BONG JOON HO
Bong Joon Ho
Mickey 17: Ölmek Gerçekten Nasıl Hissettiriyor?
By Poyraz Akyol Mart 6, 2025
Poyraz Akyol, Bong Joon-ho'nun Robert Pattinson'ın başrolünde yer aldığı yeni filmi Mickey 17 hakkında yazdı.
Bilimkurgu türünü oldukça seviyorum. Özellikle bu türde yapılmış önemli eserlerin neredeyse her birini tüketmeye çalıştım. Bir kitap uyarlaması olan Mickey 17 de merakla beklediğim önemli bir bilimkurgu eseriydi. Mickey 17, şüphesiz bu senenin en merakla beklenilen filmlerinden birisi. İthaki Yayınevi tarafından çevirisi yapılan, Edward Ashton‘ın Mickey7 adlı romanından uyarlanan bu yapım, Bong Joon-ho‘nun yönetmenliği ile beyaz perdeye uyarlandı. 2022 yılında yayınlanan, Robert Pattinson‘ın baş aşağı baktığı bir teaserdan bu yana heyecanla gelmesini beklediğimiz Mickey 17‘yi sonunda görebildik.
Bong Joon-ho dönemimizin en önemli yönetmenlerinden. Snowpiercer, Okja, Memories of Murders gibi oldukça önemli filmler ortaya koyan Güney Koreli Bong Joon-ho, 2019 yılında yönetmenliğini yaptığı Parasite ile En İyi Film dahil olmak üzere 4 adet Oscar ödülü alırken, aynı zamanda bütün dikkatleri de üzerine çekmişti. Açıkçası o zamana kadar kendisinin Snowpiercer haricinde bir işini izlememiştim fakat sonrasında filmlerini izleyince, ne kadar büyük ve önemli bir yönetmen olduğunu anladım. Şimdi ise kendisi bu sene içerisinde en çok beklediğim filmin yönetmen koltuğunda oturuyor. Mickey 17 aslında oldukça sancılı bir yayınlanma süreci geçirdi. Çoğu kaynağa göre film 2023 yılında hazırdı fakat büyük Hollywood Grevi’nden ötürü ertelenmek zorunda kaldı. Ödül törenlerindeki başarı şansını arttırmak için de bazı ertelemeler oldu ve Mickey 17 bu günlere kadar ertelendi, ertelendi, öne çekildi ve sonunda vizyona giriyor. Bong Joon-ho‘nun insanlığa dair etik ve politik bakışı, çarpıcı ve sıra dışı bir komedi-bilimkurgu harmanıyla göz önüne seriliyor.
Bong Joon-ho Sineması
Arakat Mag ekibi olarak Bong Joon-ho‘nun tüm filmleri için yazılar yayınladık. Ben ise diğer filmleriyle birlikte Mickey 17’nin benzerlik ve farklılıklarına biraz değineceğim. Bong Joon-ho, filmlerinde toplumsal eleştiri yapmayı oldukça seven ve bunu oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirebilen bir yönetmen. Bunu da gerek bir dram hikayesi, gerek hükümet portresi olan absürt bir canavar ile gerekse de tatlı bir fil ile seyirciye aktardı. Bu da bize onun yenilikçi fikirlere her zaman açık olan vizyoner bir yönetmen olduğunu kanıtlar nitelikte.
Edward Ashton‘ın Mickey7 kitabı ise tam olarak yönetmenin seveceği tarzdan bir politik hiciv hikayesi sunuyor. Belki kendisini de en çok etkileyen buydu. Bong Joon-ho‘nun bu sefer yapması gereken ise, kara komedi ve bilimkurgu türlerini harmanlayarak ortaya bir sistem eleştirisi çıkarmaktı. Mickey 17‘nin başarılı olduğu yerler oldukça fazla ancak eksiği yok demek de yanlış olur. Snowpiercer ile inşa ettiği başarılı bilimkurgu sunumunu Mickey 17 ile daha da geliştirirken, Okja ve Parasite‘daki politika ve sistem eleştirisini burada da devam ettiriyor. Peki onlar kadar başarılı mı?
Mickey 17‘i uyarlandığı romandan ayıran en büyük tarafı romanın bunu gerçekten çok iyi yapıyor olması. Filmi izlemeden önce kitabı okurken Bong Joon-ho eğer bunu birebir uyarlarsa inanılmaz bir şey izletir bizlere demiştim fakat bazı şeyler değiştirilmiş ve hiç dahil edilmemiş. Kitabın finalinin değiştirilmiş olması her ne kadar beni sevindirmiş olsa da; mesaj verme, karakterler ile duygusal bir bağ kurdurma konularında bana göre eksik kalıyor.
Kara Komik Bir Sistem Eleştirisi
Öncelikle fragmanlardan ve genel olarak duyulanlardan dolayı insanlar üzerinde biraz yanlış bir beklenti var. Mickey 17 bilimkurgunun üzerine komedi eklemiyor. Komedisi kesinlikle ön planda, ancak burada bahsedilen komedi, goofy tarzında bir mizah anlayışına sahip. Bunu bilerek girmek filmden alacağınız zevki kesinlikle daha da arttıracaktır.
Hikayemiz çok uzak olmayan bir gelecekte geçiyor. Film, Robert Pattinson‘ın canlandırdığı Mickey Barnes adında hiçbir konuda yeteneği olmayan (bunu kendisi söylüyor) bir adamın uzay görevine “harcanabilir” olarak katılması ile başlıyor. Mickey aslında kitapta tarih alanında oldukça yetkin ve bilgili bir karakter. Filmde çizilen o salak imajı kitapta çok daha az. Kendisi araştırma yapmayı, gemide akademik makaleler okuyarak vakit geçirmeyi seven birisi. Fakat filmin eğlence unsurunu arttırmak amacıyla bir aptal bir de şeytani Mickey portresi eklenmek istenmiş.
Harcanabilir olmanın genel mantığı da şu. Düzenli aralıklar ile hafızanız ve DNA örneğiniz bir bellekte yedeklenir ve siz ölürseniz veya başınıza bir şey gelirse bu durumda bir 3D yazıcı kullanarak bedeninizi tekrardan basarlar. Aynı hafıza, aynı beden ile yaşamaya devam edersiniz ve teknik olarak bir ölümsüz olursunuz. Bu yüzden de Mickey’nin çalıştığı şirket kendisini ölümcül bir sürü göreve sürükleyip, bu deney sonuçlarına göre kolonileşmeyi başarılı bir şekilde başlatmayı hedefliyor. Bunların hepsini yapan da Mark Ruffalo‘nun canlandırdığı Kenneth Marshall. Zamanlaması oldukça manidar olacaktır ki bu portre fazlasıyla Trump‘ı andırıyor. Destekçilerinin kırmızı şapkalar takıyor olması bu düşünceyi daha da fazla güçlendiriyor.
Kitabın orijinalinde Mickey aslında 6 kere ölüyor. Filmde ise 16 kere ölmüş bir Mickey görüyoruz. Bunun nedeni Bong Joon-ho‘ya sorulduğunda sadece onu 10 kere daha fazla öldürmek istediğini söylüyor. Karakterin ilginç görevler sırasında nasıl öldüğüne şahitlik de ediyoruz. Mickey17 ise neredeyse ölümü kabullenmiş bir şekilde ölmeyi beklerken, Niflheim’ın yerlileri olan creeper adını verdikleri canlılar tarafından kurtarılıyor. Fakat bu sırada öldüğü düşünülen Mickey17 yerine bir Mickey18 basılıyor ve film tam anlamıyla başlamış oluyor. Peki buradaki çoğulluk durumu ve benlik sorgulaması nasıl işleniyor?
Theseus’un Gemisi
Yukarıda bahsettiğim ”harcanabilir” ifadesi burada oldukça önemli. Çünkü bu insanoğlunun klonlara olan bakışı açısından bir şeyler anlatıyor bizlere. Tanrı’nın her bedene bir ruh verdiğine dair bir inanç var. Bu durumda da çoğulluk sakıncalı bir durum oluyor. Aynı zamanda kitapta da çok beğendiğim bir paradoks üzerinden bu konu sıkça okuyucunun gözüne sokuluyor olsa da bu paradoksu filmde görememiş olmamız beni fazlasıyla üzdü.
Bir geminin tüm parçaları zamanla değiştirilirse, sonunda aynı gemi olarak kalır mı? Eğer değiştirilen eski parçalar bir araya getirilip yeniden bir gemi yapılırsa, gerçek Theseus’un Gemisi hangisidir?
Bu paradoks bence Mickey’nin durumunu en iyi özetleyen şey. Kitap bu varoluşsal paradoksu oldukça güzel işlerken, filmin bu konuda eksik kaldığını düşünüyorum. Yan karakterlerin bu konuda oldukça büyük katkısı da var tabii. Kitap içerisinde karakterler arasındaki dinamik daha yoğun ve güzel işlenmişken, filmde Pattinson dışında duygu aktarımında genel bir sorun olduğu kanaatindeyim. Kitap içerisindeki Nasha, Cat ve Berto (filmde adı Timo olarak değiştirilmiş) karakterleri arasındaki dinamik çok daha iyiydi. 137 dakikalık süresini çok daha dolu ve güzel kullanabilmiş olsa, Mickey’nin yaşadığı bu benlik sorgusu bizlere daha net geçebilirdi.
Ayrıca film içerisinde açıklanmayan en büyük farklardan birisi de kötü olan Mickey18’in nasıl böyle bir duygu haline sahip olduğu. Kitap içerisinde tanktan çıkan Mickeyler’in bir süre normale göre daha yorgun olduğundan bahsedilir. Fakat bu kadar şeytani bir ruhtaki Mickey’den hiç bahsedilmiyor. Bahsedilmediği gibi nasıl olduğu da bilinmiyor. Hafıza aynı hafıza, beden aynı beden ve film içerisinde de bunun daha önce hiç yaşanmadığı söyleniyor. Muhtemelen salak bir Mickey ile daha zeki ve şeytani bir Mickey zıtlığı yaratıp daha eğlenceli bir seyirlik sunmak amaçlanmış. Fakat ben şahsen, kitap içerisinde ikilinin yaşadığı dinamiği daha iyi buluyordum.
Niflheim’da Yeni Bir Yaşam
Kenneth Marshall ve karısı Ylfa’nın (Toni Collette) önderliğinde yeni bir gezegene gidip kolonileşme hayali kuran bu ekibi tabii ki yerliler (creeperlar) normal karşılamıyor. En azından Marshall bu durumu öyle kabul ediyor ve onlara savaş açıyor. Filmin gelişim sürecini başlatan Mickey’nin creeperlar tarafından kurtarılma süreci bu durumu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Mickey, romandaki bir küçüklük anısına göre; odasında gördüğü bir örümceği avuçlarının içine alıp dışarıya bıraktığında kendisini tanrı gibi hissettiğini ve aynı şeyi creeperların şimdi de ona yaptığını düşünüyor. Ama bir yandan da şu ihtimal var. Ya Mickey, yuvayı tespit edebilmek için ezmedikleri bir karıncaysa? Bu tarz derin sorgulara filmde bu şekilde yer verilmiyor olması, bir şeyleri eksik bırakıyor. Kitabı okumadan filmi izleyen birisi çok daha farklı düşünebilir. Ancak kitaptaki derinliği göremedikten sonra ister istemez bunlar filmin eleştirilmesi gereken yerler oluyor. Ki filmdeki hali kesinlikle çok kötü değil, sadece yetersiz buldum.
Aslında bu ekolojik temel üzerine kurulan Mickey 17, Okja ile inanılmaz derecede benzerlik de gösteriyor. Duygusal kısımdan Okja‘nın gerisinde olsa da tema olarak en yakın olduğu filmin o olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bong Joon-ho‘nun her ne kadar yeni fikirlere açık ve vizyoner bir yönetmen olduğunu söylesem de bir noktada tamamen yeni bir şeyler denemesi gerektiğini düşünüyorum. Aynı temalar içine sıkışıp kalmamalı sineması.
Yukarıda yan karakter konusunda filmin eksik kaldığından bahsetmiştim. Buradaki eksikliklerin en büyük sebeplerinden birisi kurgusu ve temposu. Şöyle bir örnek vereyim. Edward Ashton ile gerçekleştirdiğim röportajda, Bong Joon-ho‘yu kitabın 19. bölümünün ağlattığını söylemişti. Bu 19. bölüm filmde bir kolaj şeklinde ve o kadar hızlı geçiyor ki o sahneyi öyle gördüğümde gerçekten üzüldüm. Kitaptaki hali de bence ağlatacak kadar yoğun duygu içermiyor ama filmde çok daha eksik.
Ele Alınan Temaların Yoğunluğu
Şu ana kadar filmin ele aldığı temaları hep kitaba göre değerlendirdiğim için eksik olmasından şikayet ettim. Uyarlama eserlerin genel olarak problemi bazı şeyleri fazla değiştirmeleri veya hiç dahil etmemeleri olur. Bu konudaki eksiklikleri zaten belirttim fakat filmin kitaba göre iyi yaptığı şeyler de var. Marshall karakteri kitapta koloninin başındaki kötü adam olarak lanse ediliyor. Ama filmdeki hali izlemesi çok daha keyifli absürt bir Donald Trump portresi sunuyor. Harcanabilirler’i bir ruhsuz olarak gören otoriter ve şovmen bir figürün, ileride insanların başlarına neler açabileceğini politik bir hicivle anlatıyor. Klasik bir Bong Joon-ho filmindeki gibi kapitalizm vurgusu yine yoğun.
Creeperların filmdeki kullanımları da kitaba göre daha iyi. Onların gezegeni olan Niflheim’da istilacı olan insan ırkına karşın creeperların verdiği mücadele, 10 dakika öncesinde sizleri kahkahaya boğarken bir anda üzülüp sinirlenmenize yol açıyor. Okja kadar dramatik olmasa da ekolojik denge durumu seyirciye bir şekilde aktarılıyor.
Filmin üçüncü perdesi her ne kadar diğer bölümlere göre zayıf olsa da kitaptaki halinden daha iyi. Mickey17 ve Mickey18 creeperlara karşı zorla savaşmaya gönderiliyor. Buradaki yer yer gerilimli aksiyon sekanslarını izlemek keyifliydi ama yine de bu kısmın biraz fazla uzatıldığını düşünüyorum. Üçüncü perdenin nispeten zayıf hissettirmesinin altında kurgu da yatıyor olabilir. Özellikle final sahnesine yaklaşan kısımda filmin kurgusunda ciddi problemler vardı.
Komedi Yönü Oldukça Yoğun
Hala Mickey 17 ile ilgili olumlu bir şey söylemediğimin farkındayım. Ancak bunların hepsi potansiyelini kullanamamış çok iyi bir bilimkurgu eseri, düzgün uyarlanmadı diye. Artık filmi biraz övebilirim. Mickey 17 inanılmaz eğlenceli ve kesinlikle süresini hissettirmeyen bir yapım. Absürt komedi seviyorsanız ve Bong Joon-ho‘nun komediyi filmlerde nasıl kullandığına dair biraz fikriniz varsa Mickey 17‘den de keyif alabilirsiniz. Örneğin Mickey’nin vücuduna garip şeyler yaparken gerçekleşen konuşmalar gayet normal bir havada geçiyor. Halbuki adam yan tarafta kan kusarak ölüyor. Özellikle filmdeki yemek sahnesi inanılmaz derecede komikti. Mark Ruffalo‘nun Poor Things‘den sonra burada da absürt komedi unsurunu sırtlayan bir karaktere büründürülmüş olması kendisinin bu alandaki başarısını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Robert Pattinson muhteşem iki performans gösteriyor. Onun Twilight‘tan bu yana yaşadığı gelişimi görmek gerçekten çok iyi. Ekranda bulunduğu her sahnede sizleri eğlendirmeyi, heyecanlandırmayı ve yer yer de korkutmayı başarıyor. Mickey 17 ödül sezonuna oldukça uzak bir zamanda çıktı ama umarım Pattinson‘ın bu performansı göz ardı edilmez.
Başarılı Çekimler ve Prodüksiyon Kalitesi
Mickey 17, Bong Joon-ho‘nun en pahalı işi olduğunu hissettiriyor. Dünya tasarımı olarak şu ana kadar yaptıklarının en büyüğü. Bunda tabi görüntü yönetmeni Darius Khondji‘nin de etkisi büyük. Kendisi Okja‘da Bong Joon-ho ile beraber çalışırken, aynı zamanda Se7en, Uncut Gems gibi filmlerin de görüntü yönetmenliğini yapmıştı. Klostrofobik hissettirmesi gereken mağara çekimleri, ıssız ve soğuk bir dünya tasviri oldukça başarılıydı.
Filmin görsel efektleri de oldukça iyi. Bilimkurgu filmleri için oldukça önemli bir konu bu. Kopan uzuvlar, öldürülen yaratıklar, aynı sahne içinde 2 adet Robert Pattinson olmasına rağmen CGI anlamında film gerçekten başarılı. Creeperlar oldukça gerçekçi ve güzel tasarlanmış. Kitapta bunlar hakkında net bir tasvir bulunmamasına rağmen, aslında sevimli görünen bir tasarım kullanarak da ismi ile tatlı bir tezat oluşturulmuş.
Son Zamanların En İlginç İşlerinden
Özünde Mickey 17‘nin en net vermek istediği mesaj şu. Sömürgeci zihniyetlerin altında ezilmiş toplumların, bu duruma karşı yapabilecekleri en iyi şeyin ses çıkarmak olduğu. Film bunu kimi zaman Mickey üzerinden, kimi zaman da Nasha üzerinden yapsa da, bu duruma hep bir vurgu var ve aslında yazı boyunca salak diye nitelendirdiğim Mickey17 uyutulmaya alışmış halkı temsil ediyor. Filmin sonunda Mickey17’nin uyanıp klonlama makinesini patlatmasından sonra, gerçekten bir uyanma süreci yaşayıp, baskıcı düzenden kurtularak kendi kimliğini geri kazanıyor Mickey Barnes.
Mickey 17 şüphesiz son zamanların en ilginç fikirlerinden. Cesur, yaratıcı ve özgün. Muhtemelen çoğu kişi bu filmden beklediğini bulamayacak ama kimse bunun asla çılgın bir sinema deneyimi olduğunu inkar edemez. Warner Bros. gibi büyük stüdyolara genellikle bu tarz fikirleri kabul ettiremezsiniz. Sadece klon mevzusundan dolayı değil. Kara komedi ve bilimkurgu türlerini harmanlayarak bu kadar önemli temalara dokunabiliyor olmasından dolayı. Mickey 17, Bong Joon-ho‘nun en akıcı filmlerinden birisi. Usta yönetmen böyle büyük temaları bir arada ele alıyor olmasına rağmen, fazla sıkmadan ve zorlamadan eğlenceli bir film sunuyor bizlere. Mickey 17, eğer bilimkurgu ve komedi türlerini seviyorsanız kesinlikle izlemeniz gereken bir film olarak öne çıkıyor ve filmden hoşlanırsanız ondan çok daha iyi olan uyarlandığı kitabı okumadan geçmeyin.