DİYALOG MÜZESİ

SURATSIZ AYDINLAR

 
421. DİYALOG: ÇOKLU KARMA, YUVARLAK MASA ÖRNEĞİ




Aydınlarımız neden -genellikle asabi, asık suratlı ve sinirlidirler?

Dilek Çerçi: Kesinlikle aydın olmadıkları fikrindeyim. Aydın insan figüründen eğitimle bezenmenin yanısıra spritüel duruş da bekliyorum. Bu da yontulmuş kişi anlamına geliyor ki onlarda sabır, huzur, tevazu ve paylaşım vardır ve dahi güleryüz.

Aytaç Yiğit
: Ülkenin gidişatından olabilirmi acaba? Ben bildim bileli ülkenin gidişatı hep kötü. Asık suratlı olmasınlarda ne yapsınlar!

Nuri Sezer
: Ampulden kaynaklanıyor olabilir. Floresan mı, ampül mü korkusu... Korkak korkaktır. Adam olmakla aydın olmak farklı bir şey.

Kendisini aydın zanneden o kadar çok kararmış var ki ne sen sor, ne ben söyliyeyim. Diploma ile insanları değerlendirme, sahtesi çok başımızdakinin olduğu gibi... Adam gibi davranan, yaşamsal mantık kurallarına uyan, beyni çalışan, çakma olmayan, çalıp çırpmayan yani önce ADAM olan kişi.

Toplum malesef çıkar peşinde olduğundan bunlar karışmış vaziyette. O yüzden ''Toplumlar layık oldukları yönetimlerle yönetilirler'' lafı eski aydın dediğimiz ADAM ların doğru olan laflarıdır.

Adam demek benim için erkek anlamına gelmiyorki, benim için insan anlamına geliyor. Eskiden Adem; kişi, erkek gibi algılanıyordu ama kadınlar bile birbirleriyle konuşurken adam ol diye hitap ediyorlar. Zaman değişti.

Yilmaz Ulukapi: Bildiklerini aktaramadıkları için. Aktarım yeteneği olmayanları aydın kabul edemeyiz zaten aydınların temel sorunlarından birisi de bu. Aziz Nesin geliyor aklıma ( ) içinde röportajını dinleyen sıradan bir kişi bile sıkılıyor.

Çok çalışmak lazım, vasatın üstü diyebilirim kendime, öyle bir iddiam yok, nasıl olmalıya gelirsek: "Görsel ve güzel sanatlarda derinlemesine olmasa da bilgi ve birikimi olmalı, sadece dünya yada kendi coğrafyasına hapsolmamalı! En temeli doğallık, kendi olması, yaldızlı alıntı cümleler ordan burdan değil, kendi olması. Bir bakıma kendisi olamadıkları için başkalarını taklit ediyorlar yada aldıklarını potada eritip şekil veremedikleri için diyelim.
 


Emre Şen: Fazlasıyla entellektüel açıdan beslenme telaşından olduğunu düşünüyorum. İçlerindeki çocukluk ölüyor.

Erkan Yazargan: Entelektüel beslenmeyi kendi başlarınayken yapabilirler. Buradaki sorun toplumun gözünün önünde ve gözüne baka baka tıkınıp durmaları. Açgözlülükleri gözlerinden okunuyor. Başkalarına söz hakkı bile vermiyorlar. Haydi, dinleyelim deseniz zırvadan başka bir şey değil söyledikleri. Egemenlik kurma çabasından başka bir şey görmüyorum ben şahsen ve kötüsü "iki kişi olsun benim olsun" anlayışı hakim ve dışındakileri zaten hiç görmüyorlar.

Emre Şen: Evet. "Tam aydınlanıcam koca bi EGO geliyo" kısacası

Nur Sey: Kıramadığımız en zor eşik bu bence de. "Gülmek devrimci bir eylemdir" der ya John Lennon. Bunun gibi.

Erkan Yazargan: Ego konusunu burada epey yazıştık ve neticede: "Ego muhteşem, egoism felakettir" gibi bir sonuca ulaştık. Katılır mısınız?

Nur Sey: Kesinlikle katılıyorum. Ego en sağlam yapı taşımızdır. Egomuzu sevmek -megalomani ile aradaki ince çizgiyi geçmeden- iyi davranmak, önemsemek ve iyi geçinmek, sıkı ve düzgün insanlar olmanın başlangıcı.

Emre Şen: Egoyu ve egoismi nasıl anlıyoruz ona göre katılıcam:) yani farkları ne?

Erkan Yazargan: Biri benlik, kişilik duygusu diğeri bencillik ve benmerkezcilik. Benlikle ilgili sorunumuz olmamalı kanımızca..?

Emre Şen: Anladım. Evet, tabi. Kişilik veya benlik tehdit altında hissettikçe daha katılaşıp aslında koruma amaçlı sert savunma biçimleri geliştiriyor.

Bu "havasından yanına yanaşılmaz" var ya tipik. Oradaki "hava" aman ..... gelmesin başıma'nın kalkanı genellikle..

Nur Sey: "Korkma ben buradayım, ikimizi de korurum" lafı çok işe yarar böyle durumlarda ..

Emre Şen: O .... da "hafife alınmamam lazım". "Kültürlü olursam ancak saygın olurum" v.b. yutturulmuş ve hazmedilmemiş tehditkar öğretiler sonucu malesef

Hahah evet sevdim bunu...

Erkan Yazargan: "Yutturulmuş Öğretiler" konusuna girersek hiç çıkamayacağız sanırım içinden "Herkesin yutturulmuşu kendine" deyip çıkıveriyorlar neticede...

Sizce de bilgi denenebilir olmalı mıdır ve kesin sonuca rağmen kabul etmemenin anlamı nedir?

Nur Sey: Az bilgi ile ahkam kesmek..

Emre Şen: Bilgi deneyimlemek, kullanmak ve sonucuna bakmak için bence. Kabul edip etmemek yine kişiye göre.

Hayatımda nasıl bir rolü var bu bilginin?

Benim koşullarımda bana nasıl geliyor?

Gelişimimi nasıl etkiliyor?

Buralara açık olmak lazım.

Nur Sey: Sorunuzdaki "kesin sonuca rağmen" ayrıntısına ikişkin bu kadar kesin yazdım. Bilgi somut ve kesin sonuçtur. Etrafında dönülüp zenginleştirilebilir ama doğruluğu değişmez ya da içeriğine şüphe düşürülmez.

Erkan Yazargan: Şöyle bir gelişim çizgisi geliştirdik:

İnanç > felsefe - sanat > Bilimsel düşünme

İnsanlık tarihinde de zihinsel gelişimin bu doğrultuda olduğunu savunup, öğretmeye çalışıyoruz. Bu doğrultuyu kabul ederseniz, kendinizi neresinde görürsünüz?

Örneğin ben şu an "felsefe - sanat" aralığında kıvranıp duruyorum...

Emre Şen: Evet VE o bilginin kişinin yaşamı içindeki rolü göreceli. Sanat-felsefe sanırım

Nur Sey: Sanırım ben de... Bilimsel düşünme yoluna olabildiğince az adım atıyorum. Beynimin birikiminin esnekliğine başvurmak, önümde açtığı sonsuz kapılardan girip yeni şeyler keşfetmek bana iyi hissettiriyor.

Erkan Yazargan: Bu aşamada "bilimsel gelişmeleri" takip edebiliyor musunuz en etkilendikleriniz hangileri?

Emre Şen:
Ortaya çıkan sonuç bilimle birleştiğinde tadından yenmiyor zaten

Erkan Yazargan: Şöyle bir şey de var: "Sanırım felsefe bilim doğururken sanat bilimi koruyup kollama - anlamayanlar tarafından imha edilmesinin engellenmesi, kendini siper etme... gibi bir görev de icra ediyor". Ne dersiniz?

Emre Şen: Beyinle ilgili görüntülemeler, beynin tepkileri detayları işleyişi ve vücudun tümünün karmaşıklığı ile ilgili bulgular hoşuma gidiyor.

Nur Sey: Hawking'i ciddi takip ediyorum. Çoklu hayatlar, kara delikler, kuantum mekaniği en ilgimi çeken konular, uzun zamandır. Katılıyorum.

Sanat ve felsefe, bilimi kavramakta beyni hazırlayan keskinleştiren bir mekanizma.

Emre Şen: Evet hep paylaşasım geliyo zaten hayat verdiği için ve paylaştıkça çoğaldığı için...

Erkan Yazargan: Pekiyi, katıldığınız bu çizgiyi - doğrultuyu başkalarıyla da paylaşıp onlara da anlatmak ister misiniz, neden?

Nasıl bir yöntem izlersiniz, daha iyi anlaşılması ve yararlı olması için..?

Emre Şen: Bire bir. Yüzyüze. Çaylı falan ortam. Yastıklı mastıklı böyle. Oyun bahçesi - oturma odası mix bir havada

Nur Sey: Az önce tesadüf neticesi rastlayıp oluşturduğunuz beyin fırtınasına katılmaktan çok keyif aldım. Bu vesileyle teşekkür de etmek isterim Bir otorite olarak değil ama, güncel hayatımda, katıldığım bu tür sohbetlerde söylediğim şey hep şudur; "düzenli okumak, okunan şeyin çizgisini ve sıralamasını dağıtmamak ve altınızı kuvvetlendirmeden konuşmalara katılmamak". Dinlemeyi ilke edinmek...

Çok sesli ama boş bir topluma dönüştük-dönüştürüldük... Bu kendi konfor alanımı da etkileyen, gittikçe içime kapanmamı ve kısıtlı fikir alış verişi nedeni ile gelişmemi önleyip, beni kısır bırakması açısından çok rahatsız edici. Sayfanızda yer verdiğiniz bu yöntem en çok da bu nedenle çekici geldi bana. Umarım katılmak için zaman yaratabilirim

Emre Şen: Ben de çok keyif aldım ve teşekkür ederim söylediklerinize de katılıyorum.

"Bilmiyorum" veya "şöyle biliyorum" demekten utanmamayı öğrenmemiz lazım.

Nur Sey: “Bu, sanırım siyasilerle başladı bu ülkede. Ciddi görünmek için gülmemek, gülümsememek gerektiği yolunda yaratılmış şartlama. Öyle ki sonunda, Akdeniz insanı olmanın temel özelliği olan carpe diem felsefesi toplumda, şartların getirdiği mutsuzluğa yenik düşerek, yerini gülümsemek için sadece mizahçılara muhtaç olmaya bırakmış.

Erkan Yazargan: Siyasiler derken "suratsız devlet", "otorite" sanırım?

Nur Sey: Aynen öyle..

----------------------------------------------

Sedat Antay:
Ne kadar asık suratlı olursa o kadar ağır ağbi olur... Asabiyet de bi b*ktan anlamadıklarından. (Aydınımsılar). Gerçek aydınlar hariç.

Işık Yüce: Esas aydın olan sanatçıdır bir Victor Hugo gibi ya da Nazım gibi... Bu girdap değil bir seçenektir. Sizin belki sesiniz insana hitap etmez ama onların kalemleri, müzikleri, çizimleri... kitlelerin içine işler.

Zaten baskıya gelemez sanat. Bu yüzden Atatürk'e göre sanatçı “alnında (aydınlanmanın) ışığı ilk hisseden insandır” ama günümüzde bu zor. Şöyle ki sanat okullarında gelecegin sanatçıları yetişiyor ancak branşları hariç pek bir ders görmüyorlar. Kitap okumuyorlar. Araştırmıyorlar. Akademilerden gerçek sanatçılar çıkartamıyoruz.

Bir tek bunca baskıya tiyatroculardan ses geldi, neden? Herkesten çok okuyup empati yaptıkları cahil kalmadıkları için.

Diyeceksiniz ki ilk örnek verdiğim isimler okullu muydu? Hayır, ancak bu da başka bir tartışmanın konusu...


Şirin Asutay
: Korktuklarından, yazık.. Görür, anlar, bilir, lanetlenir... Türkiyede en az bir tanıdığı içeri düşmemiş aydın var mıdır? Öldürülmediyse..!

Reyhan Salman
: Öyle davranınca daha yetkin göründüklerini zannettikleri için. İşte sırf bu yüzden bile aslında aydın falan değiller. Gerçekten aydın olsalar "bir şey gibi" görünmeye çalışmazlar. Ciddiyet asık surat gerektirmez.

Evet, bana da sinirliymişler gibi geliyor. Sanırım fikirlerini anlatabilmenin kolay yolu bu. Halbuki güzellikle ifade etmek çaba, emek gerektirir. Sinir maskesi şunu sağlıyor: "Ben biliyorum ve sen bunu kabul edeceksin. Bakin, ne kadar da ciddiyim, bu benim bilgimi kanıtlıyor"

Ragıp Taranç: Atasözümüz bile var;"Ağır ol molla desinler".Şartlanmışlar bir kere.

Meric Oz
: Aşık suratlı asabi ise aydın değildir. Çözmesi gereken sorunları vardır.

Emre Aydoğan
: İnsanlar soru sormaya cesaret edemesin ki bilgisiz oldukları ortaya çıkmasın diye! Sözde aydın ya hepsi

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol