DİYALOG MÜZESİ

KUT TUNCAY İLE

171. DİYALOG: KUT TUNCAY
-ABİDİN DİNO BAĞI İLE BAŞLADI-

-Merhabalar.

O kadar çok konu var ki sizinle konuşulacak. Umarım diyaloglarımız ilginizi çekmiştir?

-Neden olmasın da (...) ?

Toplum "giz" seviyor.
Amaç topluma sanatla ilgili bir şeyler kazandırabilmek. Samimi olduğumuz anlaşılsın yeterlidir efenim.
 
-Ben a-sosyal bir sanatcıyım maalesef. İnşallah!
 
Sanal ortamları nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
-Walla, sanal veya reel -ortama göre değişir elbette... Mühimsenecek olanın konu kadar samimiyet olmasından da yanayım şahsen.

Verim ve ilişkilerin düzeni bakımından faydalı mıdır?
 
-Niçin olmasın bu taşınan; hedeflene, mesaja, misyona göre de değişir.
 
Temas edebilmek için nelere dikkat edilmelidir?
 
 
Önce dürüstlük bence ve yaklaşımın hedefinin de aleniyeti. Muhatap seçtiğiniz kitleyi de hedeflerken aynı samimiyet...
 
 
Programımızı ve projemizi herkesin ulaşabileceği biçimde açıkladık zaten. Katkının artması için neler olmalı?
Veya sizin düzleminize geçersek, neler yapıyor - üretiyorsunuz bugünlerde?

-Ben ancak resim yapabiliyorum bu ara "nekahetten" yeni çıktım. Heykel ya da diğer plastiklere atlamam için daha erken ama kendi içinde gravür ve serigrafiler de var.
 
Sizi sıkan neydi genel olarak ve nasıl aştınız?
 
-"Sıkan" derken, sağlık manasında mı?
 
Nekâhete iten" de diyebiliriz - durgunluk neden kaynaklanır?

-Trombositden ameliyat oldum. İki bacağım da kesilmekten kurtuldular...

Geçmiş olsun!
 
-Ben, sağlîken kastettim. Teşekkürler.
 
İbrahim Çallı'dan bahsedebilir misiniz?
 
-Severim. Son derece de önemlidir çağdaşlar arasında...
 
Nasıl bir öğretmendi?
 
-Pedagojik formasyonu değildi önemsediğim daha çok misyonunu önemli bulurum.
 

Açabilir misiniz lütfen misyonunu?
 
-Genel olarak Türk Resim Tarihine bakışıyla ve değerlendirmelerinde, etütlerinde el aldıklarını taşımayı da becererek...
 
 
Sizin farkınız nedir? (Sanat olarak)
 
-Ben eski sınıftan sadece Orhan Peker ve Arbaş'la çalıştım. Bir de Füreyya ve Yılmabaşar'la, seramikte Tezonar Hoca'yla... Ama Çallı gibi bir Dino ya da >Mualla taşıyıcısı olamadım açıkcası. Devlet destekli olamadığımndan da olsa gerek...
 
 
Son çalışmalarınızdan foto çekimleriniz var mı buraya yapıştırabileceğiniz?
 
Elbette
 
-Mesela bu kullanılmış satılmış hali elbette. Bbir sanat sitesine tasarlamıştım geçen sene sonunda. "Tarzıma örnek olsun" diye taşıdım buraya.
 
Model kullandınız mı bu çalışmanızda?
 
-Evet.
 

Afişle farkı nedir?
 
-Afişler daha commers işlerdir. Bu tip işlerde ise sanat ağırlıklıdır. Ya da "afiş daha grafik olur" diyelim.
 
Bu tür bir çalışma yorucu mudur, -rengin tonları ve kurgu bakımından?
Üzerinde değişiklikler yaptınız mı?
 
-Çok mükemmellkiyetciyim dolayısaıyla da teknik olarak, evet.
Kurgusu değil ama işlemesi ve tekniği açısından da eski kafalı ustalardan olduğumdan asla grafik uygunluktaki "aquarellere ya da akrilik" boyalara daha fırça atmadım. Daima hayatımca yağlıboya çalıştım ki hattat olarak da hep yağlıboyadır eserlerim. Yağlıboya teknikleri açısından elbette hayli zor işçilklerimiz hele de tuvale olursa ama genellikle de "mdf" üzerine "martufle" çalışıyorum.

Daha renkli bir çalışmanızı görebilir miyim? (Afiş izlenimi vermeyen) Bu ara albümlerinizde geziniyorum ve bulduğum bu çalışmayı da irdelemek isterim?
(Bu soru irdelenemedi!)

"Tüy" harikaymış.
 
"Orkide" de nefis fakat mümkünse "tüy" ü yazışalım biraz. Bu arada benim seçtiğim çalışmayı daha sonra da değerlendirebiliriz.
 
 
-Maalesef on sene evvel ülkeme döndüğümde başımdan bir internet sanat hırsızlığı davası geçti ve o zamandan beridir de dokuz sene süren -sonunda kazanmama rağmen, uluslararsı mahkeme masraflarımı bile karşılayamayan durumun sonucu olarak artık tüm görsellerimde "mikronano" etiketlerim varlar ki bir "muhalefette mahkemelere eserin şahsıma ait olduğunu da ispat edebileyim" diye
 
inşallah, şimdi müsaadenizle çalışmaya dönmem lazım size iyi eğlenceler diliyorum.

"Tüy" e siz ne isim verdiniz?
tüğ - tüy - tüymek izlenimi uyandı bende ve kompozisyon ve işleniş mükemmel. Zor bir iş yani.
 
-Teşekkürler... O "tüy kalem ve kilit" (mühür) isimli çalışmam, şimdi kaçmalıyım izinle, sağ olun, yazışırız...
 
Zevkti. Devam etmeyi çok isterim.
Saygılarımla.
 

İKİNCİ BÖLÜM: BİR KAÇ SORU
 
İdeolojik sanat olabilir mi, olur veya olmazsa neden?

Elbette ki olur zira sanat bir dışa vurum biçimi estetiğidir. Bu bağlamda son derece kolayca her nevi mesaj taşıması da mümkündür. İdeolojik de olanı doğal olarak. Sanat zaten genelde hayata ve varlığa muhalif bir kaygıyla vardır. Bu kaygı sağa da solada kayabilir.

Şahsi kanaatim ise sanatın mutlaka steril var olması elzemdir. Muhalefet taraf olduğunda taşıdığı mesaj politik olmak zorunda kalır ve kirlenme olur. Keske insan yaratıcılığı NÖTR devam edebilme şansına sahip olsa. Lakin bunun da imkanının olduğuna inanmıyorum.

Memurdan neden sanatçı olmaz, çözüm önerileriniz nelerdir?

Bence sanatçı memur edilmemelidir yani sanatın asıl doğasının muhalefet olduğu düşünüldüğünde memuriyet sistematigi ne entegre de edilemeyeceği anlaşılır.

Borusan Flarmoni, Borusan Sahne, Sabancı Sanat Merkezi v.s. isimler sizde ne çağrıştırır, uygun bulur musunuz?

Elbette, belli yoğunlukta finansmanını sanata yatıran iş hayatı bir ülkede sanatın uygulanması açısından çok önemlidir her ne kadar bu yatırımlar vergiden düşülüyorsa  da ... Uygunluk derken kastedileni tam algılayamadım..?

İsimlerdirmeler yapılırken daha seçici olabilir miyiz anlamında "Borusan" denilince ilk aklıma kanalizasyon filan geliyor...

Aynen ve keşke...

"Malzeme parası bulamıyoz" diyen bir sanatçıya ne önerirsiniz?

Malesef kaliteli malzeme kaliteli ellerde ve kaliteli emekle muhteşem eser haline döner. En azından malzemeye suç bulamazsınız. Haa, şartı mıdır kaliteli eser üretiminin kaliteli malzeme? İronik cevap ama hayır. İşin ikilemlerindendir. Çok önemli bazı eserlerin inanılmaz kötü malzemelerle ifade edilmişliği hatta mimaride bile halihazırda yaşanır örneklerini taşımakta. Şimdi özellikle ikametimiz olan bu güzel şehir.

Ana soruya cevaben ise asla unutamam sadece salça ve kasap kağıdı ile yarattığım desenlerin nasıl çılgın para getirdiğini Londra' nın göbeğinde. Üstelik yıllar sonra desenlerini imzalamaya çağrıldığımda itiraflarımla en azından kağıtları polyester vernik ile koruma altına almışlığım da olduydu.

Elbette layık - ı vechile uygun kalitede malzeme olsa ister gönül de olmazsa da "kaliteli iş" üretmenin mutlak temeli addedilemez bence malzeme.

Hiç para bulamamak ise gereken malzemeye, oldukça acıklı bir senaryor.

Felsefe ve dolayısıyla sanat üzerine kilise (kurumsallaştırılmış inançlar) baskısı ile ideoloji baskısı farklı mıdır, çözüm önerileriniz nelerdir?

Soru tümcesini farklı da algılamak mümkün lakin çıkardığığım kadarıyla sanatın üstünde ideolojik baskı ile din baskısının farklılığı ise; kanaatimce her tür baskının sanat tarafından benzer tepkiler almasıdır.

Örneğin Milliyetçi Çin' de devrimlerine destek olması amacıyla zorlanan müzik eserleri ve resimler. Onca harikulade yaratımlardan ne bir sanatkâr, isim sahibi olabilmiştir ne de akım sürebilir eserler...

Kezâ Rusya' da Lenin zamanında veya Stalin devri üretimine baskı karışmış sanat ürünleri ortadadır. O yıkılan heykeller, büstler arasında çok önemli sanatkârların muhteşem işleri hebâ edilmektedir.

Kilise örneğinde Batıda Reform ve Rönesans' lara rağmen Leonardo ve Micelangelo örneklerine bakılarak çok ciddi eleştiriler ortaya atılabilmiştir. Resmin de müziğin de iddia edildiği gibi "dinsel olanı" diye bir ayrım sanatı merkezinden uzağa iteklemeye yarar, fazlasına değil...


Birlikte çalışabilmenin kriterleri nelerdir?

Bence beraber çalışmanın ilk kriteri mutlak saygı ve paylaşabilme güdüsü - toleransıdır. Özellikle sanat işlerinde ve tasarım projeleri gibi yaratıcılıkda aranan işbirliklerinde sadece emek değil doğal olarak yaratıcı gücün şiddeti de devrede olacağından SAYGI en önemli objektif kadran olmak durumundadır.

Vallahi, bir prototip sözleşme yahut bir standart dahi olabilmesi için önce güven ve saygı olmalı, başta ama yukarıda da belirttiğim üzere bir "ıslık"söz konusu ise; tekil yaratıcılık ne denli sayılabilir bilemem. Kaldi ki çok özel işler dışında ben özellikle de endüstriyel tasarımlar için mutlaka "ekipler ruhuna" inanıyor ve öyle tatbik ediyorum. Sözlesmelerimizin de genelleme içermemelerine gayret ediyor emeklerimizi bölüştüğümüz yaratıcıları ve zanaatkarları mümkün mertebe tekil değerlendirmelerde tutuyoruz, aramızda.

Üç kıstas asla değişmiyor ki bunlar "sarfedilen zaman, işe ve ekibe intibak ve saygı"; (gizlilik ve trade havuzları kanunları), sonuçlandırmalar, getirinin primler veya hisseler halinde bölüşümleri. ÖZELLİKLE son madde... ben yirmi sene evvel ülkemize kesin dönüşümde burada asla bilinmezden gelinen, görülmek istenmeyen, bazen hatta saklanıp ticari sır gibi davranılan ve üstüne de yaratıcı elemanı nerdeyse bir hediyelendirme ile geçiştiren mantık vardı. Şimdi yirmi yılda artık iş - bölüm / bölüşümü gibi değerlendirme sözleşmeleri de yavaş yavaş evriliyor evrilecektirde ...

Bugün çağdaş sanat dünyasında Ara Güler gibi bir çınar ki çırak usta ilişkisi mantığını tatmış bir sanatçı dahi artık ekip gücünü kabulleniyorsa doğru yolda olunduğunu söyleyebiliriz.

Kişilik son derece önemli bu tür ekip mecburiyetleri içeren ıslık nevi işletmelerde elbette... Böyle bakınca daha az beceri, yaratıcılık sahibi ama mutlak saygı ve ahenk çabası ilk ölçümüz olarak kalıyor yeni birine bakarken. Dürüstlüğü kadar önem verdiğimiz bir erdemi beraber çalışacaklarımızın ekibe uyum isteği ve hiyerarşik konumunu kabullenişi, ilk baktığımız.





ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TİTR İLE CÜR'ET

Sanat camiamızdaki GELİŞİMLERİ neye göre TESPİT edersiniz, son dönem tespitlerinizden birkaçını rica edebilir miyim?

Ah! Sevgili Cabbar Bey, emin olun bu sorunuzun cevabını duymak, okumak istemezsiniz zira gelişim adını dolduracak, bu kelimeyi anlamlandıracak bir aksiyona rastlayamadım -maalesef ülkeme kesin dönüş yaptığım 2000 senesinden beri...

Sadece o ilk senede ülkemde açtığımız "ilk ve son dev sergi" esnasında zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Sezer ve eşi hanımefendilerin yakın ilgisi ve "devlet sanatcılığıyla" taltif edilerek, rahmetli İsmail Cem Bey'in de zarif ağırlamaları belki farklılık addedilecek devlet yaklaşımlarıydılar lakin hemen ardından olan bitense maalesef oldukça sarsıcı bir zifiri karanlık hatta laubalilkik ve düşmanca dahi değerlendirilebilinir.

Düşünün ki şahsen kalkıp basın üzerinde İskender Pala diye bir zat-ı muhterem ile ağız dalaşına muhatap edildim. Tek suçumsa adamın sözüm ona akademik kariyerine binaen "Mutaassıp Sanat" diye adlandırdığı bir reformu sanat rönansansı gibi lanse etme çabasıydı. Eleştirdiğim şey tahta boyama kurslarında öğretilen "ezber hat çizimi" ve boyamalarının kafaları sımsıkı örtülü, evde kalmış hanım kızların yaptığı, yalan yanlış "repetelerin" sanat değeri taşımadıkları ve bu modaya da böyle bir isim takılamayacağı görüşümdü.

İzninizle Galatasaray Mevlevihanesinin -el alarak icazetle bizatihi Abdülbaki Gölpınarlı hazretlerinden hat öğrenmiş bir gerçek hat ustası ve Avrupada' da adıyla "kaligrafi lecturune" kaydedilmiş bir sanatcı olarak bu kadarına hakkım vardı sanıyorum... Buna rağmen ciddi bir düşmanlık gördüm; bir sürü saçma sapan insan müdahil oluverdiler o tartışmaya ve hayatımın en Aziz Nesinllik hikayelerinden biri oldu, sonunda çünkü "sanat tarihi profu" beyefendi bana cevaben kaleme aldığı yazılarından birinde kalkıp örnek olarak kullandığı Rembrant' tan "Gece Bekçilleri" ustalık eserini ressama yakıştıramamış olmalı ki Albert Dürer' e mal etmiş.

Yani -hakîkaten kimseleri de aşağılamnak derdinde değillken, kusuruma bakılmasın da sanat tarihi konusu olan bir akademisyenin bu şekilde bir hata ya da hatta sürç-ü lîsanı affedilemez... "Buna sabrım da yok zamanım da" dedim.
Cehalet çok zor, doğal olarak hele de "titr ile cüret almış cehalet" daha da fec'î...

Velhasıl-ı kelam Cabbar Bey, bu sadece  tek örnek... "gelişim "adına ilk nefeste aklıma gelen sanata dair...

Ha, elbette yetişen bir neslin arasından son derece yetenekli çocuklar geliyorlar -neyse ki, resim değilse de  mesela;  klasik müzik ekolünde...


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: TELEVİZYON

Ulusal TV kanallarının sanata katkıları nelerdir, örneklendirir misiniz?

Katkılarından maada bence sanata kalitesizlestirme ve ilgisizlestirmelerini konuşmalıyız, özellikle de ulusal kanallarda sanat konulu programların ancak...

Şahsen kaybolan el sanatlarıyla ilintili son kalmış bir kaç özel eski yapım çok özeller örnek olarak da ancak bu eski yapılmış programları anabiliyorum maalesef. Şimdi sanat programı raytingi olmadığından yapım masrafını girmeyi bile denemeyen yapımcılar tarafından unutuldu çoktan, arada bir ancak müzayede reklamı olarak iki kelime ile bazı kolleksiyonerleri hedefleyen, haber değeri düşük sanat programıyla da destek olunmaz sanata.

İşın en tuhafı bugünün İran'ında bile bizdekinden on defa daha fazla sanata endeksli veya sanat konulu program var TV' lerinde. Bir de bizde örnek bulmaya çalışınca Gulben'i, Demet Akal'ın konserini de sanat programı sayan, o gözle gören bir seyirci profili de var maalesef...

Müzik olunca, "klasik müzik konser haberi" yok denecek kadar az nedense! Fazıl'a özdeşleşmiş konudan adeta korkuyla uzak duruyor programcılarımız. Bir heykel veya resim konulu sanat programı ise yapılamıyor. Piyasada hemen her belediyede sanat kursları adıyla tahta boyama, transfer, hat vesaire öğretilirken bu potansiyele hitap edecek kaliteli bir zanaat programı da yok işin garibi...


BEŞİNCİ BÖLÜM: SÜREKLİLİK SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK


Süreklilik, sürdürülebilirlik ve sanat bağlantılarını nasıl kurarsınız, emekli sanatçı olur mu?

Hiç sanatçı -eğer gerçekten de  sanatçıysa, "emeklilik" diye bir sınır mefhumu düşünülebilir mi? Şahsım bizzat yaşıyorum bunu. Şimdi mesela Viyana' da emekli olduğumda "artık sadece resim yapmaya" diye dönmüştüm ülkeme. Hoş şartlar arada on beş sene daha restorasyon yapmama mecbur ettiler beni ama sonunda -şu an artık, sadece istediğim haliyle resim heykel yapıyorum ve -ihtimaller dahilinde sağlığım, elim ayağım, gözüm idare ettikçe de durdurulması imkansız bu güdü ile var olacağıma eminim...

Lakin aynı zamanda "süreklilik" bambaşka formlar olabilir sanatçının hayatında. Örneğin sanatçı belli bir maaşla devlete muhatap çalışmaktadır ve günü dolup emekli olunca artık devam edemeyecek kadar körelmistir içi...

Ha, o durumda bile tamamen sanatı unutup vazgeçilebilir mi, sanmıyorum. Eğer gerçek bir sanatkâr ise şahıs ama belli durgun dönemler yaşanabilir elbette, yukarıdaki tip mecburi sürekliliği olan okupasyonlarda...


ALTINCI BÖLÜM:

Detay neden önemlidir, hangi aşamada detaya girersiniz?


Çok sevdiğim beylik laflarındandir Descartesin "bütün, detayda gizli bekler"...

Velhasıl bence detay her aşamada dikkate alınmalıdır sadece -belki bazı resim tekniklerinde ve monimalist yaklaşımlarda detaylar fazla göze çarpmadan kullanılırlar. Kişisel olarak ekolüm "Uberrealistch" olduğundan detaylara ilk nefesten pür dikkat ederek baslarım. O kadar ki hatta Almanya Bremen de çok ciddi bir eleştirmen, bana "detay etütlerimin ana temayı bile gölgede bıraktığını" söylemişti. Gerçeküstü gerçekçi resim yorumlarında hakikaten de detayları çok zorlamak arada bu tip yorumlara temel oluyor.

Gerçeküstünü nasıl algılamalıyız, gerçek olmayan değil sanırım?

Yok, bu ekolün isminin tercümesi, Uberrealismus... Komik duruyor tercüme edince ama ne yapayım

Ekol olarak felsefe ile de karşılaştırırsak, nasıl bir görüş ve kurgudur özellikle detayda..?

Ben, Tatbikideyken daha özellikle de ilk temel eğitim sınıfında inanılmaz ciddi tartışma ve çirkin eleştirilerine -hocalarımızın hedef olmuştum, "resim asla fotoğraf gibi olmaz" diye. Beni uzun süre sınıfta hiçbir teknik ekipman kullanmadan, resim yaptırıp emin oldular kopya etmediğime. İşlerimin değerleri, sonradan artarak önem verildi ama sonunda tüm dünyada nihai ismiyle bu ekolü de kabul etti sanat dünyası.

Başlangıcı Avrupa olduğundan yine de bir müddet üvey evlat muamelesi yapıldı. Felsefede ise 20 yüzyılda Popper' ilk defa konu etmişti. Onun ardından bir kaç asistanı devam niteliği taşıyan clqssshoplarxa gerceküstücügerçekliği konuştular. Burda felsefi bağlamda da aynen resimdekince "gerçeği tüm varlık boyutlarında tekrar etmek" ilkesi konusulmakta...

Bu durumda detay sıralamada sonlara doğru yaklaşmalı, bütünlükçülükten dolayı?

Aynen.

Katkınız, bilgilendirmeniz için çok teşekkür ederiz, sizi ayrı seviyoruz.

Bilmukabele sevgili Cabbar.





YEDİNCİ BÖLÜM: GELENEK

Kültürlerde geleneksel yaşam ve geleneksel sanatları daha önce yaşanmış olduğu gibi tekrar aynı şekilde canlandırılabilir mi ya da tekrarlanabilir mi?

"Mi" değil bence bu mutlaka uygulanmalı hatta devlet desteği ile olmalıdır zira özellikle de artık globalleşen dünyada özkültürlerin kalmaları son derece önemsenmelidir.

Unutulmaması gereken -örneklendirecek olsak edebiyat misal; yaşayan dil ve kendini ifade kültürü olarak mutlaka korunup geliştirilmelidir. Canlandırmak denilirse de şöyle görelim: "Zaten ortada saçmasapan ve tümüyle hatalı kullanılarak dejenere edilen Osmanlıca eğer ilgiye mazhar olur da DOĞRU öğretilir ise nesillere düzgün nüfuz eder. Diger şekilde dejenerasyon sonunda tüm lisanı bile mahvedeblilir.

Resim müzik için de aynı şeyleri gözlemliyoruz kaldı ki geleneksel sanatlar var özellikle sadece bu coğrafyanın kültürü kabul edilebilecek... Onlarin kaybıyla toplumsal erozyonların önü alınamaz bence.

Sanat bir tutkal benzeri bazen farklı sınıfları bazen değişik yerel kültürleri bir arada tutar ve hatta devletler komşularıyla olan ilişkilerinde sanatı ve kültürü bir köprü gibi kullanmalıdırlar...


SEKİZİNCİ BÖLÜM: KEDİ

"Yaşayan değer" kimlerdir, örneklendirir misiniz?

Başarıdan anladığım kalıcılık ve gerçeklikten kopmadan ürün - eser vermektir. Kriter ancak kendim kendime olurum, standart kabul etmez sanat üretimi.

"Yaşayan deger" bir oturmuş sosyal düzen içinde gerek yaşamı gerek bıraktığı izle o sosyallik için yön olmuş insanlara denilmelidir. Asla rol-model değil ama dediğim form yön gösterici ve hele tarafsızlığını muhafaza edebilmiş isimler bilhassa hayranlığım olanları.

Hayatta ve Nobel ödüllü diye Orhan Pamuk örneğim benim "yaşayan değer " tiplemesinde asla kişisel örneğim olamaz lakin vefat etmişse de ödülü de olmasa bir Yaşar Kemal kalıcılığı olan ve ölümsüz değerdir. Farklılıkları ise yönlendirici etkileridir.

Ama işin doğasında zaten size cevap vermeyeceklerini bildiklerinizi tercih yok mudur değerli dostum..?

Elbette anında değerlendirmeye cevap verecek isimler tercih dışıdırlar özellikle de bizimkisi kadar hazımsız aydınların yaşadığı bir ülkede.

Şuan çevrenizde gördüğünüz ilk, "güzelliği" yazar mısınız, rica etsem?

Hemen gözüme takılan ilk "şey" canlı bir varlı ve her ne kadar kendi içinde güzellik belli göreceliliklere tabii de olsa klasik olmuş estetik mükemmeliklere iyi örneklerden de biridir kediler.

Eski Yunan ve Roma' dan beri ölçü edilmiş tüm o altın kesimlerin şahsına münhasıran gelişmiş esneklikleriyle de bezenmiş bir "Felis Cattus" domesticum miladı dolmuş mozaiklerden çağdaş empresyonistlere daima sıklıkla tercih edilmiş bir model olmuş ve güzelliğin içinde belli ölçüleri aşarak yerini sabitlemistir bence.

Elan muhatabı olduğum güzellik bir sıradışı İran - Himalaya cincillası çapraz ürünü ki kediyi fareyle eleştiren genetiğin aradığının da sadece teknik değil estetik hedefleri olduğu aşikar. Her bir kılı üç santimi aşan tamamen şu geçirmez özel yağ bezleriyle sadece o meşhur pırıltılı hali dışında nehir balıkçı kedileri ya da Van kedileri hatta kaplanlar gibi suya düşkün ruh halleri o bilindik enfes beden oturumuna bir de yüzücü yumuşaklığı cilası çekiyor nerdeyse.

Amber renkli gözleri ve basık burun özellikleri, bakışlarını asla kaçırmayan tipik mağrur halleri en alelade devinimlerini bir görsel şölen haline sokmaya yetiyor. Ve hele çoğu mutanta has akıcı zeka ve gayet çabuk gelişen hafızaları bu güzellik modeline başka türlü sağlam bir ruh ve karakter yüklüyor. İllede eser niteliği ise aranan ölçü şüphesiz bu varlıkların bilinç yansıtışları incelenmelidir.

Kedilerimi ben de sık sık modelliğe yönlendirirken sadece bu çok özel cinste karsılaştığım karakter özelliklerini resmin dar boyutlarına sıkıştırmak sayısız etütler ile mümkün oluyor. Sonra dönüp Oya Katoğlunun Ankara Kalesi kedilerini, Orhan Peker' in sokak kedisi Miro yu, F.Mualla' nın tüm psişik korkularını yenerek yanında uyuttugu yavru Fransız sarmanlarını görüp yalnız olmadığımı hissediyorum, seçimlerimde.


DOKUZUNCU BÖLÜM: KADIN

Günümüz sanatı kadını neden öne çıkarır, güçlendirir?

Kut Tuncay: İlk konunun sorusuna cevaben: "Evrensel sanatta yerimizi tesbitinin önemi zaten soru cümlesinde varlıklanmaktadır. Evrenselleserek gelişen, yenilenen çağımızda global kavramlar arasında sanatçıya kendi özel gözlemi ve muhalefetiyle elbette bir konum sahipliği de verilmelidir zira bu ayrım değil ancak belirleyecek özelliklerden biri olacaktır".

İkinci konunun sorusuna cevaben: "Kadın estetik olarak değerlendirildiğinde aslında tabiatın tam tersine doğada asıl süslü ve güzel olanın erkek cinsi olmasına rağmen tek açıklama artık yaygın işleyen kapitalizmin sanatı kullanma çabası içinde koyduğu şartları gözlemlemek lazımdır. Eve alışverişi yapan kadın olduğundan belirlenmiş hedef de odur.Bu sebebe dayandırılarak bile moda ve boya endüstrisinden kozmetik mamulleri pazarlamaya daima ısrarla o altın ölçüleri sabitlenmiş kadın figürü kullanılmaktadır. Sanatçılar için her ne kadar kadın sadece cinsellik içermiyorsa da figür olarak vazgeçilmezleri olmasının bu tekrar mekanigiyle açıklanabilir olduğu fikrindeyim...

Ama kadının sanatta kullanımının şu ya da bu şekilde ona güç kazandırdığını savunmam mümkün olamaz bu başka bir topik altında tekrar tartışılmalıdır...
 
ONUNCU BÖLÜM: OSCAR

OSCAR, neden dünyanın en önemli sanat organizasyonudur?

(ArtCRİTİCS)


Kut Tuncay: Merhaba, bence her ne kadar en büyük ve organize olarak kabul ediyorsam da "önemli" kategorisinde ilk sırayı veremeyeceğim bir organizasyon OSCAR. Tanınmışlığı ölçü alırsak tamam ama önemi göreceli kanaatimce. Sayısal bakılırsa P.R.C Çin'deki Ulusal Suluboya Yarışması bile Oscardan fazla katılımı ve yarışmacısı bölümleri olan bir organizayondur. Kaldi ki yine Portekizce konuşulan ülkelerde bir çok sanat organizasyonu da tanınmışlığına rağmen Oscar'dan daha az sanat yoğunluğu icermezler. Oscar' ın katılımcılarının neredeyse tüm dünyadan seçilmesini önemli buluyorum yoksa sembolizmi de değerlendirmeleri de fazlaca onaylayabilecegim kadar objektif değil maalesef.

Cabbar Kaygısız: Kut Bey, hiç ummadığım bir şey oldu ve

Soru yönelttiklerimin büyük çoğunluğu "Oscar' da neymiş" gibisinden yaklaşım sergilediler.

Sizce

Sanatçı neden kıskanır?

Kut Tuncay: Keşke kıskançlık tek başına alelade sergilenmese değil mi zira özellikle de yeterli donanımı olmayanda feci sırıtıyor benim çok sevdiğim bir beylik lafım vardir: "eleştirdiğinize mutlaka bir alternatif model önerisi, bir çözüm de ekleyin yoksa dedikoduyu aşamaz dedikleriniz"...

Sanatçının kıskanması eğer enerji olarak tasarrufu halinde üretimine de yansıyabiliyorsa "aman ne mutlu" yoksa alelade haset kanser kadar kötüdür...

OSCAR' ı küçümsemek ancak cehaletle izah edilebilir, başka bir şey değil...

Otuza yakın ülke -neredeyse tüm kıtalar, öncekinden fazla orijinal dil hatta arada lokal Lehçeler tanınmış veya tanınmamış yüzlerce rejisor, editor, yapimci, gerçekten mucizevi sanatkarlıkta onlarca  kameraman ve doğal olarak dünya edebiyatı literatürünun en çağdaş en taze eserleri ürün olarak ortaya gelecekler bir yarışma düzenir de "bunu küçümseyecek birileri de çıkıp" ne diyecek acaba eleştirel anlamda şahsen cidden merakımı da celbetti yani. Kimbilir belki bir yerlerde o  yoğunlukta alternatif üretebilecek beyinler varsa!

Bizim ülkemizden hele.. hafızam yanılmıyorsa OSCAR ile çok barışık bir film endüstrisi olamadı henüz. Ülkemizde arada adaylığı belli sıralamalara kadar gelmişse de bazı eser sahibi dost ve tanıdıkların...

Biraz "kedi-ciğer-murdar" trilojisi olsa gerek o kıskançlıklar dahası değil.

Amerikan emperyalizminin alavere - dalavereleri, sanatla ne alakası var, tümüyle kapitalizmin çarkı... v.s. yaklaşım geliştiriyorlar. "İlgilenmiyorum" diyenler çoğunlukta.

Ben de hayret ettim


Yani o zaman Steinbeck' i, Hemingway' i, Jack london gibi isimleri hatta Twain' i de adamdan sayamayacaktır - sanata yakın bilmeyecektir aynı bakış. Bu ne "menemen" bir inkar ne tür bir görüştür anlaması pek zor.

İlgilenmemek şahsi tasarrufları ise işte cehaletlerini de tasdik eder zaten bu kapalılıkları bence. Yani sosyalist bakışın da ayrımcılığa hele sanat parantezinde bu tip yaklaşımı işte "ancak çağımıza mahsus olabilir" ne diyeyim ki...

Üzücü üstelik. ..

Yanıt verince de başlıyorlar çemkirmeye üstelik, engelleyenler çoğunlukta

Bu derece kılcala işlemiş haset nasıl çözülebilir?


Evrime ayak uydurup evrilerek ancak veya doğala özdeş selectionla bence... Zira burda artık bilgilendirme veya doğruyu işaret etme nafile yere çabalama olur, beyhude emektir bu tipleri aydınlatmayi denemek...

Baştan o kadar taraflı ve katılaşmışsa akılları -zaten, alacak yerleri de kalmamış oluyor; kibirden, gururdan..

En can acıtan savunma sistemi üstelik -özellikle de çok gençler arasında, hayretle gözlemlediğim ısrarlı bir burun bükme ve devamlılığı sabitlenmiş bir beğenmezlikten ibaret etraflarında ki hemen her şeye karşı... Hele eskaza bir de "sanatçı" tiplemesini beğenmiş üstlenmişlerse yandı ortam. Adeta Fellini Figürü bir yari-tanrının tavaf etmesi gibi reayasını ortamdaki halleri...

Ben tahammül edemiyor, derhal olabildiğine uzaklaşıyorum.

 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol