DİYALOG MÜZESİ

TUGAY GÜLER İLE




461. DİYALOG: EGO


Merhaba, ego yorumunuzdan bahsedebilir miyiz?


Diyalog Sanat


Evet, tabi.Buyrun lütfen…


Ego muhteşem, egoizm felakettir diyorum. Sizin bu konuda fikriniz nedir?


Ego isimli bir eserim var. İsterseniz onun üzerinden yorum yapayım. Zira, ego ile ilgili düşüncelerimi de anlatmış olurum.


Elbette, sevinirim. Diyaloğumuzun başladığını paylaştım, zaten…


Çok mutlu oldum, teşekkür ederim. Eserlerim her zaman bir felsefe üzerine kuruludur. Eğer biraz uzun olursa lütfen kusuruma bakmayınız.


Rica ederim, ne kadar uzun olursa o kadar iyi.


Ego, doğuştan insanoğluna özel verilmiş vasıfların başında geliyor. Sorun, diğer vasıflarımız için de geçerli olan ve yine insani özelliklerimizin içinde yer alan "irade" özelliğimizin kullanım şekli ve gelişimi. İnsan, her canlıda olduğu gibi, iyi-kötü özellikleriyle var olur. Hayat veren-katil gibi. Felsefi olarak yaklaştığımızda melek-şeytan ikilemesini kullanabiliriz.


İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik ise, sağ ve sol beyin kürelerinin bariz şekilde farklı çalışabilmesi. Yani "dedikodu" diye tabir ettiğim özelliği yapabiliyor olması… Bunun anlamı şu: hayal kurabiliyor, merak edebiliyor, soru sorabiliyor ve bilmediği görmediği şeyler hakkında fikri üretim yapabiliyor. Bunları yapabildikçe, doğal olarak diğer bir insani özellik devreye giriyor, "hırs". Hırsın sigortası ise insanoğlunda iradedir.


Egonun muhteşem egoizmin felaket olduğu görüşümü en başta belirtmiştim, zaten. İnanç kaynaklı melek - şeytan ikileminden başlayarak iradeye bağladığımız bir ego anlamlandırmasını nasıl çözebiliriz ki daha yolun çok başında aşmamız gereken 19. yüzyılın yoğun kafa yormaları varken..?


Günümüz insanlarında sorunun temeli zaten tam da bahsettiğiniz şey. Yani, çok dar bir zaman kavramına takılıp kalmak. Oysa, insanoğlunun varoluşu dahi, diğer birçok bilinen ve bilinmeyen birçok şeye göre daha çook yeni. Biz bu yüzbin yıllık yeniliği dahi, egomuzla daha da yenileştirip birkaç yüzyıl gibi bir zaman dilimine sığdırmaya çalışıyoruz. Denizde damla bile olmayan bir zamana…


Konumuza dönersek, ego, var olabilmemizin sigortalarından biri, ama her konuda olduğu gibi, onu nasıl kullanacağımızı bilememizle alakalı. Eserimde işlemeye çalıştığım ise bu. Ego, doğru kullanımında insanı var edip evrende yolculuk yapar hale getirirken, yanlış kullanımında bir evren katiline dönüştüren varlık yaratır. Egonun yanlış kullanımı, kompleks, cehalet ve kibir olgularını açığa çıkarır. Egonun anlamı özbenliktir zira. Benliğin oluşumu ise, iradeyle oluşur.


Daha net anlaşılması için; kitabın ortasından konuşursak, günümüze gelinceye kadar insanları en yoğun etkileyip kuşatan, kendilerine (egoizme göre) düzenleyen ve bunu yaparken kendi dışındakileri dışlayan başta din adamları olmak üzere ideologlar v. s. (kafir veya düşman diyerek) günümüz dünyasını bu biçimiyle oluşturdular. Neden, alemler bir kişi için yaratılmış olsun ki?


Aslında hiç anlaşılmayacak bir durum yok. Yani kitabın ortası, başı yada sonu yok. Çünkü ortada kitap yok.


Basit ve tek satırlık bir gerçek var. Binlerce yıl önce de aynı olan ve insan varlığı devam ettikçe var olmaya devam eden. Diğer detaylar ise, sadece ve sadece, yaşanılan gün içerisindeki teknolojik, sahip olunmuşluk maddeleri gibi şeylerle şekillenerek güne göre yorumlanan ve yaşanan geçici olaylar. O halde, olgulara günlük anlamlar yükleyip sonuçlar çıkarmaya çalışırsak, işte egomuzu kapatmaktan başka bir şey yapmayız. Zira siz, geçmişten iyi değilsiniz. İşte ego bu.


Tek cümledir ego ve öyle geldi öyle gidecek. Hangi dönemde olursanız olun. İnsan hem katil hem vareden olarak yaratıldı. Bu ise, beyninin ikiye bölünmesinin bir sonucu. İki farklı şeyin temel kuralında ise şu var, mutlaka bu iki farklılığı dengeleyecek sigorta sibopları olmalı. Konu sadece bundan ibaret. Gerisi kişilerin siyaset olgusu.


Günümüz ego anlayışı, her şey benim için, ben dünyanın merkeziyim şeklinde. Oysa zannediyor musunuz ki, binlerce yıl önce bu böyle değildi ve bundan sonra olmayacak. İşte tehlike bu. Sigortaları kullanamayan bir beyin… Hangi dönem olursa olsun, sigortaları kullanan birçok insan da var oldu ve bu var olanlar, egosunu geliştirenlerden çok daha fazla. Aksi olsaydı, insanlık kavramı var olduktan birkaç yüzyıl sonra yok olurdu. Kendilerini yok ederlerdi. Ancak, kötü olan daha çok ilgi çektiği ve algılandığı için diğer dengeliler görünmüyor. Zira, dengeli olanlar zaten kendini ortaya koymuyor. Koyarsa egolu olur. Toplum, birey kalıplarıyla var olur. O yüzden bireylerin üzerinden gitmek gerek. Birey, doğru kullanıma sahip olursa sorun ortadan kalkar.


Kendi ego keşfimde; her şeyimi kaybettiğim bir dönem, yalnız kalmış ve uzun süre düşünmüştüm. Balkonda gördüğüm bir uğur böceğine şiir yazdım. Mercimek kadar minicik, ne arıyorsun burada diyerek. Daha sonra dışımdaki tüm canlıların da en az benim kadar değerli olduğunu farkettim. Bu zone yayılarak genişledi ve her şeyi içine aldı.
Daha sonra sorgulamaya başladım ve bireyi imha etmeye çabalayan inançlarla ve ideolojilerle karşılaştım. Biri her şeyi kendi varlığına bağlarken, tanrıyı konuşturup "Ey Muhammet sen olmasaydın alemleri yaratmazdım" dedirtiyor, diğeri "hepinizi kendimleştireceğim" diyerek egoyu - insanı yokediyordular. Karşı çıkanların düşman ilan edilip katillerine ferman verildiği dünyada milyarlarca masumun yok edildiğini ve hâlâ yok edilmeye devam edildiğini gördüm.
İki cendere arasında kalan insanlık birini tercih etmek zorunda kaldıkça bu büyük sorunun asla çözülemeyeceğinin farkındayım.
Tarih boyu çözüm arayanların da pek başarılı olmadığı ortadaydı benim için. Daha sonra sanata yoğunlaştım. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum.


İşte siz de, benim en başta basit olarak ifade ettiğim şeyi ifade ettiniz. Bir şeylerin farkına varabilmek için, kötülüğü yaşadınız. Oysa o uğur böceğini daha önce görüp şiir yazabilir, sonra evinizden çıkıp holding yönetebilir, o holdingde insana faydalı ama ücret karşılığı (kazıklamak amacı gütmeyen bir ücret) işleri de beraberinde yapabilirdiniz. Ama sağ ve sol beyin dengenizi kurmak yerine, varlığınızı benliğinizi (egonuzu) öncelikle çözmek ve geliştirmek, kontrol altına alıp sonra dünya sahnesine çıkmak yerine, onu başıboş bırakıp, başka insanların egolarına güvenip teslim ettiniz. Yaşadığınız sadece bu. Detayların hiç önemi yok çünkü detaylar kişiye göre değişir. Ama başlangıç ve sonuç hep aynıdır.


Eserim tam da sizin yaşadıklarınızın ifadesi.


Dışarda çok daha gerçek, doğru, mutlu bir dünya varken insan; neden kabuğunun içinde çürüyüp giden bir kabuklu gibi yaşamayı tercih eder ki?


Kimse bir şey bulmayacak. Bulsa da sizin işinize yaramayacak çünkü kişinin egosu sadece ve sadece kendisinin bulacağı bir formülle sınırlanır. Benim formülüm banadır çünkü benim iradem ile sizinki farklıdır. Parmak izlerimiz gibi. O yüzden siz kendinizi tanımalı ve kendinizde çözüm bulmalısınız.


Felsefeyle psikoloji hep karıştırılmıştır. Sokrates sizin egonuzu yönetemez. Ama yönetilen bir egoya yol gösterebilir. Elimden geldiğince de eserlerime yansıtmaya çalışıyorum. Zira ego isimli eserimde, insanın kafasının sağ tarafından itibaren istilaya uğradığını görebilirsiniz. Birkaç detaydan biri bu…


Çok değerli fikirler bunlar. Egosunun farkına varmış fakat egoistlerin elinde kurban olanlar için nasıl bir yol gösterilebilir, bunu yaparken sanatın diğer disiplinlerden farkı nedir?


Hiç egosunu dengeleyebilmiş yani iradesini geliştirmiş birisi, egoistlerin oyuncağı olabilir mi? İrade mi güçlüdür iradesizlik mi, irade mi yönetir, iradesiz olan mı?


Bir başka değişle, kişiklilik mi yönetilendir kişiliksizlik mi?

Belki bir kaç zaman boşluk anı yaşayabilir iradeliler. Zira duygusallık da iradeyle gelişir ama duygusallığı dahi yöneten irade sahibidir. O yüzden, sorunuza şöyle cevap vereyim; egoistlerin elinde oyuncak olan kişinin zerre kadar egosunu idare edecek iradesi yoktur. Kendini egosunu idare ettiğini sanarak ego yapan birisidir.


Sanatın disiplini olmaz. Disiplin, kurallar manzumesinin sert bir şekilde uygulanması demek. Sanat tam tersine, insani disiplinden uzak ama doğanın kanunları içerisinde, kendini sadece doğanın bir parçası olarak görüp, o kurallar bütününe teslim olma seçeneğidir. Otomatikman egonuzu disipline edersiniz.


Disiplin derken, ilk sorulardan doğan zaman, tarih, devlet, siyaset, ekonomi v. s. felsefeleri gibi bir disiplin, kendi başına, başlıbaşına bir alan olmasından bahsetmiştim.
Farkını farkeden birey neden bir daha eskisi olmazda sürekli üretmek ister, sürekli yeninin peşindedir?


İşte kaliteli ego budur. Yönetilebilen disipline edilmiş.


Bu sanat için geçerli değil sadece. İnsani yaradılış özelliği. Her insanın içinde ölümsüz olma duygusu ve ideali vardır. Örneğin, sıradan bir ailede bir babayı düşünün. Şu hayali kurar, eşim yada evladım ben öldükten sonra, ne iyi bir insandı onun sayesinde bugün yaşıyoruz gibi anılmak ve kuşaktan kuşağa aktarılmak. İşte ölümsüzlük arzusu. Takdir, ölümsüzlüğü besler. Sanatçı da bu duyguyu yoğun şekilde her insan gibi hisseder ve yeteneği doğrultusunda bunu yapmaya çalışır. Diğer insanlardan üstün değildir.


Disiplinden kasıt, bu heykeli şu gün bitireceğim amacıyla bir zaman prosesi geliştirmek ve bu zamanı disipline etmek ise; hayır, böyle bir disiplini sanatta kabul etmiyorum. Çünkü sanat bir meslek değil, zanaat bir meslektir. Heykelimi istediğim zaman istediğim gibi istediğim şekilde, dünya bağımlılığı olmadan yaparım. Eğer bu bağımlılık olursa, o sanat değil zanaat olur, sipariş olur, meslek olur yani para kaynağı olur. Bu bir sanatçının sanat duygularını yok eder.


Ölümsüzlük yerine tatmin olmayı tercih edip, "ben burada bu kısa yaşam sürecimde olup bitenin kendimce farkına vardım, çok mutluyum çünkü aynı zamanda yaşarken yaşadıklarının farkında olmayan ve ömürlerini ölü gibi tüketenleri de gördüm" demek nedir?


Yazdığınız şey, kibarca ve alçak gönüllülükle zaten ölümsüzlük duygusunun ifadesi. Farkındalığınızı farkettirme arzusu. Ölü ile ölü gibi olmayanın farkının farkına varmış olmanın takdirinin beklenmesi. Bu gayet normal ve olması gereken sağlıklı egodur. Farkındalık, egonun yönetilmesinin ilk şartı. Takdir, egoyu besleyen kan. İrade ise, beslenilen kaynağın kibire dönüştürülmemesini sağlayan sigortanız. Kısacası, insan kendi kapısının önünü süpürmeli. Bu noktada, komşunun pis kapısı görülmeye başlanırsa, ego, kibire doğru yol almaya başlar. Örnek olmakla, beni örnek al demek çok zıt iki kavram. Örnek olmak sağlıklı egodur, diğeri kontrolden çıkmış yıkıcı ego.


Siz, egonuzu sağlıklı kullanarak, en güzel kapıyı yapın. Yarın daha güzeli için kafa yorun yenisini yapın. İnsanlar örnek almak isterse alır. Bu sizi ilgilendirmemeli. Sanatın zirvesini yaşayan sanatçıların sırrı budur.


Bu başka bir deyişle, devasa sonsuzluk evreninde ben sadece bir zerreyim ve sadece gücüm kendi içimdeki devasa evreni disipline etmeye yeter. Bunu yapabilirsem, zaten evrenin parçası olurum düşüncesidir. İşte bu noktada insana sağlıklı ego lazım. İnsanlık tarihinin sorunu ise burada başlıyor. Ne zaman kendi evreninden çıkıp, başkasının evrenine karışırsan, en iyi benim evrenim sen de bunu yapacaksın dersen, egoyu kibre çevirisin, gelişimini durdırusun vekendinle beraber insanlara cehennemi ızdırabı yaşatmaya başlarsın.


Sanatçının bazen kendi ürettiğinin farkında olmaması, çığır açan sanatçıların varlığı ve sanat ekollerinden devam edersek; yine sonsuzluk evrenlerinde parlayan o yıldızların özellikleri nelerdir, siz sanatınızı yaparken ne tür engelleri aştınız?


Klasik olacak ama bu soruya şöyle cevap vermek isterim. “Sanat; sanat için mi, toplum için mi” kısır döngüsünün de cevabıdır aynı zamanda. Efendim, sanat hiç kimse için hiçbir kavram için değildir. Gerçek sanat, sadece ve sadece kendim içindir. Benim arzularım, benim hayallerim, benim düşlerim, benim düş kırıklıklarım kısaca benim dünyamdır. Yukarıda da söylediğim gibi, örnek almak insanların tercihidir.

Da Vinci' nin Mona Lisa’ sının örnek alınması, bir yerlere konulması, yüceltilmesi insanların tercihidir. Oysa Da Vincinin gerçeklik dünyasında amacı bambaşkadır. Bu eserim ekol olsun, milyon dolar etsin, sanatçılar peşime düşsün diye yapmadı. On yaşında evlat edindiği bir erkek çocuğu ile yasak ilişki yaşadı. Engizisyon ikisini de öldürmesin diye aşkını, tutkusunu kadın figürüyle tuvaline yansıttı.


Van Gogh, ekol peşinde değildi. Tabloma baktığımda gökyüzünü hareket ettirmek istiyorum dedi ve hayalini gerçekleştirdi. Öldüğünde katip olarak çalıştığı ve iki aylık ev kirası borcu olduğu halde…

Demem o ki - önceden de belirttiğim gibi, kişiler egolarını kontrol altına alabildiklerinde, uçsuz bucaksız kendi özgür dünyalarında yaşayabilme ayrıcalığına kavuşuyorlar. Bu da, bireylerin muhteşem eserler çıkarabilmesinin anahtarı oluyor ve hep dediğim gibi, bu sadece sanatta olan bir şey değil.


Aya gitmenin hayalini kuran Jules Verne için de geçerli, aya gidecek mekiğin hayalini tasarlayan Keneddy için de geçerli.

Benim sanatımdaki engeller de sadece bunlar. Hayalini kurduğum imgeyi nasıl, ne ile, ne şekilde daha fazla hayalime yakın yapabilirim. Beğenilmek, ekol olmak yada milyonlar kazanmak değil. Bu, size aynı zamanda bambaşka özellikler de kazandırıyor mesela, bir hayalimde alçı maddesi zayıf geldiği için yeni bir alçı geliştirdim. Normal alçıdan on beş kat daha dayanıklı. Böylece, sizden sonraki insanlara da bir yenilik bırakabiliyorsunuz. Sanat ile zanaat arasındaki kavram karmaşasından kaynaklanan bir sorun. Başka bir şey değil… Aynı sanatçının bir papanın portresini yapması zanaat, ama Mona Lisayı yapması bir sanattır.


Hayallerle ilgili bir yanılgı veya kavram bozumu var kanımca toplumda. Hayal denilince idealle, ideali de absürtle, absürtü de imkansızla karşılaştırıyorlar.
Sanatın cevheri hayal ise; başta da sorduğumuz gibi akademi özelinde araştırma yapan (özer akademiden bahsediyorum, memurlardan değil) araştırmacıların tespit veya bulguları sanata ne derece katkı verebilir?
Bir yazımda "haddinizi bilin ey profesörler, devlet memurları. Ben yaratırım, sanatçıyım, gösterdiğim yazdığım kadarını bilebilirsiniz. O da anlattığım kadar" demiştim.
Bütün bu yoğunlukta kaybolup gidenler var mıdır yoksa sanat kendi çalışanlarının emeğini zayi etmez mi?


Konumuz sanatın gerçekliği ise, baştan beri söylemeye çalıştığım şeyi tekrar etmek istiyorum: Toplum kelimesi ve olgusu sanatın içinde yoktur. Olmamalı, olmaz. Sanat, bireyin malıdır. Toplum diye tek bir kavram sanatta değil, felsefenin bazı alanlarında yada sosyolojide vardır. İnsanların öncelikle bu ilim alanlarını anlayıp ayırt etmesi gerekiyor. Bu olmadığı sürece, düşünmekten kaçıp, toplum kelimesi altında topu taca atarlar.


Sanatta toplum yok, birey var. Şuradan da anlayabiliriz: onlarca heykelim bir kişiye bir şey ifade etmiyor iken, bir heykelim için saatlerce konuşabiliyor, ona aşık olabiliyor. Diğer insanlar ise bir başka eserde bunu bulabiliyor. Dolayısıyla toplum diye bir kavram sanat için geçerli değil. Sanat, bireyin şahsi duygularını bulduğu bir eser demek. Ve o tek eser dahi, birçok kişide farklı duygular besliyor. Her zaman dediğim gibi, ben bir heykel ile onlarca heykel yapabiliyorum.
Sanat eserlerini inceleyen insanlar da iki alanda farklılık gösteriyor. Birinci grup, eserin yapım aşamaları, materyalleri, içeriğindeki malzemelerin kullanım şekillerini inceleyip eserin maddesel yapısını çözmeye çalışıyor. Diğer gurup ise, manasal boyutunu anlama ve yorumlamakla ilgileniyor. Manevi yorumlar, kişinin egosu, algısı, öğrendiği bilgi düzeyi, eğitimi, bilinçaltıyla ilgili ve kişiye özel bireysel fantazileridir. Sanatçıyı anlayabilmesine imkan yok. Düşünce okuma özelliği ve sanatçının kendisi olmadığı sürece. Dolayısıyla, doğru inceleme konusu ilki olmalı. Diğeri, sanatçı değil kendisidir.
Evrende hiçbir şey kaybolmaz basit bir fizik kanunudur. Dolayısıyla hiçbir eser ve sanatçı da kaybolmaz. Bugün görülür olmasına gerek yok. Sanatın evrenselliği buradan gelir zaten.


Profesör tabirine gelince, aslında yazacaklarım tüm ilim alanları ile ilgili. Sanatın,  kimyanın, fiziğin, felsefenin profesörü olmaz. Bütün ilim ve bilim dallarının, o güne kadar, o alanda yapılmış olan bilgilerin birikimlerine sahip olan insan olur. Yani, alanının bugüne kadar gelen bilgilerine sahip olmak, ehli olmak. Ama bana göre profesör olmak, sadece bilmek değildir. Yirmibeş yaşında da konunuz ile ilgili her şeyi bilen olabilirsiniz.


Profesör ise, bilinenin üzerine bir yenisini ekleyebilen bir mertebe olmalıdır. Aksi halde binlerce yıldır aynı yerde sayıp dururduk. Bu mertebe, bir memuriyet düzeyi ve maaş farkı değildir. Tesla bir profesördür. Sanata gelince, heykelin akademik profesörü olmaz. Sanat tarihi pofesörü olabilir ama araştırmalarıyla sanat tarihine bilinmeyen bir şeyi eklediği zaman. Heykelin profesörü olmak için de, heykel sanatına yeni bir katkı maddesi veya yeni bir akım getirmesi gerekir. Dediğim gibi, profesörlük, memuriyetle verilmemeli.


Diğer yıkılması gereken klişelerden biri de herkes sanatçı olamaz yerine herkes sanatın bir dalı ile ilgilenebilir / ilgilenmelidir doğrusu bana göre....
Bununla birlikte; sanatçının zihni gibi hayal dünyası da farklıdır kanımca, neticede dünyayı fethetmek isteyen, tüm insanlara egemen olmak isteyen hayalperestler de var ve belki dünyayı mahvedenlerde bu hayalperestler.
Siz bir sanatçı olarak bu ve benzeri tüm paradoksları anlayıp aşarken hangi yöntemleri kullanırsınız?


Sanat zaten her insanın yaradılış özelliklerinden biridir. İnsanın mükemmel komplike bir varlık olma özelliklerinden biri. Ama sanat çok dar anlamda cahilce nitelendirildiği için, resim heykel müzik diye algılanıyor. Sanat evrensel düzeyde çok çeşitli bir alan. Aslında bence sanat yetenek ile aynı anlamdadır. Ve her insanın bir beyni olduğuna göre, mutlaka bir yeteneği de vardır.


Hayalperest, hayal kurmaktan farklı bir kavram. Hayalperest, olması mümkün olmayan şeyleri düşünen akıl, irade ve bilgiden yoksun egonun zirve noktasıdır bence. Konunun başından beri söylemek istediğim şeyler bunlar zaten. Kontrolsüz ego, narsizmi oluşturur. Narsizm ise cehaletin uygulama alanı.


Paradokslar da bu basit formülü yani irade sahibi egoyu beceremediğimizde ortaya çıkar. Yukarıda belirttiğim gibi bireysel özgürlüğünüzü içinizde oluşturduğunuz zaman aşmaya çalışacağınız paradosklar da oluşmaz. Zira, bireysel özgürlük için de ego zaten gerekli bir unsur. Egosuz bir insan düşünülemez. Ama ego “tü kaka” bir olgu değil. Bunun anlaşılması, kabul edilmesi gerekir ki, eğitilebilsin.


Tamda bu aşamada yaşamı; çatışma, kavga, itiş kakış, kaos, yenme ve yenilme ilkelliğine indirgeyen egemen düzenlerin sanat - sizin deyiminizle insani yetenekler vasıtasıyla değişebilmesi için yeterli irade var mıdır, insanlar bu karmaşada kaybolup gidiyorlar mı?


Tabi ki var. İlk andan beri bunu söylüyorum. Hiçbir beyin diğerinden üstün değil. Tek fark, beyin kaslarını geliştirmek. Bir spor salonuna gidip kol bacak kaslarını geliştirmek gibi.


Beynin de kaslardan oluştuğunu bilmiyor muyuz? Formül de basit, kendi kapının önüne bak, en iyi temizleyici ol, daha iyi kapı nasıl yapabilirim de. Komşuya baktığın anda kaos yaşamaya başlarsın. Taklit etmeye başlarsın, eleştirmeye başlarsın, kıyaslamaya başlarsın, böbürlenmeye veya aşağılık hissetmeye başlarsın, dikta etmeye veya dikta edilmeye başlarsın. Komşun sadece çayını içip hoş sohbet ettiğin olmalı. O zaman, evini bilir kaybolmasın.


Teşekkür ederim.







Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol