DİYALOG MÜZESİ

BAĞIMSIZLIK

424. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 34)

Bağımsızlık kavramını en iyi dolduran hangi disiplindir?

A- Devlet B- Siyaset C- Sanat D- Ekonomi


Oktay Tok C- Sanat Sanat, insanın en estetik halidir. Bağımsızlığı kişinin kendisinde ki gelişimindedir. Sanatı bugün için diğer disiplinler kuşatsa da. Tarihin akışında bir gün insanlığın karşısına olanca gücüyle çıkar. Geçmişte bir çok sanatçı açlıkla, zulümle karşı karşıya kalmıştır ama eserleriyle halâ yaşıyorlar.

Ç Tuba Alkan
Sanat. Tabi yeterince bağımsız olabileceği bir ülkede. Türkiye' de hiç fantastik ya da bilim kurgu dizisine denk geldiniz mi, duygusal sömürülerin haricinde bir dizi var mı ekranlarda?

Töre, şimdi yeni trend. Askerlerimiz, aşk acısı, çarpık ilişkiler... Hiç bir dizinin kahramanları arasında bilim insanı, astronot gördünüz mü, mekanlarda bir deney laboratuvarı, müze, sergi..? Bu yüzden sanat bağımsız olmalı, reytinge göre değil gelişime göre sanat yapılmalı.

Ben bu ülkede Fringe tadında ya da Süpernatural donanımında bir gelişim olabileceğine ne yazık ki inanmıyorum ki yapılsa eminim bunları izleyecek bir kitle var ama yine de üretim adı altında ticaret yapan zihniyet evde örgü örerken dizi izleyen ablalarımıza hizmete devam ediyor. Gerisi kimin umrundaki! Bilimin kültürle alakası olduğunu düşünmüyorum. Bilim kültürden bağımsızdır. Mesela kanserin tedavisi Türk de başka, İngiliz de başka mı? Hayır!

Bize uyarlanmamalı... Biz bir şeyleri üretmeli ve uyarlanmalıyız. Artık cinden periden çıkıp, psikolojik gerilim yapabilmeliyiz; kendimize güldürmeden tabi... Düşünsenize ne filmler yapılıyor. Örnek; Dünyalar Savaşı. Biz de ise Recep İvedik 1, 2, 3 , 4 en son kaç çekildi bilmiyorum. Hadi bunu geçelim çıta çok yüksek. Adamlar Testere Filmini yaptı. Birincisini hatırlatırım, sadece dört duvar arasında geçen ve milyonlarca izlenen, zekanın ürünü.

Bağımsız olmalıyız. Reyting kaygısı olmamalı. Ticarete dönüştürülmemeli. Film, film yapmak için yapılmalı. Evet o örnekleri veriyorum çünkü, duygu sömürüsünde hiç aşağı kalmıyoruz. Güncel acılarımız bir anda "hooop" belgesel, film ya da dizi oluveriyor. Bu dalda üstümüze yok. O yüzden diğer dallara bakın diyorum. Bence bu kısımlar desteklenmeli, üretilmeli ve çoğaltılmalı. Bir işe yarayacağını bilsem fikirlerimi bilimsel makale biçimiyle yazarım, evet isterdim. İhtiyaç duymadım sanıyorum.

Gerek de yokmuş gibi geliyor ama bunu (bilimsel makale yazımı) düşüneceğim.

Recep Sarı 

Meric Oz Sanat. Sanat bağımsızdır.

Sanatçı gördüklerini kendi bakış açısıyla yansıtır tuvaline. Müzisyen kendi duygularını yansıtır piyanonun tuşlarında yada bir kemanın tellerinde v.s. Baskılar dayatmalar insan duygularını değiştiremez. Siyasette dayatmalar baskılar kavgalar vardır. Sanata ters düşer. Devlette de baskılar vardır. Ekonomide de sınırlamalar vardır. Sanatta bunların hiçbiri yoktur. Olursa sanat olmaz...

Hatalar devletin koydugu yasalardır bence. Sanatta dayatma ve yasaklar olmaz. Her türlü baskıya rağmen sanata ağırlık vermeliyiz.

Ayhan Bingöl: Sanat

Figen Hacikoylu Sanat

Hande Baba
Elbette ki sanat

Husnu Baylav
Hepsi, ancak ülkemizin son durumunda hiçbiri.

Sevin Arıtürk
 
Elvan Şener Sanat Kimse bir bireyi bağımsızlık adı altında kurallara tabii tutamaz o yüzden. Sanat kuralsızsa sanattır.

Diğer sayıdığınız seçenekler kuralları yitirince anlamsızlasır fakat sanat kuralsız anlamlıdır.

Gamze Karadağ
A Ben önem sırasına göre fikir yürüttüm.

Yasemin Güç Bu ülkede her şey çalınır Kitap çalınmaz Beş vakif namaz kılıp oruç tutup da evinde kaçak elektrik, kaçak su kullanan bir halktan ne bekleyebilirsin! Benim mesleki yaşamımda gördüklerimi yaşadıklarımı görseydin öfkeden saçını başını yolardın. Bu ülkede bu kadar çok (...) nasıl oluyor derdin. BOŞUNA KARPUZ GİBİ ORTADAN AYRILMADIK.

Halklar genelde kendilerine benzeyenleri seçerler. Yolun sonunu yaşayarak göreceğiz ama bu hiç hoş olmayacak bilesin! Tüm yazdığınız şıklar ortak paydada buluşur biri olmazsa diğeri olmaz SANAT CAN DAMARIDIR. Sanat olmazsa demokrasi gelişemez. Batı neden gelişmiştir, bu yüzden.

Tüm dünyada televizyon yayımlarında 12 yaş baz alınır. Yani tüm yayınlar 12 yaşın kapasitesi ne göre yapılır; Surviver, evlilik programları... hele o (...) Ne Giysem' li moda programlarını aklıbaşında aydın bir insan seyredebilir mi? O YÜZDEN TELEVİZYONLAR (...) KUTUSUDURLAR.

Eskiden haber, film ve belgesel seyrederdim. Yalaka ve rezil haberler yüzünden onu da seyretmiyor, yalnızca film ve belgesel seyrediyorum. Ben emekli gazeteciyim, köşe yazarıyım yıllardan beri neleer yazdım, topluma görevimi yapıyorum. Ayrıca google' da yazılan her şey doğru çıkmıyor. Kütüphaneme başvuruyorum. Öylesine cahilleştirşlldik ki anlatmakla bitiremem. Okumaya okumaya tam bir (... ...) dolaşıyor sokaklarda.

Bir de üniversite mezunu cahillerimiz var ki onlarda ayrı (...) Gençliğimizde her ay en az iki kitap okurduk. Şimdikilerin elinde telefon "tık tık da tık tık"... Devletin bu kadar yoğun teknolojiyi önlenmesi, engellemesi gerek ama yapmaz, birileti mal satacak ki birileri "cukkayı" götürecek.

Türkiye tarımda kendi kendine yeten bir ülkeyken saman ithal eder hale geldi. "Ha babam" yol yapılıyor. Fabrikalar, üretim merkezleri yapılmıyor. Üretmeden tüketen bir ülke haline geldik. Gazeteler iç ve yurt dışı basın ortak yazdı: Bu ülkede son on yılda tam 126 MİLYAR DOLAR PARA aklanmış.

Daha ne yazayım!
Nilgün Kaya D- ekonomi

Esasen bunların hiçbiri tek başına özgürlüğü sağlayamaz. Hepsinin birlikteliğidir çünkü özgürlük ancak ekonomi çok önemli bir unsur, eksikliği başlıbaşına bağımlılığa ve sömürülmeye neden oluyor.

Munir Inselel
Sanat Geri kalan her şeyi bir çıkar uğruna yaparsın. Sanatı sadece tatmıin olabilmek için yaparsın. Nasıl anlatayım, geri kalanın tatmini zayıf. Şöyle diyeyim, geri kalan çok sevmeden de yapılcak şeyler fakat sanatla uğraşıyorsan önce aşık olmak gerek.

Sibel Oruç Ekonomik bağımlılığı olan ülkenin sanatı da bağımlı kalır. Bir ülkenin bağımsızlığı ekonomik kalkınmayla olur. Siz para biriktirmek olarak anlıyorsanız çok basit olur.

O halde size uzun uzun açıklamak gerekecek. Birincisi bahsettiğiniz küresel ekonomik kriz; devletlerin ülke ekonomilerini hareketlendirmek için uyguladıkları finansal serbestleşme süreci, gelişmiş ülkelerin finansal yapılarını olumlu yönde etkilemiştir. Gelişmekte olan(EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞINI KAZANAMAMIŞ) ülkelerin ise hem finansal yapılarını hem de kalkınma stratejilerini etkileyerek ekonomilerinin tamamında değişikliklere yol açmıştır.

Bu noktada, gelişmekte olan ülkeler spekülatif müdahalelerin ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin olumsuz etkilerine maruz kalmıştır. IMF ve Dünya Bankası’nın izlediği politikalar da bu ülkelerin ekonomik bakımdan iyileşmesini sağlayamamış, aksine bu ülkeler IMF ve Dünya Bankası’na bağımlı hale gelerek daha kötüye gitmiştir. Sanatta bilimde eğitimde v.s.

Bağımsızlaşabilmemiz, özgürleşbilmemiz için neden ekonomiyi de;1922 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle izah edeyim "Bugünkü mücadelemizin amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünlüğü ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayati kuruluşlarında bağımsızlık felç olur. Çünkü her devlet organı ancak malî kuvvetle yaşar. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart, bütçenin ekonomik bünye ile orantılı ve denk olmasıdır. Bundan ötürü, devlet bünyesini yaşatmak için dışarıya başvurmaksızın memleketin gelir kaynaklarıyla idareyi sağlama çare ve tedbirlerini bulmak lazımdır ve bu mümkündür… Azami tasarruf milli prensibimiz olmalıdır”. Şunu açık görüyoruz ki, Atatürk döneminde bağımsız ekonomi anlayışı esas alınmıştır.

O’nun bağımsızlık savaşının en kızgın döneminde savaş sonrası bağımsız yeni Türkiye Devletinde uygulanması gereken iktisat politikasının hazırlanması için özel bir heyet kurması son derece ilginçtir. İkinci önemli hamlesi, Cumhuriyet ilân edilmeden sekiz ay önce ve Lozan Barış görüşmelerinin özellikle ekonomik konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle kesildiği dönemde İzmir İktisat Kongresi’ni toplamasıdır. Tam bir iktisat kongresi olarak değerlendirilmesi zor olmasına rağmen, siyasi bağımsızlığın temel şartının ekonomik bağımsızlık olduğu fikrinin ve yeni devletin karma ekonomi politikasını izleyeceğini açıklayan ve karma ekonomi modelinin temeli atılan bir kongre olarak Türk ekonomi tarihinde hak ettiği yeri almıştır. 1923 yılının 17 Şubatında toplanan İzmir İktisat kongresi’nde Atatürk’ün milli ekonomi anlayışı açıkça ortaya konulmuştur: “Bir ulusun doğrudan doğruya hayatı ile ilgili olan, o ulusun iktisadıdır. Tarihin ve tecrübenin yoğunlaştırdığı bu gerçek biçim ulusal hayatımızda ve ulusal tarihimizde tamamen tecelli etmiştir. Türk tarihi incelenirse, yükseliş, çöküş nedenlerinin iktisat sorunlarından başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır.

Tarihimizi dolduran zaferlerin yahut bozgunların tümü iktisat durumumuzla bağlantılı ve ilişkilidir. Yeni Türkiye’mizi lâyık olduğu yüksek düzeye ulaştırabilmek için iktisadımıza birinci derecede ve en çok önem vermek zorundayız. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka bir şey değildir.

Ben bağımsızlığımı ruhuma borçluyum

Ergenç Alçın
Sanat çünki sınır tanımaz... Sınırlar beni rahatsız eder, ben koç burcuyum.

Hasan Tırmaş Sanat. Diğerleri tamamlayıcıdır. Sanat kaygılanılandır. "Müziğin, resmin kendisi olan insan" için resim yapmamak daha zordur. Düşünmeyi bırakmayalım!

Erkan Yazargan

İKİNCİ AŞAMA (taklitçilik): Geçen gün (Pazar) Ege' den yayın yapan bir haber portalini inceledim, yüzden fazla yazarı vardı. Tümüne yakınının yazılarına şöyle bir göz attım, neredeyse tamamı birbirine yakın yaklaşım sergiliyorlardı. Belki de ortak yaklaşım dolayısıyla aynı portalin yazarıydılar Ve önemlisi tamamı Yılmaz ÖZDİL yazılarının bir benzeri şeylerdi.

Soru: Yılmaz ÖZDİL zaten varken ve yazıyorken, aynı şeyleri aynı çevreye sürekli farklı ağızlardan yazmak ve okunmasını beklemek nedir?

Hakan Dilek
İzmirlilerin tarzı bu. Evet, popüler olanın ardindadir İzmir, emek harcamaktan orjin üretmektense. Çoğunluk bu durumda. Aralarındaki "İzmir Çukuru/ benzetmesi adece coğrafi bir tanımlama degildir...

Aynen öyle yani çekim merkezi. Bu yaşayanların değil kent ekonomisini giderek yok etmek isteyen yönetenlerin hatası. Üretim ilişkileri zayırladıkça bilim de sanat da gerileşiyor. Eleştiri geri bıraktırılanlara değil. Bu tarzı kenti yönetenler oturtmuş. O nedenle bireyin kendini, orijini yakalayacak bir eylemle ifade etmesi çok zor hatta imkansız.

Erkan Yazargan


3. AŞAMA: KANUN DIŞILIK - MAFYÖTİK YAPILAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİNİZ

Disiplinler en başından beri belirlenirken o kadar çok etki altında kalarak gelişmişlerdir ki süreçlerini izleyebilmek neredeyse imkansız olup bir kısmını inceleyebiliriz. Günümüz dünyasının acı gerçeklerinden biri de yasadışılıktır ve tüm dünyayı kuşatır. O halde, sanatçı zihni bu soruna nasıl çözüm üretiyor? Sanatçı, kişiliğinin de olmazsa olmazı ile en dürüst çözümleri üretebilmektedir. Bütün saldırı ve kuşatma çabalarına rağmen insanı ve insanlığı en tatmin eden güç halâ sanattır

Jale Gümüşay Sanat tabii ki

Candan Dizdar Terwiel 

Arda Gülyan
Olgunlaşmış devlet politikaları + İnsan odaklı ölçülü ve demokratik siyaset + Özgürleşmiş sanat + yeterli ekonomi = Bağımsız, kimseye boyun eğmeyen, görüşlerini dile getirme özgürlüğü olan, yaratıcılığı kısıtlanmamış, yaratıcılık için gereken zemini bulabilmiş, olağan duygu halinde olabilen ve kendi kendine mutlu olabilen insan.

Öncelik sıraları değişse de bütün şıklar birbiriyle bağlı ve bir dengeye muhtaç. Lakin bu dengenin tesisi için sanat çok kıymetli bir öğreticidir.
SONGÜL ESKİ İLE

İddiam o ki postmodernizm olmadan modernizm olmaz. Farkındalığın gelişmesi sürecinden sonra ancak gerçek bir modernizmden söz edilebilir. Bu farkındalığı  eleştiri kültürü yaratabilir. Lakin eleştirel sınırlardan kendini öteleyerek değil içine katma koşuluyla... Öz değerlenimden çıkmayan fikirler bireyin narsistliğiyle son bulur.


Hiçleştirmek (değersizleştirmek değil) bir itiraf sürecidir bu nedenle, bir anlamda. Zaman insanı, kapitalizm ya da küreselleşmeyi kendi üzerinden atmak için postmodernizmin getirisi der olumsuzluklarına kendini de bunları kabullenmeyen olarak modernliştiğe konuşlandırır.


Simulasyon bir modernizm ile kavranılmamış postmodernizm arasında sıkışmıştır oysa. Kendi mükemmeliyetinde sürekli eleştiren kişidir. Onun derdi olaylar değil öznelerdir ve en çok kendi. Postmodernizm gerçek anlamda olaya dikkat çekmek için özneyi yok eder halbuki. Sanatın konuşulması içinde kendini öldürecek kişiler arıyoruz ama ilk lafında "ben" diyen kişilere rast geliyoruz. Simulasyonunun yaşandığı bir modernizm içinde kim gelirse gerçek olabilir ki! Davranışlar, kişiler, ilişkiler?


Bunca maske arasında o zaman ben'i geçmeli, olaya dikkat çekmeli. Sanat çirkinliği sunmalı, farkındalık için. Sanatın çirkinleşmesi değil bu. Sanatın çirkinleştiği yerde mutlak özne vardır, sanat yoktur. Bir bireysellik olacaksa sanatçı herkes, çirkin aynalarda ben kadar deme gerçekliğini, cesaretini göstermeli.


Durduğumuz yer, bulunduğumuz zaman dilimi gibi durum bilgileriyle modernizm veya ötesi, berisini kavramaya çalışıp anlamlandırırken, aslında düne göre Post olanın da modern olduğu gerçeği, sanırım şimdiye kadar literatüre giren tüm sıralamayı da etkiliyor / etkileyecek. Tam da burada ben' in imhasını isterken açımızı genişletip alabildiğine geniş baktığımızda, inşaa edilmiş veya kendini bulmuş ben, nasıl patlayıp kendini gösterebilir veya göstermeli midir, neden..?


Kendini arayışının içinde insan hâlâ / ötesi dediğimiz bulup yüzleşmek anı- zaman diliminde daha ziyade görmeye başladığımız gerçeklerin ben'e ulaşamamış kısmındayız. O yüzden beni göstermek bu koşullarda yanılsama, yanıltma olacaktır. Kusurlu  şeklimizle kendimizi sunmak daha gerçekçi olacaktır illa göstereceksek. İnşaa bitmeden yapı paydos demenin yanılgısı üstümüzde.


Gelişen her şeyin içinde insan kendini dışlıyor! Neden? Oldu mu- Olmuş değil hiçbir sey. 


Gelişmemiş olsada, gelişme  yolunda olduğunu gördüğümüz bireye şans tanıyıp, diğerlerine de örnek olması bakımından ilerlemesini kayda değer bulsak ne kaybederiz, neticede bir defa yaşam şansı olan kişi çoğu zaman bunun da farkında olmadan ölüp gidiyor yani modernizm kavramını akademi böyle doldurdu diye böyle midir?


Övüşü birbirimize yapıyorsak âlâ / kendimizle aramıza mesafe koymazsak göremeyiz de  başkasını. Anlatmak istediğim kişinin kendi benini kutsaması. Ucu açıklık ,belirsizlik zaten post düşüncenin mantığı


DEVAM EDECEK (ARKASI YARIN)  


Hamid ALİOĞLU: Bazı sanatçılar neden gizli, gizemli, saklı olmayı tercih ederler ve sanat gibi anlaşılması zaten zor bir işin daha açık, net, anlaşılır yapılması gerekmez mi?


Anlaşılan kişi sanata bulaşmaz ve sanat değişmez, anlaşılmak için. Sanatçının doğası neyi öngörürse onu yapar. Yani kapalı ifadeler ya da açık ifadeler için kendini zorlamaz. Tavrını tarzını yansıtır. Özel bir çaba ile zorlaştırmaz bunu. Saksıda duran bir çiçeğe herkes farklı bakar (çiçek açması gerektiği gibi açar). Kimi rengine, kimi kokusuna, kimi yaprağına dikkat kesilir. Kimi için de saksıda bir otdur işte. Sanatta böyle bir şey.


Anlatmadığımız, anlatamadığımız zaman mikrofonu akademisyenlere kaptırıyoruz ve onlar da genellikle biz öldükten sonra kafalarına göre atıp tutuyorlar. Ülkemiz özelinde, gruplaşmalara ve menfeat şebekelerine dönüşen mafyavari sanat çevreleri kendi kokuşmuş, banal, geri, devletçi, şiddet yanlısı, hatta sanat düşmanı organizasyonlar oluşturup en başta sanat adına konuştukları için sanatın içine ediyorlar.

Bu durumda zaten bizim gibi ergenlik çağında sürekli kıvranan sanat mikrofonu ele alıp başkalarının yaptığını değil kendi yaptıklarını anlatmak zorundalar. Bu hem bir zorunluluk hem de sorumluluktur. Ne tür dayanışmalar geliştirilebilinir?


Bu yeni bir şey değil,  siyaset- sanat - güç ilişkisi hep var olan iken buna karşı çıkışların zamanımızda olması güzel bir adım lakin. Sanatın - güçle/tarafla ilişkilendirilmediği günler göreceğimize işaret. Bu anlamda umutluyum. Lakin tek başına bir çaba yetmiyor. (Sizin eline mikrofon alıp kendini anlatma durumu dediğiniz) güç etrafında toplaşma'ya karşı şahsileşerek savaşım oluyor. Aynı tarafın insanlarının liderlik kaygısı da dayanışmaya  meydan veremiyor dolayısıyla. 


Sanat bu durumda korunması gereken olarak apaçık karşımızda duruyor bu noktada oysa. İşte bunu kavrayarak ancak dayanışmaya geçilebilir ama  bu konumdaki sanatçı ne yapıyor? Kendi savunma metnini hazırlıyor. Ve bu da yine ben'ini kutsamasına dayanıyor. Yoketmeli! 


Sanat'ını korumaktan sanat'ı korumaya geçildiğinde bunları konuşmayacağız.

 1079. DİYALOG: BAL YAPMAK

İnsanın amacı sizce ne olabilir?


İbrahim Afif Karakılıç


Yaşamın amacını ikiye ayırabilirim: Birincisi, doğumdan başlayarak bize yüklenenlerin peşinden koştuğumuz amaçlar. İkincisi, kendini doğurma yolunda sadece yaşamak.


Birincisi kölenin amaçları, ikincisi ise kendin olabilmenin amacı.


İnsanın bireysel amacı, çoğu kez amaca oluşana kadar sürüyor. Amaca ulaşınca yeni amaç bulmak gereksinimi oluyor. Amaçlar ise yaşa, çevreye, kültüre, ekonomik yetişebilirliğe, reklamlara v.s göre değişebiliyor. İnsan, sanal amaçlardan soyunup, gerçek amacının yaşamak olduğunun farkına vardığında belkide mutlak huzura kavuşabilir.


Can Türkgüler


Evrimsel olarak hayatta kalmak. Gerisi duygu durumlarımızın ve çevresel faktörlerin bizi sürüklemesi.


Hayatta kalmak ortak derdimiz ancak sürüklenme yönü herkese özgü. Neyin eksikliğini yaşıyorsak veya neyden kaçmaya çalışıyorsak ona doğru sürükleniyoruz.


Bazen isteklerimize, bazen istemediklerimize.


F Emrah Uluç


Yiyip, içip, uyuyup, sevişmek. Kediler öyle yapıyor. Cat doesn't think, because cat know everything. 


Biraz da Emir Kusturica'nın Arizona Dreams'ine gönderme yapmak istedim ve kedilerin hayatın anlamını çözdüğünü düşünüyorum. Sanat, bizim de kediler gibi olabilmek için gösterdiğimiz çaba.


Aydan Aydoğan


Tam ruh halime göre bir soru. Kaç gündür kendime bu soruyu soruyorum. Evrendeki enerji acayip işliyor işliyor yani. Bu direk bana gönderilen bir mesaj değil mi? Sanırım tüm takipçilerinize iletiyorsunuz. Yani günlerdir kendime amacım ne? Hedefim ne? Gibi sorular sorarken sizin bu mesajı gönderip bu soruyu sormanız ilginç oldu. Evrenden alınan mesajlar.☺️ Evet, mesajları çok iyi yakalarım da uygulama kısmı zayıf bende.


Özgün Ergin


Bir amaç veya neden bulmak. Arayışın kendisini, yolda olmayı buldum.


Psikiyatrist değilim. Uzman psikoloğum. Bugüne kadar çoğu kişi tarafından ilginç sayılabilecek birçok vaka ile karşılaştım. Ayrıntıları vermem yasal ve etik ilkeler açısından mümkün değil ancak çoğunu haber kaynaklarında artık daha sık gördüğümüz tekrarlayan cinsel suçlar, aile içi şiddet ve travma öyküleriyle tahmin edilenden daha sık karşılaştığımızı söyleyebilirim.

İlker Kayalı


Kendimi evrende evreni kendimde bulmak. 


Evrendeki her şeyin temelini oluşturan atomlar insanı da oluşturdu. İnsan, yeri geldi gelişti, yeri geldi evreni çözümlemeye koyuldu. Evrenin sırlarını aydınlığa çıkarmaya çalışırken "kendini buldu" ve farkına asla varamadı. Başta evren olmak üzere büyük bir döngünün içerisindeyim. Çevreme ve yeni oluşumlara bakarken, gelişmekte olan dünyamızın nasıl da geriye doğru gittiğinin farkına vardım. İnsanlarla iletişim şeklimiz primitif insanlarla aynı. Onlar sembollerle iletişim kurmaya başlarken bizler de emojiler geliştirdik. Modern gerilemeler yaşıyoruz. Ben evrenin atomlarına sahibim. Evrende vâr olan her şey bende mevcut. Ben galaksilerin, gezegenlerin, basıncın, renklerin, yıldızların, bildiğiniz ve bilemediğiniz her şeyin içerisindeyim. Ben, evrenle birlikte sürekli devam eden bir döngünün başlangıcıyım.


Armagan Deliveli Kaya


Adaptasyondur. İnsan yaşadığı alana, çevreye, hayata uyum sağlamak için hedef koyar.

Pekiyi sizce, hayat nedir sorumu hissetmek olarak yanıtlayınca: Dostoyevski "cehennem", 

Sokrates "ızdırap", Nietzsche "güç", Picasso "sanat", Gandhi "savaş" demiş hayat nedir sorusuna. Bence süredir?


Tuba Ünlü 


İnsanın amacı hayatta kalmak ve türünün devamlılığını sağlamaktır. Bilinci daha gelişmiş insanlar hayatta kalmak için kaçınılmaz olarak tüketirken üreten  insan olabilmeyi de başarandır.


Üretmek için her zaman bir odak noktası, dışavurum ya da bir hedef kitlesi olmak zorundadır. Sanat varoluşun tüm zamanlarında sosyo-kulturel, din ve politik yapılanmayla birlikte hem üretimde hem tüketimde bir çok alandan ilhamını almıştır. 2. Dünya Savaşı sonrası hazır nesnelerin bir sanat yapıtına dönüştüğünü gördüğümüz Dadaizm ve PopArt çalışmaları buna en iyi örnektir.


Sonrasında küreselleşme ile birlikte tüketimin de üretime yansıdığı çalışmalar sanatla birlikte hedef kitleyi de şekillendirmiştir. 


Ben ise çalışmalarımda doğa ve insan ilişkilerini konu alan ekolojik sanat alanında eserler üretiyorum.


Kuğunun Şarkısı


Merhaba İnsandan insana değişse de, idealimdeki insanın amacı kendinin farkında olmak, bu farkındalıkla yaşamını erdemler ışığında yönetmek, miras aldığı doğayı ve bilgiyi koruyup çoğaltmak, kendinden sonrakilere ilham verecek bir işe katarak çekip gitmektir.


Bülent Durtaş


İnsanın  amacı üretmek bana göre. Özgür, hür iradesiyle hareket edebilen sosyal insanın, evrensel ahlâk yasalarının farkında olarak,  kendini gerçekleştirme mücadelesi verirken ürettiklerini bir sonraki kuşağa geliştirerek aktarmak temel amacı bana göre. Bu üretim sanatsal zeminde de olabilir teknolojik anlamda da olabilir. Uygarlıkların bu şekilde oluştuğunu düşünüyorum.  İnsanın varoluşsal amacı, sadece hazza ulaşmaktan ibaret olmasa gerek.


Aynur Selçuk


Başka insanlara zarar vermeden yaşamak. Aslinda yanlış oldu, canlı cansız hiçbir şeye zarar vermeden yaşamak daha doğru. Her şey empati yapmamakla, bencillikle başlıyor zaten. Ağacı kesmek zarar, denizleri kirletmek zarar, hayvanları korkmamak zarar, insanların arasında ki ben merkezli düşünmek zarar. Sorunun başı sevgisizlik. Sevgisiz insanda etrafa verdiği zararı düşünmüyor. Yani, yaz yaz bitmez...


TC Emine Tokmakkaya


Yaşamın amacı, amacı olan bir yaşamdır.”


Bir 19. Yüzyıl efsanesine göre Gerçek ile Yalan bir gün buluşurlar. Yalan, Gerçeğe “bugün hava ne kadar güzel değil mi” diye sorar. Gerçek, şüpheci bir bakış ile başını gökyüzüne kaldırarak bakar ve havanın gerçekten çok güzel olduğunu görür ve başını sallayarak onaylar. Gerçek ile Yalan birlikte yürüyerek vakit geçirmeye başlarlar. Az gittikten sonra bir kuyunun yanına gelirler ve Yalan kuyudan aşağıya bakarak Gerçeğe “su ne kadar güzel değil mi, hadi gel birlikte suya girelim” der. Gerçek aynı şüphecilikle başını kuyudan aşağıya eğer. Su gerçekten çok güzeldir. Birlikte soyunup suya girerler. Kısa bir süre sonra Yalan su’dan fırlayarak kuyudan çıkar ve Gerçek'in kıyafetlerini alarak oradan koşarak hızla uzaklaşır. Yalan’ın hemen arkasından kuyudan öfke ile fırlayan Gerçek, Yalan’ın arkasından onu koşarak yakalamaya ve kıyafetlerini geri almaya çalışır ama Yalan öyle hızlı koşar ki, Gerçek'in koşturması nafiledir.

Yalan Gerçek'in kıyafetleri ile kayıplara karışır. Ne yapacağını bilmez bir şekilde ortada çırılçıplak kalan Gerçek'i gören tüm Dünya onu kınayarak öfke dolu bakışlarını geriye çevirir. Gerçek büyük bir utanç içerisinde hızlıca kuyuya geri koşar, içine girer ve bir daha ortaya çıkmamak üzere orada kaybolur. O günden beri Yalan Gerçek'in kıyafetlerini giyerek tüm Dünya'yı dolaşır ve toplumların ihtiyaçlarını karşılar çünkü dünya hiçbir zaman  Gerçek'i tüm çıplaklığıyla görecek bir istek barındırmamıştır. 


Gerçek, 5 duyumuza hitap etmek üzere bir takım kılıklara bürünür ve  bizlerin güzel-çirkin, iyi-kötü, sıcak-soğuk, ucuz-pahalı, kolay-zor, aydınlık-karanlık gibi zıtlık içeren sıfatlarla kendisini tanımlamamıza sebep olur. Gerçek hakkında düşüncelerinizi bir de bu açıdan gözden geçireceğinize eminim. İşin bir de hakikat boyutunu insanı merkeze alarak birlikte düşünelim mi?


Hakikat, gerçeğin kılıktan kıyafetten arınmış çıplak halidir ve genelde bir olayın arkasında yatar. Bizler onu ilk adımda göremeyiz. Hakikat iyi ya da kötü, sıcak ya da soğuk değildir. Hakikat daima iyidir, daima güzeldir. Tezatlık içermez. Hakikate ancak felsefe yaparak varabilir, var olan bilginin derinlerine inebilir, ve bu sorgulamacı metodoloji ile bilincimizi uyandırabilir, benliğimizi yüceltebiliriz. Demek ki felsefeye bir bilinç uyanıklığı da diyebiliriz.


Bugün bir entelektüel güçlükle karşılaşmak kendi bilgisizliğini kabullenmek demek. Böyle bir “bilme” arzusundan çok uzaklaşmış olan insan, kendi doğasını neredeyse reddetmek üzere. Doğamızda olmayan şeyleri doğamızdaymış gibi kabulleniyor olmamız ise bilgisizliğimizden kaynaklanıyor. Ne kadar oksimoron bir durum değil mi? Hem doğamız gereği bilmek istemek, hem de doğamızdan, yani bilginin kendinden uzaklaşmak ve bilgisizce haraket etmek… Modern çağın belki de en büyük ikilemlerinden biri bence bu. Bu durumdan kurtulmak ise sadece insanın kendi elindedir. Bahsettiğimiz kimi kutsal kitaplarda vaktiyle 'Yasak Elma’yı yiyerek çalışmaya mahkum edilmiş olan insandır. Ham olarak doğan insanoğlu ancak kendisine bahşedilen özellikleri kullanarak hayatta kalmayı başaracaktır. Bunun için de çalışması gerekir çünkü çalışma insanın varlık temeli ile ilgili bir fenomendir. Zira doğanın hayatta kalmak için desteğini esirgediği bir varlık; yaşamak için, hayatta kalmak için herşeyi kendisi düşünmek, kendisi meydan getirmek zorundadır.


Yaşamın amacı, amacı olan bir yaşamdır. Konumuzu biraz içselleştirelim mi? Hadi şimdi gözlerinizi kapayın ve önce kendinizi bir düşünün: “İşin kendisinin amaç niteliği taşıdığı için mi çalışıyorsunuz, yoksa işin kendisi ile değil de sonucunde elde edilenlerle mi ilgileniyorsunuz” arasındaki fark belki de size mutluluğun formülünü verecektir. 


İnsan neden ve niçin çalışır? Kapitalist sistemin insan varlığını neredeyse tam anlamıyla ele geçirmesinden beri; “tabii ki para kazanmak ve bu şekilde de yaşantımızı sürdürebilmek için” cevaplarınızı duyuyor gibiyim. Bu cevap kesinlikle geçerli ancak eksik. Çalışmayı anlayabilmek için az önce değindiğimiz insan denen varlığın varoluşuyla ilgili ilkeleri saptamamız gerekir. İnsanı bir varlık olarak çözümleyemezsek, onun sahip olduğu temel özellikleri kavrayamazsak edimlerini nasıl anlayabilir ve anlatabiliriz?

 

Sevdiklerimizi kaybettikten sonra ya da diğer bir deyişle onlar ebediyete intikal ettikten sonra, onları belli günlerde hatırlar ve anarız. Bunun sebebi yaralarımızın düzelmesi için zamana ihtiyacımız olmasıdır. Biliyor musunuz, hayatımda kimi insanları bu dediğim sıklıkta hatırladığım ve andığım gibi kimilerini de şahsen tanışmamış olmama rağmen neredeyse her gün hatırlıyorum. Mesela İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung ya da ünlü şef, yazar, televizyonlarda program yapımcısı Anthony Bourdain. Derin bir nefes alalım. Hayatın Amacı Mutlu olmak değil, Yararlı Olmaktır!”


Bu yüzden, ihtiyacımız olmayan birçok şeyi satın alıyoruz. Sevmediğimiz insanlarla vakit geçiriyoruz ve hatta onların onayını almak için çok çalışıyoruz. Neden bunları yapıyoruz?


Esma Bardakçı Bayar


Merhaba, bu tür soruları cevaplamakta hep çok zorlanırım. Bir çok cevap var. İkigaisini bulmak diyebilirim. En azından benim için bu.


Uzakdoğu felsefesinde bir kavram İKİGAİ. Herkes yaşamla arasında bağ kurmak için bir ikigai arar. Bu madde değil de daha çok varlığını ortaya koyma, "ohh be ben buyum" dediğin anlardır.


Benimki gönüllü çalışmak örneğin. Yaşamla aramdaki en büyük bağın bu olduğunu hissediyorum, varlığımı bu şekilde ortaya koyuyorum.

 


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol