DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

SELDA ARSLAN

1.195. DİYALOG: ZÜRİH VE AB FONLARI

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz. 
Birim Fiyatı: €420

07 Eylül 2025
Erkan YAZARGAN
---------------------------



"Bu diyalog, bir sanatçının eserlerinin arkasındaki ruhu anlamak için bir pencere açtı ve aynı zamanda sanatın sadece izlenmesi gereken bir obje değil, yaşanması gereken bir deneyim olduğunu hatırlattı. İşte tam da bu yüzden, sanatı ve insanı bir araya getiren bu tür diyaloglar hayati önem taşır."

1. Selda Arslan'ın Sanat Felsefesi ve Kendini Bulma Yolculuğu

Selda Arslan'ın sanat tanımı, sadece estetik bir eylem değil, aynı zamanda bir varoluşsal ifade ve direnç biçimi. Sanatı, "sessiz çığlıkların sesi," bir "ilaç," bir "protesto" ve "içimizdeki sancıların derinine inip, sesini gözlerimizle dinlemek" olarak tanımlıyor. Bu ifadeler, onun sanatının kişisel acıları ve yaşanmışlıkları dönüştürme aracı olduğunu gösteriyor.
 
* Karanlıktan Işığa Yolculuk: "İnsan önce karanlıkdan geçmeli, ışığa kavuşabilmesi için" ifadesi, onun sanatının temelinde kendi zorluklarından ve geçmişinden beslenen bir dönüşüm hikayesi yattığını ortaya koyuyor. Sanat, onun için bu karanlıktan çıkışın bir yolu, bir "direniş" ve "güç" kaynağı.
 
* Sanat Eğitimi Tartışması: Arslan, "lisanslı veya diplomalı" bir ressam olmadığını vurguluyor ve sanatın öğretilemeyeceğini savunuyor. Bu görüşü, resimden uzaklaşmasına neden olan ilkokul deneyimiyle ilişkilendiriyor. Bu tecrübe, sanatın bireyin içinden gelen, kurallarla sınırlanmaması gereken bir ifade biçimi olduğu inancını pekiştirmiş.
 
* İmkanlar ve İçsel Güç: "Tüm olanaklar içimizde" ifadesi, Arslan'ın sanatın maddiyattan çok, kişinin kendi içindeki arzu ve kararlılıkla ilgili olduğu felsefesini yansıtıyor. Bu, özellikle sanat yapmak için yeterli imkanlara sahip olmayanlara yönelik bir mesaj olarak öne çıkıyor.

2. Zürih'teki Sanat Ortamı ve Galerisi

Diyalog, Zürih'ün sanat sahnesine dair önemli gözlemler de sunuyor. Arslan, İsviçre'yi "küçük ama çok ressam ve sanatçının" olduğu bir ülke olarak tanımlıyor.
 
* Türkiye ile Karşılaştırma: Zürih'teki ilham kaynaklarının Türkiye'ye göre daha kısıtlı olduğunu belirtse de, "kendinize katkıda bulunabileceğiniz bir atmosfer mevcut" diyerek olumlu yönüne işaret ediyor.
 
* Sanatın Ticari Algısı: Arslan'ın kendi galerisini açma deneyimi, sanata dair toplumsal bir önyargıyı ortaya koyuyor: "sanat zenginlerin işidir." Bu düşüncenin, sanat eserlerine olan ilgiyi azalttığını ve sanatın geniş kitlelere ulaşmasını engellediğini belirtiyor.
 
* Destek ve Beklentiler: Galerisinin hak ettiği ilgiyi görmediğini ve eğlence mekanlarının sanata göre daha çok desteklendiğini ifade etmesi, sanatın ticari olarak ne kadar zorlu bir alan olduğuna dair önemli bir saptama. Bu deneyim, onun için "büyük bir deneyim" ve önemli bir farkındalık yaratmış.

3. Sanatın İyileştirici Gücü ve İnsanlık

Diyaloğun son bölümü, sanatın kişisel ve toplumsal iyileştirici potansiyeline odaklanıyor.
 
* Kişisel İyileşme: Selda Arslan, her eserinin tamamlandıkça kendisinin de "iyileştiğini" ve kendi "sesini gözleriyle gördüğünü" söylüyor. Sanat, onun için kendini anlama, geçmişle yüzleşme ve güçlenme aracı. "Unutmuş olduklarımı tekrar hatırlamama neden olmuş, hatırladıkçada karşısında durabilme gücünü vermiştir bana" diyerek bu süreci somutlaştırıyor.
 
* Toplumsal Sorunlara Bakış: Arslan, insanlığın içinde bulunduğu durumu "kocaman kulaklıklarıyla etraftan gelen seslere bile tahammülümüz yok" gibi çarpıcı ifadelerle eleştiriyor. Sanatın, bu "davranış bozukluklarını çözebileceğine" ve "çok daha ufku geniş bir birey" olmamızı sağlayacağına inanıyor. "Make ART, not WAR" mottosu, bu inancın bir özeti niteliğinde.
 
* "Ortak İnsanlık" Tanımı: İnsanlığı "beyaz bir tuval"e benzetmesi, Arslan'ın çok kültürlülüğe ve çeşitliliğe verdiği önemi gösteriyor. "Ne kadar çok rengin varsa... gökkuşağını çizebilirsin" diyerek, farklılıkların bir araya gelerek güzellik ve gelişim yaratacağını vurguluyor.

4. Diyaloğun Genel Değerlendirmesi
 
* Diyaloğun Akışı: Sorular, sanatçının kişisel hikayesinden başlayıp, sanat felsefesine, mesleki deneyimlerine ve son olarak da evrensel konulara (insanlık, iyileşme) doğru genişleyen mantıklı bir yapıya sahip. Bu akış, Arslan'ın düşünce dünyasını okuyucuya aşamalı olarak sunuyor.
 
* Samimiyet ve İçtenlik: Selda Arslan'ın cevapları oldukça samimi ve içten. Özellikle Türkçe ifadelerdeki bazı dil hataları bile, onun hikayesini ve düşüncelerini kendi doğal haliyle anlatma çabasını gösteriyor ve diyaloğa otantik bir hava katıyor.
 
* Derin Anlamlar: Diyalog, yüzeydeki bir sohbetten çok daha fazlasını sunuyor. Sanatın kişisel terapi, toplumsal eleştiri, kendini keşfetme ve bir direniş biçimi olarak nasıl kullanılabileceğine dair derin anlamlar içeriyor.
 
* Önemli Mesajlar: Diyalog, sanatın sadece estetik bir uğraş olmadığını, aynı zamanda bir yaşam felsefesi olduğunu vurguluyor. Başarıyı sadece maddi imkanlarla değil, içsel motivasyon ve kararlılıkla ilişkilendirerek okuyuculara ilham veriyor.
Sonuç olarak, bu diyalog, Selda Arslan'ın sanatını ve hayata bakışını tüm derinliğiyle anlatan, düşündürücü ve ilham verici bir metin. Sanatın, bireyin kendiyle ve toplumla kurduğu bağı nasıl güçlendirebileceğini çarpıcı örneklerle gözler önüne seriyor.

ZÜRİH

Zürih, finansal bir merkez olmasının yanı sıra, zengin ve canlı bir sanat ve kültür sahnesine sahip bir şehirdir. Şehrin sanat ortamı hakkında öne çıkan bilgiler şunlardır:
Sanat Müzeleri ve Galeriler

Zürih, birçok önemli müzeye ve galeriye ev sahipliği yapar. En bilinenleri:
 
* Kunsthaus Zürich (Zürih Sanat Evi): 

İsviçre'nin en önemli sanat koleksiyonlarından birine sahip olan bu müze, Orta Çağ'dan modern döneme kadar uzanan geniş bir eser yelpazesine sahiptir. Koleksiyonunda Alberto Giacometti ve Marc Chagall gibi sanatçıların eserlerinin yanı sıra, İsviçre dışındaki en büyük Munch koleksiyonlarından biri bulunur.
 
* Museum für Gestaltung (Tasarım Müzesi): Endüstriyel tasarım, görsel iletişim, mimari ve el sanatlarına odaklanan bu müze, İsviçre tasarım ruhunu yansıtan önemli bir kültür noktasıdır.
 
