DİYALOG MÜZESİ

HÜSEYİN AKSU İLE



464. DİYALOG: ÖZGÜR DÜNYA

KARMAŞIK KURGU


Özgür Dünya' dan bahsetmek ister misiniz?
Diyalog Sanat


Özgür Dünya, yapay zekaya sahip üç boyutlu bir bilgisayar oyunu, bu oyunu yapan bir adam ve kızının oyun merkezli hayatını anlatıyor. Filmin konusunda e-spor içeriği de bulunmakta ve yapılan oyun turnuvasını kazanmaya çalışan bir grup arkadaşın hikayesi de görülmekte.

Sanat yapılırken güncel istek ve beklentilerin çekiminden kurtulmak için sanatçı, nasıl bir yol izlemelidir?

"Sanat yapılırken güncel istek ve beklentilerin çekiminden kurtulmak" ifadesi bence çok yanlış. Zira, sanatçı içinde bulunduğu dönem ve toplumun istek ve gereksinimlerini irdelemeli,  değerlendirmeli ve bu konular üzerine sanatını oluşturmalıdır. Buna şöyle bir örnek verebilirim: Dostoyevski Suç ve Ceza' yı günümüzde yazsa bence - asla, bu kadar popüler olamazdı. Çünkü günümüz gerçeklerine uymuyor, ama yazıldığı dönemi bence çok güzel anlatıyor. Yazar yaşadığı dönemin insanlarına uygun hikayeler yazmış.


Bu durumda, ülke gerçeklerinden hareketle sanat yaparken nelere dikkat edersiniz?


Ülke gerçekleri derken siyasi gerçeklerden yana bir şey yapmam, çünkü bunun insanı yozlaştırdığına inanıyorum. Ama insanların değişen ve gün geçtikçe ayrıma düşen hayatlarını dikkate alıyorum. Mesela şimdi yaptığımız bir komedi filmi var, komedi olmasına rağmen ana karakterimiz aslında yalnız bir karakter. Toplumdan ayrı, hepimiz gibi


Televizyon ekranlarını işgal eden şiddet sarmalından daha ne süre çıkamayacağız, komedi ile travmalarımızdan kurtulabilir miyiz?


Ben, insanoğlunun genetik olarak zaten şiddete meyilli olduğu kanaatindeyim.  O yüzden şiddet içerikli dizi ve filmler her zaman olacaktır. Önemli olan, projelerde şiddeti uygulayan kişinin kahraman yapılmaması. Evet, şiddet vardır ama bunu yapan kötüdür denebilmesi. Birde, tv’ deki dizilerde şiddetin çok fazla olması bence ayrı bir sorun, çünkü her yaştan izleyici izliyor. Oraya bir toparlanma şart.


Komedi filmleri aslında uyuşturucu gibi. Aldığınız anda size tüm dertlerinizi unutturuyor. Gülüyor, hoşlanıyorsunuz ama bitince tüm gerçekleri geri hatırlıyorsunuz. Yani komedi travmalarımıza çözüm olamaz bence. İzleyip, gülüp geçeceğiz.



Geçicilik - popülarite ve kalıcılık ayrımına gelmişken; bilgisayar oyunları sektörünün sinemayı ekonomik geride bıraktığı konuşuluyor, yazılıyor. Özgür Dünya' nın farkı nedir?


Çok büyük bir sektör bilgisayar oyunları ve her geçen gün artıyor. Benim 60 yaşındaki babam bile artık bilgisayar oyunu oynuyor. Bu yüzden ilerlemeye devam edecek bir sektör.
Bunun  dışında henüz ülkemizde olmasada, dünyada yapılan filmlerde artık o kadar çok anime varki, film mi izliyorsunuz yoksa bilgisayar oyunumu belli değil. Buna karşıt öyle oyunlar varki sinema filmi gibi. İkisi arasındaki çizgi her geçen gün azalıyor. Dolayısı ile bu gelişmeleri görmezden gelemeyiz.
Özgür Dünya'nın farkı bu iki dev sektörü bir araya getiren ülkemizdeki ilk film olması. Hatta konu olarak buna benzer dünyada da bir film görmedim. Ama bu iki sektörün daha çok iç içe gireceğine ve birbirine destek olacağına inanıyorum. Yükseliş birlikte olacak bence.

Senaryonun olmazsa olmazı karşıtlık kurguları ile bir dönem öne çıkan oyuncuya senaryo yazma akımını sormak isterim, evrensel sinemada Oskarların etkisi sizce nedir?


Valla, sorunun ilk kısmını pek anlayamadım ama Oscar konusunda benim fikrim şudur: Kimi film yapımcıları sırf Oscarda başarı getirecek türde filmler yaparken kimileri de Oscarı boş verip “biz, iyi dediğimiz filmleri yapalım” diyor. Çünkü Oscar almış veya aday olmuş birçok filme bakıyorsunuz aslında kötü ama, birileri beğeniyor. Çok iyi filmlerde hiç aday bile olamıyor bazen. Arada bir skandal durumlarda oluyor. Siyasiler ile ilgili olmuştu meselâ. Ülkemizde de buna benzer ödül törenleri var ve bir bakıyorsunuz ki ödüller hep tanıdıklara gidiyor. Bence Oscarda da vardır bu. Sonuç olarak sinemaya etkisi vardır bu ödülün, ama bence gittikçe azalan bir etki.


Ülke sinemamızın daha iyi bir yere gelebilmesi için aşılması gereken engeller nelerdir?


Ayrıca; "Türk aydını dediğiniz kişi batının manevi ajanıdır" Atilla İLHAN paylaşımınızın amacı nedir?


Ülke sinemasının daha iyi bir yere gelmesi için aynı tip filmleri bırakmamız gerekiyor. Ülkemizde komedi, aşk ve kötü korku filmleri dışında pek film yok malesef. Dizilerde aksiyonu seviyoruz ama sinemada yok. Aksiyon filmi saysak birkaç tane. Polisiye gerilim yok. Gerçekten iyi dram filmleri yine birkaç tane. Korku filmlerinde ise cine, periye takmış durumdayız. Standart kalıplarımız var ve bunun  dışına çıkmıyoruz. Bunun nedenide yapımcıların gişede başarı garantisi olan işlere yönelmesi. Risk alıp farklı işler yapan yok gibi. Mesela Özcan Deniz yaptı, geçen yıl Öteki Taraf diye… Uyarlama bir hikayeydi ama farklıydı. Böyle farklı şeyler şart. Özgür Dünya bu farklılığa iyi bir adım olacak bence.


“Türk aydını dediğiniz kişi batının manevi ajanıdır" böyle bir paylaşım yaptığımı hatırlamıyorum. Ama burada aydın tanımını doğru yapmamız gerek.

Kime, neye göre aydın. Her profesörü veya her tv’ ye çıkıp bir şeyler anlatanı aydın kabul edeceksek  bence sorun oluşur. Bana göre, aydın dediğimiz insan her koşulda ülkesini, milletini değerlerini savunmayı bilen ve eleştireceği zamanda gerçekten yapıcı eleştiriler yapan kişilerdir. Bunların dışındakiler pek aydın değil.


Ülkemizde, değerlerimizde hatta geleneğimizde yanlışlıklar varsa savunmak ne kadar doğrudur, aydınlanmadan siz ne anlıyorsunuz?


Doğrudur, ülkemizde sorunlar yanlışlar vardır ama bunları yine ülkemizin doğruları ile düzeltmek gerekir. Batının ne olduğu belli olmayan içeriği ile değil. İşte bunu görüp bize çözüm üreten insanlar bence yeterince aydındır.


Aydınlanma, popülarite, güncel istekler, geleceğin sanatı ve karşıtlık senaryoları gibi konularda çelişkiye düştük ama bu, diyaloğumuzu sonlandıracağımız anlamına gelmiyor.
Burada olup bitenden devam edersek; evrensel anlamda kitleleri temsil eden veya onlar adına fikir beyan eden, öne çıkanlar ne kadar güvenilirdir ve sizce 19. yüzyılın kalıplarından nasıl kurtulabiliriz?


Batı, medeniyetini oluştururken akla hayale sığmaz çok büyük acılar yaşadı. İki büyük dünya savaşını yaşadı. Bizim de altına imza attığımız kriterleri oluşturdu. Türk Devletinin Devrimcilik ilkesinin bir ayağı da bildiğiniz gibi batılılaşmadır. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Devleti batının manevi ajanı mı oluyor?
İnsanlık, tarihi boyunca edindiği tecrübelerden yararlanarak kriterler oluşturmuş ve bu kriterler doğrultusunda uluslararası örgütlenmelere giderek her geçen gün geleceği kuruyorsa biz hâlâ kendi kendini yönetemeyen bir ülke dolayısıyla kültür bütünü müyüz?


Bu konuları yıllarca konuşsak maalesef sonuca eremeyiz. Zamanında konuşan insanların eremediği gibi. Çünkü pencerelerimiz ve o pencere önünde büyüttüğümüz çiçekler başka. Dolayısı ile sinema ile ilgili sorularınız varsa onlara dönelim:


Örneğin Karayip Korsanları gibi seriler sizce film midir, sinemada işlenen masal, mit, efsane yerine geleceğin dünyası denilen Quantum Çağ - Birliğin egemenliği mümkün müdür?


Nasıl olursa olsun yapılan her proje bir filmdir. Önemli olan ona ilgi gösteren kitleyi memnun edip edememesi. Bir düşüncem vardır, ne kadar kötü olursa olsun her film bir kez izlenmeyi hak eder. Çünkü yazarından, yönetmenin den, oyuncusuna emek vardır.


Umarım Özgür Dünya hakettiği izleyicisine ulaşır.
Bir tablo yapan ressamla, 60 bin kişiye kadar kadro barındıran sinema sanatı arasındaki farklar nelerdir, resimle aranız nasıl?


Resimle aram yok... Gördüğümde hoşuma giden tablolar olur. Aralarındaki fark bence, resmi sadece ressam yapar ve sadece onun fikrini hikayesini görürsünüz. Sinemada ise filme hayat veren kadro geniştir ve herkes o filme bir şeyler katar.


Bir kaç tablo göndersem, senarist sanatçı gözüyle gördüklerinizi yazar mısınız?


Yani denerim, ama sonuç pek iç açıcı olmayabilir









Resimleri inceledim, çokta beğendim bazılarını. Özellikle yaşlılar olanı. Ama resimlere bakınca bu konuda ne kadar bilgisiz olduğumu anladım. Yanlış yorumlarda bulunupta ressamlara ayıp etmemek adına yorup yapmamaya karar verdim.


Biz (ArtCRİTİCS) olarak on yıl kadar önce yola çıktığımızda Hollywood' un birkaç değerli isminden danışmanlık alıyorduk. İlk karşılaştığımız sorun, otoritesini tartıştırmayan çoğu devlet memurluğundan emekli sanat otoriteleriydi. Onlardan sadece bir grup Attila İlhan çevresiydi  Daha sonra Nazım Hikmet, Brecht, Ataol Behramoğlu, İskender Pala grupları gibi gruplarla karşılaşıp hayretler içinde kaldık.
Mevcut muhafazakar, baya baya ciddi İslamcı hükümet devlet kademelerinin tümünü dilediği gibi yönetmesine rağmen - açık görünen, kendilerinin de ifade ettiği gibi kültür sanat dünyasında etkisizdi hâlâ da öyle. Neredeyse üretilenlerin tamamının İslamcılıkla alakası yok.
Neyse konumuzun dışına taşmayalım  Sanatın kazanç yolu olduğunu bilen ve öncesinde medeniyetin olmazsa olmazı olduğunu kabul eden herkes bundan payını almak isteyecek bi biçimde katkı vermek isteyecektir.
Google' de "art" aradığımızda büyük çoğunlukla resim sanatı ile karşılaşıyoruz.
Siz senaristler de nokta nokta birleştirdiğiniz konuları bütünleyerek filme sebep oluyorsunuz.
Sinema sanatında egemen ve doğru görüşe göre sinemanın özü senaryodur.
Senaryo yazımıyla ilgilenen gençlerimize neler önerirsiniz?


Ben, Cem Yılmaz’ ın bir kitabında yazan bir metni okuduktan sonra yazmaya başladım. Ve herhangi bir eğitim almadan öğrendim. Bu süreçte oldukça zor oldu. Burdan senaryo yazacaklara önerim gerçekten iyi bir hikaye bulsunlar ve çokça gözlemci olsunlar.


İnternette yayımladığım konulu şiirlerim var www.sanataizin.tr.gg sizce şiire senaryo yazılabilir mi?


Şiir hiçbir zaman ilgi alanım olmadı. Belkide anlama yeteneğim olmadığı için. Kitabınıza mutlaka göz atacağım. Şiire senaryo yazılır mı? Neden olmasın. Çünkü tüm senaryolar bir cümleden oluşan bir fikirle yazılmaya başlıyor. O cümle şiirin içinden çıkarsa, neden olmasın. Tabi doğru yazarın önüne düşmeli.


Çok teşekkür ederim. Çok memnun oldum tanıştığımıza. Mutlaka inceleyeceğim. Filmimiz için iyi dilekleriniz için çok çok teşekkür ederim.




Bize gösterimle ilgili izlenimlerinizi ve katılan ünlüleri yazabilirsiniz, örneğin.


Film için gala yerine cosplay parti yapıldı. Bu partide film gösterimi yapılmadı, sadece bazı sahneler gösterildi. Filmin oyuncuları bu partideydi. Onun dışında ünlü yüzler vardı.


Öyle bir diyalog gerçekleştirelim ki Anadolu nun veya dünyanın her hangi bir ücra köşesinden bizi okuyan genç, sanatın başlıbaşına bir disiplin (alan) olduğunu anlayıp "ben de burada bulunmalıyım" coşku ve cesaretiyle yeteneklerini yoklasın ve üretmeye başlasın: yazı, şiir, resim, müzik, dans, heykel, tiyatro veya her neyse onu bulsun.


Kesinlikle bu konuda gençlere cesaret veren bir olgu olması harika olur.
Dünya Sineması denilince siz ne anlıyorsunuz, tarihinden - gelişim sürecinden, geldiği yer ve ekonomik siyasi etkilerine kadar. Bir de Robert De Niro' nun Amerikan  Başkanına ödül töreninde alenen sövmesi / sövebilmesi (fuck you Tramp) nedir?


Bence, dünya sineması bir tarafa Amerikan Sineması bir yana. Amerikan sinemasında her konu işlenebiliyor. Her tür filmin önü açık. Bir şekilde tüm dünyaya izletiyorlar filmlerini. Bunun dışındaki ülkelerde iyi filmler nadiren çıkıyor bence. Nedeni, doğru insanların sinema ile ilgili imkanlara ulaşmasının zor olması. Yani ülkemizde bir yazar, harika bir film yazıyor ama bunu yapacak yapımcıya ulaşamıyor. Yada yapımcılar sabit film türlerine takıldığı için hikayeyi beğenmiyor. Gerçekten okuyan ve okuduğunu anlayan iyi yapımcılar şart.


Bunun dışında sinemanın siyasete etkisi olduğuna ben katılmıyorum. Amerikan Başkanını sevmem. Aksine De Niro’ yu çok severim. Ama bir ünlü çıkıp böyle davranıyorsa bu yanlış. Demokrasiye inandığımızı söyleyip sonra böyle davranmak tezat. Eleştiri olabilir ama dozu yerinde olmalı. Haklıyken haksız olmak durumu bu. Beğenmiyorsalar adamı bidahakine seçmesinler…


Emek verip zaman harcarken, ürettiğinizin en iyi yerlerde değerlendirilmesini isteyeceğimizden;
İmkanınız ve yolunuz açık olsa, senaryolarınızı Hollywood' a sunabilseniz ne farkederdi, neler yazardınız?


Yeri gelmişken oradaki sistemin işleyişinden biraz bahsetmek gerekiyor sanırım: Amerikan Sinemasına göre "sinemanın özü senaryodur". Yani her şey senaryo ile başlar. Ne yönetmen, ne yıldız oyuncu, ne yapımcı ne de diğer bileşenler senaristi asla geçemez. Bu kabul görmüş ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez yasa gibidir.
Ondan sonra küresel film yapım şirketleri gelir. Bu şirketler küresellikleri sebebiyle dünyanın her yerindeki sanat aktivitelerini izler ve tüm kapıları sanata açıktır. Onlar sanattan para kazanan trilyon dolarlık çok büyük yapılardır.
Bu yapıyı bu kadar güçlü kılan kılcal damarlarına kadar yerleşik yasal kurumsallaşmalalarıdır. Anlamak için bir örneği elealalım; filmin yapımında katkıda bulunan herkesin filmden alacağı süresiz (film kazandırdığı müddetçe) yüzdelikler belli ve %0.02' ye kadar gelişmiştir.
Bir senarist tek başına çalışmayıp mutlaka bir ekibi / şirketi vardır.
Star Wars' un son filminde bu yapıdan pay / yüzdelik alan insan sayısı 60.000' dir.
Böylesi devasa bir yapılanmaya hazır mıyız, bizim sanatçılarımız da buraya katılabilirler mi?


Amerika’ daki film yapım mantığı bize uygun değil. Çünkü ülkemizde senaryo yazarları pek değer görmüyor, değer görebilmeleri için kendilerini çok ciddi kanıtlamaları gerek. Bunu yapanda az. Artık senaryoları o filmde oynayanlar yazıyor veya başkasına yazdırıp kendi yazmış gibi lanse ediyor.


Bir filmin her şeyi olma konusuna gelince, bunu başaranlar var... Bu yolla güzel filmler çıktı, ama doğru değil bence. Çünkü farklı fikirler izleyiciye sunulan işi geliştirir.  O yüzden herkes işini yapsa daha güzel olabilir.











Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol