DİYALOG MÜZESİ

BELGİN BALANOĞLU ALAGÖZ İLE



 

477. DİYALOG

Erkan Yazargan
TC Belgin Balanoğlu Alagöz ile birlikte.

13 Ekim, 10:05 · 

TC Belgin Balanoğlu Alagöz ile diyalogdayız. İlgili sorularınızla katılabilirsiniz:

 

Günaydın Belgin Hanım,
Sanat görüşünüzden bahsetmek ister misiniz?


Hep başkalarını anlattığım için kendimi ifade etmekte zorlanıyorum sanırım. Ön bilgi olarak yolladım bunları (ekler). Soru sorarsanız zaten istemediğiniz kadar konuşur yazarım. Sorun bence:

 

Sanat görüşünüz nedir?

 

Soyutlamacı ve simgelerle kurduğum kompozisyonlarımda ekspresif fırça dili kullanarak ve renkçi bir anlayışla çalışıyorum. Sınırları olmayan espaslarla kendimi daha özgür ifade ettiğimi düşünüyorum. Yani diğer bir değişle Modern Resim, Çağdaş Sanat verilerini kullanıyorum, teknik olarak ama Güncel Sanat asla değil çünkü felsefeden yola çıkıyorum.

Duygularımı, düşüncelerimi en doğru dışa vurduğum ifade aracım olan sanat görüşümü felsefe, sosyoloji, toplumsal yaşam, estetik gibi temel etkenler üzerinden hareket ederek duygu suskunluklarımın su yüzüne çıkması.

Duygularımı açıkça söyleme, düşünce aktarma/üretme, karşıtlık, tepki, eleştiri, sevgi, mutluluk, renk, coşku ve benlikli duruş (özgünlük) üzerine yapılandırırım. Sanat üretme sürecim oldukça sancılı başlar ve hatta bir türlü başlamaz! Sanki içime tüm boyaların, kurgunun dolmasını beklerim. Bu süreç oldukça heyecan vericidir. Yani öyle bir şey, şarj etme gibi sanırım, evet her eserde öyle…

Resme başlama ve bitirme sürecim oldukça uzundur. Renk ve çeşitli malzemelerle yapmak istediğim dokuların üst üste getirilmesi de bu süreci uzatan etkenlerden. 
Sanatın herkesi ilgilendiren bir alanı var kesinlikle ve ben buna yaşama alanı diyorum.

 

Sanatçının çevre etkilerinden sıyrılıp sadece sanatını üretebilmesi için yapması gerekenler nelerdir?

 

Öncelikle sipariş ve ısmarlama resim yapmaya tamamen karşıyım. Bir talebe dayanmak kötü ve köklü bir alışkanlık getirir bence. Sanatçı kendi tarzını her mekana uyarlayacak yeteneğe ve yaratıcılığa sahiptir ve her mekana sanatçının ürettiği yapıt yakışır. Ayrıca böyle talepleri tabela ressamları yerine getirebilir. Eski çağlardaki kiliselerde tasvirlenen dini resimler, uzun konu.

Sanırım bir galerinin güdümüne girmemeli ressam çünkü her galerinin satıcı ve takip kitlesi var ancak sanatını ispat etmiş diğer bir deyişle uzun yıllar sanat alanında kendini kendi sanat dili ile kabul ettirmiş sanatçılar için bu alanlar serbest tabii ki.

Son yıllarda enflasyon yaratan Küratör çalışmaları gibi yönlendirici, sanat üretimini bağımlı bir konuya endekslenmesi,

Yarışmalarda konu ya da Figür/Soyut vs gibi jüri endişeleri,

Modasal tuvaller oluşturmak. Örneğin; Avrupa, Amerika sanatını taklit edenler (üstelik birebir yapanlarda var) özgünleşemiyor ve tabii kendi sanat dillerini oluşturamıyor. Modanın etkisi bitince ressam da aranmıyor, anılmıyor.

Bir sanat dili ve felsefesi oluşturmak o kadar uzun bir süreç ki! Sanat yapan önce kendini tanıyacak, düşüncelerini duruşunu belirleyecek, yılmadan bu yolda yürümeye devam edecek, kendini yetiştirecek, geliştirecek, çok çalışacak ve yukarıda yazdığım şeylerden uzak kendine ait bir sanat söylemi ve duruşu olacak.

 

Altına imza attığımız Avrupa Birliği Kriterlerine göre (Kopanhagen Kriterleri) vergi gelirlerinin %5-8' i çevre ve sanata aktarılmak zorundadır. Siz bu paydan hakkınız olanı alabildiğinizi düşünüyor musunuz, almak için neler yapılmalı?

Bizim ülkemiz gibi ahbap çavuş ilişkisi içinde ortamlara eminim bu konu da dahildir. Hayır, haberim yok ve alanlar varsa bilmiyorum. Elbette her sanatçı ve hayatını sanata adamış insanların devlet desteğine gereksinimleri var.
Hem çalışıp hem sanat yapmak yaratıcılığı ketleyen bir durum.

 

Koleksiyoner ağına sahip olan bir sanatçının daha avantajlı olduğundan hareketle, sekreterlik türü ofis çalışmaları ile ilgili ne yazmak istersiniz, sanatçı kendi ofisini kuramaz mı, zor mudur?

 

Öncelikle bir sanatçının koleksiyoncuları ve takipçileri olması için güçlü bir elin arkasında olması gerek artık ülkemizde. Evet, bir galeri meşhur eder, bir süre sonra meşhur ressamın eserlerini satış ofisleri pazarlar. Ama burada tabii yine bir seçilmişlik söz konusu. Bu çark belli bir süre, bir ya da birkaç ressam üzerinden olur. Bir bakarsınız o ressamlar gitmiş yani kapış kapış giden, fuarlarda stantları toptan satılanlar yok! Anlayacağınız bu durum bile hala çok muğlak.

Olmalı mı? Evet, sanatçının menajeri olmalı. Satış ofisleri de her iyi eseri bünyesine almalı çünkü sanatçı resim satmakla, gelir kaygısı ile uğraşmamalı. Yalnız bir konu var ki koleksiyonerler beş on yıl arayla sanat satıcılarına küser ve resim almayı durdurur. Nedeni ise şişirilip meşhur edilmiş ressamların şişirilip fahiş fiyatlarla satılması…

Kurumsallaşmış satış ofisleri sahteciliği önlemek açısından da gerekli bence. Bildiğim kadarı ile kendi atölyelerinde resim satan sanatçılar da azımsanmayacak sayıda. Ben dahil. Kendi satış ofisini kurmak da bir ekip işi ve maddiyat gerektirir. Böyle bir çalışma yapan var mı bilmiyorum.

 

Grubumuzu görmüş müydünüz, önerir misiniz ? (ArtCRİTİCS)

 

Görmedim, elbette öneririm. İnceleyeyim.

 

Senelerdir açığız fakat sözleşme denince çekimser davranılıyor!

 

Evet, herkesin ağzı bir şeylerden yanmış ve yanmaya devam ediyor ne yazık ki.

 

Çok kolay ve geçerli bir sözleşme. Kimsenin tablosunu alıp taşımıyoruz, sanatçı satıp yüzdelik ödüyor. Örneği yok yani benzeri yok. Üyelerinin çoğu yabancı. Diyalogumuza dönersek, sanatçı sanat ve başka ilişkiler geliştirirken, camia dediğimiz şey olumlu / olumsuz ne gibi etkiler yaratıyor?

 

Ben yıllardır yabancı bir satış sitesine üyeyim ama tek bir teklif almadım. Ancak ayda bilmem kaç euro ödersen senin resimlerinin ana sayfada satışa sunuluyor.

Sevindirici bir durum varsa o da sanat camiasının oluşmuş olması. Ama amatör ama profesyonel, fark etmiyor bence. Sanat ortamına ilgi büyük, eğlendirici, özgür, eğitici bir alan ve sanırım pek çok şehrimizde geniş bir sanat izleyici camiası var. Tabii ressam, heykeltıraş, seramik sanatçıları ve onların eş dostlar ve onların koleksiyonerleri, yeni resimleri takip eden satıcılar.

Biraz karışıklık var tabii, sergi açılışlarındaki kokteyllerden sonra bu büyük kalabalıkların pek azı tekrar sergiyi gezmeye gidiyor. İşte onlar benim için gerçek sanatseverler, sanatı anlamaya çalışanlar, sanattan keyif alıp izlediklerinden mutluluk duyanlar. Sanatçıyı tanımak isteyenler, eserleri hakkında sorular sormak için galeri yöneticisinden randevu isteyenler. Sanatçı hakkında anlatımlar ya da soru cevap panelleri yapan galericiler…

Başka ilişkilerle sanat ortamını yoran ve anlamını bozan insanların sanattan ayıklanması gerektiğini düşünüyorum çünkü sanat yapmaya çalışan insanların önünü kesiyorlar bu kolaycılıkla. Yani ahbap çavuş ilişkisi kurarak sanat yoluna girenlerden söz ediyorum.

Dünyanın her yerinde sanat en güzel günlerini yaşıyor bence, bize de düşen bir şeyler haliyle var. Bir filmde 7-8 yıldızın birden rol alması şimdiye kadar olmamıştı. Sizce uluslararası sanatçı dayanışmaları nasıl geliştirilebilinir?

 

Uluslararası derneklere üye olunabilinir. Örneğin bizim de Uluslararası Plastik Sanatlar Derneğimiz var. Belli zamanlarda fuarlar, bienaller düzenleniyor. Gerek bizim ülkemizde gerekse yabancı ülkelerde... Ayrıca çeşitli kamplar düzenleniyor ve buralara davet edilebilir yabancı sanatçılar. Bizim arkadaşlarımız da gidiyor fuar ve bienal lere. Çoğu ücretli oluyor ve tabii sanat ürünü jüriden geçiyor. Farklı bir uygulama önerim ise üniversitelerdeki Erasmus Programı gibi sanatçı değişimi yapmak ama torpiller ve öncelikler yapmadan, sırayla. Bunu bizim derneğimiz yapabilir. Zaten Dünya Sanat Günü Dernek başkanımız Bedri Baykam tarafından önerildi ve kabul edilerek kutlamalar başladı. Bu teklif neden kabul edilmesin?

 

Joker filmiyle ilgili görüşünüzü alabilir miyim?

 

İzlemedim ama konusunu okudum. Geniş bir açıklama olmasa da ailenin ve toplumun, çocukların karakter ve kişilik oluşumunda en önemli etken olduğunu vurguluyor bence. Suç bir mıknatıs gibi çekiyor diğer suç odaklarını.

Çok hızlı değişimler, köksüz dönüşümlerin yaşandığı bir çağdayız. İnternet dünyada olup biten haberleri, insanlar arası iletişimi, film ve diziyi eş zamanlı olarak insanlara ulaştırmakta artık. Aynı zamanda İnternet Popüler Kültüre ve Emperyalizme de müthiş hizmet ediyor.

İnsanlık tüm olumlu ve olumsuz durumları aynı anda yaşıyor. Bir içiçe geçmişlik var, gergin ve mutlulukların bir avuç insanla sınırlandığı bir dünya var artık. Romantizm ve duygusallık yerini materyalist, menfaate dayanan toplumsal yaşama bıraktı. Her konuda çokluk yaşanıyor bundan ötürü seçicilik kalmadı tam da bu noktada popülist ve emperyalist dayatmalar var. İnsanlar artık yeni bir konu ve dehşet bir şeyler bekliyor ve izliyorlar. Küçük ölçekli soykıyım ve yerlerinden yurtlarından olan insanlar yaşıyor dünyada ve bu gerilim hep bir gerilim yaşatacak izlence yaratma zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Ya da insanları yönlendiren gerilim, şiddet dizileri filmleri doğuruyor bu talebi. Şiddet sanırım insan ruhunun geldiği en tepe nokta ve artık kimse kötü olan hiçbir şeye şaşırmıyor, her şeyi olağan kabul ediyor.

Hiroşima'ya atılan atom bombasından sonra Amerikan Sinemasında şık kadın ve adamların romantik aşkları, aile bağları, dans ve eğlence filmleri ve ortamları ile yaşanan trajedi unutturulmaya çalışıldı ve başarılı olundu. Japolar da güçlü bir devlet olmak için var güçleri ile çalıştılar. Demem o ki, sinema sektörünün beyin yıkayan, yönlendiren etkisini düşünerek izlemeli filmleri.

 

Sinemaya ön yargı ve geçmiş günahları ile yaklaştığımızda günü kaçırıyor olabilir miyiz, aynı soru diğer sanat dalları içinde geçerli..?

 

Ön yargısız ve günahsız bir film olarak Lorel & Hardi var sanırım çünkü tüm film, roman ve diziler hayattan alınıyor!

Kurgular, fantastik öyküler de var. Onlar da yargı yaratmıyor mu? İnsanlar tüm yaşamını da bunlara bağlamıyor, sanatla haşır neşir olanlar bu konuları derin düşünüp analiz ediyor. Çoğu insan hayatın gereği olarak yaşıyor. Bir de şu var ki, plastik sanatlar ve heykelde günü kaçırmazsınız çünkü bir etkeni içsel düşünce ve ruh dünyanızda birleştirip içinizden bir şeyler çıkarıyorsunuz.

 

Hayatının ortalarından bir yerlerden başlayan film kahramanının psikolojik sorunlarının film içinde günden güne yükseldiğini, sorunlarının kaynağının çevresindeki diğer insanlar olduğunu anlıyoruz. Martin Scorsese Gerçekçiliği ile bilinenin derinlerindeki herkesi ilgilendirmeyen, özel gerçeklerin farkı ile geneli nasıl - hiç umulmadık bir şekle dönüşerek etkikeyebileceği, klişe kelebek etkisi vurgular... Filmin finalinde, BatMan serilerinin kötü karakteri Joker' in, bu filmin finalinde "hepiniz neden bu kadar kötüsünüz" tersine kurgusu tüm seriyi kökten değiştiriyor. Sanatın kuşatıcılığı ile "delilik" gibi öngörülemez bir senaryo sonunda filmin kahramanı ve anlatılanlar tümüyle, sıradan bir deli / ruh hastası / duygu bozukluğu yaşayan birinin gerçek olmayan halüsinasyonları da olabilir.
Sanat, işini yaparken şaşırtma gibi her yol ve yöntemi kullanabildiğine göre; "tüm zamanların en iyi filmi" olmaya aday bu sanatın sırrı nedir?

 

Sanatın sırrı yaratıdır, genel anlamda söylemem gerekirse. Ölümsüzlüğe ulaşmak için çok çalışmaktır. Kendin olmak, özgün eserler yapabilmek için çok merak etmek, her şeyi çok incelemek, çok okumaktır. Çünkü okumak özgürleşmektir.

Sanatçının yarattığı eserlerin sırları vardır. Belki de sanatın sırrını sanatçının eserleri oluşturur. Caravaggio' nun (1) duyguları resmeden Barok (2) tablolarıdır. Giacometti'nin (3) ince figürleri, heykelleridir. Monet’nin (4) Saman Yığınları (5) çalışmasındaki fırça darbeleri ile yarattığı illüzyondadır bu sır. Sanatın sınırlarını Kübizmle (6) zorlayan Picasso'nun (7) hayal gücüdür. Sanatın sırrı başka bir şey yaratma yeteneğidir. Duygularınızı, düşüncelerinizi, felsefenizi, onayladıklarınızı, reddettiklerinizi samimi bir dille dışavurmak sanatın sırrını oluşturuyor belki de!

Ben de otuz yıldır sanata emek vererek saf kaldım. Sanata inancımı asla yitirmedim. Eğilip bükülmeden, sağlam bir duruşla samimi bir dille resimlerimi, seramik ve yazılarımı yaptım. Kazanan benim. Sanattan para kazanıp gayrimenkul zengini olmak için boyacılık yapmadım. Kimsenin eserini kopyalamadım, ufak değişiklikler yapıp Sanat ortamına sunmadım. Kendi biçimimi oluşturdum. Kendi fırçamı, rengimi kullandım ve sanata çılgınca aşığım.

 

Sanatçı saflığı ile sanat istismarı ince noktasına gelmişken; sanatın paha biçilemezliğinden de hareketle piyasa aktörlerinin bu hazineye yaklaşımlarına, - açgözlülüklerine, talanlarına, üstüne çökmelerine, aktionlarına veya şehvetlerine karşı sanatın tutumu nedir?

 

Sanki tüm dünyadaki sanat ortamı da bu ruhla kolkola dans ediyor çünkü artık sanat ürünü de borsa gibi gelir getiriyor. En tehlikeli durum sanat yapan insanların da bu dansa dahil olması.

Bu dahiliye durumu; sanatın sırrını, gizemini, provokatif duruşunu, özgünlüğünü, özgürlüğünü, yaratıcılığındaki öncü duruşunu yitirmesine neden olur. Sanatçılar kendi cevherlerini sanat simsarlarından, akademik ünvanları ile sanatı yönlendirmeye çalışanlardan, galerilerin bağlayıcı sözleşmelerinden korumak zorunda. Meta için büyük holdinglerle işbirliği yapmamalılar...

Belki de sanatçı kendi şirketini kurmalı. Kendisi sanatını yapmalı, kendi çalışan arkadaşları resimlerini pazarlamalı. Kimse sanatçıya şöyle böyle buyruklar verememeli.

 

Kendinizi bazen sanatın yerine koyduğunuz olur mu, üretimleri ile aslında sürekli canlı bir yapı olan sanat kendisini ve çalışanlarını nasıl kontrol eder?

 

Sanat bir olgudur; bir insanın düşüncesi, ruhu ve eylemi sonucu ortaya çıkan bir kavram. Bir insan tüm sanat insanlarının yarattığı ve yapılandırdığı bir kavramın yerine kendini nasıl koyar!

Zaman içinde sanat, "sanatsız sanat yapan" insanları ayıklar ve yoluna devam eder. Yani para için sanat eseri yapıyor gibi görünen ressamları, kopya eserlerle piyasaya sürülen ressamları yolda bırakır. Doğal bir dökülme yani. Yerine yeni sahte ressamlar konulmazsa sanatçılar kendini geliştirme şansı bulur.

Tarih boyu sanat gelişimine baktığımızda zanaat ile karışıkken daha sonra ayrışıp başlıbaşına, kendi yoluna devam ettiğini biliyoruz. Gelinen yer itibariyle, kendi bünyesinde, devasa büyüklüğe ulaşmış sanat; tüm incelikleri ve detaylarıyla nasıl kontrol ediliyor, sistemin denet/kontrol mekanizması nasıl işliyor?

 

İnsanoğlunun mağara duvarlarına (8) yaptığı resimlerin, korkularını yenmek için bir dışavurum olduğu varsayılıyor günümüzde ama kesinlikle öyle mi bilmiyoruz. Üst Paleolitik Çağda (9) kilin elde yoğurularak verilen şekli aldığı bilindiği halde çanak çömlek yapılmayıp çanak çömleksiz Neolitik Çağ'da (10) mimaride yoğun kullanılmış olması ne ilginç bir insanlık serüveni ile karşı karşıya olduğumuzu bize anlatıyor. MÖ 7000 yılına kadar evlere su taşıyan boruların yapılması ile belki de sulu aşın yapılması için gereksinimden doğan kap - kacak kültürünün (11) başlaması Neolitik Çağın ikinci dönemini de başlatmış. Peki tüm bu çanak çömleğe yapılan resimler, renklendirilmiş kaplar vazolar yapmak, korkularını, tapınmalarını kendinden yüce bir varlığa sığınma gereksinimini heykellerle ifade etmek ama tüm bunları ince bir estetikle sanat eseri gibi tasarlamak ilkel insanın bir mucizesi değil mi?

Zanaattan sanata geçiş işte orada başlamış. Bugün zanaatı tasarım ile bütünleştiriyoruz ve hatta artık zanaat sözcüğüne yer vermiyoruz. Sanırım yine insanoğlunun kendi gereksinimleri ile belirleniyor. Kontrol mekanizması ne yazık ki meta/borsa haline dönüştürülmekte. Elbette para, değer ölçü birimi durumunda. Ancak bu noktada ekonomisi yüksek ülkelerin para değerleri yüksek ve gelişmiş ülkelerin sanatları eğitimlerinin de etkisi ile daha değerli varsayılıyor. Oysa ki Afrika kabilelerinin, Aborjinlerin ilkel sanatlarından, Maya (12), Aztek (13) ve İnka (14) Medeniyetlerinden esinlenen günümüz sanatçıları da var. Bir de gözlemlediğim, yüksek medeniyete ulaşmış sanatçıların eserleri daha değerli bulunuyor ve maddi değer olarak daha yüksek değerde görülüyor.

Türk Sanat piyasasında sık sık Türkiye' de sanatçı olmadığını, dünyada kabul gören sanat eseri üretilmediğini söyler durur bizim sanat otoritelerimiz. Fahiş fiyata sattıkları onca eseri neden sattıklarını ve gerçek sanatçı yetiştirmek için neden uğraşmadıklarını sormak gerek belki de. Bizde mekanizma olsa zaten sanatçılar da başarılı olacak ve olumlu bir geri dönüş de olanaklı görülmüyor bu durumda. Günü kurtarmak, günübirlik tutum ne yazık ki sanatın gelişimini sağlamadığı gibi tam da zıddı durdurur!

 

Bahsini ettiğiniz ileri ülkelerde sanat, tam bağımsızlığını kazanıp başta devlet olmak üzere diğer disiplinlerden farklılaştığı, yerini bulduğu ve sağlamlaştırdığı için de aynı zamanda güçlü ve kendi ayaklarının üzerinde duruyor. Cumhuriyetimizin üzerinden yüz yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen; halihazırda devlet desteğinden kurtulup kendi kanatlarıyla uçuşa geçemeyen sanat çalışanları, devlet memurları, akademisyenler ve onların öğrencileri ile ilgili neler söyleyebiliriz?

 

İslam Dininin yozlaştırılarak kontrolü elinde tutmak istemesinden ve dolayısı ile sanata bakışından ötürü ne yazık ki pek çok gelişmişlikten payımıza düşeni almamışız.

Fatih Sultan Mehmet' in portresini yaptırması ile başlayan üç boyutlu resim süreci Osmanlının ilerici Padişahları ile yerleşmiş resim sanatı yolunu açmıştır. Türk Minyatür Sanatı (15) üç boyutlu resimlerden daha eskiye dayanıyor olsa da pentür resmi (16) ve Rönesans, yaşayan Batı ülkelerine Osmanlı Döneminde Avrupa' ya eğitim için gönderilen Asker Ressamların (17) aldığı eğitim ile başlamış olması üzücü olsa da önemli bir kazançtır. Türk Resim Sanatında batılı anlamda çalışmalar, III. Selim (1793) ve II. Mamut'un (1835) Harp ve Mühendishane Okullarına (18) konulan resim dersleri ile ve Tanzimat ile devam etmiştir. Abdülmecit (19) ve Abdülaziz (20) Osmanlıyı modern düşüncede ve yenilikçi bir anlayışla yönetmiştir.

Altı asırlık Osmanlının ilk Avrupa seyahati, Fransa İmparatoru III. Napolyon'un (21) Abdulaziz' i Milletlerarası Paris Sergisine (22) daveti ile başlamıştır. Sarayın gizli ressamı olarak anılan Abdülaziz, yaşadığı sürece sanatı desteklemiş bir padişahtır.

Cumhuriyet Dönemi Ressamları işte böyle bir geçmişten gelmiş, Cumhuriyet Döneminde de ressamlar yurt dışında eğitime gönderilmiş ve desteklenmiştir. Yani Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde de sanatçı hep desteklenmiş ve değer görmüştür. Ancak sanatçının kendi kanatları ile uçması için sahici bir sanat ortamının olması gerektiğini düşünüyorum. Bana göre seksenlerden sonra sanat alanı son derece kişisel ilişki ile yürütülmekte.

Kimin öğrencisi? Yüksek yapıyor, yarışmayı kazansın... hikayelerini kimse yadsımaz sanırım. Ya da sergi açacağı zaman kimin nesi'ne öncelik tanınması. Bu durum artarak ve torpil çeşitliliği de artarak devam ediyor. Akademisyen ressamlar ise şöyle bir seçim yapmalılar; sanat kariyeri mi, akademik kariyer mi çünkü serbest ressamdan "on tık" önde sayılıyorlar, itibarlı ünvanları ile...

 

Örneğin ben şimdiye kadar hiçbir memurdan tablo veya başka sanat eseri satın almadım ve bundan sonrada asla ve asla satın almam, hatta sergilerde veya internet gibi basın yayın organlarındaki sunumlara bile bakmak istemiyorum çünkü sanat anlayışımla çelişiyor. Bana göre sanata güvenen, sanatı seven ve sanatın yerini gerçekten bilen biri BAŞKA şeylerden destek beklemez, almaz, istemez. Evrensel sanat anlayışının da bu yönde olduğu kanısındayım. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

 

İşte tamda bu nokta; 30 yıldır sanata değer vererek, yaşantımın en yüce yerinde tutarak ve çok çalışıp emek vererek saf kaldım. Sanata inancımı asla yitirmedim. Bu otuz yıl bana sanat ortamına dair de çok şeyler öğretti. Bu ortamda olanların (galerici, ressam, sözde sanat yazarı, sanat simsarları, memur ressamlar, müzayedeciler v.s.) nasıl iş yaptıklarını iyi biliyorum ama ben hep doğru bildiğim safi sanat yolunda yürüdüm ve yürümeye devam ediyorum.

Kazanan benim. İnsanların geçici ünlülüğü, holdinglere sattıkları resimlerden aldıkları paralarla sahip oldukları gayrimenkullerinin bir değeri yok benim için.

Benim resmimi beğenen, hisseden alsın.

 

Sanatınızla ilgili önerilere açık mısınızdır, örneğin aynı tarzınızı koruyarak; daha büyük ebatlarda ve parlak renkleri kullanmanızı önersem nasıl karşılarsınız?

 

Elbette önerilere dikkat ederim. İnsanın kendini geliştirmesi için farklı bakış ve bilgilere gereksinimi var, üstelik her konuda.

Çok büyük ebatlarda çalışmadım, tuvallerimi hazırladığım halde. Evet, büyük ebatlı çalışmalar yapmak istiyorum. Ben soyut simgesel, renkçi bir anlayışla çalışıyorum ve resimlerim canlı renklerden oluşuyor. Eski dönemlerimde kompozisyon kurgularımın gerektirdiği olgunlaştırılmış renklerle çalışmış olsam da artık canlı renkler kullanıyorum. Bana yabancı değil önerileriniz. Ancak deyişinizdeki parlak renk şiddetini anlayabilmem için belki de siz atölyemde iken çalışmam gerek...

 

İçime "bir yıldız doğuyor" gibi bir his geldi, heyecanlandım. Daha önce evrensel sanat camiasından insanlarla tanıştırdığımız bazı sanatçılarımız, "şimdi ne yapacağım, ne yapmalıyım" gibi çekingen tavır takınıp ağırlığı altında ezildiler, malesef. Sizce evrensele göz diken, sizin gibi gerçek sanat sever sanat insanları, sanatçılar ne yapmalı, yeni duruma uyum sağlayabilirler mi?

 

İçimdeki sanat özlemi, sanat yapmaya başladığım andan itibaren, sanata yaklaştıkça, içine girdikçe daha da arttı...

Ne yapabiliriz diye düşündüm ve sanırım benim gibi sanata bakan, kıyakcılık kullanmayan ve kendini sanata ait hisseden insanlar bir gurup oluşturup dayanışmalı. Böylece bir dayanışmadan doğan güçle yaratma güdülerimiz güçlenir. Elimle çalışmayı seviyorum, kurguyu kara kalemle, boyayla yapmayı.. HD (23) neden olmasın ki pastel derken malzemeden mi söz ediyorsunuz?

 

Pastelden kastım; parlamayan, mat, donuk anlamlarındaydı. Bahsini ettiğiniz dayanışmalar yurtdışında; aynı ekole bağlı, yakın çalışma biçimleri olan sanatçılar arasında özellikle resim dışında farklı sanat dallarına mensup olanların oluşturduğu gruplar, çok güzel örnekler çıkarıyorlar fakat ben, buna rağmen gruplaşmanın hiçbir türüne olumlu yaklaşmıyorum. Bence sanat bireyin işidir. Dayanışmayı da bu gerçek kabul edildikten sonra kabul ederim.
Bunca yıllık tecrübenizden sonra, uluslararası sanatçı - özellikle ressamların karşılıklı iletişim için size nasıl ulaşabileceğinden, açık kapılarınızdan bahseder misiniz?

 

Haklısınız ama karşınızda metaya dayalı üstelik global bir güç var. Belki sanattaki duruşumuzu, cesaretimizi yenilemek anlamında bir dayanışma olarak düşündüm.

Ekol değil, herkes kendine özgü çalışmalı, demek istediğim tam olarak bu. Yoksa ben ve benim gibi insanlar bağımlılık altına sokmaz kendisini. Gerçekten böyle bir çalışma yapmadım, bir resim satış sitesinde resimlerim var. Nasıl ulaştıklarını bilmediğim e-posta aracılığı ile fuarlara katılma ve sergi açma davetleri alıyorum. Hiç birine cevap vermedim çünkü yüksek finansman desteği gerektiriyor.

Doksanlı yılların başından beri bilgisayarla haşır neşirim. Yazarlık ve gazetecilik çalışmalarımla başladı bu uğraş. Sonsuz merak duygum ile ve çılgınca sanatı, ressamları, seramikleri, sanat yazılarını inceledim okudum. Hala devam ediyorum.

Sanırım sosyal medya sanat yapanları birbirine tanıtıyor ama özel bir çalışma yapmadım açıkçası. Sanki başka birileri uğraşsa bu işlerle benim için daha iyi olacak. Gönüllü insanlarla çalışabilirim, iş bölümü oluşturup görev paylaşımı yapabiliriz. Resimlerimin satışı ile uğraşır, beni tanıtır. Belirli bir bütçe oluştuğunda gönüllüler çalışana dönüşür ve şirketleşebiliriz. İşte böyle bir hayal gerçek olabilir, neden olmasın. Başta gönüllü gerek. Gönüllü olan varsa benimle iletişim kurabilir. Ne ve nasıl yapacağımızı konuşup planlama yaparız. Ben de resim yapsam, başka bir şey düşünmesem keşke.

 

Bu diyaloğumuz esnasında karşılıklı, sanat özelinde bilgi alışverişinden aldığım hazzın tarifi mümkün değil, şahsen. Size diğer tüm katılımcılara yürekten teşekkür ediyorum. İçinde bulunduğunuz bu diyalogdan edindiğiniz tecrübe ile; diğer sanatçılara da katılım veya kendi aralarında bu tür diyalog veya platformlar oluşturmaları için ne gibi önerileriniz olur?

 

Ben de büyük bir mutluluk ve keyifle katıldım diyologunuza ve ilk kez böyle bir diyolog çalışmasına katıldım. Çok farklı olması, sorularınızı cevaplarken detaycı düşünmeme hatta dönüp soruyu tekrar okuyarak titizlikle cevaplamama neden oldu. Anlayacağınız, sıra dışı bir çalışma yapıyorsunuz, tebrikler. Bu diyaloga katılan ben ve diğer arkadaşlar güzel bir döküme sahip olduk, çok teşekkür ederim ve ederiz.

Keşke size bir önerim olsa demeyeceğim, bir çok öneri olabilir ama ne yazık ki sanatçılar dahil çok kişi uzun yazıları okumuyor. Sanırım bu popülizm kültürünün tembelliği ve değer yargılarının değişmesi değil de dönüşmesi gerekli. Aynı durum konferanslarda ve soru - cevap gerektirecek ortamlarda da oluyor. Herkes susuyor, çok az kişi bile sıradan sorular soruyor. Okumuyor, kimse okumuyor. Okuyanlar da çevreyi ciddiye almıyor sanırım.

Bir de şu durum var; ona neden soru sorayım, onu önemli hale getireyim v.s. Birbirini tanıyan bir çok sanatçı birbirinin sergisine gitmiyor, onu önemli hale getirmemek için!

İşte durum bu!

 

Diyaloglar sürecimizde yüz bine yakın sanat insanımıza mesaj attık. Bunlardan on bine yakını cevap verdi ve en son, beş yüz kadarı sürdürdü. Her diyaloğun içine özellikle bir kaç proje yerleştiriyoruz ki kalıcı, işlevsel olsunlar... Okunmaması konusuna gelince o sorunu da internet sitemizin sloganını "Diyalog Müzesi" şeklinde oluşturarak çözdük. Şimdi veya bugünlerde okunması, popüler olması, yaygınlaşması gibi bir amacımız hiçbir zaman olmadı. Projelerinin çoğu hayata geçti.
Yeni teknoloji ve imkanlara ulaşımda sanatçının önünde en ciddi engel gibi duran zaman darlığına karşı, işbölümlerimizi nasıl yapıp zamanı daha iyi kullanmalıyız?

 

Sanırım zamanı yenmek ve iyi kullanmak için bir sanatçının düşüncesini öğrenmek istemezsiniz. Gerçek sanatla uğraşan insanların pek zaman mefhumu yoktur.

Zamana koşullanmıyorum ben. Zamanı kullanmak önemli mi? Evet ama, bakın benim zamanla sorunum var zaten, sanat sorunsalım; ''Zaman-Boşluk-Değerler''. Bir kaç öneriniz varsa ben alayım sizden...

Bizdeki gibi kapalı toplumlarda eleştiri / kritik kültürü gelişmediği için, en küçük eleştiriyi bile husumet gibi algılayıp konuşturmama, sordurmama, tahammülsüzlük ve karşı tavır takınarak çatışma, kavga, itiş - kakış, imhaya karşı; özellikle sizin gibi eleştirel yönü de gelişmiş bir sanatçının yapması gerekenler nelerdir, toplumda eleştiri / kritik kültürü nasıl geliştirilebilinir?

 

Konuşma kültürümüzü geliştirmeliyiz. Bir de tanık olduğum durumlar var, aktarayım: Yapı Kredi Bankası Taşken' te malum bir müzenin sanat danışmanı, bir üniversitede Profesör ve aynı zamanda her yerde kuratör, danışman olan iki kişi bir panel yapıyor ve bittiğinde sormak istediğiniz soruları alalım deyince kimsede çıt çıkmıyor. Tekrar soruyorlar ve tekrar sessizlikten sonra dinleyicileri aşağılayıcı sözler söylüyorlar. Panel masasından kalkıp yürümeye başladıklarında yanlarına gittim ve ''özür dilerim size soru yöneltemedim çünkü insan bildiği şeyler anlatılınca soracak soru bulamıyor" dedim. Öylece bakakaldılar ve tabii anlattıklarını bilmediğimi düşünselerdi kimbilir nasıl saldırırlardı. Ama müze danışmanı paytak paytak sanat yazıları yazmaya çalışırken kimi sanatçılar yazılarımı örnek olarak gösteriyordu. Metot derken, neyi kastettiniz?

 

Örneğin ben sanat eleştirisi yaparken; sanatın disipliner özü kaynağından hareketle, ortada görülen veya sunulan eser / şeyin sanata ne kadar uygun olup olmadığı ile başlayıp, sanat dışı diğer disiplinlerin ne kadar etkisinde olduğuna baktıktan sonra, varsa bir ekolü ve sürekli, yerleşik tarzını irdeler, benzerleri ile karşılaştırır, üretken olup olmadığını tespit ettikten sonra detaylarını incelerim. Eleştirimi yaptıktan sonra kenara çekilir savunmaya geçmem çünkü savunma yapması gereken eleştirilen eser veya sahibidir diye düşünüyorum. Eleştiri başlıbaşına bir daldır. İhtisas gerektirir. İyi bir eleştirmen bulan - özellikle sanatçı öpüp başına koymalıdır. Eleştiriye tahammülsüz bireye eleştiri yapılmaz. Kapalı bir sanatçının başarılı olma ihtimali oldukça zayıftır. Sanat, eleştiri sayesinde gelişir. Eskiden, günümüzdeki gibi profesyonel eleştirmen bulamayan sanatçılar - bilirsiniz kendi kulüplerinde birbirlerini eleştirmiş, bazen yumruk yumruğa kavga bile etmişlerdir hatta katlanamayanlardan bazısı intihar etmiştir.

 

Anladım, çok güzel. Sizin gibi bir eleştirmene rastlamadım. Genelde nezaket çerçevesinde, karşıdakini yormayan eleştiri yapıyorlar. Zaten ülkemizde gerçek eleştiri yapana rastlamadım. Sizin düşünce ve gidiş yolunuz çok iyi. Ben eleştiri yazıları yazmıyorum. Sanat çözümlemesi ve resim okuma yapıyorum, eğer bir sanatçının eseri -leri hakkında yazacaksam.

Sanatçıyı, duruşunu ve yaptığı resimleri incelerim. Konuşmalarının (sorunsalının) ve eserlerinin birbiri ile uygunluk içinde olmasını önemserim. Kimi çok güzel felsefeler üretir ama bakarsın resmi onu söylemez. Kimi yazar da sanatçının eseri hakkında kendi kafasındakini yazar, resimlerle ilgisi yoktur. Kimi ressam düşüncelerini ifade edemez tam olarak ve çok anlatmaz, o zaman sanatçının duruşu çok önemlidir.

Zaten seçerek yazarım. Gerçekten bir sanat dili olan, resimlerinin bir felsefesi olan ressamları yazıyorum.

Avrupa' da, özellikle İngiltere' de eski çağlarda, tiyatro seyircilerinin tiyatro izlemeye gelirken yanlarında çürük sebze ve meyve getirip beğenmedikleri oyunun oyuncularını yağmura tuttuklarını hatırlıyorumda; sanat, bugüne ve gücüne nasıl ulaştı sorusuna çok güzel bir cevabım var: Tahammül. Belkide İngilizlerin bu sırnaşık, soğuk tavırlarının kökeninde bu kültürler vardır. Neticede dünya egemenliği, üzerinden Güneş batmayan imparatorluk olmak kolay değil

 

Ek1:
BENLE BEN ARASI


Şiirlerim duygularım, duygularım yaşadıklarım. Dün, bugün, yarınlar...

Resimlerim duyarlılığımın belki ilk belki son noktası. Hislerimin duygularımın benle ben arası koşuşturması şiirden resme, resimden yazılarıma yazılarımdan seramiklerimle sürüp gidecek.

Bu birikim ve sürükleyişler çocukluğumda filizlenen müzik aşkı ile başlamış olmalı.

Sanat aşkımın, tutkumun müziksel ritmi yoğunluğu şiirlerimle kelime kelime duyumsanan, resimlerimle gözlenen, yazılarımla okunan, seramiklerimle imlenen birer aktarıma dönüşsün istiyorum.
Şiirlerimdeki düne dönüklüğü resimlerimde, seramiklerimde, yazılarımda yarını yaşayan bir benle bütünleştirmeyi deniyorum.

Sevgiler odak noktam, binlerce sevgi var sevilesi beklemede. Doymaz sevgi sevildikçe daha da büyür, büyür sevgiler sevgiyle.

Bu bir tutku ise herkesin yaşamında bir biçimde ortaya çıkar.
Şiir olur, beste olur, resim olur, heykel pano olur, roman hikaye olur. Yeter ki sevgisizlik olmasın, sevgisiz kalınmasın.

 

Ek2:
SANATIM VE BEN

Ne kadar değerli resim yapmak, mutluluğumun sınırlarını genişletmek..

Çevreme karşı daha inceleyici sorgulayıcı gözlerle bakmak, baktıkça görmek... İmgemde yığılan, düşüncemden süzülen görüntüleri, dönüştürdüğüm herşeyi resim dili ile tuvale dökmek.. İçimin renklerini coşturmak, felsefenin, ekonomik düzenin, siyasetin, sosyolojinin, psikolojinin, kültürün diline noktalar, virgüller, ünlemler, soru işaretleri koymak.

Yoz insan yüreğine, yoz toplum düzenine karşı sanatsal tepki dili oluşturmak...
Ne kadar da değerli benim için...

Ne kadar değerli 44 yıldır şiir yazıyor olmak, 10 yaşında Atatürk için şiir yazmaya başlayıp okuduğum her kitap, her şiirden etkilenmek, gördüğüm her filimden, kendimin ve çevremdeki tüm ailelerden, arkadaşlarımdan, dostlarımdan, çocuklarımdan, doğadan, güneşten, ay'dan, denizden, gölden, sevgilerden, acılardan, mutluluklardan, sevinçlerden, üzüntülerden, sızılardan, başarılardan, içimdeki yaşanmış-yaşanmamış tüm duygulardan, olumlu olumsuz herşeyden etkilenip, tüm bu dünyalar kadar hissi, duygu ve düşünceyi, sözcüklerin gücüyle, o küçücük cümlelere sığdırmak ve her insanın kendi duygusunu, yaşanmışlığını duyumsatmak. Ne kadar da değerli benim için.

Ne kadar değerli yazı yazmak, gözlemlediğim, incelediğim herşeyi bireşim içine sokmak ve düşünceme ulayıp satırlara dökmek... Okumak, öğrenmek, ne-neden-nasıl-niçin'leri, toplumdaki herşeye bu bilgilerle, edinilmiş deneyimlerle 360° bakabilmek.. Eğriyi, doğruyu irdelemek.. İnsanların kendi gözlerinden, kendi duyumlarından farklı bir gözle, düşünceyle, farklı cümlelerle imgemde biriken herbir olguyu dergilere, gazetelere, kitaplara aktarmak.. Sanatın içine dalmak, sanatın özüne varmak, süzmek, elemek, sanatçı eserlerini çözümlemek, hiç bitimsiz sanatın içeriğini yazmak...

Ne kadar da değerli benim için.

Ne kadar da değerli seramik yapmak, insan yapısındaki herbir elemente sahip olan toprakla/çamurla kaynaşmak. Gözünü aklını, ellerini kendine mahkum eden, bir bebek gibi her anınızı kendisi ile ilgilenmeye zorunlu kılan, sanatların en kıskancı ile çalışmak. Çamuru ellerinde sevgi ile yoğurmak, sevgiyle okşayarak modellemek, sevgiyle çamura biçim vermek, heykele dönüştürmek, fayansın, yer döşemesinin, tabağın, bardağın, camın, nasıl yapıldığını bilmek, yapabildiğin için keyiflenmek. Binlerce yıldır toprak altında bekleyen tarihi eserlerin malzemesi ile haşır-neşir olmak, kendi yaptığın seramiklerin de tarihe havale edilecek birer eser olacağını ve bir yerlerden bulunup çıkacağını varsayıp keyiflenmek. Toprağa , çamura egemen oldum sanmak, ama çamur ne isterse onun emrinde olmak, bazen ona yenilmek, yenilmeyince sevinmek!

Ne kadar da değerlidir benim için..

(Bunların ilki 1994 yılında Adana' da bir gazetede yayınlandı. Diğeri doğumgünümde kendime armağan ettiğim bir yazı)
























Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol