DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

MUALLA COŞKUN İLE

1.189. DİYALOG: YOLUN SONU

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz. 
Birim Fiyatı: €420

02 Eylül 2025
Erkan YAZARGAN
-----------------------------


"Yolun sonunda geriye kalan, ne lüks ne de mülk; sadece emekle yaratılmış eserler, gönüllere dokunmuş hikayeler ve insanlık için aydınlatılmış yollardır."


Mualla Coşkun ile yapılan bu diyaloğun kültür, felsefe ve sanat bağlamında detaylı analizi aşağıda sunulmuştur.

Kültürel Bağlam

Diyalog, sanatçının eserleri aracılığıyla Anadolu kültürünü nasıl yansıttığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Sanatçı, çocukluğunun geçtiği Elazığ köyü başta olmak üzere, Anadolu'nun yedi bölgesini gezerek yerel yaşamı, gelenekleri ve otantik giysileri yakından deneyimlemiştir. Bu deneyimler, onun resimlerine kaynaklık etmiştir.
 
*Yerel Kimlik ve Kültürel Miras: Sanatçının "Çadır" isimli tablosu ve Diyarbakır Karacadağ bölgesindeki göçerlere (Koçer) atıfta bulunması, yok olmaya yüz tutmuş kültürel değerlerin korunmasına yönelik bir hassasiyet taşıdığını gösteriyor. "Kültürümüze sahip çıkmak adına" ifadesi, sanatın sadece estetik bir eylem değil, aynı zamanda kültürel bir misyon taşıdığını vurgulamaktadır.
 
*Göçer Yaşamı ve Değerler: Diyalogdaki "sevgi, paylaşım ve neşe" vurgusu, modern toplumda kaybolmaya başlayan insani değerlerin kırsal yaşamda hâlâ var olduğuna işaret ediyor. Sanatçı, bu insanların okuma yazması olmasa bile gönüllerinin sevgiyle dolu olduğunu belirterek, kültürel zenginliğin sadece eğitimle sınırlı olmadığını, yaşanmışlık ve samimiyetten de kaynaklandığını savunuyor. Bu durum, eğitimli şehir insanı ile geleneksel köy insanı arasındaki kültürel farklılıkları ve aynı zamanda ortak insani değerleri ortaya koyuyor.

Felsefi Bağlam

Diyalogda sanatın ve yaşamın amacına dair derin felsefi düşünceler öne çıkıyor. Sanatçı, bu düşüncelerini kendi yaşam felsefesiyle harmanlayarak somutlaştırıyor.
 
*Sanatın Amacı: "Sanatın düğümleri çözdüğüne inanır - düşünürüm" cümlesi, sanatın sadece bir ifade aracı olmadığını, aynı zamanda insanın ve toplumun karmaşık sorunlarını, duygusal ve ruhsal düğümlerini çözebilecek dönüştürücü bir güce sahip olduğunu ifade ediyor. Bu, sanatın terapötik ve aydınlatıcı yönüne yapılan felsefi bir vurgudur.
 
*Gerçeklik ve Hayal: "Gelin" tablosuyla ilgili sorulan "izlenim hayal mi - gerçek midir?" sorusuna verilen cevap, sanatçının ontolojik bir sorgulamasını yansıtıyor. Çocukluğunda yaşadığı gerçek olayları hayal ederek çalıştığını belirtmesi, sanatın gerçekliği yeniden inşa eden bir eylem olduğunu gösteriyor. "Oysa yaşamak, bir bakıma hayâllerimiz değil midir?" sorusu, hayal ile gerçek arasındaki felsefi sınırların belirsizliğine, hayatın kendisinin de bir algı ve yorum meselesi olduğuna dair derin bir düşünceyi ifade ediyor.
 
*Materyalizm Karşıtlığı: "En büyük zenginlik gönül zenginliği ve yürektir, bir de sağlık" ve "Memleketimde yoksulluk içinde yaşayan insanlar varken..." sözleri, sanatçının materyalist değerlerden ziyade manevi değerlere öncelik verdiğini ortaya koyuyor. Yunus Emre'nin "Malda yalan, mülkte yalan, gel sende oyalan" sözüne yaptığı atıf, fani dünya mallarına takılı kalmak yerine, sanatla, emekle ve maneviyatla anlamlı bir yaşam sürmenin önemini vurguluyor. Bu, sanatçının yaşam amacının maddi kazançtan ziyade kalıcı bir iz bırakmak ve üretmek olduğunu gösteren felsefi bir duruştur.

Sanatsal Bağlam

Diyaloğun ana ekseni, Mualla Coşkun'un sanatsal kimliği ve yaklaşımı üzerine kurulmuştur.
 
*Empresyonist (İzlenimci) Kimlik: Sanatçı, kendisini net bir şekilde empresyonist (izlenimci) olarak tanımlıyor. Bu, onun eserlerinde nesnel gerçekliği olduğu gibi aktarmaktan ziyade, anlık izlenimleri, duyguları ve ışık-renk ilişkilerini ön plana çıkardığını gösteriyor. Anadolu'nun farklı bölgelerinden izlenimlerini tuvale yansıttığı belirtiliyor.
 
*Figüratif Tarz: Diyalogdaki metinlerde ve sanatçının kendi sözlerinde figüratif çalışmalarının ağırlıklı olduğu belirtiliyor. "Anadolu'da kırsal bölgelerde yaşam", "göçerler" ve "gelin" gibi konular, onun insan ve yaşam odaklı bir sanat anlayışına sahip olduğunu kanıtlıyor. Bu, sanatçının doğrudan insan hikayelerini ve duygularını işlediği anlamına geliyor.
 
*Sanatçının Yalnızlığı ve Dayanışması: Diyalog, bir sanatçının üretkenlik yolculuğunda yaşadığı deneyimlere de değiniyor. "Sanat yoldaşımdı" ve "yoldaşlıktan çıktı" gibi ifadeler, sanat dünyasındaki ilişkilerin karmaşıklığına işaret ediyor. Sanatçının "önce insan sonra sanat" düşüncesi, sanatsal üretimin temelinde insan olmanın getirdiği etik değerlerin, sevgi, saygı ve hoşgörünün olması gerektiğini vurguluyor. Bu, sanatın sadece teknik bir beceri değil, aynı zamanda olgunlaşmış bir karakterin yansıması olduğuna dair bir düşünceyi ortaya koyuyor. Bu diyalog, Mualla Coşkun'un sadece bir ressam değil, aynı zamanda eserleri aracılığıyla Anadolu'nun kültürel mirasını koruyan, hayatın felsefesini sorgulayan ve sanatı insani değerlerle birleştiren derin bir düşünür olduğunu gösteriyor. Sanat, onun için bir meslekten öte, bir yaşam biçimi ve bir felsefedir.

MİHRİBAN

Bu iki diyalog, sanatın hem içsel hem de dışsal dünyasını, yani ruhunu ve pratiğini farklı açılardan ele alıyor. Mihriban Serap Demirağ ile yapılan diyalog, sanatın etik ve yasal çerçevesine odaklanırken, Mualla Coşkun ile olan diyalog sanatın felsefi, kültürel ve manevi yönlerini inceliyor. Birlikte ele alındıklarında, bu iki konuşma sanat dünyasının karmaşık ve çok yönlü yapısını eksiksiz bir şekilde ortaya koyuyor.
Sanatın İki Yüzü: İçsel ve Dışsal Dünya
Mihriban Serap Demirağ'ın diyaloğu, sanatın dışsal dünyası üzerine kurulu. Bu dünya; eserlerin telif haklarını, kopyacılık sorununu, sanat piyasasının etik dışı uygulamalarını ve yasal düzenlemelerin önemini içeriyor. Demirağ, sanatı korumak için bir görev bilinciyle hareket ediyor ve mücadelesini "Jan Dark" misali bir misyon olarak görüyor. Onun için sanat, ancak yasal ve etik kurallara riayet edildiğinde gerçek bir değere sahip olabilir. Bu, sanatın varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan sert, kuralcı ve mücadeleci yüzüdür.

Diğer yandan, Mualla Coşkun'un diyaloğu sanatın içsel dünyasına, yani yaratım sürecinin felsefi ve ruhsal boyutuna odaklanıyor. Coşkun, Elazığ'ın kültürel mirasını ve Anadolu'nun sıcaklığını eserlerine yansıtırken, sanatı "düğümleri çözen", "gönül zenginliğini" ifade eden bir araç olarak tanımlıyor. O, sanatın maddi kazançtan öte, hayalleri, duyguları ve insanlık onurunu yansıttığına inanıyor. Bu, sanatın beslendiği, büyüdüğü ve insan ruhuna dokunan hassas ve derin yüzüdür.

Ortak Zemin: Özgünlük ve Değer
Her iki diyalogda da, farklı yollardan gidilse de, ortak bir noktaya varılıyor: sanatın özgünlüğe ve emeğe dayanması gerektiği.
* Mihriban Demirağ için özgünlük, yasal bir zorunluluk ve etik bir duruş. Kopya resimle mücadelesi, tam da bu özgünlüğün hırsızlığını önlemeyi amaçlıyor.
* Mualla Coşkun için ise özgünlük, bir yaşam biçimi ve yaratıcılığın temelini oluşturuyor. O, kendi çocukluk anılarını ve kişisel izlenimlerini tuvaline aktararak özgün bir dil oluşturuyor.

Bu iki sanatçı, farklı yollardan aynı sonuca ulaşıyor: Sanat, sadece teknik bir beceri değil, aynı zamanda etik ve manevi bir duruştur. Mualla Coşkun'un savunduğu değerler (gönül zenginliği, kültürüne sahip çıkma), ancak Mihriban Demirağ'ın mücadele ettiği etik ihlaller (kopyacılık, emek hırsızlığı) ortadan kalktığında gerçek anlamını bulabilir.

Birlikte değerlendirildiğinde, bu diyaloglar bize sanat dünyasının sadece estetik bir arenadan ibaret olmadığını, aynı zamanda derin felsefi sorgulamaları, etik mücadeleleri ve kültürel misyonları barındıran karmaşık bir ekosistem olduğunu gösteriyor. Sanatın hem koruyuculara hem de yaratıcılara ihtiyacı var.

İMREN

Diyaloglarınızın her ikisi de sanat, sanatçı ve üretim süreci üzerine derinlemesine birer inceleme niteliğinde. Mualla Coşkun ve İmren İyem Aslan ile yaptığınız söyleşiler, farklı bakış açıları sunarak sanatın çok katmanlı yapısını ortaya koyuyor.

Benzerlikler

Her iki diyalogda da temel olarak sanatın içsel ve samimi yönü vurgulanıyor.
* Samimiyet ve İçtenlik: İmren Hanım, sanat görüşünün temelinde "içtenlik ve samimiyet" olduğunu belirtiyor. Mualla Hanım ise çalışmalarını "gönlünden geldiğince" yaptığını ifade ediyor ve sanatta "gönül zenginliği"ne vurgu yapıyor. Her ikisi için de sanat, dış etkenlerden ziyade, sanatçının ruhundan beslenen bir eylem.
* Betimlemeden Kaçınma: İmren Hanım, doğayı olduğu gibi betimlemek yerine "kendi dilimde anlatmak" ve "bozmak" istediğini söylüyor. Mualla Hanım ise çocukluğundaki anıları "hayal ederek" çalıştığını ve eserlerinin yaşam gerçekliğinden yola çıksa da, hayal gücüyle yeniden şekillendiğini belirtiyor. Her iki sanatçı da gerçekliğin basit bir kopyası olmaktan ziyade, kendi iç dünyalarının süzgecinden geçirilmiş bir yansımasını sunuyor.
* Piyasa Kaygısından Uzaklık: İmren Hanım, satış kaygısının samimiyeti ne kadar zedeleyebileceğinden söz ederken, Mualla Hanım ise "zenginlik ve lüks"ün kendisi için önemli olmadığını, en büyük zenginliğin "gönül zenginliği" olduğunu ifade ediyor. Bu iki sanatçı da ticari başarıdan ziyade, sanatsal bütünlüğe ve manevi tatmine önem veriyor.

Farklılıklar
İki diyalog, konulara ve sanatçıların duruşlarına göre bazı farklılıklar da gösteriyor.
* Yaklaşım ve Üslup: İmren Hanım ile olan diyalogunuz daha felsefi ve teorik bir zemin üzerinde ilerliyor. "Karanlık çağ," "sanatın teknolojideki yeri" gibi daha soyut ve entelektüel konulara değiniliyor. Mualla Hanım ile olan diyalog ise daha kişisel, duygusal ve anekdotlarla dolu. Sanatçının kendi köyünden, yaşanmışlıklarından ve "çadır" gibi spesifik eserlerinin hikayelerinden bahsediliyor.
* Sanatçı-Toplum İlişkisi: İmren Hanım, sanatın "insanlara ulaşmasının çok zor" olduğunu ve toplumun sanatı ötelenmiş olarak gördüğünü düşünerek daha karamsar bir tablo çiziyor. Mualla Hanım ise sanatın "gönüllerle" ve "emekle" yoğrulduğunu, "insan olmanın onuru ve erdemiyle" birleştiğinde toplumun onu seveceğini ve saygı duyacağını belirterek daha umutlu ve yapıcı bir duruş sergiliyor.
* Sanatın Amacı: İmren Hanım, sanatın "duygu ve ruhu yakalamak" olduğunu söylerken, Mualla Hanım sanatı "düğüm çözme" ve "topluma faydalı olma" gibi daha işlevsel bir amaca bağlıyor.

Her iki diyalog da sanatın özünün samimiyet, emek ve içsel dürüstlük olduğunu vurguluyor. Ancak İmren Hanım'ın diyalogu, bu özün çağımızdaki zorluklarını ve sanatın felsefi boyutunu daha eleştirel bir gözle inceliyor. Mualla Hanım'ın diyalogu ise sanatın sıcak, insan odaklı ve yaşamla iç içe olan yönünü öne çıkarıyor.
Birlikte ele alındığında, bu iki diyalog, sanatın hem evrensel hem de kişisel bir eylem olduğunu, hem teorik derinliklere sahip olduğunu hem de gündelik hayatın samimi hikayelerinden beslendiğini gösteriyor. Sanat, kimi zaman bir hesaplaşma, kimi zaman bir ifade biçimi ve her zaman bir yolculuktur.

HARİKA

Mualla Coşkun ve Harika Ören'in diyaloglarını birlikte değerlendirdiğimizde, her iki sanatçının da derin bir gönül ve emek zenginliğine sahip olduğunu görüyoruz. Diyaloglar, sanata bakış açılarındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyarken, aynı zamanda sanatın sadece bir eserden ibaret olmadığını, bir yaşam biçimi olduğunu gösteriyor.

Benzerlikler ve Ortak Temalar
* Sanatın Anlamı ve İşlevi: Her iki sanatçı da sanatı sadece estetik bir olgu olarak görmüyor. Harika Ören, mizahın toplumsal tabu konuları ortaya koymakta bir araç olduğunu vurgularken, Mualla Coşkun da sanatın bir düğüm çözme aracı olduğuna inanıyor. Her ikisi için de sanat, insanları birleştiren, toplumla bağ kuran ve içsel bir doygunluk sağlayan bir aktivite.
* Emek ve Gönül Zenginliği: Mualla Coşkun, "En büyük zenginlik gönül zenginliği ve yürektir" diyerek maddi değerlere olan mesafesini ortaya koyuyor. Harika Ören de "donanımlı insan"ın tahammülsüz olmadığını belirtirken, bilgi ve birikimin önemine işaret ediyor. Bu durum, her iki sanatçının da sanatı birincil olarak maddi kazanç için değil, birikim, gönül ve emek için yaptığını gösteriyor.
* "İz Bırakma" Arzusu: Her iki diyalogda da sanatçıların, ürettikleriyle kalıcı bir iz bırakma arzusunu dile getirdiğini görüyoruz. Mualla Coşkun, yurt içi ve yurt dışı koleksiyonlarda eserlerinin bulunmasından duyduğu mutluluğu ifade ederken, Harika Ören de yazdıklarıyla ve resimleriyle "iz bırakma konusunu son derece önemsediğini" söylüyor.

Farklı Bakış Açıları
* Sanatın Yöntemi: Harika Ören'in yaklaşımı, daha entelektüel ve analitik bir zeminde ilerliyor. Mizahın köklerini Divan Edebiyatı ve Diyojen'e kadar takip etmesi, konulara tarihsel ve felsefi bir derinlik kattığını gösteriyor. Mualla Coşkun'un yaklaşımı ise daha duygusal ve gözleme dayalı. O, empatiyle yaklaşarak Anadolu'nun kırsal yaşamından, "hayâl" ve "gerçek" arasındaki o ince çizgiden ilham alıyor.
* Sanatsal Disiplin: Harika Ören, yazı ve resim sanatını bir araya getiren çok yönlü bir sanatçı. Bu durum ona hem çizgisel hem de kelimelerle ifade imkanı sunuyor. Mualla Coşkun ise kendini daha çok görsel sanata (resim) adamış, hatta "ressamların büyük çoğunluğunun yazmak istemediğini" de dile getirerek bu duruma bir açıklama getiriyor.

Diyalogların Kapsamı

Harika Ören diyaloğu, sanatı daha geniş toplumsal konularla (tahammülsüzlük, gelecek planlaması) ilişkilendirirken, Mualla Coşkun diyaloğu, daha çok bireysel sanatçı deneyimine (empestiyonizm, kırsal yaşamın sanata etkisi, sanatçı dayanışması) odaklanıyor. Her iki diyalog da, sanatı sadece galeri duvarlarında veya kitap sayfalarında kalan soyut bir kavram olmaktan çıkarıp, yaşamın ve insanlığın ta kendisi olduğunu gösteriyor. Bir sanatçının eserleri, onun hayata bakış açısının ve iç dünyasının bir yansımasıdır. Bu diyaloglar da, bu yansımaları somut bir şekilde gözler önüne seriyor.

ANADOLU

Anadolu toprakları, binlerce yıldır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, zengin kültürlerin, inançların ve toplumların harmanlandığı bir coğrafyadır. Ancak bu zenginlik ve çeşitlilik, aynı zamanda tarih boyunca pek çok zorluğu ve çileyi de beraberinde getirmiştir. Anadolu insanının yaşadığı bu çileleri birkaç ana başlık altında incelemek mümkündür.

Göçler ve Yerinden Edilme

Anadolu, tarih boyunca birçok göçe sahne olmuştur. Hem farklı coğrafyalardan bu topraklara yapılan göçler, hem de Anadolu'nun kendi içindeki göçler, büyük çilelere neden olmuştur. Savaşlar, kıtlıklar, doğal afetler veya siyasi baskılar nedeniyle insanlar evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Özellikle Mübadele, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı gibi dönemlerde yaşanan zorunlu göçler, milyonlarca insanın köklerinden koparılmasına, mal varlıklarını ve sevdiklerini kaybetmesine yol açmıştır. Bu göçler, sadece fiziki bir yer değiştirme değil, aynı zamanda kültürel ve psikolojik bir travma anlamına gelmektedir.

Savaşlar ve İşgaller

Anadolu toprakları stratejik konumu nedeniyle sayısız savaşa tanıklık etmiştir. Haçlı Seferleri, Moğol istilaları, Osmanlı-Safevi savaşları ve Kurtuluş Savaşı gibi pek çok çatışma, Anadolu insanının hayatını derinden etkilemiştir. Savaşlar, can kayıplarının yanı sıra, ekonomik yıkıma, açlığa ve yoksulluğa yol açmıştır. İşgaller ve egemenlik mücadeleleri, halkın sürekli bir belirsizlik ve tehdit altında yaşamasına neden olmuştur. Anadolu insanı, yüzlerce yıl boyunca, varoluş mücadelesi vermek zorunda kalmıştır.

Doğal Afetler ve Zorlu Doğa Koşulları

Anadolu'nun coğrafi yapısı, insanlara hem bereketli topraklar sunmuş hem de zorlu yaşam koşulları getirmiştir. Tarih boyunca yaşanan depremler, seller, kuraklık ve kıtlıklar, halkın geçim kaynaklarını yok ederek büyük yoksulluklara yol açmıştır. Tarıma dayalı bir toplum yapısı olduğu için, iklimdeki en ufak bir değişiklik bile büyük bir felakete dönüşebilmiştir. İnsanlar, bu doğa olaylarına karşı çoğu zaman çaresiz kalmış, hayatta kalabilmek için büyük mücadeleler vermiştir.

Sosyal ve Ekonomik Sınırlamalar

Feodal yapılar, toprak ağalığı ve eşitsiz ekonomik düzenler de Anadolu insanının çilelerini artırmıştır. Toplumun büyük bir kesimi, toprak sahibi olamadan, başkalarının tarlalarında çalışarak geçinmek zorunda kalmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimdeki eşitsizlikler, yoksul kesimlerin yaşam kalitesini daha da düşürmüştür. Bu durum, nesiller boyunca devam eden bir döngü haline gelmiştir. Kadınlar ve çocuklar ise bu zorlu koşullardan daha fazla etkilenmiş, sosyal ve ekonomik hayatta ikinci planda kalmıştır.
Tüm bu zorluklara rağmen Anadolu insanı, derin bir sabır ve direnç göstermiştir. Yüksek bir misafirperverlik anlayışı, paylaşımcılık ve toplumsal dayanışma gibi değerler, bu çilelerle başa çıkmada önemli bir rol oynamıştır. Bu özellikler, Anadolu'nun zorlu tarihinin bir yansıması olarak günümüze kadar ulaşmıştır.

Anadolu'nun tarih boyunca yaşadığı çileler ve buna benzer coğrafyalar, temelde tarihî jeopolitik konum, medeniyetler beşiği olma ve çatışmaların kavşağı olma gibi ortak özellikler taşır. Bu bağlamda, Anadolu'ya benzerlik gösteren başlıca coğrafyaları şöyle sıralayabiliriz:

Balkanlar

Balkanlar, tıpkı Anadolu gibi, Doğu ile Batı'nın, farklı dinlerin ve kültürlerin kesişim noktasıdır. Bu coğrafya da tarih boyunca büyük imparatorlukların (Roma, Bizans, Osmanlı, Avusturya-Macaristan) egemenlik mücadelesine sahne olmuş, sürekli savaşlar ve göçlerle yoğrulmuştur.
* Sürekli Çatışma Hali: Osmanlı'nın çekilmesiyle birlikte başlayan etnik milliyetçilik hareketleri, bölgede sürekli çatışmalara yol açmıştır. Balkan Savaşları ve Yugoslavya'nın dağılması süreci, milyonlarca insanın yerinden edilmesine, etnik temizliklere ve büyük insani trajedilere neden olmuştur. Bu durum, Anadolu'nun Kurtuluş Savaşı ve mübadele dönemindeki çilelerine benzerlik gösterir.
* Küçük Devletlerin Büyük Güçler Arasında Kalması: Balkan devletleri, tıpkı Anadolu gibi, Rusya, Avusturya ve Osmanlı gibi büyük güçlerin çekişme alanında kalmış, kendi bağımsızlıklarını korumak için büyük bedeller ödemiştir.

Ortadoğu (Levant Bölgesi)
Mezopotamya, yani Levant bölgesi de Anadolu gibi medeniyetlerin doğduğu, ancak sürekli çatışma ve yıkıma maruz kalan bir coğrafyadır.
* Medeniyetler Beşiği: İlk tarım toplumları, yazının icadı ve büyük imparatorluklar (Sümer, Babil, Asur, Pers) bu topraklarda doğmuştur. Ancak bu zenginlik, aynı zamanda bölgeyi sürekli bir istila ve hakimiyet mücadelesinin merkezi haline getirmiştir.
* Modern Dönem Çileleri: Suriye İç Savaşı, Irak'ın işgali ve Filistin sorunu gibi güncel olaylar, milyonlarca insanın göç etmesine, kültürel mirasın yok olmasına ve derin toplumsal travmaların yaşanmasına neden olmuştur. Bu çileler, Anadolu insanının yakın tarihte yaşadığı sıkıntılarla benzerlik taşır.

Orta Amerika

Orta Amerika ülkeleri de, farklı bir tarihsel bağlamda benzer çileler yaşamıştır.
* Sömürgecilik ve Dış Müdahaleler: Bölge, İspanyol sömürgeciliğinin ağır baskısı altında kalmış, yerli halklar büyük katliamlara ve kültürel yok oluşa maruz kalmıştır. 20. yüzyılda ise ABD'nin siyasi ve ekonomik müdahaleleri, bölgedeki iç savaşları ve otoriter rejimleri körüklemiştir.
* Göç Sorunu: Yoksulluk, çeteler ve siyasi istikrarsızlık nedeniyle Orta Amerika'dan ABD'ye doğru sürekli bir göç dalgası yaşanmaktadır. Bu durum, Anadolu'nun tarih boyunca yaşadığı zorunlu göçlerle paralellik gösterir. Bu coğrafyaların her biri, stratejik konumlarının getirdiği zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmış, medeniyetler kurarken bir yandan da sürekli yıkıma ve acıya maruz kalmıştır. Bu yüzden Anadolu, yalnızca kendisine özgü değil, aynı zamanda dünya tarihinde benzer kaderleri paylaşan pek çok coğrafyaya sahiptir.

Çileli insan yaşamı; felsefe, sanat ve bilim gibi farklı disiplinlerle yakından ilişkilidir. Her biri, insanın acı ve zorluklarla dolu varoluşunu farklı bir mercekten inceler ve ona bir anlam katmaya çalışır.

Felsefe ve Çile
Felsefe, insan çilesini anlamlandırmanın ve ona rasyonel bir açıklama getirmeye çalışmanın en temel yollarından biridir. Varlığın anlamını, yaşamın amacını ve acının doğasını sorgular.
* Varoluşçuluk: Özellikle varoluşçu felsefe, insanın yaşamdaki anlamsızlık ve acı karşısındaki yalnızlığını ve özgürlüğünü vurgular. Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi düşünürler, acının kaçınılmaz olduğunu ancak insanın bu acıya karşı duruşuyla kendi anlamını yaratabileceğini savunur. Yaşamın "absürd" doğası, yani anlam arayışımızın anlamsız bir evrenle çelişmesi, varoluşçuluğun merkezindedir.
* Stoacılık: Stoacılık, acı karşısında dirençli olmayı ve duygularımızı kontrol etmeyi öğreten bir felsefedir. Marcus Aurelius gibi düşünürler, insanın kontrol edebileceği şeyler ile edemeyeceği şeyleri ayırt etmesi gerektiğini söyler. Çile çekmek kaçınılmazdır, ancak ona karşı nasıl tepki vereceğimiz bizim elimizdedir.

Sanat ve Çile
Sanat, insan çilesini somutlaştırır, onu estetik bir forma dönüştürür ve başkalarıyla paylaşmamızı sağlar.
* İfade ve Katarsis: Acı, sanat için güçlü bir ilham kaynağıdır. Edebiyat, müzik, resim veya heykel, bireyin yaşadığı acıları dışa vurmasına ve bu acılardan kurtulmasına (katarsis) yardımcı olur. Dostoyevski'nin romanlarındaki karakterlerin içsel çalkantıları, Van Gogh'un tablolarındaki melankoli veya blues müziğindeki hüzünlü melodiler, sanatçının ve izleyicinin ortak bir acıda buluşmasını sağlar. Sanat, acıyı bir nevi güzelliğe dönüştürerek ona bir değer kazandırır.
* Empati Köprüsü: Sanat, çileyi deneyimlemeyenler için bir empati köprüsü kurar. Savaşın yıkımını anlatan bir fotoğraf, yoksulluğu tasvir eden bir resim veya bir göçmenin hikâyesini anlatan bir film, izleyiciye bu acıları dolaylı yoldan deneyimleme imkânı sunar. Bu sayede, toplumsal acılar görünür hale gelir ve duyarsızlaşmanın önüne geçilir.

Bilim ve Çile
Bilim, felsefe ve sanatın aksine, çilenin kaynağını ve çözüm yollarını olgusal ve sistematik bir yaklaşımla inceler.
* Tıp ve Psikoloji: Tıp bilimi, insan çilesinin fiziksel boyutunu (hastalık, ağrı) anlamaya ve iyileştirmeye çalışır. Tıbbi araştırmalar, aşılar ve tedavilerle insan ömrünü uzatır ve acıyı azaltır. Psikoloji ise, çilenin zihinsel ve duygusal boyutlarını (travma, depresyon) ele alarak bireylere bu acılarla başa çıkma stratejileri sunar.
* Sosyoloji ve Tarih: Bu bilimler, çilenin toplumsal ve kültürel kökenlerini inceler. Savaşların, yoksulluğun veya sosyal adaletsizliklerin nedenlerini analiz ederek, çilenin döngüsel doğasını kırmaya yönelik çözümler üretmeye çalışır. Bilim, acının sadece bireysel bir kader olmadığını, aynı zamanda toplumsal yapısal sorunlardan kaynaklandığını ortaya koyar.

Çizgisel İlişki

Çileli insan yaşamı; felsefe, sanat ve bilimin birbirini tamamladığı, çizgisel bir süreç olarak görülebilir:
* Felsefe: İlk olarak, felsefe neden acı çektiğimizi sorgular ve buna bir anlam vermeye çalışır. Bu, çileye karşı ilk entelektüel duruştur.
* Sanat: Daha sonra sanat, bu acıyı nasıl hissettiğimizi ifade eder. Soyut bir kavram olan acıyı somutlaştırır ve duygusal bir paylaşım alanı yaratır.
* Bilim: Son olarak, bilim bu acının nasıl çözülebileceğini araştırır. Çilenin fiziksel, zihinsel veya toplumsal nedenlerini bilimsel yöntemlerle analiz ederek, soruna pratik ve objektif çözümler üretir. Bu üç alan, her biri kendi yöntemleriyle çileyi ele alarak, insana acıya karşı bir direniş ve anlama çabası sunar. Sanat ve felsefe, çilenin anlamına odaklanırken, bilim onun nedenine ve çözümüne odaklanır.

REFAH

Müreffeh bir toplum olmanın ana kriterleri, sadece ekonomik zenginlikle sınırlı değildir. Bir toplumun refah seviyesi, ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel boyutların bir bütün olarak değerlendirilmesiyle ortaya çıkar. Bu boyutlardaki temel kriterleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

Ekonomik Kriterler
* Yüksek ve Adil Gelir Dağılımı: Toplumun genelinde kişi başına düşen gelirin yüksek olması, refahın önemli bir göstergesidir. Ancak bu gelirin sadece küçük bir zümrede değil, toplumun tüm kesimlerine adil bir şekilde dağılması esastır. Eşitsizliğin düşük olması, toplumun genel huzuru ve sürdürülebilir refahı için kritiktir.
* İş İmkanları ve Düşük İşsizlik: Her bireyin yeteneklerine ve eğitimine uygun, tatmin edici bir iş bulabilmesi müreffeh bir toplumun temelidir. Düşük işsizlik oranları, hem ekonomik üretkenliği artırır hem de bireylerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlar.
* Güçlü Altyapı ve Hizmetler: Modern ulaşım ağları, kesintisiz enerji, güçlü telekomünikasyon sistemleri ve erişilebilir temel hizmetler (su, kanalizasyon vb.) ekonomik faaliyetlerin sorunsuz işlemesi için zorunludur.

Sosyal Kriterler
* Nitelikli Eğitim ve Sağlık Hizmetlerine Erişim: Her bireyin, ekonomik durumu ne olursa olsun, kaliteli eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşabilmesi en önemli sosyal refah göstergelerindendir. İyi bir eğitim sistemi, toplumun insan sermayesini geliştirirken, güçlü bir sağlık sistemi yaşam kalitesini ve süresini artırır.
* Sosyal Güvenlik ve Emniyet: Bireylerin yaşlılıkta, hastalıkta veya işsizlik durumunda güvende hissetmeleri, devletin sağladığı güçlü sosyal güvenlik ağlarıyla mümkündür. Ayrıca, suç oranlarının düşük olması ve kişisel emniyetin sağlanması da refahın temel taşlarındandır.
* Toplumsal Dayanışma ve Güven: İnsanların birbirine ve kurumlara güven duyması, toplumsal bağların güçlü olması müreffeh bir toplumun ruhudur. Bu dayanışma, kriz anlarında toplumun birlikte hareket etme kabiliyetini artırır.

Siyasi ve Hukuki Kriterler
* Demokrasi ve Katılımcılık: Vatandaşların siyasi süreçlere aktif olarak katılabilmesi, yönetimin şeffaf ve hesap verebilir olması, bireylerin kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olmalarını sağlar.
* Hukukun Üstünlüğü ve Adalet: Hukuk sisteminin bağımsız ve adil işlemesi, mülkiyet haklarının korunması ve sözleşmelerin güvenilir olması, hem bireysel özgürlükleri güvence altına alır hem de ekonomik istikrarı destekler. Yolsuzluğun düşük olması, bu kriterin olmazsa olmazıdır.

Kültürel Kriterler
* Sanat ve Kültür Etkinliklerinin Gelişimi: Sanat, felsefe, edebiyat ve bilim gibi alanların teşvik edilmesi, bir toplumun entelektüel ve yaratıcı potansiyelini gösterir. Müzelerin, tiyatroların ve kütüphanelerin erişilebilir olması, toplumun kültürel zenginliğini artırır.
* İfade Özgürlüğü ve Düşünce Çeşitliliği: Farklı fikirlerin özgürce ifade edilebildiği bir ortam, toplumsal sorunlara yenilikçi çözümler üretilmesini sağlar. Hoşgörü ve kültürel çeşitliliğe saygı, farklı yaşam tarzlarının bir arada barış içinde var olmasını mümkün kılar. Bu kriterlerin bir arada ve dengeli bir şekilde geliştiği toplumlar, sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda insani ve kültürel olarak da zenginleşir. Bu denge, müreffeh bir toplumun anahtarıdır.

Felsefe, sanat ve bilim; insanlığın çileli yolculuğunda her zaman en güçlü yoldaşları olmuştur. Felsefe bize, acının anlamını sorgulama gücü verirken; sanat, bu acıları ifade etme ve onlarla bağ kurma imkanı sunar. Bilim ise, acının köklerine inerek ona karşı somut çözümler üretir.
Birlikte, bu üç alan, sadece müreffeh bir toplumun temelini atmakla kalmaz, aynı zamanda insanın en zor anlarında bile anlam, güzellik ve umut bulmasını sağlar. Bir toplumun gerçek zenginliği, ne kadar lüks içinde yaşadığıyla değil, bu üç değeri ne kadar sahiplendiği ve onlarla ne kadar bütünleştiğiyle ölçülür.

Yolun sonunda geriye kalan, ne lüks ne de mülk; sadece emekle yaratılmış eserler, gönüllere dokunmuş hikayeler ve insanlık için aydınlatılmış yollardır.
 

222. DİYALOG

EMPRESYONİST - İZLENİMCİ ÖRNEK

Televizyon ve sanat yazışabilir miyiz?
 
 
Tabiki sevgilerimle.

Sanatınıza televizyonda yeterince yer ayırılıyor mu, neler yapılmalı?
 
Hayır. Bu anlamda kendime zaman ayıramadım. Fakat geçmiş yıllarda televizyon ve basın haberlerim çok oldu. Ressam Mualla Şahin adına. İmzamı Şahin adına atıyorum. Ayrıca ilginize ve alakanıza sonsuz teşekkürler.
 
Bu anlamda insan her alanda başarılı ise neden olmasın. Çalışıp ürettikten sonra.

Kendinizi nasıl tanımlarsınız, takip ettiğiniz size özel bir sanat akımı var mıdır?
 
 
Empresyonist tarzda resim çalışıyorum. İzlenimciyim ve bu anlamda Türkiye'de yedi bölgeyi gezerek yerinde çalışıyorum.

Eserlerinizden bir kaç tanesini buraya yapıştırabilir misiniz?
 
 
Mualla Coşkun sayfasına bakabilirsiniz, ayrıca gönderebilirim de. Konularım genelde Anadolu'da kırsal bölgelerde yaşam v.s.

Detayınızı ve renk seçimlerinizi merak ediyorum ayrıca işleyiş tarzınız önemli benim için...
 
Tamam Erkan Bey . Gönderirim. Çok sağ olun.
Yazarken çok güzel yazıyorsunuz. Gönlünüze ve yüreğinize sağlık.
 
Dostluk ve sanat tadında sevgilerimle....

Gönlümden geldiğince, sanatın düğümleri çözdüğüne inanır - düşünürüm. Resimlerini bekliyorum, daha sonra üzerine yazışacak çok şey çıkacaktır eminim.
 
Evet aynen öyle... (düğüm çözme konusu)
 
Çadır (ben öyle isimlendirdim) çalışmanızın hikâyesini verebilir misiniz?

 
 
Elazığ' ın bir köyünde dünyaya geldim. İstanbul yetiştiğim ve eğitim aldığım şehir olmasına rağmen çocukluğumda yaz tatillerinde gittiğim köyümün yaşam tarzı, samimiyeti, paylaşımı, otantik giysileri, doğası ve kerpiç evleri ile beni çok etkilemiştir. Halâ da etkilemeye devam ediyor. Bu anlamda aynı değerler içinde, yurdumuzun doğu ve güneydoğu hatta çok renkli olan memleketimizde yok olan değerlere rağmen kültürümüz yaşatılmakta.

Kültürümüze sahip çıkmak adına tabloda görmüş olduğunuz bu çalışma Diyarbakır Karacadağ bölgesine aittir. Yazın yaylalara göçen eden göçerler (Koçer - Koçero). Yaşadıklarımı yazsam sanırım kitap olur. Roman olur. Böylesi bir görüntüde ise insanlarda sevgi, paylaşım ve neşe var. Her bir yaşam tarzının niteliğide kendi öz kültürlerini doğal olarak yaşatarak. Belki okumaları yazmaları yok ama gönülleri ve yürekleri sevgi ile dolu paylaşan insanlar....
 
Biraz acele yazdım kusura bakmayın. Cümle hatalarım olabilir.  (Gülümseme)

Bu eserinizde sizin yüzünüzü gördüm, yanılıyor muyum?

 
Genelde böyle diyorlar, sizin gibi. Farkında olmadan çalışmış olabilir.
 
Olabilirim....

Bu paylaşımınızın hikayesini de merak ediyorum:

 
 
Bu bir sergi açılışı. Can dostlarla birlikte. Sanat tadında içten bir paylaşım günüydü. Tabiki önce insani değerler..


"Gelin" çalışmanızı empresyonist sayabilir miyiz, buradaki izlenim hayal mi - gerçek midir?
 
 
Evet. Çocukluğumda kendi köyümde yaşadıklarımı hayâl ederek çalıştım. Yaşam gerçek, çalışmam hayâl... Oysa yaşamak, bir bakıma hayâllerimiz değilmidir?

Şimdiye kadar ne sayıda eser ürettiniz ve ne kadarı elinizde hala?
Sanırım 1ooo ' yakın. Çok çalıştım. Severek ve aşk ile. Elimde doğru dürüst tablo yok gibi. Yurt içi ve yurt dışı koleksiyoncularda bulunmaktalar. Bu anlamda mutluyum ve çalışmaya devam....
Zirâ beyinsel birikim fazla..
 
 
Tek kelimeyle harika, tebrik ederim. Bu durumda zengin - lüx içinde yaşayan ressamlarımızdan birisiniz?

(Gülücük bombardımanı)
 
En büyük zenginlik gönül zenginliği ve yürektir, bir de sağlık. Zenginlik ve lüks kavramı benim için önemli değil. Memleketimde yoksulluk içinde yaşayan insanlar varken... Bizler, gönlümüzle, yüreğimizle ve emeklerimizle öncellikle emekçileriz. Öldükten sonra bir iz bırakmak adına. Yunus' un dediği gibi" Malda yalan, mülkte yalan, gel sende oyalan" sanatın tadına varıpta çalışıp üretmekten başka daha ne güzel şey var mıdır acaba? Ayrıca böylesi anlamlı bir konuyu yazmak ve anlatmak kelimelere sığmaz.

İsminiz (... ...) ile birlikte sık geçmiş. Birlikteliğinizin amacı ve kazanımları neler oldu?

Sanat yoldaşımdı.
 
Sonra yoldaşlıktan çıktı.

Çıktığına göre değinmemize gerek kalmadı. (Gülümseme)
Genel olarak sanatçı yoldaşlığı - dayanışması hakkında ne belirtirsiniz?
 
 
Çok önemli. Öncellikle yol önemli. O yolda yapıcı olmak lazım. Ayrıca kimsenin arkasından konuşmak istemem. İnsan her şeyi paylaşınca güzel. İyi niyetiyle, sevgi ve saygısıyla, hoş görüsü ile... Neticede "önce insan sonra sanat" diye düşünüyorum. Insan olmanın onuru ve erdemiyle sanatımızla başbaşa olmalıyız. Zirâ ikisi birlikte güzel. İnsan sanatı ile başarılı ve güzelse herşey daha olgunlaşır. Meyvasını yemekte tatlı olur, yarar ve sihhat bulur insan her anlamda. Toplum onu sever ve saygı duyar. Yeter ki gözler güzel görsün.
Sevgiyle... Emeğe ve insana saygı duyarak.
 

Katkınız için teşekkür ederim. İz bıraktınız, saygılarımızla.

Ben teşekkür ediyorum Erkan Yazarkan can. Yakın ilginiz ve alâkanız için sonsuz teşekkürler. Emeklerinize sağlık. Dostluk ve sanat tadında sevgi ve saygılarımla.


EK: Elazığ Kezab doğumlu sanatçı, ailesinin İstanbul’a göç etmesiyle ortaokul ve liseyi İstanbul’da okudu. Okul yıllarında ve Bursa’da devam ettiği atölyelerde hocalarının desteğiyle önce heykel ve seramik çalışmaları yaptı. Yakın akrabalarının köyde olmasından dolayı köy ile bağlarını hiç koparmayan Şahin, o yörenin yaşam biçimi, gelenek, görenek, giyim, kuşam ve mekânlarını hiç aklından çıkarmadı ve yöresel resimler yapmaya başladı. Anadolu’yu adım adım gezerek ‘’Türkiye Koleksiyonunu’’ oluşturdular.


Çocukluk yıllarından itibaren resim yapmaya başlayan sanatçı tahsilini İstanbul’da tamamlamıştır. Seramik, heykel ve resim çalışmalarında Uludağ Üniversitesi sanat eğitmenlerinin ekolünde ve ünlü ressamların sanat atölyelerinde çalışarak, öncelikle toprağa form vererek seramik, heykel ve resim çalışmalarına başlayan sanatçı, izlenimci yanını daha ön plana çıkartarak resim sanatında yoğunlaşmış sanat kendi için bir yaşam tarzı olmuştur.

Sanatçı milli değerlere saygısı olan ülkesine olan sevgisi ile şehir şehir köy köy gezerek hatta bu farklı kültürlerin içinde dönem dönem yaşayarak izlenimlerini renk renk tuvale yansıtmıştır. Çalışmaları empresyonist tarzda figüratif ağırlıklıdır.

Memleketini sanatsal bir bakış açısıyla olduğu gibi tuvale yansıtma becerisi, ressam Mualla Şahin için aslında bir bakıma yaşama bakışındaki sadeliği de ayna kadar net bir şekilde yansıtmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışında önemli koleksiyonlarda eserleri bulunan sanatçı çeşitli karma ve kişisel sergiler de açmıştır.

 

Sergileri ve Etkinlikler:

Cici Sanat Galerisi – Eskişehir (1965)
Arel Sanat Galerisi – Ankara (1997)
Akbank Sanat Galerisi – Bursa (1998)
Cumalıkızık Köyü Kültür Sanat Etkinliği – Bursa (1998)
Tayyare Kültür Merkezi – Bursa (2000)
Sayfranbolu Sanat Galerisi – Karabük (2001)
Müzayede Sanat Galerisi – İstanbul (2002)
Uluslararası Resim Günleri – İzmir (2004)
Esenyurt Belediyesi Kültür Merkezi – İstanbul (2004)
Organize Sanayi Bölgesi Sanat Galerisi – Ankara (2004)
Fethiye Kültür Merkezi Etkinliği – Muğla (2003)
Toprak Sanat Galerisi – İstanbul (2004)
Kayseri İl Kültür Merkezi Etkinliği – Muğla (2003)
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Galerisi – İstanbul (2008)
Green Park Otel – İstanbul (2009)
Veni Vidi Göz – İstanbul (2011)
Sabancı Kültür Merkezi Karma Sergi – Bodrum (2011)
Karma Sergi – Yunanistan (2011)
Karma Sergi – Macaristan / Budapeşte (2012)

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol