KUT TUNCAY İLE
Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz.
Birim Fiyatı: €420
05 Eylül 2025
Erkan YAZARGAN
---------------------------
Kut Tuncay ve Erkan Yazargan arasında geçen diyalog, on bölümden oluşan kapsamlı bir sohbeti içeriyor. Bu sohbet, güncel sanattan sanatçının toplumdaki yerine, sanat dünyasının iç dinamiklerinden kültürel ve ideolojik meselelere kadar birçok konuyu ele alıyor. Diyaloğu her bölüm özelinde detaylı bir şekilde inceleyelim.
Bölüm 1: Diyalog Başlangıcı ve Sanatçının Yaklaşımı
Diyaloğun ilk bölümü, sohbetin genel çerçevesini belirliyor. Diyalog sanatının önemine vurgu yaparak başlıyor ve Kut Tuncay'ın sanal ortamlara bakışını, sanatsal üretimini ve sağlık durumuyla ilgili yaşadıklarını öğrenmeye çalışıyor.
*Samimiyet Vurgusu: Kut Tuncay, sanal veya reel her ortamda samimiyetin ve konunun önemine değiniyor. Bu, sanatın iletişimdeki temel değerini vurgulayan bir bakış açısı sunuyor.
*"Nekahat" ve Sanatsal Üretim: Tuncay, sağlık sorunlarından (trombosit ameliyatı) yeni çıktığını ve bu yüzden ağırlıklı olarak resim yaptığını, heykel gibi diğer plastik sanatlara henüz geçemediğini belirtiyor. Bu, bir sanatçının üretkenliğinin kişisel yaşam koşullarından nasıl etkilenebileceğini gösteriyor.
*Sanat Eğitimi: Tuncay, İbrahim Çallı'dan bahsederken onun pedagojik formasyonundan ziyade misyonunu önemsediğini söylüyor. Bu, sanat eğitiminde teknik bilgiden çok, sanatsal bir duruşun ve mirasın taşıyıcılığının önemine işaret ediyor.
*Özgünlük ve Referanslar: Tuncay, Orhan Peker ve Füreyya Koral gibi isimlerle çalıştığını ancak Abidin Dino gibi bir taşıyıcı olamadığını belirtiyor. Bu, sanatçının kendi sanatsal kimliğini oluştururken etkilendiği isimleri ve kendini nerede konumlandırdığını net bir şekilde gösteriyor.
Bölüm 2: Sanatın İdeolojisi ve Kurumsallaşması
Bu bölümde, sanatın ideolojik boyutu, sanatçının statüsü ve sanata verilen kurumsal destekler tartışılıyor.
*İdeolojik Sanat: Tuncay, sanatın bir dışavurum biçimi estetiği olduğu için ideolojik olabileceğini kabul ediyor. Ancak ideal olarak sanatın steril ve nötr olması gerektiğini, aksi halde politik mesajlarla kirleneceğini düşünüyor. Bu, sanatın tarafsızlık ve ifade özgürlüğü arasındaki hassas dengeye dair bir bakış açısı sunuyor.
*"Memurdan Sanatçı Olmaz": Tuncay, sanatın doğasının muhalefet olduğunu, bu nedenle memuriyet sistemine entegre edilemeyeceğini savunuyor. Bu, yaratıcılık ve bürokrasi arasındaki temel çatışmayı vurguluyor.
*Kurumsal Destek: Borusan, Sabancı gibi kurumların sanata yaptığı yatırımları olumlu bulsa da, bu yatırımların vergi indirimi gibi ticari kaygılarla yapıldığını ve isimlendirmelerin bazen sanatın ruhuna uygun olmadığını ima ediyor. Bu, sanatın finansmanında ticari motivasyonların rolüne dair eleştirel bir yaklaşım sergiliyor.
Bölüm 3: "Titr ile Cür'et" ve Gelişim Sorunsalı
Bu bölüm, Türk sanat dünyasındaki gelişim algısı ve sanatçıların karşılaştığı zorluklar üzerine odaklanıyor.
*Gelişim İllüzyonu: Tuncay, 2000 yılından beri Türkiye'deki sanat camiasında gerçek bir gelişim göremediğini ve bu kelimeyi anlamlandıracak bir aksiyonun olmadığını iddia ediyor. Bu, Türk sanat ortamına dair karamsar ve eleştirel bir tablo çiziyor.
*"Cehalet ve Titr": Diyalogdaki en çarpıcı noktalardan biri, Tuncay'ın titr ile cüret almış cehaleti eleştirmesi. İskender Pala örneği üzerinden, akademik unvanların bile sanatsal konulardaki hataları mazur gösteremeyeceğini savunuyor. Bu, uzmanlık alanlarındaki sığlık ve kibir sorununu sert bir dille ortaya koyuyor.
Bölüm 4: Televizyon ve Sanata Katkıları
Bu bölümde, televizyon kanallarının sanata olan ilgisizliği ve sanat programlarının niteliği tartışılıyor.
*Kalitesizleştirme ve İlgisizleştirme: Tuncay, ulusal TV kanallarının sanata katkıdan ziyade kalitesizleştirdiğini ve ilgisizleştirdiğini öne sürüyor. Reklam odaklı yapımların sanatın derinliğini yansıtamadığını belirtiyor.
*Eleştirel Bakış: Tuncay, İran'daki sanat programlarının bile Türkiye'den daha fazla olduğunu, Fazıl Say gibi sanatçıların programlarının yapılmaktan korkulduğunu ve sanatın müzayede reklamlarına indirgendiğini ifade ediyor. Bu, ana akım medyanın sanata ticari bir gözle baktığına dair güçlü bir eleştiri sunuyor.
Bölüm 5: Sanatta Süreklilik ve Emeklilik
Bu bölüm, bir sanatçının yaşam boyu üretkenliği ve emeklilik kavramı üzerine kurulu.
*Emekli Sanatçı Olur mu?: Tuncay, eğer bir kişi gerçek bir sanatçıysa, emeklilik diye bir sınırın olamayacağını savunuyor. Kendi hayatından örnek vererek, sağlığı elverdikçe üretmeye devam edeceğini söylüyor. Bu, sanatın bir meslekten ziyade bir yaşam biçimi olduğuna dair güçlü bir inancı yansıtıyor.
*"Durgun Dönemler": Tuncay, memuriyet gibi zorunlu işlerin sanatçının içini köreltebileceğini ve bu tür mesleklerde çalışan sanatçılarda durgun dönemlerin yaşanabileceğini belirtiyor.
Bölüm 6: Detay ve Gerçeküstücülük
Bu bölümde, sanatın teknik yönleri, özellikle de detay ve Gerçeküstücülük (Uberrealistch) ekolü ele alınıyor.
*Detayın Önemi: Tuncay, Descartes'in "bütün, detayda gizli bekler" sözüne atıfta bulunarak, detayın her aşamada dikkate alınması gerektiğini savunuyor. Kendi sanat ekolü olan Gerçeküstücülükte ise detayın ana temayı bile gölgede bırakabileceğini belirtiyor.
*Ekol ve Felsefe: Tuncay, Gerçeküstücülüğün (Uberrealismus) sadece teknik bir yaklaşım olmadığını, aynı zamanda felsefi bir temeli olduğunu (gerçeği tüm boyutlarında tekrar etme ilkesi) anlatıyor. Bu, sanat ve felsefenin nasıl iç içe geçebileceğine dair bir örnek sunuyor.
Bölüm 7: Gelenek ve Kültür
Bu bölümde, geleneksel sanatların ve kültürün günümüzdeki yeri ve korunması gerektiği tartışılıyor.
*Gelenek ve Kimlik: Tuncay, globalleşen dünyada öz kültürlerin korunmasının son derece önemli olduğunu vurguluyor. Geleneksel sanatların ve dilin doğru bir şekilde canlandırılmasının toplumsal erozyonu önleyeceğini savunuyor.
* Sanatın Birleştirici Gücü: Sanatın farklı kültürleri ve sınıfları bir arada tutan bir tutkal işlevi gördüğünü, devletlerin sanatı komşularla köprü kurmak için kullanması gerektiğini belirtiyor.
Bölüm 8: "Yaşayan Değerler" ve Güzellik Algısı
Bu bölüm, kalıcılık ve gerçeklikten kopmadan eser üretebilmenin önemini vurguluyor.
* "Yaşayan Değer" Tanımı: Tuncay, "yaşayan değer"in, yaşamı ve bıraktığı izlerle topluma yön gösteren, tarafsızlığını koruyabilen insanlar olduğunu söylüyor. Orhan Pamuk'un Nobel'li olsa da Yaşar Kemal'in kalıcılığını örnek göstererek, başarı kriterini tanınmışlıktan çok iz bırakmaya dayandırıyor.
* Güzellik ve Sanat: Tuncay, güzelliği kediler üzerinden anlatıyor ve bu estetiğin eski çağlardan günümüze nasıl bir ilham kaynağı olduğunu ifade ediyor. Kendi kedilerinin bile sanatında bir model ve ilham kaynağı olduğunu belirtiyor.
Bölüm 9: Kadın ve Sanat
Bu bölümde, sanatın kadını neden öne çıkardığı ve güçlendirdiği sorularına cevap aranıyor.
* Kapitalizm ve Kadın Figürü: Tuncay, kadın figürünün sanatta öne çıkarılmasını kapitalizmin bir aracı olarak görüyor. Kadının hedef kitle olması nedeniyle moda ve kozmetik endüstrilerinin sanatı kullandığını savunuyor.
* Kadına Güç Kazandırmıyor: Tuncay, kadının sanatta kullanımının ona güç kazandırdığı fikrine karşı çıkıyor ve bu konunun daha derinlemesine tartışılması gerektiğini belirtiyor.
Bölüm 10: OSCAR ve Sanatçı Kıskançlığı
Diyaloğun son bölümü, Oscar ödülleri ve sanat camiasındaki kıskançlık sorunsalı üzerine kurulu.
* Oscar'a Eleştirel Yaklaşım: Tuncay, Oscar'ın en büyük ve organize bir etkinlik olduğunu kabul etse de, "önemli" kategorisinde ilk sırayı veremeyeceğini söylüyor. Değerlendirmelerinin objektif olmadığını ve sembolizminin abartıldığını düşünüyor.
* Cehalet ve Kıskançlık: Oscar'ı küçümseyen sanatçıları cehaletle itham ediyor. Bu tür bir yaklaşımın "kedi-ciğer-murda"r hikayesine benzediğini ve hasetin bir sonucu olduğunu savunuyor.
* Eleştiri ve Alternatif: Tuncay, eleştirinin mutlaka bir alternatif model önerisiyle birlikte yapılması gerektiğini, aksi halde dedikodudan öteye geçemeyeceğini vurguluyor. Bu, üretken bir eleştirel duruşun temelini oluşturuyor.
Diyaloğun genelinde, Kut Tuncay, sanatın farklı katmanlarına dair kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak hem eleştirel hem de samimi bir duruş sergiliyor. Sanatın ticari kaygılardan, ideolojik baskılardan ve cehaletten uzak, saf ve üretken bir alan olması gerektiği mesajını veriyor. Siz ise sorularıyla bu konuları derinleştirmeye çalışarak, diyalogun akışını başarılı bir şekilde yönetiyor.
BÜTÜN
Kut Tuncay ve Erkan Yazargan arasındaki diyalog, sanat ve sanatçılık kavramlarına dair geniş bir yelpazede derinlemesine bir analiz sunuyor. Bölümlerin bütüncül bir bakışla değerlendirilmesi, belirli sonuçlara ulaşmamızı ve sanat kavramlarını belirli bir hiyerarşi içinde sıralamamızı sağlıyor.
Diyalogdan Çıkan Temel Sonuçlar
Diyalogun tamamını göz önünde bulundurduğumuzda, Kut Tuncay'ın sanat ve sanatçılık anlayışının ana hatları belirginleşiyor.
* Sanatçının Samimiyeti ve Özgünlüğü: Tuncay'ın sanata yaklaşımının merkezinde samimiyet ve özgünlük yer alıyor. Sanal ya da gerçek fark etmeksizin, bir eserin veya diyaloğun değerini belirleyen temel unsurun samimiyet olduğunu vurguluyor. Sanatçının kendi misyonunu belirlemesi ve taşıyıcısı olduğu değerlere sadık kalması, taklitçilikten uzak durması gerektiğini savunuyor.
* Sanatın Bağımsızlığı ve Muhalif Duruşu: Sanatın ideolojilerden, politik baskılardan ve kurumsal dayatmalardan bağımsız olması gerektiği, diyaloğun en güçlü mesajlarından biri. Tuncay, sanatın doğasının muhalefet olduğunu, bu nedenle memuriyet gibi sistemlere entegre olamayacağını belirtiyor. Sanatın ancak steril bir ortamda gerçek değerine ulaşabileceğini düşünüyor.
* Cehalet ve Kibir Eleştirisi: Diyalog, Tuncay'ın "titr ile cüret almış cehalet" eleştirisiyle öne çıkıyor. Sanat dünyasındaki profesyonel ve akademik unvanların, sanatsal anlayış ve bilgi eksikliğini maskelediği görüşünü savunuyor. Eleştiriyi "dedikodu" olmaktan çıkaracak tek şeyin, eleştiriyle birlikte sunulan alternatif çözüm önerileri olduğunu belirtiyor.
* Sürekli Üretim ve Tutku: Tuncay'a göre gerçek bir sanatçı emekli olamaz. Sanat, bir meslekten ziyade yaşam boyu süren bir tutku ve içgüdüdür. Sağlık sorunları bile olsa, bu içgüdünün durdurulamayacağını kendi hayatından örneklerle anlatıyor. Bu, sanatın bir varoluş biçimi olduğu sonucunu doğuruyor.
* Gelenek ve Kültürün Önemi: Globalleşen dünyada, yerel kültürlerin ve geleneksel sanatların korunması gerektiğini savunuyor. Tuncat, sanatın toplumu bir arada tutan bir tutkal işlevi gördüğünü ve devletlerin bu kültürel mirası korumak için çaba sarf etmesi gerektiğini vurguluyor.
Sanat Kavramlarının Hiyerarşik Sıralaması
Diyalogun bütünlüğünden yola çıkarak, Kut Tuncay'ın sanat kavramlarına verdiği öncelikleri bir hiyerarşiyle şu şekilde sıralayabiliriz:
* Samimiyet ve Özgünlük: Bir sanat eserinin temelinde yer alan, onu diğerlerinden ayıran ve izleyiciyle bağ kurmasını sağlayan en önemli unsur. Sanatçının kendi varoluşsal gerçeğini eserine yansıtması, her şeyden önce geliyor.
* Bağımsızlık ve Muhalif Duruş: Sanatın özgürce var olabilmesi için ideolojik, politik ve ticari baskılardan uzak durması esastır. Sanatın doğasında olan muhalif ruh, yaratıcılığın ve eleştirel düşüncenin kaynağıdır.
* Kalıcılık ve İz Bırakma: Tuncay, sanatın değerini anlık popülarite yerine kalıcılıkla ölçüyor. Yaşar Kemal örneğiyle de belirttiği gibi, bir sanatçının en büyük başarısı, zamana meydan okuyan, topluma yön veren ve unutulmaz bir miras bırakan eserler yaratabilmesidir.
* Ustalık ve Teknik Bilgi: Sanatın duygusal ve felsefi boyutlarının yanı sıra, eser üretimi için gerekli olan ustalık ve teknik bilgi de büyük önem taşıyor. Tuncay'ın kendi eserlerindeki "detay" vurgusu, sanatsal birikimin ve zanaatkârlığın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
* Kurumsal Destek ve Görünürlük: En alt seviyede ise sanatın maddi boyutları yer alıyor. Kurumsal destekler, sergiler ve medya görünürlüğü, sanatın yayılması ve sürdürülebilirliği için gerekli olsa da, bunlar sanatın özünü tanımlayan birincil unsurlar değildir. Tuncay'ın da belirttiği gibi, bu unsurlar bazen sanatın ruhuna aykırı ticari kaygıları beraberinde getirebiliyor.
Bu sıralama, Tuncay'ın sanatı bir yaşam felsefesi olarak gördüğünü ve yaratıcılığın maddi kaygılardan ve anlık beğenilerden üstün olduğunu savunduğunu gösteriyor. Diyalog, Türk sanat ortamına dair hem içten bir bakış sunuyor hem de evrensel sanat tartışmalarına önemli katkılarda bulunuyor.
Benim sizle olan diyaloğumda edindiğim Kut Tuncay'a dair bilgileri genel sanat tarihi ve eleştirisi bağlamında birleştirdiğimde ortaya çıkan değerlendirme şöyledir:
Kut Tuncay'ın Sanatsal Kimliği ve Duruşu
Kut Tuncay, diyalogdan anlaşıldığı kadarıyla, sanatını yalnızca bir meslek veya ticari faaliyet olarak değil, yaşam felsefesi olarak benimsemiş bir sanatçı figürüdür. Kendisi, sanatı modern dünyanın getirdiği yüzeysellik ve ticarileşmeden korumaya çalışan, idealist ve geleneksel değerlere bağlı bir sanatçı profilindedir.
* Evrensel ve Yerel Denge: Tuncay, sanatın evrensel dilini benimserken, geleneksel Türk sanatlarına ve kültürüne olan bağlılığını da korur. "Titr ile Cüret" bölümündeki eleştirileri ve "Gelenek" bölümündeki kültürel miras vurgusu, onun hem Batı sanat ekollerine hakim (Uberrealistch) hem de yerel değerlere sahip çıkan bir sanatçı olduğunu gösterir.
* Sanatın Ahlaki Sorumluluğu: Tuncay'a göre sanat, sadece estetik bir üretim değil, aynı zamanda ahlaki bir duruş gerektirir. "Memurdan sanatçı olmaz" ve "ideolojik sanat" tartışmaları, sanatçının sistemin bir parçası olmaması, aksine onu eleştirel bir gözle değerlendirmesi gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, sanatçının toplumsal vicdanın sesi olma rolüne dair klasik bir idealizmi yansıtır.
Sanat Kavramlarına Getirdiği Yeni Bakış Açıları
Diyalog, sanatın klasik tanımlarının ötesinde, Kut Tuncay'ın kendi deneyim ve düşünceleriyle zenginleştirdiği özgün kavramlar sunar.
* Samimiyet > Ticari Başarı: Tuncay, sanatın en önemli değerinin samimiyet olduğunu vurgulayarak, günümüz sanat piyasasının sıklıkla odaklandığı ticari başarı ve popülaritenin önemsizliğini belirtir. Bu, sanatın ruhunun, pazarlama stratejilerinden ve trendlerden üstün olduğu anlamına gelir.
* Ustalık > Akademik Unvan: "Titr ile Cüret" bölümü, sanatın gerçek değerinin akademik unvanlardan veya titrlerden değil, pratik ustalıktan ve derin bilgiden geldiği fikrini pekiştirir. Tuncay'ın Rembrandt'ı yanlışlıkla Dürer'e atfeden bir akademisyeni eleştirmesi, bu düşüncesinin en somut örneğidir.
* Yaşam Boyu Üretim > Emeklilik: Sanatçı için emekliliğin bir seçenek bile olmadığını söylemesi, sanatın bir kariyerden öte, kişinin varoluşsal bir parçası olduğunu gösterir. Bu, sanat tarihinin pek çok büyük isminde (Picasso, Monet vb.) görülen, yaşamın sonuna dek süren üretkenlikle paraleldir.
