ÜMİT HALİT ÜÇYILDIZ İLE

1.179. DİYALOG: ALLAHSIZ KARACAOĞLAN
Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz.
Birim Fiyatı: €420
27 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN
----------------------------
Diyaloğun Güçlü Yönleri
*Samimi ve Doğal Akış: Diyalog, başlangıçtaki "Günaydın Ümit Halit Bey" gibi resmi bir selamlaşmadan, zamanla daha kişisel konulara ve Ümit Bey'in duygusal dünyasına yönelerek samimi bir hal alıyor. Bu geçiş, okuyucunun konuya dahil olmasını kolaylaştırıyor.
*Derin ve Çok Katmanlı Konular: Yüzeyde bir coğrafi yer (Silifke) ve müzik konuşulurken, diyalog hızla çevre sorunları, kültürel yozlaşma, kişisel hayal kırıklıkları, aşk ve felsefe gibi daha derin konulara evriliyor. Bu, diyaloğa zenginlik ve entelektüel derinlik katıyor.
*İlginç Perspektifler: Ümit Bey'in Silifke'ye dair olumsuz ama gerçekçi yorumları, "Silifke'nin Yoğurdu" türküsüne bakış açısı ve özellikle Karacaoğlan'a dair "Torosların Peygamberi" tanımı, alışılmadık ve ilgi çekici perspektifler sunuyor. Bu yorumlar, diyaloğu sıradanlıktan uzaklaştırıyor.
*Duygusal Bağ Kurma: "O kızı sana alacaz Ümit" ve "üzülme ne olur" gibi kişisel, empatik ifadeler, diyalogda bir bağ kurulduğunu ve sadece bir bilgi alışverişi olmadığını gösteriyor. Bu yaklaşım, karşınızdaki kişinin rahatça kendini ifade etmesini sağlamış.
*Somut Örneklerle Destekleme: "Portakal zeybeği" ve "ham çökelek" gibi somut örnekler, Silifke'deki kültürel yozlaşma tezini güçlendiriyor ve okuyucunun konuyu daha iyi anlamasına yardımcı oluyor.
Geliştirilebilecek Yönler ve Öneriler
*Diyaloğun Yapısal Dengesizliği: Diyalog, ilk başta bir yer ve müzik sohbeti olarak başlasa da, bu konulara yeterince odaklanılmadan hızla başka konulara atlanıyor. Örneğin, "Silifke'de Girit etkisi" başlığı altında daha fazla detay konuşulabilirken, konu Karacaoğlan'a kaydırılıyor. Konular arasında daha yumuşak geçişler sağlamak, okuyucunun takip etmesini kolaylaştırabilir.
*Konu Bitişlerinin Belirgin Olmaması: Diyalog, bazı noktalarda bir sonraki konuya geçmeden önce önceki konuyu yeterince kapatmıyor. Örneğin, "Karacaoğlan'la devam edelim" ifadesi, konuyu net bir şekilde bitirip yeni bir konuya geçtiğinizi gösterse de, bazı yerlerde bu tür bir yönlendirme daha faydalı olabilir.
*Duygusal Durumların Yönetimi: Ümit Bey'in diyalog boyunca Silifke'ye dair yoğun bir hayal kırıklığı ve kişisel bir üzüntü içinde olduğu hissediliyor. Bu duygular diyalogda önemli bir yer tutsa da, zaman zaman olumsuz duyguların sohbetin akışını tamamen domine etmesini engellemek için daha dengeli bir yaklaşım benimsenebilir.
Genel Değerlendirme
Diyaloğunuz, doğallık, derinlik ve samimiyet açısından son derece başarılı. Üzerinde çalıştığınız bu metin, sadece bir soru-cevap seansı olmaktan çıkıp, iki insanın duygusal ve entelektüel paylaşımlarının bir kaydına dönüşmüş. Özellikle Karacaoğlan üzerine olan bölüm, Ümit Bey'in sanat ve hayata dair felsefesini ortaya koyması açısından diyalogun zirve noktası.
Gelecek diyaloglarınızda, konular arasında daha belirgin geçişler yaparak veya her konuya daha fazla odaklanarak okuyucunun takibini kolaylaştırmayı düşünebilirsiniz. Ancak diyalogun bu hali bile, kendine özgü bir çekiciliğe sahip ve okuyucuya zengin bir deneyim sunuyor.
CELÂLİ KARACAOĞLAN
Karacaoğlan'ın yaşadığı dönemde Celali isyanları Anadolu'yu derinden etkilemiştir. Bu isyanlar, ekonomik sıkıntılar, vergi adaletsizliği ve merkezi otoritenin zayıflaması gibi nedenlerle ortaya çıkmıştır. Celaliler, devlete karşı duran, zaman zaman eşkıyalık yapan, ama aynı zamanda halkın gözünde bir nevi direnişçi olarak görülen gruplardı.
Karacaoğlan'ın bir Celali olduğu fikri, onun şiirlerindeki bazı unsurlarla ilişkilendirilebilir:
*Toplumdan Dışlanmışlık: Şiirlerinde sık sık yersiz yurtsuz kalmaktan, dağlarda gezmekten bahseder. Bu, Celalilerin yaşam tarzıyla örtüşebilir. "Ben giderim adım adım yol gibi" dizesi, bu göçebe ve gezginci ruhu yansıtır.
*Devlete Karşı Pasif Direniş: Karacaoğlan, doğrudan isyan çağrısı yapmasa da, dönemin sosyal yapısına ve otoritesine karşı bir mesafesi olduğu hissedilir. Şiirlerinde düzen eleştirisi yerine, doğaya, aşka ve bireyin özgürlüğüne vurgu yaparak bir nevi pasif direniş sergiler.
*Halkın Gözünden Anlatım: Karacaoğlan, saraydan veya medreseden değil, halkın içinden konuşur. Onun dili, Celali isyancılarının da temelini oluşturan halkın sesidir. Celaliler de halkın sorunlarını dile getiriyor, Karacaoğlan ise bu sorunların duygusal ve şiirsel yansımasını sunuyordu.
Ancak Karacaoğlan'ın direkt bir Celali lideri ya da askeri bir Celali olduğu yönünde kesin bir kanıt yoktur. O, daha çok halkın duygularını ve yaşadığı dönemin sosyal çalkantılarını yansıtan bir ozan olarak görülür. Aşık edebiyatında da sıkça rastlandığı gibi, toplum dışına itilmiş, baskıdan kaçan veya kendi felsefesini yaşayan gezgin bir figürdür. Bu anlamda, Celalilerin fiziki ve siyasi mücadelesini değil, bu mücadelenin yarattığı ruh halini ve toplumsal atmosferi temsil etmiştir.
Bu yüzden, Karacaoğlan'a "Celali" demek yerine, onun Celali isyanlarının yarattığı ortamın ve ruhun ozanı olduğunu söylemek daha doğru bir yaklaşım olabilir.
ATEİST KARACAOĞLAN
Karacaoğlan'ın ateist olduğu fikri, onun şiirlerine ve genel yaşam felsefesine dair oldukça radikal bir yorumdur. Bu fikri destekleyen veya çürüten argümanlara daha yakından bakalım.
Ateist Karacaoğlan Fikrini Destekleyenler
Bu görüşü savunanlar, Karacaoğlan'ın şiirlerinde dini referanslara çok az yer vermesine ve daha çok dünyevi konulara odaklanmasına dikkat çekerler.
*Dünyevi Aşk ve Doğa Odaklılık: Karacaoğlan'ın şiirlerinin ana teması ilahi aşk değil, insani aşktır. Sevgiliye duyulan özlem, ayrılık acısı, doğanın güzelliği gibi konulara yoğunlaşır. Şiirlerinde cennetten, cehennemden, peygamberlerden veya dinin ritüellerinden bahsetmemesi, onun için önceliğin bu dünya olduğunu gösterir.
*Akılcı ve Gerçekçi Yaklaşım: Üzerinde konuştuğumuz diyalogda da geçtiği gibi, Karacaoğlan'ın "akılcı ve gerçekçi" olduğu yorumu, onun olaylara doğaüstü açıklamalar yerine, gözlemlenebilir ve mantıklı bir çerçeveden baktığına işaret edebilir.
*Kendi Doğrularını Yaratma: Karacaoğlan'ın "Torosların Peygamberi" olarak nitelendirilmesi, onun ilahi bir figür yerine, kendi ahlak ve doğruluk ilkelerini oluşturan bir yol gösterici olduğunu ima eder. Bu, mevcut dini otoritelere veya inançlara bir mesafe koyduğunu gösterebilir. Ateist Karacaoğlan Fikrine Karşı Çıkanlar
Bu fikir, çoğu akademisyen ve edebiyat tarihçisi tarafından desteklenmez. Karacaoğlan'ın ateist olmaktan ziyade, dönemin yaygın inançlarından farklı bir mistik yolda olduğu düşünülür.
*Dini Anlayışın Farklılaşması: Alevi-Bektaşi geleneğine mensup ozanlar, İslam'ı kendi mistik ve panteist (Tanrı'nın evrenin her yerinde olduğu inancı) yorumları ile harmanlamışlardır. Karacaoğlan'ın şiirlerinde doğrudan dini semboller olmaması, onun ateist olduğu anlamına gelmez; aksine, bu inanç sisteminin dünyaya daha çok sevgi, insan ve doğa üzerinden baktığını gösterir.
*"Gerçekçi" Olmak Ateizm Değildir: Bir sanatçının gerçekçi olması, onun tanrıya inanmadığı anlamına gelmez. Karacaoğlan'ın şiirleri, halkın gündelik hayatından ve duygularından beslenir. Bu durum, onun dindar değil, halkın içinden bir ozan olduğunu gösterir.
*Zaman ve Kültür Bağlamı: 17. yüzyılda Anadolu'da ateist bir yaşam sürmek ve bunu şiirlerinde açıkça ifade etmek, mevcut toplumsal yapı ve baskılar göz önüne alındığında oldukça zordur. Karacaoğlan'ın şiirleri her ne kadar baskın dini söylemlerden uzak olsa da, bir ateist deklarasyonu içermez. Bu, onun ateist olmasından ziyade, mevcut dini hiyerarşiye ve dogmaya bir tepki veya ondan uzaklaşma olarak yorumlanabilir.
Karacaoğlan'ın ateist olduğu fikri, modern bir yorumdur ve elimizdeki verilerle desteklenmesi zordur. O, daha çok dönemin yerleşik dini anlayışına uymayan, bireysel ve dünyevi bir felsefeyi benimsemiş, doğaya ve insan sevgisine odaklanmış bir ozandır. Bu, onu ateist yapmaz; ancak dini dogmalara mesafeli duran, kendi yolunu çizen özgür ruhlu bir düşünür ve şair yapar.
Karacaoğlan'ın sanatsal felsefesinin, modern zamanlarda ateizmle ilişkilendirilebilecek yönleri olsa da, onu dönemin bağlamından koparıp bu şekilde etiketlemek, şiirlerinin çok katmanlı yapısını basitleştirmek anlamına gelebilir.
BİR ŞİİR
Şiirimle diyaloğu ve Karacağlanı bağdaştıtır mısın?
BİR GECELİK SEVGİLİ
“Tazeliğe”
Güzelliğinin farkında fakat
Güzelliğiyle ne yapacağını bilemeyen
Yeni, farklı kıyafetler ve saç modelleri
Önemlisi, herkese tatlı bir gülücük
Körpecik, kuzucuk, can. Cancağızım
İçindekiler kadındır, işve ve naz
İnsanların tanışıp kaynaştığı o yerler
İç çekmeler, baka kalmalar veya arsızca
Omuz atmadan hemen sohbete dalmalar
İnce ayrıntılara kadar
O gün ne yaptığından, beğenilerine kadar
Eş seçmeler, ömür boyu ve gecelik
Sırlı, gizli konuşmalar bir de
Ardına saklanılan alabildiğine uydurmalar
Romanlardan, filmlerden, arkadaşlardan alınan
Ezberlenmiş cümleler
Yani başkalarına ait, kendinin olmayan
Korkudan ve çekindiğinden
Pot kırmak istemediğinden hani rezil olmaktan
Yeni tanışılan ortamlar ne de olsa
Aile boyu asalet, zenginlik, kültür
Bence hiç uzatmadan doğrudan
Konuya girmek en verimlisi
—on tanesine teklif edersen
Mutlaka kabul eder biri!
“Güzelim gerçekten çok çekicisin
Yatmak istiyorum seninle yani
Sevişmek.”
Şimdi hayal edelim
Bir resim olsun, usta bir ressamın yapacağı
Gerçek bir sanatçının kendi içinden
Başka kimselerden kopyalamadığı
Tarlası, çocukları, uçağı ve atı hariç
Kendi motor gücüyle ve pilotun maharetiyle
Hareket edemeyen, bozuk bir uçak
Oralardan bir yerlerden bir çiftçi gelmiş olsun
Atı olan hatta atları olan bir köylü
Yaşlı köylü, köyünden başka bir yer bilmeyen
Torunları tarlanın kıyısında
Ağaçların altında oynayan örneğin
Pilot rica etsin köylüden
Kanatlarından veya tekerlerinden
Kalınca bir halatla
Çekelim bozuk uçağı, atlarla
Tablo bu olsun
Tarlada uçağı çeken köylü ve atları
Adını “bozuk” koyalım tablonun
Olmaz ama
İlk defa yaklaşan dudakların
Bir başkasının dudaklarına
Ellerin saçlarında, nefesin, hormonların
Sıcaklığı ve sıcaklığın
Uzak yerlerden bir esinti midir?
Zamanı gelen bir kucaklaşma
Hani ortam da sessiz, ürkütecek kadar
Dışardan gelen sokak lambasının ışığı olmasa
Zifiri karanlık. Yak mumları!
Kokulu mumlar
Kırmızı, yeşil, mavi, pembe mumlar
Çilek, portakal, ahududu, lavanta kokulu mumlar
Utanıyor musun?
Soyunmalara gelmeden daha
Üşümelere, tüyleri diken diken olmalara
Daha yeni başlamaya başlarken
Daha çok yol varken
Tecrübe, dokunma, koklama
Uçup gitme bilinmedik yerlere
Tarif edilemeyen, görülemeyen
Sonra bir daha, bir daha
Kaybetme korkusu, cinayeti tetikleyen
Sözümüz bu muydu?
Bir gecelik sevgili!
19.07.2012
TOKAT
“DIŞARDAN” ŞİİR KİTABINDAN
Şiiriniz, diyalogunuz ve Karacaoğlan arasındaki bağlantıyı kurmak oldukça ilginç bir düşünce egzersizi. Üçünü birbirine bağlayan temel unsurları irdeleyelim.
Şiir, Diyalog ve Karacaoğlan'ı Birleştiren Ortak Temalar
*Gerçeklik ve Samimiyet Arayışı:
*Şiirinizde: "Yani başkalarına ait, kendinin olmayan ezberlenmiş cümleler" veya "Romanlardan, filmlerden, arkadaşlardan alınan" ifadeleri, modern ilişkilerdeki samimiyetsizliği ve yapaylığı eleştiriyor. Şiir, "Bence hiç uzatmadan doğrudan konuya girmek en verimlisi" diyerek bu sahteliğe karşı dürüst bir yaklaşımı savunuyor.
*Diyalogunuzda: Ümit Bey'in Silifke'ye dair yaptığı yorumlar (çimento fabrikası, nükleer santral, kültürel yozlaşma) bir nevi modern dünyanın dayattığı "yapay" durumlara bir tepkidir. Kendini ifade edemediği bir yerde yaşadığını söylemesi de bir samimiyet bunalımıdır.
*Karacaoğlan: Karacaoğlan'ın "Ateist ve gerçekçi olması" yorumu, onu da aynı arayışın bir parçası yapar. O da saray edebiyatının süslü ve yapay dilinden uzak durmuş, halkın gerçek duygularını, aşklarını ve acılarını yansıtan sade ve samimi bir dil kullanmıştır.
*Modern Dünya ve Geleneksel Değerler Çatışması:
*Şiirinizde: Şiir, "bir gecelik sevgili" gibi modern ilişki biçimlerini sorgularken, bir yandan da "eski" ve "gerçek" olanı arıyor. "Tarlada uçağı çeken köylü ve atları" tablosu, modern teknolojinin (uçak) geleneksel güçle (köylü ve atları) nasıl çaresiz kaldığını sembolize eder. Bu, modern hayatın getirdiği karmaşaya karşı daha basit ve doğal olana duyulan özlemi gösterir.
*Diyalogunuzda: Ümit Bey'in Silifke kültürünün "ham çökelek" gibi popüler ama yozlaşmış türkülerle nasıl unutturulduğunu anlatması, geleneksel değerlerin modern tüketim kültürü karşısındaki çaresizliğini gösterir.
*Karacaoğlan: Karacaoğlan'ın aşkı, "Allah'ın emri peygamberin kavli" gibi geleneksel ve kutsal bir anlam taşır. Onun yaşadığı dönemin değerleri, modern dünyanın karmaşık ve yüzeysel ilişkilerine tezat oluşturur. Karacaoğlan, geleneksel değerleri ve doğanın saflığını temsil eden bir figürdür.
*Aşk ve Duygusallığın Derinliği:
*Şiirinizde: Şiir, bir gecelik ilişkinin yüzeyselliğinden, "Uçup gitme bilinmedik yerlere / Tarif edilemeyen, görülemeyen" gibi derin, mistik ve duygusal bir deneyime olan özlemi dile getirir. İlişkinin fiziksel yönüyle başlasa da, esas aranan şeyin daha derin bir bağ olduğu hissettirilir.
*Diyalogunuzda: Ümit Bey'in "Sevdiğim kızı vermiyorlar, alamazsam Bodrum'a yerleşeceğim" demesi, aşkın onun hayatındaki belirleyici rolünü gösterir. Onun için aşk, mesleğinden ve yaşadığı yerden bile daha önemlidir.
*Karacaoğlan: Karacaoğlan'ın tüm şiirleri, aşkın ne kadar yüce, acılı ve dönüştürücü bir duygu olduğunu anlatır. Sizin diyalogunuzda onu "Torosların Peygamberi" olarak tanımlamanız, Karacaoğlan'ın aşkı adeta kutsal bir mertebeye çıkardığını gösterir.
Şiiriniz, diyalogunuz ve Karacaoğlan'ın felsefesi arasında güçlü bir ortak ruh vardır: Yapaylığa karşı gerçekliği, modern yozlaşmaya karşı geleneksel saflığı ve yüzeyselliğe karşı duygusal derinliği savunurlar.
*Şiiriniz, modern hayatın ilişkilerdeki yozlaşmasını eleştiren, ancak derinde daha saf ve gerçek bir aşkı arayan bir çığlıktır.
*Diyalogunuz, Ümit Bey'in kişisel hikayesi üzerinden modern dünyanın kültürel ve çevresel yozlaşmasını sorgular.
*Karacaoğlan ise bu üçlünün, yüzyıllar öncesinden gelen, ancak çağdaş sorunlara bile cevap verebilen evrensel bir sembolüdür. O, hayatı, doğayı ve aşkı samimiyetle, olduğu gibi yaşayan ve anlatan bir figürdür.
OLDUM BİLE
“Fahişelere”
Öylesine gelip gideni ilgilendirmeyen
Talihsizlerden talihsiz bir hikâye işte
Süzülen gözyaşı
Dinlemeyi bekleyen adam
Fahişe olmayı hiç istemeyen kadın
Cakasını bastığını düşünürken
Sınıf arkadaşları, O
En iyi öğrenciydi
Söylenilmesi gereken değilken bunlar
Geniş ve güzel yüzlü birisine âşık olmuştu
Harika gözleri olan
Kirli, pis sakalı olmalı
İşte odur kötü yola düşüren kadını
Ne yağmurundan bahsediyorsun
Senin için döktüğüm gözyaşlarıdır bu
Gerçek, çoğu zaman duymak istediğimiz son şeyken
Yeni elbisesine yağsa da yağmur
Her şeyi öğrenmek istiyorum
Yoksa âşık mı oluyorum
Oldum bile.
29.05.2012
TOKAT
Şiiriniz, üç temel temayı işleyerek okuyucuyu derinden etkileyen bir anlatı sunuyor: kader, aşk ve gerçeklik.
Kaderin ve Talihsizliğin İronisi
Şiir, "Öylesine gelip gideni ilgilendirmeyen / Talihsizlerden talihsiz bir hikâye" dizeleriyle, bir yaşamın dışarıdan görünen acımasız gerçekliğini ortaya koyuyor. Kadının fahişe oluşu, kendi tercihi değil, "kötü yola düşüren" bir dış etkenin, yani "kirli, pis sakallı" bir adama duyduğu aşkın sonucu olarak betimleniyor. Burada, acı bir ironi gizli: Oysa "en iyi öğrenciydi" ve bu sonu hiç hak etmiyordu. Bu durum, insanın kaderinin nasıl beklenmedik bir şekilde değişebileceğini ve dışarıdan bakıldığında kolayca yargılanabilecek hayatların ardında derin hikayeler olabileceğini anlatıyor.
Aşkın Gücü ve Trajedisi
Şiirdeki aşk teması, kadının trajik sonunun ana nedeni olarak sunuluyor. Aşık olduğu adamın dış görünüşü ("geniş ve güzel yüzlü", "harika gözleri olan") ile iç dünyasının karanlığı ("kirli, pis sakalı") arasındaki tezat, aşkın ne kadar yanıltıcı olabileceğini vurguluyor. Şiir, bu trajik aşkın sonuçlarını gözyaşlarıyla ifade ediyor: "Senin için döktüğüm gözyaşlarıdır bu." Bu dizeler, aşkın yıkıcı ve dönüştürücü gücünü, tüm acısıyla birlikte gözler önüne seriyor.
Gerçeğin Çarpıcılığı ve Sorumluluk
Şiirin son bölümü, dinleyici (veya okuyucu) ile doğrudan bir bağ kurar. Dinleyicinin "yağmurdan" bahsetmesi, hikayenin dışsal ve yüzeysel yönüne odaklandığını gösterir. Şair ise bu yüzeyselliği "gerçek, çoğu zaman duymak istediğimiz son şeyken" diyerek reddeder ve asıl gerçeğin gözyaşları olduğunu belirtir. Bu durum, bir hikayenin gerçekliğini anlamanın ve kabul etmenin zorluğunu anlatır. Son dizelerdeki "Yoksa âşık mı oluyorum / Oldum bile" ifadesi, sadece hikayeye değil, hikayenin anlattığı tüm acıya ve gerçekliğe duyulan yoğun bir empati ve bağ kurma halini ifade eder. Bu, dinleyicinin (veya şairin) pasif bir gözlemci olmaktan çıkıp, o acıyla bütünleştiği anı temsil eder. Sonuç olarak, şiiriniz fahişelik gibi hassas bir konuyu, ahlaki bir yargıdan çok, kader, aşk ve gerçeklik gibi evrensel temalar üzerinden ele alıyor. Dışarıdan bakıldığında basit görünen bir hikayenin ardındaki trajediyi ve insan ruhunun derinliklerini başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor.
Şiirinizi, önceki diyalogunuzla ve Karacaoğlan'la bütünleştirmek için iki ana tema üzerinden bir bağ kurabiliriz: dışsal yargılara karşı içsel gerçekler ve aşkın yıkıcı ve dönüştürücü gücü.
Dışsal Yargılara Karşı İçsel Gerçekler
*Şiirinizde: Şiir, "fahişe" kelimesinin yüzeysel ve olumsuz çağrışımını alıp, arkasındaki trajik hikayeyi, yani bir kadının çaresiz bir aşk yüzünden yaşadığı düşüşü ortaya koyuyor. Toplumun kadını yargıladığı "fahişe" etiketi, şiirin içindeki "en iyi öğrenciydi" veya "aşık olmuştu" gibi derin ve samimi gerçeklerle çarpışıyor. Şiir, dışardan görünenle içerideki gerçeklik arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor.
*Diyalogda: Ümit Bey'in Silifke'yi anlatımı, tam da bu temayı yansıtıyor. Dışarıdan bakıldığında "Silifke'nin Yoğurdu" gibi türkülerle canlı ve güzel görünen Silifke'nin içyüzü; çevresel sorunlar, kültürel yozlaşma ve insanların duyarsızlığı ile dolu. Diyalog, tıpkı şiiriniz gibi, dışsal görünümün aldatıcı olabileceğini ve asıl gerçeğin derinde yattığını gösteriyor.
Aşkın Yıkıcı ve Dönüştürücü Gücü
*Şiirinizde: Şiir, aşkın bir kadını nasıl "kötü yola düşürebileceğini" anlatarak, aşkın trajik ve yıkıcı bir güce sahip olabileceğini gösteriyor. Ancak şiirin sonunda şair, bu trajik hikayeye duyduğu yoğun empatiyle "aşık mı oluyorum / Oldum bile" diyerek, aşkın dönüştürücü gücünü, yani bir başkasının acısını hissetme ve onunla bütünleşme yeteneğini vurguluyor.
*Diyalogda: Diyalog, Ümit Bey'in "Sevdiğim kızı vermiyorlar" diyerek dile getirdiği aşk acısıyla başlıyor. Onun için bu aşk, tüm hayatını değiştirebilecek, hatta Silifke'den ayrılmasına neden olabilecek kadar güçlü. Bu, aşkın hayatı nasıl dönüştürdüğüne dair bir örnektir.
*Karacaoğlan: Karacaoğlan, bu temanın en güçlü sembolüdür. Onun şiirleri sadece aşkı değil, aşkın yarattığı acıyı, özlemi ve dönüşümü anlatır. Sizin de diyalogda onu "Torosların Peygamberi" olarak tanımlamanız, Karacaoğlan'ın aşkı sıradan bir duygu olmaktan çıkarıp, insanın tüm varlığını şekillendiren, adeta kutsal bir güce dönüştürdüğünü gösteriyor. Şiiriniz, diyalogunuz ve Karacaoğlan'ın felsefesi; insanların ve mekanların dışardan göründüğü gibi olmadığını, içlerinde çok daha derin ve karmaşık hikayeler barındırdığını anlatır. Her üçü de, aşkın hem yıkıcı bir trajediye hem de dönüştürücü bir duyguya yol açabileceğini gösteren güçlü örneklerdir.
ESİNTİDEN BALA
"deliliğe"
Sakin duruşun, sessiz bekleyişin
Yalnızlığın alabildiğine ve sonra
Duyuyorum yüreğin var, atıyor
Ellerin, parmak uçların, damarların ve karnın.
Suda yüzen yelkenlileri görüyor musun
Beyaz ve daha renkli yelkenleri.
Deniz, göz dolusu mavi
Sen izlerken onları, oturmuşken yukarı
Arka yoldan geçenler çocuklarıyla
Fark eden, etmeyen, görmeyenler seni
Aşağı sahilde suya giren çocuklar.
Çocuk, kuş, kadın, su, yelken, sen.
Sevişmek isteyen gençler bir daha
Gözünün içine, şurasına burasına
Göz gezdirirken diğerinin, titrek.
Yelkenlidekiler değil, çamın altındakiler.
Toprakta karıncalar çabalarken
İleride bir yerde villa, balkonu geniş
Bahçesinde rengarenk çiçekler
Kokuları uzak, havuz ve havuzda fıskiye
Şırıltı, akıntı uzak, ses uzak, koku uzak.
Gençler el ele yine, yürümeye anlaşıp
Kuşları omuzlarında ve birkaç yaprak
Alarak villaya.
Havuzdaki yelkenliye üflemeli.
Hepsini toplasak alsak bir çuvala doldursak.
Sakin sessiz
Karadeniz de bir yayla örneğin
Arıları bol.
Açsak çuvalı oraya, içindekileri
Dışarıya. Villa ortada
Havuz yanda. Gençler çıksa villadan
Sana doğru el ele koşsalar.
İstekleri olmuş besbelli.
Konuşabilir misin
Sorar mısın, dinler misin
Belki geçip giderler, görmezler bile
Havuzda yelkenli.
Bahçede çiçek, üstünde arı.
Yağmur ekleyelim şimdi.
Çiselesin.
Ormana mı kaçarsın, eve mi
Hala konuşamadın.
Soramadın, dinleyemedin, göremedin.
Derin bir nefes alsan esintiden
Açılırsın.
Yoksa ıslanmalımı sırılsıklam.
Duygular gerçekse akıl biliyor mu
Biliyor muydu
Melek örneğin, neden kanatlı
Pagasus denen atın neden kanatları vardır
Kuşun kanadı güzel kızla birleşince
Melek oldu mu şimdi
Kim uydurdu?
Budha haklımıydı
"Bileşikler yok olurlar" derken
Arı, duru, saf, berrak
Alabildiğine doğal, kendi olmayı isterken
Gerçekten kendim olursam, ölümsüz olur muyum?
Yelkenli, melek, kız, deniz, ağaç, melez
Orman, arı . Bal
Hatta sonsuz geçmiş ve
Sonsuz gelecek hep birlikte
Tek, bir, bir tek olabilir mi?
Deneyebilir misin doğrumudur diye.
Dokunabilir misin veya tadabilir misin.
Rengi, ağırlığı var mıdır.
Akıl, duygu, vicdan, şüphe, deney, tecrübe ve...
Hepsi birlikte kalp ve beyin
Şimdi anladım.
Hepsinin işi ayrı, yeri ayrı, sırası da.
Kendiliğinden olduysa zaten
Ne soru var, ne cevap
Yaşa kendiliğince.
Hasta olmayan, eskimeyen, çürümeyen
Yürek istersen yeniden yap
Başkasını kullan
Olamaz mı değiştirmek, yenilemek
Ölümsüzlük bu mu?
Peki ya çuvalı yeniden sermek
Başka yerlere, iklimlere!
Esti işte!
31.03.2011
TOKAT
Şiiriniz, diyalogunuz ve önceki şiirlerinizle bütünleşerek derin bir kültürel ve felsefi arayışın izlerini taşıyor. "Esintiden Bala", özellikle delilik kavramı üzerinden, akıl, duygu ve gerçeklik arasındaki sınırları zorluyor ve tüm metinlerinizle güçlü bir bağ kuruyor.
Felsefi ve Kültürel Değerlendirme
Şiiriniz, modern dünyanın karmaşık ve yüzeysel yapısını, doğanın ve kendi içimizdeki saflığın arayışıyla karşı karşıya getiriyor.
1. Dışsal Gerçekliklerin Parçalanması
Şiiriniz, dış dünyadan aldığımız imajları (sakin duruş, yelkenliler, çocuklar, villa, gençler) bir "çuvala doldurma" metaforuyla bir araya getiriyor. Bu, modern dünyanın dayattığı kaotik ve birbiriyle alakasız görselleri, zihnin birleştirme çabasını sembolize ediyor. Bu çuval, Karadeniz'de bir yaylaya, yani saf ve doğal bir ortama döküldüğünde ise, tüm o parçalar anlam kazanıyor. Villa, gençler, yelkenli gibi modern unsurlar bile doğayla (arılar, çiçekler, yağmur) bütünleşerek yeniden anlamlandırılıyor. Bu, önceki diyalogunuzda Ümit Bey'in Silifke'deki kültürel yozlaşmaya tepkisiyle benzer bir temayı işliyor: Yapay olanın, doğal olanla bütünleşme çabası.
2. Akıl ve Duygu Çatışması
Şiir, "Duygular gerçekse akıl biliyor mu" ve "Hepsinin işi ayrı, yeri ayrı, sırası da" dizeleriyle, akıl ve duygu arasındaki geleneksel ayrımı sorguluyor. Rasyonel düşüncenin (akıl), duygusal ve sezgisel olanı (kalp) tam olarak kavrayamadığı fikri, şiirin ana felsefi sorunsalı. Bu, Karacaoğlan'ın "gerçekçi" olmasına rağmen, aşkı ve duyguyu "Torosların Peygamberi" mertebesine yükseltmesiyle birebir örtüşüyor. Karacaoğlan da aklın ötesinde, duyguların, doğanın ve aşkın saf gerçekliğine inanıyordu.
3. Delilik ve Yaratıcılık
Şiirinizin başlığındaki "deliliğe" ifadesi, tüm bu sorgulamanın anahtarıdır. Toplumun normları dışına çıkan, çuvaldaki karmaşayı alıp bir yaylaya dökebilen, meleklerin ve Pegasus'un varlığını sorgulayabilen bu zihin, geleneksel anlamda "deli" olarak görülebilir. Ancak bu delilik, aynı zamanda yaratıcılığın ve özgün düşüncenin kaynağıdır. Şiir, "Yaşa kendiliğince" diyerek, bu deliliğin aslında en saf varoluş biçimi olduğunu ileri sürüyor. Bu, Ümit Bey'in "kendimi ifade edemediğim bir kent burası" diyerek hissettiği boğulmaya karşı, kendi iç dünyasını ve sanatını savunmasının bir uzantısıdır. Bu delilik, sanatçının ve düşünürün özgürlüğüdür.
Şiirin Diyalog, Önceki Şiir ve Karacaoğlan ile Bütünleşmesi
*Kültürel Bağlam: Diyalogunuzdaki Silifke'nin yozlaşan kültürü ve Karacaoğlan'ın saf, geleneksel doğa ve aşk algısı, şiirinizdeki "çuvalı yaylaya dökme" metaforuyla bütünleşir. Şiir, yozlaşan kültürel unsurları (villa, havuz) alıp, onları yeniden doğal bir ortama (yaylaya) yerleştirerek, yozlaşmanın aslında geri döndürülebilir ve yeniden saf hale getirilebilir bir durum olduğunu felsefi bir dille anlatır.
*Aşk ve Gerçeklik Arayışı: İlk şiirinizdeki "bir gecelik sevgili"nin yüzeyselliği ve ikinci şiirinizdeki fahişenin trajik aşkı, bu şiirinizdeki "gençler el ele yine" ve "sevişmek isteyen gençler" gibi imgelerle bir araya gelir. Bu şiir, modern aşkın yüzeysel ve karmaşık halinden, doğanın ve duyguların saf akışına (esinti, yağmur) geçişi arar. Tüm bu şiirlerinizde ortak tema, aşkın gerçek ve saf halini bulma arayışıdır.
*Felsefi Derinlik: Karacaoğlan'ın "ateist ve gerçekçi" olduğu yorumu, şiirinizdeki Budha'ya yapılan gönderme ve meleklerin kanatları üzerine felsefi sorgulamayla birleşir. Şiiriniz, dini ve mistik sembollerin (melek, Pegasus) kaynağını sorgulayarak, tıpkı Karacaoğlan'ın yaptığı gibi, kendi gerçekliğinin ve inancının peşine düşer. "Kendim olursam, ölümsüz olur muyum?" sorusu, Karacaoğlan'ın "Torosların Peygamberi" olarak ölümsüzleştiği gerçeğiyle ironik bir paralellik kurar.
Kısacası, bu şiiriniz, daha önceki tüm metinlerinizdeki kültürel yozlaşma, yüzeysel ilişkiler ve özgünlük arayışı gibi temaları toplayıp, onları felsefi bir çatı altında birleştiriyor. "Delilik", tüm bu karmaşanın içinden çıkıp, kendi yolunu bulan ve kendi gerçekliğini inşa eden ruhun bir ifadesidir.
SAFLIK
Saflık, felsefi ve kültürel bağlamlara göre farklı şekillerde yorumlanabilen, oldukça zengin bir kavramdır. En temelinde saflık; katkısızlık, bozulmamışlık ve kirlenmemişlik halini ifade eder.
Felsefi ve Manevi Boyutu
*Erdem ve İyilik: Felsefede saflık, bir erdem olarak kabul edilir. Kişinin niyetlerinin ve eylemlerinin bencil arzulardan, ikiyüzlülükten ve zararlı düşüncelerden arınmış olmasıdır. Bu, saf bir kalp taşımak anlamına gelir. Bir eylemin sonucunun ne olacağından çok, o eyleme götüren niyetin temiz ve iyi olması önemlidir.
*Hakikat: Platon gibi düşünürler için saflık, duyusal dünyanın yanıltıcı görüntülerinden arınarak, gerçek ve değişmez olan hakikate ulaşma çabasıdır. Bilgiye ulaşmak için zihnin ön yargılardan ve yanılsamalardan temizlenmesi gerekir. Bu anlamda saflık, gerçeğin kendisidir.
Sanatsal ve Kültürel Boyutu
*Doğa ve Doğallık: Sanatta ve kültürde saflık, genellikle doğayla ilişkilendirilir. Sanat eserindeki saflık, basit ve doğal formların kullanılmasıyla, yapay süslemelerden kaçınmayla elde edilir. Örneğin, bir dağ çiçeğinin ya da bir derenin suyu, doğanın katkısız, saf güzelliğini temsil eder.
*Otantiklik: Bir kişinin ya da kültürün kendi özüne sadık kalması, taklitten ve yozlaşmadan uzak olması da saflık olarak değerlendirilir. Bu, bir sanatçının kendi özgün tarzını bulması ya da bir geleneğin bozulmadan gelecek nesillere aktarılmasıyla ilgili olabilir.
Gündelik Hayatta Saflık
*Masumiyet: Çocukların dünyası, genellikle saflıkla özdeşleştirilir. Bu, onların deneyimsizliğinden değil, dünyayı ön yargısız, şüphesiz ve masum bir bakış açısıyla algılamalarından kaynaklanır. Onların sevgi ve nefreti saf, yani koşulsuz ve katkısızdır.
*Sade Yaşam: Modern dünyada, saflık çoğu zaman sadelikle karıştırılır. Ancak sadelik bir tercihken, saflık daha çok bir varoluş halidir. Daha az eşyaya sahip olmak basit bir tercih olabilir, ancak bu eşyaların getirdiği maddi hırslardan arınmak saflıktır.
Saflık, bu farklı boyutlarıyla, sadece bir durum değil, aynı zamanda hem bireysel hem de kültürel bir arayıştır.
ROMANI
Birlikte yaptığımız bu sohbetin bir roman planı olsaydı, adı "Esintiden Bala" olurdu ve şöyle bir kurguya sahip olurdu:
Romanın Konusu
Romanın ana karakteri Ümit Halit Üçyıldız, genç bir müzisyendir. Dışarıdan bakıldığında, cennet gibi bir şehir olan Silifke'de müzik dersleri veren, güler yüzlü ve sempatik biridir. Ancak iç dünyası, modern dünyanın ve kültürel yozlaşmanın getirdiği hayal kırıklıklarıyla doludur. Onun hikâyesi, kişisel bir arayışın, aşkın ve saflık peşindeki bir sanatçının destanıdır.
Romanın Bölümleri
Bölüm I: Silifke'nin Tozu
Roman, Ümit'in günlük yaşamını anlatan bir diyalogla başlar. Okuyucu, Ümit'in Silifke'ye dair duyduğu hayal kırıklığını, şehrin doğasına ve kültürüne yapılan saygısızlığı ("çimento fabrikası", "termik santral") onun gözünden görür. Bu bölümde, Ümit'in müziğe olan tutkusu ve şehre karşı hissettiği yabancılaşma derinlemesine işlenir. Hayatının dönüm noktası ise, sevdiği kızla evlenememe ihtimalidir. Bu durum, onu şehirden ayrılıp Bodrum'a yerleşme fikrine iter. Bu bölüm, aynı zamanda kültürel yozlaşmayı, "Portakal Zeybeği" yerine **"ham çökelek"**in revaçta olması metaforuyla anlatır.
Bölüm II: Kirlenmiş Aşk
Bu bölümde, Ümit'in iç dünyasındaki karmaşayı temsil eden iki ana şiir ortaya çıkar. İlk şiir olan "Bir Gecelik Sevgili", modern ilişkilerin yüzeyselliğini, samimiyetsizliğini ve yapaylığını sorgular. Bu, Ümit'in kendi aşkını ve bağ kurma arzusunu yansıtır. İkinci şiir olan "Oldum Bile" ise, bir kadının trajik hikâyesi üzerinden aşkın yıkıcı gücünü anlatır. Bu bölümde, Ümit'in kendi ilişkisinin de bu tür bir trajik sonla bitebileceği korkusu işlenir. Şiirlerdeki saflık arayışı, Ümit'in kendi aşkında aradığı "gerçekliği" ve "içtenliği" temsil eder. Bu bölüm, okuyucuya aşkın hem kurtarıcı hem de yıkıcı olabileceğini gösterir.
Bölüm III: Karacaoğlan'ın İzi
Ümit, hayatına yön verecek felsefi bir figür ararken, eski bir aşık olan Karacaoğlan ile tanışır. Ümit, Karacaoğlan'ın sadece bir halk ozanı değil, aynı zamanda "Torosların Peygamberi" olduğunu savunur. Bu bölümde, Karacaoğlan'ın aşkı, doğayı ve insanlığı nasıl yücelttiği, modern dünyanın yozlaşmış ahlakına karşı bir duruş olarak anlatılır. Karacaoğlan'ın "Ateist ve gerçekçi" olması fikri, Ümit'in kendi hayatını sorgulamasına, akıl ve duygu arasındaki ilişkiyi anlamasına yardımcı olur.
Bölüm IV: Saflığın Peşinde
Romanın bu son bölümü, Ümit'in kendi benliğine ve saflığa ulaşma çabasına odaklanır. "Esintiden Bala" şiiri, bu bölümün ana metnidir. Şiirdeki "çuvalı yaylaya dökme" metaforu, Ümit'in iç dünyasındaki tüm dağınık ve kirli bilgileri, deneyimleri alıp, onları doğanın saf ve bozulmamış ortamında yeniden düzenlemesini simgeler. Ümit, tıpkı Karacaoğlan gibi, aklın ve mantığın ötesinde bir gerçeğe, yani duyguların ve sezgilerin saf bilgisine ulaşır. Roman, Ümit'in, sevdiği kızla olan aşkının kaderine teslim olmayarak, kendi hayatının ve mutluluğunun peşinden gitmesiyle son bulur. Belki de bu arayış, sadece sevdiği kıza kavuşmak değil, aynı zamanda kendi benliğinin "saflığını" bulmaktır.
Roman, Ümit'in kendi gerçeğini ve saflığını bulma yolculuğunu anlatırken, aslında modern insanın aidiyet, anlam ve gerçeklik arayışına bir ayna tutar.
SENARYOSU
Şiirlerinizden, diyaloglarınızdan ve felsefi sorgulamalarınızdan yola çıkarak, Karacaoğlan'ı da merkeze alan bir senaryo oluşturdum. Bu senaryo, günümüzle geçmişi bir araya getirerek, aşk, sanat ve saflık temalarını işleyen bir zaman yolculuğu kurgusu içeriyor.
Senaryo Adı: Esintiden Bala
Tür: Romantik-Dram, Fantastik
Karakterler:
* Ümit (20'li yaşlar): Müzisyen, geleneksel bağlamayı modern enstrümanlarla birleştirmeye çalışan genç bir sanatçı. İdealist, romantik ve modern dünyanın yozlaşmasından rahatsız.
* Halit (60'lı yaşlar): Ümit'in hocası. bilge, sakin ve eski kültürün değerlerine bağlı bir adam. (Diyalogdaki Ümit Halit'in iki farklı versiyonu gibi düşünülebilir.)
* Aşkın (20'li yaşlar): Ümit'in âşık olduğu genç kadın. Edebiyat ve kültürle ilgilenen, modern ama geleneksel değerlere saygı duyan bir karakter.
* Karacaoğlan (30'lu yaşlar): Halk ozanı. Gerçekçi, cesur ve aşkı her şeyin üzerinde tutan mistik bir figür.
Senaryo Özeti
Açılış:
Günümüz Türkiye'si, Silifke. Genç müzisyen Ümit, eski bağlama ustası Halit'ten ders almaktadır. Ümit, Halit'e Silifke'nin kültürel yozlaşmasından şikayet eder. Şehirde bir konser hazırlığı yapmaktadır ama çalacağı parçalar, modern izleyicinin ilgisizliği nedeniyle onu hayal kırıklığına uğratır. Konser gecesi Ümit, sahnede çalması beklenen "Ham Çökelek" şarkısından vazgeçerek, kendi bestelediği, Karacaoğlan'ın şiirlerinden esinlenmiş, deneysel bir parçayı çalmaya karar verir. İzleyicinin tepkisizliği, hatta alaycı bakışları onu derinden yaralar. Konser sonrası Aşkın'la buluşur ve ona içini döker.
Gelişme:
Halit, Ümit'e dedesi Karacaoğlan'a ait olduğunu söylediği bir bağlamayı hediye eder. Halit'in anlattığına göre bu bağlama, sadece aşkla çalındığında sihirli güçlere sahiptir. Ümit, şüpheyle bağlamayı alır. Aşkın'a evlenme teklif etmeyi planlamaktadır. Ancak Aşkın'ın ailesi, Ümit'in sanatla uğraşmasından dolayı ilişkiye sıcak bakmamaktadır. Bir gece bağlamayı çalarken, Ümit ve Aşkın kendilerini mistik bir sis içinde bulur ve 17. yüzyıl Toroslar'ına, Karacaoğlan'ın zamanına yolculuk yaparlar.
Karacaoğlan, gençlere çadırlarda yaşayan bir Türkmen obasına rehberlik eder. Karacaoğlan'ın dünyasında aşklar saf ve gerçektir, doğa ise yozlaşmamıştır. Ancak bu masum dünyanın da kendi zorlukları vardır. Karacaoğlan'ın sevdiği kıza kavuşma mücadelesi, kendi ailesinin reddi ve toplumdan dışlanmışlığı, Ümit'in kendi yaşadığı sorunları anlamasına yardımcı olur. Ümit, Karacaoğlan'ın sadece aşk acısı çeken bir ozan değil, aynı zamanda toplumun "deli" olarak nitelendirdiği, ancak saflığın ve gerçeğin peygamberi olduğunu fark eder.
Doruk Noktası:
Ümit, Karacaoğlan'ın ilhamıyla yeni bir bakış açısı kazanır. Modern dünyanın kirlenmişliğinin, aşkın saflığını yok edemeyeceğini anlar. Karacaoğlan'ın da desteğiyle, bağlamanın büyüsünü çözerek kendi dünyasına dönme yollarını araştırır. Dönüş yolculuğu sırasında, hem Ümit hem de Aşkın, gerçek aşkın ne olduğunu deneyimler. Bu aşk, sadece bir romantik ilişki değil, aynı zamanda insanın kendi özüne, doğaya ve sanata duyduğu aşktır.
Sonuç:
Ümit ve Aşkın günümüze döndüklerinde, artık bambaşka birer insandırlar. Ümit, bağlamasına son kez sarılır ve sevdiği kıza kavuşmak için ailesiyle konuşmaya karar verir. Ona "Esintiden Bala" adını verdiği bir şiir okur ve aşkının ne kadar saf olduğunu anlatır. Film, Ümit'in, tıpkı Karacaoğlan gibi, aşkı ve sanatı "Torosların Peygamberi" gibi kutsal bir misyona dönüştürme kararını gösterir. Belki de sevdiği kıza kavuşur, belki kavuşamaz ama artık onun için önemli olan, kendi yolunu bulması ve yozlaşmış dünyanın içinde bile saflığı korumasıdır. Bu yolculuk, Ümit'e hem kendi aşkını hem de kendi sanatını anlama fırsatı vermiştir.
Senaryo, modern insanın aşk ve kimlik arayışını, geçmişin saf dünyasıyla harmanlayarak zamansız bir hikaye anlatmayı hedefliyor.

DOKSAN BİR'İNCİ DİYALOG
AŞK, KARACAOĞLAN, SİLİFKE
(ALLAH'IN EMRİ PEYGAMBER'İN KAVLİYLE)

Günaydın Ümit Halit Bey
Silifke nasıl bir yerdir, bu canlılığın kaynağı nedir? (Diyalog için başlangıç)
Silifke doğası ile muhteşem bir yerdir lakin insanı (... ... ...). Böylesi cennete bir çimento fabrikası, üç termik santral, üstüne de bir nükleer santral yapılıyor ama yaşayanlarının gıkları çıkmıyor oysa yüzüne bakmadıkları tank yüzünden ortalığı "velveleye verip" birlik beraberlik tuhaflıkları sergiliyorlar. Kültürden anladıkları sadece folklör. Onu da güncelleştirme adına yozlaştırmış durumdalar, malesef.
Mecburiyetten yaşıyorum Silifke'de! Kendimi ifade edemediğim bir kent burası. Müzik merkezim var; bağlama, gitar, piyano, ud, keman, kaval dersleri veriyoruz. İlgi sıfır...
Canlılığı ne anlamda sordunuz bilmiyorum ama içimden şu an geçenler bunlardı...

Canlılık derken "silifke türkülerinden" bahsetmiştim ve doğanın etkisi olmalı diye düşünmüştüm. Demek ki insanlar, uzaktan görüldüğü veya tahmin edildiği gibi değiller?
Gelecek planlarınız nedir?
Sevdiğim kızı vermiyorlar, alamazsam Bodrum'a yerleşeceğim altıncı ayda...
Silifke türkülerine gelince; hareketliliğinin kaynağı Girit Müziğidir.
Verirler inşallah sizden iyisini mi bulacaklar! Sempatik, güleryüzlü, müzisyen, sanatçı...
Silifke'de Girit etkisi" yeni başlık. Lütfen...
Rum müziğinin hareketliliği ile Anadolu'nun mistik tınılarının birleşimidir bu kültürü oluşturan. Ayrıca Toroslardaki yaşantı izlerinin de etkisi vardır. Konar - göçerlik biraz daha müziklerin kıpırtılı olmasını sağlamıştır. Silfke türküleri, bir yaşam biçiminin ezgilerinden oluşmaktadır bence lakin büyük payın "Giritli müzisyen bir kadının" toros dağlarında gezip söylediği rumca şarkılara ait olduğunu düşünüyorum. Kadının adını şu an hatırlayamıyorum ama çok etkili olduğu söylenir. Bir nevi Karacaoğlandır, gezer dolaşır. Lübnan - Cezayir - Fas - Kıbrıs - Silifke.
"Silifkenin Yoğurdu'nda" sizde bir güğüm - bakır kazan, sıcak vurmuş yorulmuş köy kızları, tahta kaşık anıları ve bulgur pilavı tablosu canlandırır mı?
Dişini bulgurun arasına karışan taşla kıran kadıncağazın sesini çıkaramaması filan...
Karacoğlan" denilince zaten tümünü bir araya getiren bir şey var sanki?
Dişini bulgurun arasına karışan taşla kıran kadıncağazın sesini çıkaramaması filan...
Karacoğlan" denilince zaten tümünü bir araya getiren bir şey var sanki?
İlginç tabi, adam yoğurda türkü yakmış, ne çok seviyormuş demekki! Ya da yoğurdu bahane edip sevdiği yarine seslendi. Ayrıtılı incelemek lazım... Ben çok haz almıyorum Silifke Türküleri'nden aslında çok çok değerliler.
"O kızı sana alacaz Ümit" üzülme ne olur (Gülümseme) Karacaoğlan'la devam edelim.
Oyun havası konseptinde bakılınca inanın değeri düşüyüyor, ve Silifkeliler kendi kültürlerini elleriyle yozlaştırdılar. Şu an Silifke'ye geliniz "portajkal zeybeğini" çalacak müzisyen bulamazsınız ama herkesin dilinde "ham çökelek" vardır. Bir de Silifke Türküsü..! Bu güzelim esere göçek havası muamelesi yapılır.
Renklerin üzerine bir çimento tozu serpilmiş" izlenimi edindim. Umarım bu tozlar kalkar ve o pırıl pırıl canlı şeyler tekrar ortaya çıkar.
Karacaoğlan'a gelelim
Karacaoğlan: "Hocam bir peygamber varsa benim için Karacaoğlan'dır. Bana göre hiçkimse aşkı, sevgiyi, insanlığı, doğruluğu Onun gibi anlatamamıştır. Görüntüde sevdiğine kavuşamayan, saz çalıp dağlarda gezen birisi gibi algılanır toplumda ama bana göre "Torosların Peygamberidir O"
Diğer ozanlardan farkı nedir, sizce?
Atesit ve gerçekçi olması.
En beğendiğiniz bir dörtlüğüyle bitirelim lütfen!
Güzel ne güzel olmuşsun... (Kişisel katkım)
"Karacoğlan der ki gelir yazları
Güzel kimden aldın sen bu nazları
Ananın babanın acı sözleri
Bal oldu gidelim de bizim ellere."
Güzel kimden aldın sen bu nazları
Ananın babanın acı sözleri
Bal oldu gidelim de bizim ellere."
Sevgiyle kalınız, tüm dileklerinizin gerçekleşmesi dileğiyle.
Saygılarımla
Teşekkürler, aşk ile.