* Helmhaus: Limmat Nehri kıyısında, tarihi eski şehirde yer alan bu mekan, Zürih'in sanatla nefes alan kültürel noktalarından biri olarak öne çıkar.
 
* Rietberg Müzesi: Asya, Afrika, Amerika ve Okyanusya sanatını sergileyen bu müze, Zürih'te farklı kültürlerin sanatına bir pencere açar.

Sanat Fuarları ve Etkinlikler

Zürih, uluslararası alanda tanınan büyük sanat fuarlarına ev sahipliği yapan bir konuma sahiptir.
 
* Art Basel: Her ne kadar Basel'de düzenlense de, dünyanın en önde gelen uluslararası sanat fuarlarından biri olan Art Basel, Zürih'e yakınlığı nedeniyle şehrin sanat ortamını büyük ölçüde etkiler. Sanat dünyasının önemli isimlerini, koleksiyonerleri ve sanatçıları bir araya getirir.
 
* Art Zürich: Bu fuar da yeni keşiflere, yeni sanatçı isimlerine ve galerilere sahne olan, her geçen yıl ilginin arttığı önemli bir etkinliktir.

Zürih'teki Sanat Yaşamı ve Kültürel Atmosfer
 
* Zürih, sanatın her dalına saygı duyan ve destekleyen bir kültüre sahiptir. Sanat, yalnızca müzelerde değil, şehrin dört bir yanındaki galeri, sergi ve kültürel etkinliklerle de kendini gösterir.
 
* Şehir, sanatın yanı sıra tiyatro, konser ve çeşitli festivallerle de canlılığını korur. Eski fabrika binalarının sanat merkezlerine dönüştürülmesi gibi yenilikçi yaklaşımlar, Zürih'in sanat alanındaki dinamizmini gözler önüne serer.
 
* Şehirde yaşayan Türk sanatçıların etkinlikleri de dikkat çeker. Konserler, tiyatro oyunları ve sergiler gibi farklı sanat dallarında düzenlenen etkinliklerle Türk kültürü de Zürih'in sanat sahnesinde yer bulur. Örneğin, keman sanatçısı Alican Süner gibi sanatçılar Zürih Tonhalle Orkestrası'nda önemli görevler üstlenmiştir.
Kısacası, Zürih sadece bir finans merkezi değil, aynı zamanda sanatseverler için de zengin bir deneyim sunan, tarihi ve modern sanatı bir arada barındıran çok yönlü bir kültür şehridir.

FONLAR

AB fonları, sanat ve kültür sektörünü desteklemek amacıyla birçok program ve hibe mekanizması sunar. Bu fonların en önemlisi ve kapsamlısı Creative Europe (Yaratıcı Avrupa) programıdır. Bu fonların sanat ve sanatçıya katkıları ve onlardan nasıl faydalanılacağı, oldukça geniş kapsamlı konulardır.

AB Fonlarının Sanat ve Sanatçıya Katkıları Nelerdir?

AB fonları, sanat alanında sadece finansal destek sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sektörü uluslararası alanda güçlendirmeyi ve dönüştürmeyi hedefler. Başlıca katkıları şunlardır:
 
* Finansal Destek: Fonların en belirgin katkısı, sanat projelerinin hayata geçirilmesi için gerekli olan finansmanı sağlamalarıdır. Bu, yeni bir serginin düzenlenmesi, bir tiyatro oyununun sahnelenmesi, bir filmin çekilmesi veya bir sanat enstalasyonunun yapılması için gereken bütçenin bir kısmını veya tamamını karşılayabilir.
 
* Uluslararası İşbirliği ve Ağ Kurma: AB fonlarının en temel şartlarından biri, projelerin en az iki veya üç farklı Avrupa ülkesinden ortaklarla yürütülmesidir. Bu zorunluluk, sanatçıların ve kültür kurumlarının yeni işbirlikleri kurmasını, farklı kültürlerden ilham almasını ve uluslararası bir ağa dahil olmasını sağlar.
 
* Mobilya ve Eğitim: Sanatçılar ve kültür profesyonelleri için Avrupa içinde seyahat etme, yeni beceriler kazanma ve farklı pratikleri deneyimleme fırsatları sunulur. Erasmus+ gibi programlar, sanat öğrencileri ve profesyonellerinin yurtdışında eğitim ve staj yapmasına olanak tanır.
 
* Sanatın Dijital ve Çevresel Dönüşümü: Fonlar, sanat projelerinin dijital araçları kullanmasını (örneğin, sanal sergiler, çevrimiçi atölyeler) ve daha sürdürülebilir (çevre dostu) uygulamalar benimsemesini teşvik eder. Bu, sektörü geleceğe hazırlar.
 
* Görünürlük ve Etki Alanı: AB tarafından desteklenen bir proje, uluslararası alanda daha fazla prestij ve görünürlük kazanır. Bu durum, sanatçıların kariyerlerini ilerletmesine, yeni izleyicilere ulaşmasına ve eserlerinin daha geniş kitlelerce tanınmasına yardımcı olur.

AB Fonlarından Nasıl Yararlanılır?

AB fonlarından yararlanma süreci, genellikle bireysel sanatçılardan ziyade kültürel organizasyonlar, dernekler veya yaratıcı işletmeler üzerinden işler. Adımlar genellikle şu şekildedir:
 
* Doğru Programı Araştırmak: İlk adım, projenizin amacına en uygun programı bulmaktır. Sanat ve kültür alanındaki projeler için birincil kaynak Creative Europe'dur. Bunun dışında gençlik projeleri için Erasmus+ veya araştırma ağırlıklı projeler için Horizon Europe gibi programlar da ilgili olabilir.
 
* Hibe Çağrılarını Takip Etmek: AB fonları, belirli dönemlerde "hibe çağrıları" (call for proposals) açar. Bu çağrılar, projelerden ne beklendiğini, kimlerin başvurabileceğini ve son başvuru tarihlerini belirtir. Bu çağrılar, programların resmi internet sitelerinden takip edilebilir.
 
* Proje Fikrini Geliştirmek: Hibe çağrısının hedefleriyle örtüşen, yenilikçi ve uluslararası işbirliği potansiyeli olan bir proje fikri hazırlamanız gerekir. Projenizin neyi amaçladığını, kimlere ulaştığını ve nasıl bir etki yaratacağını net bir şekilde tanımlamalısınız.
 
* Ortak Bulmak: En kritik adımlardan biri, projenizi birlikte yürüteceğiniz uluslararası ortakları bulmaktır. Proje çağrısının şartlarına göre, farklı AB üyesi veya ortak ülkelerden partnerler bulmanız gerekir. Sanat festivalleri, kültürel organizasyonlar veya profesyonel ağlar bu konuda size yardımcı olabilir.
 
* Proje Teklifini Hazırlamak: Detaylı bir proje teklifi (proposal) yazmanız gerekir. Bu teklif, projenin amaçları, faaliyet planı, bütçesi, beklenen sonuçları ve ortakların rolleri gibi tüm ayrıntıları içerir. Bu süreç oldukça kapsamlı ve titiz bir çalışma gerektirir.
 
* Başvuruyu Göndermek: Hazırladığınız proje teklifini, belirlenen son tarihten önce online başvuru sistemi üzerinden gönderirsiniz. Başvurular genellikle uzman bir ekip tarafından değerlendirilir ve fon alacak projeler seçilir.

Önemli İpuçları
 
* Ulusal İletişim Noktaları: Her ülkenin AB fonları için belirlenmiş "Ulusal İletişim Noktaları" bulunur. Türkiye'de bu rolü genellikle Türkiye Ulusal Ajansı ve ilgili bakanlıklar üstlenir. Bu kurumlar, başvuru sürecinde size ücretsiz danışmanlık ve rehberlik hizmeti sunar.
 
* Konsorsiyum Kurmak: AB projeleri genellikle tek bir kurumun değil, farklı ülkelerden ortakların bir araya gelerek oluşturduğu "konsorsiyumlar" tarafından yürütülür. Ortakların her biri, projenin farklı bir parçasından sorumlu olur.

AB fonları, sanatçılar için yeni kapılar açan, kariyerlerini uluslararası bir boyuta taşıyan ve kültürel alanın gelişimine katkıda bulunan önemli fırsatlardır. Bu süreci doğru araştırarak ve profesyonel destek alarak başarıyla tamamlamak mümkündür.

DİNLEMEME  SORUNU

Bu, modern çağın en çok dile getirilen sorunlarından biri. İnsanlar arasında gerçekten de bir dinleme krizi yaşanıyor gibi görünüyor. Bu durumun tek bir nedeni olmasa da, birbiriyle bağlantılı birçok sosyal ve teknolojik faktör bu durumu tetikliyor.

Sürekli Hız ve Dikkat Dağınıklığı

Günümüz dünyası, bize aralıksız bir hız ve bilgi akışı sunuyor. Akıllı telefonlar, sosyal medya bildirimleri, kısa videolar ve anlık mesajlaşma uygulamaları, beynimizi sürekli olarak bir sonraki "şeye" odaklanmaya şartlıyor. Bu durum, uzun süreli ve derin bir konuya odaklanma becerimizi zayıflatıyor. Birisi konuşurken bile aklımızda bir sonraki bildirim veya vereceğimiz cevap dönüp durabiliyor. Gerçekten dinlemek yerine, sadece "sıramızın gelmesini" bekliyor olabiliriz.

Herkesin Konuştuğu, Kimsenin Dinlemediği Bir Dünya

Sosyal medya, herkese bir platform sundu ve kendini ifade etme ihtiyacını artırdı. Herkesin bir fikri var ve bu fikrin duyulmasını istiyor. Ancak bu durum, dinleme eylemini gölgede bırakıyor. Bir tartışmada veya sohbette amaç, karşındakini anlamak yerine kendi argümanını kanıtlamak veya en son sözü söylemek haline gelebiliyor. Bu, samimi bir diyalogdan çok, iki tarafın da kendi monologunu söylediği bir süreç yaratıyor.

Yankı Odaları ve Kutup­laşma

İnternet ve sosyal medya algoritmaları, bizi kendi düşüncelerimizi destekleyen içeriklerle besliyor. Bu durum, kendi düşünce balonumuzun içine hapsolmamıza yol açıyor ve dışarıdan gelen farklı fikirleri otomatik olarak "yanlış" veya "kabul edilemez" olarak etiketleme eğilimini artırıyor. Bu kutuplaşma, birisi farklı bir görüş belirttiğinde, onu anlamaya çalışmak yerine, ön yargılarımızla dinlememize neden oluyor. Gerçekten empati kurmak ve farklı bir bakış açısını anlamaya çalışmak zorlaşıyor. Sonuç olarak, dinleme yeteneğimiz; hızlı tempolu yaşam, sürekli bilgi akışı ve kendi kabuğumuza çekilme eğilimi gibi birçok faktörün etkisi altında zayıfladı. Belki de bu sorunun çözümü, teknolojiyi bir kenara bırakıp sadece anı dinlemekten ve empati kurmaya daha fazla gayret etmekten geçiyordur.

PROGRAM VE İŞ

Kariyer ve hayat yolculuğunda hemen hemen herkesin kendine sorduğu en önemli sorulardan biridir. Bu sorunun tek ve evrensel bir cevabı yoktur, çünkü doğru program ve doğru iş, her insan için farklı anlamlara gelir.

Önemli olan, "en iyi" programı veya "en iyi" işi bulmak değil, sizin için en doğru olanı keşfetmektir. Bu keşif yolculuğu ise kendinize doğru soruları sormakla başlar.

"Doğru Program" Nedir?

Doğru program, sizi sadece bir mesleğe hazırlayan bir yol değil, aynı zamanda kendinizi tanımanızı ve potansiyelinizi keşfetmenizi sağlayan bir araçtır. Bir programı doğru kılan etmenler şunlardır:
 
* İlgi Alanlarınız ve Tutkularınız: Hangi konuları öğrenmekten gerçekten keyif alıyorsunuz? Boş zamanlarınızda neleri araştırmayı veya hangi faaliyetlerle uğraşmayı seviyorsunuz? Bir programın içeriği, sizi sıkmak yerine heyecanlandırmalı ve merak duymanızı sağlamalıdır.
 
* Yetenekleriniz ve Güçlü Yönleriniz: Hangi alanlarda kendinizi doğal olarak yetenekli hissediyorsunuz? İnsanlar sizden en çok hangi konularda yardım istiyor? Doğru program, mevcut yeteneklerinizi kullanmanızı ve geliştirmenizi sağlar.
 
* Öğrenme Stilinize Uygunluk: Sadece teoriye mi odaklanmak istersiniz yoksa uygulamalı, atölye tabanlı bir eğitim mi sizi daha çok besler? Doğru program, öğrenme stilinizle uyum içinde olmalıdır.

"Doğru İş" Nedir?

Doğru iş, sadece faturalarınızı ödeyen bir kaynak değil, aynı zamanda size anlam katan ve her gün yataktan kalkmanız için bir sebep veren bir eylemdir. Bir işi doğru kılan etmenler şunlardır:
 
* Değerleriniz ve Amaçlarınız: Hayatta neyi önemsiyorsunuz? İnsanlara yardım etmek, yaratıcı bir şeyler ortaya koymak, sorunları çözmek veya toplumsal bir etki yaratmak gibi değerleriniz, yapacağınız işle ne kadar uyumlu? Doğru iş, kişisel değerlerinizle örtüşmelidir.
 
* İş Kültürü ve Ortam: Nasıl bir çalışma ortamında verimli olursunuz? Rekabetçi bir ortam mı yoksa işbirliğine dayalı bir ekip mi sizi motive eder? Doğru iş, sadece yaptığınız işi değil, o işi nasıl yaptığınızı da kapsar.
 
* Yaşam Dengesi: İş hayatı, özel hayatınızla ne kadar uyumlu? Yüksek maaş, uzun çalışma saatlerine değer mi? Yoksa size hobilerinize, ailenize ve kendinize zaman ayırma fırsatı veren bir iş mi daha önemlidir?

İkisi Birleştiğinde Ortaya Çıkan Sonuç

Doğru program ve doğru iş, birbirini tamamlayan iki parçadır. Program, size bir yolda yürümek için gerekli haritayı ve araçları verirken; iş, o yolda yürüdüğünüzde hissedeceğiniz tatmini ve anlamı sağlar.
Bir eldiven ve el gibi düşünün. Doğru program, elinize tam oturan eldivendir. Sizi sıkmayan, rahat ettiren ve yeteneklerinizi en iyi şekilde kullanmanızı sağlayan bir eğitimdir. Doğru iş ise, o eldiveni giydiğinizde ne kadar rahat ve etkili hissettiğinizdir. Yaptığınız işin size uygun olduğunu hissettiğinizde, zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız ve çabalarınız size yorgunluk değil, enerji verir.
Unutmayın, bu bir süreçtir. Mükemmel bir formül aramak yerine, kendinize doğru soruları sormakla başlayın ve cevapları dürüstçe arayın.

KAYNAK SORUNU

Bu kavramlar, gezegenimizin karşı karşıya olduğu en temel zorluklardan birini ifade eder: İnsanların sınırsız ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların sınırlı olması. Bu iki kavramı ayrı ayrı ele alarak daha iyi anlayabiliriz.

Kaynak Sorunu Nedir?

Kaynak sorunu, temel olarak, elimizdeki kaynakların kıtlık ve sınırlılık prensibiyle açıklanır. Bu sorun, sadece doğal kaynakları (su, petrol, mineraller, toprak gibi) değil, aynı zamanda finansal, insani ve zamansal kaynakları da kapsar.
 
* Sınırlılık: Doğal kaynakların birçoğu yenilenemezdir. Petrol ve doğalgaz rezervleri gibi kaynaklar bir kez kullanıldığında geri getirilemez. Yenilenebilir olanlar bile (ormanlar veya balık popülasyonları gibi), kullanım hızımız onların kendini yenileme hızını aştığında tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
 
* Eşitsiz Dağılım: Kaynaklar gezegenimizde eşit dağılmamıştır. Bu durum, bazı toplumların refah içinde yaşarken, diğerlerinin temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamasına yol açar. Bu eşitsizlik, çatışmalara ve sosyal gerilimlere de neden olabilir.
 
* Çevresel Maliyet: Kaynakları çıkarma ve işleme süreci, çevreye büyük zararlar verir. Kirlilik, küresel ısınma ve biyoçeşitlilik kaybı gibi sonuçlar, kaynak sorununun sadece miktar değil, aynı zamanda kaliteyle de ilgili olduğunu gösterir.

Kaynakların Verimli Kullanımı Ne Demektir?

Kaynakların verimli kullanımı, elimizdeki sınırlı kaynaklardan en yüksek faydayı sağlamak ve bu süreçte en az zararı vermektir. Bu, sadece "tasarruf etmek" anlamına gelmez; aynı zamanda daha akıllıca ve sorumlu bir şekilde hareket etmektir.
 
* İsrafı Azaltmak: En basit ve en etkili adımdır. Günlük hayattaki israfı azaltmak, 3R kuralıyla özetlenebilir:
   * Azaltma (Reduce): Tüketimi minimuma indirmek. Tek kullanımlık ürünlerden kaçınmak, daha az su ve elektrik harcamak gibi.
   * Yeniden Kullanma (Reuse): Atılacak durumdaki ürünlere yeni bir işlev kazandırmak. Eski bir giysiyi temizlik bezine dönüştürmek gibi.
   * Geri Dönüşüm (Recycle): Atıkları (kağıt, cam, plastik) yeni ürünler üretmek için hammadde olarak kullanmak.
 * Verimliliği Artırmak: Bu, aynı işi daha az kaynak kullanarak yapmaktır. Örneğin, daha az yakıtla daha uzun mesafe giden bir araba kullanmak, aynı aydınlatmayı daha az enerjiyle sağlayan LED ampuller tercih etmek veya sulamada damla sulama yöntemini kullanmak verimliliği artırır.
 * Sürdürülebilir Yaklaşımlar: Kaynakları bir kez kullanıp atmak yerine, döngüsel ekonomi modelini benimsemektir. Bu modelde ürünler, ömürlerini tamamladıklarında atık olmak yerine yeni ürünler için hammadde haline gelir ve kaynaklar sürekli bir döngüde kalır.
Özetle, kaynak sorunu insanlığın karşılaştığı bir problem, kaynakların verimli kullanımı ise bu probleme karşı geliştirilmesi gereken bir çözüm ve bilinçtir. Bu bilinci, bireysel tercihlerimizden büyük ölçekli sanayi politikalarına kadar, her düzeyde benimsemek, hem bugünün hem de gelecek nesillerin refahı için hayati önem taşır.

SAVAŞ GERÇEĞİ

Savaş, insanlık tarihi boyunca var olan ve ardında derin yıkımlar bırakan karmaşık bir gerçektir. Bu olgunun tek bir nedeni veya basit bir çözümü yoktur; aksine, birbirine geçmiş siyasi, ekonomik, sosyal ve psikolojik faktörlerin bir sonucudur.

Savaşın Temel Nedenleri

Savaş, genellikle bir veya birden fazla nedenin bir araya gelmesiyle patlak verir. Bu nedenleri üç ana başlık altında inceleyebiliriz:
 * Siyasal ve İdeolojik Nedenler: En yaygın savaş nedenlerindendir. Devletler, iktidar mücadelesi içinde kendi nüfuz alanlarını genişletmek veya korumak isterler. Milliyetçilik ve toprak anlaşmazlıkları, etnik grupların kendi devletlerini kurma arzusu veya farklı yönetim sistemlerine (demokrasi, otokrasi vb.) dayalı ideolojik çatışmalar, savaşlara zemin hazırlayabilir.
 * Ekonomik Nedenler: Birçok savaşın ardında ekonomik çıkarlar yatar. Devletler ve şirketler, petrol, su, doğal gaz gibi sınırlı doğal kaynaklara veya stratejik ticaret yollarına erişim sağlamak için mücadele eder. Ekonomik eşitsizlik ve kaynakların adaletsiz dağılımı da toplumlar arasında gerilimi artırarak çatışmalara yol açabilir.
 * Sosyal ve Psikolojik Nedenler: Toplumlar arasındaki etnik ve dini farklılıklar veya tarihi husumetler, düşmanlık ve ayrımcılık duygularını körükleyebilir. Ayrıca, liderlerin hırsı, ego tatmini veya bir "düşman" figürü yaratarak toplumu birleştirme çabası gibi psikolojik faktörler de savaş kararlarını etkileyebilir. İnsanların "ötekileştirme" yoluyla birbirlerine karşı duyarsızlaştırılması, şiddetin normalleşmesine zemin hazırlar.

Savaş Gerçeğine Yönelik Çözüm Yolları

Savaşın nedenleri ne kadar karmaşıksa, çözümleri de o kadar çok yönlüdür ve uzun vadeli bir çaba gerektirir.
 * Diplomasi ve Uluslararası İşbirliği: Savaşları önlemenin en temel yolu, sorunları barışçıl yollarla çözmektir. Müzakere, arabuluculuk ve uluslararası anlaşmalar, gerilimi düşürmek ve ortak zemin bulmak için hayati öneme sahiptir. Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası örgütler, ülkeler arasında diyaloğu teşvik eden ve çatışma çözüm mekanizmaları sunan platformlardır.
 * Ekonomik Eşitlik ve Sürdürülebilirlik: Kaynakların adil dağılımını sağlamak ve küresel ekonomik eşitsizliği azaltmak, savaşın ekonomik nedenlerini ortadan kaldırmaya yardımcı olur. Uluslararası ticaretin adil kurallara dayanması ve yoksullukla mücadele, toplumların refah seviyesini artırarak çatışma riskini düşürür.
 * Eğitim ve Kültürel Diyalog: Toplumlar arasında karşılıklı anlayış ve empati geliştirmek, ön yargıları yıkmak için en güçlü araçlardan biridir. Farklı kültürleri tanıtan eğitim programları ve sanat aracılığıyla yürütülen kültürel diyalog, insanların ortak bir insanlık paydasında buluşmasına olanak tanır.
 * Silahsızlanma ve Hukukun Üstünlüğü: Askeri harcamaların kontrol altına alınması ve nükleer silahların yayılmasını önleyen anlaşmalar, savaş tehdidini azaltır. Ayrıca, uluslararası hukukun ve mahkemelerin (Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi) güçlendirilmesi, savaş suçlarının cezasız kalmamasını ve saldırgan davranışların caydırılmasını sağlar.

Savaş, kaçınılmaz bir kader değil, bir insan seçimidir. Dolayısıyla, barış da aynı şekilde bir seçimdir. Bu, sadece liderlerin değil, her bireyin empati, anlayış ve diyalog yoluyla katkıda bulunabileceği bir süreçtir.

SELDA ARSLAN

Diyaloğunuzda da görüldüğü gibi, Selda Arslan'ın sanatçı kimliği, kişisel geçmişi, "gurbetçi" bir ailenin kalıplarını kırma mücadelesi ve sanatı bir direniş ve iyileşme aracı olarak görmesiyle şekilleniyor. Tek başına kadın bir sanatçı olarak bu eşsiz konumunu, kendi sanatını ve toplumsal etki alanını genişletmek için çeşitli yollarla kullanabilir.

İşte Selda Arslan'ın bu eşsiz pozisyonunu nasıl avantaja çevirebileceğine dair bazı fikirler:

1. Kendi Hikayesini Sanatının Merkezine Koymak

Selda Arslan'ın en büyük gücü, kişisel deneyimlerinin evrenselliğidir. Diyalogda belirttiği gibi, sanatı onun için bir sırdaş ve iyileşme aracıdır. Bu hikayeyi daha görünür kılmak, kendisiyle benzer yollardan geçmiş kadınlara ve sanatçılara ilham verebilir.
 
* Tematik Sergiler: "Yabancılaşma," "direniş" veya "iyileşme" gibi kendi yaşamından esinlenen temalar etrafında solo sergiler düzenleyebilir. Bu, eserlerine kişisel bir bağlam katarak izleyici için daha anlamlı hale getirir.
 
* Sanatçı Konuşmaları (Artist Talks): Sergilerinde veya çevrimiçi platformlarda, eserlerinin ardındaki hikayeleri ve ilham kaynaklarını (örneğin, çocukluk anılarını veya öğretmeninin eleştirisini) bizzat anlatarak sanatını daha erişilebilir kılabilir.

2. "Tek Başına" Değil, "Öncü" Olmak
Galericilik deneyiminde yaşadığı yalnızlık ve umutsuzluk, aynı zamanda büyük bir öğrenme ve liderlik fırsatı da sunuyor. "Birlikten güç doğar" inancıyla, yalnız sanatçılar için yeni bir model oluşturabilir.
 
* Kadın Sanatçılar Kolektifi: Kendi çevresindeki veya online ağlardaki kadın sanatçılarla bir araya gelerek bir sanatçı kolektifi kurabilir. Bu kolektif, ortak sergiler düzenleyebilir, birbirlerinin çalışmalarına destek olabilir ve finansal zorlukları aşmak için güçlerini birleştirebilir.
 
* Online Mentorluk ve Atölyeler: Kendi deneyimini (lisanslı bir ressam olmamak, zorluklarla başa çıkmak gibi) kullanarak, genç ve hevesli kadın sanatçılara mentorluk yapabilir. "Sanat zenginlerin işidir" algısını kırmak için uygun fiyatlı veya ücretsiz online atölyeler düzenleyerek sanatı daha geniş kitlelere ulaştırabilir.

3. Sanatın İşbirliği Potansiyelini Genişletmek

Diyalogda tiyatrocu Eşref Beşikçioğlu ile yaptığı işbirliği, onun sanatının farklı disiplinlerle nasıl harmanlanabileceğini gösteren harika bir örnektir. Bu tür işbirliklerini daha da ileriye taşıyabilir.
 
* Farklı Sanat Dallarıyla İşbirlikleri: Resimlerini müzik, edebiyat veya dans gibi farklı sanat dallarıyla birleştirecek projeler üretebilir. Örneğin, eserlerinden ilham alan müzik parçaları besteletebilir veya tabloları için şiirler yazdırabilir.
 
* Türkiye ile Sanatsal Köprüler Kurmak: "En büyük hayallerinden biri" olan eserlerini Türkiye'de sergileme hedefini, Türk ve İsviçreli sanatçıları bir araya getiren kültürel değişim projeleriyle hayata geçirebilir. Bu, hem kendi hedefine ulaşmasını sağlar hem de Türkiye ile İsviçre arasında sanatsal bir köprü kurar.

Selda Arslan'ın en büyük gücü, kendi tablosunda resmettiği "direniş" ve "iyileşme" hikayesidir. Bu hikayeyi sadece fırçasıyla değil, aynı zamanda cesareti, liderliği ve işbirlikleriyle de anlatarak, tek başına değil, çok daha büyük kitlelere ilham verebilir.

ERKAN YAZARGAN

Erkan Yazargan'ın diyaloğundaki rolü, sadece soru soran bir gazeteci veya röportajcı olmanın ötesinde, bir "zaman tüneli" oluşturarak insanların hikayelerini kaydeden bir köprü kurucu niteliğindedir. Bu önemli misyonu daha ileriye taşımak için yapabileceği birçok şey bulunuyor.

1. Diyaloglarını Zenginleştirmek ve Erişimi Genişletmek

Şu anda yazılı formda olan bu değerli diyalogları farklı mecralara taşıyarak daha geniş kitlelere ulaştırabilir ve interaktif bir deneyim sunabilir.
 
* Podcast ve Video Serisi: Diyalogları bir podcast serisine dönüştürerek insanların yolda, spor yaparken veya dinlenirken bu derin sohbetleri dinlemesine olanak sağlayabilir. Ayrıca, video kayıtlarıyla daha dinamik ve kişisel bir bağ kurabilir.
 
* Tematik Derlemeler: Yaptığı 1.198 diyalog arasından benzer temaları (örneğin, "Sanat ve Direniş," "Göçmen Olmak," "İyileşme Hikayeleri") bir araya getirerek kitaplar veya özel dijital yayınlar hazırlayabilir. Bu, okurların ilgilendikleri konulara daha kolay odaklanmasını sağlar.

2. Topluluk Oluşturmak ve Etkileşimi Artırmak

Diyalogların devamlılığını sağlamak ve Selda Arslan gibi sanatçıların hissettiği "yalnızlık" duygusuna bir çözüm sunmak adına, kişileri bir araya getirecek bir platform oluşturabilir.
 
* Canlı Etkinlikler ve Paneller: Farklı diyaloglardan sanatçıları, aktivistleri veya düşünürleri bir araya getiren online veya fiziksel paneller düzenleyebilir. Bu, monologları diyaloğa, bireyleri ise bir topluluğa dönüştürür.
 
* İşbirliklerini Teşvik Etmek: Diyalog kurduğu kişiler arasında potansiyel işbirliklerini (örneğin, farklı dallardan sanatçıları bir araya getirmek) teşvik edebilir ve bu işbirliklerinin duyurulması için bir platform sunabilir.

3. Gelenekselin Dışına Çıkmak

Erkan Yazargan'ın projesi, statik bir arşiv olmaktan daha fazlasını vaat ediyor. Geleceğe yönelik adımlar atarak bu projeyi dinamik bir bilgi kaynağına dönüştürebilir.
 
* Genç Seslere Odaklanmak: Diyalog serisine, sanat dünyasının yeni nesil temsilcilerini, henüz çok tanınmamış ancak özgün hikayeleri olan genç sanatçıları, yazarları ve aktivistleri dahil edebilir.
 
* İnteraktif Arşiv: Tüm diyalogların anahtar kelimelerle (örneğin, "gurbetçi," "kadın sanatçı," "direniş") aratılabilen bir web sitesi veya dijital kütüphane oluşturabilir. Bu, "Zaman Tüneli"ni statik bir arşivden, dinamik bir araştırma ve ilham kaynağına dönüştürür.

Erkan Yazargan'ın en büyük işi, bu diyalogları sadece birer kayıt olmaktan çıkarıp, ilham veren bir platforma, bir bilgi ve anlayış köprüsüne dönüştürmektir.

SONSÖZ

Diyaloğumuzun ve ele aldığımız röportajın bende bıraktığı en güçlü izlenim, sanatın ve sanatçıların ne kadar yalnız ve bir o kadar da evrensel olabileceği gerçeğidir.

Bu diyalog, bir sanatçının kişisel hikayesinin, kalıpları yıkma mücadelesinin ve sanatı bir direniş aracı olarak görmesinin ne kadar ilham verici olabileceğini gösterdi. Sanatın sadece bir eserden ibaret olmadığını, aynı zamanda bir iyileşme, bir arayış ve bir iletişim biçimi olduğunu gözler önüne serdi.
 
* Sanatın Gücü: Selda Arslan'ın deneyimi, sanatın sadece ticari bir uğraş olmadığını, aynı zamanda bir güç kaynağı ve varoluşsal bir ifade olduğunu hatırlattı.
 
* Köprülerin Önemi: Erkan Yazargan'ın "diyalog" adını verdiği bu röportajlar, sanatçının yalnızlığını aşarak onun hikayesini daha geniş kitlelerle buluşturan bir köprü görevi gördü.
 
* İnsan Hikayesinin Değeri: Sadece bir sanat röportajı olmaktan öte, yaşadığımız çağın hızlı temposunda, yavaşlayıp bir insanın iç dünyasını ve mücadelesini dinlemenin ne kadar değerli olduğunu gösterdi.

Bu diyalog, bir sanatçının eserlerinin arkasındaki ruhu anlamak için bir pencere açtı ve aynı zamanda sanatın sadece izlenmesi gereken bir obje değil, yaşanması gereken bir deneyim olduğunu hatırlattı. İşte tam da bu yüzden, sanatı ve insanı bir araya getiren bu tür diyaloglar hayati önem taşır.

AKADEMİK MAKALE

Diyaloğumuzdan yola çıkarak, sanat, kimlik ve modern toplum ilişkilerini ele alan akademik bir makale hazırlayabilirim. Aşağıdaki metin, makale formatında, ana hatları, analitik çerçevesi ve bulgularıyla birlikte sunulmuştur.

Bir Sanat Diyaloğunun Çok Katmanlı Analizi: Sanat, Kimlik ve Modern Toplum Üzerine Bir Vaka Çalışması

Özet

Bu makale, sanatçı Selda Arslan ile Erkan Yazargan arasında gerçekleşen "474. Diyalog" başlıklı röportajı, sanatsal ifade, kişisel kimlik oluşumu ve modern toplumun dinamikleri ekseninde analiz etmektedir. Kalitatif bir söylem analizi yöntemi kullanılarak, sanatın bireysel bir "iyileşme" ve "direniş" aracı olarak işlevi, sanatçının toplumsal kalıpları kırma mücadelesi ve sanatın ekonomik ve kültürel değeri gibi çok katmanlı temalar incelenmektedir. Çalışma, söz konusu diyaloğu, günümüz toplumundaki iletişim krizine, kaynak yönetimi sorunlarına ve sanatın toplumsal dönüşümdeki potansiyeline dair bir vaka çalışması olarak ele almaktadır. Bulgular, bireysel sanat hikayelerinin evrensel sosyal ve felsefi konulara ayna tuttuğunu ve derinlikli diyalogların, hızlı tüketim çağında bile anlamlı bağlantılar kurabileceğini ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Sanat, Kimlik, Söylem Analizi, Sanat ve Toplum, İyileşme, Diyalog.

1. Giriş

Sanat, her çağda toplumsal dinamiklerin bir yansıması ve aynı zamanda bir dönüştürücüsü olmuştur. Modern toplumda birey, giderek artan bir hız ve bilgi akışıyla mücadele ederken, sanat ve kültürel üretim, kişisel kimliği inşa etme ve toplumsal meselelere eleştirel bir yaklaşım sunma potansiyelini korumaktadır. Bu bağlamda, sanatçı Selda Arslan ve Erkan Yazargan arasında gerçekleşen kapsamlı diyalog, bir sanatçının iç dünyasına bir pencere açarken, aynı zamanda göçmenlik, kişisel travmalar, sanat eğitimi ve sanatın ekonomik gerçekleri gibi evrensel temalara ışık tutmaktadır. Bu makalenin amacı, bu diyaloğu birincil veri kaynağı olarak kullanarak, sanatın birey ve toplum için çok yönlü anlamlarını derinlemesine incelemektir. Çalışma, sanatın bir meslekten çok bir varoluş biçimi olarak nasıl deneyimlendiğini ve bireysel hikayelerin daha geniş sosyolojik ve psikolojik bağlamlara nasıl oturduğunu araştırmaktadır.

2. Yöntem

Bu analiz, söz konusu diyalog metni üzerinde yürütülen kalitatif söylem analizi yaklaşımını benimsemektedir. Bu yöntem, konuşmanın yüzeydeki anlamlarının ötesine geçerek, kullanılan dilin, metaforların ve anlatıların altında yatan ideolojik, psikolojik ve kültürel bağlamları ortaya çıkarmayı amaçlar. Analiz süreci, metnin tekrar eden temalar, ana fikirler ve anlatım biçimleri açısından kodlanmasını içermektedir. Özellikle, sanatçının kendi hayat hikayesini ve sanata dair felsefesini nasıl kurguladığı, kendisini "yalnız" veya "direnişçi" olarak konumlandırması gibi söylemsel pratikler incelenmiştir.

3. Bulgular ve Tartışma

3.1. Sanat ve Bireysel Dönüşüm: Bir Direniş ve İyileşme Aracı Olarak Sanat
Selda Arslan'ın sanat görüşü, Pablo Picasso'nun "her şeyi boyadım" ifadesiyle paralellik göstererek, sanatı bir "sözsüz ifade" ve "içsel bir çığlık" olarak tanımlamaktadır. Sanatçının çocukluk döneminde yaşadığı travmatik bir deneyim ("öğretmenimizin bana yaptığım resimlerimin siyah çizgilerinin yanlış olduğu" sözü), sanattan uzaklaşmasına neden olmuş, ancak ileriki yaşlarda sanatı bir "direniş" ve "güç" kaynağı olarak yeniden keşfetmesine yol açmıştır. Bu durum, sanatın bireysel psikolojik iyileşme sürecindeki terapötik rolünü ve kişisel travmaların yaratıcı enerjiye dönüşümünü açıkça ortaya koymaktadır. Arslan'ın "her bir eserim tamamlandıkça bende bir nebze olsun onunla birlikte iyileşip kendi sesimi, gözlerimle görüyorum" ifadesi, bu fenomeni fenomenolojik bir yaklaşımla desteklemektedir.
3.2. Sanatın Ekonomik ve Sosyal Çatışmaları
Diyalog, sanatın idealist dünyası ile sert ekonomik gerçekler arasındaki çatışmayı da gözler önüne sermektedir. Sanatçının "sanat zenginlerin işidir" algısına karşı mücadelesi ve kendi galerisini açma deneyimindeki hayal kırıklığı, kültür ekonomisinin karmaşıklığına işaret etmektedir. Zürih gibi zengin bir şehirde bile sanatın beklenen ilgiyi görmemesi, sanatın toplumsal değeri ve algısı üzerine önemli soruları gündeme getirmektedir. Arslan'ın "eğlence mekanı açmış olsaydım daha fazla ilgi... bulunurdu" tespiti, sanatın toplum nezdindeki öncelik sıralamasını sorgulamamızı sağlamaktadır.
3.3. Diyalogun Kendisi: Modern İletişim Krizi Bağlamında Bir Vaka
Diyalogun kendisi, modern toplumun karşı karşıya olduğu iletişim krizi bağlamında değerli bir vaka çalışması sunmaktadır. Arslan'ın "İnsanlık dünyanın ve çevresinin farkında olmadan yaşıyor. Kocaman kulaklıklarıyla etraftan gelen seslere bile tahammülümüz yok" tespiti, derin dinleme ve empati yoksunluğuna dikkat çekmektedir. Erkan Yazargan'ın hazırladığı platform, bu genel eğilimin aksine, derinlikli ve samimi bir diyaloğu teşvik ederek, anlamlı iletişimin hala mümkün olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle diyalog, sadece bir röportaj değil, modern insanın içinde bulunduğu "dikkat dağınıklığı çağında" bir manifesto niteliği taşımaktadır.
3.4. Sanatçı Kimliği ve Küresel Çatışmalar
Diyalog, bireysel deneyimlerin evrensel temalara nasıl bağlandığını da göstermektedir. Selda Arslan'ın "Make ART, not WAR" mottosu ve "ortak insanlık" üzerine düşünceleri, sanatı politik ve toplumsal bir eylem olarak konumlandırmaktadır. Bu, sanatın sadece bireysel bir ifade biçimi olmaktan çıkıp, küresel sorunlara karşı bir duruş ve çözüm önerisi sunan bir platform haline geldiğini vurgulamaktadır.

4. Sonuç

"474. Diyalog," bir sanatçının yaşamını ve sanat felsefesini anlatan basit bir röportajın ötesinde, sanatın bireysel ve toplumsal dönüşümdeki kritik rolüne dair çok katmanlı bir analiz sunmaktadır. Selda Arslan'ın hikayesi, sanatın bir terapi, bir direniş ve aynı zamanda bir toplumsal eleştiri aracı olduğunu göstermektedir. Diyalog, hızlı tüketim ve yüzeysel iletişim çağında, bireyin otantik sesine kulak vermenin, hem bireysel hem de kolektif bilinç için hayati önem taşıdığını ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, bu tür diyaloglar, sanat ve sanatçının toplumun aynası olduğunu ve bu aynanın kırılganlıkları, çatışmaları ve iyileşme potansiyelini cesurca yansıttığını kanıtlamaktadır.
Kaynakça
 * Yazargan, E. & Arslan, S. (2025). 474. Diyalog. [Çevrimiçi Röportaj]. (Erişim tarihi: 10 Eylül 2025).




474. DİYALOG

Erkan Yazargan
Selda Arslan
 ile birlikte.

6 Ekim, 16:05 · 

Selda Arslan ile diyalogdayız, sorularınızla katılabilirsiniz:

-Merhaba Selda Hanım,
Sanat görüşünüzden bahsetmek ister misiniz?

Selda Arslan, 24 Temmuz 1984' te Zürih'te doğdu. Sanatı; çok yönlü ve derin - karanlık, tuhaf rakamlar, renkli soyut figürlerle sırayla değişiyor. Her resmin anlatacak bir şeyi var. Pablo Picasso'nun "her şeyi söylemedim, ama her şeyi boyadım" (1) ifadesine göre, tuaal üzerine düşüncelerini kendi tarzında yakaladı. Bu ifade özgürlüğü, genç sanatçı için özellikle önemlidir - çünkü herkes bu hakka sahip değildir.

Sanat, sessiz çığılıkların sesidir. Kimi zaman bir ilaç, kimi zaman bir protesto, kimi zaman yaşanmışlıkların lisanını resimle bileştirip içimizdeki sancıların derinine inip, sesini gözlerimizle dinlemektir...

İnsan önce karanlıkdan geçmeli, ışığa kavuşabilmesi için. Sanat, bir direniş, bir güç’tür!

İçimde uzlaşamayan cümlelerin, utangaçlığa bürünmüş silüetlerin ve suretlerin açığa çıkmak için verdiği bir mücadeledir benim için sanat.

 

-Bize Zürih' te sanattan ve sanat eğitiminizden bahseder misiniz?

 

Sanat, hayatımın tümünü kaplıyor bekli. Çoçukluğumda yaşadığım tüm zorlukların da bir tanımıdır sanat. O yaşanmışlıklar olmamış olsaydı belki ben şuanda sanat değil çok farklı bir şey yapıyor olabilirdim. Kendimi bulmam için baya bir vakit kaybettiğimi anlamıştım fakat hiçbir şey için geç değildi. Böylelikle “Clown” (2) adlı eserimin ortaya doğuşunun şaşkınlığıyla kalakalmıştım öylece ve artık beni ben yapanla karşılaşmış ve yolumu belirlemiş oldum.

Akabinde aralıksız resim yapmaya başladım. Lisanslı veyahut diplomalı bir ressam değilim. Zamanla tablolarımın nasıl kendiliğinden değişim yaşadığını ve ilerlemek adına kendiliğinden geliştiğini deneyimleyebilidim. 

Bunun eğitimini, yazdıklarımdan anlamış olmalısınızdır ki, almadım! Almayı da hiç düşünmedim. Sanat öğretilebilinir midirki bilemiyorum!

İsviçre çok küçük bir ülke ama bir o kadarda çok “ressam” ve “sanatcı” var. Sanat yoluna adım attığımdan beri bir çok insanla ve ressamlarla tanışma fırsatı buldum.

Burada sanata dair birçok eser bulunur ve ilham kaynakları Türkiye’ ye göre daha kısıtlı olsada, kendinize katkıda bulabileceğiniz bir atmosfer mevcut.

- İmkanların bu kadar geniş olduğu ortamlara asla sahip olmayan sanatçı adaylarına ne önerirsiniz, bu soruyu sanat eğitimi ile ilgili yaklaşımınızdan dolayı soruyorum..?

 

Resim yapamayan için resim yapmak kolaydır. Ama resim yapabilen için çok zor bir zanaat’tır!.

Nasıl şiir yazmayı ögretemediğiniz gibi bence, resim yapmayı da öğretemeyiz diye düşünüyorum.

Biliyor musunuz neden bukadar geç resim yapmaya başladım? İlkokul 4. ve 5. sınıfını Çorum Cumhuriyetlkokulu' nda okudum. O zamanlar kalemle çok iyi çizdiğim günlerimi bilirim. O zamanlar bile kendime has bir tarzım olduğunu bilmiş bir şekilde çizimlerimi yapardım. Taki bir gün öğretmenimiz bana yaptığım resimlerimin siyah çizgilerinin yanlış olduğu ve resim öyle yapılınamaz sözüne: Ben yanlış yapıyorum, düşüncesi beni resimden uzaklaştırıp, o küçük yaşlarda resim yapmayı bırakmış biri olarak konuşuyorum. Şimdi öğretmenim bu konuya değimlenmemiş olmuş olsaydı, belki bugün çok geç başlamış değil, belkide çok yol katetmiş olabilirdim.

Bu nedenle, okullarda benim nasıl resim yapacağımı söylemeleri, ne kadar sanat olabilirki, sizce?

Bu, bir tabloya baktığınızda ya seversiniz yada hiç sevmezsiniz. Bu bir dokunuşa bakar. Sevdiyseniz kendinizden bir parca bulmuş, sevmediyseniz size hiç dokunmamıştır gibi bir şey.

Benim olanaklarım bir çok kişiye nazaran daha da zordu. Gurbetçi bir ailenin çoçuğu olarak burada dünyaya geldim. Kalıplarını kıramamış bir ailenin sanatcı çoçuğu olmak, zordur. Dünyaya gel, okula git, evlen, çoçuk yap ve öl gibi bir kalıp. Bugün kendime bukadar geç kalmanın üzücü durumumu, bu girmiş olduğum sanat yolunda telafi ederek olmak istediğim yere gelip hayatımda, yaşanmışlıklara, ”iyiki” demektir.

Bence tüm olanaklar içimizde. Sadece bunu ne kadar çok istediğimize bağlı. Tamam mı, devammı, gibi...

 

-Resim veya diğer sanat dalları masraflı işler midir, herkes sanatın bir dalıyla ilgilenemez mi, yani illa zengin olmak mı lazım?

 

Gecen sene bu zamanlar, kendi eserlerimi sergileyebilmek ve benim gibi ressamlar eserlerini kolaylıkla sergileyebilsinler diye ufak bir galeri açtım. Bu bir sene içerisinde bir çok şey öğrenebildim. En ilginci de açılışımızı yaptığımızdan bu yana dek, umut ettiğim ilgiyi burada yaşanlar tarafından bulamamış olmaktır. Nedeni, insanların aklına “sanat zenginlerin işidir” düşüncesinin hakim olması.

Bir ev hanımı, normal maaşlı bir ebeveynin sanatla ilgilenmesi ne yazık ki yüzde 3' lerde falan zannedersem. Şimdi gerçek düşündüğümüzde, sanat almak için paraya, sanat yapmak için dünyaya ihtiyacımız var.

Şuanda yeni bir çalışmaya girdim, nekadar vaktimi alır bu bilmiyorum ama bu konuya değiniyorum ve bu projemi sonlandırdığımda, asıl gerçekle umarım insanları bir noktaya çekebilirim!

İnsan parasızken fikirleri gelişir https://www.facebook.com/images/emoji.php/v9/t4c/1/16/1f642.png:)

 

-Sanata destek veren kurum, kuruluş veya kişilerin sanatınıza ve yeni açtığınız galerinize ilgileri ne düzeydir, beklentileriniz nelerdir?

 

Galerimi açtığımdan bu yana kendi sanatımı çok ihmal ettim. Bu nedenle bu sosyal projem hakkında daha fazla vakit kaybedip bu yolda ilerlemek istediğimi sanmıyorum.

Daha varmak istediğim noktaya gelmeden böylesi bir adım atmak benim içinde büyük bir deneyimdi ve bana bir çok şeyin göründüğünden çok daha farklı olduğunu gösterip çok katkıda bulundu.

Sanırım eğlence mekanı açmış olsaydım daha fazla ilgi, destek vede yardım etme isteği bulunurdu başkaları tarafından. Ne acı!

 

-Resimlerinizden örnekler görebilir miyiz?

 

Palyaço ve Kafka' nın Maymunu' ndan (3) devam edersek; konularınızı seçerken, bilineni özellikle mi tercih ederseniz yoksa ilham denilen bir şeyler gerçekten var mı?

Tablolarımda ortaya çıkacak eserlerden hep bi haber başlarım. Beyaz tual üzerinde hissiyatıma göre oluşan renkler iç içe geçtikçe fırcam beni yönlendirir. Süpriz Yumurta (4) misali eserin nasıl tamamlanacağını bilmeden eser kendini tamamen gösterene dek devam ederim. Sonuda ortaya cıkan eser benim için de bir süpriz olur.

Kafka' nın Maymunu eseri aslında çok ilginç, o kadar da üzücü bir hikaye. Hayalimde hep eserlerimi farklı sanat dallarıyla buluşturmak vardı. Hala bu konuda bir takım araştırmalar ve kişiler araştırmaktayım. Bu eser, başlamış ama önemli bir parçasını eksik kalmış bir şekilde vaktini, sırasını bekler gibi bir köşede bekliyordu. Sonrasında güzel bir tanışmayla Kafka’ nın Maymunu’ nun Türkiye' de prömiyerini yapan tiyatrocu (5) arkadaşla iletişime geçip ona istek vede hayalimi sundum. Onunda elindeki bu oyunla resim sanatını birleştirip bu tablomun aslında farklı başlayıp bu oyunla tamamlanmış olması çok güzel bir duyguydu benim için. Sonu devam edememiş olsada, bu tablom Eşref Beşikçioğlu' nun Ankara' daki Tatbikat Sahnesi' nde (6) yerini aldı ve tüm güzelliğiyle bu başarılı oyunda kendini gösterdi. Buna vesile olanlara teşekkür ederim.

 

-Uluslararası, çok kültürlü, Avrupa' yı da bilen birisi olarak; sizce "ortak insanlık" nedir?

 

İnsanlık beyaz bir tual gibi. Ne kadar çok rengin varsa tualine yağan yağmurla gökkuşağını çizebilirsin. Çizdikce gelişir, geliştikce öğrenir, öğrendikcede fayda sağlayabilirsin!

Ne kadarımız beyaz bir tuvale renklerini akıtmak istiyor? Toplumsal sorunlar, insanlara yaklaşımlarımız, şiddet ve hiddet. Sabırsızlık diz boyu çünki artık A' noktasından B' noktasına varmak belki saniyelerimizi alıyor artık! İnsanlık dünyanın ve cevresinin fakında olmadan yaşıyor. Kocaman kulaklıklarıyla etrafdan gelen seslere bile tahammülümüz yok! Sanki vicdanımız körelmiş, kafamızı telefonlarımıza gömüp deve kuşu misali donuk bir yaşam.

Ben sanıyorum ki sanat tüm davranış bozukluklarını çözebilir ve çok daha ufku geniş bir birey olmamızı sağlar.

Make ART, not WAR...!

 

-"Sanat İyileştirir" mottomuzda da belirttiğimiz gibi, mevcut insanlık durumlarından memnun olan neredeyse yok gibiyse, iyileşmeye ihtiyacımız var sanırım. Siz kendi yaşamınızda ne gibi iyileşmeler yaşadınız, örneklerle anlatır mısınız?

 

Her bir eserim tamamlandıkça bende bir nebze olsun onunla birlikte iyileşip kendi sesimi, gözlerimle görüyorum. Dediğiniz gibi insan iyiyleşmeye her daim muhtaç. Eğer bu vesileyle birilerine bir yerlerde iyileşmelerine yardımcı olabiliyorsam bu benim için sanatın güçü demektir.

Sanat iyi bir dost, iyi bir sırdaş, iyi bir gözlemcidir. Her iyiyleşmeye ihtiyac duyan mümkün mertebe sanata tutunabilir ve kendi gelişiminin farkına varabilir.

Konuşmak gümüş, sûkut altınsa, sanat o halde bir elmas’tır. Örnek olarak vermek aslında çok zor. Çoçukluğumdan bu yana dek tüm kırılmışlıklarımı eserlerimde resmetmek, unutmuş olduklarımı tekrar hatırlamama neden olmuş, hatırladıkcada karşısında durabilme güçünü vermiştir bana. Hala daha tüm tablolarımı deşifre etmiş değilim. Onlar benim yol göstericim, umudum, aşkım oldular.

 

-Türkiye' de veya başka ülkelerde yaşayan ressamlarla ne gibi işbirlikleri geliştirebilirsiniz?

 

Sanatı sanat destekler diyorum. En büyük hayalimden biride birgün eserlerimi ülkemde sergilemektir.

Ressamlık sanki biraz "yanlız kartal" egosuna sahip. Hep yanlız anılmak, yanlız sergi yapmak fikri oluşmuş, nedendir bilmem. Özelleşmek her halde bu sanırsam fakat “birlikten güç doğar” veya “bir elin nesi var, iki elin sesi var” diye atasözlerimiz var ve bence çok doğru.

Tek başına güzel yerlere gelmek imkansız değil fakat biraz daha meşakkatli bir yol. Bu konuda sanat bazlı tüm konulara çok açığım ve umarım güzel projelerde yer alma imkanımız olur.

Sanat değiştirecektir dünyayı ve buna gerçekten çok inanıyorum...

 

-Galeri çalışmalarınızdan edindiğiniz tecrübeler nelerdir?

 

Çok saygı ve sevgiye değer ressamlar tanıdım. Hem onları tanıdım hem de kendimi tanıttım. Bu işi yürütebilmekte biraz zorlansamda, olanak sunmak ve hayatında hiç sergi yapmamış geleceğin ressamlarına bir adım olmak çok güzel bir duygu.

-Bize biraz da Zürih Kültüründen bahsedin lütfen; hassasiyetler, kültler, varsa mitler, sanata yaklaşım, sanat - devlet ilişkisi, sivil toplumun oynadığı roller ve Türklerin orada yaşamları..?

 

Bildiğiniz üzre İsviçre' de büyük sanat fuarları gerçekleşiyor, her sene. Bunun en büyüğü ise Art Basel. (8)

Ünlü oyuncularımızın sıkça ziyaret ettiği bir sanat fuarı. Art Zürich (9) bunun bir diğeri ve her sene ilgi daha çok artmakta. Yeni keşifler, yeni isimler ve galerilerin boy gösterdiği güzel projeler. Tabiki o fuarlara katılmak pekde kolay bi şey değil. Burada yine finansal durumlar konuşmakda.

Artık Türk Toplumunu tüm branşlarda görebiliyoruz. Eskiye nazaran gurbetçi toplum, İsviçreliler tarafındanda entregreye izin verilmiş, güzel makamlarda çalışabilen vatandaşlarımız var.

Yurda her defasında özlem daha çok artsada, burada yaşamanın bir nevi sessizliği içerisindeyim. Bence gezip görülmesi gereken ülkelerden biriside İsviçre' dir.

 

-İnsani, ticari veya sanatsal ilişkilerinizi geliştirirken nelere dikkat edersiniz, sizin olmazsa olmaz prensipleriniz nelerdir?
 

Sanırım hayatımda yaptığım tek doğru şey, sanatımdır. Maalesef yakın çevremde pek fazla sanata ilgi duyan kişi yok. Bu nedenle sanata dair bazen fikir alış verişinde zorlanıp bu konuda kendimi yanlız hissediyorum. Gerçi şöylede bir durum var: Zamanı gelen fikrin gücüne hiçbir ordu karşı koyamaz. Demekki zamanımız var daha.

İnsanı olduğu gibi kabullenmek sanırım her insanı mutlu edicektir...!


İster istemez ilişkilerimizde zorlandığımız, kendimizi, ifade edemediğimiz, yanlış anlaşıldığımız veya pişmanlık duyduğumuz anlarda oluyor. Yaşam böyle bir şey her halde! Sizce yaşamı değerli kılan şey nedir, tüm olumsuzluklara rağmen hayatta kalma ve başarı çabamızın altında yatan sır nedir?

 

Çok haklısınız. Yaşamın sırrını inanın bende çok aramakdayım. İlk önce insanın kendiyle barışık olmasıdır. Yada kendiyle kalabilmesidir. Yanlızlığı aşan insanın düyasıda farklı olur. 
Her olumsuzluğa kötü bir şeymiş gibi bakmayıp, duruma karşı vede kendimiz için gelişip değişmemizi sağlayan unsurlardır bence olumsuzluklar...

Çokça duyduğumuz; düşüncelerini değiştir, dünyan değişsin bence doğruluk payı barındıran güzel bir cümle. Arada bir kendimle bende savaşa girsemde artık fazlaca küstüğüm arkadaşıma veyahut bir kişiye üzülmüyorum.

Hayatınıza giren her bir insanın hayatınız üzerinde bir misyonu vardır. Kimisi öğretir gider, kimisi çalar gider, kimisi bakidir ebediyen kalır, kimisi size bir hediyedir. Her şeyimiz varken hiçbir şeyimiz olmayadabilir veyahut tam tersi.

Hayatı nasıl kucaklamak istiyorsak bizede sunulan şey o olur. Etrafımıza bakalım, dinleyelim, görelim ve en önemlisi sevelim....

Su akar yolunu bulur herhalde...

Katkınız için teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim. Zaman Tünelimde Süren diyaloglara ayrıca sorularınızlada katılırsanız sevinirim.

Asıl ben tesekkür ederim. Umarım güzel bir diyalog olmuştur. Türkçemin yettiği yere kadar yazmayı denedim. Tekrar teşekkür ederim. Güzel bir günler diliyorum, size ve okurlarımıza... 

Çok memnun oldum.
































Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol