YAZI SANATI
Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz
Birim Fiyatı: €420
15 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN
KIRKINCI DİYALOG
ERKAN YAZARGAN İLE
(ŞİİR VE HER ŞEY ÜZERİNE)
İyi Pazarlar!
İyi Pazarlar arkadaşım. Sıra bana geldi galiba?
Umarım çok bekletmemişimdir Erkan Bey,
Heyecandan bir sürü şiir yazasım geldi ama biliyorsunuz artık yazmıyorum, ne yapacağımı bilemedim.
O halde heyacanınızı sonlandıralım ve bir daha benimle uğraşmayın?
Biran önce olup bitse iyi olur. Teşekkür ederim.
Öncelikle şiir tabi ki, neden şiir gibi zor bir dalı seçtiniz?
Ben seçmedim vallahi o beni buldu. Kim seçerki böyle birşeyi?
Pek, aranızın iyi olmadığı anlaşılıyor bu cümlenizden?
Değerli arkadaşım, "ne ciğer kaldı ne böbrek" tam bir döküntüye dönüşmüş haldeydim, daha yeni yeni toparlanıyorum. "Aman illallah" der ya insan işte öyle birşeydir şiir. "Gitara başladım da allahdan" biraz biraz düzeldim, yoksa çoktan göçüp gitmiştim.
Ne diyorsunuz!
O denli yani?...
Aykırı, kızgın, öfkeli, sınır tanımaz, sağı - solu yıkan bir tarzınızın olduğu söyleniyor, ne dersiniz? Aykırı mısınız?
Tasarlayıp tuttuğum bir yol değil bu bahsettikleriniz. Benim tasarladığım şiirlerin düzeniydi. İlk başladığımda kendi kendime söz verdim: "Bin şiir yazacağım ve bütün herşeyi bu şiirlerin içine sığdırmaya çabalayacağım" ve şiirlerimi tamamladım, sundum, internetten ayrımsız ortamlara yerleştirdim. Görevimi yaptığımı düşünüyorum. Bundan sonra benden kimse birşey istemesin!
Şiir dışı uğraşılarınızın da olduğunu biliyorum. Şiir dışı uğraşlarınızdan bahsedebilir misiniz?
Yine tasarı dışı gelişen çabalar bunlar. Birgün birşey oluyor ve beni harekete geçiriyor. Birisi bana: "Bu iş olmaz, uğraşmaya değmez, yapamazsın!.." diyor. Ben de başlıyorum. Nedendir bilmem böylesi tuhaf bir yanım var işte. Dernek çalışmaları yürütüyorum aynı zamanda ve online kurslar filan...
Sizi en etkileyen şiiriniz hangisiydi, hikayesini verebilir misiniz birazcık?
O şiiri yazdıktan sonra altı ay kendime gelemedim. Hâlâ hatırladığım zaman başımı döndürür, bende öyle bir etkisi oldu. Okuyucuların nasıl etkilendiklerini bilmiyor ve ilgilenmiyorum aslında. Sormak istediğiniz şiirin etkileri ise, insan bir şiiri ömrü boyunca tekrar tekrar okuyabilir ve her defasında zevk alır, duygulanır veya zihninde şimşekler çakar. Bu arada şiirimin ismini de vereyim, merak edenler için: "Yüreğim Hantepe"
Dokunmak zorundayım özür dileyerek diyalogların amaçlarından birisi de bu zaten: "Psikolojik terapi veya benzeri tedaviler aldınız mı, şimdiye kadar?"
Almadım ama almayı düşünüyorum. Bazen anlamsız kıvranmalar yaşadığım oluyor, ansız sinirlendiğim ve kendimi kaybettiğimde oluyor. Önerenler oldu ama o anda insan kendini hazır hissetmiyor. Bence gayet normal bir tedavi biçimi, birilerinin "deli" demesi de o kadar önemli değil.
"Şiirleriniz özelinde ve diğer yazılarınızda da düzensizlik hatta bir sürü yazım hatası olduğu, bunlara dokundurtmadığınız" hakkında ne dersiniz?
İyi bir soru, bunu daha önce bu şekliyle soran olmamıştı teşekkür ediyorum. Eğer içinizde sanata dair birşey varsa bunu farklı biçimlerde sunmak da istersiniz. Ben böyle bir yol seçtim: "Kimse hazır bulmasın, okurken biraz çaba harcasın, hataların var olabileceğini kabul etsin, mükemmeliyetçiliğin negatif yönlerini görsün, olduğu gibi kabul etmeyi kabullensin..."
Yayıncılarla da kavgalıymışsınız sanırsam?
İlk dönem birkaç yazımı gönderdim, bin dereden su getirdiler, o kadar çok şartları vardı ki yazmaya zaman kalmıyordu. Kaprisleri zaten adamı öldürüyor. Bir de para isteyenleri filan görünce tamamen sıtkım sıyrıldı. O konulara hiç girmeyelim adamlar: "Masrafları karşılarsanız basabiliriz" gibi iğrenç ötesi cümleler kurabildiler. Ben tüm yazılarımı internette paylaştım.
Kaç tane oldu toplamda, yine kızmazsanız tabi bu soruya?
On iki tanesi şiir olmak üzere toplam otuz dört kitap yayınladım. Araştırma, gezi notları, etüdler v.s. adres vermeyeceğim, isteyen tümüne ulaşabilir.
Gerçekten ilginç bir emek sizinkisi. Gençlere öneriniz nedir?
Cesur olsunlar, çekinmesinler, kavgaya girsinler ama şiddetten uzak dursunlar, zihinlerine ve insâni özelliklerine güvensinler, alabildiğine geniş bakış açıları edinsinler, planlı olsunlar, boş işlerle uğraşmasınlar, boş insanlarla vakit harcamasınlar, tıkanıp kaldıklarında durup bir daha düşünsünler, kendilerini gerçekten anlayan insanlara emek versinler...
Zaman ayırdığınız için teşekkür ediyor ve başarılar diliyorum.
Değer verdiğiniz ve diyaloglarınıza dahil ettiğiniz için ben teşekkür ediyorum. Bir an önce bitirmeniz dileklerimle.
Diyalog dışı da görüşmek dileğiyle, hoşçakalın!
KOLEKSİYONERLİK
Hocam son günlerde koleksiyonerlikle ilgili paylaşımlarınızı görüyoruz. Bilgilendirebilir misiniz, nerden ve neden uyandı bu tutku?
Öncelikle aradan geçen sürede neler olduğunu kısaca yazayım; diyaloglara başladıktan sonra çok değerli dostlar edindik, yazı sanatı ile başladıktan sonra sanat açığının nasıl doldurulduğunu gördük, sanat dallarının gelişimlerini izledik, insandaki coşkunun nelere yol açabileceğini gözlemledik.
Bütün çabaların sonunda bir yerlerdeki tıkanıkların açılabilmesi / aşılabilmesi için neler yapılabileceğine dair fikir alışverişlerinde bulunduk. Şahsen koleksiyonerliğin önemli bir açılım olduğu kanısındayım. Sanatçıların kendi birikimlerinden ve yakın çevrelerinde edindiklerinden ziyade toplumun içindeki diğer / her bireyin de ilgilenmesi gerektiği kanısındayım. İyi bir uğraş bu...
Müzeciliğin eksikliğinden mi kaynaklanıyor sizce sorun?
Bütün soruların cevaplarında olduğu gibi kestirip atmamalı fakat ülkemizde malesef "modern sanatlar müzesi" diye bir şey -hala, yok. Her büyük şehirde en az bir tane olması gereken, daha büyük metropollerde sayıları daha fazla olması gereken bir temel yapılanmadır bu... Aksi koleksiyonerliğin gelişimi düşünülemez, çabalar okyanusta göl mesabesinde kalır, kanımca. Maniplasyonların ve kurumsallaşma zaaflarının olduğu da göz önüne alınınca "ideal, kendini ispatlamış, ilgi çeken, uluslararası boyut kazanmış koleksiyonerlik bizde yoktur" diyebiliriz. Çöpevler örneği her zaman verilir bir de harabeye dalan hazine avcıları... Oysa koleksiyonerlik de kendi alanında sanatın toplumla buluşması, toplumsallaşmasında önemli aşamalardan biri olmalıdır.
Sizin toplama biçiminiz nedir?
Profesyonel, tanınmış, kabul edilmiş bir koleksiyoner değilim fakat farkım "aile şirketi" gibi bir sistem oturtmak ve dallardan sonra, ekoller, ekollerden sonra değerler, değerlerden sonra incelikler ve yansımalarını biriktiriyorum.
Diyaloglarımızın felsefesinde de olduğu gibi çekirdek arayışındayım sürekli. Yığınların arasında kalan mücevherleri sınıflandırma çabası da diyebilirsiniz buna. Malesef ülkemizin içinde bulunduğu durum her yönü ile kaosun hakim olduğu ve giderek yaygınlaştığı bir dönem. Fırtınadan mal kaçırmaya benziyor bizimkisi. İnsanlar ya çok meşgul, ya çok çaresiz, ya çok ne yaptığını bilmeyecek durumda, ya da kaptırmış kendini sele ![]()
Koleksiyonerliği siz nasıl tanımlarsınız?
Tanımlama yapmak istemem fakat tutku'dan yola çıkarsak netice alabiliriz. İnsan denen varlığın tutkuları, bağlılıkları, heyecanları, coşkuları en başta sevgi denilen duygusu yönlendirip duruyor. Bütün bu olup bitenlerde savrulmadan kalmak ve verimli üretmek, işte işin sırrı.
Zengin birisi olmalısınız, masraflı bir iş midir?
Yok denilebilecek kadar sermayesi olmayan, sermayesi bilgi birikimi olan, gözleme değer veren ve imkanları ile süreçleri takip eden birisiyim. Sanatçı dostlarımızdan "hediye" alırım çalışmalarını, onların kazancı "koleksiyonuma eser vermiş olmaları" sanırım. ![]()
Maniplasyonlardan bahsetmişken ve kurumsallaşma eksiklerinden dem vurmuşken yine kendinize has çözümlemelerinizle hayret ettiriyorsunuz insanları. Neden versin ki bir sanatçı uğraşını sizin koleksiyonunuza, tutkuyu yok ettiğinizi düşünüyor musunuz?
Aksine uygun eserlerini bana vermeliler çünkü gelinen aşamada sermaye birikimlerinin çözüm olmadığı, mutluluk yerine huzursuzlukları daha çok ürettiği, gülümsemelerin / kahkahaların sahteleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Bir yerlerde birilerinin absürd sayılabilecek işler yapıp merkezleri sarması iyi oluyor. Herkesin yapabileceği şeyler benim söyleyip durduklarım. Yeterki iyi bir gözle bakmasını bilsinler.
Ayrıca uygun olmayan çalışmaları zaten kabul etmiyorum. Önceliğim projelere güven ve üretebilirliklerine, sadeliklerine olan inanç.
Çoklu Atölyeler fikrimle ilgili iki seneyi aşkın süredir resmi / gayri resmi kurum ve kuruluşlara başvurularda bulundum. Aklınıza gelebilecek, google'de bulabileceğiniz ilgili tümüne / neredeyse başvurdum ve malesef beklediğim tepkiyi alamadım. Şöyle bir tuhaflık oluyor; "fikir beyan ediyorum, herkes kendince sahiplenip farklılaştırarak hayata geçirmeye çalışıyor". Bu da bir kazanım aslında fakat hiç olmazsa "şuradan duymuş veya görmüştük, şöyle bir başvuru olmuştu" deseler gam yemeyeceğim. "Fikri mülkiyetimdir" deyip üzerine atladıkları zaman moralim bozuluyor bazen
Tekrar yazışabilmek 3. Bölümde buluşmak dileğimle, iyi ki varsınız.
Teşekkür ederim sevgili Cabbar.
Erhan DEMİR ile
Diyalog Sanat' internet sitesini inceledim: Çeşitli alanlarda çalışmalar üreten sanatçıların söyleşilerine yer verdiğiniz, bağımsız bir platform anladığım kadarıyla.
Sanat duyguların kimyası ile oynama ve bu etkileşimden ortaya çıkacakları malzemelerle somutlaştırma hâli. Başkalarına ne olduğunu anlatmada ya da sunumda sorunlar yaşadığım bir meşguliyet benim için sanat. Sanatçının kendinde var olan becerilerin, üretimlerin her zaman başkalarıyla buluşamayan bir yönü var. ''İçsel bir etkinlik'' daha çok benim için, eylem halinde (yazıyı düşünelim) somutlanan bir deneyim, his, sezgi, yaşantı. Yine de bundan sonrasında ürettiklerimin okurla buluşmasını istiyorum ve beraberinde biraz görünmek, görünür olmak temennim.
Son dönem çalışmalarınızdan bir kaç örnek görebilir miyiz?
'Hisleri Gözlerinde Parlayan İnsanlar Tanıdım / Kırılgan, Kırmaktan Korkan / Hassasiyet Şerbetli Bir Zehirdi / Tatlı Uyuşukluk Damarlarında Gezinirdi / Esriklik Dudaklarındaki Yakıcı Kırmızılık / Şiirler Güneş Yanığı Tenindeki Kurumuş Kumlar / Şimdi Anlamışsındır O İnsanların Bakışındaki Derinliğin Nedenini / Bilgelik Senden Başka ama Senin İçinden Bir Benliği Ortaya Çıkarır / Susarsın Çünkü Kelimelerin Karşılamaz Ağlarken Neden Hıçkırdığını...'
'Sessizliğin Islığı Misafirleri Uyandırdı / Uçları Ahşap İşlemeli Yatakların Tahtaları Gıcırdadı / Bir Peri Süzüldü Gizlice Salondan Basamaklara / Perdeler Ayışığında Dalgalandı / Henüz Silinmemişti Kırmızısı Rujların / Kan Damarlarda Sıcacık Aktı / Şehvet Davetkarken Korku Cesaret Buldu / Gecenin Koynundan İçeri Bir Yılan Girdi / Yıldızları İzleyen Eller Verandada Birleşti / Parlaklık Bir Buğu ile Gölgelendi / Buluttan Çarşaflar Usulca Göğe Serildi / Yorgun Tenler Soğurken Çarşaflar Kapandı / Ve Yeniden Rüyalar Süzüldü Kulaklardan İçeri...'
''kırağı kazındı çiçeklerin vedasında /
dertlerimi serdim gücenik akşamın ışığında / bitti sandım heybetli atın karnında acılar / bitti sandım bittim...''
Sizce duygu durum bozukluğu nedir, sanat insanları nasıl tedavi eder?
Sakladığım bir şey değil aslında, ben bipolarım (manik-depresiflik). Bunu bir üstün zekalılıkla ya da yaratıcılıkla hiçbir zaman ilişkilendirmedim, sadece atakların yaratıcılığı artıran ya da körelten yönleri vardır. İki uçlu bozukluk hastanın duygu düşünce ve davranışlarında bozulmalarla ve ataklarla seyreden beyinle ilgili ruhsal bir rahatsızlıktır. Bipolar olmayan insanlar da duyguları yoğun yaşayabilir ama bu sorunlar işimizi, ilişkilerimizi gündelik sorumluluklarımızı bozmaya başlarsa yardım almak gerekebilir. Sanat bir sağaltım (iyileştirme) sağlar mı, evet. Mesela duygularımızı yaratıcı biçimlerde yansıtabilmemiz bize kendimizi iyi hissettirir.
İlk cümlenizle birlikte durumu nasıl anladığımı sorarsanız uzun yıllar DİYALOG tecrübesi ile katılımcının mesajlara katılım düzeyi, tuşlama biçimi, yazma tarzı, cümle kuruluşları, soruyu algılama ve yanıtlama hızları gibi yüzlerce kriter zamanla insan zihninde oluşuyor diyebilirim. Yaşam tecrübenizden de istifade ederek yapılan işin sanat olup olmadığını nasıl anlarsınız?
Siz sanırım 'ben bu söyleşiler esnasında sanatla iyi düzeyde ilişki içinde olan kişileri seçebileceğim kriterlere az çok sahip oldum' diyorsunuz. Yani bu soru zor bir soru.
Şunu düşünün, gerçekten beceri ve yaratıcılığa sahip olan bir yazar/şair/sanatçıyı ve eserini nasıl anlayabiliriz? Burada kendimi kenara almak istiyorum. Bir şair düşünelim, temelde oldukça yetenekli biri, belki bunun farkında değil, çok yıpranmış, ezilmiş, aşağılanmış, hor görülmüş olsun. Utanç, suçluluk ve korku duyuyor olsun. Hep kendine bir şeyler eklesin ama - sonunda tüm her şeyi süzüp, damıtıp eserine ustalıkla yansıtıyorsa hatta psikozlarını da katabiliyorsa sanırım o noktada sanattan ve sanatçıdan söz edebiliriz.
Etkilendim. Etkilenmemin sebebi arı duru, saf berrak bir sudan içiyormuşum hissi uyandı. Şayet sanat ve sanatçıyı içeceklere benzetirsek su ile milyonlarca türevi olan şarabın etkileri nasıl ayrılır, başlayanlar için önerileriniz nelerdir?
Yemekler, yemek kültürü, alkol kullanımı, kaliteli şaraplar (aklıma Sideways filmi geldi) hatta gezi kültürüm çok sınırlı. Şu olabilir, soğuk su susuzluğu nasıl artırıyorsa şarap da tersi bir etki yapar belki de, susatır ama su' ya değil şiire, aşka, şaraba, sevgiye, sevgiliye...
Bundan seneler önce bir yazarımızla diyalogdayken "ben Karac'oğlan'ın dilini anlamıyorum. Çok eski. 16. yy şairi ne de olsa" demiş ben de kendimi sarhoş gibi hissetmiştim. Bu durumla ilgili paylaşmak istedikleriniz nelerdir?
Çarpılmışsınız demek ki. Geçmiş olsun.. :-)
Onbinlerce şair ve yazar olabilir mi?
Tüm dünyayı ve uygarlık tarihini düşündüğümüzde olabilir. Bunun yanında cehennemi burada yaşayan hassas ruhlar var, her zaman vardılar. Yaşamda acı ve haz hep bir aradadır ama bence yaşam trajiktir.
Bugün yine bir başka diyalogda (Ece APAYDIN) vardı: Shakespeare, eserlerini yaşamdan almadı mı, neden yapıbozum gibi bir akımın riskini alıyoruz, yaşamadan yazılabilir mi?
Bence deneyim önemli. Anılar, yaşantılar, gururlar, küçük düşmeler, sövgüler, dostluk, aşk, zenginlik, fakirlik hepsi önemli ama kimi baktığı ulu çınarda bir şey göremiyor. Kimi insanlara ve yıllara tanıklığı görüyor.
Keşke hepimiz denizi şairler gibi görebilsek...
Katkılarınız için teşekkür ederim, sürdürmek dileğiyle.
Saygılarımızla
Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar...

126. DİYALOG: EMRAH POLAT İLE
TÜRK DİLİ'NİN RİTMİ
Merhaba
Güzel gözüküyor, benimle hangi konu üzerine ve ne zaman yazışmayı planlıyorsunuz?
Edebiyat tabiiki.
Son roman mı?
Sonra bir kampanya başlatıp, "kendini şair zanneden arkadaşları diğer türlere yönlendirebilir miyiz" diye düşündük? Siz belki bir kısmını romana çekebilirsiniz!
Şu sıralar zamanın sınırlı. E-posta adresime soruları gönderebilirseniz yanıtlamaya çalışırım.
Ok. Uygun bir zamanınızda tekrar rahatsız ederim.
Rica ederim. İyi çalışmalar.
DAHA SONRA
Merhaba
Merhaba, yanlış anlamayın ama chat gibi değil de e-posta gibi yazarsanız. Zamanım çok dar gerçekten. Umarım anlayışla karşılarsınız beni.
Formatın dışına çıkmak istemiyorum doğrusu.
Tamamdır, başlayalım.
Teşekkür ediyorum. Öncelikle eğitiminizden başlayalım lütfen.
ODTÜ / SOSYLOJİ...
Eğitiminizin yazı sanatına katkısı ne oldu ve nasıl geliştirdiniz?
Sosyolojik düşüncenin dünyayı kavramaya önemli etkileri oluyor. Bu durum elbette dolaylı ya da dolaysız olarak yazmayı etkiliyor.
Yazma dürtünüz nedir, asıl sizi yazıya iten ve yeteneğinizi geliştiren etken ne oldu?
Sıkışmışlık ve yalnızlık hissi.
Kelimeleri kullanırken renk veya nota -gibi mi, matematiksel bir diziliş mi takip edersiniz?
Cümlelerin bir müzikalitesi olduğu doğru. Bazı sözcükler okurken kulağımı tırmalar ve bunları değiştiririm. Nedenini bilmem. Bu durum şuna benzetilebilir: "Her şeyde matematik vardır, ama herkes matematiği bilmek zorunda değildir". Sözcükler ve cümle, ritm, anlam ve diziliş olarak rahatsız ediyorsa beni mutlaka müdahale ederim, -sürekli değiştiririm yani.
Türk Dili'nin ritmini nasıl keşfettiniz?
Bazen birilerini okurken "klasik müzik" ya da "caz" dinliyor gibi hissediyorum kendimi. "Böyle anlar ritm duygusunu sezdiğim anlardı" diyebilirim.
Başka bir dil öğrendiniz mi?
Okuldayken İngilizce... Üzerine düşmedim ama iletişim kurabiliyorum, okuduğumu da genel olarak anlıyorum. Fakat o dile -yazacak kadar- vâkıf değilim, en azından edebi bir metni...
Evet söylenebilir. "Dinleme" konusu çok zorladı. Görsel olarak öğrenmeye alıştırılmış bir kuşağız nihayetinde.

"Ne zaman ve nereden edindiğimi hatırlamadığım kelepçeyi ellerine arkadan taktım. Sürükleyerek içeri götürdüm. Kollarım kalınlaşmıştı ama ayağımda hastabakıcıların..."
Cümlenizden sonra gelen "Afallamıştım" kelimesi'nin hikayesini verebilir misiniz?
Nasıl bir akış ve bağ kurmaktadır zihninizde ve üreyen diğer cümlelere etkisi nasıl olmuştur?
Şimdi neden kullandığımı tam hatırlamıyorum ama Özcan Yalım'ın "Yakın ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü"ne sık başvururum. Muhtemelen "şaşırmıştım" sözcüğünü sık kullandığım için başka bir arayışa gitmiş olmalıyım. Aynı sözcüğü -seçici olmadan- peş peşe gelen cümlelerde kullanmam, bu bana da okura da rahatsızlık verir. "Afallamak", "Şaşırmak", "Donakalmak", "Küçük dilini yutmak" "Kalbi kıl testeresiyle kesilir gibi olmak"... bunlar yakın anlamlılar oluyor malum, -bağlama bağlı olarak birini tercih ediyorum.
Son olarak "kendisini şair zanneden arkadaşlara" bir mesajınız olabilir mi, yazı sanatının diğer türlerine geçmek için ne yapmalılar?
Benim haddime düşmez. Hepimizin daha çok okuması, film izlemesi, genel olarak -farkındalık bilinciyle- kültür sanatla ilgilenmesi gerekiyor elbette.
Kurdukları kelime gruplarını türlere evirme bakımından bir çizelgeniz, önerileriniz var mı?
İnsanın kendine ait sözcükleri/kelimeleri olmalı. Bu bazen bilinçdışından kaynaklı bir durum da olabilir. Dolayısıyla insan kendi içine dönüp bir tür sözcük kazısı yapmalı ama neyle karşılaşacağımızı bütünüyle bilemiyoruz. Biz yalnızca "şeytani yanlarımızı" görme ve onları yazıya dökme anlamında cesur olmalıyız. Başka kitaplar okunurken ilginç ve anlamadığınız sözcükler not edilebilir. Sözlük karıştırılabilir. Argo Sözlüğü önemli, ona bakılabilir. Zaten yazarın başucu kitapları sözlüklerdir. Dönüp dönüp bakacağı/bakması gereken tek kitaplardır onlar.
Teşekkür ediyorum, katkı verdiniz. Milyonlara ulaşan eserler üretmeniz dileklerimle.
Rica ederim. Temenniniz için teşekkürler.
BU KADAR! UMARIM SİZİN İÇİN YORUCU OLMAMIŞTIR HATTA KEYİF ALMIŞSINIZDIR?
Çok güzel oldu, kolaylıklar dilerim.
Vaktiniz varsa bir kaç fotografınızın hikayesini alabilirim. Albümlerinizden seçeceğim bir kaç fotografınızın hikayesi...
Elbette.
Edebiyat Haber Yazı Evi'nden bir kare, Ankara Tayfa KitapKafe.
Kocaeli Kitap Fuarı, Efnan Dervişoğlu'nun yönlendiriciğinde "Yüzler" adlı romanımı anlatmıştım. Karşı apartmanın kedisi "Boncuk". Şimdilerde büyüdü, eve pek gelmiyor.
Tekrar teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamı dileklerimle,
Saygılarımla.
Rica ederim, saygıyla.
Herhangi bir gazetede ücretsiz köşe yazıp edindiği kariyerle yazarlar arasına giren ve kitap yazanlara yazar diyebilir miyiz, neden?

Mine Koldas: 20'yıldır, "hayatını yaz", hatta editörlüğümü yapmak isteyen, arkadaşlarım oldu. Benim tembelliğimden henüz yazamadım. Günümüz'de herkes yazar, herkes küçücük yaşında çook şeyler yaşamış görmüş. Herkes diyetisyen, herkes kadın doğumcu. Herkes siyasi eleştirmen. Maalesef!!

KEDİLER
-Merhaba ![]()
Son bir ayınızın nasıl geçtiğini anlatmak ister misiniz?
? Merhaba.
Son bir ayım kitaplığımda okumamı bekleyen kitapları okumakla geçti ve bu sürece halen devam ediyorum.
-Hangileri onlar?
Esasen kedilerle ilgili araştırma, öykü-roman-hikaye kitaplarını okuyarak araştırma yapıyorum. İleride yazmak istediğim öykü-roman-hikaye kitabı için alt hazırlık diyelim. Şöyle ki okuduklarım yetişkinler, gençler ve çocuklar için ayrı ayrı yaş gruplarını oluşturuyor. Bu bağlamda başlıklar altında oldukça fazla kitaptan söz etmem gerekir ?
-İlginç bir konu. Neden kediler?
Hayvan sevgisi oldum olası içimde var olan ve bana huzur veren bir oluşum. Burda ayrıştırma yaparak özellikle kedilere yönelmemin esas sebebi bu zamana kadar kaybettiğim -gerek kanserden, gerek araba kazasından, gerek yüksek kattan düşme olarak- canım kedilerim için bir özlem niteliği taşıyor.
Üstelik nankörlük olarak da bilinen ve korkunç sıfatlarla eşleştirilen kedilerin aslı ile ilgili bahsetmek istediklerim içimde kalmasın istiyorum.
En önemlisi de çocuklar. Günümüz hikaye kitaplarında -elbette iyi olanları tenzih ederek söylüyorum- boşluk olarak nitelendirebileceğimiz sayfalar süreç içerisinde benim arzumu da güçlendirip adeta kişisel bir görev halini aldı.
-Genel olarak hayvan sevgisi denildiğinde, ben de kedilerin evrimin zirvesinde varlıklar olduğu, her ortam ve koşulda yaşayabilme becerisi geliştirdikleri, vahşi büyük türlerinden evcil olanlarına kadar gerçekten ilginç olduklarını düşünürüm. Sizin bu konudaki bilgileriniz nelerdir?
Kediler zekidir. Kimisi sürü halinde yaşamayı, kimisi tek başına hayat sürmeyi, kimisi de insanları seçerek hayatta var olmayı tercih etmiştir. Bu zamana kadar Kafka olsun, Dalay Lama olsun, Natsume Soseki olsun, güncel kişisel gelişim kitapları olsun kedilerden bahsetmeden geçmemişlerdir. Burda biz insanlarda büyük bir merak uyandıran kediler sanat tarihinde de minyatürlerde, mitolojilerde sık sık kullanılmış.
Mevzubahis olan soruya geri dönersem, kediler kişilik sahibi canlılardır. Ait oldukları ya da ait olmayı istedikleri ortamları önce teftiş ederler. Kendilerinin ve varsa etrafındaki diğer canlıların da sınırlarını ölçerler. Nihayetinde burda her ortama ayak uydurmaktan ziyade var olan ortamı kendi kişisel arzularına göre yeniden dizayn ederler ya da ettirirler. Şöyle bir düşünün kedinizin evde hiçbir sehpaya çıkmasını istemiyorsunuz fakat komut almayı reddediyor. Yapacağınız iki şey var ya sehpaları ortadan kaldırırsınız ya da susmayı öğrenirsiniz. Kediler insanların da karşılarındaki hayvanların da sınırlarını ve yapabileceklerini çok iyi analiz ederler.
-Dışımızdaki canlı varlıkları izleyip haklarında bilgi alır ve kendimizle kıyaslarken neler öğreniyoruz?
Bununla ilgili yazılmış ve güncel olan iki kitap var aslında. Stephane Garnier’ın kaleme aldığı “Kedi Gibi Düşünmek ve Davranmak” kitapları. Bu kitaplarda öğrenemediğimiz fakat öğrenmemiz gereken bazı özelliklerden bahsediliyor.
En önemlisi ise günümüzde ve geçmişte ve gelecekte de devam edecek kişilik bunalımının üstesinden gelmemize yardımcı olabilir hayvanlar.
Onlar bize sadece biz olmayı ve -insani vasıflarından vazgeçmeyip tabii- kendimize saygı duymamızı öğütlüyor.
Bunları kedilerde yapılan davranışsal analizler sonucu insanların da yapabilecek olmaları pek mümkün. Örneğin kediler hayır demeyi bilir ve hayır demek iyidir. Her şeye evet diyen ve hiçbir şeye hayır diyemeyen insanlara ithaf edecek olursam hayır demek evet değildir.
Öğreneceğimiz çok şey var. Öğrenmekte de sorun yok. Yalnızca insanoğlu uygulama alanında yetersiz.
-Kediden başladık ve dışımızda trilyonlarca diğer canlının varlığını öğrendik. Kendimizi ve doğadaki yerimizi anlamaya çalışırken bu bilginin bize ne gibi faydaları olacak, ego ile egoizm farkı nedir?
Doğadaki yerimizi anlamaya asla çalışmayacağız öncelikle. Çünkü insanlar için nefes alınan her yer onun yeridir maalesef.
Ego her insanda var olan duygusal ve kişisel katmanlardan biridir. Ben id benliğime döndüm mesela ?
Egoizm ise kendini üstün görme biçimidir. Çoğu kez kullandığımız bir kelime olan bencilliğin felsefi söylenme tarzıdır.
-Örneğin ben, bundan seneler önce balkonumda gördüğüm bir uğurböceğinden etkilenerek, Bektaşi Baba ve Sinyal başlıklı bir şiir yazmıştım.
"BEKTAŞİ BABA VE SİNYAL
İlhama
Tül perdenin üstünde, uğur böceği
Kanatlarında siyah noktalar
Rengi turuncu, mercimek kadar
Hareket ediyor, canlı
Onu gördüğümü fark etti mi?
Varlığımdan haberi var mı?
Balkona çıkarken rastladım
Bir an farkına vardım.
Balkonda saksıda çiçekler
Aşağıda yol, kirli sakallı kel
Köşede birikmiş çöpler
Bahçenin içinde odun yığını
Yığının ortasından yükselen
Salkım söğüt ağacı
Açık yeşil yaprakları.
Tam karşıda Gıjgıj Tepesi
Binaların arasında görüldüğünce
Güneş tepedeyken parlar
Tepenin tepesinde bir türbe
Çamların arasında
Koskoca tepede tek bina
Yatağımın yönü ona dönük
Pencerem O'na açık
Radyo, televizyon vericileri
Televizyonum bu odada
Uydudan değil, antenden allıyor sinyalleri
Böcek, verici, türbe, TV. Ve ben.
Yürekte bir kıpırtı, sıcaklık
Beyinde bir hoşluk, çakırkeyif
Bazen göz yaşartan, heyecanlandıran
Sinyaller, dalgalar, dürtmeler, dokunmalar
" Baksana biraz, dinler misin beni,
Sana bir şeyler söyleyeceğim."
Uğur böceğimi, türbedeki Bektaşi mi?
Yoksa vericilerden gelen, bilinmeyen bir sinyal.
Ölüler konuşamayacağına göre
Böceklerde aynı ve
Bende bir radyo olmadığıma göre,
Gaipten sesler duymuyorum.
Önce kalbe sonra beyine gelen
Arı duru
Anlaşılır Öztürkçe
Tamda bildiğim dilden.
Konuşmak, anlaşmak iletişim kurmak için
Dil, ses ve kulak.
Uydu vericileri kablosuz
Ses, görüntü, canlılık. Anlıyor musun?
Sinyal verebiliyor muyum?
Gıjgıj Babayı duyuyor musun?
"Oğlum" diyor. Bir şeyler söylüyor.
Alıcılarının ayarlarını kurcala bakalım
Sana neler söylüyor.
Böcek, tepe, verici, uydu, baba veya bambaşka!
11.04.2011
TOKAT"
Sizce buradaki duygu nedir, kedi konumuzla nasıl bağdaştırabiliriz?
Kedilerin kendilerini anlamayan insanlara karşı tepki olarak miyavlamayı yani konuşmayı zaman içerisinde bıraktıkları düşünülmektedir.
Yani bahsedilen farkındalıktır. Keşfetme arzusu, kendini ve çevreni anlama anlamlandırma arzusu. Bu cümlelere bu kelimeler belki belli belirsiz yetersiz kalabilir. Fakat başta da belirtmiş olduğum bilgi doğrultusunda da şunu söyleyebilirim ki varlığını ve bir form olarak evrendeki hacmini sana yansıtacak şeylere ihtiyaç duyarsın. Bir şekilde karşı tepki beklersin.
Miyavlamayı bırakan kedi gibi cevapsız kalan ve dünyasını farkedemeyen bir insan da üzücüdür ki kendi içinde susmaya mahkum kalacaktır.
Şiirle ilgili: Varlığın içinde yalnız kalma duygusu belki. Belki sadece içsel kargaşa. Buna net cevap veremem.
-Şiirin yazarı olarak ben cevaplamaya çalışırsam, sorgulama dönemimde yazdığım bir şiirimdi ve sonrasında; başta inançlarım olmak üzere pekçok şeyden vazgeçtim ve doğru olanın bilimsel düşünebilme yeteneği olduğu kanısına vardım. Sizce bilimsel düşünebilme yeteneği neden önemli hatta çok önemlidir?
Anladım. Bilimsel düşünebilme aynı zamanda mantıklı düşünmek demek midir ki mesela?
-Yoo; sıralı, düzenli, labaratuar sonuçlara dayanan, kesin bilgi ile dizilmiş düşünce olarak alıyorum.
Öyleyse az evvel bahsedilen birçok şeyin sizin için geçerliliği yok! Nitekim sonuçları ya da kesin bilgileri yok.
-Anlaştık.
Buradan yazı sanatı özelinde sanata geçebiliriz sanırım: Neden sanat vardır ve insan neden sanat yapar?
Ben Sanat Tarihi okudum ve iki üniversitede okumam dolayısıyla beş yıl boyunca bu tarz soruları tartıştık. Demek istiyorum ki anlayışınıza da sığınarak benim için beş yıl boyunca tartışılan sanat kelimesi ve getirdikleri ve götürdükleri net bir cevaba bağlanamadığı gibi benden sonraları için de hiçbir zaman bu soruların cevabı net olmayacak.
Üstelik sizin açınızdan baktığımda da cevaplar laboratuvar sonuçlarına dayanmıyor.
-Oradan sanat, bilim, felsefe, din, devlet, zaman, tarih gibi tüm disiplinlerinin ZATEN birbirinden farklı olduğu ve hepsinin yerli yerinde değerlendirilmesi HATTA mümkünse karıştırılmamaları gereğine değinmek istiyoruz. Siz bu konuda ne gibi bir katkıda bulunabilirsiniz?
Bu düşünceler doğrultusunda arkeoloji ve sanat tarihi birbirinden ayrılmış ve iki farklı anabilim dalı olarak üniversitelerde öğretilmeye başlanmıştır.
Ben arkeolojik bilgi eksikliğini keşke sonrasında tamamlamak zorunda kalmasaydım. Birbirlerine ihtiyaç duyan disiplinler aynı başlık altında toplandığında bu durumun bilgi karmaşasına yol açmayacağı gibi sizin bahsettiğiniz yerli yerinde değerlendirilmemiş bilgiler olacağını da düşünmüyorum.
-Bana göre içinde bulunduğumuz bu diyalog aynı zamanda bir labaratuardır. Burada değerli sanat insanlarımızın duygu, düşünce, etki tepki durumları, yaptıkları, yapmak istedikleri, projeleri, yaşamları, günü gününe, herkese açık, soruya açık şekillerde değerlendirmeye açılıyor. On seneyi aşkın süredir devam eden çalışmada pekçok veri sonuçları kazandık. Yayınlanmış 487 diyaloğumuz var. Siz daha önce Diyalog Sanat' ı görmüş veya duymuş muydunuz?
Hayır görmemiştim.
-Sizce farkı nedir, şuan yaşadığınız tecrübeyi diğer sanat insanlarımıza da önerir misiniz?
Elbette öneririm. Farkı manevi bir alış veriş olması.
Hoş sohbet için ayrıca teşekkür ederim.
-Katkınız için ayrıca teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Saygılarımızla
Sevgiler…
-Sanatın herkese, her şeye, her duruma - kendince vereceği bir yanıt olduğu / olması gerektiğinden hareketle; yazarken ayrım yapar mısınız örneğin bilimsel düşünmeyi tercih eden birisine yazacağınız yok mudur?
Herhangi bir ayrım yapmayı hedefleyerek yazmaya çabalamak benim için kabul edilemez bir durumdur. Özgürce çıkan kelimelerin, okuyucuya özgürce ulaşmasını temenni ederim.
-En başta kitabınızı kurgularken, yazım planınız nedir, üzerinde yeni çalışmaya başladığınız kitabınızın ön hazırlıklarından bahseder misiniz?
Öncelikle çok çok okuyup konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak. Eş zamanlı olarak ufak notlar alıyorum. Notlarım ilerleyen zamanlarda cümlelere dönüşecek. Bunların yanında evimdeki kızımı (kedimi) bol bol göz hapsime alıyorum tabi ki ?
-Detaylı kitap planınızdan bahsedin lütfen, bir yazarın nasıl çalıştığını aktarmak istiyoruz..!
Onlarca kitap okurken uyulması gereken bazı kurallar vardır ki bunlar akademik yazılar için de sıkça kullanılmaktadır. Herbir kitap için yapılan çalışma; amacın bulunması, yorumlamaların yapılması, tutarlılığın incelenmesi, alınan notlarda önem sırasının belirlenip yeni bir düzen oluşturulması ve o kitap için sonuç cümleleri. İçeriklerin okunan kitaplarla tamamen bitmesinden sonra yazım aşamasına geçilmesi. Kendimi yazar olarak tanımlamıyorum ve halihazırda üzerine çalışmalarımı da bu şekilde yapıyorum. Benim planım bu şekilde.
-Şiir yazarken daha kolay örneğin; elinizin altında bir kağıt, bir kalem varsa veya şimdiki imkanlarla teknolojik bir yazım aracı, içinizde biriken duyguyu dökmeye başlar ve genellikle bir defada tümünü yazıp tamamlarsınız. Tecrübeniz varsa ve kendinize has bir tarz tutturmuşsanız artık alışkanlık haline de geldiğinden yazıp durursunuz. Gerçi ben şiir yazıp yayınlamayı Nisan 2014' te bıraktım. Duygularımı ve bilgilerimi artık başka yollarla aktarıyorum. Sizin yazarlık serüveniniz nasıl gelişti / gelişiyor?
İçimde biriken cümleleri ve bunlardan duyduğum heyecanı herkesle paylaşmak istediğim için bu serüvene adım attım.
NEREYE KADAR KAÇACAKSIN?

Günaydın! Osmanlıca, gözaltılar ve Rusya'nın çöküşü komiklerinden en komiği hangisidir sizce? (Kendi zaman tünelindeki paylaşımlarla ilgili bir başlangıç)
Günaydın, bu sorunuz son paylaşımla mı ilgili? Bu soruysa eğer Osmanlıca.
Evet, onunla ilgiliydi.
Kesinlikle Osamanlıca.
Antalya'da sanatla ilgileniyor musunuz?
Sadece iyi bir okuyucu olduğumu söyliyebilirim.
Şiir veya şiirsel paylaşımlar Türkçe bilememekten mi kaynaklanıyor.Başı sonu belli cümleler neden tercih edilmez?
Sizin öneriniz nedir?
Herkes kendine ait bir cümle paylaşsın!
Belki hepimiz o kadar yetenekli ve bilgili, donanımlı degilizdir.
Bence denemekte fayda var. Çığır açabilirsiniz.
Teşekkürler, şimdilik böyle iyi ben herkesin kendi yazmasına da karşıyım çünkü şaçmalayan çok, etraf cok kirleniyor.
Saçmalar saçmalar sonra düzelirler bence. Bu şekliyle (başkalarından) daha saçma geliyor bana şiirsel paylaşımlar.
Belki. O şiirler paylaşılmıyacaksa neden yazıldı "herkese kendi cümlesini kurabilsin" diye. Anlaşılan siz şiir sevmiyorsunuz?
Sevmem. Nisan 2014'de bıraktım şiiri, 1000 tane yazdıktan sonra...
Tabi ki bütün şiirler güzel degil kabul... Şiir sevmeyen biriyle ilk defa karşılaşıyorum ama 1000 tane yazdıktan sonra demek ki seviyomuşunuz haksızlık etmişim.
Bu ülkede herkes şair zaten,kime sorarsanız bir kaç şiiri vardır.
Kampanya yürütüyorum şu günlerde, "şiirden diğer edebiyat türlerine geçiş" kampanyası... Destek verirseniz sevinirim hatta yaygınlaştırırsanız daha sevinirim.
Ben de onu anlatmaya çalışıyorum herkes şiir yazmasın, herkes bir şeyler yazmasın, önce okumayı ögrenelim. Edebiyatı çok severim, nasıl bir destek?
Şiir yerine cümle paylaşınız lütfen!
Anlaşıldı bir şiir paylaşmayacağı, sizin için.
DAHA SONRA
"Ah Ferhunde" şiirimi beğendiniz sanırım Sizce beğeniye layık yanı neresidir şiirin?
Merhaba, Erkan bey Ferhunde beğenilmeyecek gibi mi? Siz, bu bu şiir konusun da çok iyisiniz. Ferhunde sadece bir şiir gibi gelmiyor insana, bir roman tadında ve sosyal içerikli... İşte bunların hepsi dinciliğin eseri. Şiiriniz bize hiç yabancı degil, bizden biri, begenilmeyecek tek kelimesi yok teşekkür ederiz.
Rica ederim. Hediyem olsun.
Sizce değeri nedir bu şiirin ve değerlendirmek isteseniz nasıl değerlendirirsiniz?
Sosyal mesaj veriyorsunuz bence. Çok değerli ve izin verirseniz bende paylaşmak isterim.
Rica ederim dilediğiniz gibi paylaşınız gruplarınızda, arkadaşlarınızla...
Teşekkürler.
Roman tadında bulmuşsunuz. Bölümleri nelerdir sizce?
Anlatım tarzınız insanı götürüyor. Okurken şiir olduğu aklınızdan cıkıyor.
Kendinize ait bir şeyler var mıydı?
Hayır yok, öyle bir yetengim yok benim.
"Şiirde kendinize ait bir şeyler buldunuz mu" şeklinde sormuştum.
Bugünlerde kafam dalgın. Şiirde tabiki buldum kendimi, cevremdeki kadınları buldum, kadın erkek ayrımcalıgını buldum. Dedim ya dinciliğin eseri bunlar çok şey var bastırılmış. Kadınlar - kişiligi bulmaya çalışan bizler...
Şiirdeki mahalle baskısı / toplum baskısı ile ilgili nelere değinmek istersiniz?
KAÇIŞ BAŞLIYOR
Ama çok şey soruyorsunuz. siz özetlemişsiniz toPlum ve mahalle baskısı yaşamadıgımız hayatlar, bastırılmış kişiliklerimiz... söyleyecek çok şey var ama bu kadar yeter. Sanki diyologlardayız..?
Evet.
Evet, ne?
Evet, diyalogdayız.
Hayır, degiliz. Kaçtım ben.
Zeynep Işık'ın son diyalogunu gördünüz mü?(2. Bölüm)
Gördüm. Okumadım. Okuyacağım.
Nedense bugün kadınlar kaçıyor benden az önce de kardeşim "dur adam/eşi dışarda bekliyor, sonra okurum ben" dedi.
Sizce kadınlar kaçarak bu sorundan kurtulabilirler mi?
Galiba doluyuz, kendimizden bir şeyler okuduğumuzda veya duyduğumuzda kaçacak yer arıyoruz cünki kırgınız. İçimizde ki bastırdımız şeyleri ortaya dökmekten korkuyoruz sanki, bütün gücümüz gidecek gibi.
Yazıyı okuyacagım. Anlatabildim mi?
Bu sefer gercekten kacıyorum.
Nereye kadar?
Kaç kaç nereye kadar?
Birileri yapmalı değil mi bu işi?
Cesur alıntılar paylaşmak zor değil ordan burdan, asıl maharet işte tam da bu nokta. Kaçma!
Ben sizinle diyolaga girecek kadar altyapısı zengin değilim bilmem anlata bildim mi?
Hadi, cesaretini topladığında gel o halde, ben buradayım. Ferhunde bir çocuk, bir kadın, sıradan bir insan. Diğer türlü anlamsız olur zaten.
Siz daha zengin insanlar bulun biz de okuyalım bilgilenelim ama siz yazmışsınız Ferhundeyi sizin gördükleriniz onun degil.
Az önce kaçan kardeşimde doktor. Tahta kafalı bir kocası var o kadar...
İnanmıyorum kardeşinizin seçimi hakkında neler de düşünüyorsunuz! Ben gidip yazıyı okuyacağım size kolay gelsin.
Kırmızı burunun arkasına saklanarak yaşamı yaşayamazsınız.(Profil Resmi)

Kendimi porofilimde ifade ettim. tek siz anladınız bunu. bırakın da yazıyı okuyım.
Okuduktan sonra dönün ama
OKUMADAN SONRA
Bence Zeynep Hanım da kaçmış. Yanlız kendisinin de dedigi gibi "altındaki yazı her yerde cok yazıldı ama şiir gercekten güzel" tekrar okudum insanın içini hüzünlendiriyor emeğinize sağlık güzel bir diyalog olmuş.
Diyalog sonu
BU ARADA BİR KADINLA DAHA (Melek Gül İle)
"Ah Ferhunde" şiirimi beğendiniz sanırım Sizce beğeniye layık yanı neresidir şiirin?
Gününüz aydın olsun yüreyinize sağlık Erkan Bey.
Teşekkür ederim. Şiire gelecek olursak?
Özür dilerim ben şu an iş yerindeyim.
Salam Ferhunde şiiriniz beni anlatıyor. Ben çocuk yaşta evlendim, oyuncak bebek görmedim, " kendi bebelerimle oyuncak bebek" diye oynayasım geliyordu. Yani benim yüreyime dokundunuz. Yüreyinize sağlık görüşmek dileğiyle.
Biraz daha anlatın lütfen çocukluğunuzdan...
Siz hiç kendi hayatını yazarken katıla katıla ağlayan gördünüz mü? Keşke sizin dediğiniz kadar kolay olsa. Beni mazur görün, hoşçakalın.
Diğer yazıları da takip edin özellikle bugün, bu konuyu işliyoruz.
Belki benim yüreyimin Volkan dağını patlatırsınız!
Patlatınız efenim, çekinmeyiniz.
Ben çok güzükarayım. On altı yaşımdayken on üç yaş büyük biriyle evlendim hem de 20 gün içinde olup bitti her şey. Dört çocuk büyüttüm ama yazsam zaten kendim yazarım, size de saygı duyuyorum mesleğiniz icabı fakat hoşçakalın. Bazı şeyler yazılmaz, söylenmez, konuşulmaz, bilinmez, bilinmezlikten gelinir, saklanır, gizlenir...

2. BÖLÜM
YAŞASIN KÖTÜLÜK
Yaşasın kötülük. (Gülümseme)
Gerekten çok şaşırdım "niye bu kadar soru sordugunuzu merak etmeye başlamıştım" acıkcası.
Şiirde olduğu gibi diyalogda da 3 Ferhunde yakaladım.
Kesinlikle yakaladınız.
Ama arada sormuşsunuz zaten, "diyalogda mıyız" diye, ben de "evet" demişim.
Gözlerime inamadım ben esprisine söyledim. Sizinle artık konuşurken dikkat etmek lazım. (buraya dikkat)
Siz kadınlar, hep öyle dersiniz. Bu 256. diyalogum yayınlanan hatırlatırım. Yayınlamadığım daha yüzlecesi var. (Gülümseme)
Baştan beri benimle konuştuklarınızı tutuyor muydunuz?
Demek ki tutmuşum. Osmanlıcadan başlıyor dikkat ederseniz ve en son ek önemli olan. Melek Gül...
Ozmanlıcayı hatırlıyorum ama Melek Gül hakkında konuşmadık.
Üç Ferhunde; biri sen, biri kardeşim, biri Melek.
Diyalogu dikkatli okumadığınız anlaşılıyor Orası sizinle yazıştığımız esnada Melek Hanım'la da yazıştığımız bir kısım...
Yoo, gayet güzel oldu. Üçüncü Ferhunde.
Siz okumadığınıza göre o da okumayacaktır, endişelenmeyin! (Gülümseme)
Okurum tekrar siz begendiniz mi?
Evet, beğendim. Beğenmesem paylaşmaz, ölümsüzleştirmezdim.
Bu da dogru ya, doğal olmuş.
Eee artık arkadaşlarınızla gönül rahatlığıyla paylaşır ve onların da fikirlerini alabilir hatta diyaloglara katılmalarını sağlayabilirsiniz?
Evet, her şeyi döktük ortalığa ama etiketlerseniz benim sayfamda da görünür, şu anda sadece sizde görünüyor.
Etiketlemiştim sizi, silip tekrar etiketleyeyim o halde?
Tamam.

490. DİYALOG: Çağrı KUNDAKÇI İLE
-Kundakçı soyadı nereden geliyor?
Büyük dedeler silah kundaklarmış.
-Sizce yazı sanatı nedir?
Öncelikle şunu söylemeliyim; yazı bir sanat değil bir iletişim biçimidir. İlk başlarda insanın yazıyı kullanmaya başlarken amacı tam anlamıyla iletişim kurmak olmasa da zamanla iletişim aracına dönüşmüştür. Yazı ile sanatı birbirinden ayırmak gerektiği düşüncesindeyim. Aksi halde bu birliktelik, aslında her biri zamanla evrensel bir sembol haline dönüşmüş ve öğrenilmiş harfleri kullanmayı, bir araya getirip cümle kurmayı bilen her insanın yazı sanatçısı olduğu kabulünü de beraberinde getirir.
-Yazıyı sanat olarak yapanların yaptığı (iş) diyelim o halde, insan duygularını gösterir, aktarırken bunu nasıl ve neden kullanır?
İnsanların çoğu duygularını mimik ve davranışlarıyla gösterir; üzüldüğünde suratının girdiği o ekşimsi, çarpık hali bilirsiniz. Sevindiğinde gülümser. Haz duyduğunda gevşer. Sinirlendiğinde hareketleri keskinleşir. Neredeyse bütün duyguların ortaya çıktığı, yani alımlayıcı tarafından algılandığı yer davranışlardır. Duygularını göstermeyenler ne olacak derseniz, onlara söyleyecek pek bir şey yok. Çatlayıp g*berebilirler. Neden kullandıkları sorusuna gelirsek, bunun birçok değişkeni var direk şudur budur diyemem ama temelde, durumunu ya da ihtiyacını hareketleriyle, kelimelerle göstermenin yoludur. Ama konuyu bir yazar özeline indirgediğimiz zaman, yazar duygularını kelimeleri kullanarak gösterebileceğine inanır; inanır diyorum çünkü bu gerçekten de bir inanç meselesidir. Burada iyi yazar kötü yazar ayrımını yapmak istiyorum. İyi yazar yazacağı cümlenin sanat olduğunu düşünerek yazmaz. Sanatın bir sonuç olduğunun farkındadır. Fizikteki işin tanımı şudur, bir cisme bir kuvvet uygulayıp kuvvet doğrultusunda yol aldırmanız gerekir. Bu tanım, sanatla uğraşanlar için gündelik hayatta kullandığımız iş kavramından çok daha anlamlı çünkü hayatımızdaki işin kar. şılığı; kendinin ya da işverenin güdümünde, nesnelerin, sürecin devamlılığı için kullanılır durumunun devam etmesine yardım etmen karşılığında aldığın paradır, meslektir. Sanatçı için durum bundan daha farklı. Fizikteki tanımla örtüşüyor. Bir şey, bir fikir üretiyorsun ve ortaya çıkan yazının tamamlanması için üst üste sigara yakıp düşünüyor, masa başında k*çın dümdüz olana kadar oturuyor, onlarca litre kahveyle ayık kalmaya, içkiyle uyuşup uyumaya, zihninin biraz olsun dinlenmesine zaman tanıyıp tekrar çalışmaya başlıyorsun. Bunlar uyguladığın kuvvetlerdir. Aldığın yol ise nihayetinde hissettiğin duygudur. Eğer ortaya çıkan şey sana iyi hissettiriyorsa, iş yapmışsındır. Yoksa bir b*k yapmamışsındır. Sıfır. İşte bu noktada sanatçının duygularını neden kullandığı sorusu yanıtlanıyor. Sanatçı, bencil, yalancı ve parazittir. Duygularını kendi mastürbasyonunu yapmak için kullanır.
-Gençlerimizden ümidi kesen, onların kayıp nesil olduğunu savunan ve bunun sebebinin yanlış eğitim sisteminden kaynaklandığını belirten yaşlılarımızı, olgunlarımızı, yaşam tecrübesiyle dolularımızı nasıl teselli edersiniz?
Morukları teselli etmeye çalışmanın anlamı yok. Yaş almanın tek başına akıl ve bilgi kazandırmadığını biliyorum. Piyasa, bir şekilde kitabını bastırmış kendi işlerini gördürmek için -en kötüsü de, tanınır bilinir olmak arzusuyla yanıp tutuşarak genel kabul görmüş yazar, şair, yayınevi bilmem ne s*kim koordinatörü, matbaa sahibi fark etmeksizin odağına aldığı herkesin k*çını, ç*künü yalayarak arzusunu tatmin etmeye çalışan insanlarla dolu. Aslında karşılıklı bir tatmin son derece anlaşılabilir fakat sadece cinsel olduğunda. Şu ''Genç'' isimlendirmesi de midemi bulandırıyor. Kelimenin kullanımının etimolojisi ve sözcük anlamıyla uzaktan yakından alakası yok. Küçümsemeyi belirtmenin en kolay yolu. Neyse, fazla takılmayacağım. Kayıp nesil falan değiliz. Ortada olmamak kayıp olduğumuz anlamına gelmiyor. Kendi adıma kenarda da değilim. Nesnenin etrafı sadece sağından, solundan oluşmaz; üstü ve altı vardır. Fırsatım varken ''genç'' olanlara da söyleyeyim. Kafanız basmadıkça dipte olmak ya da üstte olmak bir şeyi değiştirmez. Baktığınız şeyin en üstünde de en altında da noktayı görürsünüz; nokta boyutsuzdur. Tecrübe, sahibine bir kazanım, bir anlam sunduğu takdirde değerlenir. Tecrübesinden faydalanacağımız insan sayısı o kadar az ki. Mesela, imza gününde denk geldiğim bir yaşlı os*ruk bana yazdığım edebiyat türünün, yeraltı edebiyatının, tamamen çeviri bir tür olduğunu söylemişti ve bu söylediğini kibarlığının altına gizleyerek daha yumuşak göstermeye çalışıyordu. Kendisi tertemizdi, yıllarca solculuk adına yazmıştı ama ben araklıyordum, "özentiydim" yani. Aslında onu anlıyordum. Öğrendiği siyasal ve toplumsal kıvraklığın sonucuydu davranışı. Oysa bütün sanatçıların hırsız olduğunu kavramak tecrübe gerektiriyordu. Meselenin iyi hırsız olabilmek olduğunu fark etmek de bilinç gerektiriyordu. Çalmak iyidir, biraz okusa hırsızların günlüklerinde sanatı, tamamen başka yazılardan oluşturulmuş Cut-up' larda anlamı bulabilirdi. Bizim herifin bundan haberi bile yoktu. Yaptığım edebiyatın asla yeraltı edebiyatı olduğunu savunmadım. Bu tarz bir kategorilendirme satış stratejisi üzerine kurulmuştur. Belki; roman, öykü, şiir, deneme gibi bir kategori mazur görülebilir. Ama yeraltı edebiyatı diye bir şey yoktur.
-Gençler daha çok neyi takip ediyor, yeni zevkler nelerdir?
''Genç''ler neyi takip ediyor, bilmiyorum.
-Siz dünyayı nasıl izliyor ve neler görüyorsunuz, son zamanlarda sizi şaşkına çevirenler neler oldu?
Ben gazete okuyorum. İktidarlara hizmet etmeyen gazete sayısı çok az, onları bulup ayıklamak gerekiyor. Felsefe ve sinema dergileri okuyorum. Edebiyat dergilerini takip etmekten çok daha akıllıca. Popüler edebiyat dergilerinde sallayanları duymaktan, okumaktan bıktım usandım. Onlar hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim. Ama fanzinlere değinmek gerek. Fanzin, fanatic- magazine den geliyor. Dizgisinden baskısına kendi imkanlarıyla, kimseye "eyvallah" etmeden ortaya çıkarabileceğin bir sanat ürünü. Fanzinlerde bazen çok iyi yazılarla karşılaşıyorum, sıradan dergilerin, o yazıyı yazan kişi popüler olmadan asla basmayacağı türden yazılar. Çok hoşuma gidiyor. Ben var oluşumu kavramaya başladığımdan beri insanla ilgili hiçbir şeye şaşırmıyorum.
-Günümüz dünyasının derin geçmişi ile en ünlü ve gelişkin Oxford, Cambridge, Yale, MİT, Stanford, Sydney, Harward, UCLA gibi üniversiteleri 7/24 Online eğitime geçip dünyanın her yerinden, herkese, sürekli, sınırsız ve çoğu ücretsiz eğitim verirken; BİZİM geri kalmış, lise seviyesindeki üniversitelerin burnu büyük, geri kalmış akademisyenlerine ne dersiniz?
#akademiyeözgürlük
Şimdi güzel bir yere geldik. Akademiler tam anlamıyla çöplük ama ne aradığını bilenler için muhteşem bir çöplük… Sadece Türkiye'de değil birçok üniversitede durum böyle. İyi akademi, üniversite sayısı düşük. Bunda öğretmeninden öğrencisine herkesin payı var. Bunlar bilindik şeyler. Fakat şunu fark etmek gerek; eğitim kırılarak dönüşen bir çember bizim ülkede. Akademi çemberin kırılma noktası değil, çember çok daha öncesinde kırılıyor. İlkokulda başlayan bu kırılma her geçen sene biraz daha büyüyerek üniversitede büyük, karanlık bir deliğe dönüşüyor. Bilim artık düşünmüyor. Nesnellik ve dogmatikliğin içinde çırpınıyor sadece. Veriler ve sonuçlarıyla ilgileniyor. Ancak çözümü kendi tarihine bakarak bulabilir. Dünyayı merkez kabul edip Kopernik'le, Bruno'yla sarsılan, Newton'la bilimin sonuna gelindiğine inanıp Einstein'la yerle bir olan, henüz onu hazmedememişken kuantum paketçiklerine toslayan bilim denen şey felsefeden ayrıldığında çıkmaz yola girdi. Geriye dönmeli ve felsefeyi ya da düşünceyi tekrar metodolojisine katmalı. Heidegger düşünmeyi ve felsefeyi birbirinden ayırır ama o konuşulacak başka konu. Fen bilimlerinin durumu felaket ama sosyal bilimler görece daha iyi sayılabilir. Akademilerde hala takip edebildiğimiz, gazetede, dergilerde yazılarını okuduğumuz, derslerine zorlukla da olsa- okullarda herkese açık ders uygulaması henüz çok kısıtlı, eğer o okulda tanıdığınız varsa bir şekilde girebiliyorsunuz, yoksa okula güvenliği atlatıp girebilmek için binbir takla atmanız gerekiyor- katılabildiğimiz insanlar mevcut. Bu sevindirici ama hevesimiz her an kursağımızda kalabilir. Bir de akademisyen yazarlar var. Yazar diyerek yazma eylemini sanatsal olarak gerçekleştiren herkesi kastediyorum. Bir kere edebiyatın, sanatın uzmanlığı olmaz çünkü uzmanlık öncelikle uzman olduğun şeyi yapabilmeyi gerektirir. Örneğin bizim oralarda PTT evlerinde, Kazımbaşer 'de iyi oto tamircileri vardır, işinde uzmandır herifler çünkü motoru söküp takar, sorunu bulur ve tamir ederler. Üzerinde çalıştığı şeyin işlevini yeniden yerine getirmesini sağlarlar ama sanatta bu çalışmaz. Hatırladığım kadarıyla daha önce akademide edebiyat üzerine çalışıp iyi yazan pek kimseye rastlamadım. Varsa da bir elin ya da hadi skalayı genişletelim iki elin parmağını geçmez. Ayak parmakları rahat. Daha önce de belirttiğim gibi yazarlık bizim anladığımız anlamda bir iş değildir dolayısıyla akademisyen yazara ihtiyatlı yaklaşıyorum, yazdıklarına bakıyorum. Onları okumaya çalıştığımda genellikle ağzımın içine avuçla metal atmışım ve onu çiğnemeye çalışıyormuşum gibi hissediyorum. Dil, anlatılanı kavuran farklı teoriler, tekniklerle katılaşmış, sertleşmiş ve mekanikleşmiş. Olay örgüsünün büyüsüne güvenerek yazılmış onlarca kitap okudum. Ama herkese kötü bir haberim var. Anlatılacak pek farklı bir hikaye kalmadı. Olayın kendisinden çok, yazarın olaya nereden baktığı, ne gördüğü ve nasıl anlattığını umursuyorum.
Sabahattin ŞEN: Her şeyin kendi çevresinde dönmesine yönelik anlayışı bir genç açısından "tutucu" konumuna düşmesine neden olur. Burada gençlerle ilgili görüşü de genişletip esnek bir tutum izlemedigi de anlaşıkır. Durumu şu anlayış açıkça ortaya koyuyor:
-Gençler daha çok neyi takip ediyor, yeni zevkler nelerdir?
''Genç'' ler neyi takip ediyor, bilmiyorum.
Kişi ne denli yaşlanırsa yaslansın genç kalmaktan çok çocuk kalabilmeyi başaramadıkça sanatta da başarı sağlanamaz. Genç demekle de düşüncelerin dinamik, bilimsel, duyarlı, üretici ve her şeye açık, katılıktan uzak bir üretim gücünde olmasıdır. Yaşlılıkla ilgisi yok bunun. Yaşlılıkta deneyimler daha da gençleştirmeye yaramadıkça genç yaşta da ölü sayılır o kişiler.
Sabahattin Bey, her şey elbette kendi çevremizde dönüyor. Yazdığımız yazılara, çizdiğimiz resimlere aktardıklarımız, fiziksel olarak kafatasımıza ebediyen hapsolmuş beynimizin işlediği duyu organlarımızdan aldıklarının biraz fazlasıdır sadece. Nesne ile alımlayıcı arasındaki bağı düşünebilirsiniz. Dolayısıyla söylediklerinizden bencilliğin yanlış kullanımı olarak anladığım şeyin tutuculuğa dönüşmesi fikrini de doğru bulmuyorum. En iyisini ben bilirim demekle, ben merkezcilik arasında bir hayli fark vardır. Ben merkezcilik yanlış, kötülenecek bir şey değildir. Varoluşu kavramaya başlayan insan, önce kendisinin sonra çevresinin farkına varmaya başlar. Aslında ''Genç'' kelimesinin kullanımıyla alakalı düşüncelerimi belirtiyorum. Bu kelimenin küçümsemenin bir yolu olduğunu söylüyorum. Yaş almakla tecrübe kazanmak birbirine paralel ilerlemez. Ancak illa ki düşünceleri yaşça toplumun kabul edebileceği bir sayıya erişmemiş insanlardan bahsedeceksek, dikkatle ve iyi okunduğunda, aslında o sorunun cevabını bir sonraki cevapta bulabiliriz. Gazete, dergi ve fanzinden, romanlardan, felsefe ve sinema kitaplarından bahsediyorum. Yaşça ''genç'' olduğumu düşünürseniz; ''Genç''lerin nelerle ilgilendiğini anlayabilirsiniz. Takip, devamlılığı olan farklı bir kavramdır ve gerçekten, ima edilen insanların bu takibinin muhteviyatı hakkında bilgim yok çünkü bu gençler neyi takip ediyor, diye bir takibe girmenin faydası yok. Tabi ki sosyal medya ya da diğer mecralarda dikkat ettiğim bazı konular oluyor ama bunu bir takip durumuna sokmuyorum.
Mehmet ARSLAN: Hep bir doğruya, hep bir yanlışa, hep bir yargıya veya olguya ulaşmak amaçlı sorularla muhattap olmak zorunda kalmışsın. Bazılarına "eyvallah" ın olmamış. Eyvallah.
Olduklarına ise sövüp saydığın alemden (sistemden) cevap vermişsin.
1-Bu ne kadar etik?
2-Acaba diyorum, sistemin dışından bakma yetisi için zihinsel bir sistem inşaasına yönelik bir çalışman var mı?
Teşekkür ederim hocam. Etik, kavramı gerekliliğinin ötesinde varlığı yokluğu tartışmaya açık bir kavram ama bunu tartışmadan var olduğunu kabul ederek devam edeceğim. Aslında gerçeği kavramak için sistemin dışına çıkmak gerekmiyor. Bu gerçeği nasıl algıladığınızla alakalı durum. Bir gerçeğin algıladığınızın dışında, sizden bağımsız da var olduğunu ve sizin ona ulaşmak için nesnelerin, olayların dışına çıkmanız gerektiğini kabul ederseniz dışarıdan bakmanın bir anlamı vardır. Tıpkı konunun başında etik kavramının varlığını kabul ederek konuya devam ettiğimiz gibi çünkü gerçeğin orada olma ihtimalini barındırır. Ben gerçeğin algılarımızın dışında, bizden bağımsız var olduğunu düşünmüyorum. Kabulümün sonunda ulaşabileceğim gerçeğin yine sisteme dahil olduğunu düşünüyorum. Örneklemek gerekirse; kutunun içindeki kedinin ölü mü yaşıyor mu olduğunu bilmek için kedinin durumuna dair duyusal bir bilgiye ihtiyaç duymamız gibi. Aksi halde kedinin ölü ya da diri olduğunu bilemeyiz. Ben kutunun içini açıp bakmaktan yanayım. Dolayısıyla sistemin dışından baktığımızda bile varlığımızı kavrama biçimimiz sistem içinde olduğundan, dışarıdan bakmaya yarayacak zihinsel bir sistem tasarlamak gibi bir niyetim yok. Nietzsche yaşam değerlidir diyebilmek için yaşamın dışında konumlanmak gerekirdi ama onu anlayabilmek için de onu yaşayan, bilen birileri kadar da iyi tanımak gerekirdi. Buradan bunun ulaşılmaz bir sonuç olduğunu çıkarabiliriz, diyor Putların Alacakaranlığın'da. Siz sistemin dışından bakmak deyince aklıma geldi bu sözü. Neyse uzun lafın kısası, konu sanat ise de eğitim ise de eleştiriyi elbette ki sistemin içinden, sistemden örneklendirerek ve eleştirinin yönünü sistemin her tarafı olarak belirlemek gerek.
Hamid ALİOĞLU: İlk önce herkesi selamlıyorum. Çağrı Bey diyaloğuzda dikkatimi çeken bir yazıya odaklandım. Sorum şu; iyi bir yazar yazacağı cümlenin sanat olduğunu düşünerek yazmaz. O zaman yazar kimdir, ve sanat sanatçı kime denir?
Edebiyat Şiir, roman, öykü, denemede yazar sıfatı sadece bunları üretmek için mi kullanılır?
"Söz harflerdir, sözler harflerden ibarettir. Kim harfleri birbirinin arkasınca düzmüş ve söz yaratmışsa en uca makama sahiptir". Imamettin Nasimi
Hamid Alioğlu Bey, selamlar. ''Sanatın bir sonuç olduğunun farkındadır'' yazdım. Cümlenin başında iyi yazar kötü yazar ayrımı yaparak bu cümleyi kullandım. Kelime olarak, yazma eylemini gerçekleştiren herkese yazar diyebilirsiniz. Bunda bence hiçbir sakınca yok. Gazetede, dergide ya da bir internet sitesinde yazarak da yazar olabilirsiniz. Fakat sanatsal yazarlığı beraberinde getirmez bu. Sanat katmanlıdır; parçalı ve nihayetinde bütünlüklü. Sonuç olarak sanat olması için bu bütünlüğü elde etmesi gerekir. Peki mükemmel mi olmalıdır, yani bütün parçaları tam ve kusursuz mu, elbette hayır. Eksikliğin ifade ediliş biçimi belirler bunu. Sanıyorum diğer sorunuza da cevaplar taşıyor söylediklerim. Fakat ''İmamettin Nasimi'' nin söylediğini şöyle algılıyorum. Burada sanattan değil, öncelikle sözden yani dilden sonra da diyaloğun başında söylediğim, yazının iletişim biçimi olmasını destekleyen bir durumdan bahsetmiş. İnsanlar arasında ilişki kurulması ve bilgi üretilmesi olarak değerlendirmek gerek. Aksi takdirde, konu şu duruma gelebilir; kültürler, iktidarlar tarafından yasaklanan, görmezden gelinen yazarlar ''İmamettin Nasimi'' nin bahsettiği anlamda maddi manevi herhangi bir uç makama sahip değiller, hatta en alta, bu dünyada hapishaneye, tımarhaneye, sürgüne mecburdurlar. Belirtilen manevi dünya mevzusuna hiç girmiyorum bile.
-Erkan YAZARGAN: Sanatın neliğini anlayıp fikrini insanlar arasında yaygınlaştırırken; disiplinin dışındaki devlet, zaman, mekan, din, siyaset, ekonomi, tarih, ideoloji, bilim v.s. den bağımsız kendi başına, ihtiyaçsız ayakta durabilen başlıbaşına bir disiplin olduğunu anlamak zor mudur, diğerleri neden sürekli sanatı istismara kalkışır?
Sanatın zamandan, mekandan, siyasetten, tarihten, bilimden bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Sanat tek başına var olmuyor. Her şeyden önce bir sanatçıya ihtiyaç duyar. Yani kendiliğinden oluşmaz, şekillendirilen ve yine söylüyorum sonuçta ortaya çıkandır. Bir film yapmak istiyorsanız, filmi çekmeden, kafanızın içinde onun sanat olacağını düşünebilirsiniz tabii ki ama film çekildikten sonra ortaya çıkanlara göre değerlendirilir. Aslında sanat, ortaya çıkan nesneye değer biçme sorunudur. Birçok parametresi vardır; sadece estetik olarak güzel olması yetmez. Estetik de konuşulması gereken göreceli bir kavramdır, tıpkı etik gibi. Sanatçıdan ortaya çıkar. Ancak sanatçının toplulukların içinde yaşadığını ve etkilenmeye oldukça açık ve istekli olduğunu unutmamak gerekir. İnsanlığın ilk sanat eserlerinden sayılan mağara resimlerinin bazılarını da içine alarak ortaya çıkan sanat eserlerinin bireysel ya da toplumsal hiçbir şeyden kopuk olmadığını görebiliriz. Sanatın insanın birlikte yaşamaya başladıktan sonra ortaya çıktığını unutmamak gerekir, ihtiyaçtan doğar. Sanat tam anlamıyla bir çelişkinin ürünüdür. Sanatçı hem toplumdan kopmaya hem de onun içinde yaşamaya çalışır ve böylece ortaya çıkan sıkıntıyı anlatma biçimidir.
-Özlem AKSOY: Merhaba Çağrı Bey, yellenmeyi aşarak anlatıcılığı, yazarlığı belirgin bir düzeye yükseltmek mümkün mü, mümkünse o şey ne olabilir?
Özlem Aksoy, Selamlar. Bu soruyla birbiriyle ilişkili iki duruma birden değinmiş olayım. Yellenmeyi aşmak... Buna neden ihtiyaç duyuyoruz ? Çünkü yazarlığın üstün bir dil; günlük konuşma dilinden farklı bir dile, ahlaka sahip olması gerektiği gibi bir yanılgımız var. Gelenekleşmiş okuma, algılama biçimlerimiz düşünce sürecimizi kısıtlıyor. Öyle yumuşak duvarlar örüyor ki çarptığımızda fark etmiyoruz çünkü canımız yanmıyor ve yolun sonuna geldiğini düşünüyoruz. Örneklemem gerekirse yazdığım bir öyküde, iki kişi bir barda karşılıklı oturuyor ve birbirlerini tahrik edecek hareketler yapıyorlardı. Birisi diğerinin bacağını okşuyordu ayağıyla. Bunu okuyan insanlar öykünün sonuna kadar hatta öykü bittikten sonra bile o iki kişiden birini erkek diğerini kadın olarak hayal etmişti. Hatta belki de şuan bu öykünün kabaca tasvirini okuyan birçok kişinin zihninde benzer düşünceler canlandı. Hayır, ikisi de erkekti. İşte bu gibi algıların üzerine çıkmaya çalıştıkça yazarlık belirgin bir düzeye çıkabilir. Okuyucu için de kendi kodlarında bulunan sorunu fark ettiği anlara ihtiyaç vardır. Yazarken kullanılan dil seçimi yazarın tarzı ve ifade biçimiyle alakalıdır ve kalıplaşmış anlatımları benimsemek zorunda değildir. Aksi durumda birkaç iyi yazardan fazlası gereksiz olurdu. Edebiyatta küfrün varlığı, gerekliliği hep tartışılan bir mesele; edebiyat yaşadığımız hayattan bağımsız, farklı bir dünya ya da evren içinde olmadığına göre, aslında hayatımızın tam ortasında, sokakta, evde, her yerde bir şekilde karşımıza çıkan küfrü edebiyattan çıkarmaya çalışmak anlamsız bir uğraş. Os*rmayı aşmanız mümkün değildir. Yazarın karakter yaratmak konusundaki yeteneğine bakmak gerekir. Eğer kullanılan küfrün varlığını karakterin tam da o an, o ortamda ve o şekilde söylemesi gereken bir şey ise, bu ahlak dışı, ayıplanacak bir şey -yazdığının değil, canlı, hayal etmesi mümkün bir karakter yaratıldığını gösterir.
-Duygu Songül KAHRAMAN: Merhaba ☺ Maalesef edebiyata da ticaretin karışması ile yıl da bir sürü kitap çıkıyor. Yayınevleri de haklı olarak ayakta kalmak adına basıyorlar. Sorum şu; sizce her kitabı çıkan yazar ya da şair midir? ☺
Sizin pencerenizden kimlere Yazar ya da Şair denmelidir?
Teşekkür ederim. Saygılar.
Selamlar. Kime yazar kime şair denir sorusu aslında cevaplanması kolay bir soru. Bu soruyu sormakta da oldukça haklısınız. Yazma eylemini yerine getiren herkese yazar diyebilirsiniz. Bunda hiçbir sakınca yoktur. Akademik bir kitap, bir tarih kitabı, bir yemek kitabı yazan da yazardır. Ancak sanatsal anlamda yazarlığın farklı algılanması gerekir. Burada iyi yazar kötü yazar ayrımı yapabilmek önemlidir. Ben sanatın çok katmanlı olduğunu, parçalardan oluştuğunu ve en nihayetinde bir sonuç olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. İyi yazar, hem kendinin hem kitabının ya da yazdığı öykünün, romanın, şiirin, denemenin hem de okuyanın var oluşunu sorgulatmalıdır. İşin teknik tarafındaysa kelime seçimi, cümle kurgusu, dil bilgisi ve anlatım tarzı gelmektedir. İşte, sanatın katmanlı olmasına ve bir sonuç olmasına sebep olan şeyler kabaca bunlardır.
İKİNCİ BÖLÜM
Birey olarak Çağrı KUNDAKÇI'YI öne çıkarabilir miyiz, bize baştan bugüne detaylı sanat yaşamınızı yazabilir misiniz?
Okuyarak başladım. Çocukluğumda... Gerçek anlamda okumak sayılmazdı elbette, sadece alışkanlığı oluşturmak için gerekli başlangıçlardı. Şimdi o zamanlar ne okuduğumu bile hatırlamıyorum ama işe yaradılar.
Okumanın ne olduğunu kavramam Dostoyevski ile başladı. Suç ve Ceza'yı okumuştum yıllar önce. İğrenç bir acizlikle kaplanmıştı her şey. Kötü günler geçiriyordum. Beynimin içi çürük kokuyordu. Ok Meydanı'nda bir yurtta kalıyordum. Şartları fena değildi aslında, yemekler idare ederdi ama dünyanın en aptal yöneticisine sahipti. Dört kişi kalıyorduk odada, heriflerden biri bağımlıydı. Sadece içmiyor, satıyordu. Torbacıydı yani. Okulu bitiremeyeceğini biliyordu, yolunu bulmanın derdindeydi ama o yurtta anlaştığım tek kişiydi çünkü farkındaydı her şeyin. Onu hiç ayık görmedim. Odaya arada bir uğrar, geldiğinde de hepimizin kafasını güzelleştirirdi. Biz içmesek bile yatağına uzanır, büyük bir sigaralık sarar ve yoğun bir sisle kaplardı ortalığı. Kokusu koridora yayılmasın diye ara sokağa bakan pencereyi açar, kapının altına tişörtlerini sıkıştırırdı. Kokardı tabi. Herkes bilirdi onun geldiğini. Bir tek yönetici anlamazdı neler döndüğünü. Şişe dibi gözlüklerinin arkasından dudaklarını büzerek her hafta farklı renkte ve farklı cümlelerle ketılın yasak olduğunu söyleyen duyuruyu asardı. Herifin tek derdi odalara koyulan ketılları toplamaktı. Ucuz ketıllar elektrik kontağında kısa devre yaptırıyormuş, yangın çıkarabilirmiş. Oysa, tüm binada uyuşturucu ve içki partilerini dönüyor, yurdun hemen yanında her gün çatışma oluyordu; biber gazları, plastik mermiler, molotof kokteylleri... Neyse, diğer iki oda arkadaşımda tuhaf solculardı. Birisi bütün gününü bilgisayarın başında geçirip marşlar dinler, diğeri yazar olmayı umarak okur, yazar ve klasik müzik dinlerdi. Hep aynı çemberin içinde dolaşan ve hep sonuçsuz kalan siyaset tartışmalarına girerlerdi. Onlar neredeydi bilmiyorum, odada bir haftalığına yalnız kalmıştım. Dostoyevski duruyordu masanın üstünde. Açtım, okumaya başladım. Nedenini bir türlü çözemediğim bir durumum vardı eskiden, iyi şeylerle karşılaştığımda gözlerim dolardı. Bu bir histi, gördüğümün iyi olduğunu hissediyordum. Sayfalar ilerledikçe gözlerim yaşarıyordu. Biber gazından falan değildi, emindim. Dostoyevski'den sonra o durumum yok oldu. His gitmiş, yerini anlamlar almıştı. Oda arkadaşlarımdan bir daha haber almadım. Yazmaya başlamam tam olarak ne zaman başladı hatırlamıyorum. Tarihleri aklımda tutmak konusunda pek iyi değilim. Ama bir şekilde yazıyordum. Şimdi dönüp yazdıklarıma bakınca şaşırıyorum. Bu ne lan, böyle mi yazılır, diyorum. Fakat onlar antrenmanlarımdı. Yazmak spor gibi, sürekli antrenman gerektiriyor.
İyi olmak için çalışırsın; yazar, bozar, yırtar, yeniden yazar ve tekrar ve tekrar ve tekrar aynı şeylerle boğuşursun. Bazen şu gibi laflarla karşılaşıyorum, yazarak rahatlıyorum. Siktir ordan. Yazarak rahatlıyorsan gerçekten yazmıyor içini döküyorsun demektir. Git sabah akşam mastürbasyon yap daha iyi çünkü ne yazarsan yaz, düşünmen ve çalışman gerekir. Ben öykülerimde de, romanlarımda da aynı şeyi yapıyorum. Bitirdikten sonra bir süre demlenmeye bırakıyorum yazdıklarımı. Tabi ki yazdıklarım değil ben demleniyorum aslında. Dem önemlidir. Geri döndüğümde yırttığım çok şey oluyor. Bundan genelde korkulur. Hayır, üslubunu oluşturmuş bir yazar için bu hiç de korkulacak bir şey değil. Yazmak bir sıkıntının ürünü. Varoluşunu tanımlama biçimi. Adam yazmış öyküsünde, yazmasam deli olacaktım, diye. Kalemi açtıktan sonra öpüyorsa bir yazar, zaten delirmeye başlamıştır. Normalin işi değil yazarlık... Bu çok net.
Velhasıl kelam, bir süre sadece yazdım; şiir yazdım, öykü yazdım, deneme yazdım. Şiir bana göre değildi. Sonra dergilere birkaç öykü yolladım. İstisnasız hepsi reddetti. Böyle olacağını biliyordum tabi. Bildiğini düşündüğünün doğrulanması güzel bir histi. Ardından fanzinle tanıştım. FANatic- magaZİNE den geliyor adı. Yazdıklarını kimsenin onayına ihtiyaç duymadan basabiliyor ve dağıtabiliyordun; ilk defa duyanlar için kulağa ütopik gelebilir. Hayır. Gerçek. Fanzinle uğraştım bir dönem. İyi olduklarını düşündüğüm fanzinlere de öykü yolluyordum. Mesela, Hasar Fanzin vardı. Hasar'ı basan arkadaşım, sadece 7 sayı basacağını söylemişti. Yedi sayısının hikmetini ben de bilmiyorum ama satış derdi yoktu herifin, kimseye eyvallahı yoktu. Yedi sayı sonunda Hasar gitti. Bir fanzin, bir sayısında jilet dağıtmıştı. Öyle işler işte. Sadece kendi öykülerimin ve çizimlerimin olduğu, ''Lapis I'' ve ''Lapis II'' adında iki kitapçık- booklet bastım. Bookletlerden sonra ''Savruluş '' ismiyle bir roman yazdım. Kitap Klaros yayınevinden çıktı. Bu yaşadığımıza inanması güç günlerde çalışmaya devam ediyorum. Henüz adını koymadığım bir booklet yazdım. Yakında basılacak. Bir de son düzenlemelerini yaptığım uzun öykü dosyam var. Şu günlerden kurtulduğumda basarım, belki.
208. DİYALOG
BOZOK KIZI

Güzel ve sanat?
"Severim güzeli bir de atı" paylaşımını beğendiğinizi gördüm, dolayısıyla sordum. Bu konuda düşünceniz nedir anlamında?
Mercedes bağını nasıl değerlendirirsiniz bu durumda?
İnsanın gücüne inanmıyorsunuz sanırım.
İlginç bir noktaya geldik. Şiirlerinizle devam etmek isterim. Yazarken nasıl bir yol izlersiniz?
Tamam. Mesela yeni bu şiir:
Kaçırın gözünüzü, eyy! intikam güdenler
Çanakkale’ye doğru, ahir sokakta bugün
Kendi karalığından, güneşi seyredenler
Sıyır perdelerini, zahir sokakta bugün
Eğilmez başımızın, diriliş ilkesiyle
"Aşk yeniden" diyerek, yaşama hevesiyle
Yeni doğan bebenin, ilk avaz ilk sesiyle
Ölümsüz bestemizle, şiir sokakta bugün
Barışın türküsüyle, samimi duygumuzla
Bölünmez bütünlükle, halklara saygımızla
Bir başından, bir başa, kardeşlik yaygımızla
Fırat, Dicle, ters akan, nehir sokakta bugün
Al kanlara belendi, genç koca yaşlı deden
Ölümü öldürdüler, dönmeyi düşünmeden
Bir gitti, bin geldiler, sancıları dinmeden
Bağrında şehitiyle, şehir sokakta bugün
Onlar kara toprağın, hem altı hem üstünde
Bayrak, vatan sevdamız, gelecekte ve dünde
Kükredi kahramanlar, tarih mürekkebinde
Aydını, yazarıyla, şair sokakta bugün
ALİYE UYANIK/ BOZOK KIZI18 MART 2015/ GEBZE

HECE KONUŞTU BUGÜN
Umuda nokta koymuş hayallerine virgül
Yüreğim mantığına akıl danıştı bugün
Dilinden düşenleri onaylamadı gönül
Dumanı tepesinde nice yanıştı bugün
Ahdi onu sevmenin üzerine su yutmuş
Sol yanı dile gelmiş ağrıları baş tutmuş
Kalbini söküp söküp avucunda uyutmuş
Ay battı, gün karardı gece konuştu bugün
Beti benzi kesilmiş sol habersiz sağından
Kızıl yağmurlar inmiş gözünün çanağından
Gül rengi gülüşleri süzülmüş yanağından
Masallardan fırlamış ece konuştu bugün
Sanki kayıp kentlere düzenlenmiş bir gezi
Antik bir harabe de kaybolmuş sanki izi
Sanki batık bir gemi acıtmıştı denizi
Kuşdili mi, lehçe mi nece konuştu bugün
Kuyruklu yıldız gibi bir görünmüş bir batmış
Belki de bir nefeslik seyrine muhtaç etmiş
Kaçıncı kez ölüşü Azrail gülümsetmiş
Dil sustu gönül küstü hece konuştu bugün
Aliye UYANIK / BOZOK KIZI26.12.2014/ GEBZE
Hasretin katmerlenip hüzün keder arttıkça
Gözlerin deryam oldu daldım içtim bu gece
Efkarımı kantarlar fazla fazla tarttıkça
Şarap diye göz yaşı doldum içtim bu gece
Sensizlik uykusunda hayalinle seviştim
Gözlerimi kapatıp seraplarda kavuştum
Talihim karabasan gizlenip de savuştum
Düşlerimden kabusu yoldum içtim bu gece
Ayla arkadaş olduk yıldızları soldurdum
Kadehleri sımsıcak leblerinden doldurdum
Sana armağan diye kır çiçeği yoldurdum
Masamda ki buketle kaldım içtim bu gece
Gönül söz dinlemedi yüreğine aktım da
Şiirler türkü oldu ağıtları yaktım da
Canımdan çok sevdama uzaklardan baktım da
Kalbimi bin parçaya böldüm içtim bu gece
Aliye UYANIK/ BOZOK KIZI
Anladım. Kitaba dönüşen veya daha farklı çalışmalara neden olan şiirleriniz oldu mu?
Ama ben yazmadan yapamıyorum.
Tümünü düzenlediniz mi?
Link verir misiniz?
Işığınız parlarsa sizden önce harekete geçecektir emin olun.
Katkı verdiniz teşekkür ederim. Işığınızın parlaması dileklerimle. Eşinize de ayrı selamlarımla. Son mesajınızla tamamlayalım lütfen.


Merhaba
Selam, yüreği güzel dostum.
Görüşmeyeli nasılsınız, neler yaptınız?
Epey zaman geçti
Can dost, dünya işlerinin engelleri ile mücadeleye devam ederek, sanatımdan ödün vermeden üretme gayretleriyle geçti.
Siz nasılsınız, görüşmeyeli her şey yolunda mı?
Yolunda
O günlerden sonra evrensel sanat güncelimize yüz binden fazla yeni tablo, yüzlerce diyalog ve bunlardan üreyen pekçok şey kattık...
Son üretimlerinizden birkaç örnek daha görebilir miyim?
Harikasın, güzel yüreğin ve emeklerin çok yaşasın sanat yürek!
Hay hay memnuniyetle göndermek isterim:













Canım dostum, evet görüşüm aynı doğrultudadır. Bir sanatçı ortaya koyduğu eserini izahla anlatarak ifade edip, yönlendirmemeli. "Bakan yürekler kendi birikimi doğrultusunda ne görüyorsa odur". Diğer taraftan izah edilse bile şartlı yönlendirme ya da "ne kadar anlatırsan anlat, anladığı kadardır" döngüsünün dışına çıkmaz.
Ayrıca istisnai durumlarda sanatçı kendini ifade ettiği eserlerinde dışarıdan bakan gözle "ben baktığımda bunu görüyorum" diyerek sınırlı ölçüde hissiyatını açıklayabilir.
Özellikle tarzınızda olduğu gibi içiçe geçmiş konu, renk, duygu, hikaye, ton, imaj ve fırça dokunuşlarının izahı için ayrıca ayrı kitap yazmak gerekmez mi, meraklı yazarlara kapınız açık mıdır?
Resimlerimin bende uyandırdığı hisle her birine isim koyarak sanat dostlarımla paylaşıyorum. Vermiş olduğum isimler (her resim için ayrı) çerçevesinde, kitap hazırlığını arzu ediyorum. Mini makaleler gibi toparlayıp bir kitapta buluşturmak arzu ettiğim bir durum.
Diğer taraftan elbette yazar dostlarımın ürünlerine aynı merak ve sevgi ile yaklaşırım.
Serilerinizin detaylı kitabını yazmak isteyenlere ne önerirsiniz, birlikte çalışma olanakları ne kadardır?
Farklı yollardan aynı yola çıkan sanat yolculuğunda içtenlik, duyumsama, içselleştirme ve ben ne diyorum değil de o ne diyor, ben ne katarım, ya da ben ne anlıyorum ile sonuca varmak olur. Birlikte çalışma hususunda memnuniyetle olanaklarım ölçüsünde uzlaşma ve yol yürümede varım.
O aşamada tanıtma gereği mi duyarsınız yoksa yine yazarın anladığı kadarıyla mı yetinirsiniz, neticede bireyden kitleye bir sunuma dönüşecek..?
Yazarın görüşünde özgür olduğu gibi ben de görüşünü paha biçilmez ya da yeter bulup / bulmamada özgürüm ancak trenin raydan çıkması gibi gördüğüm bir durumda sanata olan saygımdan müdahale etmek, bakış açısını farklı pencereye yönlendirmek isterim.
Ekip çalışmasına zaman ayırır mısınız, aylık ortalama ne kadar zamanınızı alır?
Ekip çalışmasını kapsayacak çalışmalarım müzik (bestelerimin notist tarafından yazılımı sonrasında da bazen icrası aşamasında) harici nadiren düzenlediğim karma sergiler de var. Sanatımı ürettiğim aşamalarda bireysel içsel yolculuğumda olduğumdan ekip ile çalışmam.
Biraz önce bahsettiğim mini kapsamda da doğuşla gelen yani ürettiğim çalışmaların sunum aşamasında mini ekipten bahsedebiliriz. Özetle üretim sonrası eğer gerekiyorsa ekip çalışmalarından söz edebiliriz. Eğer biraz önce yönelttiğiniz eserlerimin kitabını yazmada (yazar) ekipten bahsediyor iseniz elbette karşışıklı zamanlama tayini ile gerçekleşir.
Kitap dışında gelecek planlarınızda neler var?
Çıkacak (4 Kasım Kitap Fuarında sunulacak) olan kitap çalışmamın yanısıra iki ayrı kitap projem var. Resim projem de; üzerinde çalıştığım uygulamalar ile (şimdilik özel seri ile adlandırdığım) çalışmalarımı özel bir sunumla izleyici ile buluşturmak (sanırım 1 yada 2 yıl içinde) arzum var.
Diğer taraftan bestelerimden oluşan sunum arzum var. Tabi sanat heyecanı ve aşkı ile arzu ettiğim bu yoğunluklar ülkemizin olduğu gibi ekonomik, siyasi ve insani koşullar da hız verir yada frenler. Ayrıca geleceğe dönük planlamada sanat kimliğim ile de geleceğe dönük umutların, sevgilerin, aydınlığın, sanatın ışığını açık tutmada duruş ve görüşümü korumak var.
Bütün bunca yoğunlukla nasıl başa çıkabiliyorsunuz, Perihan Koca' nın sırrı nedir?
Sanat sevgisi, doğa sevgisi, İnsan sevgisi, sevmeyi sevme sevgisi ile... Kendime karşı da dürüst ve açık sözlülüğümle samimi, demir gibi sağlam pamuk gibi yumuşak davranarak.
Türkiyemiz dışında Türkçe konuşup yazan diğer Türk Devlet ve topluluklarından takipçilerinize neler önerirsiniz?
Sanatın dili evrenseldir. Sanat ürünü kendini ifade eder. Sanatın koştuğu yerde dil susar. Gerisi sanat dostluğu kurmada teferruat olduğundan uzun cümlelerin yerine kısa cümleler yada kelimeler ile de iletişim kurulabilinir. Topluluklar kendi bünyesine aldıkları sanatı, sanatçıyı yada sanat severi ya öğütür, ya büyütür. Yani birlikte doğar, büyür yada ömrü büyümeye yetmez. Bu pencereden bakarsak, takipçilerim kendilerinden bir şey buldukları kadar benimledir. Ya beni varlıklarıyla, yürekleriyle beslerler (karşılıklı beslenmedir bu) ya da başka beslenme kaynaklarına yönelirler.
Hissi olarak da şunu önerir/ arzu ederim: Hislerinde, algılarında seçici ve samimi olarak bakıp görsünler. Duyumsamalarını yürekleriyle yoğurup, vicdani adaletlerini yitirmeden sevgi gözüyle var olsunlar! Her nerede yaşıyor, hangi pencereden bakıyorlarsa yüreklerinden sevgiyi uzak tutup, güzellikleri soldurmasınlar...

‘’İnsan'ın varoluşundan günümüze uzanan yaşam yolculuğunda SANAT aktarımlarda en güçlü olanıdır. Sanat yüz çevrilerek değil, yüzünü sanata yüzünü dönerek doğru okunur, doğru anlaşılır. Tarihin yazılmasında, genetik kodların ipuçlarında, sosyolojik, biyolojik, ekonomik, ekolojik, politik, coğrafik, mitolojik, teolojik, kültürel, ahlaki, vb.. sayısız alanlarda SANAT ışık tutarak, yönlendirerek, dikkat çekerek, görünmeyeni görmeyi sağladığı gibi estetikle, yaratıcı ruhuyla, çarpıcı tavrıyla kuşaklara aktarımlar yapar.
Sanatın varlığını yadsımak, varoluşun doğasına aykırıdır, bilimle yakınlaşması da doğası gereğidir. Yaşayan her şeyin bir kalbi ve bir ritmi vardır. Sanatın her alanında da ortaya konan her çalışmada, üründe barınan bir kalp ve ritim vardır. Sanatçı isteneni değil, kendiliğinden vücuda geleni aklını işçilikte kullanarak ruhuyla işleyip duruşuyla tavrını ortaya koyarak yinelenmeden yenilenerek eserini üretendir. Aynı zamanda sanatçı eseriyle yaşayan, ruhunu eserlerine nakşeden, kendini eserine nakledendir.
Fantastik Realizm; gerçekleri kuşanarak gerçeküstü boyutundaki anlatımı, klasik teknikle nakşeden fırçanın, yetenekle birleşerek hayal dünyasının devreye girmesiyle ortaya çıkan tablodur. Kendinden doğaya, doğadan doğamıza, bazen yeryüzünde, bazen uzayın bilinmeyenlerinde gezinir. Görünmeyeni detayın derinliklerinde görmeye çalışırken içsel seyahatinde bağlantılar kurar. Bu bağlantılarda hadi şimdi ile değil, resmin, renklerin, ritmin, melodilerin, kelimelerin daveti ile gerçekleşir. Her izleyicinin bakışı, birikimi, ruhu, görüşü farklı olduğundan gördükleri ne ise yaptığım eserlerde ortaya çıkan sonuç odur diyerek görüş ve duruşunu ortaya koymuştur.
İlk nefesini Kars'ta aldı. Sanatın Renkleri olarak gördüğü Sanatı kapsayan tüm alanların varlığını içselleştirip saygıyla, sevgiyle, sanat aşkıyla sanatı kucaklamıştır. Viyana- Belvedere müzesinde sergilenen Gustav Klimt'in ''The kiss'', Salvador Dali'nin ''Egg" ve ''Geopol'' eserlerinden sonra ikinci kez derinden etkilenmiştir. Ruhuna dokunan ve ruhunun dokunduğu her şeyi, yüreğinin gözleriyle öpüp, düşünceleriyle, hayalleriyle yoğurarak içsel yolculuğa çıkıp, fırçasıyla renklere, desenlere, kelimelere ve notalara boyamaya çalışarak Sanatın Renkleri' yle çoğalmaya devam ediyor.
Sanat çalışmalarında çok sayıda sergi, etkinlik faaliyetlerinde bulundu. Resim, şiir, beste, güfte çalışmalarının yanısıra, İstanbul Flaş gazetesi, Alakır Doğa Kültür Sanat Dergisi ve Kardelen Sanat Dergisi’nde köşe yazarlığı yapmaktadır. TSM koro, ud, bağlama ve bendir çalışmalarını da sürdürmektedir. Hakkında birçok dergi, gazete ve internet sanat sitelerinde röportajlar yayımlanmıştır. MESAM Üyesidir.
ÖDÜL, PLAKET VE TEŞEKKÜR VE KATILIM BELGELERİ
1) 9. geleneksel ‘’6 Ekim İstanbul’ un Kurtuluşu ve İstanbul Flaş Gazetesi 2016 ONUR ÖDÜLÜ’’ 9 Ekim 2016 İstanbul Flaş Gazetesi tarafından, Bağlarbaşı Kogre Ve Kültür Merkezi
2) ''Yaşayan Değerlerimiz yılın kardelen Ressamı ödülü '' 07 Mart 2015 Kardelen Şiir Müzik Grubu tarafından
3) ''Dünya ya Barış gelsin'' Konulu 06 Eylül 2015 Şiir ve Resim Etkinliğine Solo Resim Sergimle katkımdan dolayı ''TEŞEKKÜR BELGESİ'' ÇEKSED Tarafından
4) Çeşitli etkinliklerde 5’in üzerinde PLAKET ve 10’un üzerinde TEŞEKKÜR BELGESİ
5) Çeşitli TV Programlarında sanat üzerine söyleşilerde yer almıştır.
6) Şiirlerim kendi bestelerim haricinde, isim sahibi bestekârlar tarafından bestelenmiş ve bestelenmek üzere alınmıştır.
PERİHAN KOCA SERGİLER VE KATALOGLAR
1 - CKM '' FANTASTİK RENKLER'' Solo Resim Sergisi (23 Şubat- 2 Mart 2014) Caddebostan Kültür Merkezi Performans1 katı
2 - ''ÇAĞDAŞ FANTASTİK RENKLER'' Solo Resim Sergisi, Gürcü Sanat Evi Moda 21.11- 21.12 2014
3 - ÇEKSED Solo Resim Sergisi (''Dünya ya Barış gelsin'' Konulu 06 Eylül 2015 Şiir ve Resim Etkinliğine bu sergimle katkımdan dolayı ''Teşekkür Belgesi'' verilmiştir.)
4 - ''ÇAĞDAŞ FANTASTİK REALİZMİN RENKLERİ“ ''Görünmeyeni Görmek'' SOLO RESİM SERGİSİ YUNUS EMRE KÜLTÜR MERKEZİ ÇETİN EMEÇ SANAT GALERİSİ ATAKÖY
5 - ‘’SANATIN RENKLERİYLE ÇAĞDAŞ FANTASTİK REALİZM ‘’ ‘’Görünmeyeni Görmek’’ 02 – 08 Ocak 2017 Bağlarbaşı Kongre Ve Kültür Merkezi ÜSKÜDAR

