DİYALOG MÜZESİ

BEĞENİLER


 

1096. DİYALOG: TARAFLAR


Merhaba  


Sanat; beğenilme veya paraetme arzusunu nasıl yener, popülerite sorununu nasıl aşar?


Öngül Zehra Kaya


Bir müddet sonra yok olacağını bilmek... Sanatın ortaya çıkışında, bilinçaltında ölümsüzlük duygusu yatar. Eğer ki ölümlü olacağını hissederse ve sanatçının gayesi ticari kaygılar değilse gerçek sanat ürününü ortaya koyacaktır muhakkak…


Doğa Ben 


Belki önce para-etme ve beğenilme arzusunun insanlar arası ilişkideki yerini sormak gerekir. Bir şeyin para etmesi, o şeye bir değer atfı değil midir? Paranın değiştokuşlardaki değer taşıyıcılığı özneler arası bir alana ait. Özneler arası alandaki değer atfının referansı nedir? Beğeni midir? Bilmiyorum ama çok para eden birçok şeyi beğenmeyebildiğimi de biliyorum. Çok beğenildiği için kaç para olursa olsun parası verilen şeyleri de biliyorum.


(diyaloğun tamamı için bkz: 1097. DİYALOG VanGogh VanGogh Olduğunu Biliyor Muydu, Bilmiyor Muydu?) 


Elif Basan


Sanat, Herşeyden Bağımsızdır, Sanatı Anlamak, Yaşamak gibidir. Popülerite ve Paha değerine takılı olan Eser zaten Sanat Eseri değildir. Popüleriteyi Sorun olarak görmemek gerekiyor. Popülarite amacı gütmemesi gerekiyor Sanatın. O zaman artık Sanat değil Eseri değil Popüler bir Eser olur Sanattan uzak, Bilemiyorum. Düşmüşse Hiçbir şey yapılamaz. Sanat Konuşur, Sanat Gösterir, Sanat Yaşatır. Anlamayan kişiye zaten anlatamayız. Yorumsuzdur Sanat bence. Sanat Galerilerini, Müzeleri, Resim Sergileri gezen Sanatın her şeyine hayran biri olarak Bence Sanat kıyassız olmalı. Masraflarla ilgili anlıyorum Evet Ama, Sanat Hayattır. Sanatsever bir Toplum olursak ancak Sanatın masrafları düşünmesine gerek kalmaz.


Erkan Yazargan 


Çok basit bir yöntemle İÇSELLEŞTİREREK mücadele eder, bu tür durumlarda... Popülerite, populizm, şöhret veya ün tuzağı sadece sanatın değil insanın sorunu olduğundan ve yarattığı sarhoşlukla akılları baştan aldığı için gerçekten de mücadele edilmesi gereken bir çekim, girdaptır ama sanat bu düşmana karşı cepheden saldırıya geçmez Savaş, mücadele, taktik, strateji bilginlerinin altını önemle çizdiği "dostuna yakın ol, düşmanına daha yakın..." anlayışı sanat disiplininde içselleştirme yani onu da bi biçimde içine alıp absorbe etme ile gerçekleştirilir. Bunun en bariz örneği Dadacı akımdır. İlk çıkışı sanatı tümüyle imha üzerine kurulu bu akım çok kısa bir süre sonra sanat akımına dönüşmüştür. Bu örneğin binlercesi sanat tarihinde ve günümüzde yaşamaktadır. PopArt da bu örneklerden sadece birisidir. Yani ülkemiz örneğinden devam edersek; kendine sanatçı denilen ve bundan zevk alan hatta denilmemesine kızan MEMUR takımı kendi hiyerarşilerinin tümü ile birlikte aslında sanat evinin çevresindeki çitlere veya evsahibini koruyan bahçe köpeklerine benzerler ki bu örneği sanat hazinesini koruyan yılan, çıyan, akrep, sürüngen benzeri zararlılara benzetenler de vardır. Sanat bütün macerası boyunca insanlığa en zevkli ve paha biçilemez lezzetler tattıran en muhteşem oluşumdur


Fotoğrafın hikayesini bilmeyenler için bakılıp geçilecek gözü yaşlı bir kız çocuğu ve omzuna attığı bir bağlama gibi görünebilir


Oysa


O saz büyük büyük dedemizden kalan bir "dede sazı" olup belki elli yıldır duvarımızda, "ben gidersem sazım sen kal dünyada, gizli sırlamı aşikar etme" sırrı ile, sadece bize değil büyük ailemize kutsal emanet gibi bırakılmış, kalmış, değerli bir sazdı


Ve


Günlerden bir gün fotoğrafta gördüğünüz büyük kızımız boyu yetişecek yaşa gelince duvardan indirip eline aldı. Ne kadar ısrar edip elinden almaya kalkışsak da bırakmadı, ağladı. Dayanamadık bıraktık. O yüzden gözü yaşlı


Sonra


Benim sevgili kızım, yavrucuğum, yavrucağımla ayrılmak zorunda kaldık. Bir daha da görüşemedik


Yani size göre anlamsız olan benim veya bir başkası için evrenin sırrı olabilir


Toplum dediğiniz sürü; akılsız, bilgisiz, duygusal, geri, değer bilmez, vicdansız, saldırgan, kitle duygusuyla hareket eden, benciller oldukları için popülizm veya popülerite de en az onlar kadar iğrenç ve çekilmezdir.


Murat Gök


Çok güzel sorular. Bugün bile aklıma geldi. 


Bence Avrupa bunu kısmen aştı. Sosyal ve bilimsel alanda ne kadar gelişmiş olduğumuzla alakalı bir durum.  Her birey kendine özgü yeteneklerini keşfetti ya da daha da önemlisi geliştirdi diyelim. Bu durumda sanatçılar da kısmen egoizmlerini yener. ?


Özgür Yılmaz 


Beğenilmek her çeşit insan için çok önemli bir duygu. Bu duygu elbette sanatçı için de geçerli. Beğenilme ve kabul görmeyi önemsemeyen bir sanatçı zor bulunur bir şey olmalı. Bukowski bile bunun sıkıntısını yaşamış.


Sevilay Nesrin Aydoğan


Bu sanatçının sadece sanata değil, aslında yaşama bakış açısıyla da alakalı. Kişilik olarak özünü bulmuş ve kendisinden memnun olan bir sanatçı sanatında da talep edilen değil ruhunun yansıttığını yapar diye düşünüyorum. Böylece ne beğenilme derdi kalır ne de maddi ederinin üzerinde yoğunlaşır. Hatta eğer ondan ayrılmak zorundaysa eserini satmak bile istemez. Gerçek sanatçı bir çok sanatçının yapabildiğini kendisi de yapabilecek durumda olmasına rağmen, onları taklit edip alkış almak yerine kendine has olanın arayışında olmayı tercih etmelidir. Her insan ve her sanatçı farklıdır. Özünü yansıtırsa sanatında da farkı belli olur.


Mehmet Mahzun Doğan 


Merhaba,

Yanıtım şöyle: Şiirden müziğe, resimden heykele sanatın popülizm arzusu ve para için yapılmasını hiç anlayamadım! Daha doğrusu anladım da o arzu ya da para beklentisiyle üretenlere has sanatçı gözüyle bakamıyorum. Sanatçı, dizeleri yazarken, notalar arasında koşarak bestesiyle uğraşırken, tuvalin karşısında fırçasıyla renkleri birbiriyle seviştirirken kendi iç dünyasındaki fırtınalar, kuytular, ezgiler, özlemlerle başbaşadır. Sözcükler dize, dizeler şiir olurken okuyucuyu bile düşünmez bir şair. Ben böyle yazıyorum örneğin. “Anlayamadım” demem bundan!


“Sanat, beğenilme veya paraetme arzusunu nasıl yener, popülerite sorununu nasıl aşar?” şeklindeki sorunuz yanlıştır.


Bu konuda dışarıdan yapılabilecek bir şey yoktur! Konu, sanatçının “yaratma ahlakı”yla ilgilidir.


Deniz Serkan Özcan 


Bunu sanattan çok kişinin aşması lazım. Günümüzde birçok insan sanatı ve yaptığı herhangi bir işi beğenilme arzusu güderek yapmakta. Fakat geçmişte boya alacak parası olmayan ressamlar, yazacak kâğıt bulamayan şairler, yazarlar gibi pek çok sanatçılar; sanatı duygularını dışa vurmak amaçlı kullanıyorlardı. Teknolojinin gelişmesi ve insanın istediğini daha kolay elde etmesiyle birlikte sanatın değeri azaldığı gibi popülarite ve beğenilme hissi arttı. Sanatın bu sorunu aşması için, toplumun düşüncesi ve davranışı da önemli. Kısaca cevap sanatta değil de insanın kendisindedir.


Antropolojiden sanata hatta psikoloji biliminden sanata veri toplarken elde ettiklerimizi sanat adına nasıl değerlendiririz, sanat eğitimi ve bilimi gelişirken nelere dikkat eder/etmelidir?


Eskiyle günümüz arasında yaşanan her fenomen, sanat ve bilim yoluyla topluma ışık tutar. Sanatın insanlar için bir gereksinim olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı sanat; psikoloji ve antropoloji gibi insanı yakından ilgilendiren bilim dallarından beslenir ve toplumu aydınlatır. Gelişim sürecinde ise sanatın; bilgiyi, duyguyu fenomeni doğru biçimde insana yansıtmaya ve insanı yanıltmamaya dikkat etmesi gerekir.


Yanıltmama gibi hassas bir noktaya gelmişken, tam da sanatın yaratıcılık özü ile geliştirip oluşturduğu yeni dünyalar hatta evrenlerin dürüstlüğünü nasıl tespit edeceğiz veya asıl soru sanatta dürüstlük aranır mı?


Sanat yapmak için hayal gücüne ve imgelere tabii ki ihtiyaç vardır hatta sanatın en güçlü özelliğidir bu. Kurgular ve imgeler hayatın içinden, yaşanan veya yaşanılması istenilen olarak seçilir ve aktarılır fakat sanat; gerçeği, "sürreal bir şekilde anlatsa bile" özünde olan duygu gerçektir. Anlatılmak istenen şey sanatçının gerçeğidir. Birçok sanatçı yaşadığı dönemi, dönemin olaylarını topluma ya gördüğü gibi ya da imgeleriyle anlatmıştır. Her fenomen kendine göre dürüstlük içerir ve sanat da her durum ve bilim gibi yorumlanabilir. Dürüstlükten kasıt genel geçer bir gerçeği yansıtmaksa, her sanatçı kendi gerçeğini kendince yansıtır diyebilirim.


Olgun Özdemir


Selam, 

Gelir dağılımı eşitsizliği son bulduğu an soru cevabını bulur Ahmet Uluçay'ın biyografisini bir kez okuyan sorunun cevabına ulaşır, kısaca bi bakın. Aklıma ilk gelenleri yazdım. Umut etmeye devam. Sanatçı gözleyendir. Gözlem yapabilendir. Hayaller kuran hatta düşün içinde düşler kurabilendir. Aksine inatçı olmak ve inadına hedefinde ki istikamete yürümek sanatçı olabilmenin maddelerinden biridir. Kararlılık yada inat farketmiyor. Sonuçta Alman disipliniyle yetişmeme rağmen uzun vadeli planlar yapmaya alışmışken bu aşk beni değiştirdi. Ülkeme dönmeden önce -Almanya' da bir yıl sonrasının tatil planı takvimim de  yazarken bugün kriz nedeniyle kıvranıyorum. İşte bu kıvranma hayat'a dair bir yaratım sürecinin başlangıcıdır. İnsanın lradesi kırılmaya görsün; hele bir de yanlış adrese kaynamışsa "yangı gülüm keten helva". Bu yanlış adres benim doğrum. Hayallerim sebebiyle kafayı duvarlara vursam da yılmadan devam... Duvarları kıra kıra, kafamı kanata kanata. Bu yolun çıkmaz olduğunu ben de biliyorum. 


Bütçe bulunmuş ve filme başlanacak. Her husus rayında gidiyor. Belki de filmin geliri bana yeni kapılar açacak. Maddi anlamda rahatlayacağım. "Bu sefer ana akım çekeceğim" dediğim her işin ilk gününde yine tek plana dönüyorum. Olmuyor! Ana akım yerine yine sanatsal bir şeyler olsun içgüdüsü. Bir çok arkadaşım aynı durumda, unutmadan belirteyim. Keşke tüccar kafasıyla düşünsem


Uyanık olmayanların çok olduğu bir dönemden geçiyoruz sanırım. Diğer husus ise sokak jargonu ile "parayı veren, düdüğü çalar". Talep zenginin istediğine, sevdiğine göre şekil alıyor. İşte benim gibiler hariç, malesef. Yoksa malum bugün ayın 15'i, kıvranmazdım böyle. Ruh halim hayli kötüydü. Güldürdünüz beni. Hafif bir rahatlama oldu, var olun, eyvallah, görüşmek dileğiyle. 

DOĞA BEN İLE

1097. DİYALOG:

VanGogh VanGogh Olduğunu Biliyor muydu, Bilmiyor muydu


Merhaba  


Sanat; beğenilme veya paraetme arzusunu nasıl yener, popülerite sorununu nasıl aşar?


Belki önce para-etme ve beğenilme arzusunun insanlar arası ilişkideki yerini sormak gerekir. Bir şeyin para etmesi, o şeye bir değer atfı değil midir? Paranın değiştokuşlardaki değer taşıyıcılığı özneler arası bir alana ait. Özneler arası alandaki değer atfının referansı nedir? Beğeni midir? Bilmiyorum ama çok para eden birçok şeyi beğenmeyebildiğimi de biliyorum. Çok beğenildiği için kaç para olursa olsun parası verilen şeyleri de biliyorum.


Sanat yerine sanat işi demek istiyorum. Sanat işinin para etmesini arzulayan sanatçının esas arzusunun, yukarıda bahsettiğimden yola çıkarak özneler arası dünyada bir değer talebi olduğunu düşünüyorum. Bu durumda, bir işin para etmesi veya beğenilmesi arzusu gerçekten bir problem mi, bilmiyorum. Eğer problem olduğuna işaret edilen noktalar varsa bunları tekil örnekler üzerinden konuşmak soruyu nereden kavrayacağımı daha da şekilendirir sanıyorum.


Popülerite sorununun aşılmasına yönelik de benzer bir kafa karışıklığı içindeyim. Popülerite ile kastedilen, büyük kitlelere hitap etmesi midir? Sorunun virgülden sonrasını, öncesi ile bağladığımda, problematize ettiği şey, sanat işinin daha geniş kitlelere ulaşıp dolayısıyla daha fazla beğenilip  para kazanırken "gerçekleştirmekten-ortaya koymaktan geri durduklarına" dair midir? Eğer öyleyse, soru bir sınır/derece sorusu mudur? Sanatçı, özneler arası değer kazanacak işini üretirken, popüler olacak olanı ve beğenileni üretmeye nerede nasıl bir sınır çizmeli? 


Ama kafamı karıştıran, bu sınırın ayırdığı diğer taraf/ların ne olduğunu düşündüğümüz... Bu "diğer tarafta" sanatçının "içinden geleni" üretmesi, "eleştiri" sunması, "direnmesi" mi durur? (Bu kelimeleri bugüne kadar seslerini duyduğum sanatçılardan alıyorum). Eğer öyleyse bu tavırdaki "sanat" da para etmek, beğenilmek ve popüler olmak istemez mi? 


Sorunu aştığını varsaydığımızda, bahsettiğimiz "sanat" neye benzer?


Popülarite benim fikrimde kendi başına bir tuzak değildi aslında. Zamanın Fransa'sında Sartre'lar herkesin okuyabileceği kadar anlaşılır şeyler yazdıkları, halka hitap ettikleri, popüler oldukları için fikirleri etkili olmuş, yayılmış sanıyorum. Bir tarihçi değilim, kulaktan... Ama, kötü popüler işlerin neyde benzeştiklerine bir yanıt vermek istersem şöyle derdim sanırım: Aynı imgeyi üretmek tuzağına düşmek. 


"Kadın"a dair araştırılan bir söylemde, "kadın"la ilgili şeylerde "kadın"ı aynı şekilde gösterip durmak. Mesela biyolojik anlamdaki kadını, cinsi ilişkiler içinde veya bedenini çeşitli alanlarda özgürce kullandığını izlememiz. Veya kadın cinayetlerini anlatmak için siyah topuklu ayakkabıları seçmek. Böylesi imgeler, sürekli görmeye alışık olduğumuz ve her gördüğümüzde canımız çeken reklamlar gibi geliyor bana. Görünce, kendi dünyamız içinde hep bir yeri olan imgeler. Ama daha çok örnek üzerinden, daha kapsamlı bir şeyler yazabilmek için daha uzun düşünmeliyim sanırım.  Gerçek bir diyalog gibi performe ediyorum şimdi size yazdıklarımı. Anlık...


Reklamla ilgili soruyu bir sanat işinin, bir galeri mekanında işin karşısında muhtemel alıcısı ve galeri sahibi, satıcısı konuşurken; bir resme oturtabiliyorum. Kaldı ki bir sanat işi hangi çeşitli atmosferlerde satılır bilmiyorum! Sanat işinin para etmesi için pazarlanması safhasında "PR, sunum, gösterim, gösteriş ve riyakarlık var" diye anlıyorum soruyu. Bütün bunların içinde artık sanatta değiliz de ekonomideyiz diyorsunuz. Herhalde öyleyizdir... 


Ricoeur'ün hibrit olmakla ilgili söyledikleri aklıma gelip duruyor. Soruda bahsi geçen ekonomi-sanat ilişkisini inceltmek gerekir, ama bende yok. Klasik arz-talep teorisinin sanat piyasasında işlemediğini okumuştum, başka teorilerle inceliyorlar sanat ekonomisini. Sanatın ekonomisi de bir alan olarak var, sanat ekonomiden hiç alakasız değil işte... Mesela sanatçı, sanat piyasasının ekonomisine dair üretenleri okursa-bilirse, "sanat"  "ekonomiden" nasıl etkilenir diyerek soruya örtük bir varsayım atfediyorum: Sanatçı zaten işinin satılması sürecine karışmaz. Ekonomiyi hedef alan sanat işleri yok mu! Bager Akbay'ın bahsettiğini hatırladığım bir websitesi işi vardı ama aktaramayacağım kadar bulanık hatırlıyorum. Ekonomi ile sınırlarını nasıl korur için değil ama ekonomi ile ilişkisini nasıl "kurar" için güzel bir örnek olacaktı o... 


Soruları nasıl sorduğumuz yanıtlar için bizi koşulluyor. Sanat için diğer disiplinlerle arasına bir sınır çizmek benim kavradığım bir nokta mı bilmiyorum. Sanat akademiye girdiğinden beri bir disiplindir diye düşünmüştüm. Öncesinde de disiplin miydi veya akademi dışında bir sanat edimi varsa o ne olacak..?


Evet, ne zamandan beri disiplindir sorusu güzel bir soru.

Anlamaya çalışırken bulduğunuz veya oluşturduğumuz kriterler bunu (disiplin olmasını) doğurdu sanırım. Yani -bir yerden sonra ile devam edip karar veriyor ve yerimizi buluyoruz.

Sanatın tarihini incelerken içinde boğulmak veya geçen tartışmalarında kaybolmak yerine bugün/çağdaş sanatta neler var, nasıl ilerliyor, nereye gidiyor soruları daha kritik kanımca. Anladıktan sonra ve yerimizi iyice belirleyip tahkim ettikten sonra sanatı daha nasıl yüceltebiliriz bu arada soruda geçen negatif/olumsuz etkilere karşı nasıl korur/korunuruz sorularını sormalıyız sanırım..?


Kaygınızı anladım. Katılıyorum. Hangi noktada disiplin olduğu sorusunu tam da bu yüzden önemli buldum aslında. Disiplinleşen, uzun zamandır kendi alanını/biçimini koruyarak ana akım olabilmiş olan şeydir. Disiplin deyince de, kendini üniversitede veya başka kurumlarda kabul ettirmiş, fon bulan, ekonominin içine katılan politik bir düzlem geliyor aklıma. Mesela 18.yüzyıl sonunda sosyal bilimlerin disiplin olarak kabul edilmesi için -ki bu üniversitede etkinliğini sürdürmek, çalışmaları için fon bulmak anlamında - Fen Bilimleri kadar kesin ve net bilgilere ulaşacaklarına/ulaştıklarına ikna etmeleri gerekmiş bilim camiasını, politikacıları filan. Devlet kurumuna şunu demişler, "biz sizin toplumları daha iyi yönetmenize katkı sağlayacağız çünkü biz şöyle şöyle ulaşıyoruz bilgiye vs." 


Bir disiplinin doğuşunun ya da sürmesinin ideoloji ve politika ile ilişkisi yakından olunca, haliyle ekonomi veya ifade özgürlüğü ile de öyle yakınlaşıyor.


Tam da bu yüzden belki disiplin içine girmiş ve disiplin olmamış biçimdeki sanatı birbirinden ayrı düşünmek gerekir kanımca. Belki yüceyi üreten türden sanat artık disiplinin içinde değildir! Kaldı ki, Avrupa' da artistic research (AS) denen bir sanat alanı bir akademiye girdi. Derdi epistemoloji gibi, daha çok. Bana öyle görünüyor. Daha çok incelemeliyim tabii. Sanatsal bir bilme biçimi arıyorlar ama tam olarak bir metodları yok. Metodu olmadığı için disiplin diyebilir miyim bilmiyorum. Yeni bir biçim olan böyle bir alan sanatsal yüceyi nereden üretecektir acaba?


Sanırım bu ve benzeri soru/nların tümünün deneyini hemen burada yaparak, hiç olmazsa kendimiz için veri toplayabilir veya neticeye varabiliriz: Şöyle ki; yazdıklarınızı, yazı (edebiyat) sanatı ile acaba bir sanat eserine dönüştürmemiz mümkün müdür? 

Yazarın istek ve bilincinin ötesinde bir ekip oluşturup kelime kelime, cümle cümle analiz eder ve diğer soru ve yanıtlarla bütünleştirebilirsek elimize bir sanat eseri geçmesi mümkündür. Pekiyi, nasıl ispat ederiz sorusunun yanıtı; şimdiye kadar TARAFLAR olan başlığın, metnin canlılığından ve katılım coşkunuzdan dolayı baskın olmasıyla AKLIN GÜCÜ DUYGUNUN COŞKUSU olarak değişmesi. Bunu biz, hemen burada yapabilirken araştırmasını yapmak isteyenlerin bu detayı bilmeleri zorunlu bir hal alır. Yani disipline ettiğimiz, öyle anladığımız sanatı "akademi bu şekliyle kabul ettiğinden değil de ZATEN öyle olduğu için" gerçeği herkes tarafından kabul edilir kanımca. Burada söz ve onay hakkı tümüyle eseri üreticinin olacağından, size aittir. Örnek çalışma için; VanGogh'un Mektupları ile adına akademi tarafından yazılan veya yazdırılan makalelerin onulmaz, yakıcı çelişkilerine bakılabilir. "VanGogh VanGogh olduğunu biliyor muydu, bilmiyor muydu" sorusu çok güzel bir sorudur. 


Erkan Yazargan
·26 Nisan 2017 Çarşamba
420. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 33)




İLK BÖLÜM:

En sevdiğiniz renk hangidir?


Aysel Doğan: Beyaz..

Hakan Dilek: Mavi çünkü derinlik...

Sema Bilgin: Siyah

Ragıp Taranç
: Kırmızı

Ayten Çıtlak: Beyaz...

Pınar Unal: Kırmızı

Şebnem Soyak: Kırmızı

Nur Sey
: Kırmızıydı ama artık çok açık lila

Erkan Yazargan: Kırmızılar önde gidiyor

Ebru Alpagut Narcı: Yeşil

Ç Tuba Alkan
: Mavi

Selin Gündüz: Siyah. Bana güçlü, sonsuz bir derinlik gibi geliyor.

Fatma Aras
: Yeşil

Zeynep Aksoy: Mor, çingene pembesi..

Alpay Pasinli: Beyaz, mavi

A Sinan Celebi: Tek renk sevmek mümkün mü acaba

Lara Çalık: Mavi

Sinan Onsun: CC33FF Magenta-fuşya

Hüseyin Peker: Kavuniçi (gün batımları ayindir benim için)

Semran Kara:
Mavi

Alev Başaran:
Masmavi

Barış Düzgöl: Bayanın esmeri, arabanın grisi, yazlığın beyazı, denizin mavisi, ormanın yeşili, bütün rekler....

Yilmaz Ulukapi: Çocukken bayramlarda hep gri ayakkabı aldırırım, hiç siyah ayakkabım yoktu, kapitalizmin dayattığı seçenekler, modayla eşdeğer renk alışkanlıkları da değişiyor ama iç mekanda duvar rengi halen çok çok açık gridir.

Öncelikli rengim, "açık mine" tavsiye ederim herkese, dinginlik ve huzur verir.

D Alice Schultz: Kıyafetlerimde siyah.

Yıllarca turuncu rengi en sevdiğim rengdi sonra fuşya oldu, bunlarda genelde aksessuar ya da resimlerimde severim kullanmayı.

İlter Ayata: Alaim-i sema...

Ömer Şenol: Mavi

Dilek Yılmaz:
Bütün renkleri seviyorum, desem

Tolga Siner: Mavi

Rahime Dizdaroğlu
: Mavi.

TCavit Kürnek
: Anneannem böyle durumlarda: 'Kim kiminle, deli de marifetiyle!' derdi!

Seda Turan:
Mor ve bisklette kırmızı ama en sevdiğim renk mor. Bazen de sarı, sonbahar yaptakları anımsatıyor.

Erkan Yazargan:
RENGİNİZİ BELLİ ETTİNİZ!

Suna Ozturk:
Eflatun.

İKİNCİ BÖLÜM:

En beğendiğiniz yerli tiyatro oyuncusu kimdir?

Sevtap Ergin
: Haluk Bilginer

Ozan Mustafa Türkoğlu:
Ahmet Çevik

Her rolün altından hakkıyla kalkabilen birisi. Levent Kırca'nın öğrencisi. Ayrıca Levent Kırca'nın elinden Behzat Budak Haki'nin efsane kavuğunu devralan kişi. Çok oyununu izledim ve bence bu işi çok iyi yapıyor. En iyisi demek istemem ancak benim için büyük bir idol

Nilufer Verdi: Genco Erkal

Canan Aydin: Bülent Emin Yarar.

İyi bir oyuncu. 


Timsah Daral: Ferhan Sensoy

Dilşad Tuncer:
Haluk Bilginer.

Disiplin, işinde ciddiyet...

Nesrin Dinler: Ayten Gökçer, Yıldız Kenter.

Atakan Coşkun: Erdal Beşikçıoğlu

"Kırk Altı" dizisine kadar bütün rolleri çok güzel yaşıyordu ama 46' dan sonra 46' daki karakterinde sabit kaldı televizyon ekranlarında. Tiyatrosunda gerçekten mükemmel. Bir çok oyuncunun canlandırdığı karakterin üstünde emâneten durduğunu düşünüyorum. Bunu Erdaş Beşikçioğlu' nda görmüyoruz. Alim Ozan: En babalar var da tek baba yok maalesef.

Edibe Birsöz:
Yıldıray Şahinler, Demet Akbağ

İlk "Çıkmaz Sokak Çocukları" oyununda izlemiştim onu yıllar önce Şehir Tiyatrolarında... Sonra zaten hiçbir oyununu kaçırmadım. Oyun çevirilerini (bir dilbilimci olarak) beğeniyorum, yönettiği oyunları da severek izledim. Tabi ki en az onun kadar sevdiğim başka oyuncular da var ama tek kişi yazmam gerekiyormuş gibi hissettim ve bir kadın bir erkek oyuncu ismi yazdım.

Reha Özcan mesela Ted Bundy'de muhteşem ötesi...

Yilmaz Ulukapi: Ali Çatalbaş

Seri ve akışkan bir oyunculuk, "saf salak ve kurnazın" çok iyi bir harmanı, üstüne başka biri yok bence...

Bilge Tanyol: Ayla Algan

Yıllar önce ailece Tarla Kuşu adlı bir oyuna gittik. Amerika' dan yeni gelmiş gencecik bir kadın Jean d'arc'ı oynuyordu. Büyülendim. O büyü hala sürüyor. Ayrıca tiyatrodan da oyunculuktan da biraz anladığımı farketmiş olduğunuzu sanıyorum

Lara Çalık: Şener Şen, Ayşen Gurunda.

Saadet Akdoğn:
Ferhan Şensoy, Genco Erkal

Sanatını iyi kötü ne olursa olsun icra edebilen, haksız durumda korkusuzca kimse için boyun eğmeden eleştirisini - tepkisini gösterebilen nadir aydın sanatçılardan birisidir. Yüreğini sanat için verdiği herdaim belli olduğunu düşünüyorum....

Serhat Gökkaya:
Genco Erkal

Özgür Kırkıllı: İlyas Salman...

Onur, direniş, emek, omurga ve Alkol...

Aytaç Yiğit: Ferhan Şensoy

Şah-ı Hayal
: Ferhan Şensoy

Tülay Eflatun
: Demet Akbağ

Tevfik Bilgen
: Böyle bir seçim yapmak çok zor. Belki de gerekir mi bir daha düşünmeli! O kadar çok yeni yetişen genç var ki. Doğru yaklaşım tiyatroyu sevmek, Türk Tiyatrosunu izlemek, genç nesli takip etmek olabilir.

Ahmet Aydın:
15 yaş altına sormak gerek. Onların hiç fikri yoktur. Unutturuldu tiyatro...

Safak Eyuboglu
: Yeşim Eyüboğlu ile Yaşar Nezih Eyüboğlu

Herkese tavsiye ediyorum kendi yazdıkları senaryo dışında kolay kolay olamadıklarından oyunlarına bilhassa gitmeniz gerekecek tabii.

Mehmet Inal
: Kadın olarak Sibel Gökçe. Erkek olarak ormanlardan hemen önceki gece ile Rıza Kocaoğlu.

Sibel Gökçe: :) Sesli güldüm ya!

Dalya Oskay
: Büyük aktör diyebileceğimiz son bir kaç kişiden, yeni nesilde aynı zamanda karizma da pek birinde yok.

Genco Erkal, "Bir Delinin Hatıra Defteri' nde" Marx' ı oynarken de aynı eşsiz oyunculuk ve sahne karizması ile beni etkiler.

Havva Ağral
: Oğuz Tunç ve Semih Sergen.

Husnu Baylav: Erdal Beşikçioğlu

Tuncay Yılmaz:
Gülriz Sururi, Yıldız Kenter, Sumru Yavrucuk..

Nesrin Nuhoğlu: gENCO eRKAL

Seda Turan:
Demet Akbağ ve Müjdat Gezen, Haluk Bilginer

Tolga Siner:
Sibel Ağalday

Hurish Krks
: Gülriz Sururi

Seçkin Yasar:
Halûk Bilginer...

Bahar Temiz: Taner Birsel

S Hakan Koca
: Yasar Nezih Eyuboglu ve Yesim Eyuboglu kardeşler.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:

En beğendiğiniz yabancı film yönetmeni kimdir?


Sevtap Ergin: Jean-Pierre Jeunet, Marc Caro

Pınar Unal:
Amelia. En sevdıgım

Sevtap Ergin:
Şarküteri bence Amelie'den bile güzel

Oytun Idil: Şarküteri ve "Kayıp Çocuklar Adası" yeter de artar... Hele Alien Resurrection' ı J.P. Jeunet çekti ya, benim için rüya filmdir. En az 50 kere izlemişimdir...

Pınar Unal:
Jean Pierre Jeunet - Amelia

Ozan Mustafa Türkoğlu:
Christophe Barratier

Koro filmi hayatımı çok etkileyen bir filmdi. Başka filmlerde de o tadı alamadım. "Düğmeler Savaşı" filmi de vardı. "Microkosmos" belgeselinin de yapımcısıydı. Besteci Bruno Coulais ile güzel bir ekipler.

Hüseyin Peker:
Michel Angelo Antonioni. (Emir Kusturica), Nuri Bilge Ceylan

Timsah Daral:
David Lynch

Ercan Ozturk:
Meksikalı olsun çamurdan olsun: Alejandro Gonzalez İnarritu..

Aysel Koç
: Sergio Leone -

"İyi, Kötü, Çirkin", Bir Avuç Dolar, Bir zamanlar Amerika, Benim Adım Hiçkimse

Emre Görkey
: Tarantino, Client Easwood,

Ayrıca bu kadar aza indirgeyemeyiz daha çok değerli yönetmenler var örneğin bana göre Slyvester Stallone' de çok iyi bir yönetmendir her ne kadar oyuncu olarak anılmak istesede... Ona sadece oyuncu /aktör diyemeyiz çünkü üreten biridir.

Bilge Tanyol
: Tornatore

Saadet Akdoğn
: Tim Burton

Özgür Kırkıllı:
Tarantino...

Cem Kenar
: Lars von Trier

- Dogville, Antichrist, Nemfomanyak, Krallık, Monderlay, Dalgaları aşmak Seda Turan: Tim Burton, Tarantino Alice in Wunderland, Trough The Glass ve Bitlejuice filmleri öncelikle favorim... Sertaç Ürer: David Lynch

Ragıp Taranç:
Bertolluci, Fellini, Theodoros Angelopoulos

Ali Erden: Godard, Tarkovski, Kubrick

Orcun Ilter:
Stanley Kubrick

Seda Turan: Evet, Stanley Kubrik. Otomatik Portakal adlı filmi çok seviyorum ve Vampir ile Görüşme... Ama beni asıl etkileyen film hangisi diye sorarsanız, "Merhaba Dünyalı" John Cusack filmi ve Sensiz Olmaz, Serendipity adlı filmni çok seviyorum. "A Fault İn Our Sars" adlı film leri çok seviyorum. Ve "Girl İnterreputed" adlı film bir de... Robin Williams nın Jack adlı film ve sondaki konuşmassında her izlediğimde ağlıyorum. Robin Williams öldüğü günde o filmni izleyip ağlamıştım ve çok üzülmüştüm: Jack, en iyi film bence.

Tolga Siner
: Stanley Kubrick

Seçkin Yasar: Antonioni, Pasolini, Truffaut, Kieslowski.

Eyüp Yüksel: Zoltan Fabri..
 
sponsored by: (ArtCRİTİCS)


FUNDA BİRSEN İLE


Kendimi tanımlarken Murathan Mungan' ın dizesi gelir aklıma: "Tanımadığın insanları tanımak arzusuyla dolmalısın, işte bu benim" . 1969 doğumlu, Maraş' ta yaşayan bir mimarım. Kardeşim de inşaat mühendisi. Kendimize ait ofisimizde bildiğimizin en iyisini yapma çabasıyla hayatın koşturmacası içindeyiz. İşimizi doğru yaptığımızı herkes söylüyor ama para kazanma konusunda pek başarılı değiliz Belki de paraya kıymet vermediğimizden oluyor bu yada kısmetimiz bu kadar, çok şey söylenebilir bu konuda...


Edebiyata ve şiire olan merakım nasıl oldu bilmiyorum ama kendimi bildim bileli var. Arkadaşlarım Cin Ali okurken, Kemalettin Tuğcu okurdum. İlkokul 3' te Öalıkuşu ve diğer klasiklerin bazısının okumaya başladım ama 5. sınıfta Han Duvarları şiiriyle karşılaştım ve sarsıcı sonuç, beni şiire kaydıran, Reşat Nuri' nin kocaman bir romanda anlattığı Anadolu' yu bir şiirle anlatıyordu Faruk Nafiz. İşte o günden sonra şiir hep oldu hayatımda. Şairler  ve tabii kitaplar da...


Mimarlık okumak biraz daha fazla detaya takılmayı öğretti bana, detaylara bakmakta hayattaki küçük mucizeleri görmeyi ve görebildiğin hernşeye şükretmeyi. Şu an nasıl toparlayacağımı bilemedim şiire ve güzel benzetmelere, tasvirlere olan sevgimi ama 2010' Nisanında bana şiiri neden sevdiğini anlatan bir şairle tanıştım: 

"Sevin karşına şair çıkarsa uğur getirir

Şair dervişin kardeşidir

Rüzgara vermiştir ikisi de hikayelerini" diyen mustafa yürekli.


İşte bu dizelerden sonra dervişe benzeyen şairleri ve şiiri neden sevdiğimi biliyorum artık. Rüzgara verilmiş hikayeler heyecanlandırıyor beni. Hayata hep güzel tarafından bakmayı öğrendim, güzel mısralar okuyarak. Güzel mısralar yazmaya hiç çalışmadım çünkü o kadar çarpıcı söylenmiş şiirler var ki üstüne çıkmak hayli zor bence. Vasatı söylemeye de gerek yok zaten ama ayrıntıları, bir şiirdeki duyguyu anlamak mutlulukların en güzeli hele etrafında bunu yaşayabileceğin dostların varsa. Arkadaşlarım sosyal medyaya ne yazdı bugün diye merakla giriyorlarsa daha ne isterim. Bakış açısını verene ve bunları bana yaşatıp hissettirene binlerce şükür...


Şiir o kadar, öndeki şiirden adama aşık olma hayallerim devam ediyor hala Çok ta kolay olmadığı için şiirden adam bulmak. Henüz evli değilim ama her daim aşık biriyim; aşka aşık, yaradana aşık, yaradılana aşık… Böyle olunca sanatın her dalıyla ilgileniyorum. Çok güzel olmayan sesimle her daim bir şeyler söylerim. Yedi yaşımdan beri TRT Radyoları dinlediğim için sanat müziği repertuarım hayli geniştir, ne çalsa eşlik ederim, yeter ki ruhuma hitap etsin.


Mimarlığın hayatıma kattığı değerlerle bir kaç yıl tezhip ve minyatür kursuna gittim. Bir müzehhibe olamadım fakat artık işin tekniğini biliyorum ve camilerimizdeki süslemeleri yapmanın ne kadar zor olduğunu ki bunu anlamaktı zaten kursa gitme amacım. Geçen yılda ebru kursuna giderek su üstüne yazı yazabilmenin tadına baktım.  Sinema ve tiyatro seviyorum. Maraş' ta Devlet Tiyatrosu var. Her hafta yeni bir oyun geliyor, yerleşik sahne olmadığından. Oh ne ala yeni insanlar yeni dünyalar. Sinema konusu daha uzun. En favori iki filmimi söyleyim; Selvi Boylum Al Yazmalım, Mutluluk. Bi de, şunu söyleyeyim büyüyünce film çekecem inşallah  


Maraş Fotoğraf ve Sinema Sanatı Derneği' nde Yönetim Kurulu Üyesiyim. Her ay yeni bir fotoğrafçıyla tanışıyoruz, geziler yapıyoruz ve tabiii fotoğraf çekiyoruz. An'ı yakalamanın mutluluğu yansıyor hayatıma. Ne bulsam çekebilirim. Şubat sonunda badem çiçeklerini çekerim, ardından Maraş' ta açan erguvanları çekerim. Belki kısmet olur Mayısta boğazda erguvan çekerim yada boğazda erguvan olurum kimbilir...


Bu deli kız sizin bayağı vaktinizi aldı inşallah sıkmadım sizi. Allah' ım sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, mutlu, şiir dolu bir hayat nasip etsin, Rabbimin selamı üzerinize olsun, sevgiyle, muhabbetle…


Sanat evrenine girdiğinizde yaşantınızın nasıl değiştiğinden bahsetmek ister misiniz; mimarlık da eskiden bir sanat dalı kabul edilir, mimarlara sanatçı muamelesi yapılırdı. Bu evrenin farkı nedir, diğerlerine de bu evrende yaşamayı önerir misiniz?

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol