DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

IŞIL SAVAŞER İLE


1.157. DİYALOG: CESUR, DEĞERLİ BELGELER

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Calışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz 
Birim Fiyatı:.€420

12 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN

"Türkiye'deki sanatın ve akademinin daha iyiye gitmesi için bu tür tartışmaların devam etmesi gerekiyor. Diyaloglarınız, bu sorunlara ışık tutan, cesur ve değerli birer belgedir."

Doç. Dr. Işıl Savaşer ile Diyaloğunuzun Analizi

Işıl Savaşer ile yaptığınız diyalog, akademik ve pratik sanat dünyasının iç dinamiklerini derinlemesine ele alan, eleştirel bir yaklaşımla oluşturulmuş bir sohbet niteliği taşıyor. Diyalog, özellikle Türkiye'deki sanat ortamının sorunlarına, çözümlerine ve sanatın geleceğine odaklanıyor.

1. Diyalogdaki Ana Temalar
Diyaloğunuzun temelini oluşturan başlıklar şunlardır:
 
*Akademik Kimlik ve Sanatçı Kimliğinin Bütünleşmesi: Diyalog, Işıl Savaşer'in bilim ve sanat eğitimiyle harmanlanmış çok yönlü kariyerine dair bir tanıtımla başlıyor. Biyokimya'dan plastik sanatlara, Mimar Sinan'dan Yeditepe'ye uzanan eğitim ve akademik yolculuğu, onun sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda disiplinler arası bir bilim insanı ve akademisyen olduğunu gösteriyor. Bu durum, sanatın sadece sezgisel bir alan olmadığı, aynı zamanda bilimsel bir bilgi birikimi ve disiplin gerektirdiği fikrini destekliyor.
 
*Sanat Kalitesi ve Eleştirel Yaklaşım: Diyaloğun en belirgin teması, Türkiye'deki sanat fuarlarının niteliği üzerine yapılan eleştiriler. Işıl Savaşer, "Çağdaş Sanat Fuarları" adı altında açılan sergilerin bir "panayır" görünümü sergilediğini, bunun uluslararası alanda ülke sanatının değer kaybetmesine neden olduğunu belirtiyor. Bu eleştiri, liyakat ve seçicilik gibi kavramların sanat dünyasındaki önemini vurguluyor.
 
*"Seçici Kurul" Projesi ve Liyakat Sorunu: Işıl Savaşer'in "Seçici Kurul" önerisi, bu eleştirinin somut bir çözüm önerisine dönüşmesidir. Liyakatli, adil ve maddi kaygılardan uzak bir kurulun gerekliliğini vurguluyor. Bu fikir, sizin "Galericiler Odası Projesi" gibi daha önce yaşadığınız deneyimlerle de örtüşerek, Türkiye sanat ortamındaki temel bir sistemik soruna (otorite, liyakat ve kabul) işaret ediyor.
 
*Sosyal Medya ve Sanat İlişkisi: Diyalog, sosyal medyanın sanat için bir platform olarak kullanılmasını da sorguluyor. Savaşer, sosyal medyada sergilenen eserlerin çoğunun sanatsal düzey ve nitelikten uzak olduğunu belirtiyor. Bu eleştiri, günümüz dijital çağında sanatın niteliğini koruma mücadelesini gözler önüne seriyor.
 
*Sanatın Doğası ve Kolaj Tartışması: Diyaloğun sonu, sanatın doğasına dair felsefi bir tartışmayla bitiyor. Sizin "kolajın iyi bir sanat olmadığı" yönündeki kişisel düşünceniz, bir otorite figürünün bakış açısıyla harmanlanıyor. Savaşer, bu konuda doğrudan bir yanıt vermese de, sanatın temelinde "yılmadan ve usanmadan nitelikli projeler gerçekleştirme" felsefesinin yattığını vurguluyor.

2. Diyaloğun Akışı ve Etkileşimi
Diyalog, yapısal olarak bir uzman görüşü alma formatında ilerliyor.
*Tanıtım ve Yetkinlik Vurgusu: Işıl Savaşer'in özgeçmişine dair detaylı bilgilerle başlaması, onun diyalogda bir "uzman" ve "otorite" figürü olarak konumlanmasını sağlıyor.
 
*Sorun Tespiti ve Çözüm Önerisi: Diyalog, Türkiye'deki sanat sorunlarının tespitiyle başlıyor ve hemen ardından "Seçici Kurul" gibi somut bir çözüm önerisine geçiş yapıyor. Bu, sohbetin teoriden pratiğe yöneldiğini gösteriyor.
 
*Eleştirel Soru-Cevap: Sizin "Züccaciyeciler Odası" veya "kolaj" gibi eleştirel sorularınız, diyaloğu daha dinamik ve tartışmaya açık bir hale getiriyor. Bu durum, sadece bir bilgi aktarımı değil, aynı zamanda karşılıklı bir entelektüel mücadeleyi de yansıtıyor.

Özetle, Işıl Savaşer diyaloğu, sanatın akademik ve pratik dünyası arasındaki gerilimi, liyakat ve nitelik sorunlarını, somut bir çözüm önerisi üzerinden ele alıyor. Bu diyalog, Türkiye sanat ortamının mevcut durumu ve geleceği hakkında önemli çıkarımlar sunuyor.

SORU: Son soruyu yanıtsız bırakmasının sebebi ne olabilir?

Işıl Savaşer'in kolajla ilgili sorunuzu doğrudan yanıtlamamasının birkaç olası sebebi olabilir. Bu durum, bir akademisyenin veya sanat otoritesinin bu tür tartışmalara yaklaşımını yansıtır.

1. Çatışmadan Kaçınma veya Diplomasi: Bir akademisyen ve eleştirmen olarak, "kolaj iyi bir sanat mıdır" gibi keskin bir soruya net bir evet veya hayır cevabı vermek, sanatın doğasına aykırı olabilir. Sanat, kişisel zevklerin ve estetik yaklaşımların ötesinde, bağlamı ve niyetiyle değerlendirilir. Doğrudan bir "hayır, iyi bir sanat değildir" demesi, birçok sanat akımını ve sanatçıyı dışlamak anlamına gelir. Bu nedenle, daha diplomatik bir dil kullanmayı tercih etmiş olabilir.

2. Diyalogun Akışını Yönlendirme: Diyaloğun genel akışı, Türkiye'deki sanat fuarlarının niteliği ve "Seçici Kurul" gibi daha yapısal konular üzerineydi. Kolaj tartışması, bu ana konunun dışında, daha kişisel ve felsefi bir noktaya sapıyordu. Savaşer, bu detaya girmek yerine, diyaloğun ana odağını korumak ve "yılmadan, usanmadan nitelikli projelerin gerçekleştirilmesi" gibi daha genel ve kapsayıcı bir mesajla konuyu toparlamak istemiş olabilir.

3. Sanatın Çok Yönlülüğüne Vurgu Yapma: Sanat, tek bir doğruya veya yanlış yaklaşıma indirgenemez. Savaşer'in sanat tarihi alanındaki uzmanlığı, ona farklı akımların ve tekniklerin kendi içinde bir değer taşıdığını öğretmiştir. Kolajı küçümsemek, onun disiplinler arası ve çok yönlü sanat anlayışıyla çelişebilir. Bu nedenle, bir tekniği veya akımı yargılamak yerine, genel olarak "nitelikli eser"in önemini vurgulamayı tercih etmiştir. Bu, onun bir sanat eleştirmeni olarak tarafsızlığını ve geniş bakış açısını koruma çabası olarak da yorumlanabilir.

Özetle, Savaşer'in bu soruyu yanıtsız bırakması, bir eleştirmenden çok, sanatı bütünsel bir disiplin olarak gören bir akademisyenin yaklaşımını gösteriyor olabilir.

SORU: Diğer akademisyen diyaloglarımızla benzerlikleri ve farkları nelerdir?

Işıl Savaşer ile yaptığınız diyalog, daha önceki akademisyenler olan Ahmet Aydın Kaptan ve Burcu Arıcı ile olan diyaloglarla hem ortak noktalara sahip hem de belirgin farklılıklar taşıyor. Bu karşılaştırma, sanatın farklı akademik ve pratik boyutlarını daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Benzerlikler
*Akademisyen Kimliği ve Uzman Bakış Açısı: Her üç diyalogda da katılımcılar, konulara kendi akademik birikimleri ve uzmanlık alanları çerçevesinde yaklaşıyor. Kaptan'ın felsefi derinliği, Arıcı'nın genetik ve eğitim odaklı yorumları ve Savaşer'in sanat tarihi, eleştirel düşünce ve disiplinler arası yaklaşımı, her bir diyaloga özgün bir akademik ağırlık katıyor.
 
*Türkiye'deki Sanat Ortamına Yönelik Eleştiriler: Tüm akademisyenler, Türkiye'deki sanatın gelişiminin önündeki engellerden bahsediyor. Kaptan, halk ile akademi arasındaki kopukluğu ve siyasi müdahaleleri eleştirirken, Arıcı sanatı etkileyen küresel ve eğitimsel sorunlara işaret ediyor. Savaşer ise, sanat fuarlarındaki niteliksizlik ve liyakat eksikliği gibi daha spesifik ve kurumsal sorunları dile getiriyor.
 
*Samimi ve Diyalogsal Yapı: Tıpkı diğer diyaloglarınız gibi, bu sohbet de bir röportajdan ziyade samimi bir diyalog formatında ilerliyor. Savaşer'in kişisel akademik ve sanatsal kariyerini anlatması, tartışmaya kişisel bir boyut katıyor ve sohbetin resmiyetini azaltıyor.

Farklar
*Odak Alanı ve Yöntem:
 *Ahmet Aydın Kaptan: Daha soyut ve felsefi kavramlar (denge, form) üzerinden ilerler. Yaklaşımı daha çok sosyolojik ve sanatı toplumun bir yansıması olarak görür.
*Burcu Arıcı: Sanatın kökenine dair genetik ve kültürel miras konularına odaklanır. Yorumları kişisel aile deneyimleriyle beslenir ve daha çok eğitim sistemine vurgu yapar.
*Işıl Savaşer: Diyalogu, sanatın kurumsal ve pratik sorunları üzerine yoğunlaşır. Sanat fuarları, seçici kurullar, küratörlük gibi spesifik konuları ele alarak daha yapısal ve sistemsel bir analiz sunar. Yaklaşımı daha çok eleştirel sanat tarihi ve kurumlar üzerine kuruludur.

*Çözüm Önerileri:
*Kaptan ve Arıcı, daha genel ve geniş çaplı çözümlere (halka öncülük etmek, çocukluktan eğitim vermek) odaklanırken, Savaşer'in önerileri daha spesifik ve somut. "Seçici Kurul" projesi gibi somut bir çözümle, sorunu tespit etmekle kalmayıp, üzerine ne yapılabileceğine dair net bir öneri getiriyor.

* Eleştiri Tonu:
 *Kaptan'ın eleştirisi daha çok "ideal" olanın ne olduğu ve mevcut durumun bundan ne kadar uzak olduğu yönündedir.
 *Arıcı'nın eleştirisi ise daha çok sistemin ve dış faktörlerin sanatın gelişimini nasıl engellediğine dairdir.
 *Savaşer'in eleştirisi ise "panayırlaşma" ve "salt maddi kaygılar" gibi sert ve doğrudan ifadelerle, sanat dünyasının içindeki çürümeye işaret eder. Bu, diğer diyaloglara göre daha keskin ve net bir eleştirel duruş sergilediğini gösterir.

Özetle, Işıl Savaşer diyaloğu, sanatın sistemsel ve kurumsal yönlerine odaklanarak, diğer diyalogların felsefi ve sosyal boyutlarını tamamlar. Bu üç farklı akademisyenin bir araya gelmesi, sanatın Türkiye'deki durumuna dair çok boyutlu bir resim çizerek, sadece teorik tartışmalarla kalmayıp pratik çözüm arayışlarına da kapı aralıyor.

SORU: Bu diyalogların hiçbirinden olumlu geridönüş almadığımı belirtirsem genel yorumun ne olur?

Akademisyen Diyaloglarınızın hiçbirinden olumlu geri dönüş almadığınızı belirtmeniz, tüm bu sohbetlerin ardındaki derin bir çelişkiyi ve hayal kırıklığını ortaya koyuyor. Bu durum, ele aldığımız konuların ve diyalogların kendisinin taşıdığı anlamı yeniden sorgulamamıza neden olur. Genel yorumumuzu bu yeni bilgi ışığında iki ana başlık altında toplayabiliriz.

1. Diyalogların Amacı ve Gerçeklik Arasındaki Uçurum

Bu üç diyalog, akademik ve entelektüel birikimin, sanatın sorunlarına dair felsefi, toplumsal ve yapısal çözümler sunma çabasının birer göstergesi. Diyaloglarda, sanatın evrenselliği, akademik özgürlük, liyakat, eğitim ve sanatın dönüştürücü gücü gibi umut verici ve yapıcı konular ele alındı. Ahmet Aydın Kaptan, "köprü kurmak mümkün" derken, Burcu Arıcı, "her şeye sızlanmamak" gerektiğini savunuyor; Esen Kunt ise "minör sanattaki yaratıcı çalışmaların" umut verdiğini belirtiyor.
Ancak, olumlu geri dönüş alamadığınız gerçeği, tüm bu yapıcı diyalogların ve umut verici fikirlerin, gerçek dünyadaki katı duvarlara çarptığını gösteriyor. Sanat dünyasının, akademi ve bürokrasi ile olan çetrefilli ilişkilerinin, teorik tartışmaların ötesinde, kişisel ve kurumsal engellerle dolu olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, sanata dair konuşulan idealist fikirlerle, sanat dünyasının gerçekleri arasındaki derin uçurumu somutlaştırıyor.

2. Diyalogun Tek Yönlü Kalması ve Çabaların Değeri

"Diyalog", karşılıklı bir etkileşim ve anlam inşa etme süreci anlamına gelir. Ancak geri dönüş alamadığınızda, bu süreç bir nevi tek taraflı bir çaba haline geliyor. Sizin sorduğunuz sorular, başlattığınız tartışmalar ve bu tartışmalara ayırdığınız zaman, aslında bir arayışın, bir köprü kurma isteğinin göstergesidir. Bu çaba, "1 milyondan fazla mesajdan ancak bu kadarı diyalog olabildi" tespitinizle de örtüşür. Sizin diyalog kurma çabanız, birer mesaj olmaktan öteye geçen bu konuşmaları var etmiş, ancak bu diyalogların devamlılığını ve etkisini sürdürme konusunda başarısız olmuştur.

Bu durum, sizin için bir hayal kırıklığı olabilir, ancak bu diyalogların taşıdığı değer asla kaybolmaz. Bu diyaloglar, Türkiye'deki sanat, akademi ve toplum ilişkisi üzerine yapılmış önemli birer belgedir. Onlardan geri dönüş alamamış olmanız, belki de sanat dünyasındaki mevcut tıkanıklığın, ilgisizliğin veya bürokratik engellerin ne kadar derin olduğunu gösteren en güçlü kanıttır.

Sonsöz olarak şunu söyleyebiliriz: Siz köprü kurma çabasıyla diyalogları başlattınız, ancak karşınızdaki sessizlik, o köprünün üzerinden henüz kimsenin geçmek istemediğini veya geçemediğini gösteriyor. Bu durum, umudu kırmamalı, aksine sanatın gerçek sorunlarına daha cesurca yaklaşmanın bir motivasyonu olmalıdır.

KRİTİK SORU: Kısaca İstanbul' da şahit olduğum bir resim sergisi örneği vererek bizdeki akademinin her tarafının nasıl yozlaştığını da kayıt altına alıp belgeleştirmek istiyorum: Şeli önadlı bir küratörün gözetiminde Kadıköy' de gerçekleşen sergiye dahil olan akademisyen "sergiden ekonomik payımızı almazsak olumlu bir yorum veya katılım daveti yapamayız" demişti..?

Şeli önadlı bir küratörün gözetiminde Kadıköy'de gerçekleşen sergiye dair anlattığınız deneyim, Türkiye'deki sanat akademisinin ve kurumlarının içinde bulunduğu yozlaşmanın çarpıcı bir örneği. Bu olay, daha önceki diyaloglarımızda dile getirdiğimiz teorik sorunları somut bir vaka ile belgeliyor.

Akademide Yozlaşmanın Somutlaşması

Daha önce Işıl Savaşer ile yaptığınız diyalogda, sanat fuarlarının "panayır"a dönüştüğünden ve "salt maddi kaygılarla" düzenlendiğinden bahsetmiştik. Anlattığınız bu olay, tam da bu eleştiriyi doğruluyor. Bir akademisyenin, sanatsal bir etkinliğe katılımı veya olumlu yorumunu, ekonomik çıkar şartına bağlaması, liyakat, etik ve sanatın özü gibi temel değerlerin nasıl aşındığını gözler önüne seriyor.

Bu olay, sanat akademisinin idealist misyonundan (bilgi üretme, eleştirel düşünceyi teşvik etme) uzaklaşarak ticari bir yapıya büründüğünü gösteriyor. Bir akademisyenin görevi, sanatı nesnel kriterlerle değerlendirmek, desteklemek ve öğrencilerine yol göstermektir. Ancak anlattığınız durumda, bu rol, tamamen finansal bir işlemle yer değiştiriyor.
Diyalogların Boşa Çıkması mı?
Bu olay, daha önceki diyaloglarımızdaki umut verici fikirlerle derin bir tezat oluşturuyor.
 
*Ahmet Aydın Kaptan: Sanatın toplum için öncü olması gerektiğini savunmuştu. Bu olayda ise akademisyen, sanatın değil, kendi cebinin öncüsü oluyor.
*Burcu Arıcı: Sanatın çocukluktan başlayan bir eğitimle gelişebileceğini belirtmişti. Bu tür bir akademisyenin, geleceğin sanatçılarına nasıl bir etik ve değer anlayışı aşılayacağı büyük bir soru işareti.
*Esen Kunt: Akademinin özgür düşünce, tartışma ve eleştirel bir ortam yaratması gerektiğini söylemişti. Anlattığınız durum, bu ortamın rüşvet ve çıkar ilişkileriyle nasıl zehirlendiğini gösteriyor.

Anlattığınız bu deneyim, maalesef Türkiye'deki sanat kurumlarının ve akademinin, dile getirdiğimiz teorik sorunların çok ötesinde, etik ve ahlaki bir çöküş içinde olduğunu belgeliyor. Bu, yalnızca bir serginin değil, tüm sistemin yozlaştığının üzücü bir kanıtıdır.

ÖNERİLER

Yozlaşmış bir akademik ve sanat ortamı, köklü sorunların bir yansımasıdır. Bu sorunları çözmek için tek bir sihirli değnek olmasa da, anlattığınız gibi somut örneklerden yola çıkarak sistemik ve pratik çözüm önerileri sunulabilir.

1. Etik Kurulların Güçlendirilmesi
Akademik kurumlarda ve sanat derneklerinde, liyakat ve ahlaki değerler temelinde işleyen bağımsız etik kurullar oluşturulmalıdır. Bu kurullar, maddi çıkar ilişkilerini, rüşveti ve kayırmacılığı inceleyerek, tespit edilen etik dışı davranışlara karşı yaptırım uygulamalıdır. Bu sayede, sanatsal kalitenin ve akademik dürüstlüğün önünde duran engeller ortadan kaldırılabilir.

2. Şeffaf ve Liyakate Dayalı Seçimler
Sanat fuarlarında, sergi seçimlerinde ve küratör atamalarında şeffaflık esastır. Işıl Savaşer'in önerdiği gibi, liyakatli ve maddi kaygısı olmayan profesyonel jüriler oluşturulmalıdır. Bu jürinin üyeleri, sanatçıların ve akademisyenlerin oylarıyla, belirli bir dönem için seçilmeli ve görev süreleri boyunca bağımsızlıkları korunmalıdır. Bu, "panayır"a dönen sergilerin kalitesini artırarak uluslararası alanda saygınlık kazandırabilir.

3. Alternatif Sanat Alanlarının Desteklenmesi

Devlet ve akademi, sadece geleneksel kurumlara bağlı kalmamalıdır. Genç sanatçıların ve bağımsız küratörlerin kurduğu alternatif sanat inisiyatifleri ve dijital platformlar desteklenmelidir. Bu platformlar, ticari kaygılardan bağımsız olarak, eleştirel ve deneysel sanata alan açabilir. Bu sayede, "ekonomik pay" beklentisi olmayan, sanat odaklı projelerin sayısı artırılabilir.

4. Eğitim ve Farkındalık Çalışmaları
Yozlaşmanın temelinde, sanatın değerinin para ile ölçülmesi yatar. Bu anlayışı değiştirmek için, sanatın dönüştürücü ve etik boyutunu vurgulayan eğitim programları hayata geçirilmelidir. Hem sanat fakültelerinde hem de halka açık seminerlerde, sanat tarihi, etik ve estetik üzerine farkındalık çalışmaları yapılabilir. Bu, geleceğin sanatçılarına ve küratörlerine, sanatın asıl amacının ne olduğunu hatırlatarak, yozlaşmanın önüne geçmelerine yardımcı olur.

Bu çözüm önerileri, dile getirdiğiniz sorunlara karşı bir başlangıç noktası olabilir. Bu sorunları aşmak, sanatın özüne dönmesini ve toplum için gerçekten bir değer üretmesini sağlayacaktır.

SORU: Yine yasal verilere göre tezlerinin %40' dan fazlası intihal, YÖK' E bağlı, ideolojik veya dini yaklaşımlarla hareket eden, ekonomik bağımsızlığını kazanamamış, kendi masraflarını bile devletin karşıladığı bir akademi ne kadar gerçektir?

Yasal verilere göre tezlerin %40'ından fazlasının intihal olduğu, YÖK'e bağlı, ideolojik veya dini yaklaşımlarla hareket eden ve ekonomik bağımsızlığı olmayan bir akademinin gerçekliği, sadece bir kurumun değil, aynı zamanda bir toplumun ve bilimin temel sorunlarını yansıtır. Bu durum, akademik özgürlük, etik ve liyakat gibi kavramların ciddi şekilde aşındığı bir sistemi işaret eder.

Akademik Gerçekliğin Yitimi

Akademinin temel amacı, eleştirel düşünceyle bilgi üretmek ve bilimsel doğrular peşinde koşmaktır. Sizin de belirttiğiniz gibi, intihal oranlarının yüksek olması, bu amaca ihanetin en belirgin göstergesidir. İntihal, sadece akademik dürüstlükten yoksun olmakla kalmaz, aynı zamanda bilginin üretilmesi yerine kopyalanmasına, yaratıcılığın ve özgünlüğün yok olmasına neden olur. Böylesi bir ortamda bilimsel ilerlemeden bahsetmek oldukça güçtür.

İdeolojik ve Dini Bağımlılık
Akademinin, ideolojik veya dini yaklaşımlarla hareket etmesi, bilimsel tarafsızlığın ve nesnelliğin yitirilmesine yol açar. Bilim, kanıt ve rasyonel düşünce üzerine kuruluyken, bu tür bağlayıcı yaklaşımlar, araştırmaların sonuçlarını ve yorumlarını önceden belirlenmiş kalıplara sokar. Bu, bilimin temel doğasına aykırı bir durumdur ve akademinin topluma yol gösterme işlevini zedeler.

Ekonomik Bağımlılık ve Etki
Bir akademinin kendi masraflarını dahi devletten karşılıyor olması, ekonomik bağımsızlığını kaybetmesi anlamına gelir. Bu durum, akademiyi doğrudan siyasi otoritenin kontrolüne açar. Ekonomik olarak bağımlı bir kurum, çoğu zaman siyasi iradenin beklentilerine göre hareket etmek zorunda kalır. Bu da eleştirel ve muhalif seslerin kısılmasına, araştırmaların ve projelerin siyasi önceliklere göre belirlenmesine neden olur. Dolayısıyla, bu akademi, bilimin ve aklın değil, gücün ve ideolojinin sözcüsü olma riskiyle karşı karşıya kalır.

Bu tanımladığınız tablo, ideal bir akademiden oldukça uzaktır. Bu yapı, bilginin, özgünlüğün ve bağımsız düşüncenin değil, sistemin ve ideolojinin devamlılığının öncelendiği bir "simülasyon" olarak yorumlanabilir. Gerçek bir akademi, özgür düşünceyi, etiği ve liyakati savunur; bu temel değerler olmadan sadece bir kurumun fiziksel varlığı kalır, gerçekliği değil.

Türkiye için en iyi dileklerimi sunuyorum.

SORU: Son sözün bu mudur?

Evet, son sözüm budur.
Bu zorlu ve hayal kırıklığı yaratan tablo karşısında, umudu ve yapıcı diyaloğu kaybetmemenin ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Türkiye'deki sanatın ve akademinin daha iyiye gitmesi için bu tür tartışmaların devam etmesi gerekiyor.
Diyaloglarınız, bu sorunlara ışık tutan, cesur ve değerli birer belgedir.


IŞIL SAVAŞER İLE

 

Başlangıç Tarihi: 12 Kasım 2024

Ortam: WhatsApp, Facebook

İnternet Sitesi: Diyalog Sanat

Sponsor: (ArtCRITICS)

Projeler: Seçici Kurul

 

Bize sanatınızdan bahseder misiniz?

Beşiktaş Anadolu Lisesi mezunuyum. Eğitimimi İstanbul Üniversitesi İnsan Biyolojisi Biyokimya bölümünde bilim üzerine tamamladım. Ancak Tüm yaşamım boyunca devam eden sanat kariyerim ve eğitimim, Mimar Sinan Üniversitesi' nde pentür ve sanat tarihi ile başlamıştır. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Plastik Sanatlar Yüksek Lisans Bölümünü tamamlayarak doktoramı birincilik ve yüksek onur derecesi ile bitirdim. Doçentliğimi “Disiplinler Arası Sanat” alanında birincilikle elde ettim.

Plastik çalışmalarımın yanı sıra ağırlıklı olarak sanat tarihi, özellikle Kavramsal ve Çağdaş sanat alanlarında;  Tasarım, Mimarlık ve Sanat tarihi bölümlerinde akademik kariyerimi Doç. Dr. Öğretim Üyesi olarak sürdürmekteyim. Plastik sanatlardaki çalışmalarım, hem Türkiye'deki hem de yurt dışındaki sergilerde sergilenmektedir. Klasik pentür ve üslupla başladığım çalışmalarım, yıllar geçtikçe soyuta ve soyut ekspresyonizme evrilmiştir.

Soyut Ekspresyonist çalışmalarımı yağlı boya, akrilik ve karışık teknik olarak gerçekleştirmekteyim. Kolaj çalışmalarım, çeşitli ülkelerde sergilenmektedir. Eserlerim, bazı kentlerimizdeki devlet müzelerinde ve özel koleksiyonlarda yer almaktadır. Tasarım ve Mimarlık fakültelerinde yüksek lisans hocalığı ve direktörlüğü görevlerinde bulunmaktayım. Dördüncü kitabım olan “Geçmişten Günümüze Türk Resim Sanatı” kitabım yeni yayınlanmıştır. Eleştirel kültür  - Ek dergi,  e-skop ve Kolajart'ın, yazarlık kadrosunda bulunmaktayım. Ulusal ve Uluslararası hakemli dergilerde bilimsel makalelerimi yayınlamaktayım.

Sanat tarihi alanında çeşitli üniversitelerde konferanslar vermekteyim. Akademisyenliğe  ve sanata adanmış yaşamımda öğrencilerimi  ve sanatla ilgilenen insanları aydınlatmaya çalışmaktayım. Gebze Teknik Üniversitesi Mimarlık fakültesinde Doçent Dr. Öğretim Üyesi olarak görevime devam etmekteyim.

Başarılı bir kadın akademisyen ve özellikle sanatçı olarak; tecrübelerinize dayanarak ülkemiz sanatını ve geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Teşekkür ederim. Ülkemizde resim çalışmaları ve  üretimlerinin gelişmesi  alanında pek çok sanatçı ve  akademisyen çaba göstermektedir. Gerçekleştirilen sanat  fuarları ile daha geniş kitlelere ülkemizdeki sanatı yaymak için organizasyonlar yapılmaktadır.

Sanatçılar ve akademisyenler çalıştaylarda, sergilerde eserlerini sergilemekte ve gün geçtikçe sayıları artmaktadır. Ancak,  "Çağdaş Sanat Fuarları " adı altında açılan çeşitli sanat fuarlarında, sergilenmeye değer eserleri seçebilecek bir akademik profesyonel jürinin bulunmasının,  bu fuarların   ülkemizdeki sanat kalitesini arttıracağı inancındayım. Önümüzdeki dönemlerde, resim, heykel, enstalasyon alanlarında yapılan çalışmaların, ülkemizdeki sanatın gelişmesine daha da önemli gelişmeler kaydedeceğini düşünüyorum.

Sanat eserlerinin ulusal ve uluslararası platformlarda  sergilenebilmesi için seçicilikten yana olduğumu belirtmek isterim.

Genellikle ortak dertlerden muzdaribiz. İçinde bulunduğumuz Diyalog Sanat platformunda 20 seneyi aşkın bir süredir çözüm önerileri ve proje geliştirmeye çalışıyoruz. Çoğu zaman yorgun, bıkkın hissettiğimizde bir çocuğun veya sokak kedisinin bir hareketi yeniden canlandırıyor. Yaşam tecrübenizden örnekler vererek yorgun ve bıkkınlara ne önerebiliriz?

Ülkemizde sanatın Batı anlayışında gelişme göstermesi için öncelikle içeride ve dışarıdaki tanıtımlarda, sanat organizasyonlarında, gerçek sanatçıların ayrılması gerekir. Ülkemizdeki fuarların büyük bölümü, "Çağdaş Sanat Fuarı" özelliğinden ziyade bir panayır görüntüsü sergilemektedir. Bu durum, uluslararası alanda  ülkemiz sanatı adına değer kaybettirmektedir. Ancak, toplumlar bilim ve sanatla gelişirler. Değerli eserlerin daima bir sanat eseri olarak üstünlüğü mevcuttur. Yılmadan, usanmadan nitelikli projelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Diyaloğumuzun etiketine Diyalog Projesi olarak "Seçici Kurul" önerinizi ekledim. Sosyal Medya denince genellikle popüler günlük görsel ve çoğu sahte gülümsemeler görüyoruz. Burada birlikte geliştirdiğimiz türden bir çaba ile sosyal medyayı daha verimli ve kalıcı kullanma yolları neler olabilir?

Sanat adına sosyal medya kullanılmaktadır ancak sanatsal düzey, nitelik ve  özgün eserleri tabii ki çok az görmekteyiz. Burada sanat fuarları, galeriler, küratörler etkili rol oynamaktadır. Bir eser, sadece satış kaygısıyla yapıldığı zaman ne yazık ki sanatsal değeri ve niteliklerinden kaybedebilir. Ülkede galeriler başta olmak üzere, küratörler, koleksiyonerler de bu konuda büyük rol oynamaktadır.

Seçici Kurul Projenizi detaylandırırsak: Kurulu seçmek için de bir seçiciler heyeti oluşmak zorunlu değil mi? Seneler önceki bir başka diyaloğu hatırladım: Züccaciyeciler Odası' na bağlı galerilerden ne bekleyebiliriz ki sorusu çıkmış ve sonra Galericiler Odası Projemizi çalışmıştık. Başaramadık. Tüm okurlarımızın da fikrî katkısını bekleyerek nasıl yol alabiliriz?

"Seçici Kurul" un liyakatli, âdil bilgili ve öncelikle maddi kaygıları olmayan, gerçek sanatın niteliklerine son derece önem veren kişilerden oluşması gerekir. Ancak günümüzde düzenlenen sanat fuarlarının pek çoğu salt maddi kaygılarla düzenlenmiş olduğu için, dolayısıyla hiç bir eliminasyon söz konusu olmayıp, sanatçıların yada amatörlerin galerilerde yer aldığı, fuar şirketlerinin de bu düzenden nemalandığı bir ortam oluşmaktadır.

Dönüp dolaşıp otorite, kabul, liyâkat konularına geliyoruz. Örneğin ben "pentürle" ilgili kolajın ve dolayısıyla keskin çizgilerin "kes kopyala yapıştır" bir sanat haydi biraz daha yumuşatalım "iyi bir sanat" olmadığı kanısındayımdır.  Picasso' ya sunulan kolajın "kendi çabasına karşı kıskanç bir tavır" olduğu hissi bende de var. En saf, en iyi, en doğru arayışındayken "kırıp dökmeden" anlatmak istediğimizi nasıl anlatacağız?

SanatınYolculuğu