DİYALOG MÜZESİ

SIĞINAK



 

489. DİYALOG: BUNKER - SIĞINAK


DİYALOG TÜR II (Bir Soru Çok Cevap) 


"Gerçek Soru Şu: Eğri cetvelle doğru çizgi çizmeye kalkanlar bunu eğitim anlayışının içine yerleştirmişler. Sanat eğitimi diye sanattan uzak bilgilerle sanat öğretilmeye kalkışılıp ve "burası Türkiye" denilerek kalıp oluşturulmuş. Bunu kırmak ve yıkmak zor."


Ne dersiniz?


DİYALOG SANAT


Zeynel YEŞİLAY: Benden fotograf öğrenmeye çalışanlara ben hep açık oldum. Öğrenmek için tepemde taşıdığım insanların bir müddet sonra benimle ilgilenmediklerini görünce neden acaba deyip sayfalarına baktığım zaman profillerinde "PHOTOGRAPHER" yazdıkların gördüm. İşte ülkemizde sanat ve  sanata verilen değer.


Mehmet KARAMAN: Burası Türkiye deyince benim aklıma farklı şeyler de geliyor! Yurtdışında bir "mesafebilirlik" var, bir cesit sınıf ayrışması! Herkes karşısındakinin ünvanına göre davranış gösterir! Türkiye`de hâlâ dostluğun, samimiyetin ve dayanışmanın olduğu izlenimini ediniyorum! Umarım haklıyımdır? Bütün bu ünvanları bir kenara bırakıp samimi bir şekilde öğrencileriyle ilgilenenlerin var olduğunu düşünmek istiyorum. Yaptığımız işte olduğu kadar insanlarla da samimi olmalıyız!


Ömer AKIN: Benim paylaşımlardan anladığım Türkiye'nin %90'ından fazlası ressam. Paylaşımlara bakıyorum anatomi bilgisi var mı? Perspektif bilgisi var mı? Malzeme bilgisi var mı? Türkiye'nin % 90'ında yok…


Hatice KILIÇASLAN: Bu konularda yetkin değilim, alaylı bir ressam olarak…


Lizlova SEVİNÇ: Hiçbir şey zor değil. Bakış açılarımızı değiştirirsek her şey farklı bir boyut alır diyorum ?


GençOsman DENİZCİ: Ben bu görüşe pek katılmıyorum. Beceriksizlikleri hep, "eğitim sistemimiz yanlış" kolaycılığına kaçmak olarak görüyorum. Nice sanatçılarımız var ki doğru dürüst eğitim bile almamışlar. Mesela, beş yıl önce kaybettiğimiz, dünyaca ünlü edebiyatçımız Yaşar Kemal ortaokulu birinci sınıftayken terk etmişti.


Ama şu var ki sanat eğitiminin daha ilk okuldan itibaren doğru bir şekilde verilmesi gerektiğine de inanıyorum.


Nesrin BALTA: Haftanın 6 günü günde 11 saat çalışan bir kadınım.  İki çocuğum var. Akşamları fazla 1 saat görüşebiliyorduk.  Bencillik diyeceksiniz belki ama bana o kadar iyi geldi ki. Kitap okumayı çok seviyorum ve birikmiş kitaplarım vardı.  Şimdi çocuklarımla vakit geçiriyorum. Kendimle vakit geçiriyorum. Bol bol kitap okuyorum. Film izliyorum. Yaşadığımı insan olduğumu hatırladım.  ? anlayacağınız kendimi çok iyi hissediyorum. Evde olmak harika ?


Devrim KUNTER: Eğitim sistemi, Türkiye'nin kültür düzeyi malum, haklı bir önerme. Sanat eğitiminden bahsedeceksek eğer belirli bir ekolden bahsetmemiz gerekir. Türkiye her hangi bir sanat dalında ekol oluşturabilecek kadar devamlılık ve özgünlük içeren sanatçılar yetiştiremedi. 


"Devlerin üzerindeki cüceler" benzetmesi hem sanatta hem bilimde geçerlidir. Bu sebeple bireysel başarılar her zaman için cüce kalmaya mahkumdur.


Mustafa KOCABAŞI: https://www.wattpad.com/101288745-nitelikli-bir-sanat-e%c4%9fitimi-nasil-olmalidir/page/6


Sabahattin ŞEN: Gerçek bir sanat eğitimcisinin kendisi en büyük atölyedir. Onsuz en gelişkin atölyeler hiçbir işe yaramaz.


Erkan YAZARGAN: Deneyimizi yaptık ve sonuçlandırdık, sayın hocam.


1. Eski yaraları olan genellikle yaşlı, başarısız, sermayesini tüketmiş kesim önce yoklama çekip sonra saldırıya geçiyor diş geçiremeyince öğrencilerine filan çağrı yapıp imha kampanyası başlatıyor.


2. Devlet ve benzerlerine bağlı / bağımlı kendine ısrarla sanatçı dedirten memur kesim sürü psikolojisiyle hareket ediyor.


3. Sanat gibi farklı bir disipline sanat dışı disiplinlerden çözüm arama yanlışına düşülüyor.


4. Yüzde 70 gibi bir kesim meşgul, anlamıyor.


5. Odaklanma sorunumuz devam ediyor.


6. Bilerek saptırma, alay, tahkir, üste çıkma gibi kötü insani duygu ve eylemler ağırlıkta.


7. Bir atımlık mermisi olanlar devamını getiremiyor.


8. Kendine yontma sorunu devam ediyor.


9. Diğerine katılım eksikliği sürüyor.


10. Üç kuruşa beş köfte, ben oduncuyum sen neden değilsin yaklaşımı piyasanın hakimi…


Linkteki yazı, bildiğimiz formal'e teknoloji ekleyerek halledilebileceği gibi bir savdan hareket etmiş fakat;


Tecrübelerime dayanarak sanat eğitimi yaparak yaşayarak geliştirilebilecek bir eğitim türü. Burada yanılgı çıkıp eski usül zanaatin bir işleyişi olan usta çırak yöntemi ilkel bir metottur.


Sanata meyilli birey bebekliğinden itibaren özgür ortamda yaşamalı, müdahil olunmamalıdır. O ışık onda bebekliğinden itibaren zaten vardır. Bilenler bilir. Sanatçı farklıdır. Herkes sanatçı olamaz demiyorum fakat;


Biz "çoklu atölye" çalışmalarımızda sadece resim değil sanatın her türüne yer verip bazen öğrenciyi yer değiştiririz. Gördük ki insanda bu öz var.


Bırakın yaparak yaşayarak öğrensinler!


Öyle devasa binalara, yığınla araç gerece de ihtiyaç yok, çoğu gereksiz.


Mustafa KOCABAŞI: Biz çoklu atölye çalışmalarımızda... derken?


Senin dedigin, TR de çook zor ya da ender görülen bir durum.  Ben çocukken etrafımda üniversite okumuş insan yoktu bile, örnek alacak insan yoktu. Ailede olmayınca çok zor. Gözlerim kapalı, el yordamıyla yönümü bulmaya çalıştım. Zor ya da geç oldu her şey. Ama eski adıyla Sağmalcılarda doğup, 32 sene yaşayınca, çok şey eksik kalıyor. Şikayet etmiyorum, pişman da değilim ama gerçek bu Bizim neslin cocukları daha şanslı.


Erkan YAZARGAN: Evet, imkanları genişleyen oldukça fazla sayıda insan var. Sıradan bir memur ailesi bile çocuğunu özel okula gönderebiliyor. Biz kıyafet bulamazdık doğru dürüst.


Çoklu Atölye, yine bize ait bir fikir. Geniş anlamda on sınıflı başlangıçta üçte olabilir; resim, yazı, müzik, fotoğraf, heykel temel sanat dallarının tümüne birden ortak alan kurup, kursiyer / öğrenci geçişkenliği olabilen, tümüyle öğretmenlerin hükmü altında kazancın tam ortadan ikiye bölündüğü, sponsorluğa açık atölyeler sistemi. Mesai, müfredat, prosedür gibi sorunları yok. Canın ne zaman isterse çalış.


Sabahattin ŞEN:Bunlar Ortaçağın engizisyon papazlarından balka bir şey değiller. Önce sanat adına çağdaşlaşmaları gerekiyor. Tüm bunları ve içine düştükleri zavallılıkların ne derece aşağılık duygusu yarattığını biliyorum. Unuttukları bir şey var. Aynı zamanda öğretmenim ve bunun için de 6 yıl pedegojik eğitimden geçtim. Ne derece ruhsal bir çöküntü olduğunu anlamakta güçlük çekmiyorum. Herkesin arka arka gittigi bir yerde gerçekleri de arka arka götürmeye çalışanların hastalıkları toplum içinde bulunmaları açısından çok zararlı. 


Türkiye böyle bir büyük sorun yaşayabilir. Sanatsa Türkiye degil. Dünyada sanat yaşıyor. Bizler gözümüzü kapatıp ruhumuzu cehenneme çevirmişiz. Kendi kendimizi öldürmüşüz. Çok ağır bir ölüm bu... Sanatın olduğu bir ülkede sanatla yaşamak çok güzel ve çok duyarlı... 


Sözünü ettiklerinizin sürü anlayışı ne sanatı saptırır ne de örneğin beni gerçek sanattan uzaklaştırır. Dünya sanatında yerini alanların gerçeği budur. "Alamayanlar kendine yansın" dememe gerek yok. Yanıp kül olmuşlar. Külleri serpiştiryorlar. Bruno ve Galileo da haklıydı. Engizisyon papazlarınca haklı değildiler. Sanat bunları aştığı için Ortaçağda kalanların hükmü ve değeri yoktur.


1995 yılında Almanya'nın Düsseldorf kentindeki Aacener Str. de bir Alman, bir Kübali ve benim ortaklaşa yaptığımız duvar resmi bugün de ayakta duruyor. (Kapaktaki resim) Alman sanatçı Klaus Klinger dünyanın ödüllü bir duvar sanatçısıdır. "Farbfieber" internet  sitesinden inceleyebilirsiniz.


Erkan YAZARGAN: Muhteşem öngörü...


Sabahattin Şen Sanat Evleri Projenizi nasıl geliştirebiliriz?


Sabahattin ŞEN: Bu gerçekten çok önemli bir proje. En önemli ve ilk, ilke bağımsız olmalı. Bu nedenle de gerçek sanattan yana olanların kuracağı sanat evleri olmalı. Bugünkü sanat eğitiminin üzerinde çağdaş ve evrensel bir gelişim anlayışıyla çalışmalı.


Bundan üç yıl önce, 2. Dünya Savaşı' ndan kalan bir sığınağın üzerine yapılmış 800 metrekarelik bu resimdir. Bir inşaat firması bu sığınagı yıkarak konutlar yaptırmak istedi. Mahalle halkı ayaklandı. Özellikle bu resmin yok olmasını istemeyiz diyerek. Bu resim hem bu insanları kurtardı hem de mahalleyi. Almanlar yıkmayı başaramadı. Bizim sanat engizisyon papazlarına çağrı yapıyorum: Gelin yıktırın ve benim ülkem adına sanatta yaptıklarımla ülkeme kazandırmış olduğum onuru da yok edin! Onurunuz buna izin veriyordur. 


Ruhsal çöküntünün yarattığı aşağılık duygusu onur tanımaz.


Sanat, hiçbir şeye hiçbir biçimde dokunmadan dokunmayı gerçekleştirebilen bir güçtür.


Erkan YAZARGAN: Bunker' nın ne anlama geldiğini bilmeyebilirler; Hamburg' da bizim uyanık müteahhitler biri, ihaleye girip "tamam, ben yıkarım" deyip sözleşmeye imza atıyor Alıyor eline üç beş kazma kürek, birkaç kaçak işçi filan girişiyor yıkıma. Bir gün, iki gün derken epey ter döküyorlar. Bunkerda kıpırdama yok. Yarım metresini bile yıkamıyorlar dev binanın. O bina orada öylece hâlâ durur


Sabahattin ŞEN: BUNKER, sizin de bildiğiniz gibi SIĞINAK demek. Kolay mı yıkmak! En az dört metre kalınlıkta, sağlam betonla yapılmış duvarlar.


Erkan YAZARGAN: işte bu bizim uyanık müteahhit görünümlü devlet memuru sanatçılarımız da devlet maaşıyla, sanat binasını yıkmaya çalışıyorlar kendilerince Mümkün mü hocam! İmkansız. Bunker' nın kılı bile kıpırdamamış, adam müteahhitlikten soğumuştur eminim.


Sabahattin ŞEN: Sanata evrensel ve çağdaş gözle, anlayış ve inançla bakılmadıkça bekara kadın boşamak kolay  gelir. Sanat diye ülkeyi resim çöplüğüne çevirenler bunlarla o uyanık müteahhit gibi sığınağın duvarlarını kazma kürekle yıkacaklarını sanırlar. Oysa bilmeliler ki çöplük resimlerle ne sanat olur, ne de sanatın evrensel çağdaşlığı yıkılır. Ülkenin kokuşmasını istemiyorum. Yazık oluyor insanlarımıza. Gençlerimiz yetenekleriyle sızım sızım sızlıyor. Acımıyor musunuz ülkemize ve bu genc yeteneklere? 


Saldırmayın! Saldırmak sanatın sığınagındaki hiçbir sanatçıyı yerinden oynatamaz. Çirkin ve igrenç düşüncesi olanlar bu kokuşmuşlukta yok olurken kendi bulundukları yeri kokutur, insanlara zarar verir. Ülkemiz sanatın yaratıcılığı olan en üst düzeydeki güzelliklerle koksun. Sonunda sanat her zaman üstünlüğüyle yaşayacaktır. Sanattan yana olanlar ve ülke kazanmış olacak. Her şeyin çok güzel olmasıdır çabamız. Sanata ve insana karşı ihanete karşıyız.

ON SORU ON YANIT

 

Bu yanıtlar sanat açısından içinde bulunduğumuz durumun korkunçluğunu anlatmaktan uzak kalıyor. Örneğin akademiyi bitiren 40 kişinden 5 kişi ressam (sanatçı denmek istenmiş sanırım) çıkıyor gibi bir değerlendirme korkunç bir yanlışlık. 1883" den beri tek bir dünya sanatçısı çıkaramamış bir okul, 40 kişiden 5 sanatçı yetiştirseydi hiç bir ülke bize yetişemezdi. 

 

Diğer yanıtlar da içinde bulunulan duruma karşı fincancı katırlarını ürkütmemeye yönelik. Bana ve sanata göre bizde sanat diye sanata karşı yapı oluşturmuş engel duvarlarını yenme yürekliliği gerekiyor. Tüm dünyada sanatçılar sanata karşı her türlü başkaldırı yapma yürekliliğiyle büyüklüğünü gösterir. Ünlü olması gerekmiyor. En tanınmamışının mayasında böyle bir yüreklilik yatar. 

 

Bu yoksa sanatı unutun.

Günseli VURAL TOKER:  Sabahattin Bey, nerede okuduğunuzu bulamadım yada yazılar içinde atladım belki de ancak akademiden 40 kişiden 5 ressam çıkar denmişse bu 5 sanatçı anlamına gelmez. Diğer 35 kişinin iç mimar, grafiker, seramik, endüstri tasarımcısı, tekstilci,sahne görüntüleri gibi sanata çok ihtiyacı olan yani sanat eğitimi almış kişilerce üretilen ürünlerin alanında çalışacak kişilerin mezuniyetinden bahsedildiğini zannederim. Çünkü ben bu okuldan mezunum ve kimin ne olduğunu veya olamadığını 37 yıldır görmekteyim.

Örneği verilen o 5 ressamın da içinde yetersiz, iyi, çok iyi ve yıldız olanlar vardır. Bütün dünya için bu geçerlidir. Aksi olsaydı dünya şu anda Picasso’larla, Leonardo’larla, Dali’lerle vs. kaynardı. Öyle bir şey var mı? Yok!...

Herkes yerini bildiği ve kendini yukarı taşıyabildiği sürece “sanatçı” sayısı artacak, sanat tüm Dünyada ŞAH eserler birikmeye başlayacaktır.

Akademiden mezun olmuş Dünya çapındaki sanatçılarla boy ölçüşebilecek sanatçıların sayısı da az değildir. Sadece kendilerini tanıtacak imkan ve lisanlara sahip değiller.

S.Ş: Her şeyden önce bir ölçüde, olumlu ya da olumsuz da olsa aydınlatılmış olmak açısından teşekkür ediyorum. Dünya sanatı öylesine çok hızlı yol alıyor ki bekle görelim, zamanla daha iyi olur düşüncesi "yok düşünce" konumunda kalıyor. Ülkemizde gerçekten sanatta yeterli derecede bilgili ve aydınlatıcı kişiler olsaydı bir umut var denilebilirdi. Bugünkü konumda bilgilendirecek ve baş vurulacak hiç kimse yok. Onlarla mı bir yere gidilecek? Gidilemedi. Gidilemez de... Tüm bunlara başkaldırı yüreklerini bulmak zorundayız. 

Tahta kaşıkla demir döküm yapılamaz.

Bunun anlamı sanatta hiçiz demektir. Bizim dünya sanatını yavaş yavaş anlamaya kalkmamız demek hiç zamanımızın olmadığını bilmemek demektir. Bugüne dek bilen dediğimiz tahta kaşıklarla demir döküm yapılmak istendi. Hepsini yok sayıp sıfırlamak gerekir. 

Güney Kore'ye bakılsın. Çin'e bakılsın. Önceki kaşıkları kullanmadılar. Doğrusu budur, sözle peynir gemisi yürütmek gibi "ölüme giden bir yol" izlenmez. Ülkemizin ve insanlarımızın uygarlaşması ve insanlaşması için doğruları söylemek bir onurdur.


Birkaç gündür Diyalog Sanat Platformu' nda ülkemizde resim dalında sanat sunumu yapan Sayın Rahmi Çöğendez'le bir söyleşi vardı. Kendisine iletilen sorulara içtenlikle yanıtlar verdi. Bu yanıtlar sonucunda koleksiyonerlik konusunda henüz tam anlamıyla oluşturulmuş, yerine oturmuş bir yapının olmadığını biliyoruz. Çok büyük sorunlar yaşanmakta. Koleksiyonerlik Belgesi bile olmadan koleksiyonculuğa soyunan birçok kişinin olduğu da bilinmekte. Şunu da açıkça anladık ki, herkes kendi kafasına göre koleksiyonculuk yapıyor.

   

Uluslararası koleksiyonculuk değerinde koleksiyonculuk yapmak için dünya sanatının evrensel ve çağdaş değerlerinin içinde olmak gerekiyor. Ne yazık ki bu değerler karşısında yetersiz kaldığımız ve yetersiz olduğumuz anlaşılıyor çünkü yeterli yetkinlikte ne danışmanımız var ne de bir sanat yapılanması… Herkes oradan buradan "bilse bilse şu kişiler bilir“ diyerek, onlara danışarak sanat adına çalışmalar toplamaya çalışıyor. Kelin merhemi olsa başına sürerdi. Bu danışmanlar da böyle, başlarına sürecek merhemleri yok! Bunlarla projeler yapılıyor. Açık artırmalar düzenleniyor.   Karşımıza tam anlamıyla kendi içimizdeki ticaret anlayışına yönelik sanat biriktirmeciliğiyle, her şey "al gülüm ver gülüm" düzeniyle yürümekte. Ne para eder, ne etmez değerlendirilmesiyle sanattan uzak bir birikimcilik yaşanmakta. Akademisyen diye bildiklerinin sanattan anladığını sanıyorlar. Bunların da merhemi olsaydı keşke Dünya sanatı bağlamında bilgiden uzak bu kişilerle bir yere varılamıyor. 


Neden mi? Geçen yıllarda kendini koleksiyoncu ve ne ilginçtir ki sanat eleştirmeni olarak tanıtmaya kalkan biri sayfamda yer aldı. Elbette kimin ne olduğunu anlamak için dikkatli olmak ve zaman gerekiyordu. En azından bu kişinin kendini sanatta yer alan bir koleksiyoncu ve eleştirmen olarak görmesini anlamak gerekiyordu. Her kim olursa olsun sayfasında yer aldığı kişinin sanattaki durumunu da araştırıp incelemesi gerekmektedir. Adam hiç oralı değildi. Oysa ben ne eleştirmen olduğumu öne süren, ne de koleksiyoncu biriyim. Elbette sanat eleştirisi konusunda da kılı kırk yararak yaparım işimi. Ülkemdeki sanat açısından yapılanları ele alarak daha öteye gidilmesi konusunu değerlendiririm. Kişileri de öyle...

   

Bu kisiyi de olabildiğince izlemeye aldım. Yaptığım eleştiri ve değerlendirmelere tam anlamıyla kayıtsız kaldı. Elbette bunun çok önemli bir kaç nedeni vardı. Sonunda nedenini çözdüm. Sanatta çok yetersiz biri olduğunu anladım. Nasıl mı? Çok büyük bir sanatçı diye nitelediği biriyle ilgili bir kitap yazmış. O kişinin tanıtımını Facebook'ta "empresyonist bir sanatçı“ diye yapıyordu. Böyle bir değerlendirmenin ve bu tür çalışmaların değeri olsa olsa empresyonist dönem içindeki zaman açısından değerlendirilmesi söz konusu olurdu, 2015' yılında değil. Bu zaman içinde sanatsal ne bir önemi, ne bir değeri, ne bir sanatsal niteliği, yapanın da ne de sanatçılık özelliği yoktur! 

   

Ben bu kişiye bu bağlamdaki eleştirimi yazdım çünkü açıkça ve herkese açık bir sayfada tanıtım yapmaktaydı. İyi yönü ya da geçersiz yanı açısından eleştiriye açık bir sayfa yani. Gelincikler yaparak kendini bulunmaz Hint Kumaşı yerine koyan bu kişi (veya onun adına paylaşımlar yapan birisi) çok resim satmayı başarmış ama sanatı başaramamış malesef. Göze hoş, sanattaysa  hiçbir değeri olmayan renkli görüntülerle bir sanat anlayışı sürdürülmektedir. Sözünü ettiğim koleksiyoncu da bu kişinin resimlerinin toplayıcısı konumunda. Ben eleştiriyi yaptıktan sonra ressam ve sanatçı diye geçinen, sanatçılık ve sanat niteliğinden yoksun bu kişiden çok ağır bir saldırı yazısı aldım. Kendisine karşı açıklamalı uzun bir yazı gönderdim. Yazılanları kanıtlayamazsa kendisinin iftiracı, düşük ve  n*mussuz biri olacağını belirttim. Bugüne dek hiçbir yanıt almadım. Çünkü gönderdiğim belgeler onun saldırılarını, iftiralarını, dengesiz sözlerini yerle bir ediyordu. 

   

Gelelim koleksiyoncu ya Bu kişi de çözümü beni silmekte buldu. Kendine göre sanat anlayışını gerçek bir sanat anlayışına yönlendirmek yerine burnunun dikine gitmeyi yeğledi. Ne mi yaptı? Sözünü ettiğim ve resimlerinin koleksiyonunu yaptığı kişinin çalışmalarını Avusturalya'ya götürdü. Kişisel girişimleriyle devletten de 200.000 dolar destek sağladı. Bunu kendisi bir yazıyla herkese de açıklamıştı. Ülkemizde böyle birine sıra gelinceye dek o denli içten sanat yapmaya çalışanlar var ki bu kişiye bir milyon yıl sonra sıra gelmezdi. Bizde böyle koleksiyoncular olunca da gerçek anlamda sanat gözardı edilerek sanatla yakından uzaktan ilgisi olmayan biri için 200.000 dolar destek alınarak taa Avustralya'ya resimler  götürülür. Bir de bir reklam var: "Bilmem ne müzesi resimlerinden birini almışmış". Bahsettikleri müze bizim Beşiktaş'taki Denizcilik Müzesi'nin bir benzeri Savaş Müzesi. Elbette buraya resim hediye eden olursa alırlar.

   

Bu yapıdaki koleksiyonculuk anlayışıyla ne sanat bir yere varır ne de koleksiyonculuk... Hele hele eleştirmenliğe soyunup bu çağda empresyonist anlayışta dediği çalışmaları çağdaş ve evrenselliğe kakalamaya çalışmak gerçekten büyük cesaret ister. Bu cesaret nereden alınıyorsa, sanırım herkesin tahminleri vardır.

   

Benim bu kişiye karşı kötü bir duygu beslemem saçma olur. Salt yapılan büyük bir yanlışı ortaya koyup anlatmaya çalışıyorum. Daha yararlı ve yerinde çalışmaların yapılmamasını zararlı buluyorum. Benimki uyarma sözleri olarak algılanmalı. Yanlışlardan ders çıkartılmalı. Herkes bu bağlamda dikkatli olmalı. Bu kişi de dikkatli olmalıydı. Ülkemizde gerçek anlamda sanat ve sanatçıya destek verilmesi çok daha doğru olurdu.

   

Benim anlatmak istediğin şu: Ülkemiz yalan yanlış ve kişisel amaçlar uğruna sanatta boş yere oyalanmasın, sanattaki yolu bilgisizlikler ve yanlışlarla engellenmesin! Sanatta bilinçli, çağdaş ve evrensel çizgide ilerleyelim. Bilip bilmeyenler bunun içinde sanatı yozlaştırıp durmasın. Bilinmeyenler gerçek bilgilere dönüşsün. Ülkemizde sanata yüreğini vermiş çok sayıda ve başarılı olacak yeni bir kuşak var. Üç beş kuruş uğruna cicili bicili, şekere benzer çalışmalara yönlendirilerek sanattan saptırılmasın. Ülkemize yazık. 

Dünyadaki en büyük saygınlık sanattaki başarıdır.


ZAMANI GEÇMEDEN


Zaman içerisinde herkes gibi olumlu ve olumsuz birçok şey yaşanıyor. Kimisi önemli, kimisi de gelip geçici olup zaman içerisinde yerini buluyor. En büyük sorun da zaman içerisinde yerini bulmayanlardır. Her geçen gün olumsuzlukların yıkımları geleceğe taşınarak büyük zararlar vermeyi sürdürür. Zamanında ele alınıp uyarı yapıldığında, çözümler arandığında önlemler alınarak zararlara engel olunabilir. Çok uzun yıllardır insan aklının er geç çözüm bulacağını düşündüğüm çok büyük bir sorun akıl dışı yollara saparak, yaygınlaşarak daha önceki korkunç olan durumu büyük bir yıkıma ulaştırdı. Daha çok zaman yitirmeden insanlık adına, akılsızlık yerine aklımızı başımıza almak gerekliliğinin kaçınılmaz olan bu noktayı çözmek zorundayız.


Aradan geçen uzun yıllardan sonra kendi kendimizi tanımaz duruma geldiğimizi, ne yaptığımızı, ne söylediğimizi de bilemez durumda yaşadığımızı algılayamaz, anlayamaz duruma geldik. Açıkçası gerçekten insanlıktan çıktık. Durumun ne derece duyarlı ve ne derecede korkunc olduğunu en iyi belirleyen de sanatın kendisi oldu. Şu bir gercek ki sanat, bilim gibi kesinlikle yanılmaz. Bir yanılgı varsa sanattan ve bilimden değil, eksiklikten kaynaklanır. 

   

Kırk yıldır Almanya'nın Köln kentinde yaşamaktayım. Bu kente geldiğim zamandan bu yana da sanat açısından evrensel ve çağdaş sanat içinde çalışmalarımın yer aldığını onaylayan bir toplumda yaşıyorum. Bu şu demektir: Ben daha Almanya'ya gelmeden Türkiye'deki çalışmalarımın çağdaş ve evrensel sanatın içinde olduğunun gerçeğini Almanya'da daha iyi anlamış oldum. Türkiye'de görmezlikten gelinip sıfırlanmaya çalışılan, yok sayılmak istenen, hiçbir önemi yokmuş gibi değersizleştirilen, hiç kimsenin  elinden tutmadığı çalışmalarımın uluslararası sanat değerleri içinde yer alması oldukça düşündürücüydü. Benim açımdan da onur verici... Almanya bunların değerini onaylamakla ne küçüldü ne de dünya sanatındaki büyüklüğüne zarar verdi. En güzeli de daha da büyüdü. "Ülkemizde yaşayan bir yabancının sanat dünyamıza katkısı nedeniyle kendisine teşekkür etmemiz gerekir“ diye yazı yazan değerli bir sanat kuramcısı bir profesörden sanat ve insanlık inceliğinin gerçeğini öğreniyoruz. Ben de bu insana yürekten teşekkür ederek inceliğine ortak ve onunla dost oldum. İşte her şey bu noktadan sonra daha iyi yüzeye çıkarak gerçeklerin gerçek yüzünü ortaya koydu.

   

Birincisi şuydu: Ben Türkiye'den gelmeden bir yıl önce bir sergi açtım. Bu demektir ki çalışmalarımı öyle ya da böyle tanıtma olanağı buldum. Hiç kimseden en ufak bir ses ve soluk çıkmadı. Ne demek oluyor bu? Bizde gerçekten sanatı anlayan hiç kimse yok muydu? Çok açık söylüyorum, yoktu. Almanya'da yaşadığım yıllar içinde edindiğim deneyimler bunu daha da pekiştirdi. Elbette anlayacak birkaç kişi vardı. Onlar  da seslerinin çıkmayacağı yerlere sürgün edilmisti. Yillar bu tür olumsuzluğu çok daha gerçekçi bir biçimde ortaya koydu. Elin adamı daha ülkeye girer girmez değerlendirmesini yapıyor ve sanatın hakkını veriyor. Bizimkilerse hak getire! 

   

Diyelim ki o yıllardaki durum başkaydı, anlayamayabilmeleri zordu gibi savunulabilir. Oysa o yıllarda sayımız daha azdı ve anlaşılması daha kolaydı. Hangi akıl ve sanat duyarsızlığı öyle bir kolaylıkta anlamayı engelledi? Bu nokta gerçekten çok ilginçti çünkü daha o yıllarda bizim sanat diye başımızı kuma gömdüğümüz anlaşılıyor. Aradan geçen yıllar -dedim ya,  işte bu onlarca yıl durumun böyle olduğunu, bugün daha da korkunçlaştığını ortaya koyuyor. Biz sanatın arkasından gitmedik, gidemedik. Bencil ve çıkarcı duyguların egemenliğinde bakın nereye geldik. Nereye mi geldik? Anlamamakta direniyorlar. Her türlü insanlık dışı anlayışın da içine düşüyorlar. Anlatmak istediğim durum da bu ve anlatayim: Almanya'da yabancılar için çok şey güllük gülüstanlık değildir. Özellikle hemen hemen her dönem Yeni Nazi denilen bir örgütlenmenin yarattığı sorunlar yaşanır. Örneğin, Solingen'de yakılan yurttaşlarımız… Bundan beş altı yıl önce yabancıları öldüren yeni Nazi eylemler… Yakın zamanda da yabancıların uğradığı kahvehanelerin silahlarla taranması… Karşımızda çok büyük bir tehlike olarak Yeni Nazi denilen azıtmış ırkçılar durur. Günlük yaşamda da irili ufaklı etkileri görülür. Yabancılar ne yaparsa yapsın kendilerini bu sapıklara beğendiremez ve onların kötülüklerini azaltamaz. Tam anlamıyla akıldan yoksun bu sapıkların yabancı düşmanlığının hedefinde yabancı sanatçılar da var. Gerekçeleri şu: "Bunlar bizim kültürümüzü bozuyor...“ Bu akılsız sapıkların akılsız savları, bu sapıkların ne derece bağışlanmaz olduğunu, ne derece insanlık dışı yaratıklarla karşı karşıya olunduğunu Alman halkı çok iyi biliyor. Bu nedenle Almanların demokrat insanları ve yönetimi bu sapıklara karşı olmanin yaninda yabancıların da yanında koruyucudurlar. Yabancıların ortaya koydukları güzel ve olumlu ne varsa değerini verirler. Bu bağlamda sanatsal çalışmalarımın boşuna gitmeyeceğini bilirim. Boşuna da gitmiyor ve saygılarını da eksik etmiyorlar.

   

Şimdi gelelim bize Ülkemizde bizim durmumuzdaki sanatçılara ne gözle bakılıyor ve nasıl değerlendiriliyor? Yılların arkasından bakıldığında kendi adıma şunu söyleyebilirim: Aradan bunca yıl geçmiş ve ne adımın ne de çalışmalarımın ülkemizde hiçbir yere oturtulmaması için elden gelen her türlü düşmanlık gösterilmekte. Bunun kanıtı çok kolay. Neden hiçbir müzede bir çalışmam yok? Oysa olmaması hiçbir zaman benim zararıma değil. Sanat baglamında benim Türkiye'ye bir gereksinimim yokki. Ülkemin sanata ve sanatçıya gereksinimi var. Bunu engelleyenlerse ülkeye sanat açısından kötülüğün en korkuncunu yapmaktalar. Günümüzde durum gerçekten bu denli kötü. Daha da kötüsü - bunu da anlatacağım çünkü ülke sanatta öylesine raydan çıkmış ki sanat çevresinde etkiliymiş gibi olanlar arasından sanat ve sanatın gerceğini anlayan tek bir kişi bile yok! Diğerleri ne sanat ne de sanatçı. Bu alanda yetiştiğini sananlar da öyle… Yurtdışında sanatta başarı gösterenlere karşı tıpkı Yeni Naziler' in yaptığı gibi düşman gözüyle bakılıyor. Kim ne derse desin ben kişisel olarak bunu yaşadım. Tam anlamıyla Yeni Nazilerin dışlamasına denk düşen acı bir gerçek. 

   

Bugüne dek belli sayıda da olsa Türkiye'de sergiler açtım, açmayı denedim. İlgi gördüğü de oldu, olmadığı da…nBunlar çok olağan şeyler. Ancak neye hizmet etmekse, olumluluklar yok edilmeye çalışıldı. Ben kendi adıma Türkiye'den bir şey beklemez oldum. Genç kuşakların bilinçlenerek ülkemizde de sanatın gelişip ilerlemesine örnek olmak istedim. Türkiye'nin kendi sanatçılarına gereksinimi var. Almanya'da sanat açısından sanatta olması gerektiği gibi sorunsuz bir sanat yaşamını sürdürebiliyorum. Türkiye'nin bana bu açıdan bir katkısının da olması söz konusu değil. Sanata ve sanatçıya gereksinimi olan bir ülke Türkiye. Işte bu eksikliği gidermek, bizlerin dünya sanatı içinde başarılı olabileceğimizin somut örneklerimizle katkıda bulunmak benim duyunçsal (vicdani) bir görevimdi. Kendimi kurtarmış olmam yetmiyordu. Belli bir oranda ilgi görmenin arkasından yeni kulağı yüreklendirecek bir düzeyi yakalaması gerekiyordu. Bu nedenle sergilerin, etkinliklerin sayısını da arttırmak zorunluydu. Etkinlikleri de yaptım. Kimi Güzel Sanatlar Fakültelerinde seminerler vererek gençlerle Dünya Sanatını buluşturmaya çalıştım. Öylesine ilginç bir durum oluştu ki bunu düşman bile yapmaz. Okulun öğretim üyeliğini yapanlar bu seminerlere katılmadığı gibi türlü olumsuz dedikodulara da baş vurdular. Kelin başına sürecek merhemi olmayınca olacağı da buydu. Sonuçta yapılan seminerin yararları tam anlamıyla yok edilmeye çalışıldı çünkü dünya sanatı karşısında kendi yeteneksizliklerini anlayan öğrencilerine karşı kendilerini bu yolla kurtarmaya çalıştılar diyorum. 

   

Bunun gibi daha neler, neler...

   

Yıllardır Türkiye'de sergi açmıyorum. Açmak isteyen duygum da yok. En kötüsü de açtırmak istemeyenler öylesine çok ki durum Almanların Yeni Nazilerinin dışlamasından çok daha can yakıcı. Arkamdan nelerin anlatıldığını az çok aklı başında olan bilir. Sanatı anlamaktan uzaklaştırılan ülkemiz kendi insanını Yeni Nazilerden daha beter dışlamış oluyor. Bunun ne derece korkunç olduğunu ve ülkenin sanat diye nasıl bir düzeysizliğin içine süreklendiğini düşünün. Hiö mi gerçek anlamda sanatta aklı başında yetkili ve yeterliliği olan bir kişi çıkmaz! Kırk yıldır Almanların sanatta verdiği değeri verecek hiç kimse yok mu? İnatları ve niyetleri neyse, ne amaçla gerçekten ülke açısından sanatta yerin dibine batırdığımız anlaşılıyor. İnanın ki benim buna gereksinimim hiç yok. Şu an bu kafayla, bu kuşakla birlikte gelecek kusağı da yitirdik. Sanatta yapılan yanlışlar kuşaklar boyu düzeltilemez. Şimdiki durumumuz bu. En acısı da Yeni Nazilerden beter bir  durumu yansıtmaları. 

   

Yapıtlarım Almanların teşekkürünü kazanırken elbette Yeni Naziler çileden çıkarabiliyor. Kendi ülkemde yapıtlarım neden çileden çıkartan gözüyle görülüyor? Kim ne derse desin inadım inattır benim. Sanat neredeyse ben oradayım, yolumdan sapmam. Çok sevdiğim bu huyumdan onur duyarım. Öyle olması beni hiçbir biçimde olumsuz etkilemez. Sanattaki çalışmalarıma da engel değil bu durum. Ne yazık ki durum Yeni Nazilerle bir karşılaştırma yapmaya götürecek denli acı... Bu bir suçlama da değil. Görüntünüz böylesi kötü bir duruma denk düşüyor. Elbette bu sorunların altında başka şeyler yatıyor ama hiç de olumlu değil. Bu görüntüyü vermekten uzak durulması gerekiyordu. Kötülerin yaptığı gibi değil, iyilerin yaptığını yaparsak daha iyi olur anlamında yanlış olanı belirtiyorum. Hiç kimseyi Yeni Nazilikle de suçladığım yok ama arada önemli farkımızın olduğunu ortaya koyalım en azından. Benzerlik hiç de iç açıcı depil. Elbette bu durum sanattaki yetersizliğimizden kaynaklanan kıskançlığın kine dönüşmüş durumunu yansıtıyor. Sanatta kıskançlık, kin olmaz. Alçakgönüllülük olur. Olan ülkemize oluyor. Bunu yaşayan salt ben değilim sadece. Yurtdışında başarılı olmuş ve sanat çalışmalarını başarıyla sürdüren birçok sanatçımız aynı sorunu yaşıyor. 

   

Bundan on yıl öncesinde Ziraat Bankası'nın İstanbul Tünel'deki galerisi için başvurdum. Şunu düşünmüstüm; 2007' yılında Köln kentiyle İstanbul kardeş kent olmasının onuncu yılını çeşitli etkinliklerle kutluyorlardı. Bana da bir görev verildi. İki sergi açacaktık. Birisi Köln ve İstanbul sanatçılarından oluşan bir sergi, bir diğeri de benim kişisel sergimdi. Köln yönetiminin bana güvenleri doğrultusunda  iki sergi de gerçekleşti. Bunun arkasından, birkaç yıl sonra Tünel'deki sergiye başvurarak sanatsal bağlantıları güçlendirmek istedim. İster inanın, ister inanmayın, beş kuruşluk satış olmayacağını da çok iyi biliyordum. Sergilerimi paraya yönelik yapmıyorum ben. Bir iki galeri o zamanlar içinde sergilerimi açtılar. Satış olmadı ve gerçekten üzüldüm. Niye mi? Galericiler içindi üzüntüm. En azından emeklerinin karşılığını görmeliydiler. Bana göre, kendi açımdan ben karşılığını ortaya koymuş olduğum çalışmalarla görmüş oluyorum. Parasal kazanca göre çalışmıyorum.

   

Başvurumun sonucu ne oldu? Kabul edilmediğim, bir yazıyla bildirildi.  Bir ara kibarca seçiciler kurulunun başındaki kişiyi telefonla aradım ve gerçekten yanlışın nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Karşımdaki tam anlamıyla çelişkilerle dolu saçma sapan şeyler söyledi. Çok da ünlüymüş ha Durum anlaşılmıştı. Ülkemizde adını sanat küratörü olarak yükseklere çıkarmış bu kişinin acınacak durumda olduğu ortaya çıkmış oldu. Yazdığı kitaplar da bunu kanıtlıyor. Sanatçı diye Alman Feininger'in öykünmecisini kitap yazarak ödüllendirmiş. Bir diğeri de Nuh Nebi'nin zamanındaki resimleri yapan biri. Nasıl bir büyüklükmüş bu! Sanat bunların elinde olunca sanatın da ruhuna Fatiha... Daha sonra bu saptamam perçinlendi. Seçilenleri izlemeye aldım. İnanılır gibi değildi. Genelde amatörlüğü aşamamış düzeydeydiler. Seçilenlerden biri öylesine amatördü ki  neden seçilmedigiğim de anlaşıldı. Benim Almanya'da uluslararası profesyonel sanatçı olarak onaylanmamın üstüne çıkarılarak birisi seçiliyorsa seçenin ne derece sanatta sakat bir durumda olduğu kanıtlanmıştır. Bu ne kin, bu ne düsmanlık, bu ne dışlama böyle? Elbette bana haklı olarak Yeni Nazileri çagrıştırdı. Başkalarından bunu çağrıştıran başkaca kişiler ve saldırılar da oldu. Yeni Nazilerle ilgilerinin, bağlantılı olduklarını söylemiyorum, elbette. Benzerlik çok ürkütücü ve ne benim ne de sanatın yerinin bu tür anlayışın içinde olamayacağını biliyorum. Bu tür anlayışın da beni istemediği açık. Yoksa daha Türkiye'deyken yaptığım çalışmalar elli yıldır neden dışlanmış olsun ki? Neden amatör olanlar öne çıkarılsın ki? Özellikle ülkede sanat bu duruma dülmemeliydi. Altının değerini sarraf anlarmış. Anlamayana da anlatamazsın. Bana da "Iyi ki altının değerini anlayan Almanya'da yaşıyorum“ demek bırakılmamalıydı. Sanatla hiçbir sorunum olmadan yaşayıp gidiyorum. Darısı ülkemin başına, diyeyim. 

   

Amatör de olsa hiç kimsenin seçilmesine karşı değilim. Böylesine bir dengesizliğin ne sanatla ne de seçimle hiçbir bağlantısı yoktur. Amatörü seçebilirsin ama sanatı dışlayamazsın. Dışlarsan sanatta hiçbir yerinin olmadıgını da kanıtlamış olursun. O zamandan beri sergi için hiçbir yere hiç bir girişimim olmadı. Taş bitmiş sanata paydos denilen bir ülke olduğumuzu içim yanarak anlamış oldum.

   

 

Her zaman ve her an ülkemin her türlü zorluklardan kurtulması ve başına kötü bir şey gelmemesi yatar yüreğimde. Bunu yüreğimden atmak istesem de atamam. İnsan her yerde insandır. İnsan varsa her yerde sanat da vardır. Benimki gerçek anlamda sanattaki olumsuzluklara görüşmelerle yapılan bilinösiz tavırlara karşı büyük bir uyarıdır. Ömrüm boyu karşılaştığım haksızlıkları yapanların isimleri de özelden arayanlara verebilirim. 


Facebook

 




















Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol