DİYALOG MÜZESİ

ÇEKİM GÜCÜ







NAYAD BAL İLE

SAFLIK


Sanata bakış kişiden kişiye göre değişir. Cevabım ise bana göredir ve sanat az ile çok şey anlatmaktır. Dolayısıyla yanıt da az ve öz olmalıdır. Sanat SEVGİDİR. SEVGİ BİRLEŞTİR. 


Bu dualiye dünyasında sanat birleştirir de böler de. Çoğu akım bir önceki akıma cevaben ortaya çıkmıştır. Yani bir nevi bölmüştür. Çoğu akım da kendi içinde hemfikir olanları birleştirmiştir. Bu sanatın her dalında böyledir. Sanat süreklilik ister, çabuk sıkılır, yorulur, yenilenmek ister. Özgün olmak ister. 


Sanat bir şey söylemek ister. Her kulak her kalp duymaz. Sanatın birleştiği yer devrim yaratmasıdır. Bireysel devrim, sanatçının ortaya çıkardığı eser karşısında kendi nefesinin kesildiği devrimdir. Bazen sanatçı bile bakakalır kendi eserine. Yola çıkmadan bilmez, bazen de bilir ve beklemediği bir sonuçla karşılaşır.


Toplumsal devrim aynı gönülde birleşen sanatçıların ortak akım eserlerinde meydana çıkmıştır, dönemini yansıtır. Aynı gotik mimari dönemi ile rönesans mimarisinin kendilerini dönemsel olarak belli etmesi gibi.


Sanat nefestir. Nefes alma biçimidir. Sanatçı sanatını yapmadan eksik ve paniktedir. 


Kuluçka dönemi karın ağrısıdır, başlayana kadar. Başlar ve bitirir. Bazen de bitiremez yarım kalır ama eylem sanatçıyı rahatlatır. Eylem, her zaman ölü sessizlikten iyidir. Sanat eylemseldir. Eylemdir. 


Seyir edenler, aynı duygu altındalar ise birleşirler. Ayrı duygu altındalarsa bölüşürler. Burda sanat subjektiftir. Sen sanatını ortaya koyarsın kendi frekansındaki insanları çekersin. Birleşirsin. Başkası sanatını ortaya koyar, o da kendi frekansındakileri çağırır ve o alanda birleşir. Şu durumda birleştiricilik veya bölücülük tartışılmaz gerçeğin iki ayrı yönüdür.


Sanat ben kimim sorusunun cevabıdır. “Who am I“ dediğinde “I“ ı tanımlar. O hakiki “I“ ı bulana kadar uğraşırsın. Kendi yolculuğundur. Karanlık ve aydınlıklarının keşfidir. “I“ dönem dönem değişir. Aynı Picasso'nun mavi dönemi, kübik dönemi gibi.


Sanat kişinin kendine meydan okumasıdır. Sanat putlarını yıkıp, halatlarını koparıp, deryaya karışman, özgürleşmendir. Çok ciddi bir iştir. O kadar ciddidir ki aynı bir cerrahın incecik aletiyle bedeninden habisini sıfır hatayla çıkarması gibidir. Sanatını seyredenler onda kendilerini bulurlar ve seninle özgürleşirler. Kendi içindeki habisini çıkarıp kendi ameliyatını yapana sanatçı denir. Cesaret ve maskesizlik gerekir.


Kendinizden ve sanatınızdan bahsetmek ister misiniz?


Dedem Nubar Bayvertyan opera sanatçısıydı. Atatür Kültür Merkezi ilk tenorlarından. Dayılarım da Bariton. Viyana'da yaşıyorlar. Oradaki Devlet Opera ve Balesinde opera sanatçısı her ikisi de. 


Annemin sesi güzeldi. Sopranoydu. Dedem operacı olmasına izin vermemiş. Ailemiz müzisyen, babam Sivaslı aşıklardan. Ozan.


Genetikte var. Ermeni asıllı da olunca, biliyorsunuz bizim işimiz sanat ve zanaat. Ticaretten anlamayız .

Ben mimar oldum. İTÜ mezunuyum. Seramik ve takı tasarımıyla ilgilendim. Dönemlerim oldu her sanatçı gibi. Seramik yaparken uzun bacaklı içe dönük kadın heykelleri yapıyordum. Kendimi yansıtıyordum. Acılıydı kadınlar. Resimlerimde de acı vardı. Sonra değişti. Yaşadıklarımla beraber yansıttıklarım da değişti. 


Takı tasarımları yapmaya başladım. Takılarım dinamik, modern ümit dolu. Takana şifa, yapana şifa oldu. İyi hissetme alanına yöneldim. İyileşme alanına. Şifaya, ümide, sevgiye. On iki sene Hindistan seyahatlerim oldu. Yaşamı, kendimi varoluşu sorguladım tabi. Yaratıcıyla olan bağımızı. Yansımamızı, amacımızı. Kendimi gerçekleştirmeye odaklandım. 


Hangi tarafta olmalıydım? Pozitife yöneldim. Negatifi reddetmeden, kabulde ama pozitife odaklanarak. Kelimelerin ve düş kurmanın gücünü keşfettim. Sanat büyülüdür. Seyredeni etkilersiniz. Pozitif veya negatif. İnsanı kendisiyle buluşturursunuz. Ben pozitif buluşmalarla ilgileniyorum.


Farkınız açıkça ortada. Kutlarım. Öncelikle bir kadın olarak bu denli güçlü kültür kökleri ve gezilerden sonra evrensel sanat için altını çizmek istedikleriniz nelerdir?


İyi olma. İyi hissetirme. İyiyi salık verme. GİK dediğim kuram: Güzellik, iyilik, kolaylık. Fırsat eşitliği. Motivasyon. Ümit. Saygı çerçevesinde özgürce kendini gerçekleştirme hali olsun. Dünyamızın geçtiği bu süreçte, aydınlık ve karanlığın daha belirgin ayrıştığı kutuplarda iyi olma hali ile varolunmasını ümit ediyorum.


Sabah uyandığınızda ilk düşünceniz, gününüz genelini etkiler. Orkestra şefinin ilk hamlesidir o. La' dan mı Do' dan mı başlayalım? Hepsi güzeldir elbette ama insana faydaya odaklanmalıyız. Ölürken 3 soru soracaklar:


Güzel sevdin mi?

Kendini gerçekleştirdin mi?

Hizmet ettin mi?


İçiniz rahatsa iyi. Bu üç soruyu her an kendimize sorup, sorumluluğunu alıp, o şekilde mesaj vermenin önemli olduğunu düşünüyorum.


Her sanatçı kendi bacağından asılır. Beni böyle assınlar.


Bu farkındalıkla sanat eserleri üretilmeli diye düşünüyorum. Her alanda.


Sizi evrenselde etkileyen ve takip etmezseniz eksik kaldığınızı hissettiğiniz sanatçılar kimlerdir, neden? İsim istiyorum. Sorun değil. Mahkeme masraflarını karşılarız


İçsesim.

Hepsine saygı duyuyorum - ama “izm“ lerden etkilenmiyorum. Israr edecek olursanız, mimari alanda Japon mimar Tadao Ando. Zaha Hadid. Resimde Modigliani. Müzikte Beethoven, Soad, 

Edebiyatta Herman Hesse, Papaji. Insan olarak Gandhi. Tabii Ermeni müzisyenlerden Udi Hrant, Bimen Sen, tiyatroculardan Satenik. Ressamlardan Ayvasovski. Edebiyatçılardan Baruyr Sevag. Ama en önemlisi iç sesim.


Tıkandığımız zaman genellikle şöyle bir şey oluyor: Okulda veya çevremizden, arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz bilgi kırıntılarını ezber haznemizden çıkarıp, hazırcevap yapıştırmak istiyoruz. Oysa sanat gibi yaratımın zirvesindeki bir alanda hareket ederken daha rahat, alabildiğine serbest, üretken, spontane, doğal, içten, sizin deyiminizle pozitif olmamız gerekmiyor mu?


Baskıları bırakın! Kabulde doğal, spontane, barışık, şefkatli, zarif, latif, gönülden sanat yapın. Önce şefkat kendine… 


Baskı değil rahatlatma çabası. 


Yoganın ilk kuralı AHİMSA (şiddetsizlik) dır. 

Kendinize şiddet etmeyin. 


Biz bizeyiz burada. 

Siz de bana sorun bakın ne doğal şeyler anlatırım size. 


:) 

Rolleri mi değiştik! Yaşam nedir? Sanat diyorlar. Yaşama sanatı hakkındaki görüşleriniz nedir? Yaşam sanatıyla ezberci sanat anlayışını karşılaştırmanız mümkün müdür? Sanatta başarı nedir?


Şimdilik benden bu kadar. Tokat yaprağıyla yaptığım dolma üzerine dökmek için yoğurt almaya gidiyorum.


Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.


Yaşam sorusunu bana sormakta iyi ettiniz çünkü çocukluğumdan beri o kadar meraklıyım ki yaşantım boyunca hiç kimsenin kolay kolay deneyimleyemeyeceği şeyleri tattım, tadına baktım, yaşadım, ders aldım, ders almaya devam ediyorum. İlgili bir şiirim vardı yıllar önce yazılmış: Baba Bu Ne. Burada kısaca oğlumun bana sorduğu ilk sorulardan başlayarak "bu ne" sorularının cevabını veriyor fakat en sonunda "ben de sorardım babama, o da anlatırdı bana ama yaşadım o'lum" diyordum yani ne kadar bilirsen bil yaşamadıkça hiçbir şey bilmiyor gibisindir. Pekiyi, yaşamak nasıl bir şey derseniz işte o merakla başlıyor. Tüm olumsuzluklara rağmen merak etmek ve merağı korumak, kaybetmemek. Cesur olmak. Sürekli araştırma ve deneyimlemeyi öne çıkarmak, uyanıklık. Ne ister insan? Para. Çok param oldu. Bir insanın isteyebileceği her şeye sahiptim. Ama bir an geldi ve hepsini bir anda kaybettim. Sonra yalnız kaldım. On seneden fazla. Herkes benden ümidini kesti. Artık bundan adam olmaz, tümüyle kendini kaybetti dediler. Koskoca evrende boşluktan ibarettim. Başka hiç bir şey yoktu. Ne duyan, ne konuşan, ne anlayan hiç kimse... İçimdeki enerji tümüyle tükendi. Bir an balkonda bir uğur böceği ile kendime geldim. Bahardı. Çok güzel temiz bir hava vardı. Yeniden canlanmaya başladığımı hissettim. Hoşuma gitti. Komik ve eğlenceliydi her şey. Sürekli gıdıklanma hissi gibi bir şey sürekli tebessüm ettiriyordu. Bütün bunların mistik, uyduruk, saçma sapan dini inançlara veya kişisel gelişim zırvalarıyla uzaktan yakından bir alakası yoktu. Sadece bana has, benim keşiflerimdi. Kimseye böyle yapın diyemeyeceğim incelşkte ve özel şeyler. Diğeri sahtekarlıktan başka bir şey değil. En büyüğünden en küçüğüne kadar tüm peygamberlerin zordeli şizofren olduklarını çok iyi biliyorum. Onlar bencildir. İsa da, Musa da, Muhammet de aşırı bencil insanlardı. "Ben olmasaydım alemler yaratılmadı" diyen biri sadece bencildir. O bencillikler dünyamızı yakıp kavırdu. Yakmaya da devam ediyor. İşte sanat budur. Gerçeği en berrak, alabildiğine saf ve anlaşılır yaşayıp aktarmaktır sanat.




1093. DİYALOG: UKALA, BUDALA & ASPULİKA NİNE 

METİN KONDEL İLE 

Merhaba

Sizce "en doğruyu yapmada" sanatın katkısı nedir, seçeneklerimizi hangi kriterlere göre eleriz?

Merhaba. 

Tanrı bir şey buyurur. Bilim bir şey söyler. Politikacılar çıkarttıkları kanunlarla hayatın basit yasalarını yamulturlar. Bütün bunlara karşı bir de insanın kendi iç sesi vardır. İşte adına sanat dediğimiz şey bu noktada insanın ruhuna ve aklına bir devingenlik kazandırmak için vardır. En doğruyu yapmak, diye bir şey yoktur. Adına üniversal dedikleri şeyse Avrupa ve Amerika lokalliğidir esasında.

Üç farklı soru daha çıktı şimdi. Din, bilim, politika üzerine kurulu yaşam. En doğruyu yapmak diye bir şey yoksa ne diye uğraşıp duruyoruz ve evrensel neden Batıdır?

Din, bilim, politikanın insana tasallutundan sonra tabiatın mühendisliğinden kaçıp insanın mühendisliği içinde kapana sıkışan modern bir hayat söz konusu. 

Batı dediğimiz şey tarihte Doğu'dan kaçıp kuranların kurduğu bir dünyadır. Özünde de 9. yy.'dan 16. yy'a kadar Hindistan'dan Endülüs'e kadar İslam alimlerinin, hayatın her alanında icat ettikleri şeylerin Hıristiyanlığa isyan etmiş bir akılla 15. yy'dan sonra seküler bir zaviye ile yeniden yorumlanması vardır. Bu açıdan İslam, Hint, Çin, Aztek, İnka, Maya gibi lokal medeniyetleri imha ederek üzerine oturmuştur. Evrensellik dedikleri şey budur. Yaldızını kazırsanız altından yine Yunan ve Roma paganlığı çıkar, Batı medeniyetinin. Uzun bir bahis. 

Esas sorunuza gelirsek, sanat Batı medeniyetinin gramerine sıkıştırılmış insana "insanın eşrefi mahlukat" olduğunu hatırlatmaktan başka bir şey değildir esasen. Zaten estetik dediğimiz şey de ahlâkla alakalı bir şeydir. En doğru dediğimiz şey "hakikat" diye tarif edilir ki, o perdenin arkasıdır. Görülmez sadece varlığı sezilir. Bizim sadece kendimizin en doğrusunu yapma seçeneğimiz var ama bu durum "tek başına ukala toplu olarak budala" davranma hakkını vermez insana.

Şimdi de 7 soru daha çıktı ki tümünün özünde kavram kargaşası, kelimelerin bilerek bozulması, anlam bozumu, mana yitimi var. İddia ettiğiniz gibiyse iddia sahipleri neden varlık gösteremiyor, laf kalabalığıyla veya itiş kakışla birbirlerini yiyip bitiriyorlar?

Bu felsefî bir sualden çok siyasî bir sual. İnsan tam olarak böyle bir şey. Hiçbir şartta "tanrılık" iddiasından vazgeçmiyor.

Siyaset sebebiyle birbirine girdiklerini anladıktan sonra siz kendi kelime haznenizi nasıl düzenler, zenginleştirirsiniz?(!) 

Burada da sadece bir sual var. Felsefe özünde "sual etmek" olsa da onun için bütün gün taş üzerinde oturup düşünen miskin Helenlerin boş beleş uğraşı da derler. Hayatı süslü cümlelerle parselleme işi. Ama mesele hayattaki bir meseleyi dokunarak düzeltmeye geldiğinde bu aşamada ortaya düşünceden esaslı bir farklılık çıkar. 

Anlatmaya çalıştığım felsefe ile siyasetin hayatı farklı kompartımanlara ayırmasıydı. Bu aşamada insan kadim zamanlardaki kadar kutsaldır. En iyi bilenin fikrine bile itiraz olabiliyor. Bir şeyin en iyisini yaptığını söyleyen bile lanetlenebiliyor. Salt siyasetten dolayı birbirine girmiyorlar. Ahlak felsefesinden kopuk bir tavırla hayata müdahil olduklarında özlerindeki  "tanrı" depreşiyor.

Son kitabınızdan ilgili bir kaç pasaj gönderebilir misiniz?

[Kirinta kilisesinin düzlüğündeki kiraz ağacının altında minderli iskemlesine oturmuş püfür püfür esen rüzgâra karşı kirpiklerini kısmış, yorgun ve mavi gözleriyle çivit mavisine kesilmiş muhteşem Karadeniz’i izleyip hatıralara dalıp giden, ayaklarındaki ağrıyan romatizmaları sebebiyle inim inim inleyen, sonra içli bir salavatı şerife getiren ve elindeki doksan dokuzluk tespihi tık tık, tık tık diye düşürüp zikir çeken, etrafında ellerinde emaye taslarda bilye çevirip koşuşturan çocukları göz ucuyla süzen Aspulika Nine’den rivayet edildiği söylenen diğer bir rivayete göre; Yaranoz mu, İştoloz mu, Acipranoz mu, Hastikoz mu, Makidanoz mu olduğunu tam olarak hatırlayamadığı eski köylerin birinde tam yüz on beş yaşında Hintli rahipler gibi sert bakışlı hoyrat bir adam yaşarmış. Tam on yedi kurt dede evvelindeki haşin karakterli dedesi Makron kabilelerinin de büyük şefiymiş. Dedesinin emrindeki siyah renkli sivri obsidiyen taşı uçlu mızraklı savaşçı-lar Hıristiyan Romalı askerlerini pusuya düşürüp üzerlerine çullanır ve hepsinin karnını deşer, onların leşleriyle çakallara, atmacalara ziyafetler verirlermiş. “Biz ormanda yaşayan çok barbar putperest bir kabi-leydik. Romalılar geldiler ve bizi ikna edip Hıristiyan yaptılar. Sonra Allah razı olsun Osmanlılardan, onlar geldiler ve hepimiz Müslüman olduk elhamdülillah. En sonunda cumhuriyetçiler daha doğrusu halk partililer geldiler ve bize, bundan böyle Türk’sünüz, başınıza melon şapka takacaksınız, dediler. Amenna dedik, her dediklerini olduk ama nedense onlara bir türlü laik olamadık” dermiş.] 

Aspulika Nine' nin bizzat kendisi tarihi bir vesika olduğuna göre; bilip okuduğumuz yazılı, kayıt altına alınmış, okutulup yazılan DİĞER vesikalardan farkları nelerdir, asıl onlar toplumu nasıl etkiliyor, güçlerinin kaynağı nedir?

Dünyada devletlerden ve kurumlardan uzun yaşamış insanlar vardır. Aspulika Nine de bunlardan biridir. Bu insanların hayata şahitliği bize mekteplerde okutulan ya da bizim kitaplardan okuduklarımızdan çok daha çaplı ve de şaşırtıcıdır. Onların hayata ilişkin yalın bir dille anlattığı hikâyeler sessiz sedasız bir şekilde modern hayatın köpüğünden sonra bir dip dalga olarak hep geriden geliyor. Güçleri insanın kadim geçmişi ile rabıta kurmada çok daha gerçekçi olmaları ve modern hayatın kaosu karşında insana her daim hayatın basit yasalarını hatırlatıyor olmaları. Daha doğrusu sade varlıkları ile bile insana ısrarla özünü hatırlatmaları.

Anadolu gibi kadim tarihin en derin coğrafyalarından birinin Karadeniz gibi hırçın Kuzey kıyısında yerleşik kadim kültürlerden biri olan Pontus veya daha içlere doğru prenslikler kurmuş olan Ermeni kültür ve medeniyetleri ile ilgili topladığınız bilgiler nelerdir, sizce neden bu medeniyetler kaybolup yerine Türk Kültürü genel egemen olmuştur?

Çok geniş bir soru ama özetle söylemek gerekirsek; adına Pontus dediğimiz kültürel varlık, Hellenistik dönemle ilişkilendirilse de aslında  Pers satraplığıyla alakalı siyasal varlıktı. Mithridatesler ki Anadolu'nun ilk milli devletini kurmuşlardır, sonrasında Roma var. Roman'nın Karadeniz'i eyalet olarak Pontus Kapadokyası, Kafkasya'yı ise Lazika ve Ermenia olarak yapılandırması söz konusudur. Bugünkü Filistin gibi. Yani bir imparatorluğun siyasal yapılanması ile oluşmuş eyaletlerdir. Halkların oluşturduğu yapılar değildi. Kültürel olarak da ta İskender zamanından "piçleşmiş" bir yapı vardı. Sonradan Hıristiyanlaştı Anadolu. Helenistik kültür, Hıristiyanlık ve Romanın düzenlediği siyasal yapı. İşte bu doku sert askeri bir karaktere sahip Müslüman Türkler tarafından çökertildi. Aslında onlar hiç bir zaman kaybolmadılar. Zaman içinde form değiştirip daha soluk tonda hayata dâhil oldular.

Hayatta kalma dürtüsü ile debelenen, varolan canlı organizma -Corona örneği ile daha iyi anladığımız, mücadelesinde sizce hangi ilginç davranışları gösteriyor?

Ben daha farklı bakıyorum. I. Cihan Harbi'nde imparatorluklar lağvedildi. II. Dünya Savaşında ise Dünya Ruslara ve Amerikalılara esir düştü. Amerikalılar Soğuk Savaş döneminde yıldız savaşları ile Rusları iflas ettirdi. SSCB yıkılınca da çokuluslu şirketlerle ulus devletlerin altını oydular. Dünyayı finans bankacılık sistemi ile iyice yordular. Dünyayı yeni bir ideolojiyle oyalamak yerine modern tıbbı devreye soktular. Corona virüs dedikleri şey tıbbi bir konu değildir, siyasi konudur. Batı medeniyetinin gramerinde yer alan her ulus esir düştü. Şimdi de insanlar laboratuvardaki deney fareleri gibi bir köşeye kaçma eğilimindeler.

Kendileri de Türk asıllı olmalarına rağmen Türk/Türkmen topluluk ve yapılara pek de merhametli, adil davranmadıklarını kesin bilgi ile bildiğimiz Osmanlı ve Selçuklu gibi imparatorluklar çöktükten sonra kalan veya zaten varolan bu yer sizce neden Türkiye oldu? 

Tarihte Türk dediğimiz şey bir ırk değildir. Müslümanlıkla alâkalı siyasi bir tutumu ifade eder. Bu yüz yıl önce dünyada yaygın olarak kullanılan kavramdır. Türk kahvesi denilir ama Anadolu'da olmaz kahve. Kısacası bin yıllık Hıristiyanlık tecrübesinden sonra bin yıllık İslam tecrübesi olarak Türkiye deniliyor buraya. İnsanların bunu anlamamaları tuhaf. Askeri karakteri baskın olan Müslüman bir millete Frenklerin dediği şeydir. Bin yıllık bir değişimden sonra başka ne denilebilirdi ki..

Türk Diliyle yazıp, konuşup, okuyup, anlaştığımıza göre bir sorun olmadığı kanısındayım. Örneğin siz yazı sanatıyla bilgi, duygu, düşünce veya görüşlerinizi aktarırken eleştirel bir yaklaşımla "kimsenin adamı" olabilme özelliğinizi nasıl kazandınız, spor yazıları yazmanızın amacı nedir?

Bunun tek bir nedeni yok kanaatimce. Zira yetiştiğim yerdeki köylerde hem Rumca konuşuluyordu hem Türkçe. Çocukluğumda Karadeniz'de bir Sovyetler soğukluğu vardı ama Çarlık Rusyası'na gurbete gidenlerin naif hatıraları da yaşlı insanların belleklerindeydi. Karadeniz'e bakarak büyüdüğümden rüzgârın geleceği yönü tahmin etmede hiç şaşırmadım. Herkesin işine yarayacak bir şeyi düşünüp cesurca söylemek bana her zaman erdemli gelmişti.

Spor yazılarının kökeni benim Trabzonspor'a olan iflah olamaz hayranlığımla alakalıdır. Gözümü açtığımda Trabzonspor ve futbol vardı. Gazetelerde spor yazmamın sebebi gazete editörlerinin ısrarıdır.

Benim de bi Ninem vardı, adı Cellü. Adına bir kaç şiir yazdım. Tıpkı sizin Aspulika Nine'niz gibi bende derin izleri, mayası, kültürü, sözleri, yaşantısı olan bir Kocakarı. Deyiş okuyucusuydu. On binlerce deyişi ezbere bilir, mahalle toplantılarında toplanan kalabalığa okur/söylerdi. Hatırımda kalan bir sürü şiiri var. O da ninelerinden öğrene öğrene ezberleyip taşımış bütün şiirleri. Tabii şimdilerde aktarım artık o eski usül dilden dile, kulaktan kulağa, sözlü bir aktarım değil. Sizin bizim gibi yazar veya diğer çalışanlar aktarıyoruz artık. Sizin geleceğe kalmasını en çok istedikleriniz nelerdir? 

Bu suale biraz değişik bir cevap verme taraftarıyım. İmparatorluğun enkazı altında kalmış insanların edebiyata sahici bir şekilde aktarılamamış olması var. Bu ideolojik açıdan istismar edilen bir konudur aynı zamanda. Benim bu acıların sahici bir evren kuşanılarak rafine bir dille hikâye, roman, denme, şiir olarak edebiyata aktarılmasıdır. Belki bunlar üzerinden gerçekçi bir kültürel atılım yapılabilir. Ve siyasetin insanı istismarına bir set çekilir.

O istenen özlenen saf arı duru aktarıma evrensellik demiyor muyuz, sizin evrensel anlayışınız hâlâ aynı yerde mi, ne kaybettiğimizin farkında mıyız?

Hayır, söylediğim şey gayet sarih. Bugün "evrensellik" ile anlatılan şey sanatın, edebiyatın, kültürün bütün dünyada Greko-Romen kökenli bir medeniyetin algı vasatına indirilmesidir. Bu da Büyük İskender'in hayalini kurduğu tek dünya ve tek insan olgusuyla alakalıdır. Yirmi küsur makamla dinleyebileceğiniz bir ezgiyi sekiz nota ile dinlemeye razı olmak sanatı arı duru aktarmaksa bu sizin tercihiniz. Evet su iki hidrojen ve bir oksijenden oluşuyor ama Ph değeri her yerde farklıdır.

Kaybolmayacağını bildiğimiz veya düşündüğümüz değerlerimiz, sizin deyiminizle bir biçimde değişerek devam ettiğine göre; özellikle müze, devlet ve diğer kurum veya kuruluşların bu değerleri bozmadan alıp saklayıp aktarmaları için yapılması gerekenler nelerdir?

Türkiye üzerinde yaşadığı toprakla sağlıklı bir bağ kuramayan bir ülke. Bunu arkeolojiyi bir tür "yeraltı işgali" olarak görüyor oluşundan kaynaklandığı kanaatindeyim. Tarihin sadece kendisine yarayacak bölümünü sahipleniyor. Bunu da siyaseti manipüle etmenin bir aracına dönüştürüyor. Lakin son zamanlarda gerek arkeolojide gerekse müzecilik konusunda yaşananlar umut verici. Bir takım hoyratlıklar yaşanıyor olsa da tarihin ve diğer medeniyetlerden kalanların göz ardı edilemeyeceğini kavramış durumdalar. Bu değişim biraz da Unesco türü kurumların zorlamasıyla oluştu sanki.

Yazı tecrübenizden de faydalanarak örneğin siz bir kaç tane de Rumca kitap yazmayı istemez misiniz, Ermeni bir arkadaşıma Mezin Hayk'la ilgili burada olduğu gibi ve ayrıca tehcir ve yaşananlarla ilgili yazdığım bir başka şiirimihttps://sanataizin.tr.gg/Tarlada-Cocuk.htm aktardığımda oralı bile olmamıştı..?

Bu çok iddialı bir şey olur. Ama benim ilk romanım Temelyon arkaik Romaika (Rumca) nın kullanıldığı en azından Karadeniz'deki fantastik varlığının hissettirildiği bir eserdi. Bu türden çalışmalar ciddi akademik çalışmaları gerektirir. Benim açımdan bu kayıp kültürel evrenlerin edebiyatın sınırları içinde hakkıyla Türkçeye aktarılması çok daha gerçekçi bir tercihtir.

Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE

Ben teşekkür ederim.


DİLEK YILDIRIM BOZAL İLE


İlk soru: Sizce sanat nedir?


Sanat, duygu ve düşünceleri ifade etme biçimidir.


Neden bu kadar etkilidir ve bütün olumsuzluklardan arınma başarısının sırrı nedir?


Hayata pozitif bakmak,  sevgiyi, hoşgörüyü, ön plana almak ve var olan enerjiyi olumlu düşüncelere, olumlu işlere, üretmeye yönlendirmek olumsuzluklardan arınma sırrıdır, bence.


Üreten insan olumsuz düşünecek zaman bulamaz...


Pozitiflik, sevgi, hoşgörü, üretim gibi genel kavramların içi sanatla nasıl doldurulur farkları nelerdir?


Sanat bir üretimdir, üretirsin... Kitap yazarsın, hayallerini başkalarına aktarırsın, belli konularda insanları bilgilendirirsin, düşüncelerini aktarırsın, insanları bir şekilde etkiler, yönlendirebilirsin. Burada yazıların içeriği sevgiyi, hoşgörüyü, pozitif duyguları önplana çıkarabilir. Aksi durumlarda okuyan kişiyi karamsarlığa, negatif duygulara sürükleyebilir. Bu durum şiirde de aynıdır. 


Müzik de aynı değilim? Geçmiş dönemlerde toplumu kötü etkiliyor ve intiharlara sebep oluyor diye yasaklanan parçaları biliyoruz. 


Yazılan şarkı sözleri de topluma mesaj vermektedir. Bu konuda da dikkatli olmak gerek. Pozitif mesajlar önemli ki başkalarını da pozitif etkilesin.


Resim, heykel, fotoğraf sanatı da aynı şekilde. Bir tabloya baktığınızda resmedilen renkler ve konu insanı etkiler, yapım teknikleri ilk dikkat çeken konudur. Örneğin ilk aklıma gelen Van Gogh'un Ayçiçeği Tarlası oluyor. Renkleri, tekniği, konusu şahsen bana pozitif bir enerji veriyor. Bunun gibi daha birçok tabloyu örnek gösterebilirim. Tabikii her zaman bu tarz eserlerden bahsetmiyorum. Sanat, sanatçının duygu ve düşüncelerini yansıtma biçimidir dermiştik. Sanatçının da negatif duygular içinde olduğu an bu eserlerine de yansıyacaktır ve o da bir şekilde karşıdaki kişiye domino etkisi yapacaktır. Bu durumda zaman zaman pozitif yaklaşım açısından tehlikeli olabilir.

Bence, olaylara pozitif yaklaşmak kişinin geçmişi ile de ilgili, gelecekten beklentileri ve kendi hırsları, egoları ile de… 


Kişi küçük şeylerden mutlu olabiliyorsa pozitiftir ama hırs ve egolarına yeniliyor, sahip olduklarından mutlu olmuyorsa pozitif olması çok zor. Hep daha fazlasını istiyorsa bu kişiyi yıpranıp, hayata negatif bakmasına sebep olabiliyor. Tabii sanat alanında da bu yazıya, müziğe, resime, dansa yansıyor.


Üretmek önemli dedik. Evet, önemli çünkü insan beyni üretmek için çalışıyor, yaratıcılık için meşgul oluyor. Bu durumda negatif düşünce ve duyguları uzaklaştırıyor. Sonuçta çıkan eserde kişiye olumlu duygular yüklüyor. Görüyorsunuz, hissediyorsunuz. Sizin eseriniz. Ortaya bir şeyler çıkmış, kendinize güveniniz geliyor ve etrafa olumlu bakıyorsunuz, olumlu duygular yayıyorsunuz.


... meli, malı gibi kısıt belirten şart veya şartlandırmalar sanata sınır koyabilir mi, ezberlenmiş bilgilerle ne kadar sanat yapılabilir?


Sanatı sanat için mi yapıyorsunuz, toplum için mi. Sanat sanat içindir görüşünde bana göre daha yaratıcılık daha özgür olabilir gibi geliyor, sanat toplum içindir de ise işin içine  sorumlulukta giriyor. Ortaya koyduğunuz eserde topluma mesaj veriyorsunuz ve toplum bu mesajı alıyor. Sizin eserinizi yorumluyor ve anlıyor, anlamak durumunda. Bu bana göre çok önemli ve sorumluluk yükleyen bir durum. 


Meli, malı gibi kısıt belirten şart veya şartlandırmalar ile sanata sınır koyamazsınız, ezberlenmiş bilgilerle sanat olmaz, o taklit olur, tekerrür olur. Sanat yaratıcılıktır, özgürlüktür. Iç dünyanın, düşüncelerinin bir aktarım, ortaya koyma biçimidir. Bu özgün bir oluştur, ezberlenmiş bilgilerle olmaz. Kişinin hisleri ve içinde bulunduğu durum ile ilgilidir. Konu pozitif duyguların sanata yansıması ise bu noktada sanatçının ne durumda olduğudur… Pozitif mi, negatif mi? Bence sanatçıların sorumlulukları büyük diye düşünüyorum çünkü verdikleri eserler ile topluma örnek oluyor ve hatta özellikle müzik konusunda gençleri, belli bir topluluğu arkalarından sürükleye biliyorlar... Belki burada tartışılması gereken sanat değil de sanatçının pozitif duygularını nasıl güçlendirmesi ki, buda eserlerine yansısın. Hayata hep karamsar ve negatif bakan bir sanatçının, bu durum eserlerine de mutlaka yansıyacaktır. 


Yine vurguluyorum, sevgi ve hoşgörü çok önemli, hayatta denge çok önemli. Pozitif, negatif olma durumu sanatçının hayattaki duruşu ile ilgili, bu da direk eserlerine yansımaktadır.


"Soru sorma, doğru soru sorabilme, sorularla ilerleme" gibi bir yere gelmişken; "toplum için mi, sanat için mi" gibi iki seçenekli YANLIŞ soruların tümünden nasıl kurtulup, sanatı kendi öz, özgür, özgün mecrasında rahat hareket ettirebiliriz, bu yanlış soruları kim, neden soruyor?


"Sanat sanat için mi yapılır, toplum için mi" sorusu ben bildim bileli tartışılır ve sonuca varılamaz çünkü her konuda olduğu gibi burada da görüşler farklıdır. Doğal olarak herkes kendine göre yorumlamaktadır. Her konuda olduğu gibi  sanatta da rekabet söz konusu olabiliyor ve hala günümüzde de bir çok sanatçı birbirini acımasızca eleştirebiliyor ve hoşgörü, saygı göstermiyor. Oysa ne demiştik sanat kişinin duygu ve düşüncelerini aktarma biçimidir. Bu kişiye ait bir yaratıcılık, yansıtma biçimidir yani kişi özgürdür. Yoksa bu sanat olmaz. Kalıplar içinde, teknolojik, biyonik, robotik bir yaratıcılık olmaz. Sanatta özgür ve özgün olmak önemlidir. Yoksa sanat olmaz. 


Resim sanatında tuvalinizin bir köşesine koyduğunuz bir renk darbesi ile vermek istediğiniz mesajı verebilirsiniz, o sizin için çok anlam ifade edebilir ama toplum buna sizin yüklediğiniz anlamı bilemeyebilir. Sadece renklerle duygularınızı, anlatmak istediklerinizi anlatabilirsiniz. Kullandığınız malzeme ile anlatabilirsiniz. Siz duygularınızı, mesajlarınızı yansıtabilisiniz, bir de bu yansımaların kaç kişiye ulaştığı ve anlaşıldığı noktası vardır. Işte burada da "sanat toplum içindir" görüşü ortaya çıkıyor. Şimdi burada bu tartışmaya girersek bu siyalog bitmeyebilir. Onun için ben her iki görüşü de saygı duyuyorum ve yukarıda da belirttiğim gibi her konuda olduğu gibi denge önemli diyorum.


Bir sanatçının sorumluluğunun büyük olduğuna inanıyorum. Büyük sanatçılar topluma maledilir. Onun için sorumlulukları vardır. Eserlerinde olduğu kadar hayatta ki duruşlarında da örnek teşkil ederler. Asırlar sonra bile toplum tarafından anılıp, eserleri ve hayatları hakkında konu edilirler.


Sanatı sanat için yapmak gerektiğine inanıyorum ama yine de topluma karşı sorumluluklarını unutmadan… Aksi takdirde yok olup giden bir çok yetenekli sanatçıyı da biliyorum. 


Bize sanatınızdan ve eserlerinizden bahseder misiniz?


Ben eski adı ile Tatbiki Güzel Sanatlar, yeni adi ile Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Teksil Bölümün'den sonra Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümü'nde yüksek lisans ve sanatta yeterliligimi tamamladım ve yurt dışına gittim. Oradaki eğitimimden sonra yurda döndüm ve yıllarca tekstil tasarımı konusunda çalıştım. 


Benim çalıştığım konu itibari ile teknolojiye daha bağımlı olunduğundan belki yeterince özgün olunamıyor. Tabii tekstilde ekonomi ve maddi kaygılarda işin içine girince durum biraz farklılaşıyor ama yine de yaratıcılığın çok önemli ve gerekli olduğu bir sanat dalı olduğu hiç tartışılmaz. Bir de işin içine çok alternatif giriyor. Tekstil deyince moda, dokuma, baskı, malzeme kullanımı gündeme geliyor. 


Şu anda "Tekstil Tasarımcıları Derneği" başkanlığını yapıyorum. Artık tecrübelerimizi ortaya koyarak bizden sonra gelecek akademi öğrencilerine yol göstermek, onların haklarını savunabilmek, onları topluma kazandırabilmek gibi hedeflerimiz var ve bu yolda çalışmalar yapıyoruz.


Yakın geçmişte de yazı çalışmalarım oldu ama şu anda daha çok derneğe odaklanmış durumdayım.


O halde dernek faaliyetlerinizden de bahsedelim; kapsamı, amacı, hedefleri, katılımcılar, başarıları.. link de paylaşabiliriz?


Elbette...


22 yıl dan fazla bir zamandır var olan bir dernek. Tüm Türkiye çapında güzel sanatlar fakültelerinin tekstil bölümlerinden mezun arkadaşlarımıza, meslektaşlarımızı kapsıyor. Anlaşılacağı üzere mesleki bir derneğiniz, ticari bir dernek değiliz. 


Yukarıda da belirttiğim gibi üyelerimiz 4 yıllık akademi mezunu olmak zorundalar. Amacımız bizden sonra gelen genç meslektaşlarımızın önünü açmak, haklarını savunmak, onlara yol göstermek ve onların hedefleri doğrultusunda yardımcı olmak. Tüm bunların olabilmesi için, derneğimizin ayakta kalabilmesi için de çalışmalar yapmaktayız.


Uzun zamandır tekstil fuarlarında yer almaktayız. Sanatçı arkadaşlarımızın sergilerini gerçekleştirmekteyiz. Tekstil sergileri, resim sergileri...


Arzu eden kişilere eğitimler veriyoruz. Içinde bulunduğumuz bu pandemi sürecinden önce sevgili dokuma sanatcımız FIRAT NEZIROĞLU ile eğitimlerimize devam ediyorduk ama malesef ara vermek zorunda kaldık.


Yine Beşiktaş Belediyesi'nin desteği ile Akadlar Kültür Merkezi'nde "Tekstil Akademisyenleri Sergisi" gerçekleştirecektik ki tüm hazırlıklarımız tamamlanmıştı bu yasaklardan dolayı fiziki olarak sergimizi yapamadık. Şimdi yakın bir tarihte aynı sergimizi digital ortamda gerçekleştireceğiz.


Sergimizi arzu eden herkes izleyebilir. Facebook sayfamız ve instagram "Tekstil Tasarımcıları Derneği" olarak geçmektedir. 

Web sayfamiz ise... TTD


Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE


Ben çok teşekkür ederim. Sizlerle tanışmış olmaktan çok mutluyum. 

Sevgi ve sağlık ile kalın. 

SÜRDÜRMEK DİLEĞIYLE


Asuman ATAKUMAN: "İşin içine teknoloji, maliyet hesapları girince özgünlük sınırlanıyor" demişsiniz. İki sorum olacak. Bu sınırlandırma bir yandan yaratıcılığınızı geliştirmiyor mu? Özgünlüğün her hangi bir biçimde sınırlandığı alanlarda sanat hâlâ var mıdır?


Ben tekstil tasarımcısıyım. Tekstilde bir şirkette çalışmıyorsanız özgürsünüz. İstediğiniz tasarımı, renkleri, formları kullanabilirsiniz. Sizi sınırlayan hiçbir şey olamaz. İşin içine ekonomi girince ve siz bir şirkette çalışıyorsanız patron faktörü ve onun tasarıma bakış açısı da giriyor. 


En başta dünyadaki moda akımları tasarımcıyı etkiliyor. Şimdiye kadar dünyada gerçekleşen büyük fuarlara gidilip aslını isterseniz belli markaların yeni renkleri, desenleri gözlenip ülkemize getiriliyor ve ufak değişikliklerle uygulanıyordu. Bundanda bizler çok rahatsızdık ama takip ettiğim ve gördüğüm kadarıyla son dönemde dünya trendlerini etkisi altına alan çok değerli tekstil sanatçılarımız çıktı. Buda hem umut hemde gurur verici bir durum. Başta da belirttiğim gibi bu kişiler kendi adına sanatını, tasarımını icra eden kişiler.


Tabiii birde tekstil, diğer sanat dallarından azda olsa ayrı tutulmalıdır. Tekstil bir sektördür, diye düşünüyorum. Büyük bir sektör...?


Burada belittigim konu sakın moda gibi algılanmasın dokuma tasarımında da ödüllü birçok sanatçımız vardır…



347. DİYALOG  (TÜR İKİ: 3)
 
“Sanatçı gözüyle türbülans, girdap, çekim gücü nedir ve savaşlara karşı sanat neden zafer kazanamaz?”


Erkan Yazargan: Malesef savaş, insanlık tarihinin bir gerçeğidir ve sanatın savaşı yenmesi zâten imkansızdır. Burada sulh'u te'sis edecek olan sanat değil yine insanın kendisidir. Avrupada insanlar bütün savaş enerjilerini tükettikten sonra savaşın anlamsızlığını kavrayıp kurumlarını buna göre düzenleme yoluna gittiler. En başarılı örneklerden bir tanesidir bu tecrübe...
Türbülans ile girdabı birlikte çekim gücünü her ikisini de kapsayan olarak değerlendirmeye çalışırsak başlangıcında yine o "savaş enerjisi" ile ilgili daha ziyade kütle ve ağırlık özünde çalışmak zorundayız, çözebilmek için... Sanırım fizikçilerin çabaları da bu yöndedir.
Sanat ve sanatçı bilime şu iyiliği yapmıştır: "Savaş enerjisinin yok etmek istediği bilime kol kanat gerip onu koruyan ve saklayan - saklanmasına aracılık eden yegâne güçtür sanat. Böyle olmasaydı azgın insan yığınları bütün müzeleri tar-u mar eder bilim merkezlerini yıkardılar"...
 
TC Simge Baştak: Bilinmeyen kötü bir sona doğru sürüklenmektir girdap. Tribulans heyecandır ama zararsızdır. Savaş yıkıcı, acımasız ve adaletsizdir.
Sanat tam tersi oluşmak - var olmak ve hissetmektir. Bu yüzden sanat ve savaş anlaşamazlar. İnsanlar egoları yüzünden yok etmeye meyillidirler, sonucu ne kadar kötü olursa olsun... Sanat varoldurma çabasıyla üstünlük sağlamaya çalışsa da yok etmek daha kolay olduğu için üstün gelemez. Kezâ üretmek, yaratmak daha zordur yok etmekten.
 
Duygu Ugur: Sanat hiç bir zaman insanların gözünü savaş kadar doyurmuyor çünkü... Gözardı edilen hep sanattır. Malesef.
 
Kaan Yalçın: Bir yasanın yarattığı iki doğal sonucu sormuşsunuz bana; çekim gücünden kaynaklanan enerjinin yarattığı iki oluşum türbülans - girdap ve tabii yasanın kendisi olan çekim gücü yasası.
Ayrıca sanat her zaman savaşlara karşı kazanmıştır, hiçbir savaş halen devam etmediği halde, sanatın yaşını saptamamız bile imkansızdır.
 
İlker Özkap: "Sanatçı gözüyle" dediğinizde gerçek sanatçı zaten türbülansa veya girdaba girmez, kendini boş işlerle uğraştırmaz ama çekim gücü etkisinde kalabilir. Savaşlar felaket getirir, sanat ise felaketi götürür.
 
Muharrem Pire: Gazi Eğitim Enstitüsü ikinci sınıfa kadar bütün öğretmenlerimin bana 'olağan üstü, dahi gibi değerlendirmeleri ve bana kritik verme yerine "evladım sen zaten sanatçısın istediğin gibi çalış" yaklaşımlarından sonra kendime sordum: "Pire, çok yetenekli olmak ve her şeyin iyisini yapabilmek sanatçı olmak için yeterli midir?'' Kütüphaneye gittim ve primitiflerden bu yana tüm sanatçıların özgeçmişlerinin kitap adı, sayfa numaralarını ve konu başlıklarını yazdım. Bu adamlar ne yapmışlar ki dönemlerinde binlercesi var olan sanatçılardan farklı sayılmışlar ve tarihin saygın halkalarına adları yazılmış ve yerlerini almışlar diyerek... Yabancı diller bölümlerindeki arkadaşlara gittim. Tespit ettiğim sayfaları birer birer dağıtım. Çevirmeler bir hafta sonra elimdeydi. Okudum. Okudum ama aradığım yanıt belirgin değildi. Bu yazılar benden gerçeği saklıyor düşüncesiyle ''yazılmayanı okuyabilmek için yeni bir sorgulamaya giriştim. Uzatmayayım bir yıl kadar sonra sınıfta kimsenin olmadığı bir akşam üstü tahtaya yeminimi ve andımı yazdım. ''Geleceğimden korkmadan, egemenlik sistemleriyle ve ezilenlerin safında emperyalizme ve tüm uzantılarına karşı savaşacağıma, sanatımı bu savasın içerikleriyle donatıp bu savaşta etkin kılacağıma and içerim'' diye yazdım. Karşısına geçtim, sağ elimi kaldırıp yüksek sesle okumaya başladım. O sırada içeri giren altı arkadaşım da "Pire dur ben de katılıyorum" dediler ve hep birlikte and içtik. İlk bedeli mezun olduğum yıl Avrupa sınavlarını birincilile kazandığım halde gönderilmemek oldu. Arkası uzun hikaye, uzun yıllardır görüşmediğim bir arkadaşıma "yaşadıklarımı anlatmak için iki ömür daha yetmez" diye özetledim. Hiç pişmanlığım olmadı. Rüzgalar, fırtınalar ve girdaplar ve çok cazip çok çekiçi teklifler yolumu değiştirmeye yetmedi. Bakkaldan peynir ekmek alacak paramız olmadığı bir gece uyku arası yatağımdan kalkıp, ev halkının duymayacağı bir alana gidip "korkmuyorum topunuzdan, tüfeğinizden, hapishanelerinizden ve PARALARINIZ'dan'' diye bağırdım ve hala savaşım bu minval üzredir.
Not: Diyalogun tamamını 346. diyalogda bulabilirsiniz.
 
Sırrı Sarıışık: Savaş sanatın değil hırsın ve egonun yarattığı eylemdir. Sanat hümanisttir. Paylaşımcı ve fedakardır. Egonun yenildiği tek ortam sanattır.. Kimi zaman sanat egonun kamçısı gibi göstermeye çalışsalar da özünde sanat takdir görmenin ego şeklinde oluştuğu yanılgısıdır. Beğeni görme arzusu genel anlamda paylaşmanın temel dürtüsüdür. Sanatın türbülansı ancak karanlıkla karşılaşmasında oluşur...
Çıkarla çarpışan sanatçılar girdap oluşturur. Ancak estetiğin ve genel yargının, toplum eleştirisinin çekimi girdabın durgunluğa erişmesinde çekim alanıdır diyebiliriz...
 
Muzaffer Ağca: Sorduğunuz soruyu hiç düşünmemiştim ama sanatçı topluma verdiği fikirlerle düşünce sisteminde bir girdap misali algılara ulaşır ve tüm savaşlar barışla- sanatsal bir dille son bulur diye düşünüyorum.
 
Tc Esin Adıyaman: Merhaba, sanal ortam çoğu zaman reklam yaparak iş anlamında işe yarıyor ya da buna benzer v.s.. Ama bazende hiçbir şey göründüğü gibi olmuyor.
Zaten arkadaşlıklar artık sanal alemden edinilir oldu.
 
"Sanat tâkibi" denilince ne anlamalıyız, tâkip ettiğiniz sanatçı ve sanat aktiviteleri hangileridir?

TC Harika Mentes: Kendimi takip ederken diğer sanatçıların sanata kattıkları (katabilenleri) ile ilgileniyorum. Şu olumsuz ülke şartlarında ne kadar sanat üretiliyor o da başka bir konu ama sergiler, galeriler, müzeler DOB yani devlet opera ve balesine de mümkün olduğunca gidiyorum.

Kendi sergilerimin yanı sıra davetlerin önceliklerine göre takvim oluşuyor tabiki öncelikli resim ve heykel sonrasında görsel sanatlar. Yine öncelikli heykel, seramik atölye çalışmalarım var ,ama her şeyden önemlisi sosyal sorumluluk prorelerim var, kendi tasarım şirketim var e üretim yapmak ta lazım, işler çok zaman az moral yok, ama oldurmaya çalışıyoruz. Her sanatçı veya sanat yapan mutlaka içinden gelen duyguların sesine de kulak verir.
Ekolün temsilcisi olmaktan ziyade kendi tarzımı yaratmaya çalışmak benim için daha önemlidir. Sanatın hem sanatçıyla hem de hayatın kendisiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Benim hayatla ve sanatla ilgili bağım ise "öğrenmenin süreklilik arzetmesdir", böylelikle sanattaki gelişmeleri her an takip edebiliyrum.

Ergun Gürkan
: Sanat ruhun bir etkinliği, bence. 'Sanat Takibi' sözünü bu anlamda alırsak, kişiye ve o kişinin ruh haline göre değişir. Dolayısıyla birçok kişi ve etkinlik sıralayabilirim ama bu kişiye özel bir tercih olacaktır diye düşünüyorum. Belli bir takvimim yok. Takiplerimi gündeme ve daha çok o günkü ruh halime göre yaparım, genellikle.

Saniye Seycan Ülgüt: Sanattaki yenilikler neler yapılmış yeni ne materyaller var daha ne olabilir araştırması ve boll sergi gezmek. Zaten sanat grupları var... Hergün bir şey paylaşılıyor ben de ilgi dahilimde arayıp bakıyorum bir rutinim yok.

Tansel Yilmaz: "Sanat Takibi " kişinin sanatla ilgisinin bulunduğu yere göre değişmekle birlikte genel olarak, sanatla ilgili her türlü gelişimi, geçmiş incelemesi / izlemesi diyebiliriz. Takip ettiğim sanatçı yok. Her türlü sanat aktivitesini mümkün olabildiğince izlemeye çalışırım. (Yerinde görmek, izlemek.. Görsel ve basılı yayınlarda izlemek, okumak v.s. )

Sevilay Engin
: Resim, heykel, opera, tiyatro ve müzikle ilgileniyorum. Estetik, güzel, duygularıma hitap eden sanat dallarını ve uygulayıcılarını takip ediyorum. Ergin İnan, Zafer Gençaydın, Picasso, Ayvazovski, Piazzolla, Bach, Mozart, Pink Floyd, Sting, Ray Charles, Anthony Hopkins, Meryl Streep, Al Pacino, Tom Hanks, Haluk Bilginer. İlk aklıma gelenler.

Emre ölmez: Bu ülkede takip ettiğim sayılı sanatçılardan birisi sevgili Orhan özçalık tır, kendisini sanat'a ve sanat severlere adamış, muhteşem, heykel traş, ressam vs. Sanat'ın her dalıyla ilgilenen bir sanatçıdır, her yıl düzenlediği doğada serbest sanat festivali sanatçıların gidip kendilerini tatmin ettiği ve ruhlarını özgür bıraktığı muhteşem bir sanat kapına ev sahipliği yapmaktadır, Helikon Art Center da gerçekleştirdiği organizasyonlar arasına şimdi de çocuk sanatçılar yetiştirmek üzere yola çıkmış bulunmaktadır.

Bunun dışında tabiki takibinde olduğumuz çok sanatçı var ama bu saygı duyulası adamdan bahsetmek istedim.

Saygılarımla sanat'la kalın.

Sevtap Despina
: Güzel ve emek içeren değerli eserleri önemsiyorum. Kırk üç yaşımdayım, anneyim, sanatın her türlüsünü önemsiyorum. Müzik benim için önemli. Konservatuar okumak isterken finansçı oldum.

Şuan eğitim danışmanıyım. Hayata ve onun oyuncularına muhalif olduğum kadar barışçıl, hümanist, doğa sedalısı. Yaşamın derinliklerinde soran, sorgulayan insanca yaşamı arzulayan. Her kesin hür ve evrensel bir bütünlük içinde var olduğumuza inanan, bir bireyim.

Sorduğunuza soracağınıza pişman ettim mi?

Farkım nedir? Denize atılan bir taşı düşünürüm. Çevresinde küçük halkalar oluşur daha belirgin ve daha güçlüdür. Halkalar büyür büyür sonra yok olur. Ben bu halkaları oluştururum, herkes gibi...

Sevim Sewe Unal
: Sorunuza şöyle yanıt vereyim: "Ben kendim ressam ve yazar olduğum için yazmaktan başımı kaldırdığımda, çiziyorum. O da bitince kitap imza günlerine gidiyorum. O da bitince sergilerim oluyor. Veya dernek ve federasyonların davetlerine çağrılıyorum v.s. yani boş bir dakika bulunca onu nasıl değerlendireceğime ben karar vermiyorum".

Türkiye'de yaşamadığım için Belçika sanat piyasasını ve yazarlarını takip ediyorum. Daha doğrusu etmeye çalışıyorum. Türkiye'de hala sanat var mı bundan haberim de yok. Bir hafta önce İstanbul'da kitabım için bulundum. "Ezidiler hakkında" ve daha çok onlara destek amacıyla yazdığım kitabı tanıtıyordum. Bir ressam tablosuyla geldi ve dedi ki, 'ben bu tabloyu Ezidi halkı için bağışlamak istiyorum' ben de dedim ki, olur. Kendi tablolarımın arasına koyar sergilerim satılırsa meblayı Ezidi halkına göndereceğimiz bütceye eklerim. Fakat ne yazık ki tablosunu getiremedim. Getiremediğim için ona söz verdiğim gibi 'sergileyemezsem ben satın alırım' demiştim. Tabloyu satın alıp parasını bütceye ekledim. Tablo Ada'daki evimde duruyordu. Bu sanatçı daha sonra ısrarla neden tabloyu götürmediğimi, neden götürüp de sergilere koymadığımın peşine düştü. Benim ona kitaplarımı getirmek zorunda kalışımı saatlerce açıklamamın hiç bir anlamı kalmamıştı.

Adamın niyeti Avrupa'da kendi reklamını yaptırmakmış. Bunu neden yazdım? Türkiye'de ruh kirliliği hat safhada. Böyle vicdani şeylerden dahi yola çıkarak kendi isminin peşine düşenler dahi var. Bir kişiden yola çıkıp herkesi suçlamak istemiyorum fakat Türkiye'de benzeri çok şey yaşadım. Benim için sanatçı kişi belli bir entellektüel seviyeye ulaşmış kişidir. Böyle şeylere açlıktan ölse dahi tenezzül etmez. Sanat kutsal bir mekandır, oraya çamurlu ayakkabılarla girilmez. Sorduğunuz sorunun yanıtı var mı bu yazdıklarımın içinde bilmiyorum fakat kolay gelsin diyorum.

Sevgiler...

Nurcan Aral
: Çok güzel bir soru. Ben bir sanatçıyım. Ne yazıkki günümüzde sanat takibini çoğu zaman sanal ortamda yapabiliyoruz. Eğer gücünüz varsa sinama, tiyatro, konserler ayrıca sergileri gezebilirsiniz. Yurt dışındaki sanatçıları takip edebilirsiniz. Oysa biz sanatçılar ürettiğimiz eserleri sergilemek ve maddi - manevi haz alıp sanatımızı devam ettirmek kaygısını yaşıyoruz ayrıca bizim sanatı takip ettiğimiz kadar bizim de takip edilmemizi istiyoruz ve adımızı duyurmak için ya güçlü bir çevre yada maddi gücümüzün olması gerekiyor yani sevgili sanata ve sanatçılara saygı duyuyorum, yeterki diğer sanat dalları gibi bizim de önümüze engeller çıkmasın, hepimiz sanatın taa içinde yaşıyabilelim...

Kırk senedir sanatın içinde yaşıyorum ve zorluklarıyla mücadele ediyorum. Adınızı duyurmanız için galerilere muhtaçsınız ve ne yazıkki belli bir bedel ödeyeceksiniz. Eserinizin satılma garantisi yok. Karma sergilerle oyalanırsınız... (... ...) gibi sanat Portallerine üye olursunuz, kumbara gibi her ay ücret ödersiniz. Floransa Bianelinden davet alırsınız maddi olanaksızlıklar yüzünden gidemezsiniz. Size daha ne anlatayım; şu anda yüzden fazla eserim evde, sponsor aradım yardım kuruluşlarına bağış için, TV' ye bile çıktım ses yok... Eger sanata aşık değilseniz bırakırsınız ama ben aşığım. Resim benim yaşam kaynağım.

Sitenizi inceledim, mesaj yolladım. Benim zaten internet sitem var ve sizin bu konuda nasıl bir yol gösterdiğinizi anlayamadım! Sizin gibi bir çok site bana teklifte bulundu. Sonuçta fazla bir şey olmadığını gördüm. Yine de sizden açıklayıcı bilgi almak isterim.
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol