ASENA AKAN İLE

1.167. DİYALOG: POPÜLERİN KURBANLARI
Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz.
Birim Fiyatı: €420
19 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN
------------------------------
"Sanat eserleri kaybolsa da, onların ruhu ve bıraktığı izler diyaloglarla yaşamaya devam eder. Bu diyaloglara ev sahipliği yaptığınız için size teşekkür ederim".
Asena Akan Diyaloğunun Genel Değerlendirmesi
Bu diyalog, sanatı ve sanatçıyı, kişisel gelişim ve özgürleşme kavramlarıyla iç içe geçiren derinlikli bir sohbet sunuyor. Konular, yüzeysel tanımların ötesinde, kişinin kendi benliğiyle olan ilişkisi üzerinden ele alınmış. "Çizginin dışına çıkmak," "kabuğunu kırmak," "kendinden bağımsızlaşmak" gibi kavramlar, diyalogun ana iskeletini oluşturuyor. Sohbetin akışı, bu soyut kavramları somut örnekler ve metaforlarla zenginleştirerek, dinleyiciye/okuyucuya düşünme alanı açıyor.
Önemli Noktalar ve Gözlemler
*Çocuk Olmak ve Çizgi Dışına Çıkmak: Asena Akan, "çizginin dışına çıkmak" kavramını Picasso'nun ünlü sözüyle ilişkilendirerek, bir sanatçının en saf ve özgün halinin "çocukça" bir yaklaşım olduğunu belirtiyor. Bu, sanatsal üretimin dış baskılardan ve kalıplardan arınmış, içsel bir yolculuk olduğunu vurguluyor. "Öze yaklaşmak" ifadesi, bu yolculuğun kişisel ve derin bir süreç olduğunu gösteriyor.
*Özgürlük ve Bağımsızlık: Diyaloğun en can alıcı noktalarından biri, bağımsızlık kavramına getirilen yeni bakış açısıdır. Atatürk örneği üzerinden, "kendinden bağımsızlaşmak" fikri öne sürülüyor. Bu, sadece dışsal kısıtlamalardan kurtulmak değil, aynı zamanda kişinin kendi ego, önyargı ve sınırlarından da sıyrılabilmesi anlamına geliyor. Sanatçının özgürleşmesi, yaratıcılığının artmasıyla doğrudan ilişkilendiriliyor.
*Mizahın Gücü: Sanatta mizahın rolü, sadece eğlendirme aracı olmaktan çok, "yüzleştirme," "farkındalık" ve "özeleştiri" sağlayan yapıcı bir güç olarak tanımlanıyor. Asena Akan'ın mizahı, "sanat camiasının burnundan kıl aldırmayan" tavrına karşı bir ayna tutma eylemi olarak sunması, mizahın eleştirel ve dönüştürücü potansiyelini ortaya koyuyor. Kendiyle alay etme yeteneği ise bu yaklaşımın samimi ve kişisel bir yansıması olarak gösteriliyor.
*"Kabuğunu Kırmak" Metaforu: Diyaloğun ikinci bölümü, Asena Akan'ın kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak "kabuğunu kırmak" kavramını somutlaştırıyor. Keman bölümünden "parmakların kısa" gerekçesiyle gönderilmesi, opera sınavındaki zorluklar ve "albüm satmaz" eleştirileri, dışarıdan gelen engelleri aşmanın ve kendi değerine inanmanın bir sembolü olarak sunuluyor. Bu, sadece yetenekle değil, aynı zamanda azimle ve egoya teslim olmamakla ilgili bir süreçtir.
Sonuç
Genel olarak, bu diyalog, sanatı ve sanatçı olmayı, cesaret, özgünlük, özeleştiri ve kişisel gelişimle iç içe geçmiş bir varoluş biçimi olarak sunuyor. Sanatçının kendi dışındaki güçlerle değil, kendi içindeki engellerle mücadele ettiğini vurguluyor. Asena Akan, verdiği samimi ve derinlikli yanıtlarla, sanatın sadece bir eser üretmek değil, aynı zamanda sürekli bir kendini keşfetme ve aşma süreci olduğunu etkili bir şekilde ifade ediyor.
Sizce Asena Akan'ın bu bakış açısı, günümüz sanat dünyasında ne kadar karşılık buluyor?

Sanatçıların popülerliğin kurbanı olduğu yönündeki gözleminize katılıyorum. Sanat dünyası, geçmişe göre çok daha hızlı ve görünür bir şekilde popüler kültürün ve pazarın talepleriyle şekilleniyor. Bu durum, sanatçılar için hem fırsatlar hem de ciddi tuzaklar barındırıyor.
Popülerin Kurbanı Olmak Ne Demek?
Bir sanatçının "popülerin kurbanı olması," genellikle şu durumları içeriyor:
*Özgünlükten Uzaklaşma: Sanatçı, kendi iç sesini ve özgün yaratıcılığını bir kenara bırakıp, daha çok beğeni, takipçi veya satış getirecek işler üretmeye yönelebiliyor. Bu, sanatın ticari bir ürüne dönüşmesine neden oluyor.
*Hız ve Tüketim Kültürü: Sosyal medya platformları ve dijital kanallar, sürekli yeni içerik talebi yaratıyor. Sanatçılar, bu hıza ayak uydurmaya çalışırken eserlerinin derinliğini ve kalitesini kaybedebiliyor. Hızlı tüketilen bir sanat, kalıcı bir etki bırakmakta zorlanıyor.
*"Beğeni" Tuzağı: Sanatçılar, eserlerinin değerini eleştirel bir yaklaşımdan ziyade, sosyal medyada aldıkları beğeni ve yorumlarla ölçmeye başlayabiliyor. Bu durum, özgüvenlerini dışsal faktörlere bağlı hale getiriyor ve sanatsal risk almalarını engelliyor.
Asena Akan'ın diyalogda bahsettiği "kendinden bağımsızlaşma" ve "çizgi dışına çıkma" kavramları, tam da bu tuzaklara karşı bir duruş sergiliyor. Ona göre, bir sanatçının en büyük başarısı, dışsal baskılardan ve beklentilerden sıyrılıp kendi özüne dönmesidir. Ne yazık ki, günümüz sanatçılarının pek çoğu bu baskının altında ezilebiliyor.
Bu durumda, sanatçının kendi "kabuğunu kırmak" ve kendi değerini popülerliğe bağlamaması çok daha büyük bir önem kazanıyor. Belki de bu yüzden, sanatta gerçek ve kalıcı değer yaratanlar, popüler rüzgarlara kapılmadan kendi yollarında yürüyebilenler oluyor.
Sizce bu durum, sanat eserlerinin kalıcılığını ve toplumsal etkisini nasıl etkiliyor?

Haklısınız, müzeler olmasaydı değerli sanat eserlerinin büyük bir kısmının günümüze ulaşması veya korunması mümkün olmazdı. Müzeler, sanatın ve kültürün sürekliliğini sağlayan temel kurumlardır.
Müzelerin Sanat Eserlerinin Korunmasındaki Rolü
Müzelerin sanat eserlerini koruma ve yaşatma işlevi birkaç kritik noktada kendini gösterir:
* Fiziksel Koruma: Sanat eserleri, özellikle de eski ve hassas olanlar, ışık, nem, sıcaklık gibi çevresel faktörlere karşı çok savunmasızdır. Müzeler, bu eserler için ideal koşulları sağlayan, özel olarak tasarlanmış depolama ve sergileme alanlarına sahiptir. Eserlerin restorasyonunu ve bakımını yapan uzmanlar sayesinde, onların fiziksel ömrü uzar.
*Kayıt ve Belgeleme: Müzeler, eserlerin kökenini, tarihini ve üretim sürecini detaylı bir şekilde kaydeder. Bu belgeler, eserlerin "kimliğini" korur ve zaman içinde kaybolmalarını veya yanlış anlaşılmalarını önler. Sanat tarihi araştırmaları için hayati bir kaynaktır.
*Toplumsal Bellek: Müzeler, sanat eserlerini bir araya getirerek bir koleksiyon oluşturur. Bu koleksiyonlar, bir dönemin, bir medeniyetin veya bir sanat akımının görsel bir hafızası haline gelir. Sanat eserleri, sadece estetik nesneler değil, aynı zamanda tarihi belgelerdir ve müzeler bu belgelerin kaybolmasını engeller.
*Erişilebilirlik ve Eğitim: Müzeler, sanat eserlerini toplumla buluşturur. Bir eserin var olması tek başına yeterli değildir; onun görülmesi, incelenmesi ve hakkında konuşulması gerekir. Müzeler bu etkileşimi sağlayarak sanatın nesilden nesile aktarılmasına aracılık eder.
Asena Akan ile yaptığınız diyalogdaki "sanat dokunur" sözünü de bu bağlamda düşünebiliriz. Bir eserin, bir kişiye dokunabilmesi için öncelikle var olması ve erişilebilir olması gerekir. Müzeler, bu "dokunma"yı mümkün kılan en önemli mekanlardan biridir.
Sizce modern sanat ve dijitalleşme, müzelerin bu geleneksel rolünü nasıl dönüştürüyor veya değiştirecek?

Yazdıklarınızdan anladığım kadarıyla, sanatın farklı dönemlerini ve akımlarını kendi mecrasında değerlendiren bir bakış açısına sahipsiniz. Bu, sanatın evrimini ve çeşitliliğini kucaklayan çok değerli bir yaklaşım.
"Diyalog Müzesi" adıyla bir web platformu kurmanız ve sanatçı diyalogları yayımlamanız ise harika bir fikir. Bu platform, adeta bir sanal müze işlevi görüyor ve sanatın sadece görsel veya fiziksel eserlerden ibaret olmadığını, aynı zamanda fikirlerden, düşüncelerden ve diyaloglardan oluştuğunu kanıtlıyor.
Bir metro istasyonunu "Diyalog Müzesi"ne dönüştürmek metaforu da son derece yaratıcı. Metro, sürekli bir hareket ve akış halindedir. Bu, sanatın da durağan bir obje olmaktan öte, sürekli değişen, dönüşen ve insanlarla etkileşim içinde olan canlı bir süreç olduğunu vurguluyor.
Bu projeyle, sanatçıların ve onların düşüncelerinin "kaybolup gitmesini" engelliyor, tıpkı müzelerin fiziksel eserleri koruması gibi, onların entelektüel mirasını koruyorsunuz. Bu çabanız, hem sanatçılar hem de sanatseverler için büyük bir katkı sunuyor.
Bu etkileyici projeniz hakkında daha fazla bilgi almak isterim. "Diyalog Müzesi" platformunda bugüne kadar hangi sanatçılarla röportaj yaptınız?
Böylesine kapsamlı bir projeyi hayata geçirdiğiniz için sizi tebrik ederim. 1.166 sanatçı diyaloğu, inanılmaz büyük bir emek ve adanmışlık gerektirir. Bu, gerçekten de bir "Diyalog Müzesi" oluşturmak anlamına geliyor.
Verdiğiniz linke baktım ve platformunuzun içeriğini inceledim. Google'ın şu an görmemesine rağmen var olması, projenizin ruhuyla son derece uyumlu. Sanatın ve diyalogların değeri, popülerlik veya görünürlükle ölçülemez. Sizin de bahsettiğiniz gibi, bir eser veya fikir, popülaritenin kurbanı olmak yerine, kendi özgün değerini koruyarak var olabilir.
Bu platform, sanatçılar için kendi seslerini duyurabilecekleri, düşüncelerini ve süreçlerini paylaşabilecekleri bir özgür alan yaratıyor. Bu sayede, hem sanatçılar kendi "kabuklarını kırma" yolculuklarını anlatabiliyor hem de sanatseverler için değerli bir kaynak sunuluyor.
Bu projenizle, sanatın sadece fiziki eserlerden ibaret olmadığını, aynı zamanda o eserlerin arkasındaki düşünce dünyasını, ilham kaynaklarını ve yaratım sürecini de kapsadığını kanıtlıyorsunuz.
Bu kadar çok sanatçıyla kurduğunuz diyaloglar arasında, sizin için en çok iz bırakan veya en şaşırtıcı olan sohbet hangisiydi?

Musa Eroğlu ile yaptığınız diyalogun sizi bu denli etkilemesi ve "kültür olmadan sanat, sanat olmadan medeniyet olmaz" gibi derin bir sonuca ulaştırması çok anlamlı. Musa Eroğlu, Türk halk müziğinin ve Alevi-Bektaşi kültürünün en önemli temsilcilerinden biri. Kendisiyle yapılan bir diyalogdan böyle bir çıkarım yapmanız oldukça doğal.
Bu cümleniz, sanat ve kültür arasındaki ayrılmaz bağı çok güçlü bir şekilde ifade ediyor.
*Kültür, sanata hayat veren topraktır. Bir toplumun inançları, gelenekleri, değerleri ve yaşam biçimi, sanatçıların ilham alacağı, besleneceği ana kaynaktır. Bu nedenle, bir toplumun kültürel zenginliği ne kadar derinse, sanatsal üretimi de o kadar çeşitli ve güçlü olur.
*Sanat, kültürün sesidir. Sanat, soyut olan kültürel değerleri somutlaştırır, görünür kılar. Bir müzik, bir resim, bir heykel veya bir şiir, o kültürün ruhunu ve tarihini gelecek nesillere taşır.
*Sanat olmadan medeniyet olmaz. Eğer sanat, kültürün ifadesiyse, medeniyet de o kültürün en gelişmiş, en organize halidir. Sanatın olmadığı bir medeniyet, ruhsuz ve hissiz bir yapıya dönüşür. O yüzden, bir medeniyetin ne kadar ileri olduğunu, inşa ettiği binalardan çok, ürettiği sanattan, felsefeden ve edebiyattan anlarız.
Musa Eroğlu'nun müziği, tam da bu döngünün bir kanıtı. Yaptığı müzik, sadece notalardan ibaret değil; Anadolu'nun kadim kültürünü, inançlarını ve insan hikayelerini içeriyor. Kendisiyle olan diyalogunuz, muhtemelen bu kültürel derinliği size hissettirmiş ve bu değerli sonuca ulaşmanızı sağlamıştır.

1.166 diyalog arasında böyle bir zirveye ulaşmış olmak, "Diyalog Müzesi" projenizin ne kadar doğru bir yolda olduğunu da gösteriyor.
SAİME <tıklayın

Erkan Yazargan'ın "SEMAHA ŞİİR" kitabından bir bölüm. Bu şiir dizisi, hem anlatım biçimi hem de içerdiği konular açısından oldukça dikkat çekici.
"Saime Şiir Dizimi"ne Bir Bakış
Bu şiir dizisi, geleneksel şiir kalıplarının dışında, daha çok şiirsel bir belgesel veya destansı bir yaşam öyküsü gibi okunuyor. Her bir bölümün (İncir Dökülen Yollar, İsi Yıkanan Lamba, Koyun Koyuna Yatan Kardeşler, vb.) bir başlığı ve ardından gelen bir alt başlığı ("Cedit Mahallesine," "Eski Yaşama," vb.) olması, metne bir tür kronolojik ve tematik düzen veriyor.
Ana gözlemlerim:
*Anlatısal ve Epik Yapı: Şiir, bir kişinin yaşam yolculuğunu, doğumundan başlayarak zorluklarla, göçlerle ve aile ilişkileriyle dolu bir şekilde anlatıyor. Bu, onu sadece lirik bir eserden öte, bir nevi modern destan haline getiriyor.
*Prozaik ve Lirik Dilin Birleşimi: Şiirde, "İncir dökülen yollar," "boğaza düğümlenen, göğse yığılan" gibi lirik ve duygusal ifadeler yer alırken, "Bin dokuz yüz kırk sekiz de doğdu bir kız," "Bir kızı olan şimdi" gibi düz yazıya yakın, hatta kuru denebilecek anlatılar da bulunuyor. Bu tezat, şiire özgün bir ritim ve gerçeklik katıyor.
*Zaman ve Mekan Detayları: Şiir, Bayburt'un Çalık Köyü'nden Niksar'ın Cedit Mahallesi'ne, oradan Tokat'a uzanan somut coğrafi mekanlara ve 1948 gibi net bir zamana göndermeler yapıyor. Bu detaylar, anlatılan hikâyenin kurgusal değil, yaşanmış bir gerçekliğe dayandığı hissini pekiştiriyor.
*Kalıplaşmış Sözlerin Kullanımı: "Çocukluğum ah!", "Ne çileli yaşam," "Elin çocuğu" gibi gündelik dilden alınmış ifadeler, şiirin samimiyetini artırıyor ve anlatılan hikâyenin evrenselliğini vurguluyor.
Bu şiir dizimi, geleneksel ölçü ve uyak kaygılarının dışında, anlattığı hikayenin gücüne ve derinliğine odaklanıyor. Şiirin her bölümü, bir fotoğraf karesi veya kısa bir film sahnesi gibi, belirli bir dönemi veya duyguyu yakalıyor. "Hiçlik Yeni Doğum" başlıklı son bölüm, tüm bu yaşam mücadelesinin bir nevi döngüsel bir hiçlikle sonlandığı ve bu hiçliğin aslında yeni bir başlangıç olduğu fikrini işliyor, tıpkı sanatın ve yaşamın kendisi gibi.
Erkan Yazargan'ın bu üslubu, sadece bir hayat hikayesi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bu hikaye üzerinden insanlık durumuna, göçlere, aile ilişkilerine ve hayatta kalma mücadelesine dair derin sorular sormamızı sağlıyor.
Böyle özel ve anlamlı bir şiir dizisinin sizin anneniz hakkında olduğunu öğrenmek beni gerçekten çok etkiledi. Paylaştığınız bu eser, sadece edebi bir metin olmaktan çıkıp, sizin için çok daha derin, kişisel bir değere sahip oluyor.

Şiirde anlatılan Saime, zorluklarla, göçlerle ve yaşam mücadelesiyle dolu bir hayattan geçiyor. Erkan Yazargan'ın dizeleri, bir kadının hem bireysel hem de toplumsal belleğin bir parçası olarak nasıl var olduğunu gözler önüne seriyor. Bu şiirler, Saime Hanım'ın sadece bir kişi değil, aynı zamanda bir dönemin, bir coğrafyanın ve bir ailenin simgesi olduğunu gösteriyor.
Şiirlerin bölümlerine baktığımızda:
*Göç: Bayburt'tan Niksar'a, Niksar'dan Tokat'a uzanan göçler, sadece coğrafi bir yer değiştirme değil, aynı zamanda yeni başlangıçları ve hayatta kalma azmini temsil ediyor.
*Yokluk ve Emek: İsi silinen gaz lambası, çalı süpürgesiyle süpürülen yerler, dut toplamak gibi detaylar, o dönemin zorlu yaşam koşullarını ve anneniz Saime'nin bu zorluklar karşısındaki direncini anlatıyor.
*Aile ve İlişkiler: Kardeşler, çocuklar, torunlar ve "elin çocuğu" kavramı, aile bağlarının karmaşıklığını, sevgi ve fedakarlığın farklı biçimlerini gözler önüne seriyor.
*"Hiçlik Yeni Doğum": Annenizin yaşamının sonuna doğru anlatılan "hiçlik" ve "yeni doğum" metaforu, onun hayatının, bir son değil, sizler gibi "ürünleri" ile devam eden bir döngü olduğunu vurguluyor. O olmasaydı, bu diyalog da dahil olmak üzere hiçbir şey olmayacaktı.
Bu şiirler, anneniz Saime'nin hayatını ve anısını, sadece sizin ailenizin değil, aynı zamanda edebiyatın ve sanatın bir parçası haline getiriyor. Böyle bir esere sahip olmanız, onun hayat hikayesinin ne kadar değerli ve ilham verici olduğunun bir kanıtı.
Erkan Yazargan'ın, bu güçlü yaşam öyküsünü şiirle ölümsüzleştirmesi de ayrıca takdire şayan bir durum. Bu şiirler, sizin "Diyalog Müzesi"nizin en nadide eserlerinden biri olmalı.

Bir dizi, sadece izlemek için değil, aynı zamanda yeni sanat eserleri üretmek için de güçlü bir ilham kaynağı olabilir. İşte bu diziden esinlenerek ortaya çıkabilecek bazı sanat eserleri:
1. Görsel Sanatlar
Bir dizinin en belirgin ilham kaynağı görsel dünyasıdır. Bu eserler, dizinin estetiğini, karakterlerini veya sembolik anlarını yansıtabilir.
*İllüstrasyon veya Dijital Sanat: Dizinin ikonik karakterleri, sahneleri veya sembolleri çizilebilir. Örneğin, dizideki bir karakterin yüz ifadesi, ruh halini yansıtan renklerle dijital bir portreye dönüştürülebilir.
*Sürrealist Resimler: Dizinin ana temasını veya duygusal atmosferini yansıtan soyut ya da sürrealist eserler üretilebilir. Eğer dizide zaman yolculuğu varsa, iç içe geçmiş zaman dilimlerini gösteren bir resim yapılabilir.
*Heykel veya Enstalasyon: Dizideki sembolik bir nesne (örneğin, bir kostüm parçası, bir anahtar veya bir araç) heykele dönüştürülebilir. Ya da dizinin geçtiği mekanı anlatan minimalist bir enstalasyon yapılabilir.
2. Müzik ve Ses Sanatları
Bir dizinin müziği, atmosferi yaratmada çok önemli bir rol oynar. Bu nedenle, dizinin ruhunu taşıyan yeni müzikler bestelenebilir.
*Enstrümantal Müzik: Dizideki farklı karakterler için temalar veya dizinin genel atmosferine uygun enstrümantal parçalar bestelenebilir.
*Elektronik Müzik: Dizinin gerilim dolu anları veya fütüristik temaları, elektronik ses tasarımlarıyla anlatılabilir.
*Ses Enstalasyonları: Dizideki diyalog parçaları, efektler ve müzikler kullanılarak yeni bir ses enstalasyonu oluşturulabilir.
3.Edebiyat ve Performans Sanatları
Dizinin senaryosu ve karakterleri, yeni hikayeler, şiirler veya tiyatro oyunları için bir başlangıç noktası olabilir.
*Şiir: Dizideki bir an, bir duygu veya bir karakterin iç dünyası, şiir dizelerine dökülebilir. Örneğin, bir karakterin aşkını veya kaybını anlatan bir şiir yazılabilir.
*Kısa Hikayeler: Dizinin olay örgüsünden ayrılan, "ya eğer öyle olsaydı?" sorusuna yanıt veren yan hikayeler yazılabilir. Dizideki yan karakterlerin geçmişleri veya gelecekleri bu şekilde keşfedilebilir.
*Tiyatro Oyunu: Dizinin en vurucu sahneleri veya en önemli karakterleri, sahneye uyarlanarak yeni bir tiyatro oyunu ortaya çıkarılabilir.
Annenizin hayatını anlatan bu eserin potansiyeli çok büyük, çünkü bu sadece bir kişinin hikayesi değil, bir kuşağın, bir dönemin ve bir kültürün hikayesi.
Görsel Sanatlar
*Yağlı Boya ve Enstalasyon: Şiirdeki "İncir Dökülen Yollar" sahnesi, yağlı boya ile resmedilmeye çok uygun. Yola dökülen incirler, o dönemin bereketini, yoksulluğun ortasındaki güzellikleri sembolize edebilir. "İsi Yıkanan Lamba" ise bir enstalasyon sanatına dönüşebilir. Asılı bir gaz lambası, etrafındaki duvarda geçmişten gelen göç ve yokluk anılarını yansıtan bir ışık ve gölge oyunuyla sergilenebilir.
*Belgesel Fotoğrafçılık: Saime'nin hayatındaki önemli durakları (köyden mahalleye, Niksar'dan Tokat'a) modern bir fotoğrafçı gözüyle yeniden yorumlayan bir belgesel fotoğraf serisi oluşturulabilir. Bu seri, geçmişin izlerini günümüz mekanlarında arayabilir.
Müzik ve Performans Sanatları
*Enstrümantal Halk Müziği: Musa Eroğlu'nun müziğinde hissettiğiniz kültürel derinlik gibi, "Saime" dizisi için özel bir film müziği bestelenebilir. Bağlama ve keman gibi geleneksel enstrümanların kullanıldığı, ancak modern orkestrasyonlarla zenginleştirilmiş parçalar, göçün hüznünü ve hayatta kalma azmini yansıtabilir.
*Dans Tiyatrosu: Şiirdeki "koyun koyuna yatan kardeşler" veya "düşkün, hasta" gibi ifadeler, modern dans koreografilerine ilham verebilir. Bir dans tiyatrosu oyunu, kelimelerle anlatılamayan duygusal bağları ve yaşamın ağırlığını beden diliyle sahneye taşıyabilir.
Edebiyat ve Diğer Alanlar
*Senaryo ve Kısa Film: Şiir, "Saime" adlı bir kısa film serisi için mükemmel bir senaryo taslağı görevi görebilir. Her bölüm ("Radyolu Günler", "Son Durak") ayrı bir film olarak ele alınabilir. Bu kısa filmler, şiirin dilini ve ruhunu görsel bir hikayeye dönüştürebilir.
*Video Sanatı: Şiirdeki "Ne çileli yaşam" gibi ifadelerin yer aldığı bölümler, bir video sanatı enstalasyonunda, eski aile fotoğrafları ve döneme ait görüntülerin yavaş çekimlerle montajlanmasıyla duygusal bir etki yaratabilir. Annenizin hayatının bu kadar çok sanat dalında yeniden yorumlanabilme potansiyeli olması, onun hikayesinin ne kadar evrensel ve dokunaklı olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Sanat, elbette sadece kişisel hikayelerden beslenmez. Erkan Yazargan'ın şiir dizisi, her ne kadar Saime Hanım'ın yaşamını anlatsa da, bu hikayenin evrensel temaları sayesinde dışarıdan bakan bir göz için bile bütünlüklü bir sanat eseri olabilir.
Hikâyeyi Bütünleştiren Evrensel Temalar:

Bu dizideki hikâyeyi bütünleştiren ana unsurlar şunlardır:
*Göç ve Aidiyet: Hikâye, Bayburt'tan Niksar'a, oradan Tokat'a uzanan göçlerle başlıyor. Bu, sadece bir ailenin yer değiştirmesi değil, aynı zamanda kimlik arayışının, kök salma çabasının ve ait olma ihtiyacının bir metaforudur. Bu tema, modern dünyanın en önemli sorunlarından biri olan göç ve yerinden edilme kavramını işler.
*Mücadele ve Direnç: Şiir, yokluk, kuraklık ve hastalık gibi zorluklar karşısında gösterilen direnci anlatıyor. İsi silinen lambanın camı, "Ha babam, de babam çabala ha çabala" dizesi, bu mücadelenin ve hayatta kalma arzusunun somut birer sembolü haline geliyor. Bu tema, insanın zorluklar karşısında gösterdiği dayanıklılığı ve gücü temsil eder.
*Aile Bağları ve İnsanlık Durumu: "Koyun koyuna yatan kardeşler" ve "elin çocuğu" gibi imgeler, aile içi ilişkilerin karmaşıklığını ve kırılganlığını gösteriyor. Aile, hem sığınak hem de hayal kırıklıklarının yaşandığı bir yer olabilir. Bu tema, insan ilişkilerinin karmaşık doğasını ve evrensel yalnızlık duygusunu işler.
*Yaşamın Döngüselliği: Şiir, doğumla başlayıp ölümle sonlanan bir hayat döngüsünü anlatıyor. "Hiçlik yeni doğum" dizesiyle bu döngünün bir son değil, bir dönüşüm olduğu vurgulanıyor. Bu felsefi bakış açısı, yaşam ve ölüm üzerine düşünmeye davet ederek hikâyeyi kişisel bir anlatıdan evrensel bir sorgulamaya taşıyor.
Bu şiir dizisi, Saime Hanım'ın hikâyesini anlatırken, aslında her birimizin hayatında yankı bulan ortak deneyimleri ve duyguları işler. Bir sanat eseri, tam da bu noktada sadece bir hikâye anlatmakla kalmaz, o hikâyenin arkasındaki evrensel anlamı da ortaya çıkarır. Bu yüzden dışarıdan bakan bir göz için bile bütünlüklü ve dokunaklıdır.
NOTA

Bu şiirlerin olduğu gibi notaya aktarılması, yani metnin müzikal bir esere dönüştürülmesi oldukça yaratıcı ve zorlayıcı bir süreç olurdu. Şiirlerin yapısal özelliklerini düşündüğümüzde, bu dönüşümün birkaç farklı şekilde mümkün olabileceğini söyleyebiliriz.
Müzik Türleri ve Yaklaşımlar
1. Modern Halk Müziği veya Türkü:
Şiirin hikâye anlatımı ve "göç", "yokluk" gibi temaları, onu halk müziği için uygun kılıyor. Şiirdeki her bir bölüm ("İncir Dökülen Yollar," "İsi Yıkanan Lamba") ayrı bir dörtlük veya kıta olarak ele alınabilir. Geleneksel enstrümanlar (bağlama, keman, mey, vb.) eşliğinde bir "uzun hava" veya "bozlak" formunda bestelenebilir. Müzik, dizelerin ritmine ve duygu yüküne göre yavaşlayıp hızlanabilir.
2. Çağdaş Klasik Müzik:
Şiirin serbest yapısı, modern müzik bestecileri için ilgi çekici bir meydan okuma sunar. Müzikte atonalite, farklı ritimler ve alışılmadık armoniler kullanılabilir. Her bölüm, farklı bir müzikal tema ile temsil edilebilir. Örneğin, "Göç Yine Nokta" bölümündeki karmaşa ve belirsizlik, disonant (uyumsuz) seslerle ifade edilebilir. Enstrüman olarak piyano, yaylılar veya hatta bir koro kullanılabilir.
3. Müzikal Belgesel (Söz-Müzik Performansı):
Bu yaklaşım, şiirin anlatısal gücünü koruyarak, metnin tamamını müzikle destekler. Bir anlatıcı, şiiri okurken, arka planda müzik atmosferi yaratır. Bu müzik, sadece şiire eşlik etmekle kalmaz, aynı zamanda kelimelerin ötesindeki duyguları (hüzün, umut, yorgunluk gibi) ifade eder. Bu, tiyatral bir performansla birleşerek dinleyiciye çok katmanlı bir deneyim sunar.
Zorluklar ve Olası Çözümler
*Ritim ve Ölçü Sorunu: Şiir, geleneksel şiirlerdeki gibi sabit bir ölçüye sahip değil. Bu durum, notaya aktarımda bestecinin kendi ritmik yapılarını oluşturmasını gerektirir. Serbest bir ritim (rubato) kullanarak, metnin doğal akışını koruyabilirler.
*Duygusal Bütünlük: Şiir, bir kadının tüm yaşamını anlattığı için geniş bir duygu yelpazesi barındırır. Bestecinin, bu duygusal geçişleri müzikle başarılı bir şekilde yansıtması gerekir. Örneğin, "çocukça" neşeden "hastalık" ve "ölüm" temalarına geçişler, müzikal olarak keskin dönüşümlerle vurgulanabilir.
Sonuç olarak, şiirin olduğu gibi notaya aktarılması, sadece bir besteleme işi değil, aynı zamanda metnin ruhunu anlamayı ve onu müzik diline çevirmeyi gerektiren sanatsal bir yorumdur. Musa Eroğlu'nun müziğindeki gibi, kültürel ve duygusal derinlikleri notalara dökebilen bir sanatçı, bu şiir dizisini unutulmaz bir esere dönüştürebilir.

"Saime" şiir dizisindeki bölümlerin akışını ve bağlarını değerlendirdiğimde, metnin kronolojik bir hayat hikayesini, güçlü tematik bağlarla birbirine bağladığını görüyorum. Şair, sadece olayları sıralamakla kalmıyor, aynı zamanda her bir bölümü bir sonrakine felsefi ve duygusal bir köprü kurarak bağlıyor.
Bölümlerin Akışı ve Bağlantıları
1. Zamansal Akış: Bir Ömür Yolculuğu
Şiir dizisi, bir yaşamın doğuşundan ölümüne doğru, oldukça doğrusal bir zaman akışına sahip. Bu yapı, okuyucunun Saime Hanım'ın hikayesini kolayca takip etmesini sağlıyor.
*"İncir Dökülen Yollar" ve "İsi Yıkanan Lamba": İlk iki bölüm, Saime'nin çocukluğunu ve gençliğini, yokluk içindeki yaşamını ve dönemin zorlu koşullarını anlatıyor. Bu bölümler, hikayenin temelini atarak, ilerideki zorluklar ve göçler için bir zemin hazırlıyor.
*"Koyun Koyuna Yatan Kardeşler" ve "Radyolu Günler": Bu bölümler, çocukluktan gençliğe geçişi ve Saime'nin evliliğini işliyor. Aile ve dostluk bağlarının, yokluk ve çaresizlik karşısında nasıl bir sığınak olduğunu gösteriyor. Radyo gibi dönemin modern sembolleri, hayatın değiştiğini ve umutların yeşerdiğini simgeliyor.
*"Göç Yine Nokta" ve "Çocukları": Bu kısımlar, Saime'nin yetişkinlik ve annelik dönemine odaklanıyor. Devam eden göçler ve çocukların farklı yaşam yolları, hayatın sürekli bir değişim içinde olduğunu vurguluyor.
*"Elin Çocuğu" ve "Son Durak": Bu bölümler, yaşlılık ve hayata bakış açısını ele alıyor. Torunlar ve genç nesil üzerinden umudun devam ettiğini, ancak asıl "son durak"ın fiziksel bir mekan değil, ruhsal bir durum olduğunu anlatıyor.
*"Hiçlik Yeni Doğum": Şiir, ölümle ilgili bu son bölümle tamamlanıyor. Ancak bu, bir son değil, bir devrin kapanıp yeni bir şeylerin filizlendiği felsefi bir döngü olarak sunuluyor.
2. Tematik Bağlantılar: Tekrarlayan Motifler
Kronolojik akışın yanı sıra, bölümler arasında güçlü tematik bağlar da bulunuyor. Şair, aynı kelimeleri ve imgeleri farklı bağlamlarda kullanarak hikayenin bütünlüğünü sağlıyor.
*Göç Teması: Şiir, "Göçüp gelen," "göç yine nokta" gibi ifadelerle, göçün Saime'nin hayatındaki sürekli bir döngü olduğunu vurguluyor. Bu tema, sadece bir olayı değil, aynı zamanda sürekli bir değişim ve belirsizlik hissini temsil ediyor.
*Mücadele Teması: "Yokluk," "kuraklık," "susuzluk," "çabala" gibi kelimeler, farklı bölümlerde tekrarlanarak Saime'nin yaşamının ortak paydası olan mücadeleyi öne çıkarıyor. Bu, her dönemde var olan bir direnç olduğunu gösteriyor.
*Aile ve Yalnızlık: "Kardeşler," "çocuklar," "torunlar" gibi aile bağları, metnin tümüne yayılıyor. Ancak bu bağların yanı sıra, "yalnız," "çaresiz," gibi ifadelerle her bireyin kendi yalnızlığını yaşadığı gerçeği de vurgulanıyor.
*Döngüsellik: "Ne kadar kaçarsan, göçersen, gidersen / Dönüp durduğun aslında bir noktacık" dizesi, tüm hayat hikayesinin aslında büyük bir döngü içinde olduğunu gösteriyor. Bu dize, tüm göçlerin, acıların ve sevinçlerin bir bütünün parçası olduğu fikrini güçlendiriyor.
Sonuç olarak, şiir dizisinin akışı, bir hayatı tüm evreleriyle anlatırken, tekrar eden temalar ve felsefi dokunuşlarla parçaları birbirine sıkıca bağlayan bütüncül bir yapıda. Bu sayede, "Saime" sadece bir biyografi değil, aynı zamanda insanlık durumuna dair evrensel bir sanat eseri haline geliyor.
BENZERLERİ

"Saime" şiir dizisi, hayat hikayesini ve kültürel mirası şiirsel bir dille anlatan, nadir ve güçlü bir örnek. Bu tarz, yani bir kişinin veya ailenin yaşam öyküsünü belgeselci bir yaklaşımla ele alan ve bunu sanat formuna dönüştüren eserler, genellikle edebi ve sanatsal çevrelerde özel bir yere sahiptir.
İşte "Saime"ye benzer yapı ve temalara sahip, farklı sanat dallarından bazı örnekler:
Edebiyat
*"Gılgamış Destanı": En eski edebi eserlerden biri olan bu destan, bir kralın (Gılgamış) hayatını, dostluklarını, ölümsüzlük arayışını ve yaşamın anlamını konu alır. Tıpkı "Saime" gibi, kronolojik bir akışa sahip olup, bir bireyin yaşamı üzerinden evrensel temaları işler.
*Aşık Veysel'in Şiirleri: Aşık Veysel'in şiirleri de, bir ozanın hayatını, felsefesini, aşkını ve doğayla olan bağını anlatır. O da "Saime" gibi, kendi yaşamını ve Anadolu kültürünü şiirle yoğurarak sanatına kaynak yapar.
Müzik
*Neşet Ertaş'ın Türküleri: Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş'ın eserleri, kendi hayatından kesitler sunarken, aynı zamanda göç, gurbet, aşk ve yokluk gibi evrensel temaları işler. Türküleri, "Saime"de olduğu gibi, bir yaşamın acı ve tatlı anlarını müzikle anlatmanın en iyi örneklerindendir.
*Cem Karaca'nın "Tamirci Çırağı" Şarkısı: Bu şarkı, bir bireyin hayat hikayesini anlatan bir türküden çok daha fazlasıdır. Bir sınıf mücadelesinin, yokluk içindeki umut ve isyanın portresini çizer. "Saime" gibi, bir bireyin yaşamı üzerinden toplumsal bir gerçekliği yansıtır.
Sinema
*"İnat Hikayeleri" (Yönetmen: Reis Çelik): Bu belgesel-kurmaca film, Doğu Karadeniz'deki yaşlıların gerçek hayat hikayelerini ve inatçı karakterlerini konu alır. Filmde, her hikaye bir diğerine bağlanarak bölgesel bir kültürel portre oluşturulur. "Saime" şiirinde olduğu gibi, bireysel hikayelerden daha büyük bir kültürel bütünlüğe ulaşır.
*"Zaman" (Yönetmen: Fatih Akın): Belgesel filmi, yönetmenin anneannesi, dedesi ve kendi hayatını ele alarak bir ailenin nesiller arası yolculuğunu ve göçle değişen hayatları anlatır. "Saime"nin şiirsel dilini sinemada, kişisel arşiv görüntüleri ve güncel çekimlerle birleştirerek yeni bir sanat eseri oluşturur.
SONSÖZ

Sanatın bir diyalog olduğunu düşünüyorum. Sadece iki insan arasında geçen bir konuşma değil, aynı zamanda geçmişle bugün, bireysel olanla evrensel olan arasında kurulan bir köprü. Sizin "Diyalog Müzesi" projeniz ve paylaştığınız "Saime" şiir dizisi de bunun en güzel kanıtları.
Sanatçılar, kültürün ve medeniyetin yapı taşlarını oluştururken, siz de bu taşları bir araya getiren ve onların sesini duyuran bir küratörsünüz. Bu süreç, sanatın sadece bir eser üretmekten ibaret olmadığını, aynı zamanda o eserin arkasındaki insanı ve hikayeyi anlamaktan geçtiğini gösteriyor.
Sizin aracılığınızla, Saime gibi nice isimsiz kahramanın hikayesi, bir sanat eserine dönüşerek ölümsüzleşiyor. Bu, sanatsal üretimin en saf ve en anlamlı biçimlerinden biri.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim: Sanat eserleri kaybolsa da, onların ruhu ve bıraktığı izler diyaloglarla yaşamaya devam eder. Bu diyaloglara ev sahipliği yaptığınız için size teşekkür ederim.
372. DİYALOG: ÇOCUKÇA
Freelance Musician ve Musician'da çalışıyor.
Çizginin dışına ilk çıkışınızda ne hissettiğinizi merak ederim, "çizgi dışına çıkmak ve üretim" denilince ne anlamalıyız?
Çok güzel soru. Beş yaşımda hissettiğim şey sanırım
O çocuk halini yakalamak benim için çizgi dışılıktır ve öze yaklaşmak.
Kimin ve neyin?
Herkes için kendinin... Kendi özüne yaklaşabildiği ölçüde insan bana göre çizgi dışına çıkar ama kolay bir şey değil, sürekli idman gerektiriyor.
Picassonun buna yakın bir sözü var "ne kadar uğraştıysam çocuk gibi resim çizemedim" diye. Bilmiyorum sorunuzu yanıtlıyor mu tam ama benim için bu
"Başkalarından cümleler almadan sadece kendi cümlelerimizle ifade etmeye başlamak" çizginin neresidir?
Hepimizin aracı olduğuna inanıyorum dünyada ve bazı ruhlar bazı şeyleri benzeri şekilde ifade etmişler. Picasso' nun cümlesini sevdiğim için paylaştım. Sevdiğim şeyleri önyargısızca, özgürce yapmak benim için çizgi dışı olmak, çocuk olmak işte tam da bu benim için...
Sizde Mustafa Kemal ATATÜRK ne ifade eder, bağımsızlık ve bireyle ilgili ondan öğrendiklerimiz nelerdir?
Mustafa Kemal Atatürk benim için "kendinden, kendi yaşamından bağımsızlaşacak kadar" özgür olmayı temsil ediyor.
"Bir gün bilim benim söylediklerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin" diyecek kadar kendinden bağımsız bana göre... Benim "aracılık "tanımıma çok denk düşüyor en çok bu yönünü örnek alıyorum.
"Sanat dokunur" sözünden ne anlamalıyız, sizde ne çağrıştırır?
Var olana eleştirel yaklaşıp, gelişmek isteyen, iyiyi daha, güzeli arayan kişinin ruhuna dokunur ve isterse onu iyileştirebilir. İlerlemeye, gelişmeye, özeleştiriye kapalı olanın ise sinirine dokunur, ve onu bir canavara dönüştürebilir
bunları çağrıştırdı.
Sanatta mizah nedir, kültür köklerimizde mizahı nerelerde bulursunuz?
Sanatta mizah; sizi kendi gerçeğinizle yüzleştirip, farkındalığınızı arttırıp, özeleştiri yapmanızı sağlarken sizi güldürebilen yerdir.
Eleştiri ve özeleştiriye katkısı nedir?
Mizah mesajları yaratıcı ve yapıcı verebildiği ölçüde "eleştiri" ve "özeleştiri"nin artmasını sağlar ki bu da kişi ve toplumun gelişimini hızlandırır.
Sanat camiamızın "burnundan kıl aldırmayan" tavırlarına karşı mizah ne gibi katkı verebilir?
Sanatçılar kendi görünüşlerinden, görüşlerinden sıkılıncaya dek yılmadan ayna tutmaya devam edebilir
, etmeli...
Kendinizle alay ettiğiniz, kendinizin mizahını geliştirdiğiniz olur mu, örnek rica edebilir miyim?
Küçüklüğümden beri oluyor
dengemi kaybedip neyi-neyimi abartmışsam hemen arkasından gülerim kendime; ses tonum biraz otoriter çıkmışsa mesela o anda "dedi kraliçe" vb. diye düzeltirim kendimi... heyecanlandığımda sakarlığıma gülerim, komik sesler çıkartırım, zaten çoğu kez bir çizgi film kahramanına benzetirim kendimi, o yüzden zor olmaz benim için kendime gülmek...
Öncelikle tebrik ederim
Sanatçılarımızın burnundan kıl aldırmamasının nedeni nedir?
Çoğu şeyin altında sevgi ve kabul görme ihtiyacı yattığına inanıyorum, ben.
Kendini bir şekilde -belki toplumun istediği yönde- belki her şeyi bilen, üstün yetenekli, çok güçlü biri gibi gösterme isteği, motivasyonu buna sebep olabilir. Kişi buna koşullanmış da olabilir. Bunların dışında/yanında kendi egosuna hizmet etmeyi seçmiş de olabilir.
Üzerlerinde bu denli yoğun bir baskı ile yaşamak zorunda kalmak aynı zamanda sanatlarını da törpülemiyor mu, onlara ne önerirsiniz?
Elbette, bence kişinin kendi özgür bırakabilmesiyle doğru orantılı olarak yaratıcılığı artar. Dış baskılar değil kastettiğim, kişinin kendine biçtiği yaşamdır belirleyici olan. Kimseye öneride bulunmak haddime değil, ancak insanların kendi güçlerinin, değerlerinin daha çok farkına varıp, bu değeri diğer insanların görüşlerine, tepkilerine bağlamamalarını dilerdim.
Kendini aşırı önemsemek ile hiç önemsememek aynı bana göre. Çevreden hatta kendinden bağımsızlaşabildikçe, doğanın bir parçası olduğunu hissedebildikçe insan huzur ve mutluluğua bir adım daha yaklaşıyor sanki ancak herkesin yolu kendine tabi.
Sevgiyle.
Katkınız için teşekkür ederiz.
Sevgiyle kalınız...
Çizginin dışına ilk çıkışınızda ne hissettiğinizi merak ederim, "çizgi dışına çıkmak ve üretim" denilince ne anlamalıyız?
Çok güzel soru. Beş yaşımda hissettiğim şey sanırım
O çocuk halini yakalamak benim için çizgi dışılıktır ve öze yaklaşmak.
Kimin ve neyin?
Herkes için kendinin... Kendi özüne yaklaşabildiği ölçüde insan bana göre çizgi dışına çıkar ama kolay bir şey değil, sürekli idman gerektiriyor.
Picassonun buna yakın bir sözü var "ne kadar uğraştıysam çocuk gibi resim çizemedim" diye. Bilmiyorum sorunuzu yanıtlıyor mu tam ama benim için bu
"Başkalarından cümleler almadan sadece kendi cümlelerimizle ifade etmeye başlamak" çizginin neresidir?
Hepimizin aracı olduğuna inanıyorum dünyada ve bazı ruhlar bazı şeyleri benzeri şekilde ifade etmişler. Picasso' nun cümlesini sevdiğim için paylaştım. Sevdiğim şeyleri önyargısızca, özgürce yapmak benim için çizgi dışı olmak, çocuk olmak işte tam da bu benim için...
Sizde Mustafa Kemal ATATÜRK ne ifade eder, bağımsızlık ve bireyle ilgili ondan öğrendiklerimiz nelerdir?
Mustafa Kemal Atatürk benim için "kendinden, kendi yaşamından bağımsızlaşacak kadar" özgür olmayı temsil ediyor.
"Bir gün bilim benim söylediklerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin" diyecek kadar kendinden bağımsız bana göre... Benim "aracılık "tanımıma çok denk düşüyor en çok bu yönünü örnek alıyorum.
"Sanat dokunur" sözünden ne anlamalıyız, sizde ne çağrıştırır?
Var olana eleştirel yaklaşıp, gelişmek isteyen, iyiyi daha, güzeli arayan kişinin ruhuna dokunur ve isterse onu iyileştirebilir. İlerlemeye, gelişmeye, özeleştiriye kapalı olanın ise sinirine dokunur, ve onu bir canavara dönüştürebilir
Sanatta mizah nedir, kültür köklerimizde mizahı nerelerde bulursunuz?
Sanatta mizah; sizi kendi gerçeğinizle yüzleştirip, farkındalığınızı arttırıp, özeleştiri yapmanızı sağlarken sizi güldürebilen yerdir.
Eleştiri ve özeleştiriye katkısı nedir?
Mizah mesajları yaratıcı ve yapıcı verebildiği ölçüde "eleştiri" ve "özeleştiri"nin artmasını sağlar ki bu da kişi ve toplumun gelişimini hızlandırır.
Sanat camiamızın "burnundan kıl aldırmayan" tavırlarına karşı mizah ne gibi katkı verebilir?
Sanatçılar kendi görünüşlerinden, görüşlerinden sıkılıncaya dek yılmadan ayna tutmaya devam edebilir
Kendinizle alay ettiğiniz, kendinizin mizahını geliştirdiğiniz olur mu, örnek rica edebilir miyim?
Küçüklüğümden beri oluyor
Öncelikle tebrik ederim
Sanatçılarımızın burnundan kıl aldırmamasının nedeni nedir?
Çoğu şeyin altında sevgi ve kabul görme ihtiyacı yattığına inanıyorum, ben.
Kendini bir şekilde -belki toplumun istediği yönde- belki her şeyi bilen, üstün yetenekli, çok güçlü biri gibi gösterme isteği, motivasyonu buna sebep olabilir. Kişi buna koşullanmış da olabilir. Bunların dışında/yanında kendi egosuna hizmet etmeyi seçmiş de olabilir.
Üzerlerinde bu denli yoğun bir baskı ile yaşamak zorunda kalmak aynı zamanda sanatlarını da törpülemiyor mu, onlara ne önerirsiniz?
Elbette, bence kişinin kendi özgür bırakabilmesiyle doğru orantılı olarak yaratıcılığı artar. Dış baskılar değil kastettiğim, kişinin kendine biçtiği yaşamdır belirleyici olan. Kimseye öneride bulunmak haddime değil, ancak insanların kendi güçlerinin, değerlerinin daha çok farkına varıp, bu değeri diğer insanların görüşlerine, tepkilerine bağlamamalarını dilerdim.
Kendini aşırı önemsemek ile hiç önemsememek aynı bana göre. Çevreden hatta kendinden bağımsızlaşabildikçe, doğanın bir parçası olduğunu hissedebildikçe insan huzur ve mutluluğua bir adım daha yaklaşıyor sanki ancak herkesin yolu kendine tabi.
Sevgiyle.
Katkınız için teşekkür ederiz.
Sevgiyle kalınız...


İKİNCİ BÖLÜM:
"Kabuğunu kırmak ve sanat" denilince ne anlamalıyız, örneklendirir misiniz?
Beş yaşında girip 5 yıl süreyle devam ettiği 'keman bölümü'nden "parmakların kısa" gerekçesiyle gönderilip; o parmaklarla duvarlarını aşındırmayı hiç bırakmadığı konservatuvarın 'opera bölümü' sınavında şarkının yarısında apar topar odadan çıkarılmasına rağmen ikinci yıl kazanıp, mezun olduktan sonra "kim neden dinlesin senin bestelerini, cover yap" , "bu albüm satmaz" nağmeleri arasında yılmayıp; müziğiyle kendini ifade etmeye devam edip, aynı parmaklarla bas gitar çalmaktır. Bir de tüm bunlar olurken egosuna teslim olmamak, özünden uzaklaşmamak için kendi kabuklarını sürekli kırıp, kendini özgür kılmaktır :) nacizane...