DİYALOG MÜZESİ

ESEN KUNT İLE

415. DİYALOG: ONLİNE DENEYİM



Bölümünüzle ilgili başlayalım, dilerseniz?

Tabi ki ben sinema üzerine doktora yapıyorum ve "sinema üzerine çalışan akademisyen olarak hayatımın merkezinde hep sinema ve edebiyat var" diyebilirim.

Diyaloglarımızda en son, biribirinden habersiz iki yaşayan karakterin "günde ne kadar çalışıyorsunuz" sorusuna verdikleri yanıtları birleştirerek tek kurguya dönüştürmüştük. Belki ilginizi çekmiş olabilir.

Bu tür çalışma örneklerinin sanatta -özellikle sinema sanatında yeri nedir?


Aklıma şu anda üzerine çok fazla kafa yorduğum için "Kara Kitaptaki Galip"  ve "Celal Salik" karakterleri geldi. Yer yer romanda  Orhan Pamuk postmodern edebiyatın verdiği tüm üstkurmaca  oyunlarını kullanarak aslında hikayelerden örülü bir evren oluşturur ve burada Celal Salik karakterini roman boyunca hiç görmeyiz ama yazılarından, anlattığı hikayelerinden Pamuk onu bir kağıttan karaktere dönüştürür zaten, burdaki bir öykü de sonrasında Gizli Yüz filmine dönüşür.

Hikayenin öne çıkması / çıkarılması çabası ile ilgili sizin görüşünüz nedir?

Hikaye  hem edebiyatta hem sinemada aslı unsurlardan biridir. Bazen bir cümleyle dalıverirsiniz bir hikayenin içine sizi sürükleyebilmesi merak ettirmesi önemli. En güzel hikayelerden kurulu evren "Binbir Gece Masallarıdır".

Hayatın anlamı diyebiliriz hikaye için ama karakterler, mekan ve zamanla birlikte şekillenen güçlenen bir evren olduğunu unutmayalım. Aslında Burada Benjamin'i anmak isterim. Romalaılar için metnin anlamının örmek olduğunu söyler. Yazarak oluşturduğumuz hikayelerin hepsiyle aslında montajlardan ördüğümüz dokuduğumuz bir dünya yaratırız. O nedenle Sevim Burak'ı çok severim. yazarken terzilikten geldiği için metinlerini hep perdelere çengelliiğnelerle asarak montajlar, kurgular hlkaye evrenini böyle yaratır.

Bahsini ettiğim 24 -18 kurgumuzda birisi sinema yönetmeni diğeri oyuncu iki kadın karakter bir günlerini nasıl geçirdiklerini aktarırken bir yandan da kendi titizliklerinden şikayet ediyorlardular.

Yaşanan gerçekte karakter kendisini zorlayarak mı hikayeyi zorlayarak mı kalıcı kurgular oluşturur?


"Hem sinemada hem edebiyatta yazan kişi tarafından iyi yansıtılmış olması ona ruh veren oyuncunun şimdiye kadar role yansıttıkları, ne kadar özveri ve tutkuyla bunu yansıttığı, adanmışlığı, tüm biriktirdikleri. ve bize ne kadar geçebildiği" diyebilirim.

Belli başlı karakterlerin olması; aşık, kavgacı, savaşcı, hırslı, kahraman, kirli, dağınık v.s. ile masalların da ortak hikayelerinin olması sizin de ilginizi çeker mi ve sanatın burada rolü nedir yani kurgudan ne anlamalıyız; var olan mı, tasarlanan mı?




Tabiki Odyseusi Homeros  ya  da Hüsnü Aşk gibi çok temel Batı ve Doğu metinlerindeki temel hikaye evrenine bakıldığında şunu görürüz. Antagonist ve pratogonist iyi ve kötü karşıtlığı her zaman mevcuttur bir kahramanla bilrikte hikaye bizi bir yolduluğa çıkarır çeşitli tehlikerin ardından da sevdiğine kavuşur ve hikaye sonlanır. Tabi ki geçer . O nedenle klasik hikayelerin, masalların sürekli ve sürekli uyarlandığını ya da postmodern anlatılar içinde yeniden karşımıza çıktığını görüyoruz.

Bir hikayede Dante'nin Cehennemi ile karşılaşmanız ya da Kara Kitapta aslında... Galip'in Rüya'yı arayışının altında yatan temel metin Hüsnü Aşk değil midir ya da James Joyce'un yazdığı Ulyses aslında arkasında bir destan yok mudur? Sanatın mimetik doğasını unutmayalım. Sanat hep taklit eder ve onu yeniden inşa eder.

Sizin "aktarım" kavramından anladığınız ve anlatmak istediğiniz nedir?

Sizi etkileyen bir gerçekliğin, duygunun, bir kişinin, belki bir fotoğrafın sizin evreninizde kurgusal bir evrene dönüşme hali ve o fotoğraftan ya da etkilendiğinizden şeyden - bir filmden, anlamsız bir yeşil kalemden etkilenerek yazdıklarınızın ya da filme çektiklerinizin sizin hissettiğiniz duyguyla okura ve seyirciye bulaşma hali.

Bu durumda kurgu "zaten var olandan" kaynaklanır / kaynaklanmalıdır varsayımı ile "kurgu" kelimesinin kendisi çelişiyor mu, çelişmiyorsa hangi nedenlerden ötürü?

Sanat tam da böyle bir şey mi zaten...


Kurmak. Sanatın doğasını sorguladığımızda Aristoteles'in düşüncelerini hatırlayalım, "sanatın mimesis olduğunu yani doğaya öykünmek olduğunu" söyler. Evet, varolan bir şeyden hareket ediyoruz ama işte sanat tam burda devreye giriyor. Siz bunu kendi evreninizde yeniden başka bir şeye dönüştürüyorsunuz. Birileri yaptığınız o şeyden etkileniyor. Sanat sürekli bir etkilenme hali ve hep bir düşünme hali. Deleuze'u hatırlayacak olursak "sanat aslında oluşun, hayatın bizatihi kendisi" bence...

Ülke bazında evrensel sanata genel bakışımız ve katkılarımızla ilgili nelere değinmek istersiniz?

Minör sanat alanında -hem edebiyatta, sinema ve güncel sanat içinde çok iyi çok yaratıcı çalışmaları görmek beni umutlandırıyor. Zizek'in dediği gibi "bir toplumu gerçekten anlamak için onun romanına, sanatına bakma" düşüncesi çok doğru.

Reha Erdem yurtdışında farklı sürreal anlatılarla bezeli filmeriyle çok başarılı bulduğum bir yönetmen ve çağdaş sanat içinde çok üretici zihinler, çok iyi sergiler yapıyorlar. Bunlardan en son gittiğim Tezer Özlü üzerineydi. Yeni medya ve roman arasında kurulan çok ilginç etkileşimleri görmek sizin de zihninizi açıyor. Bu isimler ve çalışmaları gerçekten evrensel sanata dokunan başarılı işler.

Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Onur Ünlü, Emin Alper sinemada çok iyi işler yapıyorlar. Ama edebiyat ve tüm sanatlarda eril sesin yanında dişil olanın daha fazla duyulmasına ihtiyaç var. Kadın yazar, yönetmenler ve sanatçılar olarak daha çok üreterek daha evrensel anlamda görünür olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Biz platformlar bütünümüzde sürekli vurgu yaparak tüm sanatçı arkadaşlarımızdan özellikle iki temel unsura dikkat çekiyoruz:

1. Kadının yükseltilmesi,
2. Bağımlılıklardan kurtarma.

Takip ettiğimiz tüm sanat etkileşimlerinde özellikle uluslararasında bunu görüyoruz. Ödüllendirmelerin de önemli kriterlerindendir bu esaslar, bizim tespitlerimize göre.

Bir başka soruya geçersek, sizce akademinin özgürlüğü nasıl sağlanabilir?

Daha önceki sorunuzdaki evrensel değerler kavramının önemli olduğunu düşünüyorum. Evrensel değerlere göre üreterek, disipline etmeye çalışmadan özgür düşünmeye izin vererek, tartışarak, sorgulayarak, eleştirel düşünerek, farklı düşüncelere önyargıyla yaklamaşmadan saygılı olarak...

Kendi içinde bulunduğunuz Akademi özelinden devam edersek, hangi aşamadayız?

Sanatın iyileştirici gücüne inanıyorum . Üreterek, çalışarak, yazarak tartışarak varolmamız gerektiğine inanıyorum.

Bu aşamada biraz cesarete ihtiyaç duyuyorsunuz sanırım. "Daha önce katılan hiçbir akademisyenimizin başı derde girmedi hatta önleri açıldı" diyorum

Bunlar çevremde hep tekrar ettiğimiz cümleler. Benim hayata bakışımda böyle diyebilirim. Yazarak varolmaktan asla vazgeçmeme hali

Çalışma alanınızdan ve gelecek planlarınızdan bahsetmek ister misiniz?

Teşekkür ederim sorduğunuz için. Şu anda bitirmeye çalıştığım bir doktora tezim var: "Deleuzyen Zaman İmge Bağlamında Ulusal Geçmişin İnşası", ciddi olarak zamanımı alıyor. Onun dışında, özellikle film okuma atölyeleri üzerine çalışıyorum.

Edebiyattan Sinemaya uyarlama metinler üzerine çalışıyorum.

Çeşitli edebiyat dergilerine yazıyorum ağırlıklı olarak öykü,ve sinema kritikleri.

Bir de bu yıl sonuna kadar bitirmeyi planladığım yaklaşık 4 yıldır üzerinde çalıştığım bir romanım var ve bir de belgesel projesi...  O da Sevim Burak üzerine olacak. Oldukça yoğun bir gündem diyelim ama üretmek güzeldir.

Geçmişe dair inşaa fikirleri sürekli takıntılı olduğum konuların başında gelir ? Geleceği inşaa etmek varken neden geçmişi inşaya enerji harcarız,

-Film Okuma Atölyeleri ile ilgili detay verirseniz seviniriz,

-Sevim Burak Belgeseli, ve mümkünse

-Tezinizden küçük bir kesit rica ediyorum..?


Evet, benim de takıntılı olduğum bir konu ama geçmişi anlamadan da geleceği inşa etmemiz de zor gibi sanki.

Film Okuma atölyelerini geçtiğimiz Aralık ayında Spod'ta gerçekleştirdik, 4 hafta sürdü. Edebiyattan sinemaya Queer Filmlerin analizini yaptık. Danimarkalı Kız, Virginia Woolf'un Orlando'su  ve Patricia Highsmith'in takma isimle yazdığı ve geçen sene sinemaya uyarlana Carol filmlerini irdeledik.

Şu sıra yeni bir atölye projesi var. Bu sefer yine edebiyattan sinemaya labirent imgesinin peşinden gitmeyi  planlıyoruz, henüz proje aşamasında. Sevim Burak belgeseli de bir anlamda hem romanın içinden hem de ben "Sabancı Ünivesirtesi Toplumsal Cinsiyet Forumu Cins" adımlar ekibinde Sevim Burak ve Baylan durağını anlatıyorum ordan doğdu. Şu anda Sevim Burak'ın metinleri üzerinde çalışıyorum. Sahibinin Sesi, hatta Afrika Dansı' kitabında Foto Febüs öyküsünde geçen Foto Febüsle ilgili ciddi araştırma kısmındayız. Seneye çekimlere başlamayı planlıyoruz. Tezim de illk  bölümünde Deleuze'un zaman imge teorisi be Kristal imge teorisini ortaya koyarken fazlasıyla etkilendiği edebiyatçıların çalışmalarını açtım.  

Benjamin, Borges, Proust, Joyce gibi 2. Bölümde ulusal geçmişin inşasını Kent üzerinden ele alıyorum.

Kent labirenti bir kaleydoskoptan yansıyan fantazmogori evreni olarak “unutulmuş geçmişi” kent nesneleri üzerinden diyalektik bir rüya evreni gibi sunar. Geçmiş bu kent labirenti için adeta bir mozaik gibi kazınmayaı uyandırılmayı bekleyen uçucu bir imgedir. Benjamin de kendi kuşağının  bir rüya fetişcisi, “kent peyzajcısı”( Benjamin) olarak kent labirentinin enkazlarına sıkışmış geçmişin fosilleşmiş izlerinin kökensel olarak peşine düşen bir gezgin adeta bir Flaneur’dür.  Çağdaş şehrin altına gömülü ideal bir geçmiş yoktur sadece anlar vardır.

Bu da tezden bir kesit Benjamin bölümünden.

Katkınız için teşekkür eder, akademik ve sanat yaşamınızda başarılar dilerim.

Sevgi ile...


Ben teşekkür ederim bu güzel sorular için. Online olarak gerçekleştirilen oldukça farklı bir söyleşi deneyimiydi benim için de.

Size de kolaylıklar dilerim...




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol