DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

FARKINA VARMAK




Aynur AYTİN ile 

 

Bana göre sanat, kişinin duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını  ve dünyayı algılama şeklinini harmanlayarak ortaya çıkardığı eserler demektir. Fotoğraf sanatında ise farklı bakış açıları yaratarak, kamerayla ışığı hassas yüzey üzerine kaydederek, görüntü oluşturma işidir sanat.

 

Okulda öğretilenler ile pratik arasındaki farklar nelerdir?

 

Okulda genellikle teknik, pratikte ise deneyimlerinden de yola çıkarak  duygularını, düşüncelerini katarak farklı bakış açısıyla özgün görüntüler ortaya çıkarma esastır.

 

İlk fotoğrafın hikayesi nedir, zaten olan ile kurgu arasındaki farklar nelerdir?

 

O  bir o an fotoğrafıdır. İçinde herhangi bir kurgu yoktur.  Kurgu ise doğal olan yada olabilecek olayları kendi bakış açısıyla fotoğrafta yer alacak her şeyi düşünerek -yerli yerine koyarak kafasında tasarlayıp kafasındaki tasarladığı şeyi fotoğraflamak. Fotoğrafın hikayesi ise bir fotoğrafı nasıl meydana geldiği nasıl ortaya çıktığıdır.

 

Ben fotoğrafın her türünü seviyorum fakat yaşam fotoğraflarını daha çok seviyorum çünkü o fotoğraflarda anlam buluyorum, acı buluyorum, sevinç görüyorum, mutluluk görüyorum, yaşam görüyorum...

 

Yapısökümcü yaklaşımlarda yeniden oluşturmak amacıyla "yaşamı görardı edip" yeni ve sağlıklı bir yapı oluşturmak mümkün müdür, o tür çalışan sanatçılarımıza önerilerimiz ne olabilir?

 

Mümkün bence ama insanların yaşamındaki gelenek görenekler,  yaşam standartları bunları yavaşlatabilir.

 

Picasso ile aranız nasıldır, bildiğiniz gibi fotoğrafçıları sanatçı saymazdı Sizce sırrı neydi, ne söylemek istiyordu?

 

Pablo Picaso kübizmi beninseyen hem bir resim sanatçısı hem de heykel sanatçısı olduğunu ve genelde sanatlarında geometriyi çok kullandığını biliyorum. Evet, fotoğraf benzeri resimler de yaptığını biliyorum fakat Picaso'nun hayatını çok iyi bilmediğim için  bu detayları bilemeyeceğim ama o dönemdeki savaşlardan etkilenmiş olabilir ve bence resim sanatını yokolmaktan kurtarmak için böyle bir şey söylemiş olmalı yani resim fotoğraf olmayabilir de anlamında!

 

Örneğin sizin fotoğraflarınızı alıp olduğu gibi tuale aktarsalar ne gibi fark olabilir, fotoğraf çekim araçları / makinelerle ilgili bilgi verir misiniz?

 

Fotoğrafların tuale aktarmasında tabii ki farklılık olabilir. Kullanılan teknik, kullanılan malzemeden dolayı... Bence önemli olan makineler değildir. Önemli olan fotoğrafın bakış açısıdır. Bir cep telefonuyla da çok güzel fotoğraf çekilebilir. Çeken kişinin bakış açısı ile alakalı. Tabii ki fotoğraf makinası da önemlidir ama daha çok ben çeken kişinin bakış açısına bağlıyorum.

 

Fotoğraf sanatına meraklı veya geliştirmek isteyenlere  önerileriniz nelerdir?

 

Çeşitli dijital fotoğraf makinaları ve lensler vardır. Önemli olan olan kadrajı, hikayeyi, sadeliği ve kompozisyonu ayarlayıp kendi bakış açısıyla insanlara aksettirmektir. Önerim şudur; özellikle fotoğrafta gerekli olan temel öğeleri çok iyi bilmek lazım. Işığı çok iyi kullanmak gerekiyor.

 

Fotoğraf avlamak gibi bir tabir duyuyoruz, bunun anlamı nedir?

 

Kendi duygu ve düşüncelerinden yola çıkarak teknikleri de bir arada kullanarak, farklı bakış açıyla bakarak güzel şeyler yakalanabilir. Yani fotoğraf avlamak bana göre şudur: O doğallığı bozmadan, olanı olduğu gibi fotoğraflamaktır. 

Tabi bu çokca sabır gerektirir. Bunun için fotoğrafın olduğu yerlere gidip doğallığı yakalamayı beklemektir bence.

 

Katkılarınız için teşekkür eder, sanat dolu günler dilerim.

 

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE

 

Çok teşekkür ederim.

 



374. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 19)

Farkına varmakla ilgili ne söylemek istersiniz, son günlerde farkına vardığınız şeyler nelerdir? (ArtCRITICS)


Hakan Dursun
: Hayatın yoğun örgüsü ve edindiğimiz disiplinler bazı şeyleri görmemizi sağlarken bazılarını da görmemizi engeller.

Sanıyorum ki zaman akışı ve yeni tecrübeler görme, farketme biçimlerimizi değiştirir. Mesela insan, eğitim nosyonu içinde, yakınlarından bir şey öğrenmekte zorlanır. Çünkü öğrenmek, keşfetme disiplininden çok etkilenir.

Anne-baba, eş, dost yakınlığından dolayı kendisinden bir şey öğrenmeyen gizemi azalmış kişilerdir. Her yabancı bize yeni bir şey öğretir. Bu, dışsal bir edimdir. Güven, sevgi, huzur ve mutluluk da bu durum tersi bir mekanizmaya sahiptir. Yakınımızdakileri severiz. Çünkü bize en yakın şey biziz.

Sevdikleriniz de bizim içimizdeki insana en yakın kişilerdir. Bu nedenle, bu kişilerden ancak tavsiye alıp, güven duyarken yeni şeyleri öğrenmekte zorlanırız. Yabancı dünyayla mücadele ilişkimiz varken, yakın çevremizle huzur ve güvenli bir bilinirlilik ilişkimiz vardır.

Yeni farkettim şeylerden biri olarak, öğrenmenin şavaş yasasıyla dış etkene, sevmenin mutluluk yasasıyla kalbine bağlı olduğu...


Argün Keskinkılıç
: Beklemediğin düşünmediğin bir anda orada bulmak. Fark etmek. Duygusal olduğum. Her olaya göz yaşı dökmem. Televizyonda haber izleyemez olduğumun farkına vardım.

Ertuğrul Erdoğan: Farkına varmak insanlığın birinci görevlerinden birisidir. Zaten farkına varamayan yaşamıyor ve beyinsiz bir yaşam sürüyor demektir. Dünyada kötü giden şeyleri nasıl çözüm yoluna kavuşturabilirlik farkındalığını fark etmeden uyuyan kesime aktarabilmek düşüncelerimden en önemlisidir. Örneğin, körpe çocuklarımızı... ihmal sonucu -yanlış nedenlerini irdeleyip, farkında olmayanlara fark ettirebilmek önemli bir düşünce olsa gerek...

Tulay Kluwe: Ülkemle ilgili, sanal ortamda paylaşılan fotograflar... özellikle çekilip paylaşılıyor mesela namaz kılan şoför, çekilen açıdan bakınca özellikle yapılmış olduğu anlaşılıyor. Bunun gibi haber ve paylaşımlar.

Nevzat Yılmaz: Ne çok olay oluyor ve biz kaçının farkına varıyoruz? Bir tuhaflık var bu konuda. İlkelerimizin önüne geçmemeli gönlümüzdekiler, dünya görüşümüz... O zaman çürüme başlıyor. Çürüme bir yerde iyi, yenisini daha güçlü kurabilmemize olanak sağlıyor ancak çok derinleştiğinde salt bizi değil, herkesi "gayya kuyusunun dibine" gönderiyor.

Birey görevi tanımlansa da zorluklar arasından çekip alır görevini, işlevini... Bireyler "biz" dediklerinde her şey değişir. Örgütlenme ve savaşım... Büyülü sözcükler bunlar. Geçerliliğini hiç bir zaman yitirmeyecek kavramlar bana göre. Çatışma, kalemle olursa sorun yok. Kazmayla olunca sorun çıkıyor. Akıl rafa kalktığında çatışma kaçınılmaz oluyor. Hem baştacı edenlerce, hem de karşıtlarınca...


Pınar Ünsal
: Deneme cesareti göstermek, demeyimlere açık olmak ne kendinize ne başkalarına ne de başka durumlara yargılarla yaklaşmamak... Her şeyin değişebilir olduğunu bilmek.

Sizin için kurulmuş cümlelerin, başkaları için kurduğunuz cümlelerin kalıplarında sıkışıp kalmamak insana farkındalık kazandırır. Oturduğunuz yerden tepenin ardını göremiyorsanız kalkmayı deneyin. Haa halinizden memnunsanız amenna.. Ama hareket etmek açınızı değiştirir.

Gördüğünüz yararsız şeyler bile olsa, keşvetmenin, öğrenmenin, adım atmanın zevki bir başkadır. Haa bu kadar açık uçlu bir yaşammı olur derseniz o noktada geleneklerinize, değerlerinize, prensiplerinize sarılabilirsiniz..

Özgün ve özgür olmak sanki burdan geçiyor.. Hangi yaşanmışlığın ilerisinde hangisinin gerisindeyim bilmiyorum ama haddimi aşmak istemeyerek şunu söylemek isterim. İnsan, ilişkiler ve kendini bilmek benim en büyük dertlerimdir şu hayatta.

Bu günlerde kafamda tartıp biçtiğim konu şu ki başkasına yargıda bulunurken kullandığım tanımlamalar aslında bende ki düşünce biçimleri ve davranışlardır. Böylece kendimi daha iyi anlayabiliyorum..

Ne çok yönlü olabileceğimizi görüp insanları kalıplara sokmaya çalışmaktan uzaklaşıyorum. Bir de gerçekten kişi kendisini heyecanlandıran bir süreç yaşadığında enerjisinin ne kadar üst seviyelere çıkabileceğini, bu duyguyla çok şey başarabileceğini farkettim.

Gürsoy Ercan: Tanımadığım ya da yeni tanıştığım insanlara dair hissettiklerimi daha çok önemseyen biri olduğumu fark ediyorum. Daha önce olduğu gibi yine dolaysız fakat daha temkinli ve sezgileri daha kuvvetli hareket ettiğimin farkına vardım.

