DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

BİRGEN ENGİN İLE

1.203. DİYALOG: BİR SENARYO KONSEPTİ

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz. 
Birim Fiyatı: €420

10 Eylül 2025
Erkan YAZARGAN
-----------------------------

"Bu senaryo konseptinin özü, insanlığın temel çelişkisini anlatan bir yolculuk olmasıdır. Bir yanda var oluşumuzun getirdiği bilgelik ve saflık, diğer yanda ise hırs ve güç tutkusuyla yozlaşmamız.
Dizi, bu iki zıt kutbu, Birgen'in "yumurtadan çıkış" anını anlatan aydınlanmasıyla birleştirir. Birgen, kendi "yumurta kabuğunu" kırdıktan sonra her şeyi dışarıdan, tarafsız bir gözle görmeye başlar. Onun bu yeni bakış açısı, bizi şiirin farklı zamanlarına ve hikayelerine taşır.
 * Dış Katman: Birgen'in günümüzdeki röportajları ve kişisel yolculuğu.
 * İç Katman: Şiirin anlattığı, insanlık tarihine dair mitolojik ve felsefi hikayeler.
Her bölüm, bir ana temayı ele alır:
 * Bir bölümde doğayla uyum içinde yaşayan Altay kızının hikayesi anlatılırken, modern dünyada doğadan kopmuş insanlığın hali yansıtılır.
 * Başka bir bölümde bilgeliğin aktarımı işlenirken, "Mamata Hatun"un bilgileri nasıl sakladığı gösterilir. Bu hikaye, günümüzdeki bilgi kirliliği ve değersizleşen bilginin karşısında bir ayna tutar.
 * En temel seviyede ise, açgözlülüğün bir zamanlar her şeyin ortak olduğu dünyayı nasıl mülkiyet ve savaşla böldüğü anlatılır.
Senaryo konsepti, sadece bir hikaye anlatmakla kalmaz. İzleyiciyi, tıpkı Birgen gibi, kendi "yumurta kabuğunu" kırmaya ve hayata başka bir gözle bakmaya davet eder. Bu, sanatın bir tohum ekme amacı için güçlü ve etkileyici bir yoldur."



Harika bir diyalog! 
Diyaloğun Yapısı ve Dinamikleri

Bu diyalog, iki tarafın birbirinden farklı amaç ve motivasyonlarla bir araya geldiği, ancak sohbetin ilerlemesiyle ortak bir zeminde buluştuğu bir etkileşim örneği.
 
* Soru Soran (Birgen Engin): Diyaloğu başlatan tarafın, "Diyalogları ne amaçla sürdürüyorsunuz?" gibi doğrudan, hedef odaklı sorular sorduğu görülüyor. Bu sorular, bir röportaj ya da araştırma havası yaratıyor. Sanatçıdan, yani karşı taraftan, bilgi edinme ve onu belirli bir çerçeveye oturtma amacı taşıyor. Soru soran kişi, sohbeti belirli bir yöne çekmeye çalışıyor ve sanatın toplumsal rolü, kalıcılığı, güncel durumu gibi konuları keşfediyor. Diyaloğun sonunda ise "Şöyle bir anda karşınızdakini irkiltecek, kendine getirecek cümleler istesem..." diyerek sanatçıdan bir nevi manifestovari bir kapanış cümlesi talep ediyor.
 
* Yanıt Veren (Sanatçı): Sanatçı, başlangıçta bu diyaloğun amacını tam olarak kavrayamıyor, hatta "neden bana sorular sorduğunu bile anlamamıştım" diyor. Ancak daha sonra sürece dahil oluyor ve kendi tecrübelerini, sanat ve yaşam hakkındaki düşüncelerini samimi bir dille paylaşıyor. Diyaloğun ilerleyen bölümlerinde, röportaj formatından çıkıp daha kişisel bir sohbetin içine giriyor. Sanatçı, "Onuncu Köy Teyatora" filmiyle ilgili deneyimlerini, "Birdman" ve "Grand Budapest Hotel" filmleri hakkındaki yorumlarını ve genel olarak sanat dünyasına dair eleştirilerini dile getiriyor.

Temalar ve Alt Metinler

Diyalogda öne çıkan birkaç ana tema ve alt metin bulunuyor:
 
* Sanatın Amacı ve Toplumsal Rolü: Soru soran, diyaloglara başlarken belirlediği "sanat tohumu ekme" amacını vurguluyor. Sanatçı da benzer bir şekilde sanatın "kalplere giden yolu fethetmek" ve "kendiyle küs olan insanların kendiyle barışmasını sağlamak" gibi misyonlara sahip olduğunu düşünüyor. Bu, her iki tarafın da sanatı sadece estetik bir olgu olarak değil, toplumsal bir dönüştürücü güç olarak gördüğünü gösteriyor.
 
* Sanat Dünyasının Gerçekleri: Sanatçı, "Onuncu Köy Teyatora" filmi üzerinden sanatın amatör ruhuyla başlayan, ancak piyasa koşullarının etkisiyle gişe filmine dönüşen yolculuğunu anlatıyor. Bu, idealizm ve pragmatizm arasındaki çatışmayı gözler önüne seriyor. Özellikle "bütçenin sıfırları gördüğü" ve "deneyim olarak çok şey kazanacaksınız" gibi ifadeler, sektördeki emeğin karşılığını bulamama sorununa dair güçlü bir eleştiri niteliğinde.
 
* Sanatın Kişisel ve Mesleki Algısı: Sanatçı, oyunculuğu bir meslek dalı olarak gören ve profesyonel gerekliliklerini yerine getiren biri olduğunu belirtirken, toplumun bu mesleği "eğlence, şöhret ve ego tatmini" aracı olarak algılamasından duyduğu hayal kırıklığını dile getiriyor. Bu durum, sanatın bir zanaat, bir meslek olarak görülmesi gerektiği konusundaki hassasiyetini gösteriyor.
 
* Sanatın Etkisi ve Kalıcılığı: "Sanatın kalıcılığı ve damarlara enerji enjekte etme" konusu, diyalogun en felsefi anlarından birini oluşturuyor. Sanatçı, bu enerjinin özellikle Türkiye gibi "yaşam mücadelesinin içinde" olan toplumlarda ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Sohbetin sonundaki "Uykundan son bir kez daha tekrar uyan" cümlesi ise sanatın insanı hayata ve farkındalığa uyandıran gücüne dair güçlü bir metafor sunuyor.
 
* Karşılaştırmalar ve Ödüller: Sanatçının "Ben yarışmaları sevmiyorum," "Sanatta nasıl yarışma ya da ödül olabilir ki?" gibi ifadeleri, sanatın kendine özgü ve benzersiz doğasına olan inancını gösteriyor. Ona göre her eser, kendi başına biricik ve kıyaslanamazdır.

Diyaloğun Gelişimi

Diyalog, başlangıçtaki röportaj havasından çıkarak daha kişisel ve samimi bir hal alıyor. İlk başta "Nerede ikamet ediyorsunuz?", "Yazarlık geçmişiniz var mı?" gibi basit sorularla başlayan süreç, "Nasıl bir histi?" ve "Anlatsanıza biraz..." gibi sanatçının iç dünyasına ve tecrübelerine odaklanan sorularla derinleşiyor. Bu durum, soru soran tarafın da sanatçıya güven vermesi ve kendisini açması için alan yaratmasıyla gerçekleşiyor.

Sonuç olarak, bu diyalog, sanatın ne olduğu, neye hizmet ettiği ve sanatçının bu yoldaki mücadelesi üzerine oldukça samimi ve aydınlatıcı bir sohbet sunuyor. Bir röportajdan çok, iki sanatseverin sanatın özü ve gerçekleri üzerine yaptığı spontan bir fikir alışverişi gibi. Diyaloğun sonunda her iki tarafın da "iyi ki bu konuşmayı yaptık" hissiyle ayrılması, etkileşimin başarılı ve verimli olduğunu gösteriyor.

SİNEMA

Hem sinema sanatının hem de sinema sektörünün sorunlarını ayrı ayrı ele alalım. Çünkü bu iki alan, çoğu zaman iç içe geçse de farklı dinamiklere ve problemlere sahiptir.

Sinema Sektörünün Sorunları

Sinema sektörü, finansal ve lojistik zorluklarla mücadele eden karmaşık bir yapıdır. İşte başlıca sorunlar:
 
* Finansman Zorlukları: Türkiye'de sinema sektörü genellikle bütçe sıkıntısı çeker. Bağımsız filmlerin ve sanat filmlerinin finansman bulması oldukça zordur. Devlet destekleri yetersiz kalabilir veya belirli projelere yönlendirilebilir. Bu durum, özgün ve riskli projelerin hayata geçmesini engeller.
 
* Pazarlama ve Dağıtım Sorunları: Bir filmin yapımı kadar, izleyiciye ulaştırılması da önemlidir. Ancak çoğu film, yeterli pazarlama bütçesi bulamaz. Ayrıca, vizyon salonlarının az olması ve gişe odaklı filmlere öncelik verilmesi, sanat filmlerinin ve alternatif yapımların izleyiciyle buluşmasını kısıtlar.
 
* Emek Sömürüsü ve Düşük Ücretler: Özellikle bağımsız yapımlarda ve yeni başlayanlar için emek sömürüsü yaygın bir sorundur. Oyuncular, teknik ekip ve diğer çalışanlar, düşük ücretler veya bazen hiç ücret almadan çalışmak zorunda kalabilirler. Bu durum, sektördeki profesyonelleşmeyi ve sürdürülebilirliği olumsuz etkiler.
 
* Sansür ve Otosansür: Türkiye'de doğrudan veya dolaylı sansür tehdidi, film yapımcılarının ve senaristlerin yaratıcılığını kısıtlayabilir. Hassas konuları işlemeye çekinen yapımcılar, otosansür mekanizmasını devreye sokarak potansiyel risklerden kaçınmaya çalışırlar.
 
* Eğitimli İş Gücü ve Profesyonelleşme Eksikliği: Sektöre girenlerin birçoğu yeterli eğitim ve deneyime sahip olmayabilir. Bu durum, filmlerin kalitesini düşürebilir. Ayrıca, sendikalaşma ve mesleki örgütlenmelerin zayıf olması, çalışan haklarının korunmasını zorlaştırır.

Sinema Sanatının Sorunları

Sinemanın bir sanat dalı olarak karşılaştığı sorunlar ise daha çok yaratıcılık ve ifade özgürlüğü ile ilgilidir.
 
* Gişe Odaklılık: Ticari kaygılar, sinema sanatının önüne geçebilir. Yapımcılar, gişe garantisi veren formül filmleri (komedi, romantik komedi, popüler dramlar vb.) tercih edebilirler. Bu durum, sanatsal riskler almayı gerektiren özgün ve deneysel filmlerin üretilmesini engeller.
 
* Yaratıcılıkta Tekrarlar: Gişe baskısı, hikayelerin ve karakterlerin birbirine benzemesine yol açabilir. Farklı bakış açıları ve yeni anlatım biçimleri yerine, daha önce başarılı olmuş formüller tekrar tekrar kullanılır. Bu da sinemanın sanatsal olarak kendini yenilemesini zorlaştırır.
 
* Eleştiri Kültürünün Zayıflığı: Sanatın gelişimi için güçlü ve yapıcı bir eleştiri kültürü esastır. Ancak, Türkiye'de sinema eleştirmenliğinin yeterince gelişmemesi ve medya organlarının eleştiriye yeterli yer vermemesi, hem izleyicinin bilinçlenmesini hem de sanatçının kendini geliştirmesini engeller.
 
* İzleyici İlişkisi: Sanat filmleri, genel izleyici kitlesi tarafından yeterince ilgi görmeyebilir. İzleyicinin daha çok popüler kültür ürünlerine yönelmesi, sinemanın bir sanat dalı olarak değerini düşürebilir. Sanat filmlerinin, izleyicinin estetik algısını ve düşünme biçimini zorlaması beklenirken, bu tür yapımların izleyiciyle bağ kurmakta zorlandığı görülür.
 
* Dijital Platformların Etkisi: Dijital platformlar bir yandan yeni olanaklar sunsa da, kısa sürede tüketilen içerik döngüsü, uzun metrajlı ve sanatsal derinliği olan filmlerin izlenme alışkanlığını değiştirebilir. Bu platformlar, filmleri sanat eseri olmaktan çok birer "içerik" olarak konumlandırabilir. Bu sorunlar, sinema sanatının ve sektörün sağlıklı bir şekilde büyümesinin önünde önemli engeller teşkil eder.

Dünya sinemasının başlıca sorunlarını şu şekilde özetleyebiliriz:

Ekonomik ve Endüstriyel Sorunlar
 *Dünya sinemasının başlıca sorunlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
Ekonomik ve Endüstriyel Sorunlar
 
* Hollywood'un Küresel Baskısı: Hollywood'un dev bütçeli, pazarlaması güçlü yapımları, dünya genelindeki sinema salonlarını domine ediyor. Bu durum, diğer ülkelerin kendi filmlerini geniş kitlelere ulaştırmasını zorlaştırıyor.
 
* Finansman Zorlukları: Hollywood dışında kalan birçok bağımsız veya sanatsal film, yeterli bütçe bulmakta zorlanıyor. Bu, yaratıcı ve riskli projelerin hayata geçirilmesini engelliyor.
 
* Dijital Platformların İkilemi: Dijital platformlar, filmlerin küresel izleyiciye ulaşmasını kolaylaştırsa da, filmleri birer "içerik" olarak konumlandırarak sinemanın bir sanat eseri ve salon deneyimi olarak algılanmasını zedeliyor.
Sanatsal ve Yaratıcılık Sorunları
 
* Gişe Odaklılık: Ticari kaygılar, gişe garantisi veren formül filmlerin artmasına neden oluyor. Bu durum, deneysel veya özgün sanatsal projelerin üretimini kısıtlıyor.
 
* Kültürel Homojenleşme: Küresel pazarın etkisiyle, farklı ülkelerin kendilerine özgü yerel hikaye anlatım biçimleri ve estetik anlayışları, daha çok "uluslararası" bir dile evriliyor. Bu da kültürel çeşitliliği tehdit edebiliyor.
 
* Yaratıcılıkta Tekrarlar: Gişe başarısı kanıtlanmış türlerin ve hikayelerin tekrar tekrar kullanılması, sinemanın sanatsal olarak kendini yenilemesini engelliyor.
Bu sorunlar, dünya sinemasının hem ticari olarak ayakta kalma hem de sanatsal değerini koruma mücadelesini özetliyor.
 
Hollywood'un Küresel Baskısı: 

Hollywood'un dev bütçeli, pazarlaması güçlü yapımları, dünya genelindeki sinema salonlarını domine ediyor. Bu durum, diğer ülkelerin kendi filmlerini geniş kitlelere ulaştırmasını zorlaştırıyor.
 
* Finansman Zorlukları: Hollywood dışında kalan birçok bağımsız veya sanatsal film, yeterli bütçe bulmakta zorlanıyor. Bu, yaratıcı ve riskli projelerin hayata geçirilmesini engelliyor.
 
* Dijital Platformların İkilemi: Dijital platformlar, filmlerin küresel izleyiciye ulaşmasını kolaylaştırsa da, filmleri birer "içerik" olarak konumlandırarak sinemanın bir sanat eseri ve salon deneyimi olarak algılanmasını zedeliyor.
Sanatsal ve Yaratıcılık Sorunları
 
* Gişe Odaklılık: Ticari kaygılar, gişe garantisi veren formül filmlerin artmasına neden oluyor. Bu durum, deneysel veya özgün sanatsal projelerin üretimini kısıtlıyor.
 
* Kültürel Homojenleşme: Küresel pazarın etkisiyle, farklı ülkelerin kendilerine özgü yerel hikaye anlatım biçimleri ve estetik anlayışları, daha çok "uluslararası" bir dile evriliyor. Bu da kültürel çeşitliliği tehdit edebiliyor.
 
* Yaratıcılıkta Tekrarlar: Gişe başarısı kanıtlanmış türlerin ve hikayelerin tekrar tekrar kullanılması, sinemanın sanatsal olarak kendini yenilemesini engelliyor.
Bu sorunlar, dünya sinemasının hem ticari olarak ayakta kalma hem de sanatsal değerini koruma mücadelesini özetliyor.

Hollywood'un küresel hegemonyasını bir sorun olarak görmek yerine, onun gücünden ve kaynaklarından nasıl faydalanılabileceğini düşünmek daha yapıcı bir yaklaşım. Hollywood'dan en iyi şekilde yararlanmak için atılabilecek adımlar, hem sanatçılar hem de sektör profesyonelleri için farklı yolları içerir.

1. Stratejik İş Birlikleri ve Ortak Yapımlar

Hollywood, sadece kendi filmlerini üretmez, aynı zamanda uluslararası ortak yapımlara da imza atar. Türkiye'deki yapımcılar ve yönetmenler, büyük stüdyolarla veya bağımsız Hollywood şirketleriyle ortak projelere girerek hem finansal kaynaklara hem de küresel dağıtım ağlarına erişim sağlayabilirler.
 
* Ortak Finansman: Ortak yapımlar, filmlerin bütçesini artırır ve daha kaliteli teknik ekipman ve prodüksiyon olanakları sunar.
 
* Dağıtım Gücü: Bir Hollywood stüdyosunun dağıtım ağına dahil olmak, filminizin dünya genelindeki sinema salonlarında ve dijital platformlarda gösterilme şansını katlar.

2. Yetenek İhracı ve Uluslararası Kariyerler
Hollywood, yeni ve özgün yetenekleri sürekli arıyor. Türk oyuncular, yönetmenler, senaristler ve teknik ekip üyeleri, uluslararası projelere katılarak hem kendilerini geliştirir hem de Türk sineması adına bir temsilcilik görevi üstlenirler.
 
* Oyunculuk: Başarılı oyuncularımızın Hollywood filmlerinde veya dizilerde rol alması, onların kariyerlerini küresel bir seviyeye taşıdığı gibi, Türk sinema sektörünün de prestijini artırır.
 
* Yönetmenlik ve Senaristlik: Yetenekli yönetmenlerin ve senaristlerin Hollywood'da proje geliştirmesi veya uluslararası yapımlara katkıda bulunması, Türk hikayelerinin ve bakış açılarının dünyaya açılmasına yardımcı olur.

3. Dijital Platformları Akıllıca Kullanmak
Netflix, Amazon Prime ve Disney+ gibi platformlar, Hollywood merkezli olsalar da, küresel pazara açılan kapılardır. Bu platformlar, yerel içeriklere büyük yatırımlar yapıyor.
 
* Yerel İçeriği Küreselleştirmek: Hollywood'dan doğrudan bir film çekmek yerine, yerel hikayelerimizi bu platformlar aracılığıyla tüm dünyaya ulaştırmak daha etkili olabilir. Önemli olan, hikayenin evrensel duygulara hitap etmesi ve yüksek prodüksiyon kalitesine sahip olmasıdır.
 
* Yeni Finansman Kaynakları: Platformlar, Türk yapımcılarla ortaklık kurarak yeni projelere doğrudan fon sağlayabilirler. Bu, geleneksel bütçe sorunlarını aşmak için önemli bir fırsattır.

4. Teknoloji ve Mesleki Standartları Öğrenmek

Hollywood, film yapım teknolojileri ve profesyonel set kuralları konusunda dünyanın en gelişmiş yerlerinden biridir. Bu alandaki bilgi birikiminden faydalanmak, kendi sektörümüzü dönüştürme potansiyeli taşır.
 
* Eğitim ve Atölyeler: Türk film profesyonelleri, Hollywood'da düzenlenen atölyelere, seminerlere veya mesleki eğitimlere katılarak en son teknolojileri ve çalışma disiplinlerini öğrenebilir.
 
* İş Akışı ve Yönetim: Hollywood stüdyolarının proje yönetiminden pazarlamaya kadar olan profesyonel iş akışları, kendi sektörümüzdeki verimsizlikleri gidermek için bir model olabilir. Bu yollar, Hollywood'u sadece bir rakip değil, aynı zamanda iş birliği yapılabilecek, öğrenilebilecek ve kendi gücümüzü artıracak bir araç olarak görmemizi sağlar.

SORU: Diyalogla şiirimi nasıl bağdaştırırsın?

KOMEDİ                                            
“Tiyatro’ya”

Ulu Manitu veya her neyse
Hani şu ortalığı kasıp kavuran
Masalcı dedenin korkuttuğu kendisiyle
Ekmeğin, suyun, yağmurun sebebi
Kızınca vermeyen, açlıktan öldüren
Sırtında akbaba büyüten
İmanın var mı senin, iman öğütlerken
Neye inanırsın, nedir bu dalavereler!
Babil’in Kurbam Sunağı’nda fahişe
Ganj’ın kıyısında yılan, sığır
Mısır’da Güneş, Arap çöllerinde akrep
İşkenceci, zorba, entrikacı, paracı
Korkutucu, yıldırıcı, mide bulandırıcı

Gerçek tanrının yerine geçme çabaların yüzünden
Sana inananların, kandırabildiklerin
Saçma dinlerinin, adi din adamları
Senin adamların yani
Bu yüzdendir tüm dengesizlikler

Şeytan tanrının değil, insanın zıddıdır
Tanrı zıddı olmayandır
Gerçekleri görmeyip, görmezden gelenleri
Kurduğu adalet düzeniyle zaten
Elini sürmeden
Eninde sonunda cezalandırıverendir
Ceza derken
Anlaşıldık, bilindik, sanılan türden değil
Oda insanın anlaması için yine kendi dilinden
Anladığı dilden yani
Yoksa ne sana, ne ona, buna, ne de cezaya
İhtiyacı ve gereği olmayandır.
Zaten herşeyin içinde var olduğundan
Gözleri de, gördükleri de, ışığı da, zerrelerin zerrelerindedir.
Kader derken yazgı yani
Olacakları her anına kadar kaydetmesi bir yerlerde
Zaten olan varlık ve bilginin içindedir
Zaman derken, dünya yani

Semah etmesi güneşin ve kendi çevresinde
Olup bitendir. Sabah ve akşam, hafta ve ay
Gitmesi bir yerden bir yere ışığın
Kaç milyar yıl?
Hani o zerreden patlayan
Öncesi ve sonrası olmayan
Yanları, kıyıları ve devamı
Küçükten küçük derken tüm bilinen
Ortaklıklar ve enerji
Aslında ne yazıldıysa ve ne yazıldıysa, söylendiyse
Şimdiye kadar
Bundan sonra da söylenecek olanlar hatta
Hepsi, o kalemin yazdığı o defterde var
Olmalı yani öyledir, uydurmadan zaten
Bak şimdi!
Çoktan geçip giden o kadın
Yine o güzel dizide oynarken
Eksiksiz, kusursuz, tam, bozulmadan görünen
Rolünün gereği
Yazarın yazdıklarını tekrar ederken
Rol arkadaşları? Oysa şimdi yaşayan
Sonrada onlar da geçip gidecek olan
Ne tuhaf
Bende geçip gidecek olan
Kendi sözlerimi yazarken, başkalarının yazmadığı
Ve yazmalar olup biteni, içindekileri
Kendini kaybediveren zorlanmış
Fırlayıp giderken evrenden birinin bir yerlerine
Yolunu, gidişini, gelişini kaybeden
Üzerine vazife mi?
Değil
Tüketip bitirmişken zaten bitecek olanı

---------

Bavul, bavul
İçine konulan, yolculuktan önce lazım şeyler
Ütülü kıyafetler
Ufak tefek şeyler, süsler, totemler
Taştan oyma tespih taneleri
Çeşitli, rengârenk, içinde karınca olan
Fosil, yani olduğu gibi duran ama kuru, cansız
Kıymetini herkesin bilmediği
Bir de eritip hurdaya çıkartılan el işleri
Bundan yani bu tarihten
Sekiz bin altı yüz elli yıl önce
Altay’ın öbür kıyılarında
Bir nehir kıyısında kurulan, temeli taş
Üst yanı göknar gövdesiyle yapılı
Binanın odalarından birinde yaşardı, bir kız
Bundan 8.650 yıl önce
Bizim kızlarımızdan bir kız gibi
Meraklı, maharetli, üretken, sevimli, zeki
İşte o kız, ismini bilmiyoruz, önemi de yok
Yani isminin önemi yok
Kendisi çok önemli
Yapıp bıraktıklarından
Burada yine bir kişi
Kız mı, erkek mi, bilmiyoruz yine
Bu defa cinsiyetinin önemi olmayan
Dağın yamacında
Eski Ermeni Prensliklerinden kalan
Kalın, yontulmuş, düzeltilmiş, işlenmiş
Taş duvarların arasında
Şimdi toprağın altında kalmış
Dört bin beş yüz yirmi yıllık bir kolye
Hem eli değmiştir, hem yüreği
Yine renkli taşlar, karıncasız
İşte bu günün definecisi, talancısı, açgözlüsü
Bulmuştur onlardan, o parçalardan bir kaçını
Ve satmıştır kuyumcuya
Kuyumcuda eritmiştir sonsuza değin

-----------

Yılandan korkan insan kendini koruma çabasındadır
İçgüdü denilse de zaten olan
Herkesin bildiği ve yaşadığı
Aslında Darwin Dede’nin, hani o sevilmeyen
Hayatta kalma ve neslini devam ettirebilme çabasıdır.
Her kim veya ney kurmuşsa sistemi
Anlaşılabildiği kadar ucundan, kıyısından
İnkar edilemez gerçek. Gerisini boş ver.
Bize en yakın yıldız dört ışık yılındadır
Samanyolu’nun yarıçapı yirmi beş bin ışık yılı
Evren ise kırk beş milyar ışık yılı büyüklükte ve büyümekte
Cern’de on bin bilim insanı çalışır
Bildiğimiz on dört milyar yıllık bir geçmiş

Ulu Manitu veya her neysen
Zihnimde yerlice, kartal tüyü bol ve renkli
Akbaşlı Kartal, pençeleri sivri, gagası keskin
Gözleri, ya gözleri
Ançetu Mamata Hatun, Ultacunun babaannesi
Ağaçlarla kaplı, havası temiz ve serin
Dağlık ve su pınarları yamaçlarından kaynayan
Kanadı renkli, irili ufaklı kuşların olduğu
Sesleri renkleri gibi çeşitli
Mamata’nın dillerini çözdüğü ve anladığı kuşlar
Taneleri sever kuşlar, kursakları vardır
Karnındaki kıpırtı canlının annenin
Önce kuşları izledi, onlara yuva hazırladı
Yumurtadan çıkan civcivleri gördü, anladı
Türemenin bu türünü ve kendindekini
Hayret etti
Okul filan yoktu o zamanlarda
Büyükler küçüklere anlatırdı
Hikâyelerin içinde gizliydi bilgiler
O da topladı bilgilerden kendi torunlarına,
Komşu çocuklarına anlatmak için

Büyüklerimiz yine yaşarmış orada
Çalışmak, hazırlamak, yardımlaşmak varmış
Herkes kardeşmiş
Doğan yeni bebek
Ayırmadan emermiş tüm annelerin memelerini
Sonradan hatırlaması için
Yoksulluk, hastalık veya yaşlılık günlerinde annelerinin
Emdiği o memenin sahibine sahip çıkmak
Elini tutmak yokuşu çıkarken
Evine su taşımak
Hatırını sormak, dertleşmek, dinlemek
Yardım etmek yani, yalnız bırakmamak
Babalar ve dedeler yine kardeşmişler
Doğa herkesin, ambar herkesinmiş
Delinin biri bir gün hayal görüp
Kendi kendine uydurmaya başlayınca masallar
Üstün güçler ve üstün güçlerin en üstününü
Yani yağmuru yağdıran, sonra sel ve boğulma
Güneşi yeniden ve yeniden çıkaran ve yakan
Yeri sallayan ve evleri yıkan içindekilerle
Galip gelmiş sevgiye ve akla
Düşünemez olmuş insanlar, teslim olmayı seçmişler
Hatta her gelen yeni bir şeyler uydurmuş
Sonra açgözlülük baş göstermiş
“Bütün genç, güzel kızlar benim
Onları ben döllemeliyim
Tüm çocuklar, benim olmalı” diyenler
“Ambarın sahibi benim
İstediğime veririm, istemediğimi aç bırakırım
O var ya, işte O Manitu, O beni seçti.”
Sonra taht olmuş
Bu aç gözlü adam da o tahta oturmuş
Sonra kendi babalarını ve dedelerini kutsamış
Tahtın yanlarına onların heykellerini oydurmuş
Gel zaman git zaman o da ölmüş
Onun yerine oğlu oturmuş
“Hani seni emzirmiştim ben. Sütannen.”
“O da zaten benim malım
Tüm topraklar, nehirler, evler, insanlar
Benim malım.”
Sonra mızrak, kama, kalkan ve savaş
Sonra küsmüş doğa
Dallarından ağaçlarının mızrak yapılması
Taşlarının yine ağaçlarla eritilip demir
Demirden kılıç
Üzmüş doğayı
Artık acımaz olmuş acımasıza
Volkanlarını taşırmış
Yerlerini sallamış, sallamış, sallamış
Aç gözlü insanlar ve hayvanlar
Kaçmışlar oradan oraya
İçlerinden biri öncekilerden
Yazmış bütün olup biteni ve saklamış
Anlatmalarım bundandır
Oda zihnimde kaldığı kadar

Erkan Yazargan 
14.07.2012
TOKAT

Bu iki metni, yani diyalogunuzu ve şiirinizi, aynı temel temalar ve sanatsal yaklaşımlar üzerinden birbirine bağlamak mümkün. Şiiriniz, diyalogunuzda bahsettiğiniz konuların derin, felsefi ve sanatsal bir yansıması gibi duruyor.

İşte diyalogunuzla şiiriniz arasındaki bağdaştırmanın ana noktaları:

1. "Tohum Ekme" ve "Uyanma" Teması
Diyalogda, sanatın amacını "topluma bir sanat tohumu ekmek" olarak tanımlıyorsunuz. Şiiriniz de bu tohumu atmak, yani okuru uyandırmak amacını taşıyor.
 
* Diyalog: "Her sabah uyandığında sadece kendine sorduğun soruların cevabını -belki de sanatta bulacaksın. Uykundan son bir kez daha tekrar uyan."
 
* Şiir: Şiir, "Ulu Manitu" gibi sembolik bir figür üzerinden toplumsal inançları, adaletsizlikleri ve insanlığın yozlaşmasını sorguluyor. "Gerçekleri görmeyip, görmezden gelenleri" cezalandıran adalet fikri, insanların "uykusundan" uyanması gerektiğini fısıldıyor. Şiirde yer alan "Ne tuhaf / Bende geçip gidecek olan / Kendi sözlerimi yazarken, başkalarının yazmadığı" dizeleri, sanatın ve yazarın, bu uyanışı sağlama misyonunu üstlendiğini gösteriyor.

2. Sanatın ve Hayatın "Doğal ve Önhazırlıksız" Akışı

Diyalogunuzda, sohbetin "doğal ve önhazırlıksız" olmasının altını çiziyorsunuz. Şiiriniz de aynı şekilde, tarih, felsefe ve mitoloji arasında serbestçe dolaşan, katı kuralları olmayan bir yapıya sahip.
 
* Diyalog: Anket defterlerindeki gibi "soru-cevap" formatından şikayet edip, daha doğal bir sohbetin peşine düşüyorsunuz.
 
* Şiir: Şiiriniz, "Bavul" gibi somut bir nesneden yola çıkarak "sekiz bin altı yüz elli yıl önceki" bir kızın hikayesine sıçrıyor. Darwin'den, Cern'den, Altaylar'dan ve Ermeni Prensliklerinden bahsederken, kurallı bir akış yerine içsel bir düşünce akışını takip ediyor. Bu serbest geçiş, tıpkı doğal bir sohbet gibi, konunun zihinde açtığı yeni kapıları izliyor.

3. Kaybolan Değerler ve "Survivor" Mücadelesi

Diyalogda bahsettiğiniz "Onuncu Köy Teyatora" filminin teması olan "kaybolan değerler" ve "gerçek survivor hayatı" mücadelesi, şiirinizin ana konularından biridir.
 
* Diyalog: Filmin, "kaybolan değerler" ve "kültürel zenginliğin kıymetini bilememek" ile ilgili olduğunu belirtiyorsunuz. Aynı zamanda "bütçenin sıfırları gördüğü" bir "survivor" deneyiminden bahsediyorsunuz.
 
* Şiir: Şiir, insanlığın evrimini ve yozlaşmasını anlatıyor. "Herkesin kardeş olduğu" ve "doğanın herkesin, ambarın herkesin" olduğu bir geçmişten, "açgözlülük", "savaş" ve "mızrak" gibi değer yitimine yol açan unsurlara geçişi anlatıyor. "Defineci, talancı, açgözlü" karakterler, geçmişin değerlerini eritip yok eden günümüz insanını temsil ediyor, tıpkı filmin anlattığı gibi.

4. Sanat ve İnsan Olmak

Her iki metin de, sanatın yalnızca bir eğlence aracı olmadığını, insanın kendini anlaması ve varoluşunu sorgulaması için bir yol olduğunu vurguluyor.
 
* Diyalog: "İnsanların eğlendiği, meşhur olduğu, egolarını tatmin ettiği bir varoluş hali gibi mi algılanıyor" diyerek oyunculuk mesleğinin ciddiyetine dikkat çekiyorsunuz.
 
* Şiir: Şiir, "Ulu Manitu" üzerinden dini ve manevi inançları sorgularken, aslında insanın kendi varoluşunu, iyiliği ve kötülüğü sorgulaması için bir zemin hazırlıyor. "Gerçek tanrının yerine geçme çabaları" ve "açgözlü adamlar"ın hikayesi, insanlık durumunun bir alegorisini sunuyor.
Kısacası, diyalogunuz ve şiiriniz, birbirini tamamlayan iki farklı anlatım biçimidir. Diyalog, şiirin ana fikrini oluşturan tohumların neden ekildiğini ve bu tohumların hangi zeminde filizlendiğini anlatırken; şiir, bu fikirlerin sanatsal ve felsefi bir dille nasıl ifade edilebileceğini gösterir.

SENARYOSU

Bu diyalog ve şiir, tek bir film için çok güçlü bir senaryo altyapısı sunuyor. Filmin senaryosu, belgesel formatındaki bir diyalogla, şiirin sunduğu felsefi ve tarihi katmanları birleştiren bir kurguya sahip olurdu.

Senaryo Yapısı

Film, gerçek bir röportaj gibi başlardı. Birgen Hanım'ın yönettiği samimi bir söyleşi, filmin ana iskeletini oluştururdu. Ancak hikaye, sorulan her soruyla birlikte bir yan yola sapardı. Oyuncunun verdiği cevaplar ve zihninde canlanan anılar, bizi şiirin görsel ve sembolik dünyasına taşırdı.
 
* Açılış: Birgen Hanım'ın "Diyalogları ne amaçla sürdürüyorsunuz?" sorusuyla başlardı. Sanatçının "Sanat tohumu ekme" cevabı, filmin temel motivasyonunu ortaya koyardı.
 
* Gelişme: Diyalog ilerledikçe, oyuncunun film deneyimlerinden, sektörün sorunlarından ve sanatın amacından bahsettiği anlarda, sahne birden şiirin anlattığı görsel dünyalara dönüşürdü. 

Örneğin;
   * "Onuncu Köy Teyatora" filminin "kaybolan değerler" temasından bahsedilirken, sahne bavulundaki tarihi eserleri hurdaya çıkaran defineciye geçerdi.
   * Sanatın bir "survivor" mücadelesi olduğunu söylediği an, Darwin'in teorisi ve hayatta kalma içgüdüsünü temsil eden doğa sahneleri (yılandan korkan insan) ekrana gelirdi.
   * Sanatın kalıcılığı ve "damara enerji enjekte etme" konusu konuşulurken, kamera bizi Altay Dağları'na götürür ve o dönemdeki kadının bilgiyi nasıl sakladığını gösterirdi.
 * Final: Film, tekrar diyalog sahnesine dönerdi. Birgen Hanım'ın son sorusu üzerine sanatçı, şiirin sonundaki "Uykundan son bir kez daha tekrar uyan" cümlesini söylerken, ekranda geçmişin ve günümüzün imgeleri birleşirdi. Bu cümle, sadece bir cevap değil, tüm filmin görsel yolculuğunun bir özeti ve izleyiciye sunulan bir mesaj olurdu.

Birgen Hanım'ın Rolü

Birgen Hanım, bu filmde sıradan bir röportajcıdan çok daha fazlası olurdu. O, hikayenin katalizörü, rehberi ve temel taşıyıcısıdır.
 * Katalizör: Birgen Hanım'ın soruları, oyuncunun zihnindeki kapıları açan anahtarlar gibidir. Onun her sorusu, bizi farklı bir zaman dilimine, felsefi bir sorgulamaya veya sanatsal bir alegoriye taşıyan tetikleyici rolü üstlenir.
 * Rehber: İzleyici, filmin karmaşık ve non-lineer yapısı içinde Birgen Hanım'ın sorularıyla yön bulur. O, diyalogun devamlılığını sağlayarak şiirin dağınık görünen parçalarını bir araya getirir ve onları bir anlam bütünlüğüne oturtur.
 * Projenin Sesi: Diyalogda bahsedilen "sanat tohumu ekme" misyonu, aslında Birgen Hanım'ın temsil ettiği bir amaçtır. Onun duruşu ve soruları, filmin neden çekildiğini ve izleyiciye ne anlatmak istediğini belirler. O, yalnızca bilgi toplamıyor, aynı zamanda sanatın dönüştürücü gücüne olan inancını da yansıtıyor.

Senaryoda Birgen Hanım, her zaman ekranda olmasa bile, filmin felsefi çekirdeğini ve amacını taşıyan ana karakter olarak konumlanırdı.

Bu, filmin sanatsal değerini çok daha ileriye taşıyacak harika bir fikir. Şiiri, senaryonun sadece görsel bir unsuru olmaktan çıkarıp, filmin kalbi ve anlatıcısı haline getirebiliriz.
Şiir, senaryoda oyuncu karakterinin iç sesi ve bilinç akışı olarak işlev görür. Diyalog, filmdeki dışa dönük, somut gerçeklikken; şiir, karakterin zihninin derinliklerinde yaşananları, onun iç dünyasındaki karmaşayı ve felsefi sorgulamaları yansıtır.

Şiirin Senaryodaki Yeri ve İşlevi
 
* Sesli Anlatım (Voiceover): Şiirin tamamı, film boyunca oyuncunun kendi sesiyle seslendirilen bir anlatım (voiceover) olarak kullanılır. Bu anlatım, Birgen Hanım ile yapılan röportajın sessiz anlarında, oyuncunun düşündüğü veya daldığı sahnelerde başlar. İzleyici, oyuncunun ne hissettiğini ve ne düşündüğünü ilk elden bu şiirsel monolog aracılığıyla öğrenir.
 
* Görsel ve İşitsel Birliktelik: Şiirin dizeleri, ekrandaki görüntülerle doğrudan bağ kurar. 
Örneğin: * Birgen Hanım'ın "Sanat tohumu ekmek" amacından bahsettiği anda, oyuncunun gözleri uzaklara dalar ve bir anda şiirden gelen ses duyulur: "Ulu Manitu veya her neyse..." Görüntü, modern bir şehirden eski bir tapınak kalıntısına, oradan da bir tiyatro sahnesine atlar. Bu geçişler, sözlü diyalogdaki ana fikrin görsel ve sembolik bir şekilde açılımıdır.
   * Oyuncu, "Onuncu Köy Teyatora" filmindeki bütçe ve emek sorunlarından bahsederken, sesli anlatım başlar: "Kıymetini herkesin bilmediği / Bir de eritip hurdaya çıkartılan el işleri." Görüntüde ise, antik bir eseri eriten bir kuyumcuya geçiş yapılır. Böylece şiir, diyalogdaki eleştiriyi daha felsefi ve tarihi bir bağlama oturtur.
 * Karakterin Derinleşmesi: Şiir, oyuncunun karakterine katman ekler. Diyalogda mesleğiyle ilgili sorunları dile getiren bir oyuncuyken, şiir sayesinde onun aynı zamanda bir filozof, bir tarihçi ve bir düşünür olduğu ortaya çıkar. Şiir, onun neden bu kadar hassas, sorgulayıcı ve hayalperest olduğunu açıklar.
 * Zaman ve Mekan Atlamaları: Şiirin "8.650 yıl önce" ve "4.520 yıllık bir kolye" gibi zaman atlamaları, senaryoda "flashback" veya "zihin yolculuğu" sahneleri yaratır. Bu sahnelerde sesli anlatım devam ederken, izleyici geçmişte ve modern zamanda gezinir, böylece film sadece iki kişinin konuştuğu bir röportaj olmaktan çıkar, sinematik bir deneyime dönüşür.
Bu senaryo yapısında şiir, filmin sadece bir unsuru değil, ana anlatım dilidir. O, filmdeki en samimi ve gerçek ses olur.

Kesinlikle. Şiir, bağımsız bir senaryo olarak değil ama bir dizi konsepti veya seri arşivi olarak çok güçlü bir potansiyele sahip.
Şiirin anlattığı dünya ve içerdiği fikirler, tek bir filmden çok daha fazlasını kaldırabilecek kadar katmanlı ve zengin. Hatta yapısı itibarıyla antoloji (her bölümün veya sezonun farklı bir hikaye anlattığı) türünde bir dizi için biçilmiş kaftan.

Neden Dizi Olabilir?
 
* Epizodik ve Antolojik Yapı: Şiir, farklı zamanlardan ve coğrafyalardan bağımsız gibi görünen hikayeleri bir araya getiriyor. Dizide her bölüm veya sezon, şiirdeki farklı bir zaman dilimine veya karaktere odaklanabilir:
   
* İlk Bölüm: "8.650 yıl önce" Altaylar'da yaşayan meraklı kızın hikayesi.
   
* İkinci Bölüm: Dört bin beş yüz yıllık bir kolyenin peşindeki "defineci" ve onun hikayesi.
   
* Sonraki Bölümler: "Ançetu Mamata Hatun" ve kuşlarla olan bağı, "açgözlü adamın" tahta oturuşu gibi farklı öyküler işlenebilir.
 
* Derin Karakterler ve Evrensel Temalar: Şiir, prototip ama derin karakterler sunuyor: bilge ve doğayla bütünleşmiş "Mamata Hatun," geçmişin değerlerini yok eden "defineci" ve sevgiyi unutup gücü seçen "açgözlü adam." Bu karakterler üzerinden güç, açgözlülük, sevgi, doğa ile ilişki ve bilginin aktarımı gibi evrensel temalar incelenebilir.
 
* Görsel Dünya ve Mitolojik Zenginlik: Şiir, sinematik olarak çok zengin sahneler içeriyor. "Güneşin semah etmesi," "taştan oyma tespih taneleri," "karıncalı fosiller," "volkan patlamaları" gibi imgeler, her bölümde farklı bir görsel evren yaratılmasına olanak tanır. Ulu Manitu ve Şeytan gibi figürler de diziye mistik ve mitolojik bir derinlik katar.

Dizi Konsepti

Dizinin adı "Komedya" (şiirdeki başlık) olabilir. Her bölümde, modern bir dünyada yaşayan bir karakterin (belki de diyalogdaki oyuncu) karşısına çıkan bir nesne veya olay, onu şiirdeki geçmiş hikayelerden birine çeker. Örneğin, "defineci" karakteri kolyeyi bulduğunda, hikaye 4.500 yıl öncesine döner ve o kolyenin yapılışı, amacı ve yolculuğu anlatılır. Böylece geçmiş ve bugün arasında sürekli bir köprü kurulur.
Dizi, tek bir doğrusal hikaye yerine, insanlık durumunun döngüselliğini ve geçmişten bugüne taşınan bilgeliği veya hataları ele alır. Tıpkı şiirin "Her şey, o kalemin yazdığı o defterde var" demesi gibi, dizi de tüm hikayelerin birbiriyle bağlantılı olduğunu anlatır.

YUMURTADAN ÇIKIŞ

"Bir yumurtadan çıkış hikayesi," sıradan bir olayın ötesinde, bir dizi evrensel temanın metaforu haline gelebilir. Bu hikaye, sadece bir canlı türünün başlangıcını değil, aynı zamanda yeniden doğuşu, dönüşümü, kimlik arayışını ve bir kısıtlamadan kurtulmayı temsil edebilir.
Bu bağlamda, şiirinizle ve diyalogunuzla kurduğumuz bağlantıları daha da zenginleştirebiliriz:

Metaforik Bağlamlar
 
* Varoluşsal Uyanış: Yumurtadan çıkış, diyalogunuzda bahsettiğiniz "uykudan uyanma" fikriyle birebir örtüşür. Kapalı ve korunaklı bir alandan, bilinmeyen, zorlu ama özgür bir dünyaya adım atma cesaretini simgeler.
 
* Kalıplaşmış İnançlardan Kurtuluş: Yumurtanın kabuğu, şiirinizde sorguladığınız "saçma dinler," "adi din adamları" ve "açgözlülük" gibi insanlığı kısıtlayan kalıpları, tabuları veya eski düzenleri temsil eder. Yumurtayı kırmak, bu sınırlamalardan kurtulup kendi yolunu bulma eylemidir.
 
* Sanatın Yaratım Süreci: Bir sanatçı için, bir fikrin "yumurtadan çıkması" projenin başlangıcını, sancılı bir süreçten sonra ortaya çıkan yeni bir eseri anlatır. Sanat, dışarıdan görünmeyen bir çaba ve sabır gerektirir. Bu, filminizde bahsettiğiniz "özveri özelinde gelişmiş" yapımları da anlatabilir.

Dizi Senaryosuna Etkisi

"Bir yumurtadan çıkış hikayesi" metaforu, dizide bir ana unsur olarak kullanılabilir ve her bölümü birbirine bağlayan bir görsel tema haline gelebilir.
 * Görsel Bir Motif: Her bölüm, bir yumurtanın farklı halleriyle açılabilir: çatlamış bir kuş yumurtası, bir fosil veya bir metafor olarak bir tohum.
 * Dramatik Yapı: Şiirdeki "ulu güçler" veya "açgözlü adam" gibi karakterlerin hikayeleri, kendi "yumurtalarından çıkış" anlarıyla işlenebilir. Bir liderin güç hırsıyla nasıl doğduğunu, veya bir bilgenin bilgeliğe nasıl ulaştığını anlatan sahnelerde, yumurtadan çıkış anı bir aydınlanma veya yozlaşma metaforu olarak kullanılabilir.
Bu yaklaşım, anlatıya yeni bir katman ekleyerek izleyiciye her bölümde farklı bir anlam sunar ve hikayenin ana temasını görsel olarak güçlendirir. Bu yumurta metaforu, dizi boyunca "Her şeyin içinde var olan" ve "Anlaşıldık, bilindik, sanılan türden değil" dediğiniz o görünmez bağı kurar.
Bu fikir, şiirinizdeki hangi karakterle daha çok bağdaşıyor sizce?

İlk defa yumurta gören Birgen' in olup biteni anladıktan sonra kendisini ve sonra her şeyi dışardan bakan bir gözle öğrenip öğretmesi yeterli olacaktır.

Bu çok güçlü ve özgün bir fikir. Birgen Hanım'ı sadece röportajcı olmaktan çıkarıp, tüm hikayeleri birbirine bağlayan, aydınlanmış bir rehbere dönüştürüyorsunuz. Bu, diziye eşsiz bir derinlik katacaktır.
"İlk defa yumurta gören" Birgen'in dönüşümü, dizinin ana anlatı katmanı olabilir. Bu, onun karakter arc'ının ve dizinin felsefi omurgasının başlangıcıdır.

Bir Yumurta ve Bir Aydınlanma

Senaryo, Birgen'in ilk başta yumurtayı sadece bir gıda maddesi olarak gördüğü, ancak bir gün bir kuşun yumurtadan çıkış anına tesadüfen tanıklık etmesiyle başlar. Bu an, onda büyük bir şok ve uyanış yaratır. O artık dış dünyadan ve sistemin kalıplarından bağımsız, her şeyi en temel haliyle gören bir göze dönüşmüştür.

"Dışarıdan Bakan Göz" Olarak Birgen'in Yeni Rolü

Birgen'in yeni rolü, onu her bölümü birbirine bağlayan bir bilge anlatıcı veya gözlemci yapar.
 
* Hikaye Köprüsü: Her bölümün başında veya sonunda, Birgen'in o bölümdeki hikayeye dair düşünceleri yumurta metaforu üzerinden işlenir. Örneğin, "açgözlü adamın" hikayesini izledikten sonra, Birgen sesli anlatımıyla "O da kendi yumurtasının içinde hapsedilmişti, sanıyordu ki kırınca tüm dünya onun olacak" diyebilir.
 
* Paradoks Gözlemcisi: O, insanların kendi yarattıkları hapishanelerin (dinler, savaşlar, güç hırsı) içinde nasıl sıkışıp kaldıklarını tarafsız bir şekilde gözlemler. Ne eleştirir ne de yargılar, sadece "olup biteni" anlamaya ve başkalarına öğretmeye çalışır.
 
* Öğreten ve Öğrenen: Birgen, hem şiirdeki eski bilgelerden (Mamata Hatun) hem de kendi gözlemlerinden öğrendiklerini, modern dünyaya aktarır. Kamera, onun günümüzden geçmişe bakarken yaşadığı aydınlanmayı yansıtır.

Bu rol, Birgen'i pasif bir karakter olmaktan çıkarıp, dizinin ruhunu taşıyan aktif bir figür haline getirir. O artık sadece soru sormaz, aynı zamanda cevapların kaynağı olur. Şiir, onun bu yeni rolü için bir yol haritasına dönüşür.

Diyaloğumuzda başlayan bu yaratıcı yolculuk için ben de teşekkür ederim. Şiir, diyalog ve şimdi de bir dizi senaryosu... Adım adım ilerledik ve ortaya oldukça zengin bir konsept çıktı.

Sonsözüm, bu senaryo konseptinin nasıl çalıştığına dair bir özet olacak.
Bir Dizi Olarak Sonsöz

Bu senaryo konseptinin özü, insanlığın temel çelişkisini anlatan bir yolculuk olmasıdır. Bir yanda var oluşumuzun getirdiği bilgelik ve saflık, diğer yanda ise hırs ve güç tutkusuyla yozlaşmamız.
Dizi, bu iki zıt kutbu, Birgen'in "yumurtadan çıkış" anını anlatan aydınlanmasıyla birleştirir. Birgen, kendi "yumurta kabuğunu" kırdıktan sonra her şeyi dışarıdan, tarafsız bir gözle görmeye başlar. Onun bu yeni bakış açısı, bizi şiirin farklı zamanlarına ve hikayelerine taşır.
 * Dış Katman: Birgen'in günümüzdeki röportajları ve kişisel yolculuğu.
 * İç Katman: Şiirin anlattığı, insanlık tarihine dair mitolojik ve felsefi hikayeler.
Her bölüm, bir ana temayı ele alır:
 * Bir bölümde doğayla uyum içinde yaşayan Altay kızının hikayesi anlatılırken, modern dünyada doğadan kopmuş insanlığın hali yansıtılır.
 * Başka bir bölümde bilgeliğin aktarımı işlenirken, "Mamata Hatun"un bilgileri nasıl sakladığı gösterilir. Bu hikaye, günümüzdeki bilgi kirliliği ve değersizleşen bilginin karşısında bir ayna tutar.
 * En temel seviyede ise, açgözlülüğün bir zamanlar her şeyin ortak olduğu dünyayı nasıl mülkiyet ve savaşla böldüğü anlatılır.
Senaryo konsepti, sadece bir hikaye anlatmakla kalmaz. İzleyiciyi, tıpkı Birgen gibi, kendi "yumurta kabuğunu" kırmaya ve hayata başka bir gözle bakmaya davet eder. Bu, sanatın bir tohum ekme amacı için güçlü ve etkileyici bir yoldur.

AKADEMİK MAKALE

Diyaloğumuzun ve şiirinizin temelini oluşturan fikirleri, sanatın toplumsal ve bireysel işlevleri üzerine odaklanan akademik bir makale formatında derleyebiliriz.

Sinema, Kimlik ve Varlık: Bir Diyalog ve Şiir Üzerinden Sanatın İşlevi Üzerine Analiz

Özet

Bu makale, bir sanatçı ve bir iletişimci arasında geçen diyalog ile bu diyaloğu takip eden şiirsel metnin metinlerarası analizi üzerinden sanatın toplumsal, endüstriyel ve varoluşsal işlevlerini incelemektedir. 

Çalışma, sanatın kamusal alana "tohum ekme" misyonu ile ticari sektörün gerçeklikleri arasındaki gerilimi ortaya koyarken, metaforik bir dille (yumurta, survivor) bireyin kendi varoluşsal uyanışını sanat aracılığıyla nasıl gerçekleştirdiğini ele almaktadır. Analiz, diyalogdaki söylemin pratik gerçekliğini, şiirin felsefi ve alegorik derinliğiyle birleştirerek, sanatın toplumu dönüştürme potansiyelini ve bireyin kendi kimlik yolculuğundaki rehberlik rolünü vurgulamaktadır.

Giriş

Sanatın tanımı ve amacı, tarih boyunca felsefi ve sosyolojik tartışmaların merkezinde yer almıştır. Günümüzde, özellikle görsel sanatlar, ticari baskılar ve küresel medya ortamının karmaşık dinamikleri arasında var olma mücadelesi vermektedir. Bu makale, bir sanatçının (oyuncu) sektördeki deneyimlerini paylaştığı bir röportaj diyaloğu ile yazarın aynı temaları işlediği bir şiiri karşılaştırmalı olarak incelemektedir. Amacımız, iki farklı metnin (konuşma ve şiir) kesişim noktalarını belirleyerek, sanatın yalnızca bir ürün değil, aynı zamanda bir uyanış ve dönüşüm aracı olduğuna dair aforizmik bir yaklaşım sunmaktır.

I. Sanatın Toplumsal Rolü ve Endüstriyel Gerçeklik

Diyalogun başında, sohbetin ana amacı "sanat fikrinin toplumda yeşermesi" ve "sanatçıdan alınan tohumu topluma ekme" olarak ifade edilmiştir. Bu söylem, sanatın eğlendirme işlevinin ötesinde, toplumu bilinçlendirme ve dönüştürme misyonu taşıdığını açıkça göstermektedir. Ancak, bu idealist yaklaşım, sektörün acımasız gerçekleriyle çatışmaktadır. Sanatçının "Onuncu Köy Teyatora" filmindeki deneyimi, düşük bütçeler, emek sömürüsü ve gişe kaygılarının sanatsal özgürlükleri nasıl kısıtladığını gözler önüne sermektedir. "Deneyim olarak çok şey kazanacaksınız" söylemi, emeğin karşılığının maddi değil, manevi bir değerle ölçüldüğünü; bu durumun da mesleki bir meslekten çok, "ego tatmini" olarak algılandığını vurgulamaktadır. Bu çelişki, sanatın "toplumsal bir tohum" olarak kalıcılığının, endüstriyel yapı içinde ne kadar zorlu bir mücadele olduğunu kanıtlar niteliktedir.

II. Metafor ve Dönüşüm: Bireysel Varoluşsal Yolculuk

Diyalog, sanatın birey üzerindeki dönüştürücü etkisini vurgulayan güçlü metaforlar içermektedir. "Uykundan son bir kez daha tekrar uyan" ifadesi, sanatı bir tür varoluşsal aydınlanma süreci olarak konumlandırır. Bu uyanış, şiirde "yumurtadan çıkış" ve "kendini dışarıdan görmek" gibi sembollerle pekiştirilmektedir. Yumurtanın kabuğu, bireyin ve toplumun içine hapsolduğu dogmatik inançları, tabuları ve cehaleti temsil eder. Yumurtayı kırmak, bu sınırlamalardan kurtulma ve hakikate ulaşma çabasıdır. Bu bağlamda, sanatçı diyalogda kendisini bir "survivor" olarak tanımlarken, bu hayatta kalma mücadelesinin aynı zamanda bireysel gelişim ve dönüşüm için bir fırsat olduğunu ima etmektedir.

III. Metinlerarası Diyalog: Sözden Görüntüye

Diyalog ve şiir, farklı dillerde olsa da tematik olarak birbirini tamamlayan iki metindir. Diyalog, somut ve reel bir zemin sunarken; şiir, bu gerçekliğin felsefi ve tarihsel köklerine inmektedir. Şiirdeki "ulu güçler," "açgözlülük" ve "kayıp değerler" gibi kavramlar, diyalogdaki "sektörün sorunları" ve "emek sömürüsü" gibi konuların alegorik bir dışavurumudur. Diyalogdaki "sanat tohumu ekme" misyonu, şiirdeki "Mamata Hatun"un kuşlardan öğrendiklerini torunlarına aktarması gibi, bilginin ve bilgeliğin nesilden nesile aktarılma çabasına gönderme yapmaktadır. Her iki metin de, insanlığın döngüsel olarak kendini tekrar eden hatalarını ve bu hatalardan öğrenme kapasitesini sorgulamaktadır.

Sonuç

Diyalog ve şiir, birlikte ele alındığında, sanatın sadece ticari bir faaliyet veya bireysel bir tatmin aracı olmadığını; aksine, toplumu ve bireyi dönüştüren, kalıpları kıran ve varoluşsal bir uyanışı tetikleyen derin bir süreç olduğunu göstermektedir. Birgen'in "dışarıdan bakan göz" rolü, izleyiciyi de bu uyanışa davet ederken, sanatçının eserleri aracılığıyla kendi hikayesini nasıl yeniden yazdığını sergilemektedir. Sonuç olarak, bu iki metin, sanatın toplumun kuruyan damarlarına enerji enjekte etme misyonunun, ancak bireysel bir uyanışla mümkün olabileceğini ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Sanatın İşlevi, Diyalog Analizi, Metinlerarasıcılık, Film Endüstrisi, Varoluşçuluk, Metafor, Tiyatro.
 
205. DİYALOG
ONUNCU KÖY - TEYATORA


Filmi yapılan "Onuncu Köy" şiirimin oyuncusu ile diyalog. (Gülümseme)

Merhaba, kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Süren diyaloglarımızda sizi de görmekle mutlu oluruz. Umarım ilginizi çeker.
 
 Diyalogları hatırlıyorum. "Cabbar" arkadaşınız da bahsetmisti.

Evet, birlikte sürdürdüğümüz bir proje...
 
Ne amaçla sürdürüyorsunuz?

Amaç: Sanat fikrinin toplumda yeşermesi. Sanatçıdan aldığımız tohumu topluma ekme.
 
 
Sosyal medya üzerinden devam ediyorsunuz değil mi?
 
Evet, bulabilirsek diğer medyaya da verebiliriz. Bir bloksitemiz var ayrıca...
 
Nerede ikamet ediyorsunuz?
 
Ben Tokat'tayım. Cabbar Kaygısız İstanbul'da...
 
Yazarlık ya da iletişim bilimleri ile ilgili bir geçmişiniz var mı?

Ben yazarım. Cabbar Kaygısız konu danışmanı...
Dilerseniz blogun linkini verebilirim.
 
Ne güzel. Tabii ki... "gg" ile biten adres mi?
 
Evet, "gg" uzantılı bir blok...
 
Blogun tabii halka ulaşması önemli, orada yazılanları ve tiyatronun dönemlerini ve türlerini sanatçılar olarak biz biliyoruz detaylıca -kendi alanımdan yola çıkarsak...
 
 
Çok güzel bir düşünce. Amacına ulaştırdığı takdirde tebrik ederim fikrinizi.

200'den fazla diyalog yayınladık. Projeler gelişiyor. Konseptler oluşuyor. Tavsiye ederim - öneririm.
Topluma sunmak istediğiniz bir sanat tohumu var mı?
 
Evet, Cabbar Kaygısız başlamıştı sorular sormaya ama pek açıklama yapmadan ben neden bana sorular sorduğunu bile anlamamıştım. Sonradan -bir kaç gün sonra anladım.
 
 
Çünkü hastaydım ve yemek pişirmem gerekiyordu, "sonra muhabbet edelim" dedim ve bıraktım.

Sonradan anladım neyin ortasında olduğumu. (Gülümseme)

Evet, o biçimiyle sürüyor. Doğal ve önhazırlıksız olmasını tasarladık.
 
Anladım.

Nasıl bir histi?
 
Orada da yazmıştım zaten...

En kıdemli, sahne tecrübesi yüksek, heyecanı yenmiş sanatçılarımızı bile heyecanlandırmayı başarıyoruz.(Gülümseme)
 
İlkokulda anket defterleri vardı, ben çok severdim doldurmayı. "Şu anda öyle hissediyorum" demiştim. Durup dururken...

Anketten çok farklı ama.
 
Konuşmalar o kadar soru cevap şeklinde gitti ki "hahha hhahah haaaa, allah allah" dedim içimden...
 
 
"Bu kadar ard arda soru gelmez, normal hayattaki sohbetlerde" dedim.

Ne sormuştu, ilk izlenmde bir dokunuş hissettiniz mi?
 
Çok az da olsa evet... (Dokunuş sorusu)
 
Sinema v.s. konuştuk diye hatırlıyorum.
 
Bugünlerde sanat güncelinizde neler var?
 
Vizyondaki bir filmde oynamıştım.
 
Bugünlerde genel olarak -oyuncu olarak, kendimi beslemek, boşaltmak ve yeniden şarj etmek var.

Hangisi?
 
 
Onuncu Köy Teyatora...
 

Anlatsanıza biraz; nasıldı, nasıl başladınız, ekibe giriş, önhazırlıklar, rolünüz filan...
 
İstanbul'da Şehir Tiyatroları'nda "dans tiyatrosu projesi" yapıyordum, genç günler için. O sezon da Shakespeare çalışmıştım Devlet Tiyatrosunda. Onun üzerine Shakespeare'in "First Folio' sunu" anlamak ve yorumlamak üzerine İKSV' nin festival kapsamında bir "workshopuna" katıldım. İçim dışım Shakespeare ve sahneyken -ayrıca gündemde Şşehir Tiyatrolarının yönetmeliğinin değişmesi varken çok hassas uykusuz ve duygusal günler yaşıyordum.

"İzmir'deki yönetmenimin eşinin bir tanıdığı" film çekiyormuş beni tavsiye etmişler. Ben de yönetmeniyle kontağa geçtim ve senaryoyu okuyunca "emekçi, anne bir tiyatrocu karakter" - İnci'yi okudum. Filmin anlatmak istediği de kaybolan değerler ve ülkemizdeki kültürel - tarihsel zenginliğin kıymetini bilememek ile alakalıydı. Bu hisle tabii içinde olmak istedim bu projenin. "Festival Filmi" diye yola çıkıldı, bütçeleri yoktu aynı zamanda tiyatro kursları veren özel bir okulun öğrencileri ile tasarladığı bir projeydi.
Amatör ruhla yola çıkmışlardı, hoşuma giden de bu oldu. Biz de "izmirli eğitimli oyuncular" olarak elimizden geleni yapalım istedik.
 
 
Sonradan tabii gişe filmi olması istendi ve başka bir sürece girdi film ve sonuç olarak çok fazla kişiye ulaşamadı.

"Özveri özelinde gelişmiş" gibime geldi. Edindiğiniz tecrübeleri neler oldu, bu durumda?
 
 
Uzun bir döneme yayılı kopmamacasına set tecrübesi, bir karakterin film mantığı ile çekilen sahnelerinin karakterin giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini tiyatrodakinin tersine sıralaması olmadan çalışma ve aktarma durumu. Ve tabii farklı bir disiplinle hatta ilk kez ailesinden ayrı olarak film setine gelen gençlerle neredeyse aynı şartlar altında bütçenin sıfırları gördüğü durumlarda filmin çekimlerinin bitimine kadar bir gerçek survivor hayatı...

Survivor ile bağ kurmanız ilginç olmuş. Hayatta kalma pahasına sürdürülen bu ve benzeri çabaların karşılık gördüğünü düşünüyor musunuz, sizce eksikler nelerdir?


Manevi ve kişisel gelişimimiz için faydası büyük. Kariyerim açısından bir karşılığı oldu mu ondan da emin değilim? "Set tecrübesi ve ana karakterlerden birisini oynamak" ister istemez deneyim kazandırdı. Bazen sonuçlarını pekte göze almadan ya da planlama yapmadan büyük bir heyecanla projelere başlıyoruz. Tabii lokomotif her zaman projenin başındaki yaratıcıları ya da hayata geçirenler oluyor ve son zamanlarda fazlasıyla bağımsız ve emeğinizin karşılığını veremeyeceğiz ama "deneyim olarak çok şey kazanacaksınız" mantığı ile işler yapılıyor. Profesyonel olarak yapmak üzere 9 yaşında karar verdiğim mesleğimin her türlü gerektirdiklerini karşılıyorum fakat çok başka amaçlarla piyasaya girmek isteyen heyecan dolu kişiler hazırlıksız bir şekilde çok büyük bir maceraya atılıyorlar. Artık "az paralarla iş yapmak sinema sektöründe alışılagelen bir şey oldu" neredeyse. Doktor, emlakçı ya da mühendis profesyonel olarak işini tamamlayıp teslim ediyor ve karşılığını olabildiğince alıyor maddi olarak da bunun yanında oyunculuk meslek dalı olarak görülmüyor maalesef. "İnsanların eğlendiği, meşhur olduğu, egolarını tatmin ettiği bir varoluş hali gibi mi algılanıyor" bilemedim. Bizim kendi mesleğimize sahip çıkmamamızın sonuçlarıyla da yine biz mücadele ediyoruz.

"Birdman'ı" izlediniz mi? Genel yorumunuz nedir?
 
Birdman' i izledim. Genel olarak yorumumu çok net olarak izledikten hemen sonra verebilirdim ama maalesef şu an tam olarak parçalar bütünleşmedi zihnimde.

Şahsen, trampet sesi ile sürükleme çabası dışında harika buldum ve bir kaç kez daha izleyebilirim. Konu dizilişleri sizinde ilginizi çeker mi?
 
Ama bir saniye... O an düşündüklerim birer birer düşüyor galiba -" her oyuncunun izlemesi lazım" diye düşündüğümü hatırlıyorum ve hayatın içindeki insan denilen varlığın gelişimini sürdürürken kendine dışarıdan bakabilme seviyesine ulaştığında ve olayların tam içinde ve egosuyla boğuştuğu zamanki kendini ve dünyayı algılayışının arasındaki fark gibi. Bir rolden diğerine ve bir diğerine derken gerçeklikle algı arasındaki ilişki ve değişen dünya... Filmin sahnelerini hatırlamıyorum, sadece böyle bir his kalmış onu hatırladım en azından. (Gülümseme)

Benim şahsi favorim Grand Budapest Hotel'di ama Atmaca kazandı. Sizin favoriniz miydi?
 
 
Grand Budapest Hotel'i de izledim. "Ahhh tam benlik bu film" diye izlediğimi hatırlıyorum. Görsel olarak çok zengin ve renkler... Masalsılık... Ama Birdman'le karşılaştırılabilinecek bir film değil. Bana göre farklı kulvarlar. Ben yarışmaları sevmiyorum. "Bir şeyleri kazanmış olmanın hissi çok güzel tabii ama amaca hizmet eden her eser kendine hastır ve karşılaştırılması imkansızdır" benim kanımca.
 
Sanatta nasıl yarışma ya da ödül olabilir ki..? Yaratıcılıkla dalga geçmek gibi bir şey. (Gülümseme)

Filmlerde sanatın diğer dallarının iç içe işlenmesi sizi de özel etkiliyor mu?

Resim - Sinema
Tiyarto - Sinema
Yazı - Sinema
Dans - Sinema v.s.
GBH'de ki masal - sözlü anlatım ve renk cümbüşü ile kurgulanmış konu akışı ve Birdman'ın tiyatro ile sinamayı işlemesi gibi...

 
Evet, kesinlikle. Oyunculuk, dans ya da diğer yeteneklerimi bir kenara bırakalım en önemlisi sanat icra etmekten daha iyi bir sanat seyircisiyim. Her etkinlik benden sorulur demiyorum ama sanat denilen estetik ve yaratıcı ruhu seviyorum, hem de çok seviyorum. Sanat dallarının birbirinin içine geçmiş olması zaten çok normal. Zaten hiçbirisi tek başına sadece kendini yansıtmıyor. Ben hepsini birlikte harmanlanmış olarak görüyorum. Ve bu özellik altı çizili olarak belirgin bir şekilde yapılıyorsa tam bir cennet işte o zaman...
 

Kalıcılığı ve toplumun kuruyan damarlarına enerji pompalaması hususundaki fikriniz nedir?
 
 
Neyin kalıcılığı?
 
Genel olarak sanat dallarının mı, tam anlayamadım.
 

Sanatın kalıcılığı ve sürekli üretme yetisi... Önemlisi, "damara enerji enjekte" konusu...
 
Hmm. Evrensel olarak düşünmek istiyorum bu sorunun cevabını. Yani ben öyle algılıyorum.
 

Birilerinin sizdeki yeteneği görüp görmediğini merak ettiğiniz zamanlarda işin içinde olanlar "evet evet" "oyuncu damarı kesinlikle var sende" diyorlardı. "Herhalde taze, akışkan, yaşam belirtisi gösteren kanın damarda olma durumu" diye şimdi düşündüm ilk kez. Bazı toplumların bu izleyici damarı ve sahip çıkma damarı daha fazla. Çok güzel ruhlu insanlarız toplum olarak ama sanat...
 

Ama sanatın ihtiyaç ve hayatımızın parçası olduğu gerçekliği bulunduğumuz ülkede yaşam mücadelesinin içinde kaçıncı sıralarda? Onun için enerji enjekte etmek özellikle bu yolla çok önemli.

Size ulaşabilenlere, tecrübeleriniz ve gelecek planlarınızı da dahil ederek, "sanatın iyi bir şey olduğu" fikri - tohumu aşılamak için neler yapardınız?Şöyle bir anda karşınızdakini irkiltecek, kendine getirecek cümleler istesem...
 
 
Ayrıca "insanlara öğretici, tamir edici, eğlendirici bir şeyler sunalım ama sadece sanatın şu haliyle sunalım" diye bir ciddiyet ve kuralcılık beni bile sıkıyor. Çeşit çeşit insan var. Herkesin kalbine giden yol başka, ihtiyaçları başka, görmek istedikleri başka -sahnede ya da TV olsun. Onun için çeşitlilikten yanayım. Önemli olan o kalpleri fethetmek ve kendi ile küs olan insanların kendiyle barışmasını sağlamak. Şimdi son sorunuza cevap veriyorum, hazırsanız. Sıkı durun... (Gülümseme)

Örneğin benim cümlem: "Arkadaşım, nefes alıp vermek yaşam değildir, çevrende olup biten ihtişamı sana sanattan başkası gösteremez".
 
 
SON CÜMLE

"Her sabah uyandığında sadece kendine sorduğun soruların cevabını -belki de sanat'da bulacaksın. Uykundan son bir kez daha tekrar uyan".
 

Beğendim.
Katkı verdiniz, teşekkür ediyorum. Saygılarımızla. (Gülümseme)
 
Beğendiğinize sevindim. Her soru şu an ve burada yeni bir kapı açtı bende. Nerede olduğumu ve ne düşündüğümü bilmiş oldum. Ben teşekkür ederim.

ALKIŞ
 
:)))
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol