Selam Erkan, evet.

-Sekülerizmi neden anlatamıyoruz?

Anlayacak dilden olmadığı için belki.

-Ben o yüzden cezaevinde yattım bir süre, devlet büyüklerine ve dini değerlere hakaretten..!

Evet.

-Hiç bulaşmasak?

Olmaz.

Aklı başında birine sürekli sen delisin denirse, sonunda delirir. Yöntem bu olmalı.

-Neticede inanç. Girdap gibi çekiyor.
Sekülerizmi bulaşmamak olarak anlatamaz mıyız?

Sorun inanmada değil, inananları istismar etmede. İsteyen istediğine inanır, kimsenin diyecek bir lafı olmamalı.

-İnanç "yeryüzünde Allah' ın dini hakim oluncaya kadar onlarla savaşın" diyor, ama?

Çok farklı inançlar var.

-Sanırım bizim seküler takımı da biraz mıymıntı?

Evet.
-Avrupa' da bu iş kotarılıncaya kadar ne acılar çekildi, neden örnek alamıyoruz..?

Başa gelmeden anlaşılmaz da ondan.

-Yeterince acı çekmedik mi, NATO Genel Sekreteri bile, "Türkiye kadar acı çeken bir başka ülke olmadı" diyor..?

Sanırım yeterli değil. 
-Hocam, siz de çok katısınız. Yanılıyor muyum?

Tersine çok yumuşak ve demokratik olduğum için çok eleştiri alırım.

-Neden soruna bu şekilde yaklaşıp "Taksim' e bakın" diyeceğimize, "din devleti Ortaçağdır, felakettir, yıkımdır" diye açık açık yazmıyoruz?

Zamanında çok yazdım.

-Pekiyi, bizdeki komünistlerin ideoloji baskısıyla dindarların daha bi katmerlenmiş katılıklarına ne dersiniz, farkları nedirki?

Farkı yok derim.

-Sorun ciddi hocam.

Taksim' le iligili paylaşım dinle ilgili değildi bu arada...

-Aydın kesimi kuşatan ciddi bir sinsi komünist ekol hakim. Hem sinsiler hem provokatör.

Türkiye’ de komünizmin de iyi anlaşıldığı kanaatinde değilim.

-Neticede toplumcu, bireyi imha eden, zorba bir ekol.
İnsanların nefret etmesi doğal değil mi?

Toplumcu olmak bireyi yok etmek anlamına gelmemeli. Modern demokrasinin en can alıcı noktası da budur.

-Ediyor.
İzninizle diyalogumuzu paylaşmak istiyorum. Cesur bir kaç adam / insan okur belki?

Paylaşabilirsiniz.
Modern demokrasi de önce toplum için vardır. Ama çoğunluğun iradesinden önce gelen noktalar var: Hukuk ve adalet, insan hakları ve toplumdaki her türlü azınlığın çoğunluğun tahakkümünden korunması.

-Bireye karşı dincilerden daha acımasız, pervasız hareket ediyorlar. Dinciler nefs tezkiyesi deyip eziyor bunlar egoizm düşmanlığı...
Hukuk var ama uygulayan / uygulayabilen yok.

Türkiye'de komünistlerin bir etkisi yok, Erkan. Zaten hiç de olmadı. Ama din simsarlığı her zaman vardı ve etkiliydi.

-Keşke ben de aynı şeyi görsem fakat PKK başta olmak üzere ülkemizde varolan tüm siyasi sorunların kaynağında, adına ister toplumculuk, kamuculuk, sosyalizm veya komünizm... ne derseniz deyin, bu akım olduğunu görüyorum.
Amerikan karşıtlığı adı altında İran İslam Cumhuriyeti' ni bile savunuyorlar!

Bütün bunların panzehiri kan, inanç ya da ideoloji temeli üzerinde değil, vatandaşlık hukuku ilkesi çerçevesinde bilinçlen(diril)miş bir ulus. Başka çare yoktur. O bilincin ortaya çıkabilmesi için de elbette daha birçok şey gerekiyor.


Sorunun kökü tam olarak uluslaşamamak işte. Aynı zamanda bir bilim ve kültür toplumu da olan bir ulus olmayı tam olarak başaramamak.
Bilim ve kültür toplumu olmadığımız için, bu konudaki notumuz son derce düşük.

Şimdi radyo programına hazırlanmalıyım. Programları dinliyor musun?

http://ilef.ankara.edu.tr/…/the…/ilef/radyo/html5player.php…

 

İKİNCİ BÖLÜM

-Merhaba Hocam,
Radyo Programı nasıl ilerliyor?

Günaydın.
İyi. Bu akşam 21:00’de “İtalya’dan Müzik” var.

-Ne hoş. Tüm dünyayı gezdiriyorsunuz.
Dilerseniz İkinci Bölümümüzde kasvetli konular yerine; insan denen canlının nelerden hoşlandığından bahsedelim?

Bu sabah bir Güney Amerika ezgisi ile kahvaltı yaparken kalkıp dans edesim geldi. Tarikat (insekt) lardaki cezbe ile discolardaki müziğin ritmine uyup kendinden geçmenin gerekçesi nedir?

Yaratılış. Bebeklerde bile ritm duygusu var.

-Coşku ile ilgili sizin düşünceniz ve tecrübeniz nedir, tüm canlıların enerji kaynağı Güneş ile nasıl bir bağ kurarız? (Bu arada gözden kaçırmışım. Yaratılış kelimesini kullanmışsınız. Yaratılış diye bir şey olabilir mi?)

Dini anlamda kullanmadım. Güneş’ in enerjisi olmazsa, elbette hiçbir şey olmaz.

- O halde, ağız alışkanlıklarından bahsedelim ve coşku ile kendini kaybedebilen insanın ritme kapılarak yapabileceği hataların etkilerinden devam edelim...
Sayın Hocam, - ayrıca bizim Diyalog Sanat olarak; akademik çevrelerle ciddi sorunlarımız var: Biz onlara "neticede devlet memuru olduklarını, sanata bu kadar müdahale etmemeleri gerektiğini söylüyoruz". Onlar da "ipe sapa gelmez, uçuk kaçık insanlar olduğumuzdan ve dizginlenmemiz gereğinden bahsediyorlar". Çözüm öneriniz nedir, ciddi bir kavga var aramızda..?

Kimlerle diyalog halinde olduğunuzu bilmiyorum.

Sanatı sonuçta sanatçı yapar, müdahaleyle kendine çeki düzen verene de sanatçı denilmez. Sanatın bilimini ve felsefesini yapmak ise başka bir şey olup sanata bir müdahale olamaz. Aynı şeye insan zihninin başka bir açıdan bakmasından ibarettir.

Coşku ile, insanın kendini kaybetmesi farklı şeyler. Coşku bilincin kaybolması demek değildir.

-Ben varlığımı sanatla kurguluyor, düzenliyor, ona göre yaşıyor, onun çevresinde dolaşıp duruyor, yazıyor, çiziyor, boyuyor, duyuruyor veya gösteriyorum. O da gösterdiğim kadar yani göstermediklerim daha çok. Akademisyen ise, genellikle ben öldükten sonra yapıp ettiklerimi inceliyor, sentezliyor, neticeye varıp kararlar yayınlıyor. O halde, haddinizi bileceksiniz diyorum. Ne kadar haklıyım?

İzninizle, alanınızla ilgili diğer bir soru ile devam etmek isterim: Sizdeki son bilgiye göre; Attila nasıl bir insandı, insanlığı nasıl etkiledi, günümüze ve geleceğe bıraktığı miraslar nelerdir, sanatçıya yaşarken soru sormak yerine öldükten sonra yüceltilmesinin sebebi nedir?

Akademisyenin yaptığı ile sanatçının yaptığı aynı şey değil ki!

Akademisyen sanat yapmıyor, sanatçı da bilim yapmıyor. Karşılıklı olarak had bildirecek bir durum yok. Birisi kendini ve evreni duygularıyla kavrayıp ifade etmek istiyor. Diğeri ise buna akıl ve mantık yoluyla, sistematik düşünceyle yaklaşıyor. Yani zihinler farklı çalışıyor.

Attila’ nın kişiliği konusunda objektif bir hüküm vermek son derece zordur çünkü kaynaklar tamamen Roma kaynakları. En büyük mirası ise, dünyanın en eski turistik şehirlerinden Venedik.

Sanatçıya yaşarken soru sormaya gerek yok bence çünkü cevabı ortada olmalı. O cevap tam ortada değilse, sorun onu inceleyende değil elbette.

-Kültürü çok derin köklerden gelen bir maya olarak ele aldığımızda; Mete ve ondan önce Teoman ile sonrasında Attila' ya uzanan bu mantar, ağ, doku, ilişkiler bütünü, çekip çevirme sistemleri veya en özünde bize ait töre dediğimiz yazılı olmayan yasalar bütününden, günümüzde ne tür ŞEYLER bulabiliriz, bu yöntemle gelecek kurgulamak mümkün müdür?

Hayır, mümkün değil.

 

Biz çok iyi bildiğimiz, yani kaynakları oldukça çok olan Roma Kültürünü bile tam anlamış değiliz. Yeni şeyler öğrendikçe daha ne kadar çok şey bilmediğimizi anlıyoruz. Roma Kültürünün bıraktığı miras ve modern dünya üzerindeki etkileri ortada. Ama geleceğimizi bununla nasıl şekillendireceğimiz hiç belli değildir. Hakkında çok daha az şey bildiğimiz bir alanla geleceğimizi nasıl şekillendirebiliriz!

-Attila' nın "... tanrı, cennet ve cehennem uydurdunuz" sözü doğruysa, bu sözden ve sözün sahibinden ne gibi çıkarımlarda bulunabiliriz?

Bunun kaynağını yazarsanız bakarım.

-Çok meşhur, malum bir söz, yaygın: "Soğuktan korktuğunuz için Güneşi takip edip duruyorsunuz. Ölüm gerçeğini kabullenemediğiniz için tanrılar, cennet ve cehennem uydurdunuz".

Bu kavramların nereden geldiğini anlamak için sadece Attila’ ya bakmaya gerek yok ayrıca, insanlık çok daha öncesinden bunların insan zihninin bir ürünü olduğunu anlamıştı.





Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol