DİYALOG MÜZESİ

SANAT ATÖLYELERİ




TUĞBA AKSAZMENER İLE

1067. DİYALOG: GÜZEL SANATLARIN MİMARI


Sanat, bireyin ruhunu iyileştirerek düşünce derinliği ile zihnin açılmasını sağlamak, iradeyi oluşturmak, kültür, adalet, bilim, tarih konularında diyalektik kurmasını sağlar. Asaletli medeniyet kurmak, evrenselliğe giden yolu oluşturmak için araçtır. Renklerin dünyasında mevsimleri keşfetmek yaşamın güzelliklerine tutunmaktır. Düşünenler için hayatın  hep fazlasını yaratmaktır. Bütün bu zihinsel çabalarla anıları oluşturmak bu anıların hayatboyu kendisine yoldaşlık ettiğine şahit olmaktır.

   

Günümüz sanatı İtalya’dan başlayan Avrupa’da yayılan Rönesans hareketi ile dini otoriteden kurtulup yeni akımların (empresyonizm, fovizm, kübizm, gerçeküstücülük, avangart) doğmasına neden olmuştur.


Sanatçı her çağda yaşadığı çağın sanatçısı olarak eserler ortaya çıkarır. Bu nedenle çağdaş sanatın yaratıcısıdır. Her sanatçı toplumsal olaylar, bilimsel, teknolojik, politik etkilerden hayatta kalmak, geçimini sağlamak, üretmek  mücadelesinde gözlem ve idrak yoluyla dünyasını sergiler, yön verir yapıtlarında. Bu nedenle çağının sanatçısı çağdaş sanatın imgesidir. Ülkemizde sanat; sanat eserleri bir ülkenin düşünce hayatının, kültürel birikiminin sonucu olarak ortaya çıkar. Ülkemizde sanatçı ise; mücadele, acı, mutluluk, reddedilmiş, kabulden geçer.


Toplum olarak algılama ve yorumlarımız atgözlükleri ile gerçekleşmekte, kültürün düşüklüğü sanatı gereksiz kılmaktadır. Eğitimde sanata yer verilmeyişi velilerin de sanata  “boş” olarak bakışı, çocuk çok arzu etse de karşı çıkılmasına neden oluyor. Bu nedenle hayal dünyasının genişliği, yaratıcılık engellenmiş oluyor. Yaratıcılığın engellenmesi ülkenin ileri gidişini zincirleme olarak ortadan kaldırıyor. Bu yolu seçmiş sanatçılarımız ise sansüre takılıp eleştirilerle linç ediliyor. Gelir düzeyleri nedeniyle sanatsal malzemeler ve aktiviteler topluma pahalı geliyor. Girişimin eksiği de bu fiyatları yukarı çekiyor.


Belediyelerimiz toplumunu  ileri seviyeye taşımak için ki, bu çok güzel taktire şayan bir olgu, sanatçıları gönüllülük adı altında bünyesine alarak topluma  hizmet veriyor. Bu noktada devletin sanatçıya sahip çıkması gerekiyor. Devlet sanata, sanatçısına sahip çıksa belediyeler, sınırları içindeki sanatçıları bir çatı altında toplarsalar, sanatçılar öyle güzellikler yaratır ki ama ne devletimiz sahip çıkıyor ne de belediyeler tüm sanatçısını bir çatı altında toplayabilir. Bu nedenle yıllar  yıllar önce Sanat Bakanlığı kurulması gerektiğini düşünüyorum. İngiltere iki yıl önce Yalnızlık Bakanlığı kurmuş bizde sanatın bakanlığı yok, çok üzücü.

Biz bir grup, Sanat Bakanlığı kurulması  için atılımda bulunmak istedik. Ülkemde ki tüm sanatçılarla bu isteğimizi dile getirmek için bir sergi oluşturalım sesimizi duyuralım dedik. Kimi şehirdeki arkadaşlar biz buradakileri oluştururuz derken kimi akademisyenlerde “otur oturduğun yerde, sen bak kendi yaşamına” dediler. Onlar da sanıyorum bu ülkede torpil, zengin  aileye sahipsen söz hakkına sahipsin, arkanda siyasi gücün varsa, arkanı dayayacağın amcan - dayın varsa bir yerlere geliniyor ya bu nedenle desteklemediler. Biz de dernek oluşturalım dedik pürüzler çıktı ve kaldı. Ülkemde ki ünlü sanatçılarımıza her zaman içerlemişimdir. Genç sanatçılarımızın gelecek sanat yaşamları, ülkemiz sanatı  için katkıda bulunalım demediler, demiyorlar da..!  


Ülkemin rönesansa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum hatta geç bile kalındı.

   

Sanatın İçinde ben; klişe bir söz ama küçük yaşta kendimin ve çevremin farkında olmasına rağmen babamızı bebeklikte kaybedip, öğretmen annemin üç çocuğunun yaşam mücadelesine ortak oluşumuz ve arzularımızı bir kenara itişimiz gerçeğini yaşadık. İki çocuk annesiyken içimde kalan duygumu gerçekşeştirmek için akademi sınavlarına girdim. MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesini kazandım ve çok haz alarak okudum. Mezuniyetimle Milli Eğitimde bir yıl öğretmenlik yaptım ve Büyükçekmece Belediyesinde sanatçı olarak görev aldım. Belediye Başkanımız Dr. Hasan Akgün halkını ileri seviyeye taşımak için ardı arkası kesilmeyen sanat kursları, etkinlikleri düzenliyorum. Uzun yıllar gönüllü hocalık yaptım. Taa ki Büyükçekmece Belediyesi olarak Guinnes rekoru kırdırana kadar. Dört buçuk ay gece gündüz Büyükçekmece halkına, Büyükçekmece konulu resim yaptırarak dünyanın en uzun resim sergisini  oluşturduk ekipce ve rekoru kırdık. Bizim için yorgunlukların ardından büyük mutluluktu. Başkanımız ödül olarak koyu ve gölü gören büyük bir arazi içindeki binayı bize çalışmalarımız için tahsis etti. Alamara Sanatı kurdum orada. Seramik, resim, heykel, mozaik, moda ve vitray dersleri veriyorduk. Amacımız daima sanatçılar yetiştiren sanatçıları yetiştirmek. Dört yıl önce ailemin isteği ile Ayvalık’a yerleştim Gaea Arts’ı kurdum. Ayvalık Belediyesinde resim ve seramik eğitmenliğime devam ediyorum. 


Sanatçı olabilmek için aşılması zor bir elemeden geçerek girilen akademide iyi bir eğitim alarak mezun oluyorsunuz. Daha sonrası atölye ortamında deneme ve yanılma sürecini yaşayarak sanata hazır bir olgunluğa erişmiş oluyorsunuz. Devlet, devlet okulu ve belediye kapsamında gayet verimli bir çalışma sergiliyorsunuz. Yalnız siz sisteminizi görev yaptığınız kurama göre hazırlamak, kurumun kabul edeceği eserleri yaratmak,kurumun vereceği zamanlama da uygulamak zorundasınız.


Sanatçı eserlerini yaratırken kendini özgür hissetmek ister. Kısıtlamalar sanatçıyı olumsuz etkiler. Başta bunun sıkıntılarını yaşıyorsunuz ama sanat aşkı sayesinde herşeyin üstesinden geliyorsunuz. Örneğin festival hazırlıkları kapsamında duvar resimleri yapıyorsunuz önerdikleri duvarlara herşey çok güzel ertesi yıl üzerini kapatıp yeni temaya uygun resim çalışıyorsunuz. Eserler insanın çocuğu gibi bir boyayla kapatılmasına kıyamıyorsunuz. Maalesef sistem bu.


Atölyeniz varsa özgürsünüz. Özgürlünüz derhal yansır çalışmalara. Ama şu bir gerçek ki sanatın içinde disiplin vardır. Her branş ayrı disipline sahiptir. Birkaç branşta çalışma sergiliyorsanız disiplinler arası seyehat etmiş olursunuz. Son yıllarda, her yörede belediye ve halkeğitimlerin  uyguladığı kurslar tercih edilmektedir halk tarafından çünkü ücretsizdir kurslar, vatandaş hem hoşça vakit geçirmek hem bir şeyler öğrenmek hem arkadaş ortamında hasbihal etmek için en önemlisi de maddiyatını düşünmek zorundadır ve bu kurum kurslarını tercih eder. Halkeğitimler, hocalarına belli miktar ders saatine ücret öder. Belediyelerde yoktur. Kısacası atölyesi olan sanatçılara, sadece idealist olarak sanata gönül verenler başvurur. Söylemeden edemiyeceğim. Devletin halkına verdiği çok iyi bir hizmetken sanatçısına vurduğu darbedir bu. Tekrar dile getiriyorum Sanat Bakanlığı kurularak sanatçı koruma altına alınmalıdır. 


Erzurum denince zihninizde  canlananları anlatır mısınız?


Uçakta  her göründüğünde gözlerimden yaşların süzüldüğü yerdir Erzurum. Doğduğum on aylıkken ebetiyete uğurladığımız..! Mis gibi bir hava, dadaşlar diyarı. Dadaşı “yiğit, mert” diye adlandırırız. İncelediğimde kendimin bile şaşkınlık geçirdiğim tanımlamayla karşılaştım. Çağ kebabı tadanların unutamayacakları lezzet. Kadayıf dolması (ben de arasıra yaparım). Son gittiğimde taksiciyle sohbet ettim. "İş alanı yok, çocuk çoluk çok zordayız abla” dedi. İş alanı oluşturmak lazım. Tamam kayak merkezi bir hareket kazandırmış ama herkese dokunamıyor demekki. Aslında Erzurumlu işadamları çok yatırım yapmaları veya önayak olmaları gerekir diye düşünüyorum.


Sanat - kültür bağını derinlemesine incelediğimizde Atatürk'ün "on beş bin yıllık bir mirasın mirasçılarıyız" sözünden ne anlamalıyız, kültürsüz sanat olabilir mi?


Ülkemizin sınırları dünyada çok büyük bir alana sahipken ulemalık, ayetlerle kalıplaşmış kurallar nedeniyle çökmeye maruz kalmış bir ülkeyi devralmış, sosyal ve hukuki hayatı inceleyerek, ilim ve aklı kullanarak geleceğe taviz vermeden aşmak zorunluluğunun bilincinde,  halkını inkilaplarla yüksek seviyelere çıkartıp ilerlemesini sağlamış ve kendisinden sonra çağdaş Türkiye’yi Türk halkına emanet etmiş miras olarak bırakmıştır.


Kültürsüz sanat olamaz. Kültür bir ülkenin düşünce, anene, yaşam şeklini ifade eder. Sanatçı yaşadığı ülkenin kültürünü dünya kültürlerini de gözlemleyerek idraklerini ve hislerini, sanatın hangi branşı olursa olsun eserlerine yansıtır ve bunu sanat yoluyla ülkesine de öğretir.


Atatürk, genç yaşta edebiyata duyduğu ilgi  ile şairleri biraraya toparlamıştır. Resim, heykel, sahne sanatları, mimarlık gibi bütün sanat dalları ile ilgilenmiştir. Atatürk’ün en büyük hizmeti medeniyeti gelecek nesillere taşıyacak sanatçıların yetişmesi için Cumhuriyetin kuruluşu ile Güzel Sanatların bazı dallarında imkansızlaşmayı sağlayan engel ve yasakları ortadan kaldırmış Güzel Sanatların yolunu açmıştır. 


Minnet ve saygıyla anıyorum.



373. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 18)


Sizce sanat atölyelerinin standartları ne olmalı, gençlerimizi geleceğe hazırlayabiliyor muyuz, neden? (ArtCRITICS)


Dilek Çokcan Temur
: Sayıları çok az. Öncelikli olarak "sanat alanında küçümsenmeyecek oranda sanatçı yetiştiren" bir şehirde - İzmir de yaşıyorum. Kaç tane sanat Atölyesi var?

Gençlerimizi geleceğe hazırlayabiliyor muyuz sorusuna cevaben; kalifiye ve gerçekten çok yönlü eğitici azlığı bir diğer sorun, kanımca. Ve tabi gerek devlet gerekse özel sektör teşviklerinin olmayışı... Standart, gerçekten iyi eğitimci ve yetenek vaad eden gençler olmalı.

Atölyeler daha dayatmasız o nedenle yaratıcılığın önünde ket olmaz... Çok iyi eğitim veren okullarımız olsa da yetenekli çocuklarımız gözden kaçabiliyor ve sonra onlar da küsebiliyorlar. Atölye zannımca yakından ilgilenmek ve daha özgür ortam gibi imkanlar sağlamalı...

Oyunculuk, sinema, resim gibi bölümlerde eğitim alan insanın önüne YÖK' ün dayattığı vize, final, bitirme tezi v.s. şeyler konularak en baştan yapmak istediklerimin önüne set çekiliyor zaten. Vize, final çalışacağıma -tırnak içinde, ne demekse bunlar...

Resim yaparım, film çekerim, fotograf çekerim veya yapmalıdırlar.

Erkan Yazargan: Sistem bilgisiyle ilgili bir soru olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle teori kalabalığından tümüyle arındırılmış tümüyle pratiğe yönelik işleyiş çevresinde kurulmalıdırlar ve bizim önerimiz çoklu atölyelerdir yani en az dört dal'ı ihtiva edebilecek genişlikte bir perspektif geliştirilmelidir.

Gençlerimizi herkes bir şeylere hazırlıyor fakat o kadar fazla çaba gözlemliyoruz ki karmaşa hakim oluyor ve başarı oranları düşüyor. Bir diğer sorun da devletçi yaklaşımlardır ki "hangi devlet kurumundan ne kadar teşvik kapabiliriz" ile başlayan atölyeler hele ki sanat'a dair ise başarısızlığa mahkumdur bize göre. Usta öğretici / öğreticilerin öncelikle atölye fikrini özümsemiş, üretimin değerini kavramış, özverili, teknolojileri takip edebilen, esnek yönelimlere sahip, titiz çalışan, anlık değerlendirmeleri güçlü sistem bilgileri eksiksiz olmalıdır ki faydalı olabilsinler.

Bu tür çabalar yangın alevi gibi toplumda hareket kazanma kabiliyeti yüksek çabalardır, görerek / özenerek gelişirler özellikle bizimki gibi toplumlarda. En tepede veri değerlendirmelerini detaylı yapabilenlerin yönlendirme güçleri artacaktır.

Sistem = Girdi > İşlem > Ürün < Denetim

Sevgi ile...
 
Süheyla Çaglayan: Gençlerimizi sanat alanında geleceğe iyi hazırlayamıyoruz malesef. Yurtdışında birçok sanat galerisi, katedral, galeri geziyorum.

İlkokuldaki öğrencileri galerilerde görüyorum. Yurtdışında sanat ve sanat etkinliklerine çok önem veriliyor. Aynı zamanda özel okulda bir eğitimci olarak derslerine girdim. Burada kalıplaşmış, öğrenciyi düşündürmeyen programlar konulmuş. Okullardaki müfredat daha araştırmaya, gezip görmeye yönelik olmalı. Sanat sosyalleşmeyi içeren bir aktividir. Gördüğümüz şeyleri unutmayız.

Türkiyemizde sanatçıya hiç değer verilmiyor malesef. Resim, müzik, tiyatro, sinema alanlarına ilgi çok az. Örneğin oyunculuk; Türkiyenin %90'ı oyuncu olmak istiyor sanki. Ekranda görünmek arzusu. Aralarında her meslek grubu mevcut. Oyunculuk atölyelerinin durumu berbat. Nedeni, liseyi bitiren herkesi oyunculuk atölyesine alıyorlar. Bu çok yanlış bir uygulama.

Öncelikle üniversite eğitimi -en az dört yıllık bir üniversite eğitimi şart olmalı. Kaliteli eğitim veren yerler de var. Eğitimleri uzun süreli ve sana söylüyorlar, "senden oyuncu olur mu, olmaz mı". Diğer atölyelerin çoğu ticaret yapıyor, duygu sömürüsü alanları... Piyasa oyuncu değil kadın, kız tavlama sektörüne dönüşmüş şekilde... "rezâlet" tek kelimeyle.

Genç kızlar -16, 17, 18 yaşlarında kandırılmaya çok müsaitler. Dört yıllık üniversite eğitimini bu yüzden ısrarla öneriyorum. Boş insanlarla doğru düzgün insanlar çalışmaz, örneğin ben akademi mezunu birisi olarak çalışmam... Piyasa yalan dolan üzerine kurulu. Çok az sayıda insan sadece işini yapıyor düzgün biçimiyle.

Şu an Türkiye ekonomisi çok kötü ve yansımaları çoktan başladı bile. Önümüzdeki ayı göremiyoruz. Ekonomi tüm sektörlere yansıyor. Sinema filmi çekmek için bütçe gerek, en az 2.000 başvuru oluyor. İlk dönem sadece ilk 3 uzun metraja Kültür Bakanlığı bütçe veriyor. Yapımcıların hiçbirisinde para yok. Yurtdışından ortak yapımcı bulmak zorunda kalıyorlar. Oysa yurtdışında sistem daha farklı.

Yurtdışında herkes kendi işini yapar. Yönetmen yardımcısı sadece yönetmen yardımcısı olarak çalışır. Bizde herkes her işi biliyor! "ben de yaparım" modundalar

Mesleki tanımlar oturmamış. Kaliteli işler çıkmıyor. Çıksa da çok az. Eğitim yok... En büyük sorun eğitimsizlik. Şuan sektörde dolandırıcı çok fazla. Alt yapı yok... İyi senaryo çıkmıyor. Nedeni; sinema tarihini, sanat tarihini bilmemeleri. Film analizlerini bilmiyorlar. Bu nedenle çekilen filmler çöp oluyor.

Kültürsüzlük, eğitimsizlik çok fazla... Buradan iyi film çıkmaz, çıksa da çok az. Sinemaya gitmiyorlar, festivallere gitmiyorlar senarist yönetmenlerin çoğu masabaşından ezbere kopya yapıp pazarlamaya çalışıyorlar.

Aleyna Tuana: Öncelikle yeterli Sanat Atölyelerimizin olup olmadığına bakmak lazım... Ki üzülerek belirtmeliyim ki, sayısı oldukça az ve yetersiz. Ekipmanlar ve o yolda kendisini İSTEKLE yetiştirecek yeni yetenekler gerekli.

Sanata yönlendirme yurt dışında çok daha farklı, ilkokulda başlıyor yönlendirmeler. Öğrenci daha çok hangi dala meyilli, küçük yaşta belirleniyor, hangi bölümde devam edeceği...

Yurdumuzda bakıyorum, hiç alakası olmayan öğrenciler alakasız bölümlerde okuyor. Kaldı ki güzel sanatlar, ince ruh ve yaratıcılık istiyor. Şimdiki gençlerde para kazanma hırsı ağır basıyor. Yanlış yönlendiriliyorlar, maalesef. Yetenek avcılarının olması lazım genel olarak, buna medya dahil. Yeni yüzler, yeni yetenekler, kendiliğinden sanata bir şeyler katacak taze kanlar... Her şey dört dörtlükte olsa, sanat atölyeleri kusursuz olsa da onların içerisinde layığıyla gerçek anlamda SANAT icraa edebilecek yetenekleri keşfetmek lazım önce.

Sonrada ALAN RAZI VEREN RAZI mantığı ile çok güzel çalışmaların ortaya çıkabileceği kanısındayım. Geçit olayı yani bu konuda ailelere de çok iş düşüyor. Aynı şekilde öğretmenlere...

TC Ugur Keleş: Amatörler için Sanat atölyeleri; kapitalist bir düzen içinde herkes parasına bakıyor, sanat anlamında bir şey verildiğini düşünmüyorum. Odun marangozda işlenecektir ama bakıyorsun dans, tiyatro, resim atölyeleri var, hepsinde bir para gerçeği... yeteneklere bakılmaksızın. Böyle görüyorum.

Profesyonel de ise bildiklerimizi temcit pilavı gibi sunulması dünyadan bî haber sunumlar diye değerlendiriyorum, "acaba haksızlıkmış ediyorum" diye düşündüm. Ben burda böyle görüyorum Örneğin böyle bir çalışmaya katılmıştım, basit bir sınav yapayım dedim beni işten çıkardılar.

Bana göre; hikaye, "doktor olmak isteyenler var onlara kurs açılmıyor" mesela ilk yardım kursları bile belli bir standart istiyor. Bir kere sanatı amatörce yapacak kişilerin gerçekten yapabilirliği, yeteneğindeki yatkınlığı bakımından örneğin bale çalışmasına çocuklar alınıyor ama iskelet, kas yapısına bakılmıyor.

Ne o? Kızımız bale öğreniyor. Çocuğun canı yanıyor kimsenin umurunda bile değil ve tam dersler bitmeden parmak ucunda durmayı öğretiyorlar. Bu ve buna benzer bir sürü yanlışlıklar sistemi. Bunlar sanat okullarının yapması gereken işler. Eskiden yarızamanlı dersler vardı. Hatanın kaynağı, "kısa yoldan fırıldak yap, para kazan" sistemi. Özellerde alacakları sanat sevgileri, yetenekleri, becerileri, farkındalıkları suretiyle alınmalı.

Devlet - özel diye ayırmıyorum sanat özeldir herkes beceremez. Bu işi yapacaklar para için mi yoksa sanata bir şey katmak için mi yapacaklarını iyi belirlemeli.
 
Pervin Bozan: Ben eğitimimi üniversitede aldım. Bir kez öykü geliştirme atölyesine gittim sadece...

Tek bir eğitmen yani sohbet gibi bir çalışma ortamı oldu. Sanat atölyeleri derken kasdedilen ne bilmiyorum. Resim mi, fotoğraf mı, sinema mı?

Atölyelerde yaratıcılık desteklenmeli tek bildiğim bu ve yerel, ulusal ayrımı olmalı. Ulusal sanat anlayışı tamam da yerel anlayışı da es geçmemek lazım. Özenti olmak için üretenler var...

Atölyelere biraz da lüks karışıyor, bunu da söylemek lazım "hayat zor, hayallere ulaşmak için kendini kendi kendine geliştirmek zorunda kalıyorsun".


Cihan Ayhan
: Sanat atölyelerinde gerekli fizibilite koşullarının dışında, öğrencilerin istek ve arzularını köreltmeden, onların hayal güçlerine yeni hayaller eklemesine katkıda bulunacak eğitmenlerin yer alması gerekmektedir. Çünkü eğitmenler bu işin mihenk taşıdırlar. Eğer öğrencilere(sanatçı adaylarına) yanlış bir eğitim yolu gösterirlerse ve şevklerini kırarlarsa zaten ülkenin gidişatından dolayı sanattan ve ideallerinden de uzaklaştırmış olacaklardır. Tabi aileler de çok önemli! misal benim ailem, ticaret lisesine gitmemi sağladılar ve mezun olduktan sonra bankacı oldum.

Dört yıllık banka kariyerim hayatımın en kötü dönemi olmuştu. Eğer en baştan ailem sanat yolunda beni yönlendirmiş olsa belki şuan sanatçı kimliğimle daha farklı bir yerde olurdum... Bu yüzden ailelerin erişemediği, yönlendiremediği kişilere de küçük yaşta ulaşmak gerekmektedir.


Nur Türk
: Atölyelerin bulunduğu semtlere ve dersi veren öğretmenin meşhurluğuna göre hizmet anlayışı değişmekte olup, arz talep şeklinde hizmet verilmektedir.

Şayet güzel sanatlara ve yetenek sınavlarına hazırlık kursu verilecekse uzun süreli ve akademik bir çalışma yapılmalı, eğer öğrencinin alt yapısı varsa ve çalışmalarını severek , isteyerek yapıyorsa geleceğini kendisi hazırlar.

Hilal Güler: Bence sanat atölyelerinin genel bir standardı olmamalı. Her atölye kendi standartlarını ve amaçlarını belirlemeli.

Okullarda ise eğitmeye çalışmak yerine kişinin kendi kapasitesini ve eğilimlerini ön plana çıkaran, bireyci bir yaklaşım benimsenmeli.

Niyazi Toptoprak: Sanat atölyesinden kasıt nedir bilemiyorum. Uzun seneler boyunca, küçücük bir evin daracık bir köşesinde resim yaptım. Yatağımda bağdaş kurarak da... Çoğumuz öyleyizdir.

Sanat konusunda geleceğe hazırlanmak bir gencin ancak kendisinin yapabileceği bir şeydir. Kimi için dünyanın en kaliteli boyaları bir işe yaramaz da kimi bir kömür parçası ile sanatın kapısını ardına kadar açabilir kendine.

TC F. Didem Genc: Gençlerimizi geleceğe hazırlayabildigimizi düşünmüyorum. Her tarafta, her konuda özellikle sanatta düşüncelerin ifadesinde korkarak hareket ediyoruz. Kısıtlamalar var. "O yanlış bu doğru" deniyor ve onların doğrularına uymayan olursa anarşist oluyor...

Sanatta politika olmaz.

Korkmadan cesur hareketler, tavırlar sergilenmeli, bedeline katlanabilmeli, cesur olmalı yürekler.


Yigit Yazici
ı: Her atölye birbirinden cok farklı. Standart deyince aklıma gelen tek şey yangın merdiveni ve ışığın güzel alındığı bir yer olması geliyor. Specific bir konu varsa memnuniyetle yanıtlayayım.

Her ressam bir dünya.... Yöntemler ve alışkanlıklar farklı. Belki suyun konduğu yer, resme bakılacak ayrı bir mekan olmadı ya da mekanın yükseklikleri ve resimlerin dışarı çıkabilmesi bir konu olabilir. Her sanatçının tercihi farklı oluşacaktır.

Ben, sentetik boyalar kullanmam, kokar ve başağrısı yapar, sesin kısılmasına sebep olur, sarhoş edebilir. Ben, su bazlı boyaları tercih ederim MESELA. Fransa'da bir boya fabrikası sentetik hiç bir maddeyi su giderinden göndermiyor. Özel atık bidonlarına atıyorlar. Doğaya karışmasın ve doğayı kirletmesin diye.

Bunların tümü birer örnek...
 
Nilgun Turkcan: Benim uzmanlığım daha çok sanatların terapi ile ilişkisi noktasında. O yüzden sorduğunuz sorunun pek cevabını bilemiyorum. Bir sanat eğitimcisi size bu konuda daha çok yardımcı olabilir.

Atölye derken ne kasdettiğinize bağlı. Ben, psikoterapi uyguluyorum; müziği, dansı, dramayı kullanarak. Örneğin bu hafta sonu atölye çalışması yapıyorum, klinik psikologlara... amaç "travmada sanat terapisinin kullanımı" ama sanatçıların atölyeleri ile alakası yok bunun.

Birinde amaç sanat yaramakken diğerinde tümüyle terapi...

Serap Topal: ...O zaman dediğime çıkar "sanat atölyesi olmaz", kendi çalışma alanı olur. Eğer öyle olmasaydı yüreği gerçekten de resimle veya üretmekle atan insanlara (diğerlerine )kapılarını açarlardı... Onlar sanatçıların kendi çalışma alanı diye düşünüyorum.

Sanat atölyeleri diye bir şey olmalı önce...

İçten, yürekten, köklerin evrene bağlı ise kendiliğinden her türlü aktarım gelir


M Berra Bülbül
: Üzülerek söylüyorum ki: "Kimi okullarda sanat atölyesinde öğrencilerin çalışma imkanları çok kısıtlı.

Bazı hocalar malesef kendi atölyesi - kendi özel odası şeklinde bu sınıfları kullandıklarından öğrenciye rahat çalışma ortamı bulunmamaktadır. Kimi kapılar da kilitli kalmaktadır. Anahtarı hocayı bulabilirsen yakala ve al bakalım! Onun dışında çalışma imkanı bulunan atölyelerde belli standartlar yakalanmış fakat bu da öğrenci ve atölye hocasının gayretleriyle gerçekleşmiştir.

Eğer sanat fakültesi olarak işleyecek bir bina önceden belirlendiyse sınıf ortamı da buna göre tasarlanmalıdır. Yeterli ışık alan odalar...

Resim, gravür, serigrafi v.s. atölyeleri olarak belirlenmelidir. Fotograf, video, projeksiyon gösterimi olacak sınıflar ise kendi şartlarına uygun odalarda oluşturulmalıdır. Örneğin bir resim atölyesinde konu olacak objenin dolapları ayrıca bulunmalıdır. Malzeme ve diğer araç - gereçlerin dolapları ise ayrılmalıdır. Perde ve çeşitli ışıklandırma yöntemleri de düşünülmelidir. Yeterince şövale, duralit, ışıklı masa... okullar tarafından sağlanmalıdır.

Gençlerimizi geleceğe hazırlamak için ve birer sanatçı olarak yetişmelerine imkan tanımak için gerekli koşullar malesef YETERSİZDİR.
 
DERYA BİÇER İLE

SENARYO


-Merhaba,

Sizce doğallık nedir?



Kendin olmak. 


(Sabahattin Şen Diyaloğunun tanıtımından sonra) 


Yazı çok uzun ve çok kapsamlı. İçinden bir cümleyi alsam diğerine haksızlık olur gibi. Sanatçının öze dair kaygıları çok yüksek ve değerli.


-Anlaşılır olması için detay veriyoruz. İnsanlar yüzeysel zaten.


Hem de nasıl yüzeysel ve çok can sıkıcı. Bu nedenle sohbet, tartışmaya filan girmiyorum. 


-Tartışma değil. DİYALOG. 


Hatta entellektüellerde uzak duruyorum?


-Entellektüellerin derdi kendilerini ispatlamaktan başka bir şey değil. O kadar çoklar ki inteligentiadan boğuluyoruz ama bir şey çıkmıyor. Boş laf. Kuru kalabalık


Siz diyalog diyorsunuz ki hoş… Ancak bir şey yazınca onun üstünde laf söyleme çabaları beni artık çok yoruyor. Oysa ki söylenmemiş söz yazılmamış hikaye kalmadığına inanıyorum. Evirip çevirip tekrar düşünmeye, yazmaya çalışıyoruz. Farklı olabilmek de  iş! 


Senaryo yazıyorum. Gün ışığına çıkmamış hikayeleri bulmaya çabalıyorum. 


-Söylenmemiş söz, yazılmamış yazı kalmadıysa ölmüşüz demektir

Siz itirafçı olsaydınız neleri itiraf edersiniz?


Zor soru. İtiraf etmek için gizli saklı bir şeylerin olması gerek ki çok yok. Yaşanmış hiçbir şeyden pişman değilim, aldatılmışlığımdan bile yok!  Bilemedim. 


-Entellektüellerimizin durumundan başlayabiliriz sanırım?


Entellektüel sözcüğünü çözümlemek gerekiyor belki. Parayla kitap bastırıp, parayla galeride resim sergiletip olunuyor günümüzde… 


Sanat ekonomisi bilinmiyor ya da uygulanmıyor. Oysa burjuva yönlendiriyor sanatı.


-Neden birileri yönlendiriyor ki, biz de az önce devlet memuru sanatçılardan (!) bahsetmiş ve onların yönlendiridiğinden şikayetçi olmuştuk..?


Devlet başka. Burjuva ile kastım yüzyıllardan beri süren bir şey. Klasik Müziğin kendine bu kadar yer bulması o dönem burjuvası değil mi?


-Yani neticede bi yönlendirme varsa; komünist olsa ne olur burjuva olsa ne olur?


Yönlendirme değil demek istediğim. Destek sağlama. Cesur yapımcı gibi… Yönlendirme olursa snat olmaz diye düşünüyorum. Siparişle sanat olmaz. 


-Örnek lütfen. Kendi çalışmalarınız ve çevrenizden olursa daha belirgin olur.


Şu an pek çok bağımsız tiyatro zor durumda. Bağımsızlar, özgün ve güzel işler yapıyorlar. Ekonomik kriz onları tamamıyla vurdu. Salonlar kapalı. Bunlara destek olmak gerek mesela. Oynadıkları oyunları yargılamadan… Burjuvadan kastım siyasi anlaşılmamalı. Akbank (Sabancı) kısa film yarışmaları çok değerli mesela.


-Aynı durum DT için de geçerli. Salonlar boşsa bu kimin suçu? Yedi Kocalı Hürmüzle sürtüklüğü, Keşanlı Ali Destanı ile kabadayılığı, Dümbüllü ile tahkiri topluma şırıngalayıp çürüten ve bunlara sürekli ödül veren bunlar değil mi?


Bu saydığınız oyunlar çok değerli oyunlar. İçerisinde ciddi toplumsal ironi barındıran evrensel oyunlar. Yorum yanlışları yüzünden değerli ustalara saygısızlık yapmayalım.  Bu oyunlara verilen ödüller ya da kimin verdiğini önemsemiyorum. Kaldı ki kıymetli bulduğum çok fazla oyuncu yönetmen de var. Bunlardan biri Moda Sahnesi.


-Bakın siz bile rüzgara kapılmış gibi duruyorsunuz! Neden evrensel sanat eseri üretilemiyor? Soru bu.


-Sanırım "kendi sürüsünün keçisi" türünden yazı ve söz isteniyor. Aksi halde söylenecek söz, yazılacak kalmadı ne demek?


Fellini, Satyricon Filmi ile vermiş bu cevabı. Orjinal romana hiç dokunmadan perdeye aktarmış. Hatta kaybolan sayfaları, arada kalan boşlukları hiç doldurma gereği duymadan aktarmış.  Yozlaşan Roma eleştirisinden günümüze yozlaşma da ne değişmiş? Aristo'dan bu yana üstüne eklemeye çabaladığımız yüzlerce düşünce insanın duygusunun üstüne çıkabilmiş mi? Katharsiz değil mi tüm amacımız?


-Orjinal romana hiç dokunmadan perdeye aktarmak ne demek, böyle bir şey olabilir mi, senaryo ile roman bambaşka yazı türleri değil mi, neden ifade biçimimizi böyle anlaşılmaz kılarak kendimizi de ulaşılmaz yapacağımızı zannediyoruz, ben 18 yaşımdan beri senaryolara konu yazıyorum böyle bir ifade ne duydum ne de kabul ederim..?


Senaryo yazım tekniği tabi ki başka bir şey. Fellini romandaki kurguyu hiç bozmamış demek istediğim bu. 


-Tamam. Olduğu gibi kabul  ve devam edelim: Duygu ve düşünce zaten birbirinden farklı değil mi, Aristo veya Fellini' nin adını kullanarak üstüne üstlük bir de "kataris'e" bağlayarak ne yapmaya çalışıyoruz? En baştaki entellektüel eleştirimizle çelişmiyor mu bütün bunlar?


Kesinlikle hayır. Bilgi üzerinden diyalog kurduğumuzu düşünüyorum. Yoksa birbirimize daha bilgili olduğumuzu kanıtlama derdimiz yok olmamalı. Evrensel olana ulaşma da önemli örnek olarak gördüğüm için bunları saydım.


-Anladım. O halde evrensel sanata neden katkıda bulunamıyoruz ile devam edelim, detaylı bir yanıt vereceksiniz kanımca..?


Sanatın varoluş sürecini öğrenmediğimiz için diyelim kısaca. Yaşadığımız coğrafya bin yılların kültürüne sahip. Tanrıların ve tanrıçaların bilgeliğini bir araya toplayamadığımız sürece de evrensele ulaşacak gibi durmuyoruz. Sanatçının varoluş süreci de önemli tabi ki. Sanat Tarihi okumayanlardan sanatçı olmasını bekliyoruz en büyük yanılgı da burada galiba. 


-Pekçok konu içiçe girdi. Sırasıyla devam etsek iyi olacak sanırım. En başa gidip kültürler yumağı Anadolu'nun bu zenginliğine karşın, kültürleri anlamada mı zorluk çekiyoruz yoksa kültürleri birbirine kırdırarak imha ettiğimiz için tümüyle kültürsüz mü kaldık?


Fellini'yi örneklerken Anadolu'yu anlatmasıydı önceliğim hatta filmde Orhan Veli'nin şiirine Türkçe yer vermiştir. Absürd ama çarpıcı bir sahnedir. Spartacus dizisinde bebeğin öldüğü sahnede Türkçe "Eledim Eledim Ağıdı" seslendirilmiştir. Yine Six Feet Under dizisinin final bölümünde başrol oyuncusunun vasiyeti üzerine Mesnevi'den bölüm okunur. Evrensel olan insanın duygusudur. İnsana ait duygular dünyanın neresine giderseniz gidin değişmez, davranış biçimleriyle şekil değiştirebilir. Son zamanlarda beni en çok etkileyen filmlerden biri Soul of Son, başka bir zaman, başka bir coğrafya ama Soul ile Antigone o kadar eşit.


-Sorunun cevabı bu muydu?


Ortak duyguyu objektif verebilen sanatçı evrensele ulaşabiliyor bence.


-Çok güzel. Şimdi rayına girdi sanırım diyaloğumuz.

Bir yerlerde evrensel sanat sürekli üremeye devam ediyor, engellenemez biçimde... Ülkemizin de öyle veya böyle sanatçıları var. Sanatçılarımız bu üretime nasıl nasıl çok ve daha yoğun katkıda bulunabilirler?


Çok yakın bir örnek; bugün haberlere düşen Suriyeli Ali'nin Ölümü. Twitter'da  gündem oldu. Çok iç acıtan bir durum. "Oh iyi ki vurulmuş diyenler" olmuştur. Şimdi sanatçı bunun neresinde durmalı diye sorulsa benim yanıtım ALİ'NİN yanı olurdu çünkü savaştan kaçmış bir çocuğun dramı var. Körelmiş duygularla evrensel olunmaz.


-Günışığına Çıkmamış Hikayeler nelerdir, insan neden gizler?


Gizli değil önemsenmemiş diyelim. Mesela Ayla filminin hikayesi, Türk Usulü Dondurma Filminin hikayesi gibi… İnsana dair çok kıymetli hikayeler.


-Senaryo yazımının kuralları var mıdır, siz senaryo yazarken nelere dikkat edersiniz?


Tabi ki var. Uzun zamandır yazıyorum, aynı zamanda Senaryo Yazarlığı Dersleri veriyorum. Dramatik yapıyı bilmeden senaryo yazamazsınız. Senaryo tamamiyle matematiksel bir yapıya sahiptir. Öncelikle fikir, sonrasında kurgulanan hikayenin, diyaloğa dökülme süreci. Bu nedenle sinopsis, treatman olmadan senaryo olmaz diyoruz. Denklem çözer gibi karakter analizleri ile karakterler arası diyalogları yazıyoruz.


Senaryo öğrencilerime ilk söylediğim şeylerden biridir edebiyat yapmıyoruz. Bu nedenle bir şiiri, romanı, öyküyü senaryolaştırabiliriz. Çünkü biz o eserlerin fikrini temel alıyoruz.


-Dünya Sinemasının yüreği Hollywood' da sinemanın yüreğinin senaryo olduğu kesin bilgisi hakim ve tüm sanat eseri bunun üzerine kurulurken; bizdeki gelişmemiş senaryo ekiplerinin eksikleri nelerdir?


Bizdeki sorunun senaryo değil yapımcılar olduğunu düşünüyorum. Ezber bozamıyorlar.


-Hollywood' a senaryo yazmayı düşünür müsünüz?


Bizim kurduğumuz bir senaryo ajansımız var. Senaristin yapımcıya ulaşamaması Türkiye'de en büyük eksikliklerden biri. Çok güzel hikayeler kaybolup gidiyor. 


Tabi ki isterim, uluslarlararası ajanslarla görüşüyorum zaten. Yurtdışındaki sistem çok güzel. Bizim gibi kapı kapı yapımcı gezmenize gerek yok.


-Öğrencilerinize hatta ilgili tüm yazarlara nasıl bir cesaret verebilirsiniz, girişken olmaları için..?


Küsmesinler. Rahmetli Ergin Orbey hocamın bir cümlesiyle, iyi ve doğru hikaye mutlaka karşılığını buluyor.


-Orada karşılarına çıkacak ilk soru; şimdiye kadar ne yaptın ve bundan sonra ne yapmak istiyorsun sorusuna nasıl yanıt verecekler?


Bu soruyu sormayacak bir yapımcı umarım çıkar. Senaryoda daha önce ne yazdığı değil bulduğu fikir önemli.  Dedim ya bizde yapımcı sorunu var. Reyting ve gişe kaygısı var. ucuza mal etme kaygısı var. Avrupa ya da Amerikan Sinemasında senaryoya ayrılan hazırlık aşaması bizde yaz getir. Bu nedenle  zor ve uzun bir yol. Bu nedenle ben öğrencilerime de hep şunu öneriyorum "yurt dışından festivaller aracılığı gelen Türkiye'de workshop yapan çok senarist ve yapımcı var. Onları takip etsinler". 


-Katkılarınız için teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim. 


Teşekkür ederim. 

 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol