DİYALOG MÜZESİ

GERÇEK





ŞAFAK ÇATALBAŞ  İLE

1042. DİYALOG: TRUTH


Merhaba, 


Ben Şafak Çatalbaş. Kısaca kendimi tanıtayım: Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünden lisans (2003), sonrasında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi'nden yüksek lisans (2007) derecemi aldım, aynı fakültede sanatta yeterlik tezime devam etmekteyim. 2014 yılında Ostrale’014, Dresden, Almanya ve 2015 yılında Cité Internationale des Arts, Paris, Fransa'da misafir sanatçı olarak bulundum. 


Üyesi olduğum Sis ve ÇokAyaklılar sanatçı kolektifleriyle süregiden çalışmalarım oldu. Almanya, Macaristan, Fransa, Avusturya, Gürcistan, Hollanda, İngiltere, İtalya, Kıbrıs ve Türkiye'de bireysel ve kolektif  projeler ve sergilere katıldım. 


Ayrıntılı bilgiye web sitemden ulaşabilirsiniz: http://safakcatalbas.com


Performatif ve iç gözlemsel süreçleri oyunsu bir tavırla birleştirdiğim çalışmalarımda performans, video, metin ve enstalasyon pratiklerini kullanıyorum. Zihinsel ve fiziksel, kişisel ve kamusal, irrasyonel ve rasyonel alanlar arasındaki boşluklarda hareket ederek, kalıplaşmış olanı yeni potansiyellere açmayı araştırıyorum. Bedendeki duyumların yargısızca gözlenmesini temel alan “mindfulness” egzersizleriyle hukuk metinlerini, rüya günlüklerimle sokak diyaloglarını, sosyal medyanın akışıyla kendi zihin akışımı aynı zeminde buluşturarak, günümüzün “post-truth” söylemlerinden kentsel dönüşümün inşaat atıklarına uzanan, ete kemiğe bürünen yeni mitolojilerin izini sürüyorum.


Okuyucu veya izleyicinin de katılımını sağlamak amacıyla, yapılan sanatın insana değen yanları nelerdir, gerçeklik/gerçek algılarının bilerek bozulduğu günümüzde yaşamın farkına varmayı siz nasıl sağlıyorsunuz?


"Karşılaşmalar", bence en çarpıcı olan bu. Kazılarla içi dışına çıkmış İstiklal Caddesi’nde metrelerce kuyruğuyla sürünerek tüm ihtişamı ve gayretiyle yol alan bir tenya-tanrıça ile karşılaşsanız ne hissedersiniz mesela? 


“Abdestbozan: Zuhur” performansımdan bahsediyorum; yıl 2017, sabahın erken saatleri, güneş yeni doğmuş, güne yeni başlayan cadde halkı Abdestbozan’a farklı tepkiler veriyor; kimisi şaşırıyor, dönüp bir daha bakıyor, kimi, fazla önemsemeden yanından geçip gidiyor, kimi upuzun kuyruğunun üzerinden atlıyor, kimisi heyecanlanıp fotoğraf çekmek istiyor. Bir tarihin yok olma aşamasında, başka bir tarih oluşurken, arada kalmış bir zaman ve mekanda sürünerek ilerliyor tenya-tanrıça; arka fonda bir zamanların İstanbul kültür sanat hayatının meşhur Narmanlı Han’ı, parlak metal inşaat levhasının arkasında saklı halde, belirsiz bir geleceğe işaret ediyor. İnşaat halindeki görüntüsüyle adeta düşük bütçeli bir bilimkurgu filmi setini andıran cadde, performansımın mekanını oluşturuyor. Tarih olmak üzere olan bu ara bölgede, Abdestbozan olarak geçmiş ile gelecek, yeraltı ile yerüstü arasında bağ kuruyorum: Günümüzün mitleri, “hakikat sonrası” söylemler, şehrin sürekli dönüşümüyle kolektif hafızaya yapılan müdahaleler ve manipülasyonlar artık fiziksel bir hale bürünüyor. Kazılarla içi dışına çıkmış şehrin bağırsaklarından, günümüz mitolojisinin ürettiği kanlı canlı, gerçek bir kahraman doğuyor. Sürünerek şehirde geziniyor. Teyp bantlarından saçlarını oradan oraya savurarak, yeraltından getirdiklerini yerüstünde dolaşıma sokuyor. Adeta bir mit üretme makinası gibi çalışarak yürüyor, yürüyor, konuşuyor, konuşuyor… 


Söz ve eylem, mit ve gerçeklik, zihinsel ve fiziksel olan, bir olarak zuhur ediyor. Bu tür karşılaşmalar tetikledikleri hislerle zihinlerde farklı kapılar açabilir hatta kimbilir, tümden dönüştürücü anlık aydınlanmalara bile neden olabilir!


03 Kasım Salı 2020, 22:26 itibariyle içinde bulunduğunuz ortam, yaşadığınız yer ve çevrenizdeki eşyalardan bahseder misiniz?


Şu sıralar malum koşullardan dolayı çoğunlukla evdeyim. Çevrili olduğum nesnelerden bazıları; çalışma masam, bilgisayar, kahve bardağı, not defterlerim, kalemtraş, törpü, kolonya, kulaklık, el kremi, kağıtlar, kablolar, kitaplar, Georges Bataille / İç Deney, silgi, ataç kavanozu, Danilo Kiš / The Legend Of The Sleepers, kalem kavanozu, Gertrude Stein / Food, japon yapıştırıcısı, Teoride ve Pratikte Büyü / Pop Magic / Herkes İçin Büyü / Grant Morrison, sergi broşürleri, nane şekeri poşeti.


Sanatınıza unsur toplarken durduğunuz yer neredir, sanatçı gözlemi ve toplayıcılığından ne anlamalıyız?


Sanatçı olarak veri toplarken bir koleksiyonerden ziyade "geçirgen" bir yüzey gibi davranıyorum sanırım. Biriktirip tutmaktan ziyade, topladıklarımın içimden geçip gitmesine izin verirken, bir kısmını da absorbe ediyorum. Güneşe, rüzgara, yağmura, kum fırtınasına maruz kalan bir yüzey nasıl değişip dönüşürse, ben de öyle dönüşüyorum. Geçirgenliğim zaman zaman azalıyor, bazen de yoğunlaşıyor. Zaman geçtikçe yeni verilerle döngü devam ediyor. 


2010’dan beri düzenli olarak rüya defterleri tutuyorum. Bu pratik, iç ve dış, gündüz ve gece, zihin ve beden gibi ayırımların ötesinde özgürleştirici bir alan açabilmek, sınırlarımı farketmek, onları esnetebilmek, kendimi ve çevremi dönüştürebilmek için bir kılavuz ya da sadece zaman/mekan sınırlamalarını askıya alan varoluşsal bir bir sohbet alanı benim için. İşlerimde bu pratiğimi performatif bir hale getiriyorum. Sokaktan topladığım diyaloglarla rüyalarımın kesiştiği yeni anlatılar kuruyorum. İnsanların konuşmalarına kulak kabartmak bambaşka kapılar açıyor tabii. Sokağın bir dili var ve daima güncel. Resmi Rüya Günlüğü (2014), Kino-Palavra (2016), Kör Kavunun Rüyası (2017) işlerimde, bireysel ve kolektif süreçler, resmi ve günlük dil, kişisel ve kamusal olanın içiçe geçtiği alanlarda geziniyorum. 


“Aktif dinleme” metodu bu işlerde de belirgin, iç gözlem süreçlerimin olası performatif ifadelerini araştırmaya devam ediyorum.


Sanat bilimini yaparken deneyden nasıl yararlanıyorsunuz, en son yaptığınız ve sonuçlandırdığınız deney örnekleri nelerdir?


Hem bilimde hem sanatta deneyden bahsedilse de, bilimin deneyleriyle bir teoriye varmak amaçlanırken, sanatta yapılan deneylerle sanatçı kendi dilini oluşturur. Bu deneyler bazen sanatçının pratiğinin görünmeyen tarafı, bazen de sergilenen ve paylaşılan tarafıdır. 


Son yıllarda gerçekleştirdiğim bir performans serisi bağlamında sosyal medyayı hem bir araç hem de mecra olarak kullandım. Post Truth Spa Center -seance01’de Facebook, -seance02’de Instagram hesabımdan canlı akışları… Bu iki performansın öncesinde, 2017’de gerçekleştirdiğim Omni-Antenna İle Hissi Haberler Saati’nde ise Twitter hesabımdan canlı haber akışını kullanmıştım. “Kuşla Göz Arasında” (2017, Depo) sergisi kapsamında gerçekleştirdiğim “Omni-Antenna ile Hissi Haberler Saati” performansımda, bir sözde-rahatlama merkezi olarak kurguladığım Post Truth Spa Center’da duvara yansıtılmış canlı Twitter haber akışındaki haberleri anında kurgusallaştırarak izleyiciye sunarken, haber spikerlerinin sunum dilini taklit ederek haber akışını kendi zihin akışımla senkronize ediyordum. Bu tanıdık formun içini -haber dili çerçevesini- anlık duyumlarımın tetiklediği absürt içerikle dolduruyordum. 


Aktif dinleme pratiğimin getirdiklerini her gün maruz kaldığımız sosyal medya haber akışıyla senkronize, haber spikerlerinin jargonuna bürünüp fütursuzca konuşarak adeta etrafa saçtığım bu seansta, kafa masajı yaptırdığım seyircilerin de “yalancıktan” bir tür kumanda etme hissi yaşadığı, böylelikle toplu bir deşarja yelken açtığımız, en azından böyle bir ihtimali tattığımız söylenebilir. “No (B)orders” sergisi kapsamında Berlin’de gerçekleştirdiğim Post Truth Spa Center -seance01’de (2018), içi su dolu bir küvetin yüzeyine tavandan projeksiyonla yansıttığım Facebook profilime odaklanmaya davet ettiğim izleyicilerle galeri mekanında bir hipnoz seansı gerçekleştiriyordum. Tipik bir hipnoterapi seansı gibi, meditatif sesli yönlendirmelerle başladığım seans, Facebook haber akışını kendi bilinç akışımla senkronize ettiğim bir otomatik konuşma seansına dönüşüyordu. 2019’da nGbK Berlin’de, iş birlikleri kurarak ifade özgürlüğü, bürokrasi ve göç konularını tartışmaya açan Sis Kolektifi’nin başlattığı Kuşla Göz Arasında (ikinci sergi) kapsamında gerçekleştirdiğim Post Truth Spa Center -seance02’de ise Portal Açıcı olarak ziyaretçilere bir tür geçiş ritüeli seansı sunuyordum. Bir tür sözde-danışmanlık/terapi hizmeti. 


Instagram profilimden portala perde ile yansıttığım, “#doorsofberlin” ile etiketlenmiş, Berlin’in renkli ve hoş görünümlü sokak kapıları görüntülerinin akışı eşliğinde seansı alan ziyaretçiler, tüm bürokratik endişelerinden azade, yeni hayatlarına hazır hale gelerek portaldan geçmeye hazır hale geliyorlardı. Neye inandıklarının bir önemi yoktu. Ortak bir kabul, geçici gerçekliği kuruveriyordu. Bundan hoşlandıkları sürece, gerçek buydu.


Bilim Kurgu, Fantastik, Futuristik karmalarda karşılaştığımız masal veya bahsini ettiğiniz mitololoji alımları, örnekleri; tarihi boyunca insan zihninin nasıl evrilip, ne tür oyunlar oynadığını da gösteriyorsa gerçek nedir?


Gerçek bunların hepsidir aslında: Mitoloji ve masal da, tıpkı politika, din, çamaşır makinası, ütü, ayakkabı ve kuş pisliği, pırlantalar, balıklar, filmler ve rüyalar, virüsler, bakteriler ne kadar gerçekse, o kadar gerçektir. Gelecek mi? O zaten şimdinin içinde. Sular çekilecek, yıldızlar yer değiştirecek, organizmalar çeşitlenecek, zihnin oyunları yeni gerçeklikler kurmaya devam edecek. Döngü, devam edecek. “Vedalar’da bize söylendiği gibi”, der Joseph Campbell, “gerçek birdir, bilgeler onu birçok isimle çağırır.” Belki de çoktandır yeni bir gerçekliğin içindeyiz, sadece şu anda algılayamıyoruz.


Psikoloji Biliminin verileriyle sanatı anlamaya çalıştığımızda; gerçeği kaybeden birey acı çekmeye devam ediyorsa tedavi edilmeli, keyif alıyorsa sanat olabilir diyoruz. Sanatçı olarak acının yerine keyif almayı veya keyif vermeyi nasıl ayarlar, düzenler, şırınga edersiniz?


Haz da acı da geçicidir. Bu geçicilik bilinciyle yapılan tüm eylemler de hem hafif, hem de yoğundur. İşte keyif, tam da budur.


Katkılarınız için teşekkür eder, saygılarımızı sunarım. 

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE 




MUHARREM FINDICAK İLE

1043. DİYALOG: 3 2 1 KAYIT


Sanatın her dalında hiç bir engellemenin, sansürün olmadığı, halkın sıkıntı - problem - dertlerin de işlendiği bir sanat olsun istiyorum. Hümanist bir insan olduğum için insan sevgisi, hayvan sevgisi -gerçi hayvan dediğimiz canlar bir çok insandan daha değerliler benim için, evde de 4 kedi 1 köpekle yaşadığımız için sektörle ilgili "3 2 1 Kayıt" adlı kitabımı yazıyorum. Bu arada yine sanatın her dalı için ülkemizde güzel günler olsun inşallah.


"3 2 1 Kayıttan" bahsedebilirsiniz, biz de bugünlerde "hakikat" yazışıyorduk. Örnekleri Zaman Tünelimde mevcut.


Dizi sinema sektöründe maalesef kanunlar yetersiz. Özellikle ajanslarla ilgili yaşananlar ayrı bir kitap olur. En basit örneği bir arkadaşın ajansı var. Bir zaman sonra onu kapatıp başka bir ajans açıyor. Ortağı ayrı bir ajans açıyor. Paranızı almaya gittiğinizde, önce birbirlerine topu atıyorlar sonra kapanan ajansta problem, derken paranızı alamıyorsunuz. Bunun gibi yüzlerce örnek var. Setlerde özellikle figürasyona köle davranışı ayrı bir konu. Yapımlarda, yapımdaki cast sorumlusunun bazı ajanslarla rüşvet durumu… Saymakla bitmez cilt cilt kitap olur. 


Kısacası bu ülkede sanatla uğraşmak problemdir! 


Dört kişi akşam bir çayocağında oturup, yeni mezun bir yönetmen bularak bir gecede senaryo yazıp, ertesi gün kiralık bir kamerayla çekime başlar, oyunculardan borç para alır, film bitince şirket kurar, bir kaç kopya ile vizyona girer filan... Ülkenin hangi işi düzgün ki?


Maalesef, ajansta ekip başı olarak başlıyor, bir kaç sete gidiyor sonra ajans açıyor. Hep aynı durum. "Umarım, Kültür Bakanlığı el atar" diyeceğim, "her şeyi devletten beklemeyin" diyorlar. 


Ben de aynı görüşteyim yani devlet hususunda ciddi sorunlarım var tabii savunanların da kendilerince gerekçeleri var ama "bizim gibi devlet geleneği yüksek toplumlarda bu aslında basit sorunlar neden bir türlü çözülemez?"


Hiç bilmiyorum. Cumhurbaşkanımız bu konuda duyarlı aslında ama her şeyi de ona götürmek  olmaz da bu kadar ülke sorunu varken… Bakıp göreceğiz, bu pandemi sonrası sanırım bir çok şey değişecek. Hayırlısı inşallah. 




BERNA BALKAYA İLE

1044. DİYALOG: KURUMSALLAŞMA, YATIRIM


Öncelikle teşekkürler. Sanat benim için yeni keşifler demek. İnsanın kendisini ve yaşadığı evreni estetik açıdan gözlemlemesi demek. 


Sanatın özgür olan tarafıyla ilgileniyorum. Kalıpların olmadığı, yaratıcılığın sınırlılıkla çevrelenmediği, yeni şeyleri deneyen sanatı severim ama bunun yanında geleneksel sanata da ilgim var.


Sanatın özgür tarafı vurgunuz biraz daha irdelenmeli sanırım. Sanat zaten özgürlük, özgünlük, özerklik değil mi, başka türlü nasıl olur?


Genel anlamıyla öyle evet, ama ben maalesef yaşadığımız dönemde sanatın çok özgür bırakıldığını düşünmüyorum ve boyun eğen taraf beni kendinden uzaklaştırıyor. Özgürlüğün içine burada kalıpları da dahil ediyorum aslında. Belli kalıplar içerisinde sıkışarak, yeniyi denemeden yapılan sanattan da bahsediyorum aynı zamanda.


Hepsinin başında azgelişmişlik var sanırım, ezberlerle bi yere kadar giden sanat üstüne üstlük; bir masanın etrafına sığabilecek 7-8 kişinin kendi kabukları içinde kalınca daha bi çekilmez oluyor sanırım?


Elbette öyle. Bir de taklitçilik geleneği var maalesef. Yapılmış ve tutmuş bir şeyin peşinden garantici bir şekilde ilerlemek. 


Fakat bir yandan da tabii farklı olabilmek adına çalışan şahane sanatçılar, - müzisyenler, yönetmenler de var. Belki de aynıların içinden çıkan farklıyı keşfetmeyi ve takdir etmeyi kolaylaştırıyordur bu durum


Çevremde beni sürekli geliştiren, kendi branşlarında epey yetenekli insan var. Yaptığım işten dolayı görsel sanatlar alanında çalışan çok fazla insan tanıyorum. Bunun yanı sıra çok değerli müzisyen dostlarım da var. Çocukluğumdan beri yaratıcı insanların içerisinde olmaktan hoşlanıyorum. Bilginin ve tecrübenin paylaştıkça büyüdüğüne inanan biri olarak beslenme kanalları benim için çok değerli.


Sanat çevrelerinin ilişki, iş, sözleşme, alış veriş geliştirirken özellikle yurtdışı ağları örmede imkan, fırsat, tecrübeleri nelerdir?


Sanat evrensel bir kavram ve iş kolu olduğu için çok daha evrensel bir dile sahip olmayı hedefliyor öncelikle. Kendini sınırların içerisine hapsetme durumundan uzaklaştırıyor. Anlatılan hikayeler farklı olsa da gösterme biçimleri birbirine benzer. 


Ayrıca yöresellik de sanatta değerli bir şey. Kendini ve yaşadığın coğrafyayı dışarıya tanıtmak, onların üzerinde merak uyandırmak da sanatın küresel güçlerinden biri bence. Tüm bunlar olurken de kendine ait bir ses, bir doku yaratabildiysen şayet, fırsatların daha çok etrafını saracağını düşünüyorum. İnsan ilişkileri de bu durumda çok değerli tabii sesini duyurabilmek ve görünür olabilmek adına.


Bahsigeçen "kendi kabuğunda yaşayanlar" sorunu ile birlikte, aslında dünyanın her yerinde ve tarihinde varolan sanat camiası dediğimiz "kendi alanlarında varolanların" ilişkileri geçmiş zorluklara rağmen günümüzde nasıl kolaylaşıyor, kriterler nelerdir?


Aslında yine kabuğu içerisinde yaşamak kavramından çok uzaklaştığımızı düşünmüyorum. Sanat yine kendi içerisinde bir kitleyle şekillenen, dışarıya çok açık olmayan bir alan. Fakat Eskiye nazaran kolaylaşmasının en büyük sebebi muhakkak ki sosyal mecraların gelişimi. 


Daha önce asla ulaşamayacağımız insanlar artık bir tık ve bir mesaj uzaklığımızda. Ya da yapılan işlerin görünürlüğü de arttı elbette sosyal mecraların gelişmesiyle birlikte. Böylece daha önce takipçisi olduğumuz bir sanatçının, yönetmenin, galeri sahibinin ya da müzisyenin ilgi alanına daha çabuk girebiliyoruz. 


Bu bir yandan iyiyken bir yandan da kötü bana göre. Görünürlük açısından imkanı olmayan insanlara büyük imkanlar tanıyan bu durum ne yazık ki bir yandan da içerik kirliliğine sebep olmasının yanı sıra iyi işlerin gözden kaçmasına da sebep olabiliyor.


Ekipman, donanım, malzeme, yetişmiş eleman konusunda fazla sıkıntımız olmadığı kanısındayım. Tabiri caizse, depolar ağzına kadar tıkabasa ekipman dolu. Organizasyonlardaki eksikliklerimizin kaynağını siz de köklü kurumsallaşma eksikliğinde görür müsünüz, çözüm önerileriniz nelerdir?


Kesinlikle katılıyorum. Özellikle ülkemizde sanat alanında çalışan insanlar nedense yerlerini asla bırakmak istemiyorlar. Kafalar yirmi sene önce nasılsa aynen o şekilde ilerliyor. 


Oysa dünya değişti, teknolojik gelişmeler aldı başını gitti. Yeni gelen nesille ilgili sadece şikayetçi oluyoruz ama onların piyasaya getirecekleri yenilikleri hiç konuşmuyoruz. 


İlerlemenin ve gelişmenin tek yolu bence kişinin şekillenen teknolojik gelişmelerle birlikte kendini geliştirmesi ya da yeni gelen yaratıcı insanlara alan bırakması. Yine değineceğim ki biraz kalıpları kırmak gerekiyor. Yeniden korkmamak, dünyayı takip etmek yaşadığımız zaman için ilerlemenin tek yolu.


Önümüzde beton duvar gibi set kuran ve kendi eski doğrularını israrla dayatan sanat insanlarımız ki çok fazla sıkıntı çekerek buraya kadar geldiklerini dolayısıyla saygıyı hakettiklerini ısrarla söyleyip dururlar, onları nasıl ikna etmeliyiz; işlerin daha kolay, verimli, çağdaş hatta daha ileri düzeylere ulaşabilmesi için?


Elbette saygıyı hak ediyorlar. 


Dönemsel farklılıkları kabullenerek ilerlemek herkes için çok daha doğru bir yol olacaktır diye düşünüyorum. Şu anda sanat üreten yeni neslin kendinde zorluk çekmiyor oluşu ortaya bir yaratım çıkarmadığı anlamına gelmiyor. Nesillerin arasında her daim bir kopukluk oluyor. 


Daha önce de dediğim gibi dünya gelişiyor ve değişiyor. Bırakın bizden öncekileri ben bile zaman zaman Z kuşağını anlamakta zorluk çekiyorum. Ama durumun tam da bu noktada değişmesi gerekmiyor mu zaten? "Biz kendimiz zorluk çektik, bizi kimsenin anlamadığını düşündük". Şimdi aynısını biz, bizden sonrakilere yapmamalıyız. Daha çok dinlemeli, gözlemlemeli ve yeni neslin derdini anlamaya çalışmalıyız. Hatta daha fazla iş birliklerine ihtiyacımız var belki de. 


Herkesin kendi deneyimleriyle eski ve yeni disiplinleri bir arada kurgulamak gelişim açısından da çok faydalı olacaktır. 


Olayın özü: Dinlemek, dinlemek ve dinlemek.


Dünyayı takip ederken 60bin kişinin İş paylaşımı yaptığı dev üretimler görüyoruz. Bir filmde bu kadar kişi iş yaparken %0.1'e kadar kurumsal dağıtım yapabilen ve en küçük hukuki sorun yaşamayan işleri biz ne zaman ve nasıl yapabiliriz?


Bu sorunun cevabı maalesef çok zor. Daha çok yatırım ve sanatı artık tekellikten çıkarıp daha büyük bir kitleyle ulaştırmakla mümkün görünüyor. Üzülerek söylemeliyim ki ülkemizde sanat hala belli bir zümreye hizmet eden bir alan olarak görülüyor. Öncelikle bunu değiştirip sanatın herkes için olduğunu dillendirmeli, daha büyük bir kitleye ulaştırmalı ve daha çok yatırım yapılmalı.


Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE


Ben teşekkür ederim, sevgiler.

HALDUN KAYARLAR İLE

1051. DİYALOG: ÇOK ÇALIŞMAK SANATI DAHA İYİ YAPMAZ

Sanat kişiseldir. Efordur. bazen anlamsız gelse de her zaman bir anlamı vardır. Sanat bağımsızdır, bence.

Yani bağımsız, özgür, özgün olan şeyler anlatılamaz mı? Mavi neden aralarına beyaz çizikler istiyor?

Çünkü insanların beyni denge üzerine çalışır. Denge olmayınca sanatta doğru gözükmez, insanların gözünde - aklında yer etmez. Dengeyi öğretebilirsiniz; kompozisyonu, rengi ama bunları dogru uygulamak sanatın gereğidir işte… 

Size de ilginç gelebilir: Ege Bölgemizden akademisyeninden diğer sanat dallarının çoğuna kadar bu soruyu sorduğumuzda aşayukarı aynı "anlatılamaz" yanıtını alıyoruz Bölge ve camianın etkisi midir?

Olur mu öyke şey! Sanat anlatılabilir. Sen ne anladığını anlatırsın, sanatçı da ne anladığını anlatır. Sonuç benzer olmasa da kabul edilebilir. Önemli olan sanat eserinin kişide uyandırdığı duygudur. Yoksa abstrak sanatı anlamak imkansızdır. Mavinin arasındaki beyazlar işte bu duygunun gereğidir.

Bildiğim kadarıyla bir ofis veya sergi çalışmanız olmamış şimdiye kadar. Sebebi nedir?

Sebebi benim ben olmam. Ben istemedim. Çok çalışmak sanatı daha iyi yapmaz. Daha iyi desen çizebilirsiniz belki ama bu sizi daha iyi sanatçı yapmıyor. Az eser üretiyorum. Her sene değişik teknikler kullanıyorum. Bu gibi sebeplerden açmayı uygun görmedim. Ama yakinda 2021'de bir sergim olacak. 

Eserlerinizden örnekler görebilir miyiz, o mavi ilgimizi çekiyor, nasıl bir candır o..?

Tabiki görebilirsiniz. 200x100 kanvas yağlı boya. (İlk resim) 

Renkllerin bir sırrı yok, hissi var. Mesela, siz niye aradaki kırmızıları gördünüz çünkü sizi tahrik etti, tek düzeliği kaldırdı attı

Ondan oradalar… Hikayesi,  küçükken Heybeliada' da yüzdüğüm sular. Dahası bende kalsın. Siz ne hissettiniz onu söyleyin?

Şimdi, tesadüf diyenler olabilir ama ben ona hiç inanmam. Bir iki diyalog önce "doğa dikene neden ihtiyaç duyar" diye sormuş ve sanatçıdan "dikenin acısı geçer ama insanın insana batırdığı dikenin acısı geçmez" yanıtını almıştım. Sanat insanı / insanlığı nasıl tedavi edip iyileştiryor?

İyi duygular hemen her zaman iyilestirir. Sanat yoluyla yada başka yollardan.

Acıyı aşmak önem verdiğimiz bir konu. Aktarım yerine aşmayı nasıl yerleştireceğiz?

Doğru duyguları uyandırmak bir sanatçının işi değildir. Sanatçı kendi duygularını resmeder. Kimine iyidir, kimine üzücü. Piccasso Guernika'yı yaparken gördüklerini resme dökmüştü ya onun gibi. Çok üzücü, kırıcı Almanların, Nazilerin yaptığı yıkım.

Başarılı eserinizi ele aldığımızda özellikle ders nitelikli kurgular düzenlerken, bizzat yaşananların sıralaması nasıl yapılır, sanat akımı denince hemencecik aklınıza gelenler nelerdir?

Abstrak Exspresyonizm. 

Ayrıca eserlerimi başarılı bulmanıza sevindim: Demek ki doğru duyguyu verebilmişim resimlerimde…

Beni çarpan yanı, düzen ve bütünlük. Dağıtmadan olduğu gibi verebilmek sanat bana göre. Bir gecede beş tablo bitirenleri de görüyoruz. Gözü kapalı resim yaparım diyenler de var?

Resim yapmıyorlar, sadece boyuyorlar. Malesef öyle yapanlar var. Ben onları eleştirmem. Kendilerine göre yada alıcılarına göre bir düzenleri var çünkü. 

İki tartışma birden çıkıyor bu durumda; popüler ile özveri ve saf duygu. Haketmek, yerini bulmak hatta öyle bir etki bırakmak ki bitip tükenmez bir enerji kaynağı?

Öyle bakmayalım: işin aslı, resmi kendine yapmak özlemi yada tatmini olsun. Mesela ben beğenmediğim  bir resmi asla sergilemem. Anlamı nedir? Sanat Tarihi adı üstünde: İyisi, kötüsü, hepsi. Tekniği, sunumu… 

Gauguin, kendini ifade edebilmeyi gittiği yerde öğrendi. Daha önce yaptıklarını beğenseydi gitmezdi. Kadını, doğayı keşfetti. Çok da başarılı oldu.

Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

 

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE




Xart İLE DİYALOGDAYIZ

1045. DİYALOG: Xart PROJESİ 

"HEPSİNE TEŞEKKÜRLER!" 


Şuanda bir "online sergi" ile meşgulüm. Bütün yürütmeyi tek başıma yapıyorum.


Xart' aslında benim açımdan bilinmemektir. Günümüzde herkes bilinmek istenmekte, birçok platformda, insanların çoğu isim yapmak, ün yapmak gibi "yüzeysel şeyler için" yarış halindeler ve ardından kendilerini paylaşıyorlar. İşte bunu ben yaptım, bu sanat eseri benim yada bu bana ait… 


Sanat bilinmeyendir. Sürekli, zaman içinde değişen, gelişen, farklılaşan bir "şeydir". Sanatı kendimize ün yapmak için mi kullanmalıyız, yoksa sanat için mi bir şeyler yapmalıyız? Tabii bir çok kişi, kurum, kuruluşlar iş gereği yada ün, para için yapabilir. Benim Xart Projem sıfır maddi kaynaklı, yapım aşamasında ve gelişen bir proje.


Nasıl başladı, nasıl devam ediyor, gelecek planları nelerdir?


Uzun süre olmadı, bu projeye başladığımızda 3 kişiydik. Sonunda sadece ben kaldım. Her şeyi tek başıma yapmak durumundayım. 


Uzun süre bir isim düşünüyordum. Akılda kalıcı fakat rahatsız etmeyen, biraz gizemli  ve bilinmeyen, hiçbir çıkarı olmayan ve benimle birlikte gelişen: xartplatform, xartacademy, xartmüzayede bu üç başlık kendi alanlarında tamamen kimseyi ayırmadan yada tanıdıktır herkese. Tamamen eşit şekilde ve kimseyi kırmadan, üzmeden belli bir çerçeve ve çizgide hareket ederek sanata  ufak bir katkı.


Kurucu olarak bilinmek istemememin en büyük sebebi yukarıda bahsetiğim gibi herkese eşit olmak. Prof. olabilir, Doç. olabilir yada sanatla uğraşan herhangi biri olabilir. Herkesin eşit zeminde sahnede yeri olması lazım.


Nasıl devam ediyor sorunuza "aslında biraz yorucu", tek başıma kimsenin yetmediği gibi ben de yetmeyebiliyorum bazı şeylere fakat mutlu eden şey beni "herkese eşit mesafede de davranabilmem". 


Tabi ençok yoran beni diğer konu: İstenilen şeyin tam yapılmaması. Örneğin, "biz okumayan bir toplumuz" buna kesinlikle tam iman getirmesem de sergiye katılan kişilerden yola çıkarak bir analiz yapmak gerekirse: Başvuru koşullarında her şey yazılı, herşey var zaten, bir kaç satır. Bana başvuru şartlarını mesaj olarak geri gönderip "nasıl katılacağız" diyen bir sürü sanatçı arkadaşlar var. Ya eksik gönderim yada fazla bilgi gönderimi. Ayrıca eserlerin görüntü kalitesi ve kişisel fotoğraflarını hesaba katmıyorum bile. Bir diğer taraftan bizim dilimizi bilmeyen birçok yabancı sanatçı hiç uğraştırmadan tam istenilen şekilde hepsi doğru katılım sağlamıştı.


Bu durum beni çok düşündürmekle birlikte  malesef korkutuyor. Temel olan bazı şeyleri çözmemiz gerekiyor. Lütfen, katılım sağlayan kimseler alınmasın. Bu benim gözlemim. Umarın gözlemim eksik ve yanlıştır.


Yoksa durum bence çok vahim.


Gelecek planları: Dediğim gibi bu proje benimle birlikte yaşayarak gelişecek olan bir şey olacak. Adım adım, online başladı. İlerde Xartplatform adı altında sanat galerisi, artı sanat okulu gibi geniş yelpazeli birkaç projem daha var. Tabi bütün bunlar uluslararası mecrada olacak şekilde faliyet gösterecek.


Hiç endişe etmeyin lütfen biz de uzun yıllardır aşayukarı aynı coşku ile bir sanat platformu işletiyoruz, bizi de kimse okumuyor Buradan defalarca yazdığım için endişe taşımıyorum çünkü bunu da okumayacaklar. Ama ben internet sitemizin mottosunu "Diyalog Müzesi" yaptım. Şimdi okunmasa bile ilerde okunur ümidiyle. Okumuyoruz çünkü, mevcut sanal medyanın tümüne yakını okuma yerine görme odaklı, görsele hitap eden kuruluma, algoritmalara sahip. Bunlar önemli şeyler değil. Önemli olan, çabanızın karşılığı nasıl aldığınız, çark dönüyor mu diye sorayım?


:) Çark dönse de çomak sokan birileri sürekli oluyor malesef. Tabi dediğiniz gibi okuma yerini şimdi sesli kitaplar aldı. Her şey elimizinin altında. Birine ulaşmak çok basit. "Basit olan şeyler ince düşünülmüş şeylerdir" fakat bundan farklı olarak ben genç bir bireyi, 29' larımdayım. 


Teknoloji faydalı. Faydası olayını tartışmaya açmak istemem fakat duyarsızlaşıyoruz, bir çok konuda. 


Problem basit, o yüzden çözümü çok zor çünkü bait olan şeyler zordur.


Örneğin, birçok bir çok şey konuşulur fakat aslı genelde söylenmez ve insan ilişkilerine zarar verir. Sonra söyle ama benim için basit, neden taktın bu kadar diye üste çıkmaya çalışırlar! Cevap da basit alsında: Siz sözlemeniz gereken şeyi yada yapanız gereken şeyi yapmak yerine önemsiz dediğiniz o yüzden  birlikte anlatmadığınız yada yapmadığınız şey en önemli olan şey haline dönüşür.


Dünyamız teknolojik anlamda gelişebilir fakat biz insanlar hâlâ eski geleneklere bağlı yaşıyoruz. Gelenek demek belki yanlış olur, çoğunlukla metalaşmış düşünce biçimi ile yaklaşıyoruz birçok şeye. Evet, insanlar artık hareketli görselleri, videoları görsel ağırlıklı medyayı daha iyi okumaktalar fakat problem o değil; ne yaptığını yada ne yapacağının farkında olmamak. Sürekli kendin/mizden kaçarak bir yere varmamız mümkün değil. Kendimizi kandırmayalım. Kendimiz ile yüzleşmeliyiz.


Burada felsefeden, düşünürlerden alıntı yapmayacağım zaten hepimiz biliyoruz her şeyi, bilgi bir parmağımızın altında, onu değerlendirelim / değerlendirmeyelim var olacaktır. 


Önemli olan, çabanızın karşılığı nasıl aldığınız, çark dönüyor mu diye sorayım demişsiniz: Aslında bunun benim için hiç bir önemi yok. Hiçbir beklentim de yok. Bizim gibi bu işlere öncülük eden kişiler bence, bir karşılık beklememeli yoksa beklemeli mi


Herhangi bir şeyi hiçbir beklenti yada çıkarınız olmadan yaptığınız zaman asıl olan şey oldur.


Çıkarlarınızdan vazgeçin, düşünmekten korkmayın, karşılıksız yapın her şeyi! O zaman asıl olan şeyi bulabiliriz.


Harika. İlerde şöyle bir noktaya geleceksiniz: Ben geldiğim için biliyorum Bu ülke insanı zeka ortalaması en iyi ihtimalle 80 - 90 arasındadır, herkes bilir bu gerçeği yani yaratım denen yetenek için +10 fazladan puana ihtiyacımız var. Eğitim sistemimiz, aile yapımız zekayı artıran değil aksine törpüleyen yapıya sahip. Gençlerin %70' inden fazlası memur olmak istiyor. Bu başlıbaşına gerizekalı bir toplum olduğumuzun delili zaten Gelişmiş, ileri memleketlerde çok az genç memur olmak ister çünkü herkes kendi işini kurup şirket sahibi olmanın hayali ile yetişir. Bu gerçeği olduğu gibi kabul ettiğinizde nasıl çözümler üreteceksiniz?


Aslında bahsetiğiniz şeyin farkındayım ve Aziz NESİN'i saygıyla anıyorum. Gelişim dediğimiz şey üstüne koyarak yol almamız gereken temelde oluşan olgulardır. Toplumlar burada hem sorumlu hem masum taraf. Açık konuşmak istiyorum, amacım siyaset yapmak değildir. Zaten boş işler ama malesef ki bizim toplumun patolojik sorunları her geçen gün artmakta. 


DEVLET TOPLUM İÇİN VARDIR KİŞİLER İÇİN DEĞİL Fakat toplum devlete değil kişilere bağlılık duyduğu için işimiz çok mu çok zor. Geçmişten bu güne hep böyle olmuştur. Sadece bizim toplum için değil dünyadaki toplumların yüzde 60' ında var bu sorun. Uzun sözün kısası siz sanata, bilime, insana önem vermedikçe, bizler kendi kabuğumuza çekildiğimiz sürece bu döngü devam edecektir.


Gelişen bir toplum istiyorsak ezbercilikten vazgeçmemiz, nasıl öğrenmemiz gerektiğini öğrenmemiz gerekiyor. Devletin insanların temel ihtiyaçlarını desteklemesi, eğitimin zırtpırt değişmemesi ve eğitimin her sınıf için ücretsiz olması, devlet planlamasının olması, devlet adamlarının süslü cümlelerine kanılmaması, işi ehlinin yapması, adam kayırılmaması, cemaat tarikat vb şeylerden uzak durulması şart. 


Çok sevdiğim bir anektod vardı: Bir bebek anne rahmine düştüğü andan itibaren ve gözünü dünyaya açtıktan 5 dakika sonra hayatı boyunca her şeyi planlamış şekilde, Dini, Dili, Irkı v.s. ve insanların yüzde 90' nından fazlası hayatının geri kalanını bunları savunarak geçirir. Üstelik neye ne için inandığının farkında olmadan  çünkü

meşhur bir söz var, "biz babadan böyle gördük". Bu söz ardında toplumun bütün patolojik, kronik sorunların gayet açık bir nedeni yatıyor. 


Bu gerçekler ışığında ister inanın ister inanmayın; benim şuanda bir bilgisayarım var ve cebimde 1₺'m yok. İki dostum var bana destek olan onlarda kalıyorum. Uzun süredir çalışmıyorum yani maddi gelir getiren bir işte çalışmıyorum. Bu sistemin en büyük sorunlarını yaşayan bir bireyim. Resim ve seramik sanatında eğitim aldım. Şuan bir yandan tez yazıyorum ve devlet ve birkaç bankaya yaklaşık 80' bin₺ borçluyum. 


Gerçek bu. 


Hepsine teşşekür ediyorum! Benim gibi binlerce insana yaşattıkları için… 



380. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 23)


Merhaba

"Kabuğunu kırmak ve sanat" denilince ne anlamalıyız, örneklendirir misiniz? (ArtCRITICS)


TC Sila Tunca: Kabuğuna hapsolmuş kaplumbağanın özgürce yoluna devam edebilmesi için kabuğunu kırıp çıkması gibi. Biyolojik imkansız ama zihnen mükemmel...

Sanat hayal gücümüzün ötesinde zihnimizi aşan sayısız güzellik ve özgürlüğün hayata geçirilmesi. Kabuğun içinden çıkma vaktin gelene kadar orada kalabilirsin fakat gelişimini tamamlayınca onca baskıya boyun eğmeye devam mı edeceksin, eğer çıkmazsan ölürsün. Ya özgürce uçmayı seçeceksin ya da kabuğunda çürüyüp ölmeyi.

Bence kabukların kırılamamasının bir tek nedeni vardır o da "toplum baskısı"... başka bir nedeni olamaz. Zihinsel engeli olmayan her birey kabuğundan kurtulmak ister. Berra Bülbül: Kabugunu kırmak; kendinden dışarı çıkmak, ileriyi görebilmek, ufkunu genişletmek anlamlarına geliyor bana göre...

Sadece burnunun ucundakini görüp kısa hedeflerle yetinmek veya yerinde saymak değil, uzun vadeli ilerleme kaydetmek, daha büyük - daha uzak hedefler koyup hayallerine kavuşmak demek. Sanat da bu şekilde yol alıyor, böyle düşünenlerle gelişiyor. Sanatı anlamlı kılan da bu ruha sahip olmakla ilgili. Kabuğunuzda didinmeyin, hayal kurun ve ilerleyin...

Asena Akan
: Beş yaşında girip 5 yıl süreyle devam ettiği 'keman bölümü'nden "parmakların kısa" gerekçesiyle gönderilip; o parmaklarla duvarlarını aşındırmayı hiç bırakmadığı konservatuvarın 'opera bölümü' sınavında şarkının yarısında apar topar odadan çıkarılmasına rağmen ikinci yıl kazanıp, mezun olduktan sonra "kim neden dinlesin senin bestelerini, cover yap" , "bu albüm satmaz" nağmeleri arasında yılmayıp; müziğiyle kendini ifade etmeye devam edip, aynı parmaklarla bas gitar çalmaktır. Bir de tüm bunlar olurken egosuna teslim olmamak, özünden uzaklaşmamak için kendi kabuklarını sürekli kırıp, kendini özgür kılmaktır Nâçizâne...

Muvaffak İren
: Tabulardan sinırlardan kurtulup özgürce kendini ifade edebilmek. Bu performansımda 'Elmanın hakikati"Evrensel yaratılış mitini bu çağa uygun anlatmaya uğraşıyorum.
Cem Sultan Ungan: Yaşam. Tabii bunu açmak zor. Ben daha fazla yarattığı pozitif / negatif enerjinin ölçülmesine taktım. Yazarak bana zor geliyor, bu karıncalanamayı anlatmak Ya da bu yapıyı yaratmasındaki süreç... İyileştirici unsuru da var. Kurguyla ilgili değil, tam çünkü komplizier - komplike - karmaşık...

İçimizdeki kötü yada iyi istekleri fazla yeşerip bize zarar vermeden, konuşabilir yazabilir yada paylaşabilirsek... öç almadan, daha büyük felaketler yaşamadan ve dogmalara sıçramadan... yaşamı basitleştirmeyi deneme, başarma süreci, insanı kendiyle mutlu, beklentisi az ama bir o kadar da kontrollü / yoğun var olma diyelim. Kabuğu kırarken incinip - incitmekle ilgili; kendin incinmiyorsan, başkasının incinmesi ne kadar gerçektir bu da tartışılır.

Benim şahsi fikrim: "Ötekinin incinmemesini istemek ve buna yakın uygulamada bulunmak tabiiki ahlak kurallarına yakışır ve tepkinin getireceği cevapta ona aittir. Fakat bu bağlantıda birbiri ile muhatab olanlar zaten bence zeka yapısı olarak, bir çok şeyi göza almış demektir.

Ibrahim Malkoç
: ''Özgür, öpözgür sanatın egemen olduğu bir toplum dileklerimizle.'' sözünüz aslında bir ilkeyi işaret ediyor. O da ''Sanatın temel ilkesi olan özgürlük.'' Bu özgürlük seyahat özgürlüğü, düşünceni ifade etme özgürlüğü değil zihin özgürlüğüdür. Nedense içinde yaşadığımız kültür dünyasından hiç birimiz memnun değiliz veya ben memnun değilim.

İnsanın insan olmaktan çıktığı mal haline geldiği ve bunu kültürün oluşturduğunu düşünürsek, işte felsefe burada devreye girer ve kültürü sorgularız.

Felsefe; yaşamı, dini, bilimi ve sanatı disiplinli bir şekilde sorgulamadır. Konumuz olan sanatı felsefe ile nasıl sorgulayacağız sorusunun karşısında bildik felsefe gelmektedir. İşin garibi gerçekten özgür bir zihinle üretilmiş olan sanatı eskimiş bir felsefe ile sorgulayamayız. Ancak yaşamı sorgulayıp belirli bir özgürlükçü kanıya varabiliriz.

Varmış olduğumuz özgürlükçü nokta kavramsal bir noktadır. Kavramlarla yeniyi ifade edemeyiz çünkü kavram eskidir. Yaşam, sürekli değişmekte ve bu değişim hiç bir zaman kendini tekrar etmemektedir. Her an yaşam bizlere yeni şeyler söylemektedir. Bu yeni şeyleri kavramlar ve sözcüklerle ifade etmek ne derece gerçekçi olabilir veya sanatsal.

Bütün zihinsel çalışmalarımızda özgürlük ilkesinden hareket etmeliyiz. Buradaki sorun zihnimizi nasıl özgürleştireceğiz. ''Hiç bir kayıtla kayıtlanmayın, bütün kayıtları kullanın.'' İsmail Emre'nin söylediği bu söz zihin özgürlüğü konusunda bizlere yol göstere bilir.

Anılarla ilgili; anılar insanı geçmiş olana götürür. Geçmiş geçmiştir ve geçmişte yaşanmaz. Aynı şekilde düşüncelerde geçmiştir. Geçmişle anı ölçemezsin. Hakikat andadır, yaşamı algılamak andadır. An da duyarız ama o hali düşünceye çeviremeyiz, yaşarız.

Gelecek kurgularıyla ilgili; şimdi adını hatırlamıyorum, Budistlerin ''geleceğin Budası'' diye bir budaları var. Klasik buda oturuşunda oturmaz, sandalyede oturur bir hali vardır. Aslında üzerine oturduğu çok başlı bir canavardır ve o canavar geleceğin budasını taşır ve ona hizmet eder. O canavar geleceğin budasının egosudur.

Burada anlatılmak istenen bizlerin özgürlüğünü yok eden, bizlere ait olmayan kültür tarafından oluşturulan EGO. Bizler egonun kölesi değil onu kullanan efendiler olmalıyız. (Bir ben var bende benden içeri)
Oğuzhan Akay: Kabuğunu kırmak; mecazdaki gibi kendini yaratmak, dönüştürmek, yeteneklerini geliştirmek, kalıpları değiştirmekle ilgili.

Sanat da bunu içeriyor. Biri olmadan diğeri soluk alamıyor. Yani birincisi sanatçıyla ilgili. Sanatçı olmadan sanat olamaz. Birinci hallolunca ikinci yapılabiliyor.

İzah ettim kısaca. Sanatçı (kabuğunu kıran) yoksa sanat da (klasik anlamıyla) yok... Örnekleri var, oluyor denilenler enstalasyona girebilir belki.

Resimde çok örnek var.
Defne Yalçın: Beyin olarak istediğimiz yere giderken tıpkı düş gibi..... uyanınca dünyada olduğumuzu anlayıp oturmak.

Dışa vurumda içe kapanıklık etken olur. Bazen zamanı bekler durursunuz. Durağanlık dediğiniz şey belki de ceninin olgunlaşma evresidir. Nedir o' nun tam olarak cevabını veremem.

Belki "ben" olmak, belki "ben"olmaktan hiç'liğe dönmek. Kabuk kırılır ama herkes...

HAYAL

"Hayâl ve sanat" bağından ne anlamalıyız, bir hayâlim var ile başlayan cümleyi nasıl tamamlarsınız?
(ArtCRITICS)

Erkan Yazargan: Sevgili Kabi, bu sorun bende direkt mutluluk hormonu salgılattı. Hayal ile hayalperestliği karıştırmazsak mutlu olmamız için yeterli olduğu kanısındayım yani mutluluk o kadar zor değil.

Arayıp duranların bir türlü bulamamasının nedeni de belki budur. Yani mutluluk aranmaz, mutlu olunur.
 
Çocukluğumdan beri bir hayalim var dünyayı doyasıya gezmek...
 
Çocuk ruhlu sanatçılar o masumiyetleriyle de birlikte bütün dayaklara rağmen hayal kurmayı asla bırakmadılar. Ömürlerinin sonuna yaklaşan - yaşını başını almış sanatçılarla yapılan konuşmaların yer aldığı kitaplar vardır. Herkese bulup okumalarını öneririm. Hayretler içinde kalırsınız, o kadar diri zihinleri vardır ki dünyaya gözlerini yeni açmış gibidirler...

Uzun yaşamalarının bir nedeni de sürekli hayal kurma yeteneklerinin gelişkin olmasıdır. Fakat onlar hayal kurarken aynı zamanda geleceği de kurmuşlardır yani olmayacak değil mümkün hayallerdir onlarınki.
 
Sevgi ve hayal dolu günler dileklerimle.
 
Şerife Türker Benim de bir hayalim vardı ve o yolda ilerliyorum.Hayal hiç çabalamadan emek vermeden gerçekleşmez.Çocuk yaşlarda geçirdiğim ateşli hastalık sonucu işitme kaybına uğrayınca içime kapanmış eğitimime orta ikinci sınıfta son vermiştim.

O zamanlar hiç bir hayalim yoktu önümde hep bir engel vardı.Yıllar içinde evlendim iki çocuk sahibi oldum eşimin görevi nedeniyle tüm yurdu gezdim.eşimin emekli olmasıyla izmir e yerleştim.

On yıl kadar önce televizyonda resim proğramındaki ressamın resmini bitirdiğinde o heyacanla ölmeden ben de mutlaka resim yapmak istiyorum dedim.beni duyan büyük oğlumun anneler günü hediyesi olan malzemeler ve Bob Ross cd leriyle evde kendi imkanlarımla resme başladım.daha sonra halk eğitim merkezinde resim dersleri aldım.

Halen RA resim atölyesinde çalışmalarıma devam etmekteyim. Dördüncü yılın sonunda ilk kişisel sergimi Urla akm de açtım.İki buçuk yıl içinde 12 karma sergiye katıldım,çeşitli sosyal etkinliklerde yer aldım.9 Şubat ta beşinci kişisel sergimi gerçekleştireceğim.ben hayallerimin peşinden koştum kaybolan yıllarımı geri kazandım.Bunları gerçekleştirirken zorluklarla yine karşılaştım sergilerle irtibat kurmak için kardeşimin telefon numarasını verdim,ev hanımı olduğum için ev ve resim atölyesi arasında koşuşturdum başardım çok mutluyum....
 
Asena Akan: Birbirini besleyen iki kuş gibi...hatta birbirini öteye taşıyan..."sanatım hayal ettiklerim, hayal ettiklerim sanatım" diyebilirim belki... "bir hayalim var, bir sonraki hayalime dek..." de diyebilirim... ❤
Çok teşekkürler.
 
Cem Sultan Ungan: Bir hayalim var hayal kalsa daha iyi. Gerçekleşse de zaten hayaldi, besbelli.
 
Rüya Dramaturjisi tek ana duygu üzerine yoğunlaşır, sanat' ta bütün Duyguları yoğunlaştırma önemli, rüya Subjektiv genele bağlar, Sanat Objektiv genele bağlı.
 
Rüya yapana yarar, sanat yapılana
Rüya Başlangıc, Sanat son gibi gözüken
Rüya inandığımız, Sanat sandığımız.
 
Bir oyunun sahnelenmesinin üzerine çaba harcıyorum şu an, çok yeni. Konu: NSU davaları, "Döner Cinayetleri". Hem bilgilendirme ve "ölen ile öldürenin" zavallılığı üzerine kafa yoruyoruz, o yüzden biraz sıkıntılı geçiyor...
 
Bütçe konusu,
Oyuncular,
Tiyatroları Bağlama,
Insan yapısı,
 
Ve
Benim rahat çalışma isteğim, zaman Hızına Aykırı koyma çabam.
Kafamdaki Hayale yaklaşma isteğim, sanat ile...
Zor.
Senin soruna geldim.
Şu anda oyunu yeniden yazma konusundayım, o yüzden karekterleri belirleyeceğim.
 
BENİM YAZMA ŞEKLİM: A-B-C figürleri üzerinden ama mesela;
"sen hiç bisiklet kullanan Nazi gördün mü?
- Pekiyi, sen hiç bisiklet kullanan kokain mafyası gördün mü?
 
Andrea Primavera Hayal akla düşer, sanat ele.
 
Tansel Yilmaz: İyi Günler,
 
"Hayal" sözcüğünün tam karşılığı zihinde tasarlanan, olmasını istediğimiz şeyler olarak düşünürsek sanatla direkt örtüştüğünü görebiliriz. Kısacası duygular düşünceye, düşünceler eyleme dönüşür. Yetenek ve imkanlar dahilinde tabii...
 
Tamamlanması gereken cümle: "Bir hayalim var; anne ve babamın adını vereceğim tümüyle yetim ve öksüz çocukların, çok yaşlı insanların büyük bir mutlulukla - huzur içinde yaşayabileceği kompleks kurmak." Çok zor ve imkansız görünse de...
 
Can Emed: Sanat her zaman sanatçı'nin gözlem ve hayallerinden ortaya çıkan sonuçtur. Hayal gücü kısıtlı olan sanatçı eserini üretirken zorluklar yaşar. Yaratıcılık hayal gücünün zenginliği ile doğru orantılıdır.
 
Ben her zaman eserlerimi üretmek için skeçlere başlamadan önce hayal ettiklerimden esinlenirim. Hayal ettiklerimi skeçler ile çizmeye başlar ve kurgulamaya başlarım. Skeçlerimde ortaya çıkanları ise Tuval üzerinde resmeder ve eserimi oluştururum. Bir sanatçı için hayal gücü çok önemlidir. Hayal gücü sanatçının yaratıcılığınin pil gücüdür.
 
"Bir hayalim var, o halde bunu unutmadan resmetmeliyim. 

TÜLAY BAYBAĞ İLE

DOKU


Merhaba, sanatınızdan bahsetmek ister misiniz? (ArtCRITICS)


Merhaba, Işık Üniversitesi Görsel Sanatlar B. Bölümü mezunuyum. Karışık teknikle çağdaş sanat işleri yapmayı deniyorum. Bunu yaparken yerel kültür motiflerini de anımsatacak işler üretiyorum. Son sergim için İzlekler Dergisinin bu sayısında çıkan basın bildirisini paylaşayım sizinle.(1)


Diyalog Sanat sitemizin de mottosu olan "sanat dokunur" dan devam edersek; sanatın topluma / toplum kılcallarına yayılabilmesi için kaldırılması gereken engeller nelerdir?


Aynı zamanda da doktorum ben Bir akışın kılcallara kadar gidip dokulara dokunabilmesi için temiz, dürüst ve o bünyeye uygun olması lazım. Dokuların oksijen alıp vermesi gibi hem onları beslemesi hem de onlardan beslenmesi gerekir. Kılcal bir ağdan bahsediyorsak Bütün dokular arasında sağlıklı ve yalansız bir ilişki bağı kurması gerekir.


Bu durumda, sorunlu dokuların oluşturduğu negatiflikler aşılırken bahsettiğiniz gibi tıbbi yöntemler benzeri çalışmalar mı yapılmalıdır?


Bazen gerekiyor, değil mi?  


Tıp biliminde de bildiğimiz gibi; hastanın öncelikle hastalığını ve tedaviyi kabul etmesi gibi, toplumun sanat eliyle iyileşebilmesi için kabul etmesi mi gerekiyor?
Benzerlik kurabilir miyiz?


Kurabiliriz tabii. Ama asıl bünyenin kabul etmesi gerekiyor.


"Herkes sanatçı olamaz yerine herkes sanatın bir dalı ile ilgilenebilir" sloganını nasıl yerleştirebiliriz?


Çocuklar sanatçı doğar. Ölene kadar da gizli ya da açık o sanatçı yanlarını taşırlar. Aslında kimsenin bu yanını kaybettiğine inanmıyorum. Sadece bir çok kişininki bastırılıyor. Çocukken oyun oynayabilmiş ve büyüdüğünde de aşık olabilen herkes içinde sanatçıyı taşır. Sanatın herhangi bir kolunu... İster müzik, ister resim, ister aşçılık, ister dans, aklına ne gelirse herhangi birisi içinde mutlaka yaşıyordur.


Asıl problem bence "herkes sanatçı olamaz" sözündeki "Sanatçı" tanımına yüklenen kısıtlı tanımlama. Sanatın bildiğimiz ya da bilmediğimiz bin tane dalı var aslında.


Sanatın disipliner gelişiminden ne anlamalıyız, felsefe "sanat nedir" sorusunu sorarken neyi amaçlamış olabilir?


Bu kazık bir soru? Kim bu sorunun altından kalkabilmiş ki! 


Naçizane;  Felsefe, amaçlayarak soru sormaz fakat sorduğu milyonlarca sorudan bazıları tutar ve disiplin oluşturur. Sanatı diğer disiplinlerden ayıran ve başlıbaşına alan oluşturmasını sağlayan da budur. Burada diğer disiplinlerin müdahalesi veya etkileriyle karşılaşırız fakat sanat gücü oranında tüm etkileri savuşturma veya kendince iyileştirme kabiliyetine de sahiptir.
Böylesi bilinçle yetişen genç devlet, ekonomi, siyaset, tarih, insan, toplum, inanç ve diğer disiplin etkilerinden kurtularak sadece sanat içinde mutlu bir yaşam sürdürebilir mi?


Sadece sanat içinde mutlu olunmaz. Yukarıda saydığınız bütün disiplinler birbirini etkiler. Birinin diğerinin etkisinden kurtulması mümkün değil ki.


Siz, sanat yaparken nelere dikkat edersiniz?


Çok da, bir şeye dikkat etmiyorum doğrusu. Ben malzeme seviyorum. Doku, kumaş, yaprak, çalı çırpı, iplik vs... Ya da Kimyasal malzemelerin boya ve doku ile oluşturduğu görsel efektler… Bir çok malzeme ve tavrın bir araya gelip bütünlük ve derinlik oluşturması hoşuma gidiyor. Yaptığım şeylerde bana ait bir keşif olmasını seviyorum. Tanıdık birçok şeyden kimseye benzemeyen bir iş çıkartmayı seviyorum. Eğlenceli deneyler yapıyorum sonuç olarak… 


Sanat da bu değil mi zaten!
Akademiye geçecek olursak; sanat araştırmaları yapan akademiyi, ülkemiz bağlamında nasıl değerlendirirsiniz?


Sanat araştırmaları yapılması çok önemli. Bir akademinin hele de Sanat Akademisinin asli görevi.. .  Ülkemiz bağlamında baktığımda ise araştırmaları ya da tartışmaları fazla batılı buluyorum. Ya da ülkemize yönelik araştırmaların bazı (yanlı) kesimlere bırakıldığını düşünüyorum. En azından benim okuduğum Güzel Sanatlar Fakültesinde öyleydi. Eğer daha açık fikirli sanat araştırmaları varsa da galiba genele ulaşmakta biraz yetersiz kalıyorlar. En azından bana pek ulaşamıyor galiba… Ülkemiz tanımını kullanmak da pek hoşuma gitmiyor doğrusu. Belki "bu bölge" ya da "bu topraklar" filan gibi tanımlar daha bana uygun gibi. 


Tülay Baybağ Resim Sergisi-Meral Bostancı


Aslen, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Dr. Tülay Baybağ, 1993 yılında sanatsal çalışmalarına başlamış, aktif tıp hekimliği devam ediyorken, Işık Üniversitesi GSF Görsel Sanatlar Bölümü’ ne girmiş; Prof. Dr. Halil Akdeniz, Prof. İsmail Avcı, Prof. Basri Erdem ve Prof. Balkan Naci İslimyeli’ den atölye dersleri alarak eğitimini tamamlamıştır. Sanat çevrelerine ilk olarak ‘Dilek Ağaçları’ teması ile giren Baybağ’ ın çalışmalarını genellikle, geleneksel resim malzemesi olan tuvalden kopmadan, farklı malzemeleri bir araya getirerek oluşturduğu görülür. Baybağ’ ın yapıtları, ağaçlara çaput bağlama ritüeline gönderme yapar ve çağlar boyunca birçok kültürde yerini alarak simgesel bir kavram haline gelmiş olan ‘Hayat Ağacı’ imgesi ile bütünleşir. Bilindiği gibi, dünyevi umutların ilahi bir güçten dilenmesi/istenmesi olgusu, insanoğlunun mistik dünyasında yazgısını değiştirebilmek adına yüzyıllar boyunca var olmuştur. İnsanlar, tarih boyunca başa çıkamadıkları doğa olayları karşısında büyülü güçleri olduğuna inanılan nesneler aracılığıyla sorunlarını çözmeye çalışmışlar, böylece doğaya hâkim olacaklarını düşünmüşlerdir. Baybağ da gerçekte, bilim ve sanatın yolunun büyü aracılığıyla tam da burada kesiştiğini belirterek, doğayla iletişimin büyü yoluyla kurulmasının ve büyünün bilim ve sanatın başlangıcı olmasının, sanatsal yaratımının en önemli motivasyonlarından biri olduğunu ifade ediyor.


Bu noktada, Anadolu’ nun pek çok yöresinde halen güncelliğini koruyan söz konusu davranış biçiminin, Baybağ’ın üzerinde doğup büyüdüğü kendi toprağının kültürünü aktarması istemiyle özdeşleşerek tuvallerine yansıdığını söyleyebiliriz. Baybağ’ın kimi çalışmaları, klasik anlamda tuval üzerine boya ve fırça ile yapılan çalışmalardan farklı olarak birçok değişik malzemeyi (kumaş/kâğıt/yaprak) dikmek suretiyle yapılmış düzenlemeleri içerir. Sözü edilen yapıtlardan yola çıkılarak bir analiz yapılırsa, bu çalışmalarında tasarımcı kimliğinin öne çıktığını söylemek mümkün. Nitekim kendisi de bunları bir tür “Dokuma” olarak adlandırıyor ve birçok çalışmasında “dikiş” kullanmayı tercih etmesinin nedenini; dikme eyleminin parçaları bir araya getirici ve bütünleştirici özelliğinin, vermek istediği kavramsal söylemi beslediğinden kaynaklandığını belirtiyor. Baybağ, sözlerine şöyle devam ediyor: “İnsanlık tarihine baktığımızda hangi zamanda bulunursak bulunalım tek şeyin sabit olduğunu görürüz. Bu da farklılıkların oluşturduğu zengin bütünlüktür. Bir buket nasıl farklı çiçeklerden oluştuğunda çok daha renkli ve özgün bir bütün ortaya koyuyorsa; farklı inanışlar, ritüeller ve kökenlerden insanların bir araya getirdiği bütünün dokusu da bir o kadar renkli ve zengindir. Kısaca farklılıkların bir araya gelip kendine özgü ve nadir bir bütün oluşturması ile toplumlar da eşsizleşmektedir. Ben de sanat maceramın bu noktasında doğal malzemeleri ve karışık teknikleri kullanarak eserlerime tekdüze olmayan, çeşitliliklerden oluşmuş ama daha zengin bir bütün olarak algılanan görseller yaratmayı hedefledim. Tıpkı çok kültürlü toplumların renkliliği, zenginliği ve güzelliği gibi ben de bu sergideki işlerimde farklı materyalleri ve fikirleri bir araya getirerek eğlenceli ve heyecan verici bir harman sunmayı istedim. Mesela, bu topraklarda sık rastlanan dilek ağaçlarının rengârenk görüntüsü, uçuş uçuşluğu, gerçek iken rüyayı taşıması, dallarında yaprak yerine arzuların açması, herkes tarafından oluşturulması beni etkiledi. Bu ağaçlar artık birer ağaç değil, her biri kolektif bir biçimde oluşturulmuş anonim birer sanat eseridir. “Gelinlik” adlı eserimde ise binden fazla gelinlik parçası yer alıyor. Her bir gelinlik parçasını, gelinlik dikim evlerinden topladım. Parçaları toplarken sahibinin mutlaka o gelinlikle evlenmiş olması şartını aradım. Yani bu eser muradına ermiş kızların gelinlik parçalarından toplanarak oluşturulmuştur. Pinhan’da (Gizli/Gizlenmiş) ise bir bütünlüğün altında her zaman görüneni birleştiren gizli ama doğal bir görünmeyen vardır. Bu görünmeyen, bir toplumdaki tüm katmanları ve kültürleri bir araya getiren güçtür.”

FADİME DOĞAN İLE

Kendi çalışmalarımı yürüttüğüm bir atölyem var,Gümüşsuyu’ nda. Bir süre ara verdim çizmeye. Zihnimi çer çöpten arındırmaya çalıştığım, okuyup beni tanımlayan şeyleri bulmak, ilgi alanlarımı bilgi birikimimi derleyip topladığım bir dönem bitmek üzere.

Mimar Sinan ve Gazi Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği mezunuyum.

Bu aşamada kendinizi nasıl tanımlayıp tanıtırsınız?

Öncelikle bir tanımlama yapmanın beni sınırladığını  farkettim ve algıladığım sanatın bir sınırı yok, ölçütleri var. Egilimlerimden, ilgi alamlarımdan bahsetmek daha doğru olur. Soyut çalışmaların var. Orada renk, kompozisyon ve etki üzerinde çalıştım. 

Soyut alanda rahatım. İçsel karmaşalarımla yüzleşmek orada daha kolay. Farkına varmak benim için soyut alan, bilinmeyenle düşünmek, fakat derinliği ve hacmi de seviyorum, açık özlü bir ifadeyi, düşünülerek damıtılmış imgeyi seviyorum. Soyut bende buna veriliyor… 

Bu noktada figurative yöneliyorum ister istemez. Belli bir ekol ve akımla tanımlamıyorum çalışırken. Bazı fikirleri uygun yerlerde kullanmak var. Etkileniyorum. Eklektik olmaktan kaçınarak… Bakalım ortaya nasıl şeyler çıkaracak. Bir gelişim ve bir süreç bu, sonuca ulaşmak amacım değil. Süreç. Bir öğrenme bulma, gelişme süreci. Konu olarak ruhsal süreçler üzerinde çalışıyorum. Psikoloji ile ciddi ilgiliyim. Terapi de aldım. Sema Terapi Eğitimi alıyorum, 4 yıldır. Şimdi üzerinde çalıştığın konu bununla ilgili. Basitçe açılımı, dünyayı algılama biçimlerimiz. Kadın olmak ve cinsiyet araştırmaları ile de ilgiliyim. Şimdilik bu konularda takip ediyorum. Bilgi biriktiriyorum. Düşüncelerim belli bir olgunlukla, çizime hazır. Başladım bakalım. Tabi pek çok kez kayboldum, yanlış yerlerde bekledim. 


 

1081. DİYALOG: SOSYAL ŞİZOFRENİ

 

Üretim ve değerlendirmeden sizin anladığınız nedir, son dönem neler üretiyorsunuz?

 

YANITLAR 

 

S Doğan Özyörük

 

Sorunuza uzun cevap verecek zamanım bile olamıyorsa, dinlenemeden sürekli çalışıyorsam ve üretimim ne olursa olsun "insanlığın zorunlu ihtiyaçlarını karşılıyorsa", doğayı ve kaynakları tüketerek değil, var ederek yapılıyorsa... o, üretimdir.

 

Sürekli çalışmanızı gerektiren bir üretim nasıl verimli üretim olabilir, bu durumda kendinizi sistemin neresinde bulursunuz?

 

Organik zeytin, zeytinyağı üretiyorum 20 yıldır. Verimli bir üretim değil bu. Üretimin takdir edilmediği, aracılığın, tefeciliğin, yağmacılığın beslendiği bir ülkeyiz. Benim üretimim bir tutkudur. İnsan değerlendiremez ise doğa değerlendirir. Cevap yazabildim zira yoğun yağmur tatilindeyim fakat bu defa depoda sipariş hazırlamak var. Sistem dışıyım.

 

F Emrah Uluç

 

Laf üretiyoruz, boş laf. Dedikodu olur, komplo teorisi olur üretiyoruz. Sonra karşıya geçip, izliyoruz.

 

İşte sorun tam da bu

Dün kaldığımız yerden devam edelim dedik: Yeni insan ne kadar eğitimli olursa olsun; tıkanıp kaldığı yer burası. Ezberlemede sorun yok ama iş üretime gelince insanların büyük bir kısmı mevcut sistemlerin içinde yeralma telaşında. Bu da memur zihnini oluşturuyor. "Salla başı al maaşı" kolaycılığı insanlığın sorunu

 

Nerede okumuşştum, hatırlamıyorum ama mealen "kalıplarla, dogmalarla düşünmek konforludur. İnançlarınızdan birinden vazgeçerseniz, bütün düşünsel-inançsal sisteminiz yıkılır, paramparça olursunuz" diyordu. Burada cesaret devreye giriyor. Kendini yeniden, yeniden üretebilmek cesareti. Asıl üretim, insanın kendini yeniden, yeniden üretebilmesidir. Bu üretime de sanat diyorum.

 

Sanat burada sadece yol gösteriyor şöyleki; insanların tümünün sanatçı veya sanatla uğraşan olması hayal olacağına göre acaba sanat kendi yolunu bulup giderken nasıl davrandı sorusunun yanıtı birey olduğundan. Bireyi üreten / yaratan birey olarak öğreniyor ve örnek alıyoruz. Burada fabrikasyon, üretim kavramının içini doldurmuyor ona fason diyoruz yani yaratılanın tekrarı. Tabi eski zihin burada geri dönüp yaratımdan bir yaratıcı aradığı için üretim diyoruz. Yerindelik pekçok sorunu doğru çözen bir anahtar gibi.

 

Yemeğini tutkuyla yapan, güneşin doğuşunu aşkla izleyen sanatçıdır, bence. Sanat yaşamın kendisidir. Sanat yalnızca edebiyat, müzik, plastik sanatlar değildir, yaşamın kendisidir.

 

Çok naif bir yaklaşım olur ve kendimizi masal alemlerinde bulup evet, "edebiyatını yaparsak doğru" gibi bir değerlendirme yapabiliriz, sorun değil. Sorun, masalların gerçek sanılması ve gerçekten sapış. Buna psikoloji biliminde şizofreni deniyor. Bir de sosyal şizofreni var ki toplum gerçeklerini kabullenmeme sorunu. Haydi bakalım, işin içinden çıksın bilim insanları: Madem şizofreni gerçeği kabullenmeme ise toplum da gerçek dışında yaşıyorsa ne yapacaksınız?

 

Toplum yaşamıyor aslında. Yaşayan bir organizma değil. Hamam böcekleri kadar bile yaşayamıyoruz. Yaşamak laf ve hırs üretmek değildir.

 

Aynen. Toplumun toplum olması gereği, kendine benzetme gibi bir hastalığı var. Oysa bize toplumlaşma iyi bir şey gibi yutturulur çoğunlukla ve bir kazık daha atılır, birey toplumun parçasıdır diye. Oysa birey, toplumdan sıyrılıp çıkan / çıkabilendir Çözsünler bakalım o pröfösör bilim insanları?

 

Erkan Yazargan

 

Bizimki gibi geri kalmış / bırakılmış / itilmiş / sömürülen ülkelerde kitleler politize edilerek oyalandırıldıklarından olup biteni yani zaten'i / mevcudu görüp idrak edebilmeleri imkansızdır. Gerçek / Gerçek Olmayan düzleminde yer bulup yer edinenenlerin düşünmesi gereken çok basit bir soru vardır: Bu kadar, milyarlarca insan ne yapıyor?

 

Dikkat eder ve istatistiklere bakılırsa gelişmiş ülke seçimlerinde katılım oranı %50'yi geçmez yani oralarda yaşayanların çoğunun egemenlik, hakimiyet, emir sahibi olma, yönetme gibi ilkel bir arzuları yoktur. Çok ciddi bir veriden bahsediyorum.

 

Akıllı, yeni insan yaşamın farkına vardığı için yaşamı önceleyen insandır ve bu arzusunu deyim yerindeyse dayatır. Yeni dünyada inançlara, ideolojilere, tartışmalara, kavgalara, hırsa ve çatışmaya yer yoktur. Çatışmanın kurbanları savaş baronlarının sermayesinden başka bir şey değildir artık. Bu dönem de son bulacak ve çok az kalan katı ilkel insan önümüzdeki yakın gelecekte yok olup gidecektir. Günümüzde bile "her insan bir evren" yaklaşımı gayet tutarlı, mantıklı, işler, içidolu gelişiyor. Üretimden kastedilen açgözleri doyurmak, doyumsuzluk, tatminsizlik, şehvetperestlik değil bilip anladığımız kendi ayaklarının üzerinde, kimseye muhtaç olmadan yaşamaktır.

 

Emine Tokmakkaya 

 

Sosyal Şizofreni başlıklı üretimle ilgili gerçek nedir? 

 

Öncelikle  bu konu tıptaki tanımı yapmak lazım: Şizofreni bir bireyin davranışlarını, hareketlerini, gerçeği algılayış şeklini ve düşüncelerini çarpıtarak değiştiren, ailesi ve sosyal çevresi ile ilişkilerini bozan psikiyatrik bir hastalıktır. Ciddi ve kronik bir hastalık olan şizofrenide hastalar gerçeklikle arasındaki bağlantısını yitirerek farklı davranışlar sergilemeye, gerçek olmayan olaylara inanmaya ve kişiliklerini değiştirmeye eğilim gösterir. Hayat boyu süren bir hastalıktır ve bu nedenle sürekli olarak tedavi gerektirir.

 

İle bağlantılı bir teşhis daha var o da sosyal şizofreni yani bireyin toplumun gerçekleri ile bağlarının kopması. Bu durumda toplum zaten gerçekten kopuksa ne olacak?

 

İnsanoğlunun yaşamasını sağlayacak, yaşamına anlam katacak bir amacının olması gerekir. İnsanın yaşam amacında da hedef piramidi yer alır. Hedef piramidinin en tepesinde kişinin soyut hedefleri vardır. Daha sonra iş sahibi, ev sahibi olmak gibi somut hedefler yer alır. Şizofreni hastasında amaç kaybolur ve hedef piramidi bozulur. Rotası belli olmayan bir gemi limandan çıktıktan sonra gideceği yer belli olmadığı için dolanır durur, sonunda bir yere çarpar kalır. Şizofrenler de, aynı rotası olmayan gemi gibi yaşam amacını kaybetmiştir.

 

Toplumsal bazdaki yansımasına baktığımız zaman, bir toplum gelen bilgileri amaca yönelik kullanabildiğinde sağlıklı sosyal hayatı olur. İdealleri olmayan bir toplum, amacı olmayan insana benzer. 

 

Bir toplumu toplum yapan onun özgeçmişi (tarihi), şu andaki kimliği ve idealleridir. Bu üç konuda fikir birliği varsa, o toplum kendi kimliğini oluşturur. Toplumun ülkü denilen ortak idealleri ve hedefleri olması gerekir. Bir toplumun ortak idealleri yok edildiğinde, farklı insan gruplarından oluşan toplumda çatışma olacağı için o toplum dağılır. İnsan beyninde ortak bir ideal oluşturulmazsa beynin bir bölgesi farklı, diğer bir bölgesi farklı çalışır ve şizofreni ortaya çıkar. 

 

Soyut - Somut amaçlar ölçütünden sonra, gerçekle bağın kopması ve kendince gerçekler uydurma kriteri ele alındığında ideal veya ülkü dediğimiz şeyi nereye koyacağız, en basit bilinen "yalana inanılır, doğru bilinir" cümlesi nerede duruyor?

 

Yapılan çalışmalar, şizofreni hastalarının biyolojik akrabalarının şizofreni ve şizofreni spektrum bozuklukları için artmış risk taşıdıklarını göstermişlerdir. Çevresel faktörler arasında doğum öncesi veya sonrası komplikasyonlar, fiziksel travmalar vs. sayılabilir. Bu faktörler şizofreni riskini arttırmakla birlikte, bu artış oranı oldukça düşüktür.

 

Toplumsal dayanışma için psikologlar derneği:  Hastalık belirtileri başka hastalıklarda olduğu gibi tanıdık değildir. Hatta en başlarda belirtiler bir hastalık olarak değerlendirilmeyebilir. Başlangıç döneminde bazı hastalar mistik/dini konulara aşırı eğilim duyar, bazıları metafizik ya da obsesyonel, somatik (bedensel) aşırı uğraşlarla ilk belirtileri yaşar. Çevreden şüphecilik, aşırı alınganlık, çevredeki insanların kendisine kötülük yapacağı, hakkında konuştukları düşüncesi, sosyal içe çekilme, çevreden izolasyon başlangıç belirtileri içinde sıktır. Şizofreni başlangıç belirtilerinin farklılığından dolayı tanının netleşmesi için belli bir süreye ihtiyaç olabilir. Şeklinde yorumları vardır.

 

Bunları kısaca, düşük aktivite, dürtü yokluğu, sosyal çekilme, çevreyle iletişim kurmama, günlük yaşamdan zevk alamamak, planlı aktivitelere başlama ya da aktiviteleri sürdürmede zorlanma, emosyonel apati, donuk/monoton konuşma olarak özetleyebiliriz. Toplumsal korkular,  mesleğini kaybetme korkusu, emirleri sorgulama, sürekli yargılanma işten atılma vs korkular toplumsal olarak teslimiyeti oluşturur.

 

Bir toplumun çoğunluğunun ya da tümünün şizofreniye yakalanması yani sözkonusu toplumun bunaması, kişilik bölünmesine uğraması, deli gibi bir şey olması durumudur. Üstelik delirdiğinin farkına varamayan bu tür bir toplum, akıllı insanlara deli muamelesi yapar.

 

Yaratıcı dahilerin ruh sağlıklarının yerinde olmadığına dair birçok görüş bulunuyor. Van Gogh, Darwin, Beethoven ve Platf gibi döneminin dâhisi olarak kabul edilen kişiler ruh hastalıklarından muzdariptiler. Yaratıcılık ve ruh sağlığı arasında bir bağ olup olmadığı bilim dünyası tarafından merak edilen konular arasında yer alıyor. İngiliz Psikiyatri Dergisi’nde yayınlanan yeni bir araştırmaya göre, yaratıcı zihne sahip olanların popülasyonun geri kalanından şizofreni, bipolar bozukluk ve depresyondan muzdarip olması daha muhtemel. Bu konudaki önceki araştırmalar, küçük örneklem büyüklüğü gibi konular nedeniyle sıklıkla sınırlı kalmıştı. Ancak bu yeni çalışma, tüm İsveç’in sağlık kayıtlarına bakılarak yapıldı ve yaklaşık 4,5 milyon insan örneklemi sağlandı.

 

Araştırmacılar daha sonra, bu insanların üniversitede sanatsal bir konu (müzik veya tiyatro gibi) çalışıp çalışmadıklarını hesaba kattılar. Gariptir ki, sanatçı yetenekleri bulunanlar arasında şizofreniye yakalananlar daha az yaratıcı olanlardan %90 oranında fazla. Dahası, sanatçıların bipolar bozukluk nedeniyle hastaneye yatma olasılığı yüzde 62, depresyon için hastaneye gitme olasılığı ise yüzde 39. Bu ruh sağlığı ve yaratıcılık arasında bir bağlantı bulmak için ilk çalışma değildir. Örneğin, 2010 yılında beyin taramaları, şizofrenlerin düşünce yolları ile çok yaratıcı insanlar arasında benzerlikler olduğunu ortaya çıkardı.

 

Bu arada, üretkenlik ve yüksek enerjinin getirileri hem yaratıcılık hem de bipolar bozuklukla bağlantılıdır. Bu bağlantının kurulmasıyla birlikte şizofreni hastalığının yaratıcı insanlarda bile görülme oranının çok düşük olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle eğer bir sanatçıysanız endişelenmeniz gerekmiyor.

 

Soyut - Somut amaçlar ölçütünden sonra, gerçekle bağın kopması ve kendince gerçekler uydurma kriteri ele alındığında ideal veya ülkü dediğimiz şeyi nereye koyacağız, en basit bilinen "yalana inanılır, doğru bilinir" cümlesi nerede duruyor ile ilgili: Mitomani, yalan söyleme hastalığı olarak bilinir. Bu hastalığa yakalanmış kişilere mitoman adı verilir. Yalan söyleme hastalığı, kişinin dikkat çekmek ve toplumda odak noktası haline gelmek için söylediği yalanlarla başlar.

 

Çocukluktan itibaren yalan söylemenin doğru olmadığı öğretilse de her insan yalan söyleyebilir. Yapılan araştırmalar normal insanların günde en az 1- 2 kez yalan söylediğini göstermektedir. Psikologlar derneği  yalanı yada sosyal yalanı şu şekilde açıklarlar: 

 

Gerçek Yalan: Kötü niyetli ve aldatıcıdır. Vahim sonuçlar doğurabilir. Yalan söyleyenin kendisine faydası vardır. İçinde gerçeklik barındırmaz ve kabul edilemez. Yalan söylenilen kişiye zararı olması, karşılıklı ilişkileri ve güveni zedelemesi nedeniyle yalanın olumsuz türü olarak değerlendirilebilir.

 

Beyaz Yalan: Hilesiz ve iyi niyetle söylenir. Başkasını üzüntüden, sıkıntıdan ve / veya olumsuzluktan kurtarma amacıyla söylenen genel olarak başkasının yararını göz önünde bulunduran, doğru olmayan ifadelerdir. Sonuç zararsızdır. Karşı tarafı koruyucu özelliği vardır. Biraz yalan biraz gerçektir (kıvırma). Kabul edilebilir niteliktedir.

 

Gri Yalan: Niyet belirsizdir, iyi veya kötü niyetle söylenebilir. Sonucu belirsizdir yani farklı sonuçlar doğurabilir. Yalandan elde edilen fayda belirsizdir. Doğruluk düzeyi belirsizdir. Sonuç yoruma bağlıdır. Bazen iyiye bazen kötüye yorumlanabilir. 

 

Patolojik Yalan: Yalan söyleme alışkanlığıdır. Psikiyatride mitomani olarak tanımlanır. Hastalığa sahip kişilere mitoman denir. Mitomani yunanca muthos (efsane) ve latince mania (delilik) kelimelerinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Psikiyatride pseudologia fantastica olarak da adlandırılmaktadır. Mitomani hastaları yeteri kadar araştırılmamış ve anlaşılmamıştır.

 

Normal insanlar yalan söylediklerinde utanç ve suçluluk duyabilirler ancak mitomanlarda böyle bir durum yoktur.

 

a- Çoğu zaman çok güzel ve etkileyici fantastik yalanlar söylerler. Gerçekle fantazi iç içe geçtiğinde inandırıcı olabilirler.

 

b- Yalan söyleyerek kendilerini önemli bir insan veya kahraman gibi gösterirler.

 

c- Çoğu zaman kendi yalanlarına inanırlar.

 

d- Eski yalanlarını desteklemek için sürekli yeni yalanlar uydururlar.

 

e- Çoğu zaman yalan söylemenin bir amacı olmayabilir. Yani yalan söyleyerek kar elde etmezler.

 

f- Bazen kendilerini suçlayıcı ve zarar verici olabilirler.

 

g- Genel toplumda görülme oranı 1000 kişide 1 dir. Erkeklerde ve kadınlarda eşit oranda görülür.

 

h- Gelişimi 15-16 yaş gibi ergenlik çağından başlar ve tedavi edilmezse erişkinlik dönemine kadar devam eder..

 

i- Sosyal yalnızlaşma onların kendilerini keşfedilmemiş yetenek olarak görmelerine neden olur.

 

j- Bazen yalan makinasında yakalanamayabilirler. Çünkü diğer insanların yalan makinasında verdikleri fiziksel tepkileri vermezler.

 

k- Mitoman kişi sürekli hayali senaryolar, hayali olaylar ve kişiler uydurur ve söylediği bu yalanlara kendisi de inanır. Bu tip insanlar tüm hayatlarını bir yalanın üzerine kurmuştur.

 

l- Mitomani hastaları hasta olduklarının farkında değildir. Bu nedenle kendiliklerinden doktora gitmezler. Birlikte yaşadıkları insanlar durumdan rahatsız olup onları doktora götürürler.

 

m- Mitomanlar kendileriyle  övünmeye çok severler.

 

Toplumda bu belirtileri her yaştan her meslekten hatta sanatçılarda daha çok görülür. Mitomani hastaları stresli durumlardan kaçmak için yalanı kullanabilirler. Mitomanlar kendi gerçekliklerinden kopmuş insanlardır. Yüksek kaygılı durumlarda daha fazla yalan söylerler.

 

a- Hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik ve intihal suçlarını işleyenler arasında mitomanlar tespit edilmiştir. Özellikle telefon dolandırıcılarının bu gurupta olduğu düşünülmektedir.

 

b- Kendilerini olduğu gibi kabul edemeyen, kendine güvensiz insanlardır.

Yalanlarını geçmişte yaşadıkları anılar gibi anlatabilirler.

 

c- Zamanla aile ilişkileri bozulur.

 

d- Sosyal yalnızlaşma onların kendilerini keşfedilmemiş yetenek olarak görmelerine neden olur.

 

e- Bazen yalan makinasında yakalanamayabilirler. Çünkü diğer insanların yalan makinasında verdikleri fiziksel tepkileri vermezler.

 

f- Mitoman kişi sürekli hayali senaryolar, hayali olaylar ve kişiler uydurur ve söylediği bu yalanlara kendisi de inanır. Bu tip insanlar tüm hayatlarını bir yalanın üzerine kurmuştur.

 

Kendini kabul ettirme, onay görme, takdir görme duygusu, korkutmak, güç oluşturmak, kendini yafa yaptığı hatayı saklamak vs duygu sömürüsü sakin gösterme iyi gösterme şanslı gösterme duyguları yaşamaya devam ederler böylece pratik ve mantıklı olan bir şey mis gibi olaylar zinciri olur toplumda. 

 

Modern çağın en popüler ve en güncel rahatsızlığıdır. Zamanla da toplumsal bir alışkanlığa dönüşür.  Bireyler bunu bazen bilinçli bazen bilinçsiz şekilde yaparlar inanırlar inanıdırlar. Özelikle siyasette bunu çok iyi örnekleyebiliriz bazen öfke kontrolsüz olur. 

 

Yalan kişilere ve toplumlara zararı oldukça fazladır. Yalancının onur ve saygınlığı kendisi için ve toplum için zedelenir. Sürekli yalan söyleyen birinin toplumla barışık çevresiyle sağlıklı ve özgüven içinde yaşaması imkansızdır. Herkese yalan söyleyen bir kişi toplum tarafından saygı gördüğü düşünülemez. 

 

Yalan ile bireyler arasında güven duygusu kalmaz. Yalan ile aileler parçalanır. Yalan komşuluk ilişkilerini bozar. Toplumsal yapıyı kemiren bir hastalıktır. Yalan yüzünden adalet gerçekleşemez, çünkü şahitlik makamına kimsenin güveni kalmaz. Haklı haksız tespit edilememeye başlanır. Yalan sebebiyle haklı hakkını alamaz, suçlu da alması gereken cezayı alamaz. Bu gibi durumlar toplumlarda huzursuzluğa sebep olur. Bir çok suçsuz insanın da cezalandırılmasına sebep olurlar. Yalancı küçük bir çıkar için, başkalarına yalan söyleyerek onları aldatır. Böylece hem kendi onur ve saygınlığını zedeler hem de başkalarına zarar vermiş olur. Yalan söyleyen kişi kendisine olan saygı ve güvenini yitirir. İçinde gizlediği gerçek, sürekli onu rahatsız eder. Yalan söylemenin çeşitli nedenleri vardır. Bazı yalancılar bir çıkar sağlamak veya birilerini korumak için yalan söylerler. Bazıları ise övünmek veya önemli olduklarını anlatmak için yalan söylerler. Toplumda güven duygusunun zedelemesine neden oldukları için hiç kimse tarafından sevilip sayılmazlar.

 


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol