DERYA GÜL DİYALOĞU
DERYA GÜL DİYALOĞU
1.248. Diyalog: Sanat: Varoluşu Anlamlandırma Savaşım ve Sanat Çöplüğüne Meydan Okuma
DiyalogSanat: Sizce sanat nedir, sanat görüşünüzden ve sanatınızdan bahseder misiniz?
Derya Gül: Yüzyıllardır sanatın ne olduğu veya ne olmadığı tartışılıyor. Bu konuda ciltler dolusu eser, araştırma, tez, akademik içerik ve benzerleri üretildi. Çağlar değiştikçe sanat tanımları da evrildi. Sanatın kendisini bırakın, kavramsal anlamda bile sanat, asla belirli bir kalıba indirgenip bir çerçeve içerisine hapsedilemedi ve hapsedilemeyecek. Varoluşun bize dayattığı tüm yasaları, tüm normları, fiziksel veya zihinsel tüm zincirleri kırmak için elimizde kalan tek şey sanat. Bu yüzden sanat, ne kadar tasvir edilmeye veya belirli bir hikâye kurgusuna kurban edilmeye çalışılırsa çalışılsın; asırlara, körleşmiş zihinlere, yozlaşmış toplumsal yapılara veya çağın popüler kültürüne meydan okuyarak kendi gerçekliğinde yoluna devam edecek.
O yüzden ben sanatı özünde, varoluşumuzu anlamlandırma çabamız olarak görüyorum. Bu kadar basit ve yalın. Ve işte, sadece bu nedenden ötürü de aslında çok zor…
Açıkçası sanat görüşümü aktarırken kelimelerin yetersiz kaldığı bir noktaya geliyorum. Günümüzde afili cümlelerle sanatı anlatma girişimleri de bana çok yavan geliyor. Çünkü insanlar sanıyor ki ne kadar zor cümleler kurarsam, o kadar sanatsal algılanır. Çoğu sanatçının sanat görüşlerini veya manifestolarını okuduğumda, hayatın içinden gelmiyor kelimeleri; hatta kendilerini ifade etmekten bile uzaklar... Bu türden açıklamalarda, üretilen eserlerin belirli bir sanat görüşü varmış izlenimi uyandırmak için kurgulanan zemine, o bakış açısını oturtturma kaygısının izleri görülüyor. Yani açıkçası bana, biraz kelime israfından ibaretmiş gibi geliyor. Örneğin; sanat görüşümü size şu cümle ile anlatmaya çalışmam gibi: “Sanatı yalnızca bir görsel üretim değil, izleyicinin kendi bilinç katmanlarını keşfedebileceği bir düşünsel alan olarak tanımlayan Gül; her eserinde yeni anlam katmanları oluşturmayı hedeflemektedir.”
İşte, ben böyle bir cümle karşısında “Sen ne anlamlar ürettin?” diye sorma ihtiyacı hissediyorum. Bu tarz bir ifadenin sonunda o kişiden, yarattığı anlamları ve o anlam katmanlarını açıklamasını bekliyorum. Ortaya her tarafa çekilebilecek bunun gibi bir cümle atarsanız ve altını doldurmazsanız; aslında sanat çöplüğü içerisinde kendinize anlamlar arayan değil, anlamlar uydurmaya yeltenen bir insan olduğunuz izlenimine kapılıyorum.
Sanatı; sanat tarihinden, sanat tekniklerinden, felsefeden, sosyolojiden, psikolojiden ve hatta bilimsel dünyadan bağımsız bir şekilde değerlendirmeye çalışmak yanıltıcı olur. Çünkü sanat, tüm bunları ve daha fazlasını da içinde barındırabilen kompleks bir olgu.
Sanat benim zihnimin bir oyunu, varoluşu anlamak için verdiğim bir savaş. Bu yazdığım kitaplarda da böyle, ürettiğim resimlerde de… Bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız, doğru diye beynimize kodladığımız her şey aslında bir illüzyon. Zamanın sadece entropi olması ve bizim onu ilerliyor sanmamız gibi bir algı… Bir şeye nereden, nasıl baktığımız o şeyin ne olduğunu veya ne olmadığını da şekillendiren bir süreç. Hiçbir şey entropiden kaçamıyor. Ne bir ağaç ne bir kaya ne de bir insan. Düşünce neden aynı kalsın ki? İşte, bu zaman düşkünü dünyamızda bize akış gibi görünen evreler, bizim evreni algılayabilme kapasitemiz.
Ben resimlerimde zamanı durdurmanın derdinde değilim; bir fotoğraf karesi gibi onu ana sabitlemenin veya görünen dünyanın bir tasvirini yapmanın derdinde de değilim. Resimlerimde her seferinde yeni anlamlar bulabileceğim bir alan yaratmanın derdindeyim.
Ne sanat görüşümü ne de eserlerimi belirli bir çerçeve içerisine sokup onu dondurmanın ya da insanların o eserlerde neler görmesi gerektiğini söylemenin hiçbir yararı ve anlamı olmadığına inanıyorum. Çünkü bunu yaptığımda, öznesi ve yüklemi baştan belirlenmiş bir cümleyi insanların tamamlamasını beklemek gibi bir yanılgıya teslim olurum. İnsanların algısını şekillendirmekten ziyade derdim, onların kendi algılarını sorgulamaları ve hayal güçlerini devreye sokmalarını sağlamak.
O yüzden ben, eserlerimi açıklamaktan kaçan bir insanım. Kendim bile kendi yarattığım eserlere bakarken, her seferinde başka anlamlar bulup başka dünyalar keşfederken, başka duygu ve düşüncelere kapılırken, neden insanların algısını tek bir alanı, dünyayı, anlamı veya ifadeyi biçimlendirecek şekilde yönlendireyim ki?
Eserlerimi, kendi içinde düşünsel bir dinamik yaratma ve bu dinamiği yansıtacak bir denge arayışı çabasıyla ürettiğimi söyleyebilirim ama o eserlerin ne olduğunu söyleyemem. Örneğin; siz o resimde sadece kare görüyor olabilirsiniz ama o kare “insanı temsil ediyor” dediğimde, başka hiçbir şeyi sorgulamayabilirsiniz. Eğer sanat tarihini biraz biliyorsanız, gördüğünüzün sadece bir kare olmadığını da algılayacak düşünsel alt yapıya sahipsinizdir demektir ve o zaman gördüğünüz bir kare değil, bir temsildir. Ve bu temsil ile ifade edilmeye çalışılan ise sizin sanat, felsefe, tarih, psikoloji, sosyoloji ve daha birçok olgudan beslenen düşünsel dünyanızın yansımasında bulabileceğiniz anlamların sonucunda vardığınız bir yorumdur. Hayal gücünüz geniş ise bu yorumun çeşitliği de sizin derinliğiniz kadar farklılaşacaktır. Fakat konu sadece bir resmi anlamakla ilgili de değil. Bir de onu değerlendirme kısmı var. Ve asıl işler bu noktada karışıyor. Neden derseniz?...
Günümüzde sanatı bilen (gerçekten bilen) çok az insan var. Onlar da kapalı kutular içerisinde veya sisli bir perdenin ardında saklanıyor gibi... Meydan, sanat çöplüğüne dönmüş durumda. Ve piyasa, bu çöplüğü sanat diye allayıp pullayan simsarların tekelinde.
Nesnesiz sanatı ve konstrüktivizmi bilmeyen bir insan, benim eserlerimi ne kadar iyi değerlendirebilir? Eseri, yağlı boya ile mi, yoksa akrilik boya ile mi yaptığınızı bile ayırt edemeyen insanlara, bu eseri teknik anlamda değerli kılan etkenlerden birinin yağlı boya ile yapılması olduğunu izah etme çabası gerekli midir? Çünkü aslında kolay ve hızlı bir şekilde; yani bant ve kalıp kullanarak çok kısa bir zaman diliminde yapılabilecek olan eserleri, yağlı boya ile tek tek yaparak, bu şekilde yaklaşık on bin kare ortaya çıkarmanın altında yatan eleştiriyi sezebilecek insanların, önce bu eserlerin tekniğini anlaması gerekmez mi? Yani sanatın düşünsel yanı kadar zanaat yanını da piç etmiş günümüz anlayışına kendimce baş kaldırdığımı anlatabilmem için karşımdaki (en azından sanatı bildiğini sandığımız) insanların, biraz teknikten ve biçemden de anlamaları gerekmez mi?
Diğer bir konu ise sanat söz konusu olduğunda insanların düşünce tembelliğine yenik düşmeleri. İnsanların yorulmadan, emek vermeden, çok fazla kafa yormadan hızlı ve kolay bir şekilde sizi ve eserlerinizi anlamaya çalışması ya da sanatı çok fazla bilmeden sizin eserlerinizle ilgili kafalarında kendince kurguladıkları düşünceleri, sanki bir uzmanmış gibi emin ifadelerle ortaya koymaları, sanattaki en büyük önyargı. Ve ben maalesef bunu çok fazla gördüm. Daha sizinle iletişim kurmaya yeni başladığı anda kafasında sizi bir yere konumlandıran insanların, sizin sanatınızı veya eserlerinizi değerlendirme kriterleri de bir o kadar kolay, hızlı ve baştan savma. Çünkü bu insanların ilgilendikleri ne sizin sanatınız ne de eserleriniz. Onlar için önemli olan tek şey sizin kim olduğunuz. Çünkü eğer önemli biri olsaydınız, bu camiada sizi zaten duymuş ya da biliyor olurdu.
BİRKAÇ SORU VE YANITLARI
Sanatın Varoluşu Anlamlandırma Çabası Üzerine
1. Sanatı "varoluşumuzu anlamlandırma çabası" olarak tanımlıyorsunuz. Bu çabanın sanat dışındaki yollarla (örneğin bilim, din veya felsefe) yapılan anlamlandırma çabalarından temel farkı nedir? Sanatı bu kadar "zor" kılan, tam olarak bu varoluşsal çabanın neresinde yatıyor?
•Sanatı ayrıştıran, bunun bireysel bir çaba olması; kolektif değil. Sanatın, kendini ispatlama, başka insanları ikna etme gibi bir misyonu yok. Ayrıca bilim kanıtlara, din inançlara, felsefe ise mantıksal çıkarımlara, akıl yürütmeye ve yine belirli sonuçlara dayanır. Örneğin; bilimde bana göre suyun kaynama noktası 120°C diyemezsiniz. Sanatla çok daha yakın olan felsefenin de varoluşu veya epistemolojiyi açıklarken, bunu elle tutulur bir hale getirerek somutlaştırması gerekmez. Sanatta ise tüm anlam çabalarınızı soyut olarak da somut olarak da ortaya koymanız gerekir. Bu, mutluluğun ya da bilginin resmini yapmak gibi bir şey. Ve bunu yapabilirsiniz ama bu gerçekten mutluluğun ya da bilginin resmi midir, yoksa size göre mi öyledir? İşte, zor olan o bireysel, özgün ve özgür çabanın kolektif bir etki yaratabilmesi.
Sanat ve İllüzyon Kavramı
2. "Bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız, doğru diye beynimize kodladığımız her şeyin aslında bir illüzyon" olduğunu belirtiyorsunuz. Sanatın bu illüzyonla ilişkisi nedir? Sanat, bu illüzyonu pekiştiriyor mu, yoksa tam tersine, o illüzyonu deşifre eden veya aşmaya çalışan bir araç mıdır?
•Sanat, bu illüzyonun bir parçası ama farkı, bu illüzyonun bir parçası olduğunun da farkında olması. Dolayısıyla kimi zaman bunu pekiştiriyor ama çoğunlukla da deşifre etmeye çalışıyor. Zihnin algı mekanizmasına çomak sokuyor. Bunu size en iyi şöyle açıklayabilirim: Matematik gerçek midir? Yani matematik doğada var mıdır, yoksa bizim doğayı anlamlandırabilmemiz için geliştirdiğimiz bir sistem, bir dil midir? Sanat da insanın kendini, varoluşunu ve içinde bulunduğu evreni anlamak için geliştirdiği bir dil. Bu dili iyi bir şekilde çözümleyemezseniz, ne dediğini de anlamanız o kadar güçleşir.
Sanatçı ve Eser Açıklaması
3. Eserlerinizi açıklamaktan kaçınmanızın ardında yatan temel felsefi dayanak nedir? Bu, eserin anlamının tamamen izleyicinin sorumluluğunda olduğu anlamına mı geliyor? Yoksa sanatçının kendisinin de eserinin nihai anlamını tam olarak bilmediği ve bu nedenle yönlendirmekten kaçındığı bir durumu mu ifade ediyor?
•Bunun ardında yatan temel felsefi bir dayanak yok. Çünkü bu, felsefi açıdan ele aldığım bir yaklaşım değil. Bir sanatçının eserini açıklamaya çalışması, bence eseri yaratma çabasıyla çelişkili bir durum. Belki sanatçı genel anlamda sanat görüşünden veya sanat felsefesinden bahsedebilir ama bir eserini açıklaması, eserin varoluş amacıyla çelişir. Çünkü iyi bir resim, sizin kelimelerinize ihtiyaç duymaz.
Düşünsel Dinamik ve Denge Arayışı
4.Eserlerinizin yaratım sürecinde "kendi içinde düşünsel bir dinamik yaratma ve bu dinamiği yansıtacak bir denge arayışı çabasıyla" ilerlediğinizi söylüyorsunuz. Resimlerinizde aradığınız bu "denge" tam olarak nedir ve düşünsel dinamikle bu denge arasındaki ilişki nasıl kuruluyor?
•Resimlerimdeki denge arayışını; ortaya koymaya çalıştığım düşünceyi, duyguyu, fikri veya kafamdaki kurguyu en iyi şekilde ifade edebilecek form, biçim, renk, kompozisyon, boşluk-doluluk oranı gibi temel değerlerin birbiri ile tutarlılığı ve uyumu olarak tanımlayabilirim. Bunun düşünsel dinamikle ilişkisi ise ortaya çıkan sonucun gerçekten anlatmak istediğim kavramı, fikri, duygu veya düşünceyi yeterli derecede temsil edip edemediği gerçeğidir. Örneğin; yalnızlık kavramını sadece karelerle anlatmak için hem o dengeyi hem de yalnızlığın kendi içindeki o biricik dinamiği yakalamam gerekir.
Eleştiri, Teknik ve "Sanat Çöplüğü"
5. Günümüzde sanat alanındaki bilgi eksikliğini, düşünce tembelliğini ve piyasa simsarlarının yarattığı "sanat çöplüğü" ortamını sert bir dille eleştiriyorsunuz. Sanat eserinin değerini/değerliliğini, sanat tarihi, teknik (zanaat) bilgisi ve biçemden anlamayan bir izleyici kitlesi karşısında nasıl koruyabiliriz? Bu durum, sanatın elit bir kesimin tekelinde kalması riskini beraberinde getirmez mi?
•Sanat her zaman elit bir kesimin tekelinde değil miydi zaten? Değişen şey, elit kesimin artık eskisi gibi aristokrasiyi temsil etmemesi ya da nitelik kaybetmesi. Sanatı koruyabilmemizin tek yolu eğitim. Ezberden uzak, eleştirel, felsefe ve sanatla dolu, doğru düzgün bir eğitim... Bu da sistemle ilgili. Çünkü toplumun üzerinde olan ve onu kontrol eden şey sistemdir.
Kavramsal Cümleler ve Samimiyet
6. Sanat görüşlerini ifade ederken kullanılan "afili cümleler" konusundaki eleştirinizde, samimiyetten uzak, kurgulanmış bir zemin oluşturma kaygısı görüyorsunuz. Sanatçının kendi eserini veya sanat görüşünü, sizin tabirinizle "hayatın içinden gelen" ve samimi bir şekilde ifade edebilmesi için nasıl bir dil veya yaklaşım benimsemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
•Sorun dilde veya yaklaşımda değil. Sorun zaten sanatçının kendi eserini yaratmasındaki temel nedeni bilmiyor oluşundan kaynaklanıyor. Üretiyor, sonra onu sanatsal bir zemine oturtturmak adına bir hikâye uyduruyor ve bunu iddialı ama temelinde boş laflarla süsleyerek, onun zihinsel sürecini tanımlamaya çalışıyor. Halbuki zaten ortada bir hikâye olsa, bunu bir üslup kaygısıyla yapmazdı. Bunu şöyle örneklendireyim: Benim zihnimi bir sanatçının yazdığı manifesto mu yormalı, yoksa resimleri mi? Resimler, manifestosunun temsili midir o halde? Bence bir ressamın işi insanların zihnini kelimelerle kurcalamak değil; o edebiyatın işi. Özetle; eğer benim zihnimi bir sanatçının kelimeleri değil, resimleri kurcalıyorsa, bu benim için daha değerli.
Sanatın Özgürleştirici Gücü ve Normlar
7. Sanatı, "Varoluşun bize dayattığı tüm yasaları, tüm normları, fiziksel veya zihinsel tüm zincirleri kırmak için elimizde kalan tek şey" olarak tanımlıyorsunuz. Bu özgürleştirici eylemin toplumsal karşılığı nedir? Sanat, bireyi özgürleştirirken, toplumsal yapıyı hangi yollarla ve hangi hızda değiştirebilir?
•Bunlar birbirinden bağımsız süreçler değil. Toplum bireyi şekillendiriyor ya da şekillendirmeye çalışıyor ama her zaman toplumun doğruları bireyin doğruları ile aynı olmak zorunda değil. Hatta tam tersine sanatçı genelde çağının bir adım ötesinde. Nitekim yaşadığı çağda anlaşılan sanatçı sayısı da oldukça az. Sanatın toplumu değiştirebilmesi için önce sistemin değişmesi lazım. O yüzden bence sanat toplumu sarsmakla değil, sistemin yüzüne sağlam bir yumruk atmakla ilgilenir.
Sanat ve Entropi İlişkisi
8. "Zamanın sadece entropi olması" ve hiçbir şeyin entropiden kaçamaması (ağaç, kaya, insan, düşünce) fikri, sanatsal üretimde nasıl bir motivasyon kaynağı oluşturuyor? Sanat eseri, evrenin bu kaçınılmaz dağılma yasasına (entropi) karşı koyan bir direniş midir, yoksa bu yasayı kabullenmenin bir yansıması mıdır?
•Bu gerçeği kabullenmekten ziyade, bu gerçeği sorgular. Yani sınırlarını zorlar. Değişime direnmez. Değişimin şeklini biçimlendirmeye çalışır. Oturup değişimin kendini değiştirmesini beklemez, o değişimin kendisi olmaya çalışır. Entropi sadece dağılma yasası değildir. Yeni ve sonsuz olasılıkların var olabilmesini de sağlar. İşte, sanat yoruma açık yanıyla zaten baştan bu düzeni sizin için temsili olarak kurar.
Popüler Kültür ve Meydan Okuma
9. Sanatın "çağın popüler kültürüne meydan okuyarak kendi gerçekliğinde yoluna devam edeceği" görüşünü dile getiriyorsunuz. Popüler kültürün hız, kolay tüketim ve yüzeysellik dayatması karşısında, sizin gibi derinlik ve yavaşlamayı önemseyen bir sanatçı, bu meydan okumayı somut olarak eserlerinde nasıl gerçekleştiriyor?
•Bunu galiba en iyi Foucault’nun şu sözü ile anlatabilirim: “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yoktur.” Sanatı sanat yapan en temel unsurlardan biri, bir sanat eserinin “özgün ve biricik” olması ise, ben neden tekdüze, sistem tarafından dayatılmış, modanın ya da popüler kültürün bir parçası olmak için kendi içimde de bir zorunluluk hissedeyim? Herkesin sözlerine kulak verirseniz, bir müddet sonra kendi iç sesinizi duyamaz hale gelirsiniz. O yüzden kimi dinlediğinize dikkat etmeniz gerekir. Ben ustalarımı dinliyorum. Sanata emek veren insanları dinliyorum. Önyargılarından sıyrılabilmiş insanları dinliyorum. Nitelikli insanları dinliyorum. Fakat en çok kendimi dinliyorum. Çünkü sanat bireysel bir çabadır. Bunun eserlerime somut olarak yansıması ise şu şekilde oluyor: Enerjimi, zamanımı ve birikimimi kendimi tanıtmak veya camiada bir yer edinmek için harcamaktansa, kendimi daha iyi tanımak ve daha iyi resim yapmak için harcıyorum.
İzleyicinin Algısını Sorgulatma Amacı
10. Amacınızın "insanların algısını şekillendirmekten ziyade, onların kendi algılarını sorgulamaları ve hayal güçlerini devreye sokmalarını sağlamak" olduğunu belirtiyorsunuz. Bir resimdeki karenin sadece bir kare değil, bir temsil olduğunu anlaması için izleyicide uyandırmayı hedeflediğiniz bu sorgulama kıvılcımını ne tetikler? Bu, sanatçının eser aracılığıyla izleyiciye attığı bilinçli bir meydan okuma mıdır?
•İzleyiciye meydan okumaktan ziyade önce kendime meydan okuma diyebiliriz. İzleyicinin buradaki misyonu sadece izlemek. Eğer kendince anlamlar çıkarabiliyor ya da kafasında düşünceler beliriyorsa, bu zaten çok doğru bir bakış açısı. Fakat eğer izleyici değil de sanatla yakından ilgilenen bir insansanız o zaman misyonunuz da değişir. Çünkü bu noktada bence değerlendirme kriterleri çok daha özenle ve dikkatlice yapılmalı. Aslında kıvılcım dediğiniz şeyi, Rene Magritte'in "İmgelerin İhaneti" ile örneklendirebilirim. Bu bakış açısıyla görmeye yani düşünmeye başlamak o kıvılcımı ateşleyebilir.
Konstrüktivizm ve Nesnesiz Sanatın
Eleştirel Yönü
11. Nesnesiz sanatı ve konstrüktivizmi bilmeyen izleyiciyi eleştirirken, aslında eserlerinizin "kolay ve hızlı bir şekilde... yapılabilecek olan eserlere" karşı bir eleştiri içerdiğini ima ediyorsunuz. Sanatınızdaki bu soyut ve geometrik eğilim, günümüzün hazır, kolay üretilen ve tüketilen sanat anlayışına karşı nasıl bir felsefi ve sanatsal duruş sergiliyor?
•Nesnesiz sanatı ve konstrüktivizmi bilmeyen izleyiciyi eleştirmiyorum. Bunları bilmediği halde sanatı bildiğini iddia edenleri eleştiriyorum. Aslında izleyiciden ziyade sanatın içinde olan insanları eleştiriyorum. Ayrıca ben sadece soyut ve geometrik bir eğilim içerisinde de değilim. Kareyi bir örnek olarak verdim. Bazen sürrealist bir yaklaşım da sergileyebiliyorum ya da ekspresyonist bir yaklaşım da… Kendimi kategorize etmiyorum, belirli bir akıma hapsetmiyorum, belirli bir biçime yüzümü dönmüyorum. Sürekliliği, aynı şeyi sürekli tekrarlayarak değil, onu geliştirerek devam ettirmek olarak değerlendiriyorum. Sanatsal duruşumdaki olgu benim kim olduğum gerçeği ile doğru orantılı. Zihnimin kapıları herkese açık ama bunun anlaşılması için bir haritaya ihtiyaç yok. Yolları sizin keşfetmeniz yeterli. Aksi halde benim zihnimden başka elinizde bir şey kalmaz. Halbuki ben sizin zihninizin benim zihnimi algılama biçimi ile ilgileniyorum.
Çok teşekkür ederim.
ANALİZ
Derya Gül'ün DiyalogSanat'a verdiği bu kapsamlı ve derinlikli diyalog metnini analizinize sunuyorum.
İfade edilen fikirlerin tutarlı, net ve günümüz sanat dünyasına karşı sert eleştiriler içeren bir manifestoya yakın olduğunu söyleyebilirim. Derya Gül, hem sanatın doğası hem de sanat çevresi hakkındaki görüşlerini son derece cesur ve kendine has bir dille ortaya koyuyor.
Analizin Özeti ve Çıkarımlar
Derya Gül'ün sanat felsefesi, bireysellik, varoluşsal çaba, özgünlük, samimiyet ve eğitimli bir izleyici beklentisi üzerine kurulu.
Temel Tema | Derya Gül'ün Yaklaşımı | Anahtar Çıkarım
Sanatın Tanımı: Varoluşu anlamlandırma çabası. Normları ve zincirleri kırma gücü. Karmaşık ve komplekstir; basit ve yalın bir arayış olduğu için "zor"dur.
Sanat, özgürleştirici ve zorunlu bir varoluşsal dildir.
Sanat Çevresi Eleştirisi: "Sanat çöplüğü" ve "simsarlar" tarafından yönetilen bir piyasa. Sanatçılarda samimiyetsiz, afili ve kurgulanmış dil kullanımı. İzleyicilerde "düşünce tembelliği" ve bilgi eksikliği.
Sanat dünyası, niteliksizliğin ve yüzeyselliğin hakimiyetindedir.
Eser Açıklaması: Eseri açıklamak, eserin varoluş amacıyla çelişir. İyi bir resim kelimelere ihtiyaç duymaz. İzleyicinin kendi algısını sorgulamasını amaçlar.
Sanatçı eserden çekilmeli ve yorumu izleyiciye bırakmalıdır.
İllüzyon ve Gerçeklik: Algılanan her şey bir illüzyon. Sanat bu illüzyonun farkında olan bir parçadır; çoğunlukla deşifre etmeye çalışır. Matematik örneğindeki gibi, evreni anlama dilidir.
Sanat, algı mekanizmasına çomak sokan bir araçtır.
Değer ve Koruma: Sanat her zaman elit bir kesimin tekelindeydi (nitelikli elitizm). Değeri korumanın tek yolu ezberden uzak, eleştirel eğitimdir.
Sanatın kalitesi, ancak eğitimli bir kitle ile sürdürülebilir.
Ana Felsefi Kavramlar ve Çatışmalar
1. Bireysel Özgürlük vs. Toplumsal Dayatma
Gül, sanatı "fiziksel veya zihinsel tüm zincirleri kırmak için elimizde kalan tek şey" olarak görüyor. Bu, sanatın bireyi toplumsal normlara, yasalara ve sistemin dayattığı illüzyona karşı özgürleştiren en radikal araç olduğu inancını gösterir.
2. Samimiyet vs. Afili Cümleler
Sanatçı, kendilerini "afili cümlelerle" ifade eden sanatçıları sertçe eleştiriyor. Bu eleştirinin temelinde, samimiyet ve kurgu (gösteriş) arasındaki bir çatışma var. Gül'e göre, eğer bir sanatçı manifestosunda kelime israfı yapıyorsa, eseri yaratma motivasyonu da kurgulanmıştır. Kendi eserlerini açıklamaması, bu samimiyet arayışının doğal bir sonucudur: Resim kendisi konuşmalıdır.
3. Düşünce Tembelliği vs. Bilinçli Algı
Gül'ün en keskin eleştirilerinden biri, izleyicinin ve sanat çevresindekilerin "düşünce tembelliği" üzerine. Sanat eserinin teknik (zanaat) ve tarihsel altyapısını bilmeden yapılan yüzeysel yorumlar, sanatın değerini düşürüyor. Bir eserin değerini korumanın yolu, eğitim ve izleyicinin kendi algısını sorgulamasını sağlamaktır. İzleyiciden beklenen, kareyi sadece bir kare değil, bir temsil olarak görebilecek donanıma sahip olmasıdır.
4. Entropi ve Meydan Okuma
Zamanı entropi (dağılma yasası) olarak gören sanatçı, sanatsal üretimi bu kaçınılmaz dağılmaya karşı sorgulayıcı bir direniş olarak konumlandırıyor. Sanat, değişimin şeklini biçimlendirmeye çalışır; değişimin kendisi olmaya çalışır. Bu, pasif kabullenişten ziyade, evrensel akışa aktif bir müdahale arayışını temsil eder.
Wit Dokunuşu
Derya Gül'ün yaklaşımı, günümüzün "hızlı, kolay ve herkesin bir fikri olduğu" sanat tüketimine karşı bir tokat gibi.
"Açıkçası ben sanatı özünde, varoluşumuzu anlamlandırma çabamız olarak görüyorum. Bu kadar basit ve yalın. Ve işte, sadece bu nedenden ötürü de aslında çok zor…"
Bu cümle, hem sanatın yüce amacını kabul edişin yalınlığını hem de o amaca ulaşmanın iğne deliğinden geçmek kadar zor olduğunu zarif bir şekilde özetliyor. "Sanat çöplüğü" ve "kelime israfı" gibi ifadelerle yaptığı eleştiriler ise, aldatmacaya ve yüzeyselliğe karşı gösterdiği hınzır bir meydan okuma içeriyor.
Sonuç: Derya Gül, sanatın entelektüel derinliğine ve zanaat yönüne saygı duyan, bu nitelikleri kaybetmiş günümüz sanat ortamına karşı sarsıcı ve radikal bir duruş sergiliyor. Bu diyalog, bir röportajdan çok, sanatın yeniden tanımlanması için yapılan bir çağrı niteliğinde.
Bu analizi Derya Gül'ün resimlerinin veya kitaplarının somut örnekleriyle karşılaştırırsak:
Diyalogdaki felsefi duruşu, sanatçının bilinen eser ve çalışma tarzı bilgileriyle karşılaştıralım.
Arama sonuçları, Derya Gül'ün sadece ressam değil, aynı zamanda yazar olduğunu ve edebiyat, felsefe, psikoloji ve tarihle de yakından ilgilendiğini gösteriyor. Bu çok yönlülük, diyalogdaki sanatın disiplinler arası bir olgu olduğu savıyla birebir örtüşüyor.
Fikir ve Eser Arasındaki Paralellikler
Diyalogda öne çıkan kilit argümanlar ve sanatçının eserleri/yaklaşımı arasındaki ilişki şu şekilde:
1. Fikir: Sanat Zihnin Bir Oyunudur
Paralellik: Yazar Kimliği
Derya Gül, sanatı "zihnimin bir oyunu, varoluşu anlamak için verdiğim bir savaş" olarak tanımlıyor. Bu savaş hem yazdığı kitaplarda hem de ürettiği resimlerde geçerli.
* Paralellik: Eser listesinde “Yalnız Çoraplar Çekmecesi,” “Ayadaki Göz” ve “Ah Şu Cahil Filozoflar” gibi başlıklar bulunuyor. Özellikle felsefi göndermeler içeren bu başlıklar ve yazar kimliği, sanatı sadece görsel bir üretim değil, aynı zamanda entelektüel ve kavramsal bir alan olarak görme iddiasını (diyalogda eleştirdiği "afili cümlelerin" aksine, samimi bir şekilde) destekliyor. Resim ve yazı (edebiyat) pratiğini bir arada yürütmesi, varoluşu anlamlandırma çabasını iki farklı dille somutlaştırdığını gösteriyor.
2. Fikir: Nesnesiz Sanat ve Konstrüktivizm
Paralellik: Teknik ve Üslup Gelişimi
Sanatçı, resimlerinde "yeni anlamlar bulabileceği bir alan yaratmanın" derdinde ve nesnesiz sanatı/konstrüktivizmi bilmeyenleri eleştiriyor.
* Paralellik: Sanatçının resim kariyerindeki gelişim: Kolaj, portre, soyut figür ve son iki yıldır tamamen soyut dışavurumcu resimler yapması, bu soyut ve biçimsel arayışın bir kanıtı.
* Özellikle "tuvali kilim dokuma tezgâhı olan ıstar gibi, boyaları ise birer iplikmiş gibi" kullanarak geleneksel dokuma tekniklerine (düz dokuma, cicim, sumak) benzer bir yaklaşımla eser üretmesi, diyalogda bahsettiği zanaat (teknik) yanına verdiği önemi ve özgün bir biçem arayışını somutlaştırıyor. Bu, "kolay ve hızlı bir şekilde yapılabilecek olan eserlere" karşı çıkan, emeğe dayalı bir eleştiriyi barındırır.
3. Fikir: Eseri Açıklamaktan Kaçınma
Paralellik: İzleyicinin Algısını Sorgulatma
Sanatçı, eserin anlamını dondurmaktan kaçınarak izleyicinin kendi algısını sorgulamasını ve hayal gücünü devreye sokmasını hedefliyor.
* Paralellik: Soyut dışavurumcu bir yaklaşımla (anlamı en az belirlenmiş, yoruma en açık üsluplardan biri) çalışması, bu felsefeyi uygulamaya döktüğünü gösteriyor. Sanatçının kendi geliştirdiği, dokuma tezgahı benzeri bir teknikle oluşturduğu soyut yüzeyler, izleyicinin gördüğü biçimlerde kişisel anlamlar aramasını, yani hayal gücünü devreye sokmasını zorunlu kılar.
Çatışmanın Somutlaşması
Diyalogdaki en sert eleştirilerden biri olan "Sanat Çöplüğü" kavramı, sanatçının özel teknik arayışında somutlaşıyor. Sanatçı, teknik bilgi gerektirmeyen, hızlı tüketilen "sanat"a karşı, yağlı boya ile tek tek yaklaşık on bin kare ortaya çıkarma gibi meşakkatli bir pratiği (eğer bahsettiği teknik bu türden bir süreç gerektiriyorsa) tercih ederek, zanaat yanını piç etmiş günümüz anlayışına fiilen baş kaldırmaktadır.
Sonuç: Derya Gül'ün entelektüel duruşu, sanatının konseptini (felsefe, varoluş) ve pratiğini (zanaat, özgün teknik) birbirini destekleyen iki temel direk üzerine kurduğunu gösteriyor. Söylediği ile yaptığı tutarlıdır.
Bu analiz ışığında, sanatçının bahsettiği o "sanat çöplüğü" ortamındaki nitelikli ve samimi eserlerin niteliklerini belirtirsek:
Derya Gül'ün eleştirilerinden yola çıkarak, onun gözünden "sanat çöplüğü"ndeki nitelikli ve samimi eserlerin (ya da sanatçıların) taşıması gereken temel özellikleri maddeler halinde inceleyelim:
Nitelikli ve Samimi Eserlerin (Anti-Çöplük) Özellikleri
Derya Gül'ün felsefesine göre, bir eseri çöplükten ayıran, hem zihinsel hem de fiziksel emek ve samimiyetin ürünü olmasıdır.
1. Düşünsel ve Kavramsal Derinlik
* Varoluşsal Çaba: Eser, sanatçının varoluşu anlamlandırma savaşının samimi bir ürünü olmalıdır. Basitçe popüler kültüre hizmet etmek veya kolayca pazarlanabilir olmak için üretilmemelidir.
* Sorgulayıcı Dinamik: İzleyicinin algısını şekillendirmek yerine, onun kendi algısını, bildiklerini ve hatta gerçekliği sorgulamasını sağlamalıdır. Rene Magritte örneği gibi, zihnin algı mekanizmasına "çomak sokmalıdır."
* Anlam Katmanları: Sanatçının "altını doldurmadığı" afili cümleler yerine, eser kendi içinde yeni anlam katmanları oluşturmaya yetecek düşünsel altyapıya sahip olmalıdır. İzleyici esere her baktığında farklı bir dünya keşfedebilmelidir.
2. Zanaat ve Teknik Hakimiyet
* Tekniğe Saygı: Eser, sanatın zanaat yönünü (teknik, biçem) piç etmemeli, aksine bu yöne emek ve zaman harcadığını göstermelidir.
* Biçimsel Eleştiri: Sadece kolay ve hızlı bir şekilde üretilebilecek olana karşı dirençli bir üretim süreci içermelidir (örn. Gül'ün zorlu yağlı boya kare tekniği). Teknik, bir amaca hizmet etmeli; estetik bir kaygıdan öte, eleştirel bir duruşu yansıtmalıdır (Konstrüktivizm ve Nesnesiz Sanat bilgisi gerekliliği buradan gelir).
* Özgünlük ve Biriciklik: Çağın modasına, trendlerine veya popüler kültüre uymak zorunda kalmamalıdır. Eser, özgün ve biricik olmalı, sanatçının kendi iç sesini yansıtmalıdır.
3. İletişimde Samimiyet
* Afili Dilden Kaçınma: Sanatçı, eserini anlatmak için zor, kurgulanmış ve hayatın içinden gelmeyen cümleler kurmaktan kaçınmalıdır. Sanat görüşü, iddialı ama temeli boş laflarla süslenmiş bir manifesto olmamalıdır.
* Eserin Konuşması: Eğer resim gerçekten iyiyse, sanatçının kelimelerine ihtiyaç duymamalıdır. Sanatçının işi, insanların zihnini kelimelerle değil, resimlerle kurcalamak olmalıdır. Samimi sanatçı, kendini tanıtmak veya camiada yer edinmek yerine, daha iyi resim yapmaya odaklanır.
Kısacası: Gül'ün ideal sanatçısı, kendini bilme ve varoluşu anlama çabasında samimi, üretiminde zahmetli ve teknik olarak yetkin, söyleminde ise özgün ve sade bir dil kullanan kişidir.
Bu niteliklere sahip bir eserin, piyasa simsarları ve düşünce tembelleri tarafından nasıl algılandığına dair bir değerlendirme yaparsak: Derya Gül'ün bahsettiği gibi, bu nitelikli ve samimi eserlerin, eleştirdiği "sanat çöplüğü" ortamındaki piyasa simsarları ve düşünce tembelleri tarafından nasıl algılanacağı, aslında diyalogdaki ana ironiyi oluşturuyor.
İşte bu zorlu karşılaşmanın muhtemel sonuçları:
1. Piyasa Simsarları Tarafından Algılanma (Simsarın Gözünden)
Piyasa simsarlarının temel kaygısı değerlilikten çok değerlenmedir; yani hızlıca nakde çevrilebilme potansiyeli.
* "Satılabilirliği Zor": Eser, popüler kültüre meydan okuyorsa ve izleyiciden derin bir entelektüel çaba bekliyorsa, "Hızlı ve Kolay Tüketim" kriterini geçemez. Simsar, eseri kolayca satılabilecek bir hikâyeye sığdıramadığı için ticari potansiyelini düşük görebilir.
"Yağlı boyayla tek tek 10.000 kare mi yapmış? Buna harcadığı zamanı PR'a harcasa daha çok kazanırdı. Üstelik bir de açıklama yapmıyor; müşteriye ne anlatacağız biz şimdi?"
* "Anonim ve Tanınmaz": Sanatçı, kendini tanıtmak yerine resim yapmaya odaklandığı için, simsarların önem verdiği "kimlik" (yani kişinin camiadaki konumu ve popülaritesi) zayıf kalacaktır. Simsar için sanatçı önemli biri değilse, eseri de önemli değildir.
* Sonuç: Simsar, bu eserleri genellikle "piyasaya uygun değil," "zor," ya da "riskli yatırım" olarak etiketleyip görmezden gelebilir.
2. Düşünce Tembelleri Tarafından Algılanma (İzleyicinin Gözünden)
Düşünce tembelleri, sanatı yorulmadan, kafa yormadan, hızlı ve kolay bir şekilde anlamaya çalışırlar.
* "Fazla Zor ve Elitist": Eser, izleyiciden nesnesiz sanatı veya konstrüktivizmi bilmesini beklediği için, izleyici hızla düşünsel yorgunluğa yenik düşer. Sorgulama yerine, esere bir sıfat yapıştırıp hızla geçmeyi tercih ederler.
"Sadece bir kare görüyorum, sanat tarihini bilmeme gerek yok ki. Sanatçı bizi çok kasmış, bu resim biraz 'elitist' olmuş."
* "Kibirli/Soğuk Sanatçı": Sanatçının eserini açıklamaktan kaçınması, tembel izleyici tarafından kibir veya ilgisizlik olarak algılanabilir. Çünkü izleyici, sanatçının kendisine "doğru cevabı" vermesini bekler.
* Sonuç: Bu kitle, esere karşı önyargı ile yaklaşır, eserin gerçek anlamıyla değil, sanatçı hakkındaki hızla kurguladıkları düşüncelerle ilgilenir.
Karşılaşmanın İronisi
Derya Gül'ün nitelikli sanatı, eleştirdiği kitlenin standartlarına uymadığı için değersizleştirilir veya görünmez kalır. Sanatçı, varoluşsal çabasında ne kadar samimiyse, piyasa mekanizmasında o kadar dışlanma riskiyle karşı karşıya kalır. Gül'ün dediği gibi, sanatı korumanın tek yolu olan eğitim olmadan, nitelikli eserler, niteliksiz kalabalık içinde kaybolmaya mahkûmdur.
Gül'ün savunduğu bu nitelikli elitizm yaklaşımı, çağdaş sanatın pazarlama odaklı yapısıyla kaçınılmaz bir çatışma içindedir.
Bu kapsamlı analiz serisini tamamladık.
Derya Gül'ün manifestosunu tek bir son değerlendirme paragrafında özetleyelim.
Son Değerlendirme: Gül'ün Sanat Manifestosu
Derya Gül'ün diyaloğu, günümüz sanat dünyasına karşı yöneltilmiş bireysellik ve entelektüel dürüstlük üzerine kurulu sarsıcı bir manifestodur. Gül, sanatı varoluşu anlamlandırmanın zorunlu, bireysel ve zincir kıran tek yolu olarak tanımlarken, piyasanın sığlığına ve popüler kültürün yüzeyselliğine karşı savaş açar. Samimiyetten uzak, afili laflarla kurgulanmış "sanat çöplüğünü" reddederek, eserlerinde teknik zanaati (entropiye meydan okuyan süreç) ve kavramsal derinliği (algıyı sorgulatan illüzyon) birleştirir. Sanatçı, eseri kelimelerle dondurmayı reddeder; çünkü iyi bir resim kelimelere ihtiyaç duymaz, izleyicinin kendi zihnini devreye sokmasını ister. Bu keskin duruş, sanatı eğitimli, nitelikli ve düşünen bir azınlığın (elitizmin) koruması altına almayı savunur. Kısacası Gül, sanatın amacını gösteriş değil, içsel hakikat arayışı olarak belirler.
Bu derinlikli diyalog analizi, Gül'ün sanat felsefesini tüm yönleriyle kapsamaktadır.
DİYALOG SENARYOSU
? Diyalog Senaryosu: Derya Gül & DiyalogSanat
1.248. Diyalog: Sanat: Varoluşu Anlamlandırma Savaşım ve Sanat Çöplüğüne Meydan Okuma
|DiyalogSanat (DS): Sizce sanat nedir, sanat görüşünüzden ve sanatınızdan bahseder misiniz?
Derya Gül (DG): Yüzyıllardır sanatın ne olduğu veya ne olmadığı tartışılıyor... O yüzden ben sanatı özünde, varoluşumuzu anlamlandırma çabamız olarak görüyorum. Bu kadar basit ve yalın. Ve işte, sadece bu nedenden ötürü de aslında çok zor…
Açıkçası sanat görüşümü aktarırken kelimelerin yetersiz kaldığı bir noktaya geliyorum. Günümüzde afili cümlelerle sanatı anlatma girişimleri de bana çok yavan geliyor... Ortaya her tarafa çekilebilecek bunun gibi bir cümle atarsanız ve altını doldurmazsanız; aslında sanat çöplüğü içerisinde kendinize anlamlar arayan değil, anlamlar uydurmaya yeltenen bir insan olduğunuz izlenimine kapılıyorum.
Sanat benim zihnimin bir oyunu, varoluşu anlamak için verdiğim bir savaş. Bu yazdığım kitaplarda da böyle, ürettiğim resimlerde de… Bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız, doğru diye beynimize kodladığımız her şey aslında bir illüzyon...
Ben resimlerimde zamanı durdurmanın derdinde değilim; bir fotoğraf karesi gibi onu ana sabitlemenin veya görünen dünyanın bir tasvirini yapmanın derdinde de değilim. Resimlerimde her seferinde yeni anlamlar bulabileceğim bir alan yaratmanın derdindeyim. O yüzden ben, eserlerimi açıklamaktan kaçan bir insanım...
DS: Sanatı "varoluşumuzu anlamlandırma çabası" olarak tanımlıyorsunuz. Peki, bu çabanın sanat dışındaki yollarla, örneğin bilim, din veya felsefe ile yapılan anlamlandırma çabalarından temel farkı nedir? Sanatı bu kadar "zor" kılan, tam olarak bu varoluşsal çabanın neresinde yatıyor?
DG: Sanatı ayrıştıran, bunun bireysel bir çaba olması; kolektif değil. Sanatın, kendini ispatlama, başka insanları ikna etme gibi bir misyonu yok. Ayrıca bilim kanıtlara, din inançlara, felsefe ise mantıksal çıkarımlara... Sanatta ise tüm anlam çabalarınızı soyut olarak da somut olarak da ortaya koymanız gerekir... İşte, zor olan o bireysel, özgün ve özgür çabanın kolektif bir etki yaratabilmesi.
DS: "Bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız, doğru diye beynimize kodladığımız her şeyin aslında bir illüzyon" olduğunu belirttiniz. Sanatın bu illüzyonla ilişkisi nedir? Sanat, bu illüzyonu pekiştiriyor mu, yoksa tam tersine, o illüzyonu deşifre eden veya aşmaya çalışan bir araç mıdır?
DG: Sanat, bu illüzyonun bir parçası ama farkı, bu illüzyonun bir parçası olduğunun da farkında olması. Dolayısıyla kimi zaman bunu pekiştiriyor ama çoğunlukla da deşifre etmeye çalışıyor. Zihnin algı mekanizmasına çomak sokuyor. Bunu size en iyi şöyle açıklayabilirim: Matematik gerçek midir?... Sanat da insanın kendini, varoluşunu ve içinde bulunduğu evreni anlamak için geliştirdiği bir dil.
DS: Eserlerinizi açıklamaktan kaçınmanızın ardında yatan temel felsefi dayanak nedir? Bu, eserin anlamının tamamen izleyicinin sorumluluğunda olduğu anlamına mı geliyor? Yoksa sanatçının kendisinin de eserinin nihai anlamını tam olarak bilmediği bir durumu mu ifade ediyor?
DG: Bunun ardında yatan temel felsefi bir dayanak yok. Çünkü bu, felsefi açıdan ele aldığım bir yaklaşım değil. Bir sanatçının eserini açıklamaya çalışması, bence eseri yaratma çabasıyla çelişkili bir durum... Belki sanatçı genel anlamda sanat görüşünden bahsedebilir ama bir eserini açıklaması, eserin varoluş amacıyla çelişir. Çünkü iyi bir resim, sizin kelimelerinize ihtiyaç duymaz.
DS: Eserlerinizin yaratım sürecinde "kendi içinde düşünsel bir dinamik yaratma ve bu dinamiği yansıtacak bir denge arayışı çabasıyla" ilerlediğinizi söylüyorsunuz. Resimlerinizde aradığınız bu "denge" tam olarak nedir ve düşünsel dinamikle bu denge arasındaki ilişki nasıl kuruluyor?
DG: Resimlerimdeki denge arayışını; ortaya koymaya çalıştığım düşünceyi, duyguyu, fikri veya kafamdaki kurguyu en iyi şekilde ifade edebilecek form, biçim, renk, kompozisyon, boşluk-doluluk oranı gibi temel değerlerin birbiri ile tutarlılığı ve uyumu olarak tanımlayabilirim. Bunun düşünsel dinamikle ilişkisi ise ortaya çıkan sonucun gerçekten anlatmak istediğim kavramı, fikri, duygu veya düşünceyi yeterli derecede temsil edip edemediği gerçeğidir.
DS: Günümüzde sanat alanındaki bilgi eksikliğini, düşünce tembelliğini ve piyasa simsarlarının yarattığı "sanat çöplüğü" ortamını sert bir dille eleştiriyorsunuz. Sanat eserinin değerini/değerliliğini, sanat tarihi, teknik ve biçemden anlamayan bir izleyici kitlesi karşısında nasıl koruyabiliriz? Bu durum, sanatın elit bir kesimin tekelinde kalması riskini beraberinde getirmez mi?
DG: Sanat her zaman elit bir kesimin tekelinde değil miydi zaten? Değişen şey, elit kesimin artık eskisi gibi aristokrasiyi temsil etmemesi ya da nitelik kaybetmesi. Sanatı koruyabilmemizin tek yolu eğitim. Ezberden uzak, eleştirel, felsefe ve sanatla dolu, doğru düzgün bir eğitim... Bu da sistemle ilgili. Çünkü toplumun üzerinde olan ve onu kontrol eden şey sistemdir.
DS: Sanat görüşlerini ifade ederken kullanılan "afili cümleler" konusundaki eleştirinizde, samimiyetten uzak, kurgulanmış bir zemin oluşturma kaygısı görüyorsunuz. Sanatçının kendi eserini veya sanat görüşünü, sizin tabirinizle "hayatın içinden gelen" ve samimi bir şekilde ifade edebilmesi için nasıl bir dil veya yaklaşım benimsemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
DG: Sorun dilde veya yaklaşımda değil. Sorun zaten sanatçının kendi eserini yaratmasındaki temel nedeni bilmiyor oluşundan kaynaklanıyor... Benim zihnimi bir sanatçının yazdığı manifesto mu yormalı, yoksa resimleri mi? Bence bir ressamın işi insanların zihnini kelimelerle kurcalamak değil; o edebiyatın işi. Özetle; eğer benim zihnimi bir sanatçının kelimeleri değil, resimleri kurcalıyorsa, bu benim için daha değerli.
DS: Sanatı, "Varoluşun bize dayattığı tüm yasaları, tüm normları, fiziksel veya zihinsel tüm zincirleri kırmak için elimizde kalan tek şey" olarak tanımlıyorsunuz. Bu özgürleştirici eylemin toplumsal karşılığı nedir? Sanat, bireyi özgürleştirirken, toplumsal yapıyı hangi yollarla ve hangi hızda değiştirebilir?
DG: Bunlar birbirinden bağımsız süreçler değil. Toplum bireyi şekillendiriyor... Hatta tam tersine sanatçı genelde çağının bir adım ötesinde... Sanatın toplumu değiştirebilmesi için önce sistemin değişmesi lazım. O yüzden bence sanat toplumu sarsmakla değil, sistemin yüzüne sağlam bir yumruk atmakla ilgilenir.
DS: "Zamanın sadece entropi olması" ve hiçbir şeyin entropiden kaçamaması fikri, sanatsal üretimde nasıl bir motivasyon kaynağı oluşturuyor? Sanat eseri, evrenin bu kaçınılmaz dağılma yasasına (entropi) karşı koyan bir direniş midir, yoksa bu yasayı kabullenmenin bir yansıması mıdır?
DG: Bu gerçeği kabullenmekten ziyade, bu gerçeği sorgular. Yani sınırlarını zorlar. Değişime direnmez. Değişimin şeklini biçimlendirmeye çalışır. Oturup değişimin kendini değiştirmesini beklemez, o değişimin kendisi olmaya çalışır. Entropi sadece dağılma yasası değildir. Yeni ve sonsuz olasılıkların var olabilmesini de sağlar.
DS: Sanatın "çağın popüler kültürüne meydan okuyarak kendi gerçekliğinde yoluna devam edeceği" görüşünü dile getiriyorsunuz. Popüler kültürün hız, kolay tüketim ve yüzeysellik dayatması karşısında, sizin gibi derinlik ve yavaşlamayı önemseyen bir sanatçı, bu meydan okumayı somut olarak eserlerinde nasıl gerçekleştiriyor?
DG: Bunu galiba en iyi Foucault’nun şu sözü ile anlatabilirim: “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yoktur.” Sanatı sanat yapan en temel unsurlardan biri, bir sanat eserinin “özgün ve biricik” olması ise, ben neden tekdüze, sistem tarafından dayatılmış, modanın ya da popüler kültürün bir parçası olmak için kendi içimde de bir zorunluluk hissedeyim? Enerjimi, zamanımı ve birikimimi kendimi tanıtmak veya camiada bir yer edinmek için harcamaktansa, kendimi daha iyi tanımak ve daha iyi resim yapmak için harcıyorum.
DS: Amacınızın "insanların algısını şekillendirmekten ziyade, onların kendi algılarını sorgulamaları ve hayal güçlerini devreye sokmalarını sağlamak" olduğunu belirttiniz. Bir resimdeki karenin sadece bir kare değil, bir temsil olduğunu anlaması için izleyicide uyandırmayı hedeflediğiniz bu sorgulama kıvılcımını ne tetikler? Bu, sanatçının eser aracılığıyla izleyiciye attığı bilinçli bir meydan okuma mıdır?
DG: İzleyiciye meydan okumaktan ziyade önce kendime meydan okuma diyebiliriz... Eğer kendince anlamlar çıkarabiliyor ya da kafasında düşünceler beliriyorsa, bu zaten çok doğru bir bakış açısı. Aslında kıvılcım dediğiniz şeyi, Rene Magritte'in "İmgelerin İhaneti" ile örneklendirebilirim. Bu bakış açısıyla görmeye yani düşünmeye başlamak o kıvılcımı ateşleyebilir.
DS: Nesnesiz sanatı ve konstrüktivizmi bilmeyen izleyiciyi eleştirirken, aslında eserlerinizin "kolay ve hızlı bir şekilde... yapılabilecek olan eserlere" karşı bir eleştiri içerdiğini ima ediyorsunuz. Sanatınızdaki bu soyut ve geometrik eğilim, günümüzün hazır, kolay üretilen ve tüketilen sanat anlayışına karşı nasıl bir felsefi ve sanatsal duruş sergiliyor?
DG: Nesnesiz sanatı ve konstrüktivizmi bilmeyen izleyiciyi eleştirmiyorum. Bunları bilmediği halde sanatı bildiğini iddia edenleri eleştiriyorum. Aslında izleyiciden ziyade sanatın içinde olan insanları eleştiriyorum... Kendimi kategorize etmiyorum, belirli bir akıma hapsetmiyorum... Sürekliliği, aynı şeyi sürekli tekrarlayarak değil, onu geliştirerek devam ettirmek olarak değerlendiriyorum... Halbuki ben sizin zihninizin benim zihnimi algılama biçimi ile ilgileniyorum.
DS: Derya Hanım, bize sanat görüşünüzü ve duruşunuzu bu kadar açık, dürüst ve eleştirel bir dille aktardığınız için çok teşekkür ederiz.
DG: Ben teşekkür ederim.
FİLM SENARYOLARI
Bu diyalog, sıradan bir sanatçı röportajından çok, sanatın ve varoluşun doğasına dair felsefi bir manifesto niteliğinde. Bu derinlik ve meydan okuma ruhu, farklı türlerde oldukça ilgi çekici film senaryolarının temelini oluşturabilir.
Diyalogdan ilham alarak geliştirilebilecek 3 farklı film senaryosu fikri:
Senaryo 1: Felsefi Gerilim/Dram
"Entropi Kanıtı" (The Entropy Proof)
Odak: Derya Gül'ün illüzyon, entropi, zaman algısı ve sanatı "varoluşumuzu anlamlandırma çabası" olarak görme fikirleri.
*Temel Çatışma: Sanatçı (Derya), eserlerinin yalnızca estetik nesneler değil, aynı zamanda varoluşun kaçınılmaz illüzyonunu ve entropik dağılımını kanıtlayan felsefi deneyler olduğuna inanmaktadır. Sanat eleştirmenlerinin (Sanat Çöplüğü Simsar'larının) eserlerini sığ, teknikten yoksun veya anlamsız bulmasıyla, Derya'nın gerçeklik algısı giderek kopuk hale gelir.
* Özet: Derya, geometrik soyutlama ile yarattığı eser serisinde, bir nevi görsel bir dil ile zamanın sadece entropi olduğunu kanıtlamaya çalışır. Resimlerindeki her kare, her çizgi, insan bilincinin "ilerliyor sanma" yanılgısını deşifre eder. Ancak en ünlü eleştirmen (DS karakterinin kötücül bir versiyonu), bu eserlerin kolay ve hızlı tekniklerle yapıldığını iddia ederek Derya'yı "kavramsal boşluk"la suçlar.
* Dönüm Noktası: Derya, eleştirmenle canlı yayında tartışırken, eserinin gerçekliğini kanıtlamak için bir performans sergiler. Bu performans sırasında, entropinin sadece dağılma değil, yeni ve sonsuz olasılıklar yaratma gücünü göstermek ister. Ancak eylemi, hem sanatsal hem de kişisel bir yıkıma yol açar. Finalde izleyici, Derya'nın eserlerinin gerçekten varoluşsal bir gerçeği mi temsil ettiğini, yoksa onun zihninin yarattığı bireysel bir illüzyon mu olduğunu sorgular.
* Atıf: Memento ve Primer gibi zihin kurcalayıcı filmlerin sanatsal bir versiyonu.
Senaryo 2: Belgesel/Sosyal Eleştiri
"Zanaatın Piç Edildiği Çağ" (The Age of Mutilated Craft)
Odak: "Sanat çöplüğü" eleştirisi, piyasa simsarları, teknik bilginin önemi (zanaat) ve sanatın elitizmi.
* Temel Çatışma: Sanatın özgünlük ve teknikten uzaklaşıp popüler kültürün hızlı tüketimine teslim olması.
* Özet: Film, Derya Gül'ün sanat piyasasına yönelik keskin eleştirileri etrafında döner. Derya, bir yandan kendi geleneksel tekniklere benzeyen ve zahmetli yöntemlerle (bant ve kalıp kullanmadan, tek tek kareler) yaptığı soyut eserlerle sergisine hazırlanırken, diğer yandan "sanat çöplüğü" olarak adlandırdığı piyasada fahiş fiyatlara satılan, kolay üretilmiş, altı boş kavramsal eserleri inceler.
* Senaryo Akışı: Film, Derya'nın atölye çabası (zanaat) ile bir galeri sahibinin (simsar) hazırladığı, "afili cümlelerle" pazarlanan yeni bir sanatçı arasındaki zıtlık üzerine kuruludur. Diyalogdaki 5. ve 6. soruların cevapları, Derya'nın sesinden voice-over olarak kullanılır. Derya'nın asıl eleştirisi, bilgiyi ve emeği hiçe sayıp yalnızca "kimlik" ve "gündem" üzerinden değer biçen sistemedir.
* Final: Sergide bir eleştirmen (bilgili ama suskun olan kesimi temsil eder), Derya'nın eserini, tekniğini ve felsefesini anlayan bir değerlendirme yapar. Bu, Derya için küçük bir zaferdir, ancak sanatın genel kitlesel bilgi ve düşünce tembelliği sorununa çözüm getirmez. Film, sanatın eğitimsiz bir kitle karşısında değerini koruma çabasının zorluğunu göstererek biter.
* Atıf: Banksy'nin sanatsal sistemi eleştiren belgesellerinin daha felsefi ve içeriden bir versiyonu.
Senaryo 3: Psikolojik/Deneysel
"Kendi Algısının Sorgulayıcısı" (The Questioner of Her Own Perception)
Odak: Sanatçının eserini açıklamaktan kaçınması, izleyicinin algısını şekillendirmek yerine sorgulatma amacı ve bireysellik.
* Temel Çatışma: Sanatçının dış dünyayla (izleyici/eleştirmen) kurduğu iletişimdeki bilinçli bariyer.
* Özet: Derya, kariyerinin önemli bir sergisi öncesinde, bir resimdeki karenin sadece bir kare değil, bir temsil olduğunu anlamayan (veya anlamayı reddeden) bir izleyici ile yüzleşir. Sanatçı, eserlerini açıklamamayı felsefi bir duruş olarak benimsemiştir, çünkü "İyi bir resim, kelimelerinize ihtiyaç duymaz." Bu durum, galerici ve sponsorlar arasında gerginliğe neden olur; çünkü açıklama olmaması, pazarlamayı zorlaştırmaktadır.
* Deneysel Yapı: Filmin büyük bir kısmı, Derya'nın eserlerine bakan farklı izleyicilerin (düşünce tembelleri, "afili cümle" avcıları ve gerçekten sorgulayanlar) iç sesleriyle (algılarıyla) geçer. Derya, bu algıları bir nevi duvarların ardından izler. Bir sahnede, "yalnızlık kavramını sadece karelerle anlatmak" çabasının resmini yapar ve bu karelerin izleyicilerde yarattığı binbir farklı yorum, görsel efektlerle gösterilir.
* Final: Derya, bir resme kendisi bakarken, daha önce hiç fark etmediği yeni bir anlam keşfeder. Bu, onun sanatçının da eserinin nihai anlamını tam olarak bilemeyeceği fikrini doğrular. Film, izleyiciye bir talimat vermek yerine, onların algısını sorgulamasını sağlayarak, izleyicinin filmi kendi zihninde tamamlamasıyla sona erer.
* Atıf: Mr. Nobody veya Synecdoche, New York gibi çok katmanlı, zihinsel sınırları zorlayan yapımların sanata odaklanan hali.
Bu senaryolar, diyalogdaki güçlü felsefi temaları ve keskin eleştirileri aksiyon/gerilim unsurlarıyla birleştirerek izleyiciyi sadece eğlendirmeyi değil, aynı zamanda düşündürmeyi hedefleyebilir.
OPERASI
Derya Gül'ün manifestosu, müzikal dramayı ve büyük duygusal temaları besleyecek kadar güçlü, felsefi ve çatışma dolu. Opera, soyut düşünceleri ve yoğun bireysel çabayı müzik ve sahne tasarımıyla somutlaştırmak için mükemmel bir araçtır.
İşte Derya Gül diyaloğundan ilham alan bir operanın taslağı:
Opera Taslağı: VAROLUŞUN KARELERİ (Quadrants of Existence)
Tür: Felsefi Drama / Modern Müzikal
Müzik Tarzı: Modernist ve atonal (Derya'nın çatışmasını yansıtmak için), yer yer lirik ve geleneksel motiflerle (zanaat ve sanat tarihini temsil etmek için) harmanlanmış.
Ana Karakterler
* Derya Gül (Soprano Dramatik / Mezzo-Soprano): Sanatçı. İddialı, yalnız, keskin dilli. Varoluşu anlamlandırma savaşının yorgunluğunu ve sanat çöplüğüne karşı öfkesini sesinde taşır.
* Simsar/Eleştirmen Korosu (Baritonlar ve Baslar): "Sanat Çöplüğü." Popüler kültürü, hızı ve sığlığı temsil eden, alaycı, ahenksiz ve gürültülü bir koro.
* İllüzyon (Dansçı / Sessiz Rol): Zaman, Entropi ve kitle algısını temsil eden soyut bir figür. Derya'nın etrafında sürekli hareket eder, değişim ve dağılma yasasını simgeler.
* Düşünce Tembeli (Tenor Buffo): Kolay ve hızlı anlam arayan, sığ sorular soran izleyiciyi temsil eden komik/trajik bir figür.
Sahne ve Görsellik (Dekor ve Kostüm)
* Sahne: Başlangıçta geleneksel bir sanat galerisinin soğuk ve boşluğu. Ancak Derya şarkı söyledikçe, sahne, onun zihnindeki geometrik soyutlamalarla (kareler, çizgiler) ve entropik dağılmayla (dağılan, hareket eden kütleler) dolar.
* Kostümler: Derya, sade ve zamansız bir giysi içinde; koro ise abartılı, moda odaklı, afili (gösterişli) kostümlerle zıtlık yaratır.
Perde Yapısı ve Temel Aryalar
I. Perde: Varoluşsal Çaba
* Giriş ve Manifest (Arya): "Varoluşu Anlamlandırma Savaşım"
* Derya: Yüzyıllardır süren sanat tanımı tartışmasını dile getirir. Sanatın bireysel, özgürleştirici gücünü ve bunu yapmanın ne kadar "zor" olduğunu güçlü, yüksek bir notayla ilan eder. (Diyalogdaki ilk monolog ve 1. soru/cevap temel alınır.)
* Koro & İllüzyon Düeti: "Afili Cümlelerin Valsi"
* Simsar/Eleştirmen Korosu: Sanatçıların afili ve içi boş cümlelerle kendilerini nasıl pazarladığını alaycı, hızlı ve ritmik bir vals eşliğinde hicveder.
* İllüzyon (Dansçı): Sahneyi ele geçirir, bir karartma ve dağılma efektiyle "Bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız her şeyin illüzyon" olduğunu görselleştirir.
* Çatışma Düeti: "Kelimelerime İhtiyaç Duymaz"
* Derya: Eserlerini açıklamaktan kaçınmasının ardındaki felsefeyi (iyi resmin kelimeye ihtiyacı olmaması) lirik ama kararlı bir şekilde seslendirir.
* Düşünce Tembeli (Tenor): Hızlı bir resitatif ile "Bana ne anlama geldiğini söyle! Yorulmak istemiyorum!" diye mırıldanır. Derya'nın kararlılığı karşısında pes eder.
II. Perde: Sanat Çöplüğüne Meydan Okuma
* Koro Girişi (Fuga): "Piyasa Kuralı: Hız ve Kolaylık"
* Simsar/Eleştirmen Korosu: Hız, kolay tüketim, teknik bilginin önemsizliği ve sanatın güncel popüler kültürle uyumu üzerine gürültülü ve atonal bir fugu söylerler. Diyalogdaki "sanat çöplüğü" ve "düşünce tembelliği" eleştirileri bu bölüme yedirilir.
* Arya & Sahneleme: "Zanaatın Piç Edildiği Çağ"
* Derya: Sanat tarihinden, teknikten ve biçemden anlamayanları eleştirir. Sahneye tek tek elle yapılmış binlerce kare getirilir. Derya, bu emeği ve zamanı simgeleyen kareleri, bant ve kalıp kullanan hazır sanata karşı bir zanaat manifestosu olarak sunar. Teknik zorluk, sopranonun sesindeki koloratura (hızlı, süslü geçişler) ile yansıtılır.
* Final Üçlüsü (Terzetto): "Entropi, Direniş ve Akış"
* Derya: Entropi fikrini kabullenmek yerine, onun sınırlarını zorlama ve değişimin kendisi olma arzusunu güçlü bir şekilde söyler.
* İllüzyon (Dansçı): Derya'nın etrafında dönerek dağılma ve yeniden yapılanma motiflerini sergiler.
* Koro (Fısıltı): "Elitizm... Elitizm..." diye fısıldayarak Derya'nın çabasını küçümser ve sanatın her zaman bir tekelde olduğu iddiasını destekler.
* Kapanış (Finale): "Kendi Gerçekliğinde Yoluna Devam Etmek"
* Derya, koro ve eleştirmenlerin seslerini bastırır. Güçlü bir finalle, herkesin sözlerine kulak vermek yerine "ustaları dinleme" ve "en çok kendini dinleme" kararını açıklar. Amacının, izleyicinin kendi algısını sorgulatması olduğunu, tıpkı Magritte'in kıvılcımı gibi, bir temsili ateşlemek olduğunu şarkı söyler. Sahne, geometrik soyutlamalarla dolu, ancak "denge" bulunmuş, soyut ve aydınlık bir görüntüyle biter.
Bu opera, hem yüksek sanatın kendisi üzerine bir eleştiri hem de bireyin varoluşsal arayışının müzikle ve görsel çatışmalarla anlatıldığı dramatik bir eser olacaktır.
O halde, "Varoluşun Kareleri" operasının temel müzikal motiflerini ve sahne tasarımındaki kilit anları daha derinlemesine inceleyelim. Bu, soyut felsefeyi duyulabilir ve görülebilir kılmak için kritik.
Müzikal Motifler ve Tematik Gelişim
1. "Varoluşsal Çaba" Motifi (Derya'nın Teması)
* Tanım: Derya'nın sanatının ve varoluşu anlama savaşının ana teması.
* Müzikal İfade: Genellikle kontrollü atonalite ve geometrik aralıklar (özellikle kuart ve kuint) ile ifade edilir. Melodi çizgisi gergindir, zorlu entervaller kullanır, bu da Derya'nın çabasının ve kelimelerin yetersiz kaldığı noktanın müzikal karşılığıdır.
* Gelişim: Perde ilerledikçe bu motif, Derya'nın sanatı "yalnızlık kavramını karelerle anlatma" çabasını temsil eden keskin, ritmik vuruşlara (piyanonun ve perküsyonun metronomik kullanımı) dönüşür.
2. "Sanat Çöplüğü" Motifi (Koro Teması)
* Tanım: Piyasa simsarlarını, popüler kültürü ve "düşünce tembelliğini" temsil eder.
* Müzikal İfade: Gürültülü, ahenksiz ve ritmik kaos. Hızlı tempolu, staccato (kesik) notalar ve aşağılayıcı bir tonda çalınan basit majör akorların aniden bozulması (kavramsal boşluğu temsil eder). Müzikteki bu karmaşa, Derya'nın eleştirdiği "afili cümlelerin" gürültüsünü taklit eder. Sık sık glissando (kaydırma) ve tremolo (titreşim) ile yüzeysellik hissi verilir.
3. "Entropi/İllüzyon" Motifi (Orkestra ve Dansçı Teması)
* Tanım: Zamanın dağılma yasası ve her şeyin bir illüzyon olduğu fikri.
* Müzikal İfade: Elektronik veya çok yumuşak yaylı seslerin kullanımıyla yaratılan sürekli bir akış (akışkan bir ostinato). Bu motif, başlangıçta sakin olsa da, zirve yaptığında kaotik, yoğun bir ses kümesine (cluster) dönüşür ve ardından sessizliğe geri döner. Bu, dağılma ve yeni olasılıkların var olabilmesi fikrini yansıtır.
Sahne Tasarımı ve Görsel Anlar
1. Sahne: Geometrik Zihin (The Geometric Mind)
* Merkez: Sahne, Derya'nın soyut geometrik resimlerini oluşturan hareketli, ışıklı panellerden oluşur.
* Fonksiyon: Derya konuşurken veya şarkı söylerken, bu paneller birleşir (denge arayışı) veya dağılır (entropi), onun zihinsel sürecini yansıtır.
* Kilit An: II. Perde'de "Zanaatın Piç Edildiği Çağ" aryasında, panellerin üzerindeki projeksiyonlar, bant ve kalıp kullanılarak yapılmış hızlı eserlerin (basit, dijital görseller) ve Derya'nın yağlı boya ile tek tek yaptığı karelerin (dokulu, emekli görseller) arasındaki kontrastı vurgular.
2. İllüzyon'un Dansı (Illusion's Dance)
* Kostüm: İllüzyon karakteri, zamanın akışkanlığını yansıtan, yansıtıcı veya yarı saydam malzemeden yapılmış bir kostüm giyer.
* Kilit An: I. Perde'deki "Afili Cümlelerin Valsi" sırasında İllüzyon, koroyu çevrelerken, onların sözlerinin anlamsızlığını ve geçiciliğini vurgulayan yavaş, hipnotik hareketlerle dans eder. Derya'nın "Zamanın sadece entropi olması" fikri görsel olarak bu dansla somutlaşır.
3. Sorgulama Kıvılcımı (The Spark of Question)
* Kilit An: Finalde, Derya'nın "Rene Magritte'in 'İmgelerin İhaneti' ile örneklendirebilirim." dediği kısım.
* Görsel Efekt: Sahnedeki tüm geometri ve ışıklar aniden kararır ve tek bir spot ışığı, sahnenin merkezindeki boş bir alana veya tek bir küçük kareye düşer. Panellerin üzerinde Fransızca yazan bir kelime belirip kaybolur ("Ceci n'est pas une pipe" - Bu bir pipo değildir mantığıyla). Bu an, izleyicinin algısını dışa vuran sözlerden çekip saf düşünceye yönlendiren kıvılcımdır.
Bu opera, müzikle felsefe yapma ve sahneyle soyut kavramları somutlaştırma açısından oldukça iddialı ve modern bir yapıt olacaktır.
RESİM SERİSİ
Derya Gül'ün manifestosu, zaten görsel sanatı temel aldığından, bu fikirleri yansıtan bir resim serisi tasarlamak oldukça doğal. Seri, diyalogtaki ana felsefi temaları ve eleştirel duruşu somutlaştırmalıdır.
İşte bu diyalogdan ilham alan, tematik bir resim serisinin taslağı:
Resim Serisi: VAROLUŞUN KARELERİ VE ÇÖPLÜĞÜ
Sanatçı: Derya Gül
Seri Adı: Varoluşun Kareleri ve Çöplüğü (The Quadrants of Existence and the Rubbish Heap)
Teknik: Yağlı boya ve akrilik, tuval üzerine (teknik eleştiriyi somutlaştırmak için). Geleneksel Türk dokuma tekniklerine benzer, zahmetli ve katmanlı uygulama.
I. Bölüm: Varoluşsal Çaba ve İllüzyon
Bu bölümdeki eserler, Derya'nın "Varoluşumuzu anlamlandırma çabası" ve "Her şeyin bir illüzyon olması" fikrini görselleştirir.
Eser Adı | Tematik Odak | Görsel Tanım
1. Entropi Matrisi: Zamanın akışı ve illüzyonu, Entropi. Düzensiz yerleştirilmiş binlerce küçük, el yapımı kare ve dikdörtgen (tek tek, bantsız). Kareler, tuvalin bir tarafından diğerine doğru ilerlerken, renkleri ve formları giderek dağılır, çözülür ve siyaha karışır. (Dağılma yasası)
2. Çözülen Denklemler: Matematik ve Gerçeklik Sorgusu. Siyah ve beyazın hakim olduğu soyut-geometrik bir kompozisyon. Yüzeyde kusursuz görünen çizgiler ve açılar, yakından bakıldığında boyanın altında titreşimli, kayan katmanlar içerir. Uzaktan görünen kusursuzluk, yakından illüzyonu ortaya çıkarır.
3. Yalnızlığın Dinamiği Denge Arayışı: Tek bir büyük kare (veya dikdörtgen) formun tuvalin ortasında asimetrik olarak konumlanması. Etrafındaki boşluk (yalnızlık), karenin kendisi kadar önemlidir. Karedeki renk ve doku, karmaşık ama tekil bir düşünsel dinamiği yansıtır.
II. Bölüm: Sanat Çöplüğüne Meydan Okuma
Bu bölüm, Derya'nın sanat piyasasına ve düşünce tembelliğine yönelik eleştirilerini keskin bir biçimde dile getirir.
Eser Adı | Tematik Odak | Görsel Tanım
4. Afili Cümleler Müzayedesinde
Kavramsal Boşluk ve Samimiyetsizlik. İki panelli (diptik) eser. Sol panel: Hızlı, düz ve akrilik boya ile yapılmış, göz alıcı neon renklerdeki geometrik formlar ("Kolay üretilen sanat"). Sağ panel: Aynı formun yalnızca siyah ve beyaz yağlı boya ile, katman katman, zahmetli bir şekilde yapılmış versiyonu (Derya'nın zanaatı). Meydan okuma: Hangi eserin daha "değerli" olduğu sorusu.
5. Teneke Koro: Simsar ve Düşünce Tembelliği. Soyut ekspresyonist bir eser. Tuvalde, anlamsız ve gereksiz görünen kalın boya katmanları ve rastgele çizgiler birikir. Bu yığılma, Sanat Çöplüğü Korosu'nun gürültüsünü temsil eder. Bir köşede, zar zor görülen, küçük ve teknik olarak kusursuz bir fırça darbesi (özgün sesi temsil eder) bu kaosun içinde kaybolmuştur.
6. Kare Bir Temsildir: Algıyı Sorgulatma Tuval üzerinde, izleyicinin ilk bakışta sadece büyük bir mavi kare gördüğü, minimal bir eser. Yanında, bir tabelada Magritte'in meşhur cümlesine gönderme yapan bir ifade yazar: "Bu Sadece Bir Kare Değildir." İzleyici yaklaştıkça, karenin yüzeyinin katmanlı dokusu, altındaki boya izleri ve hatalı çizgiler, onun aslında derin bir felsefi ve teknik çabanın sonucu olduğunu gösterir.
Serinin Genel Etkisi
* Tutarlılık: Sergi, kolay ve hızlı üretimden kaçınarak, her eserin bir "savaş" olduğu hissini vermelidir.
* İzleyici Etkileşimi: Eserler, izleyiciyi zorlamalıdır. Uzaktan bakıldığında görülen basitlik, yakından incelendiğinde ortaya çıkan detay ve teknik zorluk (yağlı boyanın katmanlı yapısı) ile çelişmelidir. Bu, diyalogdaki "düşünce tembelliği" eleştirisini tetikleyen bir görsel deneyim yaratır.
* Malzeme: Derya'nın teknik hakkındaki sözlerini kanıtlar nitelikte, tuval yüzeyi pürüzsüz ve hızlı akrilik bir boyadan çok, dokulu, yoğun ve ağır yağlı boya katmanlarına sahip olmalıdır.
Bu seri, bir sanatçının sadece estetik bir ürün sunmak yerine, kendi varoluşsal ve eleştirel felsefesini tuvale aktarma çabasının güçlü bir yansıması olacaktır.
Sanatçının keskin eleştirileri göz önüne alındığında, bu serinin sunumu geleneksel galeri kurallarını yıkmalı ve izleyiciyi aktif olarak düşünmeye itmelidir.
İşte "Varoluşun Kareleri ve Çöplüğü" sergisi için, diyalogdaki felsefeyi yansıtan, deneysel bir galeri yerleşim taslağı:
Galeri Yerleşimi: SORGULAMA ODASI
Sergi Mekanı: Minimalist, endüstriyel bir depo veya boş bir alan tercih edilmeli (mekanın kendisinin lüksten kaçınması için).
I. Giriş ve Manifesto: Gürültü Koridoru
* Amaç: İzleyiciyi "Sanat Çöplüğü" ile karşılamak ve Derya'nın eleştirdiği popüler gürültüyü somutlaştırmak.
* Yerleşim: Serginin girişine uzun ve dar bir koridor kurulur.
* Sol Duvar: Hızlı üretilmiş, kolay tüketilen sanat eserlerini taklit eden parlak renkli, kalıp baskı posterler asılır. Altlarında, Derya'nın eleştirdiği tarzda, yapay ve "afili cümlelerle" dolu, uzun açıklamalar yer alır (örneğin, "Kavramsal Ekolojinin Metafizik Düğümü").
* Ses: Koridor boyunca hoparlörlerden, Derya'nın bahsettiği "piyasa simsarlarının" sesleri (yüksek sesli müzayede fısıltıları, abartılı övgüler ve eleştirmen korosunun gürültüsü) yankılanır. Bu, Düşünce Tembeli halini yansıtır.
II. Ana Salon: Varoluşsal Çaba
* Amaç: Gürültüden arındıktan sonra, izleyiciyi Derya'nın zorlu ve bireysel çabasına odaklamak.
* Yerleşim: Salon loş, sessiz ve geniştir.
* Eser 1, 2, 3 (Entropi Matrisi, Çözülen Denklemler, Yalnızlığın Dinamiği): Eserler, duvara asılmak yerine, yere yaklaşık 1 metre yükseklikte, hafifçe eğimli, sade metal sehpalara yerleştirilir. İzleyici, eserleri görmeden önce eğilmek ve yaklaşmak zorunda kalır (fiziksel çaba, zihinsel çabanın karşılığıdır).
* Açıklama Etiketi (Kritik Detay): Hiçbir eserin yanında açıklama metni bulunmaz. Sadece küçük bir kartta eserin adı ve tekniği (Yağlı Boya/Tuval - Zahmetli Uygulama) yazar. Bu, Derya'nın "Eserlerimi açıklamaktan kaçınan bir insanım" duruşunu somutlaştırır.
III. Yüzleşme Köşesi: Meydan Okuma
* Amaç: İzleyiciyi teknik bilgi ve sanatın değeri konusunda sorgulamaya davet etmek.
* Yerleşim: Salonun köşe kısmında özel olarak aydınlatılmış bir alan.
* Eser 4 (Afili Cümleler Müzayedesinde - Diptik): Eserin iki paneli (hızlı akrilik ve zahmetli yağlı boya) yan yana asılır.
* Kare Arayışı (Etkileşimli Enstalasyon): Eserin yanına, bir laboratuvar mikroskobuna benzeyen bir büyüteç yerleştirilir. Büyüteç, eserin yüzeyindeki tek tek işlenmiş, katmanlı yağlı boya detaylarına odaklanır. İzleyiciye, "Bu eseri teknik anlamda değerli kılan etkenlerden biri..." cümlesini tecrübe etme fırsatı sunulur. Zanaat ve emeği görmek için çaba gereklidir.
IV. Çıkış/Son An: Kıvılcım (Rene Magritte Anı)
* Amaç: İzleyiciyi kendi algısını sorgulatarak sergiden göndermek.
* Yerleşim: Çıkış kapısının hemen yanındaki son duvar.
* Eser 6 (Kare Bir Temsildir): Minimal mavi kare asılıdır. Eserin hemen yanında, duvara neon ışıkla veya ince bir yazıyla şu soru yazılır:
"Siz Bu Karede Ne Anlamlar Ürettiniz?"
* Eser 5 (Teneke Koro) Enstalasyonu: İzleyici tam çıkışa yönelirken, hemen kapının üstünde, Teneke Koro eserinin küçük bir reprodüksiyonu (veya soyut bir temsilcisi) asılıdır. Eserin altında, bütün diyaloğu özetleyen tek bir cümle yazar:
"Eğer bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yoktur." - M. Foucault (Derya Gül'den alıntı)
Bu yerleşim, Derya'nın felsefesini sadece görsel olarak değil, aynı zamanda izleyicinin mekânla etkileşimi, ses ve fiziksel çabası aracılığıyla da aktarmaktadır.