Sanırım insanı farkına varmaktan daha canlı kılan bir şey olamaz, gerçekten 'yeni'den bahsediyorsak eğer... evet, bu sağlam bir histir ve etkisi kolay gecmez. Tavsiyem neyin gerçekten yeni neyin palavra olduğunun iyice ayırdına varmadan peşinden sürüklenen kitlede kendi önemlerini yitirmemeleri.

Nejat Sayman: Yarın gereken hazırlığı yapıp tüm sosyal medyada paylaşacağım... yani "Dünya Engelliler Farkındalık Günü" için...

Sevgiler
 
Tülay Küçükşahin: Farkında olmak için öncelikle kendinin farkında olmalı insan, ne istedigini bilmeli...

Farkındayım çünkü nefes alabiliyorum, farkındayım çünkü yürüyebiliyor, görebiliyor, konusabiliyorum. Farkına vardım; bir esirgeme yurduna ziyaretim de çocukların sevgiye ne kadar muhtaç oldugunu, aile olmanın en büyük zenginlik oldugunun... Onlara destek olmak gerektigini fark ettim.

Daha imkanım olsa, koruma aile olabilsem hepsini sevgiyle büyütebilsem. Keşke herkes biraz zaman ayırıp ziyeret edebilse, istekleri sadece ellerinin tutulması saçlarının okşanması.


Idil Dişci
: O kadar çok her şeyin farkındayım ki sanırım artık farkında olmayıp fark atmak istiyorum... Yorgunum, çok yorgunum... vardığım farklardan.

Gülçin Kırıcı
: TÜRKİYEDE artık yaşamam gerektiğini farkettim ...sorularınız entresan kimlerden cevap alıyorsunuız merak ettim .

Sevda Kaya: Chemtrails (Geoengineering) Araştırma Grubu. incelemenizi tavsiye ederim, nasıl zehirlendiğimizi sizin de farketmeniz için...

Facebook' aramaya kopyalayıp yapıştırın göreceksiniz.
 
Bağdagül Demirtürk: Kendi farkındalığımın farkına vardığımda hayatımdan çıkartmam gereken çok kişi olduğunun farkına vardım .

Burdasın! Varoluş seni doğurdu.Demek ki çok büyük bir ihtiyaç oluştu ve sen bir boşluğu doldurdun. Sensiz varoluş eksik kalacaktı. Ben bunu söylediğimde, yalnızca sana söylemiyorum: "Bunu ağaçlara, kuşlara, hayvanlara, sahildeki çakıl taşlarına da" söylüyorum. Koskoca sahilde tek bir çakıl taşı eksik olduğunda, sahil aynı olmayacak.

Tek bir çiçek eksik olduğunda, evren onun yokluğunu hissedecek. Nasılsan öyle değerli olduğunu hissettiğinde, başkalarının da nasılsa öyle değerli olduğunu hissedeceksin. 

SEDAT SEZGİN İLE

ANLAYIŞ

 

-Merhaba

Gerçekleştirmek istediğiniz projelerinizden bahsetmek ister misiniz?

 

Merhabalar, tabi neden olmasın.

Teknik olarak bir mimarın ya da inşaat mühendisinin bir projeye bakış açısıyla değil tabii, yine de bir aksilik çıkmazsa, önüme baktığımda, gelecek on yıl içinde neler yapabilirim, nerede olurum diye bakarım. Okurum elbette, arada film de izlerim ve bunlar da bizde, ya da bende bir tür tetik görevi alır, yazmaya başlarım. Sanırım önümüzdeki on yıl içinde iki ya da üç öykü kitabı, iki üç de roman… Bunlar göze çok gelmesin, maraton koşucusu olmadığım için bunlar fazla yer kaplamaz.

 

-Yazılarınızın özünde ne var, kurgularınızı neye göre yapıp sıralarınız, sizce edebiyat yazımı neden sanattır?

 

Üç soru sordunuz, sırayla yanıtlayayım: Kişi ne okursa okusun, ne izlerle izlesin yaşadığı toplumun bir parçasıdır, ondan soyutlanamaz. Bir kere biz Ortadoğu'nun bir parçasıyız ve Müslüman çoğunluğun yaşadığı bir coğrafyadayız. Ne yazarsam yazayım bunlardan ayrı, başka bir şey çıkmaz. Bir kere Ordadoğu'da Kürt olmak ayrı bir konu, ayrı bir dert. Şunu da söylemeliyim; ırk ve milliyetçilik kavramı midemi bulandırır ama bunu bugün dememeliyim çünkü bu durum sesini duyuramayan / çıkaramayan ezilmiş Kürtlerin değil de onların sesini kısmaya çalışan iktidarların eline güç verir. Ama edebiyat insanı yazmalı, karşısındakini anlamaya çalışmalı, "yargılayan" bir edebiyat uzun süre varlığını sürdüremez. Geçenlerde okuduğum için söylüyorum, Dickens bunu anlamıştı, İki Şehrin İnsanları romanında; Madam Defarge ve Dr. Manette karakterlerinde bunu çok iyi anlatır. Bir de adına "din" denilen balyoz gibi yıkıcı bir yaşam ya da inanç biçimi burada başımızın üstünde durur ve bu coğrafyada birey olmaya çalışan kişilerin başına inmekle tehdit eder, korkutur. Yani demek istediğim, her ne yazarsam yazayım, her ne kadar bireyi anlatmaya çalışayım; iktidar, din ve biraz da gelenek, bu yapının etrafını sarar, onlarsız da bireyin çırpınışını anlatamam.

 

Kurguya gelince dünyayı çeviriden okuyorum, izliyorum, geçmişin ve şimdinin edebiyatının ne olduğunu ve ne olabileceğini anlamaya çalışıp yaşadığım coğrafyaya bakıyorum. Bazen bir tek sözcük, bazen sokakta bağıran bir psikopatın ya da coşku dolu bir kadının sesi karakterime can verir.

 

Edebiyat neden sanattır sorunuza gelince, muhtemelen kuramcılar bunu farklı ve daha ayrıntılı anlatırlardı. Görsel, işitsel bir takım araçlar ruhumuzu coşturur, bizi başka dünyalara götürür ve bazılarının sanat olduğu söylenir. Tür olarak insanı anlatan ve belki de düşündüren  ve bazen de coşturan çok azı roman, öykü ve şiire yaklaşabilmiştir. Bazen bir şarkının yapamadığı etkiyi şiir, bazen bir resmin yapamadığını öykü ya da roman yapar, tersi de olabilir tabii. Çok daha uç noktalarda bir şey söyleyeyim, ben Milan Kundera'nın denemelerinde bile müziğin ritmini okurum. Yani varsa bir tanrısallık; edebiyat, - daha çok şiir bizi ona en fazla yaklaştırandır. Tabii bunlar kendi penceremden gördüklerim.

 

-Penceremizin gördüğü yerleri daha genişletip en yukarıdan bir yerlerden bakabilsek, içine düştüğümüz girdaplardan daha kolay kurtulamaz mıyız?

"Her kadına anne, her erkeğe baba gözüyle bakarsanız sorun kalmaz" sözü sizce kime aittir, bu sözü söyleyen kişinin ruh hali ve kişiliğiyle ilgili söylemek istedikleriniz nelerdir?

 

Bunu yapıyorum zaten, okumak daha çok okumak. Tabii para bulsam birebir yaşayarak dünyayı da gezmek, tanımak isterim.

 

Her kadın benim annem değil ve her erkek de benim babam değil. Bu çok sorunlu bir bakış. Kime ait olabileceğine gelince, kendinden ve arzularından aşırı korkan birinin sözü olabilir belki. Tüm insanlar birbirine benzer ama sadece biri benim. Ben hepsinden farklıyım, hepsinin de apayrı özellikleri vardır yine de, bizi ötekinden ayıran özelliklerimiz. Edebiyat, belki de bu yüzden vardır, ötekini de anlamaya çalışmak: Kendini ve yerini bulmak.

 

-Senin annen anlamında söylememişki! O bir annedir anlamında söylemiş. Böylesi basit cümleleri bile yanlış anlama gibi bir özelliğimiz varken edebiyat bize nasıl yardımcı olacak?

 

Tam olarak bu sözü hangi anlamda söylemek istedi, elbette bunu bilmem mümkün değil ama sözcükler yazıya döküldükten sonra başka anlamlara da bürünebilirler. O sözün bugün zihnimde çağrıştırdığı çağrışım buydu, verdiğim yanıttı yani. Ama gerçekte o basit bir cümle değil hele günümüzde bu coğrafyada asla. Her kadını "annem bacım" gibi görüyorum ya da her erkeği "babam kardeşim" gibi görüyorum bir düşünce biçimi ötekinin yaşam alanına müdahale etme arzusunu da taşıyor. Tabii bu söz bir evde ya da kafede, aile ya da arkadaşlar arasında söylenmiş olsa dediğiniz doğru olabilir ama yazıya döküldüğünde başka anlamlar da edinir. Edebiyat sadece benim için değil, birlikte yaşadığımız kişiler ve paylaşımlarda bulunduğumuz insanlar için de belki de tam da bu yüzden gereklidir.

 

-Neden mümkün değilmiş, kişiyi bulup sorabilirsiniz! Ölülerle meşgul olduğumuz, ezberlerle gün geçirdiğimiz için anlamıyor olabilir miyiz? Siz hala annem babam da ısrar ediyorsunuz. Annem babam değil, anne baba…

 

Burada edebiyat konuştuğumuzu sanıyordum. Kişiyi elbete bulup sorabilirdim. Belki de yapmalıyız da. Yaşar Kemal bunu yapmıştır mesela; Anadoluyu köy köy dolaşıp hikayelerini birebir dinlemiştir. Ama Yaşar Kemal'in her yapıtı ona aittir, başka biri gidip onları dinlese muhtemelen başka bir yapıt ortaya çıkardı. Ayrıca insan denilen tür hâlâ tam olarak anlaşılabilmiş değil, ağzından çıkan sözün tam aksini de düşünüyor olabilir hatta o sırada onlarca şeyi aklından geçiriyor da olabilir. İnsanın hem düşünceleri hemde davranışları matematiksel değidir. Tabii burayı pskologlar daha iyi analiz ediyor olabilir. Ama edebiyat bu yüzden var, Raskolnikov gerçekte kim?

Teşekkür ediyorum.

 

-Katkınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

 

ÖZGÜR CENGİZ İLE

SAF DUYGU

 

-Merhaba

Sizce bilgi, deney, tecrübe ve saf duygu arasındaki farklar nelerdir?


İnsanoğlunun şu ana kadar yarattığı gerçeklikte hayatın kendisi. Bütün bunlar giriş, gelişme ve bitişe doğru gidiş.

 

-Yaşamınızda neler oldu?

 

Hemen hemen her insanın başına gelen şeyler; 3 aşağı, 5 yukarı ama sonuç tam bir muamma

 

-Muamma derken belirsizlik, bilinmezlik algılıyorum doğru mu, insanların çoğu neden yanlış anlar?

 

Tabiki belirsiz tam da olması gerektiği gibi; bence hayvansal içgüdülerin, yaratılmış  gerçeklikle çarpışmasının sonuçlarından biri. 

 

-Kim yaratıyor? 

 

Egolar. 

Şu ana kadar yaratılan her şeyi ego yaratmıştır. Örnek, tekeri bulan bir kişidir ateşi bulan başka bir kişidir.

 

-Sanatınızı yaparken insanların yanlış anladığını gördüğünüzde ne yaparsınız, ego gerçek değil mi?

 

Onların yanlış anlamasını sağlayan yine benim. Tamamıyla benimle alakalı bir durumdur bu. Aslında ego dünyadaki nadir gerçeklerden biri. 

 

-Sanatınızdan bahseder misiniz? 

 

Tamamen insan olarak yapmaya çalışıyorum. Sanat bir nevi taklittir. Taklitse yaratım nedir?

 

-Taklitse yaratım nedir? 

 

Birikim. Her şey. 

 

-Sanatçı doğanlar neyin birikimi pekiyi?

 

Sanatçı doğulmuyor bence. İnsan evladı olarak doğruluyor. Çevresel durumlar, algıların yüksek olması ve başta dediğiniz saf duyguların fazla bozulup bozulmaması ile ilgili bir durum bence.

 

-Sizce sanatı sanat yapan sanatçılar kimlerdir?

 

Taş Devrinde insanların avlanma ritüelleri, duvarlara yaptıkları çizimler, doğada var olanı görüp onu değişik yorumlayanlar; estetiği, güzeli, iyiyi yaratanlar.

 

-İsim rica edebilir miyim?

 

Sophokles, Shakespeare. Yaratımsal anlamda sanattır. Eserlerini okuyunca üzerimde bıraktığı haz çok var aslında. Müzik, resim bir çok isim var mesela Wagner aklıma ilk gelenler. Vivaldi sonra aklıma gelen Tchaikovsky, Rambrant Beethoven, Marlon Brando, Robert de Niro, Al Pacino, Bratt Pitt vs. 

 

-Diğer bir sorun, insanın yanlış anlamasına rağmen, ölmüş insanların sözlerini tekrarlarken yaşayanlara dikkat etmemesi. Ne dersiniz?

 

Aslında o durumu yaşarken yani sahnede içinde bulunduğun atmosferi hissedip onu yaşamak, sonrasında veya öncesinde dediğim yanlış diyebiliyorsun. Doğru dersen değme keyfine.

 

Başıma gelen felaketlerden biri Osmancık adlı oyunda taraf değiştiren yani hem dinini hem milliyetini değiştiren bir karakteri oynamaktı. Bana en başta din ve milliyet gibi kavramların saçma gelmesi. Konudan sapmadım her halde çünkü inanmadığım şeyler hakkında bir şeyler anlatıp dinliyordum ama atmosfer yani sahnede iş öyle olmuyor

 

-Oynamak konusuna gelmişken; bütün bu yanlış anlamalar ve değerlendirmelerle birlikte, kişi olarak insan hayatı boyu ne tür oyunlar oynayabilir ve  onun gerçek karakterini nasıl anlayabiliriz?

 

Bir karakteri oynarken o sensindir zaten (konservatuarlardaki en yanlış öğretilerden biride karaktere girmektir). Benim tiyatroda pek çevrem yoktur sırf bu ve buna benzer sebeplerden dolayı. Belki bu yazdıklarım samimiyetsiz gelebilir, en azından bir kısmı ama sorulan sorularla ilgilidir bu soruş şekliyle ilgilidir yani başta "diyalog Sanat" yazısıyla hareket tarzıdır. Lütfen yanlış anlamayın! 

 

Hayatı pek fazla ciddiye almıyorum. Sadece elimden geldiğince hakkını vererek yaşanmay seviyorum.

 

-Karaktere girmeyi yazışalım. Madem akademi öğretirken bazı kalıpları kullanıyor, öğrenci bunları kendi zihninde evirip çevirerek bir yerlere oturtuyor. O halde doğru nedir?

 

Halihazırda olan  gerçeklik, samimiyet en doğru olan şeydir. Estetik duygulara bağlı kalarak tabiki… 

 

-Yabancı düşmanlığıyla ilgili belirtmek istedikleriniz nelerdir?

 

Her insan doğuştan aynıdır. İnsanlar düzgün bir aile yapısı, düzgün bir toplumda yetişirse (en başta aile çok önemli) şu an içinde bulunduğumuz yer cennet haline gelir. Irk ve din gibi kavramlar insanı o öz doğallığından uzaklaştıran şeylerdir. Bu durumlar tamamen siyasi, politik iğrençliklerdir. Daha söylenecek çok şey var aslında bu konu hakkında… 

 

-Sizce neden mizahsız sanat olmaz?

 

Mizah hayatın kendisidir insanın özüdür. 

 

-"Özsüz adamlar" tamlamasından ne anlıyorsunuz, sizce öz nedir?

 

İnsanlığın ilk ortaya çıktığı zamandan şu ana kadar gelen zamana kadar varolan vicdan, iyilik, estetik ve güzelliktir öz. Bütün bunların toplamıdır. Ruh dediğimiz şeydir. (özsüz adamlardan ruhsuz adamları anlıyorum.)

 
134. DİYALOG
ÖNDERLİK
 
 
Merhaba
Öncelikle arkadaşlığımı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim Mustafa.

Merhaba Cabbar, ben tşk ederim. Profilinizi inceliyordum.
 
 
Yazı sanatı olabilir mi, veya daha çok ilginzi çeken başka bir sanat dalı varsa o da olabilir?

Yazı iyi zira benim alanım da bu.

"Yazı Sanatını" nasıl algılar ve tanımlarsınız, dersini verecek olsanız?
Ana hatlarıyla sanatın dallarına girip her biri üzerinde zamanla yoğunlaşıyor ve ek bölümlerle detaylandırıyoruz.
Diyalogların toplandığı bir bloksitemiz var:
 
Yazı Sanatı, aslında mürekkebin kağıt da değilde, gönülde inceltme sanatı diye tarif ederek başlardım.

Mürekkep - kağıt ilişkisiyle başladığınıza göre, koreografi mi daha öne çıkar sizde?

Hani Mevlana demiş ya; "Düşünceler sîret dokumasının ipliğidir" diye. İşte Akıl ve gönlün sîretidir yazmak, aslında tam olarak demek istediğim buydu. Hayallerin eti kemiğidir, yani bir mimarın inşa ettiği yapının önce düşüncede başlaması gibi...

"Yaşam" diyorsunuz yani, yaşamı dokuma veya..?

Yaşamı dokuma, bereketlendirme, yazdıklarınız ile başkalarının ömrüne ömrünüzü, düşüncelerine düşüncelerini katmaktır da...

"Filoloji" penceresinden baktığınızda dillerin ihtişamı ve özellikle Türk Dili'nin çekiciliği ve üstün yanları nelerdir?
Dünyamızın beş dilinden biri olduğu düşünüldüğünde...

Maarif bir toplumun en önemli uzvudur, öyle ki dili ile sorunu olan bir memlekette başka bir önceliğe sahip hiçbir toplumsal sorun yoktur.

Dil sorunumuz olduğu kanısında mısınız?

Kesinlikle!

Yazıştıklarımızı anlayamıyor muyuz?

Anladığımı sanıyorum.

Veya duygularınızı, inşaa etmek istediklerinizi ifadede dilimizin yetersiz olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Dil sorunum değil de, sorunumuz olduğunu düşünüyorum. Bakın bu memleketin 40 yıl boyunca Dil Kurumu başkanlığını A. Dilaçar yapmıştır, ismi A. olan bu şahsın adı Agop'tur ve kendisi bir ermenidir. Fakirleştirilmiş ve unutturulmuş hali ile elimizde kalan günümüz Türkçesi ile ne kadar telaffuz da bulunabiliriz?

Agop belki de Türk Dilini bilen birisidir, olamaz mı?

Bugün Peyami Safa'yı ne kadar okuyabiliyoruz?
 
Yaşadığı dönemde çok müthiş isimler vardı, mesela Samiha Ayverdi.
Araştırmanızı öneririm.
"Kubbe Altı" sözlüğünü okuma şansını bir gün yakalarsanız, "ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız" diye umuyorum.

Türk Dili denilince Türkiye'mizde konuşulan dili mi anlıyorsunuz, yoksa DoğuTürkistan'dan Kosava'ya kadar yüzlerce lehçesi olan bir ihtişamı mı?
Neden dünyanın beş dilinden biridir?
Bence siz Türkçe bilmiyorsunuz!

İşte bu tam olarak demek istediğim şey; Türkçeyi hangimiz iyi biliyoruz, ya da bilmiyoruz diyebileceğimiz bir doner yok, kriter yok, beş lisandan biri olmasını Osmanlının yayılımdan ötürü olduğunu düşünüyorum.
Düşünsenize bir Türk 70.000 kelime ile yaşayıp ölürken, bir İngiliz çocuğu 70.000 kelime haznesi ile ilkokuldan mezun oluyor.
 
Osmanlı bahsettiğim coğrafyada hiçbir zaman olmadı değerli Sefa Güvenir!

Kosova da olmadı yani, Osmanlının olmadığı kaç coğrafya var?
Ki osmanlı döneminde edebiyatımız altın çağını yaşadı.

Kosava'ya Türkçemizi götüren Gül Babadır, Sarı Saltuk'tur.

Sarı Saltuk, Aslanlı Hünkarı olan Hacı Bektaşın müridlerindendir, kendisi Selçuklu sonlarında yaşamış yani Selçuklu sonu ile Osmanlı başlangıcı ne kadar kopuk, zihniyet miras değil midir bu meyanda?
Bir şey soracağım: "Sizce türkçe konuşuyor muyuz?"

Gelenekte "don değiştirmek" diye bir uygulama vardır ve Sarı Saltuk'un bilinen on makamı vardır. Balkanlar'da da bu makamlardan bir kaç tane mevcuttur.
 
Evet.
 
Her ne kadar bozmak isteselerde Türk Dili ihtişamını binlerce yıl koruyarak getirmiştir. Sözlü edebiyat denilen bir muhteşemimiz vardır ve "Halk Ozanlarımız" bu dili süre süre getirmişlerdir.

Peki, sizce Türkçenin altın çağı ne zaman yaşandı, halk ozanlarının dediklerinden kaçını anlıyoruz acaba?
 
Yavuz Selimin iki satır bir dizesi vardır, Selimiye Camisi'ni 1912 yılında İtalyanlar uçaklarla bombalamaya kalkıştıklarında.
 
 
Şimdi yaşanıyor. Binlerce eser yazılıyor ve hepsi Türkçe. Yedi Ulu Ozanlarımız vardı. Tümü Türkçe konuşup Türkçe yazmışlardı.
 
Kim mesela, bu halk ozanları?
 
Fuzuli, Nesimi, Virani, Kul Himmet, Pir Sultan, Hatai...Karacaoğlan'ın ihtişamını anlatmaya ne hacet 16. yy... Gürül gürül, pırıl pırıl, arı duru, saf, tertemiz Türkçe.

Cabbar Bey, rica ediyorum, Karacaoğlan'ın o duru gürül gürül türkçesini kaç insan anlıyor?

Yapmayın lütfen, bunu diyaloga koyarsam sizi çok ayıplarlar
 
Hadini de Karac'oğlan hadini
Aramazlar gurbet ile gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz

Bu sahih Türkçe.

Bir tane yabancı kelime var mı?

Hayır yok.

Yaa dostum! lütfen.

"Yok" dedim, kabul ediyorum yani.
Ancak Türk Tarihi binlere dayanır, sizce hakkını veriyor muyuz, yani bunun hakkını lütfen?

"Koyun beni Hak eşkine yanayım
dönen dönsün ben dönmezem yolumdan"

Sevgili dostum. Bu inanç olmasaydı Türkçe olur muydu?
 
Irkımız çok kadim.
 
Size bugünün Doğu Türkistan lehçesinden bir dörtlük yazayım, bugün konuşulan dil ve aramızda en az 1000 yıllık bir kopukluk var. Dikkat edin lütfen!
 
Şu görüngen Aşkar dağudur,
Ayağumda tılla kişen bağludur,
Ketme yarım ketme canım bereyim,
Tilimnin ucunda nevat bereyim.

Türkiye Türkçesi için 225.000 kelime var bunlardan 177.000'i Türkçedir. Dili zengin yapan kelime sayısı değildir, onu ne kadar kullandığımız değil midir Sevgili Cabbar?

Lütfen dikkat edin!

"Tilimnin ucunda nevat bereyim" kısmını inanın anlamadım.
 
Oysa ben, bakın roman yazan bir kişiyim... Mesleğim bu yani. İnanın bunu bile anlamadım. Yani bir kişi özellikle bu işe eğilirse çözer. Editörlük de yapıyorum aynı zamanada, 41 yaşımdayım.

Dilimin ucunda şeker vereyim. Bunu mu anlamıyorsunuz? Size söylemiştim zaten Türkçe bilmiyorsunuz" diye (Gülümseme)
 
Bunu kabul ediyorum. Yazarken bunu çok ama çok yaşıyorum. geliştirmek için ise ne yapmak gerekiyorsa yapmak istiyorum, psikolojik gerilim yazarıyım lakin sadece kurgusal manada ifadeler kullanabiliyorum. Duvarımı incelerseniz çokça aforizma yazdığımı görüceksiniz.
 
Size bir link vereyim. Karacaoğlan okuyun, inanın gönlünüzde - genlerinizde ne kadar Türkçe varsa - gizli kalmış, hepsini çıkarır dışarı.

Çok sevinirim, ancak benim kadar şanslı kaç insan var?
Yani mesela siz biraz önce hayatıma girdiniz ve ışık yaktınız peki ya dışarıdaki milyonlar... Bendeniz bilmediğimi biliyor ve kabul ediyorum, ya bildiğini zannedenler ve hatta yazarım diye gezinenler?
Ne kadar çok isterdim bana bu konuda birilerinin önderlik etmesini. Ne kadar ne kadar tarif edemem.
 
Açıp birlikte bir kaç şiir bile okuyabiliriz. Coşa gelir Türkçemiz.

Yahu eyvallah, çok çok çok teşekkür ederim. Bir üstadım olsa, tutsa elimden (dipnot)
Zira ikinci romanımı yazıyorum. Birincisi piyasada.
 
Eyvallah dostum. Romanlarına Karacaoğlan ruhu eklersin buradan. Önce gözlerini yumup Toroslar'a çıkacaksın ve engin dağlara bakacaksın. Elif'i göreceksin, enerjiyle dolacaksın. Sonra yazacaksın, enerjini yayacaksın insanlara. 
 
 
Bir gün, özellikle yakın gelecekte çok ama çok isterim size kahve ısmarlamayı.
İnşallah.

 
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine

Hecine gönlüm hecine
Yiğide ölüm gecine
Al beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine

Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim sorsana
Zülfünden bir tel versene
Koklıyayım gül yerine
Karac'oğlan der n'ola

 
Hecine?
 
En üstte
"Ela gözlü nazlı dilber" vardı çıkmamış.

Hecine: - gönül çırpınışları - heyecanı.

"ne oluyor" anlamında...

Vay canına!
 
"Ela gözlü nazlı dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine"

AŞKI GÖRDÜN MÜ? (GÜLÜMSEME)
 
Daha ziyade Yunus'dan gittim, Mevlana'dan gittim ben aşka...
 
Karacaoğlan'ı diğer ozanlardan ayıran en büyük özelliği bu saflığı ve duruluğudur. Hiçbir şiirinde ilahi veya diğer kutsallara atıfta bulunmaz. Alabildiğine Toros pınarlarını coşturur.

PDF in tümünü okuduğunda sende harika şeyler olacak, söz veriyorum... "O şiir ve edebiyat aleminde Torosların Peygamberidir" denir.

Bende bu konuda elimden geleni yapacağım. Yazarlık konusunda hedefim markalaşmak. Tanışalım o halde kendisiyle...
 
Buradaki ihtişam onun harikalığı kadar dilin ihtişamıdır da aynı zamanda. Gönlündeki coşkuyu dağlara, taşlara, kızlara söylemiş, dilden dile günümüze gelmiştir.

İşte mucize!

Kesinlikle tanışmalısın dostum. Elinden tutar gezdirir ve sana arı - duru saf Türkçeyi öğretir. İyi bir öğretmendir O. (Gülümseme)
Ben o şiir tekrar okuyacağım. Bir tuhafım şimdi.
 
PDF 'in açıldı mı?
Sen seç bu defa.

Bende paylaşacağım hemen açılınca.
 
Evet indi.
 
Hemen inceleyip güzel bir dize paylaşacağım.
 
Bu fena değil mesela:
 

Ağlayı ağlayı düştüm yollara
Karışayım bozbulanık sellere
Adı sanı bilinmedik illere
Gitmeyince gönül yardan ayrılmaz

Ahım kaldı şu gelinin ahdinde
Deremedim güllerini vaktinde
Karanlık gecede kolum altında
Yatmayınca gönül yardan ayrılmaz

Gözüm kaldı şu kaplanın postunda
Azrail de can almanın kastında
Döne döne teneşirin üstünde
Yunmayınca gönül yardan ayrılmaz

Hadini de Karac'oğlan hadini
Aramazlar gurbet ile gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz
 
Offffff bu da çok iyiymiş!
 
Ala gözlüm, ben bu ilden gidersem,
Zülfü perişanım kal, melil melil.
Kerem et, aklından çıkarma beni;
Ağla göz yaşın sil, melil melil.

Yeğin ey sevdiğim, sen seni düzet;
Karayı bağla da, beyazı çöz, at;
Doldur ver badeyi, bir daha uzat;
Ayrılık şerbetin ver, melil melil.

Elvan çiçeklerden sokma başına,
Kudret kalemini çekme kaşına,
Beni unutursan doyma yaşına,
Gez benim aşkımla yar, melil melil.

Karac`oğlan der ki: Ölüp ölünçe,
Ben de güzel sevdim kendi halımça;
Varıp gurbet ile vasıl olunça,
Dostlardan haberim al, melil melil.

Nasıl coşa geldin değil mi dostum?

Çok akıcı ve duru.

Şimdi bunları sesli okuduğunda ritmi duyarsın ve kalbine işler, zihnin açılır, Türk Diline aşık olursun.

"Dünya iki pencereli bir elmadır
Ademler gelir geçer handadır,"
 
"Beden denilen binek burada amma
Ruh hep andadır"
 
Bunlar da benden.

Ya sevgili dostum. Arkadaşım. Nedir bizleri coşturan? Dilimiz olmasaydı birbirimizi anlayabilir miydik?
 
 
Elbetteki anlayamazdık. Ancak toplumun geneline yayınca çok ama çok zayıfız.

Siz değerli arkadaşların görevi budur. Bu ihtişamı görüp göstermek. İşte budur sanat.

Bu konuda her türlü öğrenciliğe hazırım.

"Sanat bir üst kültürdür."
Herkesin anlamasını beklemeyeceksin.
Mucizesi de buradadır, binlerce yıldan beri gelir ve değerini kaybetmeden katlanarak değerlenir.
Paha biçilemez değerler vardır. Müzeler bu eserlerle doludur. Hiç birini satamazsın. Para ile karşılığı yoktur.
Öyle bir eser üreteceksin ki binlerce milyonlarca yıl sonra insanlar "Mustafa Sefa Güvenir" diye birisi bu eseri üretmiş diyecekler, işte sana ölümsüzlük.
SANAT BUDUR.

Nasıl ki Karacaoğlan, gecenin bu saatinde seni ve beni eğitiyorsa...

Bunun için eser vermek gerekiyor işte.
 
Sadece yazı sanatı değil, sanatın tüm alanlarında bu mucize vardır.
Onun için derler "Tanrının yaptığı mucize insanın yaptığı sanat".

Bu bendeki bir ikilemi ortadan kaldırdı.

Ne mutlu bize
 
Ben biraz Karacaoğlan, biraz diyalogları inceleyeceğim, yarın (müsait olursanız) yazışmaya devam etmeyi çok isterim.

İlgi gösterdiğin için öncelikle teşekkür ederim. Görüşmek dileğiyle.
 
Ben çok çok çok teşekkür ederim.
 
  
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol