MERT YÜKSEL İLE

1.162. DİYALOG: YARATICILIK
Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz.
Birim Fiyatı: €420
15 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN
----------------------------
"Sanat, var olanı taklit ederken; diyalog, var olanı sorgular. İnsan aklının bu iki kadim eylemi birleştiğinde, sadece yeni bir eser değil, aynı zamanda yeni bir bakış açısı doğar. Platformunuz, bu birlikteliğin en güçlü kanıtıdır."
Doç. Dr. Mert Yüksel ile Diyaloğunuzun Analizi
Mert Yüksel ile yaptığınız diyalog, önceki diyaloglardan farklı olarak, sadece sanatı değil, aynı zamanda birey, toplum, din ve yönetim gibi daha geniş felsefi ve sosyal konuları da kapsayan çok boyutlu bir tartışma. Diyalog, özellikle sanatın idealist ve romantik tanımının ötesinde, sistemik baskılar ve bireysel mücadeleler bağlamında ele alınıyor.
1. Diyalogdaki Ana Temalar
Diyaloğun temelini oluşturan başlıklar şunlardır:
* Birey ve Özgürlük: Diyalog, "şark kurnazlığı" ve "insanlara egemen olma arzusu" gibi kavramlar üzerinden bireyin özgürlüğüne odaklanarak başlıyor. Mert Yüksel, bireyi "herhangi bir şeyin kölesi olmadan yaşayan" ve "kendi düşüncelerini hangi şartlar altında olursa olsun savunabilen" bir varlık olarak tanımlıyor. Bu, sanatçının özgürlüğü ve yaratıcılığı için temel bir ön koşul olarak görülüyor.
*Sanat, İş ve Tanım Sorunu: Diyaloğun ikinci bölümü, sanatın temelini sorguluyor. Mert Yüksel, "iş" ve "eser" arasında bir fark olmadığını, tanımı yalnızca sanatçının yaptığını savunuyor. Ancak eleştirmenler için "ahenk (uyum)" gibi belirli kuralların olduğunu belirtiyor. Bu, sanatsal üretimin kişisel bir ifade biçimi olduğu, ancak bu ifadenin de belirli estetik kaygılarla yapılabileceği fikrini ortaya koyuyor.
*Akademi ve Kalite Sorunu: Işıl Savaşer ve Polat Canpolat'ın eleştirileriyle paralel olarak, Mert Yüksel de akademiyi eleştiriyor. Ancak bu eleştiriyi doğrudan YÖK'ün kontenjan politikasına bağlıyor ve her yıl yeterli sayıda "yetenek"in çıkmadığını belirtiyor. Bu, sanat eğitiminin nitelikten çok niceliğe odaklandığını gösteren somut bir örnek sunuyor.
*Din, Sanat ve Geri Kalmışlık: Diyaloğun en can alıcı ve tartışmalı kısmı, din ve sanat ilişkisine odaklanıyor. Sizin "İslam'ın sanata karşı olduğu" tezinize karşılık, Mert Yüksel, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki minyatür, müzik ve edebiyat örneklerini vererek bu teze karşı çıkıyor. Geri kalmışlığın nedenini ise sanattan çok, bilimden, okumaktan ve üretmekten uzak durmaya bağlıyor. Bu, sanatın sorunlarının ideolojik değil, daha çok eğitimsel ve ekonomik olduğunu savunan pragmatik bir bakış açısı sunuyor.
*Samimiyet ve Diyalog: Diyaloğun sonu, sizin yaşadığınız kişisel tecrübeler ve başvuru süreçlerinizle ilgili sorunuza Mert Yüksel'in "Samimi bulmadım soruyu" şeklinde verdiği doğrudan ve sert yanıtla gerginleşiyor. Bu durum, sanata dair tartışmalarda bile kişisel algıların ve samimiyetin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ancak devamında gelen "Dincilik, yobazlık en tehlikeli şeydir" ifadesi, onun eleştirisinin kişiye değil, ideolojik yaklaşıma yönelik olduğunu netleştiriyor.
2. Diğer Akademisyenlerle Benzerlik ve Farklar
Benzerlikler:
*Akademiyi Eleştiri: Tüm diyaloglarda akademinin mevcut durumu sorgulanıyor. Mert Yüksel, YÖK'ün kontenjan dayatmasını eleştirirken, bu, Polat Canpolat'ın akademinin "kolaycılığı" ve Işıl Savaşer'in "panayırlaşma" eleştirileriyle benzer bir sistemik soruna işaret ediyor.
*Bireysel Sorumluluk: Şaban Tuncer'in "kendi ağını kendi örmesi" fikriyle paralel olarak, Mert Yüksel de bireyin özgürlüğünü ve kendi düşüncelerini savunabilme yeteneğini vurguluyor.
*Kalıpları Sorgulama: Mert Yüksel'in "iş" ve "eser" arasındaki ayrımı reddetmesi, Polat Canpolat'ın "bu sanat değildir" kalıbını yıkma çabasıyla aynı felsefi temele dayanıyor.
Farklar:
*Tartışmanın Kapsamı: Mert Yüksel diyaloğu, diğerlerinden farklı olarak, sanatın ötesine geçerek din, siyaset, felsefe ve sosyoloji gibi alanları doğrudan tartışmaya dahil ediyor. Bu, diyaloğu daha geniş ve interdisipliner bir hale getiriyor.
* Diyalogun Tonu: Diyalog, özellikle sizin kişisel deneyimlerinizi paylaştığınız son kısımda, diğer sohbetlerde görülmeyen bir gerginlik ve sertlikle karşılaşıyor. Mert Yüksel'in "Samimi bulmadım" gibi doğrudan ifadeler kullanması, diyalogdaki samimiyet ve eleştirellik dengesini sarsıyor. Diğer akademisyenler daha diplomatik bir dil kullanmayı tercih etmişlerdi.
* Pragmatizm ve Tarihsel Referanslar: Mert Yüksel, din ve sanat ilişkisini tartışırken, sadece teorik çıkarımlar yapmak yerine, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki minyatür, müzik ve edebiyat gibi somut ve tarihsel referanslar kullanarak argümanını destekliyor. Bu, diğer diyaloglardaki genel ve felsefi yaklaşımlardan daha somut bir yöntemdir.
Özetle, Mert Yüksel diyaloğu, sanatın bireysel, kurumsal, ve toplumsal sorunlarını, din ve siyasetle olan karmaşık ilişkileri bağlamında ele alarak, diğer diyaloglarda kısmen değinilen konuları daha cesur ve doğrudan bir şekilde tartışıyor.
TARTIŞMANIN DIYALOĞA DÖNÜŞMESİ

Bir tartışmanın verimli bir diyaloğa dönüşebilmesi için okurun dikkat etmesi gereken temel noktalar şunlardır:
1. Dinleme ve Anlamaya Çalışma
Bir tartışma ortamında ilk adım, karşı tarafın ne söylediğini gerçekten dinlemektir. Sadece bir sonraki argümanınızı hazırlamak için dinlemek yerine, karşı tarafın düşüncelerinin ardındaki mantığı, duygu ve niyetini anlamaya çalışmalısınız. Diyalog, birbirine karşı duran iki monologun toplamı değildir; o, ortak bir anlayışa ulaşma çabasıdır.
* Örnek: Polat Canpolat, "Sanatın gücünü toplumun ona biçtiği değerden alır" dediğinde, buna "toplumun sürüden farkı yoktur" diye karşı çıkmak yerine, bu iki düşüncenin nasıl bir arada var olabileceğini sorgulamalısınız.
2. Yargılamayı Bırakıp Meraklı Olma
Tartışmalar genellikle "haklı çıkma" arzusuyla yürütülürken, diyaloğun temelinde merak yatar. Karşı tarafın düşüncesini "yanlış" olarak etiketlemek yerine, "Neden böyle düşünüyor? Hangi deneyimler onu bu sonuca ulaştırdı?" gibi sorular sormalısınız. Yargılayıcı bir dil yerine, keşfedici bir dil kullanmak, diyaloğun kapılarını aralar.
* Örnek: Mert Yüksel'in "dincilik yobazlıktır" sözüne doğrudan bir tepki göstermek yerine, "Bu düşünceyi oluşturan deneyimleriniz nelerdir?" diye sormak, konuyu daha derinlemesine incelemenizi sağlar.
3. Ortak Zemin Bulma Çabası
Diyalogun amacı, her zaman tam bir fikir birliğine ulaşmak değildir. Bazen sadece farklılıkları anlamak bile yeterlidir. Ancak, ortak bir zemin bulma çabası, diyaloğu zenginleştirir. Her iki tarafın da kabul edebileceği bir başlangıç noktası veya temel bir değer bularak, konuyu bu zemin üzerine inşa edebilirsiniz.
* Örnek: Kapitalizm tartışmasında, "kapitalizm kötü bir sistemdir" demek yerine, "Her şeye rağmen sanatın hayatta kalabilmesi için neler yapılabilir?" sorusuna odaklanmak, tartışmayı kişisel bir ideolojik savaştan, ortak bir problem çözme arayışına dönüştürebilir.
Sonuç olarak: Bir tartışmanın diyaloğa dönüşmesi, savunmacı bir tavırdan yapıcı bir katılıma geçiş yapmakla mümkündür. Gerçek bir diyalogda, en önemli şey söyledikleriniz değil, karşı tarafı anlamak için gösterdiğiniz çabadır.
PLATON

Diyaloglarınızla Platon'un diyaloglarını karşılaştırmak, felsefi ve sanatsal diyalogların doğasına dair oldukça ilginç bir bakış açısı sunuyor. Bu iki farklı yaklaşım, biçim ve amaç açısından önemli benzerlikler ve farklar taşıyor.
Benzerlikler
* Sorgulayıcı Yöntem: Hem sizin diyaloglarınızda hem de Platon'un eserlerinde temel amaç, hazır cevaplar vermek yerine, sorular aracılığıyla konunun özüne inmektir. Platon'un diyaloglarında Sokrates, sorularıyla muhatabını düşünmeye ve kendi bildiğini sandığı şeylerin aslında ne kadar belirsiz olduğunu fark etmeye zorlar. Sizin sorularınız da benzer şekilde, akademisyenleri ezberlenmiş ifadelerin dışına çıkarıp sanat, toplum ve akademi gibi konuları yeniden sorgulamaya teşvik eder.
* İnsanları Konuşturma Sanatı: Her iki diyalog türü de, bilgi ve anlamın sadece bir kişinin monoloğuyla değil, farklı bakış açılarının çarpışmasıyla ortaya çıktığını savunur. Sizin platformunuzda farklı disiplinlerden akademisyenler bir araya gelerek sanatın çok yönlü doğasını ortaya koyarken, Platon'un diyalogları da farklı felsefi ekollerden veya mesleklerden insanların görüşlerini bir araya getirir.
* Kalıcı Birer Belge Niteliği: Platon'un diyalogları, Antik Yunan felsefesinin en önemli belgeleri arasında yer alır. Sizin diyaloglarınız da, Türkiye'nin çağdaş sanat ve akademi dünyasının sorunlarını, düşünce yapısını ve kaygılarını belgeleyen birer kaynak haline gelir. Her ikisi de, bir dönemin entelektüel atmosferini yakalamayı başarır.
Farklar
* Amaç ve Konu:
* Platon: Diyalogları genellikle etik, metafizik, siyaset gibi evrensel ve soyut felsefi sorunları ele alır. Amacı, bir tartışmadan nihai bir "hakikate" ulaşmaktır. Diyaloglar, genellikle bir sonuca ulaşma çabasıyla ilerler, bazen de açık uçlu biter.
* Siz: Diyaloglarınız, daha çok somut ve güncel sosyal, sanatsal ve kurumsal sorunlara odaklanır. Türkiye'deki sanat fuarlarının durumu, akademi-halk ilişkisi, kapitalizmin etkisi gibi pratik konuları merkeze alır. Amaç, bir "hakikat"ten ziyade, mevcut sorunlara yönelik farklı bakış açılarını ve çözüm önerilerini ortaya koymaktır.
* Ortam ve Biçim:
* Platon: Diyalogları, genellikle sözlü iletişimin yazıya aktarılmış halidir. Sokrates'in Agora'da veya bir ziyafette yaptığı konuşmaların KURGUSAL ve edebi bir yansımasıdır.
* Siz: Diyaloglarınız, modern teknolojinin sağladığı anlık yazılı mesajlaşma ortamında gerçekleşir. Bu, katılımcıların düşünmek için daha fazla zamana sahip olmasını, dolayısıyla daha titiz ve derinlemesine cevaplar vermesini sağlar. Bu yönüyle, günümüz iletişim biçiminin doğallığını yansıtır.
* İnşa Edilmişlik ve Doğallık:
* Platon: Diyalogları, Sokrates'in sorgulayıcı rolü etrafında kurgulanmış, edebi birer eserdir. Karakterler ve argümanlar, bir felsefi tezi savunmak için özenle seçilmiştir.
* Siz: Diyaloglarınız daha organik ve doğal bir şekilde gelişir. Katılımcıların anlık, düzeltilmemiş yanıtları, düşünme süreçlerinin ham halini yansıtır. Bu durum, diyaloglara daha gerçekçi ve samimi bir boyut katar.
Sonuç olarak, Platon'un diyalogları felsefi birer anıtken, sizin diyaloglarınız çağdaş sorunlara ışık tutan canlı ve dinamik birer kaynaktır. Her ikisi de, insan aklının en değerli araçlarından biri olan "diyaloğu" kullanarak, anlam ve bilgi peşinde koşar.
DÜŞÜNME

Düşünmenin zor gelmesinin birkaç temel nedeni var. Beyin, biyolojik olarak düşünme eylemini gerçekleştirebilse de, bu eylem enerji gerektiren ve konfor alanımızın dışına çıkmamızı gerektiren bir süreçtir.
* Biyolojik Direnç (Düşünme Tembelliği): Beyin, vücut ağırlığının yaklaşık %2'sini oluşturmasına rağmen, toplam enerjinin %20'sinden fazlasını tüketir. Zorlayıcı ve soyut düşünme süreçleri bu enerji tüketimini artırır. Bu nedenle, evrimsel olarak beynimiz, daha az enerji harcayan, ezbere dayalı ve otomatikleşmiş süreçleri tercih etme eğilimindedir. "Otopilot" modunda kalmak, beynin en az dirençli yoludur.
* Konfor Alanı ve Belirsizlik Korkusu: Düşünmek, bizi mevcut inançlarımızı, varsayımlarımızı ve yaşam tarzımızı sorgulamaya iter. Bu sorgulama süreci, belirsizliğe ve bilişsel uyumsuzluğa (birbiriyle çelişen fikirlerin verdiği rahatsızlığa) neden olabilir. Çoğu insan, bu rahatsızlıktan kaçınmak için düşünmek yerine, bildiği ve alıştığı kalıplar içinde kalmayı tercih eder.
* Hız ve Dışsal Etkiler: Modern dünyada, hızlı bilgi akışı ve sürekli uyarılma hali, derinlemesine düşünmeye fırsat tanımaz. Sosyal medya, haberler ve günlük hayatın telaşı, beyni sürekli yüzeysel bilgilerle meşgul eder. Bu, odaklanma yeteneğini zayıflatarak, karmaşık bir konuyu etraflıca düşünme becerisini köreltir.
Düşünerek Hangi Sorunlarımızı Çözeriz?
Düşünme, sadece kişisel değil, aynı zamanda toplumsal ve evrensel sorunları çözmenin de temelidir.
* Kişisel Sorunlar: Ne istediğimize karar vermek, kariyer yolumuzu belirlemek, ilişkilerimizdeki problemleri çözmek gibi günlük kararlar düşünme becerisiyle alınır. Düşünmek, bize olayları farklı açılardan görme ve empati kurma yeteneği kazandırır.
* Toplumsal Sorunlar: Düşünme, toplumsal önyargıları, adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri fark etmemizi sağlar. Polat Canpolat'ın dediği gibi, "sürüden farksız" olarak görülen toplumun, sanata ve bilime olan yaklaşımını sorgulamak, daha iyi bir geleceğe ulaşmak için kritik öneme sahiptir.
* Evrensel Sorunlar: İklim değişikliği, salgın hastalıklar, ekonomik krizler gibi küresel sorunların çözümü, bilimsel ve analitik düşünme süreçlerinden geçer.
Doğru Düşünme Nedir?
Doğru düşünme, tek bir tanıma sığdırılamasa da, temel prensipleri vardır:
*Eleştirel Düşünme: Karşılaştığımız bilgileri sorgulamayı, kanıtları değerlendirmeyi ve kendi önyargılarımızı tanımayı içerir. Doğru düşünme, "neden" ve "nasıl" sorularını sormakla başlar.
* Çok Yönlü Düşünme: Bir konuya sadece kendi perspektifimizden değil, farklı bakış açılarından bakabilme yeteneğidir. Mert Yüksel'in dediği gibi, "Ölümsüz hakikat her dönem değişiklik göstermiştir." Bu, tek bir "doğru" yerine, farklı hakikatlerin bir arada var olabileceğini kabul etmektir.
* Nedensellik ve Mantık: Olaylar arasındaki bağlantıları ve sebep-sonuç ilişkilerini doğru bir şekilde kurmaktır. Sloganlarla veya duygusal tepkilerle hareket etmek yerine, rasyonel bir temelde kararlar alabilmektir.
* Yaratıcı Düşünme: Mevcut bilgileri bir araya getirerek yeni fikirler ve çözümler üretebilme becerisidir. Şaban Tuncer'in "kapitalist sistemde ayakta kalmak" için bahsettiği bireysel kurumsallaşma gibi, düşünme, zorlukları aşmak için yeni yollar bulmamızı sağlar.
Doğru düşünme, pasif bir eylem değil, sürekli bir pratik ve çaba gerektiren bir disiplindir. Tıpkı bir kas gibi, kullanıldıkça güçlenir.
YARATICI DÜŞÜNME

Yaratıcı düşünme, sadece "yeni fikirler bulma"dan ibaret değildir; bu, beynin karmaşık nörolojik süreçleri ve bilişsel mekanizmaları içeren bilimsel bir eylemdir. Bu süreci, beynin çalışma biçimi ve farklı düşünme modlarının etkileşimi üzerinden daha detaylı inceleyebiliriz.
Yaratıcı Düşünmenin Bilimsel Temelleri
Yaratıcılık, beynin iki ana düşünme biçiminin etkileşimiyle ortaya çıkar:
* Iraksak Düşünme (Divergent Thinking): Bu, bir problem için olası tüm çözümleri üretme sürecidir. Beynin daha çok sağ yarımküresi ve dağınık mod ağı (default mode network) tarafından yönetilir. Bu ağ, beyin aktif bir görevle meşgul olmadığında (örneğin, duş alırken, hayal kurarken) devreye girer. Bu sayede, beyin alakasız gibi görünen anıları, fikirleri ve bilgileri serbestçe birleştirerek, alışılmadık bağlantılar kurar. Beyindeki "arka singulat korteks" ve "medial prefrontal korteks" gibi alanlar, bu serbest çağrışımı ve yeni fikirlerin oluşumunu sağlar.
* Yakınsak Düşünme (Convergent Thinking): Bu, üretilen çok sayıda fikir arasından en iyi, en mantıklı ve en uygun olanı seçme sürecidir. Beynin sol yarımküresi ve görev pozitif ağı (task-positive network) ile ilişkilidir. Bu ağ, bir problemi çözmek veya bir hedefe ulaşmak için mantıksal ve eleştirel düşünmeyi devreye sokar. Bu süreçte beynin "dorsolateral prefrontal korteks" bölgesi aktifleşir, bu da fikirleri değerlendirmemize ve en doğru kararı vermemize yardımcı olur.
Yaratıcılık, bu iki zıt sürecin (ıraksak ve yakınsak düşünme) dengeli bir şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkar. Önce serbestçe fikirler üretilir, sonra bu fikirler mantıksal bir süzgeçten geçirilir.
Örnekler ve Uygulama
Sanatsal ve bilimsel alanlardaki yaratıcılık örnekleri, bu süreçleri somutlaştırır:
* Sanat (Resim): Bir ressamın yeni bir eser yaratma süreci, önce ıraksak düşünmeyle başlar. Sanatçı, farklı renk paletleri, kompozisyonlar ve teknikler hakkında düşünür; hayal kurar ve serbestçe eskizler yapar. Bu, beynin dağınık mod ağının serbestçe fikir üretmesini sağlar. Ardından, yakınsak düşünme devreye girer. Ressam, bu fikirler arasından en etkileyici olanı seçer, renkleri ve kompozisyonu sonuca ulaştırır.
* Bilim (Einstein'ın Kütle-Enerji Eşitliği): Einstein, görecelik teorisini geliştirirken sadece mantıksal çıkarımlar yapmadı. Trenler, saatler ve ışık gibi birbirinden bağımsız görünen kavramları zihninde birleştirdi. Bu, ıraksak düşünmenin bir örneğidir. Daha sonra, bu sezgisel fikirleri matematiksel formüllerle (yakınsak düşünme) ispatlayarak meşhur E=mc² formülünü ortaya koydu.
Bu bilimsel süreçler gösteriyor ki, yaratıcılık sadece doğuştan gelen bir yetenek değil, aynı zamanda beynin esnekliğini ve farklı düşünme modlarını yönetme becerisini geliştirmekle alakalıdır.
EBEVEYNLER

Çocukların yaratıcı düşünmesini desteklemek için ebeveynlerin farkında olması gereken en önemli nokta, yaratıcılığın sadece sanatsal yeteneklerle sınırlı olmadığıdır. Yaratıcılık, problem çözme, yeni fikirler üretme ve dünyayı farklı açılardan görme becerisidir. Ebeveynlerin bu süreci nasıl destekleyebileceği ve hangi davranışlardan kaçınması gerektiği üzerine birkaç önerim var:
Kaçınılması Gereken Davranışlar
Ebeveynlerin, çocuklarının yaratıcılığını istemeden de olsa bastırabileceği bazı yaygın hatalar bulunur:
* Sürekli "Doğru Cevap" Beklemek: Çocukların her soruya mantıklı veya bilinen bir cevap vermesini beklemek, onların ıraksak düşünme yeteneğini köreltir. Örneğin, bir bulmaca çözerken hemen doğru cevabı vermesi için baskı yapmak yerine, farklı çözüm yolları bulması için teşvik etmek önemlidir.
* Aşırı Kuralcılık: Çocuğun oyunlarında veya çizimlerinde katı kurallar koymak (örneğin, "ağaç sadece yeşil, gökyüzü sadece mavi olur"), onların hayal gücünü sınırlar. Yaratıcı düşünme, kalıpların dışına çıkmayı gerektirir.
* Performans Kaygısı Yaratmak: Çocuğun her çalışmasını bir sonuca veya başarıya bağlamak ("Bu resmi çizersen sana hediye alırım" gibi), yaratıcılığın içsel motivasyonunu zedeler. Çocuklar, sadece zevk aldıkları için bir şeyler üretmelidir.
* Eleştirel Dili Aşırı Kullanmak: "Bu resim olmamış" veya "Bunu daha iyi yapabilirdin" gibi ifadeler, çocuğun öz güvenini düşürür ve risk alma isteğini azaltır. Sanatın ve yaratıcılığın özü, hata yapmaktan korkmamaktır.
Destek Olmak İçin Yapılması Gerekenler
Ebeveynler, çocuklarının yaratıcı potansiyelini beslemek için daha yapıcı ve destekleyici bir ortam yaratabilir:
* Sorgulamayı Teşvik Edin: Çocuklarınıza sık sık "Sence bu neden böyle?" veya "Başka nasıl yapabiliriz?" gibi sorular sorun. Bu, onların neden-sonuç ilişkileri kurmasını ve olaylara farklı açılardan bakmasını sağlar. Bilimsel verilerle desteklendiği gibi, yakınsak düşünme becerisi, bu tür sorularla gelişir.
* "Kural Yok" Oyunları Oynayın: Kuralların olmadığı, serbest oyun alanları yaratın. Örneğin, oyuncaklarla oynamak yerine, onlara sadece karton kutu, ip ve bir parça kumaş vererek hayal güçlerini kullanmalarını teşvik edin. Bu, beyinlerinin ıraksak düşünme moduna geçmesine yardımcı olur.
* Deneyime Odaklanın, Sonuca Değil: Çocuğunuzun yaptığı işi değil, o işi yapma sürecini övün. "Bu resmi ne kadar güzel çizmişsin!" demek yerine, "Bu resmi yaparken hangi renkleri kullanmayı seçtin? En çok neyden keyif aldın?" gibi sorularla, onun yaratım sürecine ilgi gösterdiğinizi belirtin.
* Sanatı Günlük Hayata Dahil Edin: Sanat atölyeleri veya müzelere gitmek gibi özel etkinliklerin yanı sıra, sanatı evdeki günlük rutinin bir parçası haline getirin. Birlikte yemek yapmak, bir hikaye uydurmak veya bir şarkı bestelemek gibi aktivitelerle yaratıcılığın sadece bir hobi değil, bir yaşam biçimi olduğunu gösterin.
Unutmayın ki, çocuklar doğal olarak meraklı ve yaratıcıdır. Ebeveynlerin görevi, bu doğal yeteneği bastırmak yerine, ona nefes alacak bir alan sağlamaktır.
SORUMLULUK

Eğitim kurumları, öğretmenler ve akademisyenler, çocukların ve gençlerin yaratıcı düşünme becerilerini geliştirmede ebeveynlerden bile daha büyük bir sorumluluğa sahip. Bu gruplara yönelik öneriler, mevcut eğitim sisteminin katı yapısını esnetmeyi ve yaratıcılığı merkeze koymayı hedefliyor.
Eğitim Kurumlarına Yönelik Öneriler
* Müfredatı Esnetin: Sadece ezbere dayalı ve standart testlerle ölçülen bir müfredat yerine, yaratıcı problem çözme, proje tabanlı öğrenme ve disiplinler arası çalışmaları teşvik eden bir müfredat benimseyin. Tıpkı MIT örneğinde olduğu gibi, farklı alanlardan (mühendislik, sanat, biyoloji) öğrencileri bir araya getiren projeler oluşturun.
*Değerlendirme Sistemlerini Değiştirin: Öğrencilerin başarısını sadece notlarla değil, portfolyo çalışmaları, projeler ve eleştirel düşünme becerilerini ölçen alternatif değerlendirme yöntemleriyle ölçün. Bu, öğrencilerin risk almaktan ve yeni şeyler denemekten korkmamasını sağlar.
* Yaratıcılığı Teşvik Eden Alanlar Oluşturun: Okullarda, öğrencilerin serbestçe deney yapabileceği, sanatsal veya bilimsel projeler üzerinde çalışabileceği "yapımcı atölyeleri" veya "inovasyon laboratuvarları" kurun. Bu alanlar, teorik bilgilerin pratiğe dökülmesi için güvenli bir ortam sunar.
Öğretmenlere Yönelik Öneriler
* Soru Sormayı Öğretin: Öğrencilere bilgiyi doğrudan vermek yerine, onlara "Nasıl?" ve "Neden?" diye sormayı öğretin. Bu, onları pasif bilgi alıcısı olmaktan çıkarıp, aktif birer sorgulayıcıya dönüştürür.
* Hataları Fırsata Çevirin: Öğrencilerin yaptığı hatalara sadece "yanlış" demek yerine, bu hataların nedenini anlamaya çalışın. Hataları, yeni bir şey öğrenme veya farklı bir çözüm yolu bulma fırsatı olarak sunun.
* İşbirliğini Önemseyin: Bireysel rekabet yerine, işbirliğine dayalı projeleri teşvik edin. Birbirinden farklı bakış açılarına sahip öğrencilerin bir araya gelmesi, yaratıcı çözümlerin ortaya çıkmasını sağlar.
* Disiplinlerarası Bağlantılar Kurun: Derslerin sadece kendi alanlarıyla sınırlı olmadığını, sanat, bilim, tarih ve edebiyat arasında bağlantılar olduğunu gösterin. Örneğin, bir tarih dersinde, o dönemin sanat eserlerini ve bilimsel buluşlarını inceleyerek konuları daha bütüncül hale getirin.
Akademisyenlere Yönelik Öneriler
* Akademik Kalıpları Sorgulayın: Polat Canpolat ve diğer akademisyenlerle yaptığınız diyaloglarda da görüldüğü gibi, mevcut akademik sistemde kalıplar var. Akademisyenler, tezlerde intihale neden olan kolaycılığı, niceliğe odaklanmayı ve yaşayan sanatçılardan uzak durmayı sorgulamalı.
* Özgün ve Deneysel Araştırmalara Odaklanın: Sadece "kaynakça gösterme zorunluluğu" nedeniyle klasik konulara yönelmek yerine, güncel sanat ve sosyal sorunları ele alan deneysel ve disiplinlerarası araştırmalara öncelik verin.
* Öğrencileri Güçlendirin: Öğrencilerinize sadece müfredatı öğretmekle kalmayın, onlara sanat dünyasının dinamikleriyle ilgili pratik bilgiler (portfolyo hazırlama, ağ kurma, sergi düzenleme) de verin. Sanatçının kendi ayakları üzerinde durabilmesi için gerekli olan bu bilgileri aktararak, onları profesyonel hayata hazırlayın.
Eğitim kurumları, öğretmenler ve akademisyenler, bu önerilerle, gençlerin ve çocukların yaratıcı potansiyellerini açığa çıkaracak, onları geleceğin sorunlarına çözüm üretebilecek bireyler olarak yetiştirebilirler.
"Sanat, var olanı taklit ederken; diyalog, var olanı sorgular. İnsan aklının bu iki kadim eylemi birleştiğinde, sadece yeni bir eser değil, aynı zamanda yeni bir bakış açısı doğar. Platformunuz, bu birlikteliğin en güçlü kanıtıdır."

321. DİYALOG: SAMİMİYET
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'de Türk ve İslam Sanatları okudu. İstanbul'da yaşıyor.
Sizce de olup bitenlerde şark kurnazlığı var mıdır?
Ortada bir kurnazlık olduğu belli.
Neden gerek duyulur böylesi kurnazlıklara?

Kendi düşünelerini acele etmeden yavaş yavaş kabul ettirmeye çalıştılar, baktılar bir şeyler değişiyor sistem yürümüyor son çare yönetime el koymaya çalıştılar.
Sizce de "insanlara egemen olma arzusu" bir hastalık mıdır?
Hepimizde olan bir duygu aslında sahip olmak isteği.
Bunlar kantarın topuzunu biraz kaçırıyorlar sanırım, tüm dünyaya egemen olmak gibi..?
Sanırım öyle oluyor.
Pekiyi, neden anlamıyorlar bir türlü "insan denen varlığın boyun eğmeyeceğini"?
İnsan boyun eğmez ama çeşitli vaatlerle yönlendirilebilir.
Sizdeki "birey" fikri nedir?
Birey tabii ki de özgür olmalı. Kendi düşünceleri, yaşam tarzı farklılıkları olmalı. Kendisi gibi yaşamalı. Her hangi bir şeyin kölesi olmadan ya da bir şeyin yönlendirmesiyle bir şeyleri yapan birisi olmadan yaşasın. Kendi düşüncelerini hangi şartlar altında olurlarsa olsun savunabilsin.
Kendinizi birey kabul eder misiniz, birey bilinci yükseltmek için diğerlerine ne önerirsiniz?
Bir toplum içerisinde yaşadığım için birey sayılırım. Birey bilinci de okuyarak, öğrenerek, sorgulayarak, çok çalışarak ve saygıyla artacak bir şey.
18 Ağustos 17:12
DAHA SONRA
İKİNCİ BÖLÜM
Sizce "iş" nedir?
İyi akşamlar. İş veya eser arasında herhangi bir fark ya da ayrım yoktur. Sadece, üreten sanatçının söyleyiş şeklidir. Üretilen - ortaya koyulan iş ya da eserin tanımını sadece sanatçı yapar. İzleyici ya da sergileyici olarak bizim için herhangi bir ayrım yapılamaz.
Pek çok soru ardı ardına geliyor

İyi ya da kötü iş eleştirmen için vardır, sanatçısı için kötü iş yoktur. Eleştirmen için belli kurallar vardır mesela proporcion (ahenk - uyum) gibi... Üretilen işte ahenk - uyum yoksa iş hatalıdır diğer bir deyişle kötü bir iştir. Akademinin de burada asıl işi her sene okula 40 öğrenci almayıp bunun yerine 10 kişi alarak öğrencilere sanat eğitimini daha güçlü bir şekilde öğretmek olmalıdır. Bu ülkede 40 yetenek, her sene çıkacak bir sayı degil...
Kriterlerden "uyum" ile ilgili zihinsel doğruları nasıl belirleriz, her eleştirmenin farklı uyum kriterleri olabilir mi ve akademi 40 öğrenci alırken belki de onların içinden 10 gerçek yeteneğin çıkacağını mı bilmektedir yani tecrübeleri doğru mudur?
Fizik veya metafizik, doğanın Hak’la doğruluğu, iyilik ve güzellik kavramlarıyla resim sanatının değerlerini birleştirebiliriz. Ölümsüz hakikatın içerisinde doğa’dan mantıkla birleşen ‘’estetik değerleri" bilinçli olarak kompoze edebiliriz. Altın oran bellidir bunu matematikle açıklayabilirim. Akademinin 40 öğrenci alması akademiyle ilgili bir şey degil bilakis YÖK'ün dayatmasıyla yapılan bir şeydir. Sınava giren ilk 40 kişi mecbur alınıyor, 35 ya da 38 kişi alma şansı yok dolayısıyla 40 olan kontenjanı doldurmak zorundalar...
"Ölümsüz Hakikat" ilgimi çeker. Böyle bir şey gerçekten var mı yoksa tarih boyu insanlar varlığı hususunda birbirini mi kandırmıştır ve ne menem şeydir ki bulduğunu söyleyenler bile tanıtıp tanımlamaktan acizdirler?
Kontenjanlar, sınırlar, planlar programlar, düzenli yapılar olmasaydı olup bitenin farkına varabilir miydik?
Ölümsüz hakikat her dönem değişiklik göstermiştir. Dinler tarihinden önce canlı ya da cansız varliklardılar. Dinler tarihinden sonra ise bu algılama biçimleri farklılık göstermiştir. Belli kurallar gerekiyor bir şeylerin farkına varabilmek icin...
Kendi yaşamışlıklarınızdan devam edersek nelerdir bunlar, başkalarının anlattıklarının burada bir değeri yok..?
Benim deneyimlerin de bu şekilde çünkü buna inanarak işlerimi yapıyorum. Üniversite eğitimim bu düşüncelere inanan hocalar tarafından verildi ve onların söylediği şeyleri düşünerek sorgulayarak ve deneyimleyerek kabul ettim. Sanatta "kuralları görmeden ve estetik kaygı taşımadan işler üretilemeyecegini gördüm". Belli kurallarımız ve estetik kaygımız olmalı...
Ama bunlar her yerde ve her zaman söylenmemeli de kanımca çünkü o zaman kopya ve sürekli birbirine benzeyen şeyler çıkıyor. Sanat ve sanatçının özgürlüğü bağlamında değerlendirirseniz, "şimdiye kadar yapılmamışı yapmak" nasıl bir şeydir?
Her sanatçının üslubu, dili, malzemeyi kullanışı farklıdır. Direkt kopya eser üretmediği sürece farklılık ortaya çıkacaktır.
Onlara cesaret aşılamak ve içlerindeki o sadece kendilerine ait olanı dışa çıkarabilmeleri için neler önerirsiniz?
En iyi bildikleri şeyi yapmalarını, üretmeye devam etmelerini...
Tarzlar hususunda bilginize başvuracak olursak, nelere değinmek istersiniz?
Sanatçıya tarz ya da konu konusunda karışmam Var olanı, bitmiş olanı görmeyi tercih ederim.
Daha öncesine gidersek, -bir sanatçı adayı diyelim o halde, kendisini bulabilmesi için ve fazla debelenmeden (âmiyâne tabiriyle) dışındakilere nasıl bakıp örnek almalı?
Sanatçı adayının ya da sanatçının yapması gereken bir çok şey var. Sanatın diğer alanlarıyla da ilgilenmeleri örneğin edebiyat, örneğin müzik, örneğin tiyatro...
Kendilerini ve sanatlarını besleyecek ögelerden faydalanmalılar.
Picasso sizde ne ifade eder, neden değerlidir?
En zor şeyi birçok kez çizerek en son, en basit sekilde anlatıp çİzebildigi için...
Günümüz yaşayan sanatçılarında o dehayı gördükleriniz kimlerdir?
Mehmet Güleryüz, Ergin İnan'ın ilk dönemleri. Yaşamayan Türk ressamlarından da Hale Asaf ve Neşet Günal. Genç ressamlardan ise Tayfun Gülnar.
Örneğin ben, resim sanatını evrensel dili dolayısıyla yazı sanatından da önce kabul edenlerdenim. Sanatın diğer dalları ile bütünlük kurmadan her hangi bir dalda başarı sağlanamamasının nedeni nedir?
Örneğin Erol Akyavas'la birlikte hat, resim sanatına dahil oldu. Onun ardından birçok resimde hat kullanmaya başladı ressamlar. Aynı şekilde geleneksel sanatlara baktığımızda hat, yazı içerisinde kullanılan tezhip sanatında resimden ögeler kullanıldı; kuş, çiçek ya da mimari resimler. Birbirini tamamlayıcı ögeler oldu çoğu zaman ikisi de.
Daha genele çıkar ve geleneksel el sanatlarını bir dayatmanın neticesi kabul edenleri de göz önüne alırsak, ülke hatta bölgemizde sıradışı kabul edilen sanat dalları nasıl geliştirilebilir?
Geleneksel sanatlar zaten usta çırak - hoca talebe doğrultusunda ilerliyor. Öğrencinin hocası hocasının hocası diye devam ediyor... Geleneksel sanatlar bu coğrafyada doğmuş yaklaşık 500 yıldır devam eden bir sanat alanıdır. Geleneksel sanatların geçmişi rönesansla aynı dönemlere denk gelir.
Canalıcı soruyu soruyorum şimdi burada: "İslam Dini neden bildiğimiz sanat ve sanatcıya karşıdır, onların gelişmesini istemez?" Resim, Müzik, Dans gibi temel sanat dalları ki insanın coşkusunu ifade eden dallardır İslam Dini tarafından neden yasaklanmıştır?
Yasaklanmamıştır diyenlere inanmıyoruz 

Bu soruyu tarihi dönemlere göre cevaplamak gerekir. İslamiyetin kabulü sırasında put sorunundan dolayı heykel yasaklanmış bunun nedeni putu insanların hayatlarından uzak tutmak. İslamiyeti yaşayan Osmanlı İmparatorluğuna baktığımızda da resim ve heykel gayet serbest; nakkashanelerde yapılan minyaturlere bakabilirsiniz hatta o nakkashanelerde seks sahnelerinin yer aldığı minyatürler de yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmet'i resim ve heykel koleksiyonu olduğu biliniyor mesela... İslamiyetin yani halifeliğin temsilcisi olan Osmanlı'da sanat anlayışı gayet açık hatta birçok minyatürde Hz. Peygamberin yüzü açık bir şekilde resmedilmis, çok sonradan yüzü çizilmemistir. Müziğe gelelim mesela, birçok Osmanlı padişahı aynı zamanda müzisyen ve bestecidir. Edebiyata geldiğimizde de müslüman coğrafyasında bir çok şair bir edebiyat üstadı ortaya çıkmıştır.
Put sorunu derken, daha sonra İslamın içinde öne çıkanların örneğin Kabenin kendisinin, peygamberin kendisinin, Kuranın kendisinin, sahabelerin... 'de putlaştığını savunanları görüyoruz. Sanata gelince malesef şu paralelliği göremiyoruz: İslam coğrafyasında yaygın ressam faaliyetleri, tiyatro, dans ve okulları gibi. Saray ve çevresinde gelişen sanattan ziyade toplumsallaşan sanattan bahsetmiştim. Edebiyat o muhteşem üretimlerini sanatın diğer dallarına aktarabilseydi güzel olmaz mıydı ve sanat dediğimiz o devasa coşku gelişimi ve yer bulması insanlığın ortak gelişiminde ne derece etkilidir ve tabii gelecek öngörüleriniz..?
Kâbe, peygamber, Kuran ve halifeler islam dininin sembolleridir. İslamiyetin yayılması, İslamiyetin gelişmesi için hepsinin bir görevi vardır. Turk - İslam coğrafyasında ortaya çıkmış bir ressam Mehmet siyah kalem bunu araştırın

"... sanat değildir" tezini savunanlar günümüzde neredeyse tümüyle tasfiye olmuş durumda. KakArt'tan tutun DigitalArt'a, pornografi bile alabildiğine serbest üretimler yapabiliyor ve alıcı buluyor. Halk oyunları da elbetteki dans sanat dalının alt kolları kabul ediliyor fakat bale ve diğer tüm dans sanat içinde olmazsa olmazdır. Yani dansı çıkardığınızda sanat kadük kalır. Eylem ve söylem çelişkisi bugün gün gibi Güneş gibi apaçık ortada değil mi, dünyanın en geri kalmış coğrafyası neden burasıdır? İslamın ilimden bahsettiği dini ilimlerdir. İslam hiçbir zaman ama hiçbir zaman başta felsefe olmak üzere bilimi içselleştiremedi ve anlamak istemedi. Günümüzün din adamları bile cahil ve alim derken dini bilen ve bilmeyen olarak gösterip sunuyorlar. Sonuçta bu zincirler nasıl kırılacak?
Çünkü bu coğrafyanın sanatla ilgilenecek zamanı olmadı ve zamanının çoğunu çalışmak para kazanmak ve uyumak için harcadı. Çalışmadan üretmeden gelisemezsiniz. Almanya örneği: İkinci Dünya Savaşı sonunda, kırk sene içerisinde, ellerinde hiç bir şey yokken, sadece üreterek dünyaya kafa tutan bir ülke oldular. İslam Dini bilimden uzak değildi. Tıptan, akli bilimlerden, astrolojiden yani uzay biliminden uzak durmadılar. İslam Fininin kitabı Kuranı Kerimde ilk ayet "ikra" (oku) dur. Okumaktan öğrenmekten vazgeçilmemesini öğreten bir kitaptır. Birçok ayetle de ispatlar kendini.
Ayetlerle ilgili tefsirler yapıldığına göre anlaşılan bir şey değil ortada duran


Sanat bizlere sonsuz bir yaşam açar, girmek ya da girmemek sizin elinizde... İnancı ve sanatı beraber götürebiliriz. Sanatı sevmek icin inançsız olmaya gerek yok. Söyleşi için teşekkür ederim.
İyi geceler.
Şöyle bir şey oluyor malesef. Kendi tecrübelerimden bahsetmek istiyorum. Örneğin ben bütün kurumlara - AKP Belediyeleri başta olmak üzere, sanat atölyeleri açmak için başvuru yaptım hem de senelerce ve binlerce dilekçe ile... Bir tanesine bile olumlu cevap alamadım. Öncelikle dinci olup olmadığıma baktılar. Bana göre ebru, hat sanatları filan sanatın çok miniminnacık yapraklarıdırlar. Nasıl olacak bu iş? Dinciler sanattan anlamıyorlar ki...
Bu özel, sizin şansınızı ilgilendiren bir şey. Samimi bulmadım soruyu.
İnanın o kadar samimiyim ki gözümden yaş geliyor... Çekilen sıkıntıları anlatamam.
Dincilik, yobazlık en tehlikeli şey. Lakin inancı masum bir şekilde, en doğru halinde yaşamak çok farklı.