Değerlendirme
Kut Tuncay'ın diyalogdaki duruşu, kendisini modern sanat piyasasının dışındaki, daha çok geleneksel usta-çırak ilişkisine ve sanatsal dürüstlüğe inanan bir sanatçı olarak konumlandırmaktadır. Onun sanat eleştirisi, yüzeysel beğenilerden ve ticari kaygılardan arınmış, sanatı bir toplum mühendisi ve kültürel miras taşıyıcısı olarak gören bir yaklaşıma dayanır.
Sonuç olarak, Kut Tuncay'ın sanat görüşleri, sanatın felsefi ve toplumsal boyutlarını ön plana çıkaran, aynı zamanda mevcut sistem ve piyasa dinamiklerine eleştirel bir mesafe koyan, idealist bir sanatçı profilini yansıtmaktadır.
171. DİYALOG: KUT TUNCAY
-Merhabalar.
O kadar çok konu var ki sizinle konuşulacak. Umarım diyaloglarımız ilginizi çekmiştir?
-Neden olmasın da (...) ?
Toplum "giz" seviyor.
Amaç topluma sanatla ilgili bir şeyler kazandırabilmek. Samimi olduğumuz anlaşılsın yeterlidir efenim.
-Ben a-sosyal bir sanatcıyım maalesef. İnşallah!
Sanal ortamları nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Walla, sanal veya reel -ortama göre değişir elbette... Mühimsenecek olanın konu kadar samimiyet olmasından da yanayım şahsen.
Verim ve ilişkilerin düzeni bakımından faydalı mıdır?
Verim ve ilişkilerin düzeni bakımından faydalı mıdır?
-Niçin olmasın bu taşınan; hedeflene, mesaja, misyona göre de değişir.
Temas edebilmek için nelere dikkat edilmelidir?
Önce dürüstlük bence ve yaklaşımın hedefinin de aleniyeti. Muhatap seçtiğiniz kitleyi de hedeflerken aynı samimiyet...
Programımızı ve projemizi herkesin ulaşabileceği biçimde açıkladık zaten. Katkının artması için neler olmalı?
Veya sizin düzleminize geçersek, neler yapıyor - üretiyorsunuz bugünlerde?
-Ben ancak resim yapabiliyorum bu ara "nekahetten" yeni çıktım. Heykel ya da diğer plastiklere atlamam için daha erken ama kendi içinde gravür ve serigrafiler de var.
Sizi sıkan neydi genel olarak ve nasıl aştınız?
-"Sıkan" derken, sağlık manasında mı?
Nekâhete iten" de diyebiliriz - durgunluk neden kaynaklanır?
-Trombositden ameliyat oldum. İki bacağım da kesilmekten kurtuldular...
Geçmiş olsun!
-Ben, sağlîken kastettim. Teşekkürler.
İbrahim Çallı'dan bahsedebilir misiniz?
-Severim. Son derece de önemlidir çağdaşlar arasında...
Nasıl bir öğretmendi?
-Pedagojik formasyonu değildi önemsediğim daha çok misyonunu önemli bulurum.
Açabilir misiniz lütfen misyonunu?
-Genel olarak Türk Resim Tarihine bakışıyla ve değerlendirmelerinde, etütlerinde el aldıklarını taşımayı da becererek...
Sizin farkınız nedir? (Sanat olarak)
-Ben eski sınıftan sadece Orhan Peker ve Arbaş'la çalıştım. Bir de Füreyya ve Yılmabaşar'la, seramikte Tezonar Hoca'yla... Ama Çallı gibi bir Dino ya da >Mualla taşıyıcısı olamadım açıkcası. Devlet destekli olamadığımndan da olsa gerek...
Son çalışmalarınızdan foto çekimleriniz var mı buraya yapıştırabileceğiniz?
Elbette
-Mesela bu kullanılmış satılmış hali elbette. Bbir sanat sitesine tasarlamıştım geçen sene sonunda. "Tarzıma örnek olsun" diye taşıdım buraya.
Model kullandınız mı bu çalışmanızda?
-Evet.
Afişle farkı nedir?
-Afişler daha commers işlerdir. Bu tip işlerde ise sanat ağırlıklıdır. Ya da "afiş daha grafik olur" diyelim.
Bu tür bir çalışma yorucu mudur, -rengin tonları ve kurgu bakımından?
Üzerinde değişiklikler yaptınız mı?
Üzerinde değişiklikler yaptınız mı?
-Çok mükemmellkiyetciyim dolayısaıyla da teknik olarak, evet.
Kurgusu değil ama işlemesi ve tekniği açısından da eski kafalı ustalardan olduğumdan asla grafik uygunluktaki "aquarellere ya da akrilik" boyalara daha fırça atmadım. Daima hayatımca yağlıboya çalıştım ki hattat olarak da hep yağlıboyadır eserlerim. Yağlıboya teknikleri açısından elbette hayli zor işçilklerimiz hele de tuvale olursa ama genellikle de "mdf" üzerine "martufle" çalışıyorum.
Daha renkli bir çalışmanızı görebilir miyim? (Afiş izlenimi vermeyen) Bu ara albümlerinizde geziniyorum ve bulduğum bu çalışmayı da irdelemek isterim?
(Bu soru irdelenemedi!)
"Tüy" harikaymış.
"Orkide" de nefis fakat mümkünse "tüy" ü yazışalım biraz. Bu arada benim seçtiğim çalışmayı daha sonra da değerlendirebiliriz.
-Maalesef on sene evvel ülkeme döndüğümde başımdan bir internet sanat hırsızlığı davası geçti ve o zamandan beridir de dokuz sene süren -sonunda kazanmama rağmen, uluslararsı mahkeme masraflarımı bile karşılayamayan durumun sonucu olarak artık tüm görsellerimde "mikronano" etiketlerim varlar ki bir "muhalefette mahkemelere eserin şahsıma ait olduğunu da ispat edebileyim" diye. inşallah, şimdi müsaadenizle çalışmaya dönmem lazım size iyi eğlenceler diliyorum.
"Tüy" e siz ne isim verdiniz?
tüğ - tüy - tüymek izlenimi uyandı bende ve kompozisyon ve işleniş mükemmel. Zor bir iş yani.
-Teşekkürler... O "tüy kalem ve kilit" (mühür) isimli çalışmam, şimdi kaçmalıyım izinle, sağ olun, yazışırız...
Zevkti. Devam etmeyi çok isterim.
Saygılarımla.
İKİNCİ BÖLÜM: BİR KAÇ SORU
İdeolojik sanat olabilir mi, olur veya olmazsa neden?
Elbette ki olur zira sanat bir dışa vurum biçimi estetiğidir. Bu bağlamda son derece kolayca her nevi mesaj taşıması da mümkündür. İdeolojik de olanı doğal olarak. Sanat zaten genelde hayata ve varlığa muhalif bir kaygıyla vardır. Bu kaygı sağa da solada kayabilir.
Şahsi kanaatim ise sanatın mutlaka steril var olması elzemdir. Muhalefet taraf olduğunda taşıdığı mesaj politik olmak zorunda kalır ve kirlenme olur. Keske insan yaratıcılığı NÖTR devam edebilme şansına sahip olsa. Lakin bunun da imkanının olduğuna inanmıyorum.
Memurdan neden sanatçı olmaz, çözüm önerileriniz nelerdir?
Bence sanatçı memur edilmemelidir yani sanatın asıl doğasının muhalefet olduğu düşünüldüğünde memuriyet sistematigi ne entegre de edilemeyeceği anlaşılır.
Borusan Flarmoni, Borusan Sahne, Sabancı Sanat Merkezi v.s. isimler sizde ne çağrıştırır, uygun bulur musunuz?
Elbette, belli yoğunlukta finansmanını sanata yatıran iş hayatı bir ülkede sanatın uygulanması açısından çok önemlidir her ne kadar bu yatırımlar vergiden düşülüyorsa da ... Uygunluk derken kastedileni tam algılayamadım..?
İsimlerdirmeler yapılırken daha seçici olabilir miyiz anlamında "Borusan" denilince ilk aklıma kanalizasyon filan geliyor...
Aynen ve keşke...
"Malzeme parası bulamıyoz" diyen bir sanatçıya ne önerirsiniz?
Malesef kaliteli malzeme kaliteli ellerde ve kaliteli emekle muhteşem eser haline döner. En azından malzemeye suç bulamazsınız. Haa, şartı mıdır kaliteli eser üretiminin kaliteli malzeme? İronik cevap ama hayır. İşin ikilemlerindendir. Çok önemli bazı eserlerin inanılmaz kötü malzemelerle ifade edilmişliği hatta mimaride bile halihazırda yaşanır örneklerini taşımakta. Şimdi özellikle ikametimiz olan bu güzel şehir.
Ana soruya cevaben ise asla unutamam sadece salça ve kasap kağıdı ile yarattığım desenlerin nasıl çılgın para getirdiğini Londra' nın göbeğinde. Üstelik yıllar sonra desenlerini imzalamaya çağrıldığımda itiraflarımla en azından kağıtları polyester vernik ile koruma altına almışlığım da olduydu.
Elbette layık - ı vechile uygun kalitede malzeme olsa ister gönül de olmazsa da "kaliteli iş" üretmenin mutlak temeli addedilemez bence malzeme.
Hiç para bulamamak ise gereken malzemeye, oldukça acıklı bir senaryor.
Felsefe ve dolayısıyla sanat üzerine kilise (kurumsallaştırılmış inançlar) baskısı ile ideoloji baskısı farklı mıdır, çözüm önerileriniz nelerdir?
Soru tümcesini farklı da algılamak mümkün lakin çıkardığığım kadarıyla sanatın üstünde ideolojik baskı ile din baskısının farklılığı ise; kanaatimce her tür baskının sanat tarafından benzer tepkiler almasıdır.
Örneğin Milliyetçi Çin' de devrimlerine destek olması amacıyla zorlanan müzik eserleri ve resimler. Onca harikulade yaratımlardan ne bir sanatkâr, isim sahibi olabilmiştir ne de akım sürebilir eserler...
Kezâ Rusya' da Lenin zamanında veya Stalin devri üretimine baskı karışmış sanat ürünleri ortadadır. O yıkılan heykeller, büstler arasında çok önemli sanatkârların muhteşem işleri hebâ edilmektedir.
Kilise örneğinde Batıda Reform ve Rönesans' lara rağmen Leonardo ve Micelangelo örneklerine bakılarak çok ciddi eleştiriler ortaya atılabilmiştir. Resmin de müziğin de iddia edildiği gibi "dinsel olanı" diye bir ayrım sanatı merkezinden uzağa iteklemeye yarar, fazlasına değil...
Birlikte çalışabilmenin kriterleri nelerdir?
Bence beraber çalışmanın ilk kriteri mutlak saygı ve paylaşabilme güdüsü - toleransıdır. Özellikle sanat işlerinde ve tasarım projeleri gibi yaratıcılıkda aranan işbirliklerinde sadece emek değil doğal olarak yaratıcı gücün şiddeti de devrede olacağından SAYGI en önemli objektif kadran olmak durumundadır.
Vallahi, bir prototip sözleşme yahut bir standart dahi olabilmesi için önce güven ve saygı olmalı, başta ama yukarıda da belirttiğim üzere bir "ıslık"söz konusu ise; tekil yaratıcılık ne denli sayılabilir bilemem. Kaldi ki çok özel işler dışında ben özellikle de endüstriyel tasarımlar için mutlaka "ekipler ruhuna" inanıyor ve öyle tatbik ediyorum. Sözlesmelerimizin de genelleme içermemelerine gayret ediyor emeklerimizi bölüştüğümüz yaratıcıları ve zanaatkarları mümkün mertebe tekil değerlendirmelerde tutuyoruz, aramızda.
Üç kıstas asla değişmiyor ki bunlar "sarfedilen zaman, işe ve ekibe intibak ve saygı"; (gizlilik ve trade havuzları kanunları), sonuçlandırmalar, getirinin primler veya hisseler halinde bölüşümleri. ÖZELLİKLE son madde... ben yirmi sene evvel ülkemize kesin dönüşümde burada asla bilinmezden gelinen, görülmek istenmeyen, bazen hatta saklanıp ticari sır gibi davranılan ve üstüne de yaratıcı elemanı nerdeyse bir hediyelendirme ile geçiştiren mantık vardı. Şimdi yirmi yılda artık iş - bölüm / bölüşümü gibi değerlendirme sözleşmeleri de yavaş yavaş evriliyor evrilecektirde ...
Bugün çağdaş sanat dünyasında Ara Güler gibi bir çınar ki çırak usta ilişkisi mantığını tatmış bir sanatçı dahi artık ekip gücünü kabulleniyorsa doğru yolda olunduğunu söyleyebiliriz.
Kişilik son derece önemli bu tür ekip mecburiyetleri içeren ıslık nevi işletmelerde elbette... Böyle bakınca daha az beceri, yaratıcılık sahibi ama mutlak saygı ve ahenk çabası ilk ölçümüz olarak kalıyor yeni birine bakarken. Dürüstlüğü kadar önem verdiğimiz bir erdemi beraber çalışacaklarımızın ekibe uyum isteği ve hiyerarşik konumunu kabullenişi, ilk baktığımız.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TİTR İLE CÜR'ET
Sanat camiamızdaki GELİŞİMLERİ neye göre TESPİT edersiniz, son dönem tespitlerinizden birkaçını rica edebilir miyim?
Ah! Sevgili Cabbar Bey, emin olun bu sorunuzun cevabını duymak, okumak istemezsiniz zira gelişim adını dolduracak, bu kelimeyi anlamlandıracak bir aksiyona rastlayamadım -maalesef ülkeme kesin dönüş yaptığım 2000 senesinden beri...
Sadece o ilk senede ülkemde açtığımız "ilk ve son dev sergi" esnasında zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Sezer ve eşi hanımefendilerin yakın ilgisi ve "devlet sanatcılığıyla" taltif edilerek, rahmetli İsmail Cem Bey'in de zarif ağırlamaları belki farklılık addedilecek devlet yaklaşımlarıydılar lakin hemen ardından olan bitense maalesef oldukça sarsıcı bir zifiri karanlık hatta laubalilkik ve düşmanca dahi değerlendirilebilinir.
Düşünün ki şahsen kalkıp basın üzerinde İskender Pala diye bir zat-ı muhterem ile ağız dalaşına muhatap edildim. Tek suçumsa adamın sözüm ona akademik kariyerine binaen "Mutaassıp Sanat" diye adlandırdığı bir reformu sanat rönansansı gibi lanse etme çabasıydı. Eleştirdiğim şey tahta boyama kurslarında öğretilen "ezber hat çizimi" ve boyamalarının kafaları sımsıkı örtülü, evde kalmış hanım kızların yaptığı, yalan yanlış "repetelerin" sanat değeri taşımadıkları ve bu modaya da böyle bir isim takılamayacağı görüşümdü.
İzninizle Galatasaray Mevlevihanesinin -el alarak icazetle bizatihi Abdülbaki Gölpınarlı hazretlerinden hat öğrenmiş bir gerçek hat ustası ve Avrupada' da adıyla "kaligrafi lecturune" kaydedilmiş bir sanatcı olarak bu kadarına hakkım vardı sanıyorum... Buna rağmen ciddi bir düşmanlık gördüm; bir sürü saçma sapan insan müdahil oluverdiler o tartışmaya ve hayatımın en Aziz Nesinllik hikayelerinden biri oldu, sonunda çünkü "sanat tarihi profu" beyefendi bana cevaben kaleme aldığı yazılarından birinde kalkıp örnek olarak kullandığı Rembrant' tan "Gece Bekçilleri" ustalık eserini ressama yakıştıramamış olmalı ki Albert Dürer' e mal etmiş.
Yani -hakîkaten kimseleri de aşağılamnak derdinde değillken, kusuruma bakılmasın da sanat tarihi konusu olan bir akademisyenin bu şekilde bir hata ya da hatta sürç-ü lîsanı affedilemez... "Buna sabrım da yok zamanım da" dedim.
Cehalet çok zor, doğal olarak hele de "titr ile cüret almış cehalet" daha da fec'î...
Velhasıl-ı kelam Cabbar Bey, bu sadece tek örnek... "gelişim "adına ilk nefeste aklıma gelen sanata dair...
Ha, elbette yetişen bir neslin arasından son derece yetenekli çocuklar geliyorlar -neyse ki, resim değilse de mesela; klasik müzik ekolünde...
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: TELEVİZYON
Ulusal TV kanallarının sanata katkıları nelerdir, örneklendirir misiniz?
Katkılarından maada bence sanata kalitesizlestirme ve ilgisizlestirmelerini konuşmalıyız, özellikle de ulusal kanallarda sanat konulu programların ancak...
Şahsen kaybolan el sanatlarıyla ilintili son kalmış bir kaç özel eski yapım çok özeller örnek olarak da ancak bu eski yapılmış programları anabiliyorum maalesef. Şimdi sanat programı raytingi olmadığından yapım masrafını girmeyi bile denemeyen yapımcılar tarafından unutuldu çoktan, arada bir ancak müzayede reklamı olarak iki kelime ile bazı kolleksiyonerleri hedefleyen, haber değeri düşük sanat programıyla da destek olunmaz sanata.
İşın en tuhafı bugünün İran'ında bile bizdekinden on defa daha fazla sanata endeksli veya sanat konulu program var TV' lerinde. Bir de bizde örnek bulmaya çalışınca Gulben'i, Demet Akal'ın konserini de sanat programı sayan, o gözle gören bir seyirci profili de var maalesef...
Müzik olunca, "klasik müzik konser haberi" yok denecek kadar az nedense! Fazıl'a özdeşleşmiş konudan adeta korkuyla uzak duruyor programcılarımız. Bir heykel veya resim konulu sanat programı ise yapılamıyor. Piyasada hemen her belediyede sanat kursları adıyla tahta boyama, transfer, hat vesaire öğretilirken bu potansiyele hitap edecek kaliteli bir zanaat programı da yok işin garibi...
BEŞİNCİ BÖLÜM: SÜREKLİLİK SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Süreklilik, sürdürülebilirlik ve sanat bağlantılarını nasıl kurarsınız, emekli sanatçı olur mu?
Hiç sanatçı -eğer gerçekten de sanatçıysa, "emeklilik" diye bir sınır mefhumu düşünülebilir mi? Şahsım bizzat yaşıyorum bunu. Şimdi mesela Viyana' da emekli olduğumda "artık sadece resim yapmaya" diye dönmüştüm ülkeme. Hoş şartlar arada on beş sene daha restorasyon yapmama mecbur ettiler beni ama sonunda -şu an artık, sadece istediğim haliyle resim heykel yapıyorum ve -ihtimaller dahilinde sağlığım, elim ayağım, gözüm idare ettikçe de durdurulması imkansız bu güdü ile var olacağıma eminim...
Lakin aynı zamanda "süreklilik" bambaşka formlar olabilir sanatçının hayatında. Örneğin sanatçı belli bir maaşla devlete muhatap çalışmaktadır ve günü dolup emekli olunca artık devam edemeyecek kadar körelmistir içi...
Ha, o durumda bile tamamen sanatı unutup vazgeçilebilir mi, sanmıyorum. Eğer gerçek bir sanatkâr ise şahıs ama belli durgun dönemler yaşanabilir elbette, yukarıdaki tip mecburi sürekliliği olan okupasyonlarda...
ALTINCI BÖLÜM:
Detay neden önemlidir, hangi aşamada detaya girersiniz?
Çok sevdiğim beylik laflarındandir Descartesin "bütün, detayda gizli bekler"...
Velhasıl bence detay her aşamada dikkate alınmalıdır sadece -belki bazı resim tekniklerinde ve monimalist yaklaşımlarda detaylar fazla göze çarpmadan kullanılırlar. Kişisel olarak ekolüm "Uberrealistch" olduğundan detaylara ilk nefesten pür dikkat ederek baslarım. O kadar ki hatta Almanya Bremen de çok ciddi bir eleştirmen, bana "detay etütlerimin ana temayı bile gölgede bıraktığını" söylemişti. Gerçeküstü gerçekçi resim yorumlarında hakikaten de detayları çok zorlamak arada bu tip yorumlara temel oluyor.
Gerçeküstünü nasıl algılamalıyız, gerçek olmayan değil sanırım?
Yok, bu ekolün isminin tercümesi, Uberrealismus... Komik duruyor tercüme edince ama ne yapayım
Ekol olarak felsefe ile de karşılaştırırsak, nasıl bir görüş ve kurgudur özellikle detayda..?
Ben, Tatbikideyken daha özellikle de ilk temel eğitim sınıfında inanılmaz ciddi tartışma ve çirkin eleştirilerine -hocalarımızın hedef olmuştum, "resim asla fotoğraf gibi olmaz" diye. Beni uzun süre sınıfta hiçbir teknik ekipman kullanmadan, resim yaptırıp emin oldular kopya etmediğime. İşlerimin değerleri, sonradan artarak önem verildi ama sonunda tüm dünyada nihai ismiyle bu ekolü de kabul etti sanat dünyası.
Başlangıcı Avrupa olduğundan yine de bir müddet üvey evlat muamelesi yapıldı. Felsefede ise 20 yüzyılda Popper' ilk defa konu etmişti. Onun ardından bir kaç asistanı devam niteliği taşıyan clqssshoplarxa gerceküstücügerçekliği konuştular. Burda felsefi bağlamda da aynen resimdekince "gerçeği tüm varlık boyutlarında tekrar etmek" ilkesi konusulmakta...
Bu durumda detay sıralamada sonlara doğru yaklaşmalı, bütünlükçülükten dolayı?
Aynen.
Katkınız, bilgilendirmeniz için çok teşekkür ederiz, sizi ayrı seviyoruz.
Bilmukabele sevgili Cabbar.

YEDİNCİ BÖLÜM: GELENEK
Kültürlerde geleneksel yaşam ve geleneksel sanatları daha önce yaşanmış olduğu gibi tekrar aynı şekilde canlandırılabilir mi ya da tekrarlanabilir mi?
"Mi" değil bence bu mutlaka uygulanmalı hatta devlet desteği ile olmalıdır zira özellikle de artık globalleşen dünyada özkültürlerin kalmaları son derece önemsenmelidir.
Unutulmaması gereken -örneklendirecek olsak edebiyat misal; yaşayan dil ve kendini ifade kültürü olarak mutlaka korunup geliştirilmelidir. Canlandırmak denilirse de şöyle görelim: "Zaten ortada saçmasapan ve tümüyle hatalı kullanılarak dejenere edilen Osmanlıca eğer ilgiye mazhar olur da DOĞRU öğretilir ise nesillere düzgün nüfuz eder. Diger şekilde dejenerasyon sonunda tüm lisanı bile mahvedeblilir.
Resim müzik için de aynı şeyleri gözlemliyoruz kaldı ki geleneksel sanatlar var özellikle sadece bu coğrafyanın kültürü kabul edilebilecek... Onlarin kaybıyla toplumsal erozyonların önü alınamaz bence.
Sanat bir tutkal benzeri bazen farklı sınıfları bazen değişik yerel kültürleri bir arada tutar ve hatta devletler komşularıyla olan ilişkilerinde sanatı ve kültürü bir köprü gibi kullanmalıdırlar...
SEKİZİNCİ BÖLÜM: KEDİ
"Yaşayan değer" kimlerdir, örneklendirir misiniz?
Başarıdan anladığım kalıcılık ve gerçeklikten kopmadan ürün - eser vermektir. Kriter ancak kendim kendime olurum, standart kabul etmez sanat üretimi.
"Yaşayan deger" bir oturmuş sosyal düzen içinde gerek yaşamı gerek bıraktığı izle o sosyallik için yön olmuş insanlara denilmelidir. Asla rol-model değil ama dediğim form yön gösterici ve hele tarafsızlığını muhafaza edebilmiş isimler bilhassa hayranlığım olanları.
Hayatta ve Nobel ödüllü diye Orhan Pamuk örneğim benim "yaşayan değer " tiplemesinde asla kişisel örneğim olamaz lakin vefat etmişse de ödülü de olmasa bir Yaşar Kemal kalıcılığı olan ve ölümsüz değerdir. Farklılıkları ise yönlendirici etkileridir.
Ama işin doğasında zaten size cevap vermeyeceklerini bildiklerinizi tercih yok mudur değerli dostum..?
Elbette anında değerlendirmeye cevap verecek isimler tercih dışıdırlar özellikle de bizimkisi kadar hazımsız aydınların yaşadığı bir ülkede.
Şuan çevrenizde gördüğünüz ilk, "güzelliği" yazar mısınız, rica etsem?
Hemen gözüme takılan ilk "şey" canlı bir varlı ve her ne kadar kendi içinde güzellik belli göreceliliklere tabii de olsa klasik olmuş estetik mükemmeliklere iyi örneklerden de biridir kediler.
Eski Yunan ve Roma' dan beri ölçü edilmiş tüm o altın kesimlerin şahsına münhasıran gelişmiş esneklikleriyle de bezenmiş bir "Felis Cattus" domesticum miladı dolmuş mozaiklerden çağdaş empresyonistlere daima sıklıkla tercih edilmiş bir model olmuş ve güzelliğin içinde belli ölçüleri aşarak yerini sabitlemistir bence.
Elan muhatabı olduğum güzellik bir sıradışı İran - Himalaya cincillası çapraz ürünü ki kediyi fareyle eleştiren genetiğin aradığının da sadece teknik değil estetik hedefleri olduğu aşikar. Her bir kılı üç santimi aşan tamamen şu geçirmez özel yağ bezleriyle sadece o meşhur pırıltılı hali dışında nehir balıkçı kedileri ya da Van kedileri hatta kaplanlar gibi suya düşkün ruh halleri o bilindik enfes beden oturumuna bir de yüzücü yumuşaklığı cilası çekiyor nerdeyse.
Amber renkli gözleri ve basık burun özellikleri, bakışlarını asla kaçırmayan tipik mağrur halleri en alelade devinimlerini bir görsel şölen haline sokmaya yetiyor. Ve hele çoğu mutanta has akıcı zeka ve gayet çabuk gelişen hafızaları bu güzellik modeline başka türlü sağlam bir ruh ve karakter yüklüyor. İllede eser niteliği ise aranan ölçü şüphesiz bu varlıkların bilinç yansıtışları incelenmelidir.
Kedilerimi ben de sık sık modelliğe yönlendirirken sadece bu çok özel cinste karsılaştığım karakter özelliklerini resmin dar boyutlarına sıkıştırmak sayısız etütler ile mümkün oluyor. Sonra dönüp Oya Katoğlunun Ankara Kalesi kedilerini, Orhan Peker' in sokak kedisi Miro yu, F.Mualla' nın tüm psişik korkularını yenerek yanında uyuttugu yavru Fransız sarmanlarını görüp yalnız olmadığımı hissediyorum, seçimlerimde.
DOKUZUNCU BÖLÜM: KADIN
Günümüz sanatı kadını neden öne çıkarır, güçlendirir?
Kut Tuncay
Elbette ki olur zira sanat bir dışa vurum biçimi estetiğidir. Bu bağlamda son derece kolayca her nevi mesaj taşıması da mümkündür. İdeolojik de olanı doğal olarak. Sanat zaten genelde hayata ve varlığa muhalif bir kaygıyla vardır. Bu kaygı sağa da solada kayabilir.
Şahsi kanaatim ise sanatın mutlaka steril var olması elzemdir. Muhalefet taraf olduğunda taşıdığı mesaj politik olmak zorunda kalır ve kirlenme olur. Keske insan yaratıcılığı NÖTR devam edebilme şansına sahip olsa. Lakin bunun da imkanının olduğuna inanmıyorum.
Memurdan neden sanatçı olmaz, çözüm önerileriniz nelerdir?
Bence sanatçı memur edilmemelidir yani sanatın asıl doğasının muhalefet olduğu düşünüldüğünde memuriyet sistematigi ne entegre de edilemeyeceği anlaşılır.
Borusan Flarmoni, Borusan Sahne, Sabancı Sanat Merkezi v.s. isimler sizde ne çağrıştırır, uygun bulur musunuz?
Elbette, belli yoğunlukta finansmanını sanata yatıran iş hayatı bir ülkede sanatın uygulanması açısından çok önemlidir her ne kadar bu yatırımlar vergiden düşülüyorsa da ... Uygunluk derken kastedileni tam algılayamadım..?
İsimlerdirmeler yapılırken daha seçici olabilir miyiz anlamında "Borusan" denilince ilk aklıma kanalizasyon filan geliyor...
Aynen ve keşke...
"Malzeme parası bulamıyoz" diyen bir sanatçıya ne önerirsiniz?
Malesef kaliteli malzeme kaliteli ellerde ve kaliteli emekle muhteşem eser haline döner. En azından malzemeye suç bulamazsınız. Haa, şartı mıdır kaliteli eser üretiminin kaliteli malzeme? İronik cevap ama hayır. İşin ikilemlerindendir. Çok önemli bazı eserlerin inanılmaz kötü malzemelerle ifade edilmişliği hatta mimaride bile halihazırda yaşanır örneklerini taşımakta. Şimdi özellikle ikametimiz olan bu güzel şehir.
Ana soruya cevaben ise asla unutamam sadece salça ve kasap kağıdı ile yarattığım desenlerin nasıl çılgın para getirdiğini Londra' nın göbeğinde. Üstelik yıllar sonra desenlerini imzalamaya çağrıldığımda itiraflarımla en azından kağıtları polyester vernik ile koruma altına almışlığım da olduydu.
Elbette layık - ı vechile uygun kalitede malzeme olsa ister gönül de olmazsa da "kaliteli iş" üretmenin mutlak temeli addedilemez bence malzeme.
Hiç para bulamamak ise gereken malzemeye, oldukça acıklı bir senaryor.
Felsefe ve dolayısıyla sanat üzerine kilise (kurumsallaştırılmış inançlar) baskısı ile ideoloji baskısı farklı mıdır, çözüm önerileriniz nelerdir?
Soru tümcesini farklı da algılamak mümkün lakin çıkardığığım kadarıyla sanatın üstünde ideolojik baskı ile din baskısının farklılığı ise; kanaatimce her tür baskının sanat tarafından benzer tepkiler almasıdır.
Örneğin Milliyetçi Çin' de devrimlerine destek olması amacıyla zorlanan müzik eserleri ve resimler. Onca harikulade yaratımlardan ne bir sanatkâr, isim sahibi olabilmiştir ne de akım sürebilir eserler...
Kezâ Rusya' da Lenin zamanında veya Stalin devri üretimine baskı karışmış sanat ürünleri ortadadır. O yıkılan heykeller, büstler arasında çok önemli sanatkârların muhteşem işleri hebâ edilmektedir.
Kilise örneğinde Batıda Reform ve Rönesans' lara rağmen Leonardo ve Micelangelo örneklerine bakılarak çok ciddi eleştiriler ortaya atılabilmiştir. Resmin de müziğin de iddia edildiği gibi "dinsel olanı" diye bir ayrım sanatı merkezinden uzağa iteklemeye yarar, fazlasına değil...
Birlikte çalışabilmenin kriterleri nelerdir?
Bence beraber çalışmanın ilk kriteri mutlak saygı ve paylaşabilme güdüsü - toleransıdır. Özellikle sanat işlerinde ve tasarım projeleri gibi yaratıcılıkda aranan işbirliklerinde sadece emek değil doğal olarak yaratıcı gücün şiddeti de devrede olacağından SAYGI en önemli objektif kadran olmak durumundadır.
Vallahi, bir prototip sözleşme yahut bir standart dahi olabilmesi için önce güven ve saygı olmalı, başta ama yukarıda da belirttiğim üzere bir "ıslık"söz konusu ise; tekil yaratıcılık ne denli sayılabilir bilemem. Kaldi ki çok özel işler dışında ben özellikle de endüstriyel tasarımlar için mutlaka "ekipler ruhuna" inanıyor ve öyle tatbik ediyorum. Sözlesmelerimizin de genelleme içermemelerine gayret ediyor emeklerimizi bölüştüğümüz yaratıcıları ve zanaatkarları mümkün mertebe tekil değerlendirmelerde tutuyoruz, aramızda.
Üç kıstas asla değişmiyor ki bunlar "sarfedilen zaman, işe ve ekibe intibak ve saygı"; (gizlilik ve trade havuzları kanunları), sonuçlandırmalar, getirinin primler veya hisseler halinde bölüşümleri. ÖZELLİKLE son madde... ben yirmi sene evvel ülkemize kesin dönüşümde burada asla bilinmezden gelinen, görülmek istenmeyen, bazen hatta saklanıp ticari sır gibi davranılan ve üstüne de yaratıcı elemanı nerdeyse bir hediyelendirme ile geçiştiren mantık vardı. Şimdi yirmi yılda artık iş - bölüm / bölüşümü gibi değerlendirme sözleşmeleri de yavaş yavaş evriliyor evrilecektirde ...
Bugün çağdaş sanat dünyasında Ara Güler gibi bir çınar ki çırak usta ilişkisi mantığını tatmış bir sanatçı dahi artık ekip gücünü kabulleniyorsa doğru yolda olunduğunu söyleyebiliriz.
Kişilik son derece önemli bu tür ekip mecburiyetleri içeren ıslık nevi işletmelerde elbette... Böyle bakınca daha az beceri, yaratıcılık sahibi ama mutlak saygı ve ahenk çabası ilk ölçümüz olarak kalıyor yeni birine bakarken. Dürüstlüğü kadar önem verdiğimiz bir erdemi beraber çalışacaklarımızın ekibe uyum isteği ve hiyerarşik konumunu kabullenişi, ilk baktığımız.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TİTR İLE CÜR'ET
Sanat camiamızdaki GELİŞİMLERİ neye göre TESPİT edersiniz, son dönem tespitlerinizden birkaçını rica edebilir miyim?
Ah! Sevgili Cabbar Bey, emin olun bu sorunuzun cevabını duymak, okumak istemezsiniz zira gelişim adını dolduracak, bu kelimeyi anlamlandıracak bir aksiyona rastlayamadım -maalesef ülkeme kesin dönüş yaptığım 2000 senesinden beri...
Sadece o ilk senede ülkemde açtığımız "ilk ve son dev sergi" esnasında zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Sezer ve eşi hanımefendilerin yakın ilgisi ve "devlet sanatcılığıyla" taltif edilerek, rahmetli İsmail Cem Bey'in de zarif ağırlamaları belki farklılık addedilecek devlet yaklaşımlarıydılar lakin hemen ardından olan bitense maalesef oldukça sarsıcı bir zifiri karanlık hatta laubalilkik ve düşmanca dahi değerlendirilebilinir.
Düşünün ki şahsen kalkıp basın üzerinde İskender Pala diye bir zat-ı muhterem ile ağız dalaşına muhatap edildim. Tek suçumsa adamın sözüm ona akademik kariyerine binaen "Mutaassıp Sanat" diye adlandırdığı bir reformu sanat rönansansı gibi lanse etme çabasıydı. Eleştirdiğim şey tahta boyama kurslarında öğretilen "ezber hat çizimi" ve boyamalarının kafaları sımsıkı örtülü, evde kalmış hanım kızların yaptığı, yalan yanlış "repetelerin" sanat değeri taşımadıkları ve bu modaya da böyle bir isim takılamayacağı görüşümdü.
İzninizle Galatasaray Mevlevihanesinin -el alarak icazetle bizatihi Abdülbaki Gölpınarlı hazretlerinden hat öğrenmiş bir gerçek hat ustası ve Avrupada' da adıyla "kaligrafi lecturune" kaydedilmiş bir sanatcı olarak bu kadarına hakkım vardı sanıyorum... Buna rağmen ciddi bir düşmanlık gördüm; bir sürü saçma sapan insan müdahil oluverdiler o tartışmaya ve hayatımın en Aziz Nesinllik hikayelerinden biri oldu, sonunda çünkü "sanat tarihi profu" beyefendi bana cevaben kaleme aldığı yazılarından birinde kalkıp örnek olarak kullandığı Rembrant' tan "Gece Bekçilleri" ustalık eserini ressama yakıştıramamış olmalı ki Albert Dürer' e mal etmiş.

Yani -hakîkaten kimseleri de aşağılamnak derdinde değillken, kusuruma bakılmasın da sanat tarihi konusu olan bir akademisyenin bu şekilde bir hata ya da hatta sürç-ü lîsanı affedilemez... "Buna sabrım da yok zamanım da" dedim.
Cehalet çok zor, doğal olarak hele de "titr ile cüret almış cehalet" daha da fec'î...
Velhasıl-ı kelam Cabbar Bey, bu sadece tek örnek... "gelişim "adına ilk nefeste aklıma gelen sanata dair...
Ha, elbette yetişen bir neslin arasından son derece yetenekli çocuklar geliyorlar -neyse ki, resim değilse de mesela; klasik müzik ekolünde...
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: TELEVİZYON
Ulusal TV kanallarının sanata katkıları nelerdir, örneklendirir misiniz?
Katkılarından maada bence sanata kalitesizlestirme ve ilgisizlestirmelerini konuşmalıyız, özellikle de ulusal kanallarda sanat konulu programların ancak...
Şahsen kaybolan el sanatlarıyla ilintili son kalmış bir kaç özel eski yapım çok özeller örnek olarak da ancak bu eski yapılmış programları anabiliyorum maalesef. Şimdi sanat programı raytingi olmadığından yapım masrafını girmeyi bile denemeyen yapımcılar tarafından unutuldu çoktan, arada bir ancak müzayede reklamı olarak iki kelime ile bazı kolleksiyonerleri hedefleyen, haber değeri düşük sanat programıyla da destek olunmaz sanata.
İşın en tuhafı bugünün İran'ında bile bizdekinden on defa daha fazla sanata endeksli veya sanat konulu program var TV' lerinde. Bir de bizde örnek bulmaya çalışınca Gulben'i, Demet Akal'ın konserini de sanat programı sayan, o gözle gören bir seyirci profili de var maalesef...
Müzik olunca, "klasik müzik konser haberi" yok denecek kadar az nedense! Fazıl'a özdeşleşmiş konudan adeta korkuyla uzak duruyor programcılarımız. Bir heykel veya resim konulu sanat programı ise yapılamıyor. Piyasada hemen her belediyede sanat kursları adıyla tahta boyama, transfer, hat vesaire öğretilirken bu potansiyele hitap edecek kaliteli bir zanaat programı da yok işin garibi...
BEŞİNCİ BÖLÜM: SÜREKLİLİK SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Süreklilik, sürdürülebilirlik ve sanat bağlantılarını nasıl kurarsınız, emekli sanatçı olur mu?
Hiç sanatçı -eğer gerçekten de sanatçıysa, "emeklilik" diye bir sınır mefhumu düşünülebilir mi? Şahsım bizzat yaşıyorum bunu. Şimdi mesela Viyana' da emekli olduğumda "artık sadece resim yapmaya" diye dönmüştüm ülkeme. Hoş şartlar arada on beş sene daha restorasyon yapmama mecbur ettiler beni ama sonunda -şu an artık, sadece istediğim haliyle resim heykel yapıyorum ve -ihtimaller dahilinde sağlığım, elim ayağım, gözüm idare ettikçe de durdurulması imkansız bu güdü ile var olacağıma eminim...
Lakin aynı zamanda "süreklilik" bambaşka formlar olabilir sanatçının hayatında. Örneğin sanatçı belli bir maaşla devlete muhatap çalışmaktadır ve günü dolup emekli olunca artık devam edemeyecek kadar körelmistir içi...
Ha, o durumda bile tamamen sanatı unutup vazgeçilebilir mi, sanmıyorum. Eğer gerçek bir sanatkâr ise şahıs ama belli durgun dönemler yaşanabilir elbette, yukarıdaki tip mecburi sürekliliği olan okupasyonlarda...
ALTINCI BÖLÜM:
Detay neden önemlidir, hangi aşamada detaya girersiniz?
Çok sevdiğim beylik laflarındandir Descartesin "bütün, detayda gizli bekler"...
Velhasıl bence detay her aşamada dikkate alınmalıdır sadece -belki bazı resim tekniklerinde ve monimalist yaklaşımlarda detaylar fazla göze çarpmadan kullanılırlar. Kişisel olarak ekolüm "Uberrealistch" olduğundan detaylara ilk nefesten pür dikkat ederek baslarım. O kadar ki hatta Almanya Bremen de çok ciddi bir eleştirmen, bana "detay etütlerimin ana temayı bile gölgede bıraktığını" söylemişti. Gerçeküstü gerçekçi resim yorumlarında hakikaten de detayları çok zorlamak arada bu tip yorumlara temel oluyor.
Gerçeküstünü nasıl algılamalıyız, gerçek olmayan değil sanırım?
Yok, bu ekolün isminin tercümesi, Uberrealismus... Komik duruyor tercüme edince ama ne yapayım

Ekol olarak felsefe ile de karşılaştırırsak, nasıl bir görüş ve kurgudur özellikle detayda..?
Ben, Tatbikideyken daha özellikle de ilk temel eğitim sınıfında inanılmaz ciddi tartışma ve çirkin eleştirilerine -hocalarımızın hedef olmuştum, "resim asla fotoğraf gibi olmaz" diye. Beni uzun süre sınıfta hiçbir teknik ekipman kullanmadan, resim yaptırıp emin oldular kopya etmediğime. İşlerimin değerleri, sonradan artarak önem verildi ama sonunda tüm dünyada nihai ismiyle bu ekolü de kabul etti sanat dünyası.
Başlangıcı Avrupa olduğundan yine de bir müddet üvey evlat muamelesi yapıldı. Felsefede ise 20 yüzyılda Popper' ilk defa konu etmişti. Onun ardından bir kaç asistanı devam niteliği taşıyan clqssshoplarxa gerceküstücügerçekliği konuştular. Burda felsefi bağlamda da aynen resimdekince "gerçeği tüm varlık boyutlarında tekrar etmek" ilkesi konusulmakta...
Bu durumda detay sıralamada sonlara doğru yaklaşmalı, bütünlükçülükten dolayı?
Aynen.
Katkınız, bilgilendirmeniz için çok teşekkür ederiz, sizi ayrı seviyoruz.
Bilmukabele sevgili Cabbar.

YEDİNCİ BÖLÜM: GELENEK
Kültürlerde geleneksel yaşam ve geleneksel sanatları daha önce yaşanmış olduğu gibi tekrar aynı şekilde canlandırılabilir mi ya da tekrarlanabilir mi?
"Mi" değil bence bu mutlaka uygulanmalı hatta devlet desteği ile olmalıdır zira özellikle de artık globalleşen dünyada özkültürlerin kalmaları son derece önemsenmelidir.
Unutulmaması gereken -örneklendirecek olsak edebiyat misal; yaşayan dil ve kendini ifade kültürü olarak mutlaka korunup geliştirilmelidir. Canlandırmak denilirse de şöyle görelim: "Zaten ortada saçmasapan ve tümüyle hatalı kullanılarak dejenere edilen Osmanlıca eğer ilgiye mazhar olur da DOĞRU öğretilir ise nesillere düzgün nüfuz eder. Diger şekilde dejenerasyon sonunda tüm lisanı bile mahvedeblilir.
Resim müzik için de aynı şeyleri gözlemliyoruz kaldı ki geleneksel sanatlar var özellikle sadece bu coğrafyanın kültürü kabul edilebilecek... Onlarin kaybıyla toplumsal erozyonların önü alınamaz bence.
Sanat bir tutkal benzeri bazen farklı sınıfları bazen değişik yerel kültürleri bir arada tutar ve hatta devletler komşularıyla olan ilişkilerinde sanatı ve kültürü bir köprü gibi kullanmalıdırlar...
SEKİZİNCİ BÖLÜM: KEDİ
"Yaşayan değer" kimlerdir, örneklendirir misiniz?
Başarıdan anladığım kalıcılık ve gerçeklikten kopmadan ürün - eser vermektir. Kriter ancak kendim kendime olurum, standart kabul etmez sanat üretimi.
"Yaşayan deger" bir oturmuş sosyal düzen içinde gerek yaşamı gerek bıraktığı izle o sosyallik için yön olmuş insanlara denilmelidir. Asla rol-model değil ama dediğim form yön gösterici ve hele tarafsızlığını muhafaza edebilmiş isimler bilhassa hayranlığım olanları.
Hayatta ve Nobel ödüllü diye Orhan Pamuk örneğim benim "yaşayan değer " tiplemesinde asla kişisel örneğim olamaz lakin vefat etmişse de ödülü de olmasa bir Yaşar Kemal kalıcılığı olan ve ölümsüz değerdir. Farklılıkları ise yönlendirici etkileridir.
Ama işin doğasında zaten size cevap vermeyeceklerini bildiklerinizi tercih yok mudur değerli dostum..?
Elbette anında değerlendirmeye cevap verecek isimler tercih dışıdırlar özellikle de bizimkisi kadar hazımsız aydınların yaşadığı bir ülkede.
Şuan çevrenizde gördüğünüz ilk, "güzelliği" yazar mısınız, rica etsem?
Hemen gözüme takılan ilk "şey" canlı bir varlı ve her ne kadar kendi içinde güzellik belli göreceliliklere tabii de olsa klasik olmuş estetik mükemmeliklere iyi örneklerden de biridir kediler.
Eski Yunan ve Roma' dan beri ölçü edilmiş tüm o altın kesimlerin şahsına münhasıran gelişmiş esneklikleriyle de bezenmiş bir "Felis Cattus" domesticum miladı dolmuş mozaiklerden çağdaş empresyonistlere daima sıklıkla tercih edilmiş bir model olmuş ve güzelliğin içinde belli ölçüleri aşarak yerini sabitlemistir bence.
Elan muhatabı olduğum güzellik bir sıradışı İran - Himalaya cincillası çapraz ürünü ki kediyi fareyle eleştiren genetiğin aradığının da sadece teknik değil estetik hedefleri olduğu aşikar. Her bir kılı üç santimi aşan tamamen şu geçirmez özel yağ bezleriyle sadece o meşhur pırıltılı hali dışında nehir balıkçı kedileri ya da Van kedileri hatta kaplanlar gibi suya düşkün ruh halleri o bilindik enfes beden oturumuna bir de yüzücü yumuşaklığı cilası çekiyor nerdeyse.
Amber renkli gözleri ve basık burun özellikleri, bakışlarını asla kaçırmayan tipik mağrur halleri en alelade devinimlerini bir görsel şölen haline sokmaya yetiyor. Ve hele çoğu mutanta has akıcı zeka ve gayet çabuk gelişen hafızaları bu güzellik modeline başka türlü sağlam bir ruh ve karakter yüklüyor. İllede eser niteliği ise aranan ölçü şüphesiz bu varlıkların bilinç yansıtışları incelenmelidir.
Kedilerimi ben de sık sık modelliğe yönlendirirken sadece bu çok özel cinste karsılaştığım karakter özelliklerini resmin dar boyutlarına sıkıştırmak sayısız etütler ile mümkün oluyor. Sonra dönüp Oya Katoğlunun Ankara Kalesi kedilerini, Orhan Peker' in sokak kedisi Miro yu, F.Mualla' nın tüm psişik korkularını yenerek yanında uyuttugu yavru Fransız sarmanlarını görüp yalnız olmadığımı hissediyorum, seçimlerimde.
DOKUZUNCU BÖLÜM: KADIN
Günümüz sanatı kadını neden öne çıkarır, güçlendirir?
Kut Tuncay
İlk konunun sorusuna cevaben: "Evrensel sanatta yerimizi tesbitinin önemi zaten soru cümlesinde varlıklanmaktadır. Evrenselleserek gelişen, yenilenen çağımızda global kavramlar arasında sanatçıya kendi özel gözlemi ve muhalefetiyle elbette bir konum sahipliği de verilmelidir zira bu ayrım değil ancak belirleyecek özelliklerden biri olacaktır".
İkinci konunun sorusuna cevaben: "Kadın estetik olarak değerlendirildiğinde aslında tabiatın tam tersine doğada asıl süslü ve güzel olanın erkek cinsi olmasına rağmen tek açıklama artık yaygın işleyen kapitalizmin sanatı kullanma çabası içinde koyduğu şartları gözlemlemek lazımdır. Eve alışverişi yapan kadın olduğundan belirlenmiş hedef de odur.Bu sebebe dayandırılarak bile moda ve boya endüstrisinden kozmetik mamulleri pazarlamaya daima ısrarla o altın ölçüleri sabitlenmiş kadın figürü kullanılmaktadır. Sanatçılar için her ne kadar kadın sadece cinsellik içermiyorsa da figür olarak vazgeçilmezleri olmasının bu tekrar mekanigiyle açıklanabilir olduğu fikrindeyim...
Ama kadının sanatta kullanımının şu ya da bu şekilde ona güç kazandırdığını savunmam mümkün olamaz bu başka bir topik altında tekrar tartışılmalıdır...
İkinci konunun sorusuna cevaben: "Kadın estetik olarak değerlendirildiğinde aslında tabiatın tam tersine doğada asıl süslü ve güzel olanın erkek cinsi olmasına rağmen tek açıklama artık yaygın işleyen kapitalizmin sanatı kullanma çabası içinde koyduğu şartları gözlemlemek lazımdır. Eve alışverişi yapan kadın olduğundan belirlenmiş hedef de odur.Bu sebebe dayandırılarak bile moda ve boya endüstrisinden kozmetik mamulleri pazarlamaya daima ısrarla o altın ölçüleri sabitlenmiş kadın figürü kullanılmaktadır. Sanatçılar için her ne kadar kadın sadece cinsellik içermiyorsa da figür olarak vazgeçilmezleri olmasının bu tekrar mekanigiyle açıklanabilir olduğu fikrindeyim...
Ama kadının sanatta kullanımının şu ya da bu şekilde ona güç kazandırdığını savunmam mümkün olamaz bu başka bir topik altında tekrar tartışılmalıdır...
ONUNCU BÖLÜM: OSCAR
OSCAR, neden dünyanın en önemli sanat organizasyonudur?
OSCAR, neden dünyanın en önemli sanat organizasyonudur?
(ArtCRİTİCS)
Kut Tuncay: Merhaba, bence her ne kadar en büyük ve organize olarak kabul ediyorsam da "önemli" kategorisinde ilk sırayı veremeyeceğim bir organizasyon OSCAR. Tanınmışlığı ölçü alırsak tamam ama önemi göreceli kanaatimce. Sayısal bakılırsa P.R.C Çin'deki Ulusal Suluboya Yarışması bile Oscardan fazla katılımı ve yarışmacısı bölümleri olan bir organizayondur. Kaldi ki yine Portekizce konuşulan ülkelerde bir çok sanat organizasyonu da tanınmışlığına rağmen Oscar'dan daha az sanat yoğunluğu icermezler. Oscar' ın katılımcılarının neredeyse tüm dünyadan seçilmesini önemli buluyorum yoksa sembolizmi de değerlendirmeleri de fazlaca onaylayabilecegim kadar objektif değil maalesef.
Cabbar Kaygısız: Kut Bey, hiç ummadığım bir şey oldu ve
Soru yönelttiklerimin büyük çoğunluğu "Oscar' da neymiş" gibisinden yaklaşım sergilediler.
Sizce
Sanatçı neden kıskanır?
Kut Tuncay: Keşke kıskançlık tek başına alelade sergilenmese değil mi zira özellikle de yeterli donanımı olmayanda feci sırıtıyor benim çok sevdiğim bir beylik lafım vardir: "eleştirdiğinize mutlaka bir alternatif model önerisi, bir çözüm de ekleyin yoksa dedikoduyu aşamaz dedikleriniz"...
Sanatçının kıskanması eğer enerji olarak tasarrufu halinde üretimine de yansıyabiliyorsa "aman ne mutlu" yoksa alelade haset kanser kadar kötüdür...
OSCAR' ı küçümsemek ancak cehaletle izah edilebilir, başka bir şey değil...
Otuza yakın ülke -neredeyse tüm kıtalar, öncekinden fazla orijinal dil hatta arada lokal Lehçeler tanınmış veya tanınmamış yüzlerce rejisor, editor, yapimci, gerçekten mucizevi sanatkarlıkta onlarca kameraman ve doğal olarak dünya edebiyatı literatürünun en çağdaş en taze eserleri ürün olarak ortaya gelecekler bir yarışma düzenir de "bunu küçümseyecek birileri de çıkıp" ne diyecek acaba eleştirel anlamda şahsen cidden merakımı da celbetti yani. Kimbilir belki bir yerlerde o yoğunlukta alternatif üretebilecek beyinler varsa!
Bizim ülkemizden hele.. hafızam yanılmıyorsa OSCAR ile çok barışık bir film endüstrisi olamadı henüz. Ülkemizde arada adaylığı belli sıralamalara kadar gelmişse de bazı eser sahibi dost ve tanıdıkların...
Biraz "kedi-ciğer-murdar" trilojisi olsa gerek o kıskançlıklar dahası değil.
Amerikan emperyalizminin alavere - dalavereleri, sanatla ne alakası var, tümüyle kapitalizmin çarkı... v.s. yaklaşım geliştiriyorlar. "İlgilenmiyorum" diyenler çoğunlukta.
Ben de hayret ettim
Yani o zaman Steinbeck' i, Hemingway' i, Jack london gibi isimleri hatta Twain' i de adamdan sayamayacaktır - sanata yakın bilmeyecektir aynı bakış. Bu ne "menemen" bir inkar ne tür bir görüştür anlaması pek zor.
İlgilenmemek şahsi tasarrufları ise işte cehaletlerini de tasdik eder zaten bu kapalılıkları bence. Yani sosyalist bakışın da ayrımcılığa hele sanat parantezinde bu tip yaklaşımı işte "ancak çağımıza mahsus olabilir" ne diyeyim ki...
Üzücü üstelik. ..
Yanıt verince de başlıyorlar çemkirmeye üstelik, engelleyenler çoğunlukta
Bu derece kılcala işlemiş haset nasıl çözülebilir?
Evrime ayak uydurup evrilerek ancak veya doğala özdeş selectionla bence... Zira burda artık bilgilendirme veya doğruyu işaret etme nafile yere çabalama olur, beyhude emektir bu tipleri aydınlatmayi denemek...
Baştan o kadar taraflı ve katılaşmışsa akılları -zaten, alacak yerleri de kalmamış oluyor; kibirden, gururdan..
En can acıtan savunma sistemi üstelik -özellikle de çok gençler arasında, hayretle gözlemlediğim ısrarlı bir burun bükme ve devamlılığı sabitlenmiş bir beğenmezlikten ibaret etraflarında ki hemen her şeye karşı... Hele eskaza bir de "sanatçı" tiplemesini beğenmiş üstlenmişlerse yandı ortam. Adeta Fellini Figürü bir yari-tanrının tavaf etmesi gibi reayasını ortamdaki halleri...
Cabbar Kaygısız: Kut Bey, hiç ummadığım bir şey oldu ve
Soru yönelttiklerimin büyük çoğunluğu "Oscar' da neymiş" gibisinden yaklaşım sergilediler.
Sizce
Sanatçı neden kıskanır?
Kut Tuncay: Keşke kıskançlık tek başına alelade sergilenmese değil mi zira özellikle de yeterli donanımı olmayanda feci sırıtıyor benim çok sevdiğim bir beylik lafım vardir: "eleştirdiğinize mutlaka bir alternatif model önerisi, bir çözüm de ekleyin yoksa dedikoduyu aşamaz dedikleriniz"...
Sanatçının kıskanması eğer enerji olarak tasarrufu halinde üretimine de yansıyabiliyorsa "aman ne mutlu" yoksa alelade haset kanser kadar kötüdür...
OSCAR' ı küçümsemek ancak cehaletle izah edilebilir, başka bir şey değil...
Otuza yakın ülke -neredeyse tüm kıtalar, öncekinden fazla orijinal dil hatta arada lokal Lehçeler tanınmış veya tanınmamış yüzlerce rejisor, editor, yapimci, gerçekten mucizevi sanatkarlıkta onlarca kameraman ve doğal olarak dünya edebiyatı literatürünun en çağdaş en taze eserleri ürün olarak ortaya gelecekler bir yarışma düzenir de "bunu küçümseyecek birileri de çıkıp" ne diyecek acaba eleştirel anlamda şahsen cidden merakımı da celbetti yani. Kimbilir belki bir yerlerde o yoğunlukta alternatif üretebilecek beyinler varsa!
Bizim ülkemizden hele.. hafızam yanılmıyorsa OSCAR ile çok barışık bir film endüstrisi olamadı henüz. Ülkemizde arada adaylığı belli sıralamalara kadar gelmişse de bazı eser sahibi dost ve tanıdıkların...
Biraz "kedi-ciğer-murdar" trilojisi olsa gerek o kıskançlıklar dahası değil.
Amerikan emperyalizminin alavere - dalavereleri, sanatla ne alakası var, tümüyle kapitalizmin çarkı... v.s. yaklaşım geliştiriyorlar. "İlgilenmiyorum" diyenler çoğunlukta.
Ben de hayret ettim

Yani o zaman Steinbeck' i, Hemingway' i, Jack london gibi isimleri hatta Twain' i de adamdan sayamayacaktır - sanata yakın bilmeyecektir aynı bakış. Bu ne "menemen" bir inkar ne tür bir görüştür anlaması pek zor.

İlgilenmemek şahsi tasarrufları ise işte cehaletlerini de tasdik eder zaten bu kapalılıkları bence. Yani sosyalist bakışın da ayrımcılığa hele sanat parantezinde bu tip yaklaşımı işte "ancak çağımıza mahsus olabilir" ne diyeyim ki...
Üzücü üstelik. ..
Yanıt verince de başlıyorlar çemkirmeye üstelik, engelleyenler çoğunlukta

Bu derece kılcala işlemiş haset nasıl çözülebilir?
Evrime ayak uydurup evrilerek ancak veya doğala özdeş selectionla bence... Zira burda artık bilgilendirme veya doğruyu işaret etme nafile yere çabalama olur, beyhude emektir bu tipleri aydınlatmayi denemek...
Baştan o kadar taraflı ve katılaşmışsa akılları -zaten, alacak yerleri de kalmamış oluyor; kibirden, gururdan..
En can acıtan savunma sistemi üstelik -özellikle de çok gençler arasında, hayretle gözlemlediğim ısrarlı bir burun bükme ve devamlılığı sabitlenmiş bir beğenmezlikten ibaret etraflarında ki hemen her şeye karşı... Hele eskaza bir de "sanatçı" tiplemesini beğenmiş üstlenmişlerse yandı ortam. Adeta Fellini Figürü bir yari-tanrının tavaf etmesi gibi reayasını ortamdaki halleri...
Ben tahammül edemiyor, derhal olabildiğine uzaklaşıyorum.