DİYALOG MÜZESİ

HALİT GÖKMEN İLE



 

492. DİYALOG: Halit GÖKMEN İLE 


-Merhaba

Gerçekleştirmek istediğiniz projelerinizden bahsetmek ister misiniz?


Doğa yürüyüşüleri yapıp insanın az diğer canlıların çok olduğu açık hava mekânlarda bulunmak en büyük projem. 


-Neden yapamıyorsunuz?


Pandemi nedeniyle. 


-Sanatla ilginizden bahsetmek ister misiniz?


Orta sınıf sayılabilecek kalabalık bir ailede büyümenin avantajlarına sahiptim diye düşünüyorum. İlkokul birinci sınıfta topluluk karşısında şiir okumaya başlamıştım. Daha o yaşlarda Kemalettin Kamu, Aşık Veysel okuyordum. Dillerinden keyif alıyordum. Evimize en az bir günlük gazete ve sayısız dergi kitap girerdi. O yıllarda yakınlarımızla kitap alış verişinin de yaygın oluşuyla yayınlara ulaşma olanakları birçok insana göre oldukça iyiydi. O olanaklar, edebiyat ürünleriyle erken buluşturdu… Her hafta alınan üç mizah dergisinin etkisiyle karikatür sanatıyla da birçok insana göre erken tanıştım. On yaşımdan sonra karikatür çizmeye, ondört onbeş yaşlarımda şiir yazmaya ve okul gazetelerinde yayımlatmaya başladım. Lisede okul temsillerinde yer almak istediğimde ailem izin vermeyince, onlardan izinsiz, habersiz iki piyeste -mezuniyet günü etkinliklerinde sahne gerisinde reji ve dekor çalışmalarına yardımcı oldum. Üniversitede şiir ve karikatüre devam ettim, bir kez Gırgır'a göndermeye cesaret ettim. Yanıt  verilmedi. Karikatüre nokta koydum. Üç şiirim yerel bir gazetede yayımlandı. Öğretmenliğe başladıktan sonra sunuculuk, okul piyesinin dekoru, oyunculuk, oyun yönetme gibi etkinlikler başladı. Hatta "Yaşlı Meşe" adlı bir piyes yazdım ve amatör gruplarca oynandı. ADANA yıllarıyla birlikte amatör bir tiyatro topluluğuyla oyunculuk serüveni devam etti. 


2006' yılında Beyaz Gelincik dizisinde iki bölümde bir esnafı canlandırdım. Büyük Şehir Belediyesi tiyatro oyuncularıyla üç yıl Mevlânâ gösterisi yaptık. 2009' da Hanım'ın Çiftliği dizisinde oyunculuk kariyerimin en uzun örneğini Avukat Suat Saylan ile yaşadım, 19 bölüm oynadım. İffet, Emanet, Yer Gök Aşk, Dila Hanım, Bir Zamanlar Çukurova gibi dizilerde ve Karabela, Ayla, Müslüm sinema filmlerinde değişik karakterleri canlandırdım. Bir çok dergi ve gazetede deneme, öykü ve şiirlerim yayımlandı. Yüzlerce şiir dinletisi gerçekleştirdik. Büyükşehir Belediyesi tiyatro salonunda farklı zamanlarda farklı etkinliklerde anlatıcı/sunucu olarak görev aldım halen Son Baskı sanal dergisinde öykü ve değinilerim yayımlanıyor. 


-Sizce sanat nedir?


Yanıtı çok zor bir soru bence. Altamira Mağarası'nda topraktan elde ettiği pigmentlerle duvar resimleri yapan ilkel insan o gün sanat yaptığının farkında değilken, çağdaş insan o resimleri arkaik sanat eseri olarak değerlendirebiliyor. Ben doğrudan akademik bir tanım yapmak yerine "insanın iç meselelerini kendi olanaklarını veya bir takım nesnelerin olanaklarını kullanarak estetize edip ortaya koyması" olarak tanımlayabilirim. 


-Bize film, dizi setlerinden bahseder misiniz; sistem nasıl kurulur, ilişkiler nasıl düzenlenir, devamlılık nasıl sağlanır, sanat olması için neler yapılır..?


Çok boyutlu bir organizasyondan söz ediyoruz. Önce iyi bir hikâye, onu iyi bir senaryoya dönüştürme, iyi bir cast (oyuncuların belirlenmesi süreci) çalışması, mekanların gezilip görülerek belirlenmesi, varsa yapılacak müdahaleler, sanat çalışmaları, figürasyon, finansal katkının nasıl ve nereden sağlanacağı vb.  onlarca bazen yüzlerce hatta binlerce kişinin katıldığı bir organizasyondan söz ediyoruz. Sanat fabrikası diyebiliriz. Oynadığım bir dizi filmde henüz bitmemişken beşbin figüranın rol aldığını hatırlıyorum. Buna "ana cast" ve yardımcı rollerdekileri, yapımda, rejide, sanatta, ulaşımda, hazır yemekte, seste ışıkta vb. alanlarda görev yapan insanları da eklerseniz organizasyonun büyüklüğünü kavrayabilirsiniz. Bir makinenin dişlileri gibidir. Filmin sahibi yapımcıdır ancak eser yönetmenindir. Filmin başarısı yada başarısızlığının sorumlusu -orkestra şefi- yönetmendir. Elbette öngörülebilen ve öngörülemeyen aksaklıklar yaşanabilir. Burada herkes öncelikle kendi alanında sorunu çözmeye çalışır. Herkes işini yapar kısaca. Yönetmen de tepede her şeyin başıdır. Ancak bir de "Post prodüksiyon" kısmı var ki o da çok önemlidir. Ham halde oluşturulmuş olan filmin ete kemiğe büründüğü bölüm filmin montajıdır. Dünyada en büyük paraların döndüğü Hollywood filmlerinde bile montaj hatalarını görmek mümkün oluyor. O nedenle harika bir iş çıkardık demek için çekimin bitmesi yetmez.


Evrensel bir kabul var ki dizi filmler sanat kabul edilmiyor. Zaten beş, altı günde bir buçuk, iki saatlik bir seyirlik hazırlamak durumunda kalan yönetmenin de oyuncunun da işi çok zordur. Film daha geniş bir zamanda ortaya çıkacağı için sanatsal kaygılarla yapılır. 


Tiyatro özellikle anlık bir etkinlik olduğu için gerçek sanat tiyatrodur diyebilirim.


-Ardısıra gelen pekçok önemli konuya değindiniz. Dizilerin sanat eseri sayılmamasından sinemanın daha fazla detay ve incelik isteyen bir iş olduğuna kadar ve gerçek sanatın -bu bağlamda tiyatro olduğuna vurgu yaptınız. Sanat duygusu ve sevgisinin ülkemizde var olduğunu biliyoruz fakat ciddi sorunların olduğunu da okuyor, yazıyor, söylüyoruz. Sizce ülkemizdeki bu sorunlar nelerdir, nasıl çözülebilir?


Tiyatro açısından en büyük sorun salon bulma. Ödeneksiz ve amatör tiyatro topluluklarının bu problemlerinin çözülmesi gerekiyor. Salon sorunu resim, heykel vb. sanat alanlarında, üretimde bulunan insanların da sorunu. Son yıllarda film ve dizi film ihraç eden bir ülke hâline geldik. Çok iyi yönetmenlerimiz, teknik elemanlarımız yetenekli oyuncularımız var. Bunun hem özel sektör hem de devlet tarafından desteklenerek buradaki üretimin sanata katkısı yanında ekonomiye de katkısı sağlanarak çok yönlü kazanım elde edilebilir. Edebiyat açısından da eserlerin okurlarla buluşturulması gerek, okuyan bir toplum olmak zorundayız… Bu biraz da eğitimle aşılacak. Toplumun tamamının sanatsal üretim yapması beklenmiyor, dünyanın hiçbir yerinde de böyle değil zaten. Ancak genel olarak toplumdaki estetik değer yargısının geliştirilmesi, yerleştirilmesi gerekiyor. Bu da eğitimle gerçekleşecektir. Müfredatta sanat önemli bir yer tutmalı. Böylece estetik bakış açısı geliştiren bir mobilyacı daha güzel mobilyalar üretecek, bu eğitimle turizm sektöründe hizmet verenler daha iyi hizmet uretecek, tekstil ürünlerinde daha güzel ürünler ortaya çıkacaktır. Bahçede çalışan birinin bahçesinin farkı ayırt edilecektir. 


Sanat toplumun tüm katmanlarına nüfuz ettiğinde daha huzurlu, daha barışçıl, daha güvenli ve daha mutlu oluruz gibime geliyor. Yaşamı boyunca bir şiir okumayan, duygularını resme dökmeyen birinden işindede yaşamında da çok güzel şeyler bekleyemeyiz sanırım.


-Uzun yıllardır bu platformda devlet memurluğu ile sanatçılığın ayrılması gereğinden hareketle mücadele ediyoruz ve DT özelinde ciddi kavgalarımız oluyor. Edindiğimiz tecrübelere dayanarak; memur sanatçı kitlesinin sanatın iyi yönde gelişip özgür, özgün eser üretiminin önünde ciddi tıkanıklıklara neden olduğu kanısına vardık. Bu geri kalmış yapı diğer tüm sanat dallarını da direkt / dolaylı etkiliyor. Bu camia içinden çıkacak itirafçılar arıyor ama bulamıyoruz. Sizce bunun nedeni nedir ve bu ciddi sorun nasıl çözülmelidir?


Bence burada iki yönlü düşünülmeli. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde devletin sanatı desteklemesi, bu konuda öncü olması iyi bir şey. Geçmişte, devlet memurluğu statüsündeki sanatçıların omuzlarında yükseldi, Türkiye'de sanat. Devlet birçok sanatçıyı memurluğun ötesinde yurtdışına burslu gönderdi, bilgisi görgüsü artsın diye. O insanlar gelip memlekete hizmet ettiler. Burada bir taraftan düzenlemeler yapılarak, devletle bağlantısı olmayanlar ve amatör sanatçılar desteklenebilir, diğer taraftan da sırtını devlete yaslayarak özgün ürünler verilmesinin önünde engel olanlar (elbette hepsi değil) kendine çeki düzen vererek eski kuşak sanatçılar gibi bir misyon üstlenmeliler diye düşünüyorum. "Salla başı al maaşı" anlayışında olan "sanatçı" (ki bana göre oyunculuk, sanatçılık değildir) lar yüzünden yıllardır bu tartışma sürüyor bence. 


Memurluk söz konusuysa visit yapmayan doktor nasıl maaş alamıyorsa proje çizmeyen mimar maaş alamıyorsa, derse girmeyen akademisyen alamıyorsa  üretmeyen sanatçı da maaş alamazsa sorun çözülür.


-İtalya veya diğer örneklerinden bildiğimiz devlet tiyatrolarının belli bir süre içinde lağvedilmesi bizde neden gerçekleşemiyor. Bu arkadaşları nasıl ikna edebiliriz, konu açılınca ciddi terör estiriyorlar..?


Verilmiş hakların alınması zor. Empatik bakmalı. Zaman içinde eritilebilir. 


-Siz bu sorunla karşılaştığınızda zorlanıyor musunuz, neden?


Ben dışındayım.


-Sizce ülkemizde bir sanat camiası var mı, varsa kimlerden oluşuyor?


Bizde eskiden insanların bir araya geldiği ve istişare ettiği sanat tüketicilerinin de paylaşımda bulunabildiği ortamlar olurdu. Şimdi herkes gemisini kurtarma peşinde diye düşünüyorum. Mesleki oluşumlar da eski gücünden uzak bence.


-Katkılarınız için teşekkür ederim. Sürdürmek dileğiyle.

Saygılarımızla


Teşekkürler. 



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol