DİYALOG MÜZESİ

BİLGİ Mİ, HİS Mİ?




ZAFER AKGÜMÜŞ İLE

1068. DİYALOG: ANNESİNİN MEMESİNE SALDIRAN BEBEK GİBİ


Merhaba

Sanatınızdan bahsetmek ister misiniz?

DİYALOG SANAT

(ArtCRİTİCS)


Merhaba, 

Siz sanatla mı uğraşıyorsunuz. Sizi, tanıyabilirmiyim, yazmayacak mısınız? 


Evet, Diyalog Sanat İnternet sitesi. 


Sanat diyalogları, muhteşem…


DAHA SONRA


Merhaba

Umarım sağlığınız yerindedir, bize sanat görüşünüzden bahsetmek ister misiniz?

DİYALOG SANAT

(ArtCRİTİCS)

Yanıtlarınızı tek seferde, detaylı, imlasına dikkat ederek yazarsanız seviniriz.


Merhaba, teşekkür ederim. Siz nasılsınız, umarım İyisinizdir? 


Sanat benim için, sığındığım bir limandır… Sakinleştirir, keyiflendirir. İnsanı bulduğum yerdir. Şöyle bir farkındalığım vardır: "Bir esere baktığınız zaman; eserin biçimi, içeriğiyle  aynı malzemeden yapılmışsa bilin ki, karşınızda bir başyapıt duruyordur". 


Sokak Yazarları nedir? 


Eski Uğur Mumcu Vakfında, eğitim gören 30 arkadaş bir araya gelip, edebiyat dalında dergi ve kitap olarak çıktık. Adımı yazarsanız, Google da bulabilirsiniz…


DAHA SONRA


Merhaba

"On beş bin yıllık mirasın mirasçılarıyız" sözünden ne anlamalıyız, kültür - sanat bağını nasıl kurarsınız?

DİYALOG SANAT

(ArtCRİTİCS)


Merhaba, 32 bin yıl öncesine gittik; Mu, Atlantis medeniyetlerine. Bugün çıktı. İnsanlar, ilk çağda bile mağaralara -çanak çömlek yapmaktan çok, duvarlara resim yapmışlar.


Anadolu mirasından bahseden Atatürk' ün bir sözüydü.


Teşekkür ederim. 


Siz kültür-sanat bağını nasıl kurarsınız?


Şöyle; kültüre farklı bir bakış getirir sanat. Farklılıkları, renkleri bir araya getirir, sanırım…


Sanatın kültürden neşvünema bulduğu fikrine ne dersiniz?


Neşvünema kelimesinin anlamını bilmiyorum. 


Google' e baktığımızda; büyüme, gelişme, yetişme. Aslında, ...dan fışkırıp çıkma.


Sanat, yaratıcılık sanırım. 


Yoktan mı yaratıyor..? 


Hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan yok olmaz sanırım, olanı ortaya çıkarır. 


Sizin yazı düzeniniz nedir, burada ki olan kültür olabilir mi?


Belli algı seviyeleri. Algıladığımız duyguların ötesine, sınırların ilerisine geçebilmek.


Algı yanlış olduğuna göre sanat, gerçek bağını sizde nasıl kuruyorsunuz?


İlham gibi. Benim öykülerim akış olarak gelir.


Son dönem ürettiğiniz cümlelerinizden bir kaçını rica edebilir miyim?


Size birkaç kısa öykümü yollayabilirim. 


Memnun olurum. 


AŞK


Sabahın ilk ışıkları pencereye vurmuştu. Perdenin arasından iz sürerek, huzme şeklinde odaya sızdı; güzel İlda’nınyüzünü gözünü okşadı. Kıpır kıpırdı; bir kelebeğin kanat çırpışının sessizliğinde fısıldadı: “Uyan ey gözlerim gafletten uyan, uyan uykusu çok gözlerim uyan...!” Yüzünde yoğunlaşan ışıkla beraber İlda gözlerini açtı. Kendisini kuş gibi hafiflemiş hissetti. Yataktan kayarak indi. Işık hüzmesini takip ederek pencereye ulaştı. Bir hamlede perdeleri açtı. Sanki bambaşka bir dünya görünmüştü pencereden. Gökyüzü alçalmış elini uzatsa bulutlara erişecek, ağaçların ve kuşların başkalaşmış olduğunu hissetti ve farketti. Bu duygu içini sevinç ve coşkuyla doldurdu. Hani değer verdiğin bir şeyi kaybedip de tekrar bulursun ya, ya da o hep seninleymiş de yeni farkına varmışsın gibi... Salıverdi içindeki çocuğu istediği gibi oynasın diye. Dilinde bir şarkı , sevgi coşmuş taşmış bedeninden, gözleri daha bir parlak, güzelleşmiş yüzü, görünmez eller onu boyamış aşka baştan aşağıya... Hayatın mucizelere açılan kapısının anahtarı elindeymiş gibiydi. İlda nın ev telefonu çalacak ve kamil insanla beraber ilahi yolların kapıları aralanacaktı o anahtarla. Telefon çaldı da: İlda telefonu açtı, umarsız bir şekilde alo dedi. Karşı tarafta bir kadın şaşkın aynı cevabı verdi: alo? İkisinin de telefonu aynı anda çalmış, bir haberi vermek için sabırsızlanıyordu.. Mucizenin gizemi ile biraz sohbet ettiler. İlda bu karşılaşmadan etkilenmişti. İlda kadının kendisini nereden aradığını sordu. Kadın; Tübitak’ta bilim adamlarının genel sekreteri olduğunu söyledi.Daha bir heyecanlandı İlda ve devam etti. Ben de; bir vakıfta görevliyim. Vakıfın amacı Türkiye ile ilgili ekonomik, sosyal, toplumsal araştırmalar yapıp, konuyla ilgili bilim adamlarının yaptığı bir söyleşiyi kitap haline getiriyorlar. Tarafsız olarak isteyen siyasilere veriyorlar.Bunu duyan karşı taraftaki kadın:’’ İlda hanım parmaklarımın altında dört yüz elli kişiden oluşan bilim adamı var. İhtiyaç hissettiğinizde her türlü yardımı yaparım.’’ dedi. İlda’yı bu vaat daha bir etkiledi.Kadın İlda nın konuşmasından enerjisini ve inançlı biri olduğunu hissetti. Böyle konuşan birinin mutlaka feyz aldığı birisi olmalı diye düşündü kadın ve sordu “siz kimden feyz alıyorsunuz?” İlda cevap verdi “ hayır öyle feyz aldığım bir kişi yok; ama Yunus’u, Mevlana’yı okurum.” Kadın “seni yaşayan bir mevlanaya yollayım gider misin?” İlda kocaman bir evet dedi, adresi aldı ve vedalaştılar.

İlda çok heyecanlanmıştı, içi içine sığmıyordu. Yarını nasıl bekleyecekti?

Beklediği gün geldi. Güneş dik bir şekilde aydınlatıyordu günü. İlda yola koyuldu. Etrafındaki kuş sesleri sanki içinde cıvıldıyordu. Kapıya vardı, zili çaldı. İçinden açıl susam açıl diye sihirli bir sözcükle açtırdı sanki kapıyı. Farkındalığın da farkına varmış gibi yaşlı bir adam duruyordu karşısında. Hiç ses vermeden İlda’yı içeriye alıp salonu gösterdi ve ilerledi. Salon eski bir medreseyi andırıyordu. Işığın yansımasıyla ağarmış duvarlarda Mevlana’nın canlanıp da dile gelecekmiş gibi güzel sözleri çerçevelenmiş, asılmıştı. Yaşlı adamın Mevlana türbesinin önünde sanki İlda yı kucaklayıverecekmiş gibi bir şekilde el açmış bir fotoğrafı vardı. Şık bir takım elbiseyle geri döndü salona yaşlı adam. İlda derin bir hayranlık ve saygıyla eğilip elini öptü. Yaşlı adam da onun elini öperken hepimiz biriz dedi sessizce. İlda’nın heyecandan sanki sesi içine kaçmıştı. Kısık bir sesle “Ben namaz kılmam, oruç tutmam, nasıl geldim bu kapıya?” dedi..

Yaşlı adamın tatlı bir tebessüm yayıldı yüzüne. Elini kalbinin üstüne koydu, “ kalpten kalbe giden bir yol vardır, sen de kalbinle bu kapıya vardın. Kalp tanrının krallığıdır. Halden hale girmek başkadır, yanan ateşin etrafında yanacağını bile bile pervane olmak, yanmak; işte o aşktır. Yanıp yanıp kül olmak, küllerinden yeniden doğmaktır. Aşkın kimyası sinyaldir. O simya varedenin dilidir. Onun dili sadece Arapça değildir. Rehber kitabı hangi dilde okursan oku okuyup sevap kazanmak değil hayat. O dili yorumlayabilmek için yeryüzündeki bütün ilim ve bilimleri az çok araştırman lazım. Ama sen istersen bir tek konuyu bile merak edip (bilim, edebiyat, felsefe, fizik, kimya, din…) araştırıp öğrenmek için bir adım attığın zaman on tane kapı açılır cevap vermeye hazır.Edindiğin bilgilerle deneyimlerini pekiştireceksin. İşte burayı bulmakla bitmiyor; hayatla sınavların başlayacak. Hayat çok acımasızdır, ya tokatlayacak ya da kalbini kıracak. Sağa sola sapmayacak, ışıklı yola yürüyeceksin. Bu yoldaki buraya attığın adım diğer adımlarını getirecek, bir dakika deyip salondan çıktı. Sanki elinde bir kitapla neşe ve ihtişamla geri döndü. Kitabın üzerindeki başlık, ilk aşkın kaynağı… Gerektiğinde gelip bana danışabilirsin ama danışacağın büyük usta sende.” dedi.

Zafer Akgümüş


Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.

Acaba ilahi Aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!

Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşkın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyaydı. 


Son yazı, Şems i Tebrizi nin sözleriyle biter. 35 yaşlarımda yaşadığım hikaye gerçektir. Üç yıl önce kaleme aldım. Akıştır. Sanki cevap da verilmiş. Bilmiyorum.


OKYANUSUN KALBİ


Deniz geceleri eskitmişti. Geceler, yırtık sökük bir tül gibi kalmıştı ardında. Salına salına nazla endam eden yeni günün ışıkları, ağır aksak karşı dağların ardından yükselmeye başlamıştı bile. Günü karşılayan kuşlar, dut yemiş bülbüller gibiydiler. Cıvıltıları susmuştu. Sessizliğin sesi yol olmuş, Deniz’in bedenini ürperterek dolanıyordu.


Genişliği kadar yüksekliği olan bir pencerenin önünde, gecenin mahmurluğu gözlerinde, önünde boylu boyunca uzanan simsiyah bir okyanusa dalmış bakıyordu Deniz. Kurşuni renkte bulutlar manzaraya eşlik etseler de ışık karanlığa düşmüştü. İnip çıkıp oynaşan küçük dalgaların

üzerinde, boş sandal gibi sallanan varlıkların topluca sürüklendiğini farketti. Derinlerin yüzeye çıkarıverdiği; hareketsiz yüzen usunda canlandırdığı, gözleri donuk, ağızları açık, sesleri içine kaçmış balıklar... Hiçbirinde hareket yoktu, minik dalgaların verdiği hareketten başka. Bu balıklar Deniz’i gözsüz gördüğü, kulaksız duyduğu, ayaksız hareket ettiği, elleri olmadan da varmış gibi hissettiren, çırpınmadan çığlık çığlığa bırakan, düşünde gördükleri o simsiyah okyanusun besleyip büyüttüğü, zannettikleri balıklar mıydı?


Gün ağarmıştı. Tam anlamıyla güneş görünmüyordu ama ışığı ve ısısı hissediliyordu. Deniz geceleri eskitmişti ya, bu yeni bir güne attığı adımdı. Güneşsiz de olsa, attığı adım diğer adımları da getirecekti. Odanın içinde dönüp dolanıp kulağına fısıldayan bir kapı gıcırtısını

duydu. Kapı içeriden açılmıştı. Gözünün nuru ona elini uzattı. Deniz yürümeyi yeni başarmış çocukların gururuyla attı adımlarını, uzanan ele doğru. Dışarıda yaşam akıyordu. Taşıtlara donanmış caddeler, sokakları süsleyen renk renk mağazalar, sağından solundan geçen

insanlar... Bir canlılığın içinde hızlı bir hareket. Biraz başı döndü Deniz’in. Yorulmuştu, küçük küçük atıyordu adımlarını. Nefeslenmek için durdu. Yola devam edip etmemeye karar vermek

için düşünüyordu ki sol yanında dükkanın vitrininin arka tarafında, minik minik kedi yavrularının oynaştığını farketti. Onların minicikliği, sevimlilikleri, Deniz’in çatılmış kaşlarında ki gergin ifadeyi kaldırdı. Yanaklarına kadar yayılan bir gülümseme belirdi yüzünde ister istemez. Anlam veremediği güçlü bir duygu, Deniz’in dükkanın içine doğru çekti. Gözünü sevimli kedilerden ayıramıyor, yüzündeki gülümseme daha da genişliyordu. Hemen arkasında bir karartı hissetti, döndü baktı; etrafı parmaklıklarla çevrili, üstü açık barınağın içinde simsiyah, daha yavru

sayılacak buldok cinsi bir köpek, Deniz’i görünce ön patilerini parmaklıklara yaslayıp, bedenini yukarı çekti.

Deniz’in gözlerine gözlerini dikti, hatta kilitledi. Sessiz çığlık atarken masumiyetiyle “Gör beni!” der gibi dile geldi gözleri. İlişki kurmaya çalışan buldok, bakışlarıyla Deniz’i şaşkına çevirdi.

“Yaşamım boyunca hiçbir canlı böyle gözlerime anlamlı bakmadı” dedi Deniz. Bunun duygusuyla çoğalırken kelimeler bile kifayetsiz kaldı. “Sende mi karanlığın, nefretin, öfkenin içine doğdun?” diyebildi Deniz; üstündeki siyahlığa ve zeytin gözlerine bakarken. Oysa tüm siyahlığına inat, zeytin gözlerinle bir gönül birleştiğinde, aşk bütün kainatı kuşatacak, ayrımlar ve sınırlar yok olacaktı. Deniz göz temasıyla kurduğu ilişkide, zeytin gözlerine bakarken, merhamet, şefkat duygusu ile eridi. İkisinin gözlerinden kalplerine inen enerji, onları sevgiyle doldurup taşırdı. 


Deniz “Biliyorum; al beni buradan, tutsaklıktan kurtar diyorsun zeytin gözlerinin diliyle. Bir  yangından yeni çıktım ben, henüz soğumadım. Şimdi seni buradan çıkarırsam, yanıma alırsam,

peki benim yeni başlayan özgürlüğüm ne olacak? Seni evde bırakıp çıkamam çok küçüksün. Arkamdan ağlarsın, dayanamam. Benimle gelsen seni isteyenlerden çok istemeyenler olacak...”

Siyah buldok umutsuzca patilerini yere indirirken ikisi de artık biliyordu; birbirlerinin kalplerine dokunmuşlardı. Deniz kalp atışlarını şakaklarında hissetti. İlk defa bu zeytin gözlünün kalbine

dokunuşuyla, bu kalbin diğer atan tüm kalplerle bağlantılı olduğunu hisstetirmişti. Deniz dükkandan dışarıya adımını atarken içindeki sevgiyi, merhameti duyumsamış, gözlerinden akıtmıştı arkasına bakmadan. Ayaklarıyla yeryüzünü öpüyormuşçasına yürüdü.


Zafer Akgümüş


"Uyan Ey Gözlerim" ilahisi ile başlayıp Yunus ve Mevlana ile kök arayan yazınızı aşka bağlayıp, aşkı da ilahi aşk mı acaba sorusu ile anlamlandırmaya çalışmamızdan sonra; kültür ile inanç kültürleri arasındaki farkları sormak isterim, yaşlanan insanların enerjileri tükendikçe daha duygusal oldukları doğru mudur?


Bence; İnsanın kendisine yaptığı yolculuk. Hem yol, yolculuk, menzildir. Benim kültürümde, mevlana, yunus... Diğer kültürlerdeki Buda'sı, Arito'su(felsefeciler) diğer kahramanlar... Yola fener tutanlardır. İsa, Musa, Muhammed... Bilinç katmanları gibi. Firavunlar, Ebucehiller, Hitler... Çokluk mükemmeldir. Eksik ya da fazla bir şey yoktur. AŞK... Gibi, etiketi, vatanı, coğrafyası, kültürü, ayrımı yoktur. Olduğu gibi, alır kabul eder. Araştırmalarım, öğrenme Aşkım.


Sizce de ortada bir kaos yok mu bu biçimiyle; inanç-din ve kültür birbirlerinden farklı şeylermiş gibi gelmiyor mu size de, inanca dönüşen kültürler sorununu nasıl aşıyorsunuz?


İnsanlar bir sabah kalktığında, milliyetini, dinini unutarak kalksa da İnsan olduğunu hatırlasa. 


Her kaostan, düzen çıkar.


Ama nasıl; insanın gerçeği değil mi kültür, kültürünü anlamadan insanı nasıl anlayacağız, konuşup yazdığımız bu dil gökten vahiyle mi geldi?


Bildiğimizi zannederek, değil. Hergün kendimi güncelliyorum. Bildiğimi zannettiklerin yerine, merak ve hayret eşliğinde… Araştırarak öğrenerek, deneyileyerek. Hiçbir şey bilmiyormuş diyerek çalışıyorum. Hep bilmediğim bir yere geliyorum. Bir yanım deli, bir yanım veli. Kendime böyle söylüyorum. Bazen herkes her şeyi biliyor da, benim de öğrenmem için rol yapıyor gibi geliyor.


Her şeyi bilen ama hiçbir şeyden habersizlerle ilgili ne söylemek istersiniz?


Bir şey diyemem çünkü, ben de oralardan geçtim. İnsan, önce beşer (şaşar) sonra insan olmaya başlıyor. Bilmediğimi de, bilmiyordum. Kime, ne diyeceksin! 


Genç kuşaklara, bilgi edinirken uymaları gereken kurallar hakkında neler yazmak istersiniz ki zamanı iyi kullanıp israf etmesinler, daha verimli işlere odaklansınlar?


Bir ara bana bir teklif geldi. Y' ve Z' kuşağında, öğrenmeye hevesli gençlerimize, kitap önerir sonra da o kitabı masaya yatırıp -onların düşüncelerini alıp, en son kendi bilgi ve deneyimlerinizi söyler misiniz diye. Kabul etim. Benim ara ara okuduğum, kitap, Martı. Onu önerdim. Bir daha toparlanamadık, sonuç için. Ben onlardan ne duyacağım, kendi farkındalıklarım haricinde, düşüncesiyle heyecanlanmıştım.


Ben zamanı kestim. Farkındalıklarımı öyküleştiriyorum. Herkesin kaderine saygım var. Bir sürü işaret, fener var ülkemizde. Onları farketsinler yeter, sanırım. Öyle hazır reçete yok! Farklı disiplinleri deneyimlesinler. Zordan korkmasınlar. O zorlar, kolaylıkları getirir. Hata, zor, kötü diye algıladıkları her şeyden deneyimlesinler. Okusunlar, araştırsınlar. Şimdi bilgi her yerde. İlgilerini çeken bir şeyin ucundan tutsunlar. Bu benim fikrim (acizane)...


Rica ederim. Bu yaşam boyu tecrübelerin bizim nazarımızda pahası yoktur yani pahabiçilemezdir. Popülerite ile ilgili belirtmek istedikleriniz nelerdir, özellikle genç-tecrübesiz insanımızın bu girdaba kapılmalarının nedenleri neler olabilir, genel olarak girdapların farkına varıp kapılmamanın sırları nelerdir?


Böyle bir sır veremem ancak geçici hazlarla mutlu olamayıp, yarım kalmışlık (hayal kırıklığı) yaşadığım da her şeyin geçici, zıtlık, etki-tepki dünyasını bilerek değil de sezgisel olarak anlam arayışına girdim. Hayatın bir anlamı olmalı. Yaşamaya hatta ölmeye değecek bir anlam arayışıyla yolda olduğumu farkettim. İlk Kapı öykümdeki yaşayan  Mevlana'ydı. O zaman rumuzum: Sevgi, bilgi, emek. Şimdiler de, Aşk.


Sonra ne olur bilmem…


Kendi sırlarımı verdim. Not verdiniz mi!


Üretim anlayışına ne dersiniz; bizdeki verimsiz, kalitesiz üretimlerin sebebi nedir, kaliteli eser üretimi için neler yapmalıyız?


Onlar da olacak. Kaliteli üretimlerimimiz de var. Ben önce, kaliteyi yakalamalıyım. Bilerek değil, olarak. Ben olmadan, biz olmaz. 

Fikrim bu. (nacizhane)...


O bakışta, sanatçı bakışıyla oluyor, tespit (aşağı, yukarı) aynı. Tam bildiğim, bir şey yoktur. Buna imkan da yoktur. Farkındalıklarım hakkında yazdım. Cevap vermeye çalıştım.


Devam edeceğiz daha. Sanat konusunda annesinin memesine saldıran bebek gibi arzuluyuz, ne var ne yoksa emmek istiyoruz, utanıp sıkılmadan. Yayımlanmış binden fazla sanat diyaloğumuz var, bildiğiniz gibi


Eyvallah. İyi günler dilerim. 

Sevgiler saygılar. 




Erkan Yazargan
·7 Nisan 2017 Cuma
411. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 31)




Sanat bilgiye mi, hisse mi daha yakındır? (ArtCRİTİCS)

Aysu Gunay: "His, duygu, enerji". Yaratıcılık bence bu üç mucizede saklı.

Engin Oner
: Duygu, enerji.

Sülbiye Erkan
: Hisle başlar, bilgi ile tamamlanır.

Aslı Aydemir
: Bilgi, zîra:
PARACELSUS (1493 - 1541) diyor ki;
''Hiç bir şey bilmeyen, hiç bir şeyi sevemez.
Hiç bir şey yapamayan, hiç bir şey anlamaz.
Hiç bir şey anlamayan, değersizdir.
Oysa anlayan kişi aynı zamanda sever, farkına varır, görür.
Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa daha fazla sevgi vardır.
Tüm yemişlerin böğürtlenlerle aynı zamanda olgunlaştığını düşleyen kişi, üzümlere ilişkin bir şey bilmiyor demektir.''

Bu bağlamda ki ortaokulda sevme sanatında okuduğumdan beri severim bu lafı: "Hiçbir şey bilmeyen bir şey de hissedemez". Önce bilgi sonra bilginle hissini birleştirme.

Bir de şunu eklemek isterim his ve yetenek gibi şeyler özelleştirme ve kolaylaştırma için sanatı, istismar ediyor. "Bilgi var, çalışma var" dedin mi tembeller durur ama ben de yetenek yok demek kolay. ;)
 

Hilmi Or: Neden birine daha yakın olsun ki! Her ikisi de olmadan sanat olmaz, olamaz.

İmza: "Sanatın görsel bilimi" üzerine çalışan naçizane bir birey...

Erkan Yazargan
: Sanatın kendi - gelinen aşamada ve durduğu yer, kapsadığı alan, dokunduğu temel sınırlar ve özellikle bakanın durduğu yer itibariyle mutlaka - şimdilik birine daha yakın olmalı.

Dışındaki yaklaşımlar amlamsızlık doğuruyor.

“Bana göre” ile başlayan cümleler burada değerlidir.

Hd Art Hakan Dilek
: Bilgi ağır basmalı zira bilgi ile ifade edilebilir hale gelmesi mümkün.

Aysu Gunay
: %1 deha, %100 çalışma. Deha olmazsa %100 çalışmak da bir işe yaramaz.

Betül Çakir: Sanat bilgiye dayalı olsaydı Barok' tan sonra Rokoko gelir miydi! Yada sanat hisse dayalı olmasaydı Romantizm akımı başlar mıydı? Çelişkili sorular oluştu şimdi de!

Erkan Yazargan: Dayalılık değil, rica ederim, yakınlıkla ilgili bir diyalog geliştirmeye çalışıyoruz.

Betül Çakir: Yine de aynı sorular var. Bilgiye yakın olsaydı veya hisse yakın olmasaydı diye düzeltebilirim.

Erkan Yazargan: Akım oluşumları ve "bilgi - his" düzlemini nasıl birleştirdiğinizi merak ediyorum.

Zihinsel gelişimden bakarsak; (inaç > felsefe - sanat > bilim) çizgisini görebilir miyiz, Öyleyse akımlar da birer süreç midir?

Meric Oz
: Duyguyla başlar, yaratıcılık yönlendirir, bilgi geliştirir.

Betül Çakir: Akımları oluşturan sanatçılar değil mi? Bilgi - his kullanmadan sanat yapmış olamazlar. Barok döneminde gelişen okullar, oluşan sanat bilgiyi büyütürken peşinden gelen Rokoko dönemi ister istemez hislere yönelindiğini çağrıştırıyor. Tarih boyunca sanat, içinde bulunduğu yaşam şartlarına göre birinden birine yaklaşmış ve hatta bu yaklaşım o kadar büyük boyutta olmus ki akımları yaratmış.

Meric Oz
: Bence akımlar değişik bakış açıĺarının yaratıcılıkla birleşiminin bilgiyle geliştirilmesidir.

Erkan Yazargan: Kant' tan sonra Romantizmin patlama yapması gibi fakat Kant haklı çıktı çünkü o dönen o yapılmalıydı. Bugün için çok geri tabii.
 

Betül Çakir: Arcimboldo eserlerini alın, bugün modern sanat müzesine koyun mesela, kim der ki "500 yil önce yapılmış" diye. Zamanının çok ötesine çıkan eserler. Sanatçılar neye yakın olmuştur o zaman, buda bir soru?

Hasan Tırmaş
: İnsan duygu varlığı olduğu kadar akıl varlığıdır da. İyi bir sanatcı kahindir. Resim yapabilmek için resmin kendi olmak gerekir sanırım. Buna göre ressam için resim yapmamak resim yapmakdan daha zordur.

Erkan Yazargan
: İnsan zihninin ihtişamını kabul ettikten sonra kehanetlere değil de öngörülere odaklanabilirsek, süreç takipleriylede birlikte harika işler yaratabiliriz. Kendini ispat derdinden kurtulabilir ve cesur olursak başarırız.

Serap Gürcan
: His öncelikli derim, başlangıç açısından. His herkes de var, bilgi ise yok... İzleyen açısından da hisse yakın. Şöyle bir örnekle açıklayayım: Bir çalıştay sırasında kat görevlisi bir genç kız yapılan resimlerle çok ilgileniyordu. Kat görevlisi genç kız gelip geçerken "şurası olmamış" veya "şuraya şu renk lazım" gibi samimiyetle fikrini belirtirken doğru tespitlerde bulunuyordu. Bilgi dolu sanatçı arkadaşlarımız bu konuda hemfikirdiler.

Erkan Yazargan
: Bilginin yerindeliği ayrı bir soru tabi hele ki günümüzde saniyede trilyonlarca GB bilginin dolaştığı zihinsel - sanal ortamlarda...

Reyhan Salman
: Hisse yakındır. Hisle yaratır, bilgi ile çerçeveleriz.

Dionysos + Apollon.

Erkan Yazargan: Aynı soru: Bir tablo nasıl olur da sigortaları ve diğer masraflarıyla birlikte "milyar dolar" eder?
 

Hakan Kamışoğlu eskiden yazdığım bir yazıyı tekrar face' de yayınladım sizi de etiketlemiştim bakıp sizin sorduğunuz sorulara cevap veriyor mu acaba... :)
15 kasım 2013 yılında yazılmış bir yazıdır :

Sanat yaptığını idda eden bizler gibilerin yapmakta olduğu şey aslında basitçe (hangi alanda olursa olsun resim, müzik, sinema, edebiyat v.s.) yeni bir form ortaya koymaktır ama çok basit gibi gözükmesine rağmen ilk yapılması gereken eski formların bir kenara itilmesidir. Bu yapılırken o eski formların çok iyi biliniyor olması gerekir. Pnlara nasıl karşı çıkılacağı, onları nasıl elinin bir tarafıyla bir kenara süpürülmesi gerektiği çok iyi hesap edilmelidir çünkü... Ve gerekirse o eski formlar ele alınıp mıncıklanıp kurcalanmalı, gerekiyorsa bozulmalı gerekirse en altta gözüken şeyler en üste yığılmalı ya da o eski formlar kırılıp parçalanıp dağıtıldıktan sonra tekrar yeniden yeni kurallar ile yeniden üst üste getirilmeli gerekmeyenler atılmalı yeni düzene göre yeniden daha başka şekillerde yapıştırılmalı ama bu ortaya konan yeni form hakikaten yeni olmalı eskiyi andırabilir veya anımsatırken bu anımsatma ve andırma eskinin köküne kibrit çakmak gibi olmalı. Onu yıkmalı, onu ters yüz etmeli çünkü artık o eski formlar yok olmak zorundadır. Bu temelde baş kaldırı isyandır. Bu yoksa ortaya konan şey sanat eseri olamaz ya zenaattır ya da eğlencelik geçici şeylerdir. Her zaman olduğu gibi, her zamankinden daha kötü polikinik dilemma gülümseyerek sunar.

Figen Yavuz
: Ruha. Sanat ruhtan çıkar. Ruhun olduğu yerde mantık yoktur duygu vardır. Duygu da gerçek. Gerçek aslında sanattır.
İnsan gibi, kainat gibi gerçek ve bizler ve içinde bizi barındıran şu kainat tam bir sanat eseridir.

Meric Oz: Bana göre sanat duyguların farklı şekillerde dışa yansımasıdır. Resim, müzik, şiir v.s. gibi.

İlter Ayata
: Hisse dayalıdır çünkü teknik değil yalnızca "gözlem" ile edilen bilginin temel olduğu sanat eserleri olduğunu biliyoruz.

Tülay Erbesler
: BENCE hisse yakındır. His ve duygu, duygusallık, çeşitli sanat disiplinleri aracılığıyla dışavurumculuk. Ben kendimdekine içses (innersound) diyorum. Hislerim tavan yaptığında ve genelde de her zaman çizerek, boyayarak, tarayarak kendimi ifade etmeyi tercih ederim. İçsesimin dışarıya yansıması böyle oldu. Benim sanatım hisle başladı, devam etti, gelişti. Varoluş sürecimde deneyim, gözlem ve eğitimlerim bilgi olarak destek verdi.

Can Ikiz
: Paraya yakındır.

Ahmet Akkaya
: İnsan benzersiz karmaşık bir yapıya sahiptir dolayısıyla nefes ile başlar sanatını icra eden insan, duygularıyla düşünceleriyle bütündür sanatçı.His eder, yaşar ve hissettikleri kalbini, zihnini açarak dışa vurur kendini. İçinde bu bütünlük varsa ki sorunuzun cevabında bu ürünü olguya da sahiptir "olana bağlı olarak yakındır veya diğerine". O eserde daha uzaktır yani belirleyici olan faktör "o andır".

Anlaşılıyor muyum? (soru bu)

Aysel Doğan: Bilgi ve istikrarlı çalışma ile mutlaka sanatın bir dalında başarılı olunur.

Hissi dehalar ise az ve istisnadırlar.

Fatoş Akbay
: His önceliktir.

Şahin Taş
: “İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir.

Temelsiz duvar da değersizdir.” Fuzuli.

Hakan Kamışoğlu
: 7 nisan 2013 yılında tarafımdan sorulan sorudur: "Sanat evrensel doğruları, güzellikleri arayan veya bunlar için ya sorular soran ya da yeniyi araştıran ulvi bir değer miydi, yoksa dekorasyonu arttıran çevremizdeki vazo, koltuk, sandalye vs. vs. gibi bir eşya mıydı?

Özgür Meral: Sanat hislerle yaratılır, bilgiyle beslenir.

Nilufer Verdi
: Yasam denen mucizenin beyin - bilinc - zihin sayesinde yaratıcılığa dönüşmesi haline sanat denir. Galiba, his ve bilgi içiçe. Her şey bütünün parçası değil mi?

Nahit Duru: Önce bilgi...
 

SERPİL MUNGAN İLE

DERİNLİK 


Merhaba,

Sizce sanat neden güçlüdür, gücünü nereden alır?


Sanat  her şeyden  önce özgürce  kullandığı etkili  birçok dile sahiptir. Sanat  gücünü hitap ettiği azınlık dahi  olsa onu anlayan kitleden alır. Dünyamızı  bilimden sonra sanat aydınlatır. Dünya üzerinde  egemen üç güç tanımak gerek; bilim, sanat ve doğa  olmak üzere.

Güzel  bir konuya  değindiniz. Ben  de kendimce cevap  yazdım.


Teşekkür ederim.

Doğa, sanat, bilim üçlemeniz ayrıca güzel oldu. Detaylandırmak ister misiniz?


Doğa,  sanat için  başka yerde bulunması  mümkün olmayan ilham kaynağıdır. Gerçek  amacından saptırılmayan bilim ise olmazsa  olmazımız. Doğa ve sanat bir arada zengin bir  ruh ve zihin için ise vazgeçilmezimizdir. Bunlar  benim şahsi düşüncelerim. Üçüne de çok değer veriyorum.


Bence haklısınız. İnsanların sanatı daha derinden anlamaları hatta yaşamaları için yapması gerekenler nelerdir?


Sanatı  anlamak iciç  doğuştan duyarlı  bir kişiliğe sahip  olmak ya da bilinçli  egitim yoluyla gelen bu değere  ulaşmış olmamız gerekir diye düşünüyorum. Sanat  değerini bilmediğimiz bir tabloyu duvara asmak, bizi  uyandirmayan bir kitap okumak ya da muzik diye gürültüye maruz  kalmak degildir.


"Her kadına anne, her erkeğe baba gözüyle bakarsanız sorun kalmaz" sözü sizce kime aittir, bu sözü söyleyen kişinin ruh hali ve kişiliğiyle ilgili söylemek istedikleriniz nelerdir?


Sözün kime  ait olduğunu bilmiyorum. Ruh  hali fazla iyimser, anlayışlı, iyi  niyetli ve sorun çözme peşinde diyebilirim.


Cümlenin birçok topluma  uymadığını böyle bir bakış açısının çok ender  görüldüğünü, bazı insanların kendi anne ve babalarına bile  değer vermediğini görüyoruz. Bu cümlenin doğruluğu kendini yetiştirmiş, aşmış insanlar  tarafından onaylanabilir.


Neden sürekli olumsuzluklara odaklanırız, daha iyi bir dünya için ve daha huzurlu bir yaşam için önerileriniz nelerdir?


Ben  olumsuz  düşünen biri  olmamakla birlikte  fazla iyimserim. Ama  gerçekleri göz ardı edemeyiz.


Böyle bir  bakış açısı kazanmak  için başta sağlıklı bir  ruh hali, iyi koşullarda  yetişmiş olmak, sindirerek, kişiliğine katarak, sorgulayarak  okumak, kişisel hırslarından arınmış, topluma faydalı bir düşünceye sahip  olmak gibi bir kişilik geliştirmek.


Tabii  ki böyle insanların fazla  oluşu bize çok güzel bir dünya sunabilir.


Gelişmiş diye  bildigimiz ülkeler de  bile böyle bir düşünceye sahip  olanların sayısı çok azdır. Gelişmişlik düzeyini refah  bir toplum olarak algılayan milyonlarca bencil insanlardan  oluşan ülkeler…


Ama olmuyor. Girdaplar var. Gece gündüz bombardıman altındayız. Televizyon, medya, internet sürekli korku aşılıyorsa nasıl kurtulacağız bu girdaplardan?


Ben  bunları da  imalı bir şekilde belirttim. Ansiklopedilere  sığmayacak yığınla sorun var ve ne yazık ki  sorun çözme odaklı -yetkililer dahil çok az insan  var. Çoğu kişi meslegini ya geçim kaynağı ya makam hırsı olarak  algılıyor. İdeoloji, farklı dinler, farklı siyasi görüşler bunda çok  etken. Karşı düşünceye saygı yerine çoğu insan karşıdakini kendine benzetmeye  çalışıyor ve bu kadar yanlış insanların içinde doğru insanlar ekip oluşturamıyorlar  hatta dışlanıp saf dışı bırakılıyor çünkü sistem yanlış ve insanlar bu sistemi değiştireceklerine  ona çıkarları doğrultusunda dahil oluyorlar.


Geçmişte yaşanan olayları düşünürsek, büyük savaşlardan, baskıcı  yönetimlerden, ekonomiden, yaygın hastalıklardan vb bircok sorundan  geçen yüz yıllara rağmen bazı alanlarda gelişmiş olduğumuz halde ne yazık ki  sığ düşünmeyi, bencilliği daha fazlasına sahip olma hırsını aşamamışız. Ve ne yazık ki  bu dünyayı en çok babalar ve anneler yönetiyor.


Demek  ki sadece  çocuğuna sevgi, şefkat  duyup da onların geleceğini düşünmek ve  herkese anne baba gözüyle bakmak da yetmiyor  çünkü anne baba olmak sadece o insanların kendi  çocuklarının sınırlarıyla çevrili.


Tüm dünyaya  kucak açan anne  babalara ihtiyacımız var. Ancak  o zaman anne baba gözüyle görülmeyi hak  ederler.


Bir önceki diyaloğumuzda (Murat BATIKAN yineAVCI / DİYALOG TÜR II - Sancı) sanatçımıza: "Beş Kardeş" başlıklı bir oyun önerdik. Dedik ki ülke gerçekleri gereği beşe bölünmüş toplumu bir aile olarak ele alsak ve komünist, dinci, milliyetçi, laik, kapitalist beş kardeşi bir ev veya başka ortamda birleştirip oynatsak, dünyanın her yerinden herkes bu oyunda kendini biraz bulsa, oyunun sonunda kardeşler bir ziyafet masasının etrafında gülüp eğlenerek yeyip içseler... mümkün mü, böyle bir kült eser yaratabilir miyiz diye sormuştuk. Ne dersiniz?


Şu an ki  düzende mümkün görünmüyor. Dilegimiz ilerde  böyle bir dünyanın oluşumu.


İyi  günler, saygılar.


Katkınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.


Umarım. Ben  de böyle konuları konuşabileceğim, kendimi  ifade edebileceğim insanları fazla göremiyorum. Ben  size teşekkür ediyorum. Müsaitsem size yanıt vermeye  çalışacağım.

Görüşmek dilegiyle.

İKİNCİ BÖLÜM 

DEĞERLENDİRME

Burada (Hüseyin Bozkurt Diyaloğu / DİYALOG TÜR II - MENFAAT) birçok konu  ele alınmış. En önemlisi sanata ve sanatçıya hak edilen değerin verilmesi, güçlü bir  bütçe ayrılması.

Önceleri çok  tartışılan bir  konu vardı.

Sanat  sanat için mi  yoksa sanat toplum  icin mi? Bu başta çelişkili  görünse de aslında içiçe olan iki  durumdan söz etmekte. İlk önce sanat  özgürce, kısıtlanmadan sanat için olmalı. Sanat için olmayan  bir eserin topluma da faydası olmayacaktır. Ayrıca okuduğumuz sanatçı biyografilerinde  bazı sanatçıların eserlerini sakladıklarını ve bu eserlerin yakınları tarafindan ortaya  çıkarıldığını görebiliyorken bu durum bize sanatın ilk önce kendisi yaratılması gerektigini  ve özgünlüğünden asla taviz verilmesini hatırlatır.

Sanatın topluma  fayda sağlaması için öncelikle o  ulkede yaşayan insanlarda daha emekleme  çağında bir sanat bilincinin oluşturulması bunun  içinde temel eğitimin ele alınması büyük önem taşır.

Ne  yazık ki  çok nüfuslu ve  düz bir eğitime dayalı  zihin yapımız var. Aynı sınıfta farklı aile  ve çevrelerden onlarca çocuğun bir arada kişilik, yetenek  farkı gözetmeden aynı eğitime tabi tutulması bizim acıklı tablomuzu  açığa çıkarıyor.

Eğitimci olarak  düşündüğümüz öğretmenlerimiz bu  çağda hala şiddet ve baskıyla eğitim  vermeye çalıştıklarını, eğitime aslında onların ihtiyacı  olduğunu görmezden gelirsek bu gelecekteki nesil için de bir  kayıp olacak.

Aile, okul, çevre bilinciyle  yetişmiş az sayıda şanslı bireylerden  oluşmuş bir topluma sahibiz. Devlet okulları içler acısıyken özel okullar da  eğitim anlayışından uzak ticari işletme kimliği taşırken ilerlemek bir hayli güç olacak. Bilinçsiz ailelerin  eğitimi sadece çocuğa bol  para vererek, özel okullarda  okutup ilgisiz, sevgisiz bırakıp lüks içinde yasatırken  onun psikolojisini hiçe sayıp parayla günah çıkaran aileleri  de düşünmek zorundayız.

Sanatın ortaya  çıkıp topluma faydalı bir  şekilde yansımasında eğitimin önemi yatmakta. Ve  bu yüzden sanat zaten bilinçli olan bir azınlığa seslenmekte. Asıl amaç sanatın tüm toplumun  sesi, sorunlarının zemini ve çözüm yeri olurken aynı zamanda sıkıcı olmamak adına eğlendirici oluşu.

Şunu belirtmeyi  unuttum: Sanatta;  devlet, sanatçıyı herhangi  bir sınıflandırmaya tabi tutmadan, devletin  sesi olması için ona baskı uygulamadan, onun eserini  özgürce ortaya dökmesine destek olmalı ve sonucu onu  izleyip değerlendiren izleyici kitlesine bırakmalıdır.

Sanatın sanat  olabilmesi için sanat  çıkar iliskisi en başta elenmelidir  ki gerçek bir sanatçı yoğun bir baskı altında bile  sanatını icra etmeye devam etsin diye düşünüyorum.

İçine insan  canı ve sağlığını da  alan "bilim, sanat" ve  gözümüz, dilimiz, kulağımız olan  medya gibi hassas organlar bağımsız olmadıkları sürece o ülkede yaşayan insanlara  mesleklerinin gereğini ulaştıramayacakları için ilk önce toplum sonra ülke en sonunda  böyle düzensiz bir orduyu yöneten komutan gibi devlet de zayıflar.

Gerek  toplumun, gerekse  tüm kurumların, iktidardaki  hükumetin ve muhalefet partilerinin  ortak amacı daha sağlıklı, eğitimli ve  mutlu insanların yetişmesi olmalıdır. Çıkar dedigimizden  önce toplumun geneli daha sonra da herkes hakkettiği ölçüde bireysel  bir şekilde faydalanmalıdır.

Her  ne kadar  politika ve  sanat arasında  tezatlık varsa da  kanımca ülkemizde ve  dünya yönetiminde sanatçıların güzel, güçlü, yaratıcı, duygu  dolu düşüncelerine yer vermek gerektiğini düşünüyorum.

O  zaman  belki de  kocaman olduğu halde  içine sığamadığımız ama  bir dokunuşla, sevgiyle aslında küçücük olduğunu gördüğümüz ve  içinde yaşayan tüm insanların asıl amacının anlaşılmak olduğunu, bunu  yetkili alanlarda farklı bir şekilde ortaya döktüğünü belki de küçükken göremediği sevgi, ilgi, onaylanma  eksikligini mesleğinde yakalamaya çalıştığını görebiliriz.

Aslında hepimiz  hangi meslekte olursak  olalım kendi karekterimizi  kusuyoruz. Bunu karmaşık trafikte  de gözlemleyebiliriz.

Devletin  asıl gücünü toplum  oluşturur ve güçlü bir  toplum güçlü bir devlet ortaya  çıkarır

Sorunun büyüğü orada zaten: Şöyle bir gerçeklikle yola çıktığımızda tuhaf yerlere varıyoruz; bu ülkeden kaçıp yurtdışına yerleşen yurttaş sayısı milyonları geçiyor. Devletin İnterpol'den yakalanmasını istediği terörist sayısı 60.000'den fazla. İnterpol'ün yanıtı: "Üç olur, beş olur da 60 bin nedir, siz terörist üreten bir ülke misiniz?" Bu durumda değişimi zorunlu devlet anlayışımızın ilkelliği, geri kalmışlığı, modernleşemediği, kendi vatandaşını zararlı gördüğü gibi ciddi sorunlar çıkıyor. Çözüm nedir?

Devlet  yönetiminde  baskıyı önce suskunluk  sonra etki sonra da yetki  olarak görüp gelişeceğini gören    anlayış zamanla bireylerin kendilerini  ait oldukları alanda ifade edememeye, gelismek için uygun  bir ortam yetersizliginden dolayı oradan uzaklaşma ve daha  uygun bir ortam arayışına yöneltir.

Kendini  gerçekleştiremeyen, yeteneğini ortaya  dökemeyen bir toplumda sistem felç olur. Susturulan  hiçbir sey gömülmez farklı bir yerde farklı bir şekildebelki  de yıkıcı olarak ortaya çıkar. Ayrıca hangi alan olursu olsun  performansını kullanamayan insanların başarılı olmaları mümkün olmadığından  bulundukları toplumun da gerilemesine neden olur.

Bilimsel  bir gerçek olan,  ilerleyemeyen geriler  anlayışı ve bulundukları ortama ayak  uyduramayan canlıların zamanla elenip  yok olmasını anlatan evrim kuramını düşündürür. Ayrıca körler ülkesinde  padişahın da şaşı olabileceği gözardı edilmemelidir.

Konumuz  sanat ama  bilimde var  olan neden sonuç ilişkisini her  konuya uyarlayabiliriz.

Bir  devlet  ilk önce topluma  güçlü tohumlar ekmeli  sonra da ürün hasadından önce verimli  bir toplum ardından baskıyla elde edemedikleri   başarıyı elde edebilirler.

Yıllardır gelişmekte olan  ülkeler arasındaki yerimiz mehter  marşı gibi bir ileri bir geri, yerimizde  saymaktan ibaret.

Bunun  nedenlerini  ortaya çıkarmak ve  bunun etki, yetki alanında uzman, deneyimli, adil  düşünceli, dürüst, şeffaf yöneticilerin olmasına özen gösterilmeli. Bulundukları meslekle  alakasız, yakınlarının referansiyle iş görenlerimiz oldukça herkes kendi gibi düşünenin sırtını okşadıkça  bir yerlere gelemeyiz.

CoronaVirüsü  kontrol altına  aldıktan sonra önceliğimiz önceden zaten  bozuk olan ve şimdi önce dünyanın sonrada  ülkenin yarattığı durgunluktan dolayı iyice bozulan  ekonomiyi düzeltmek olmalı.

Ekonomik  tedbirlerin  başını halkı faizle  bankalara borçlandırmak  almamalı böyle etkisiz ve  insanları iyice bunaltan çözümleri herkes  kendi imkanlariyle zaten başarabilir.

Herkes  refah içinde yüzemiyecek  olsa bile asgari ücret demiyeceğim  çünkü çok komik bir rakam, insanca normal  kendini ve ailesini geçindirecek bir ücret almalı. Gelir  dağılımındaki uçurum daralmalı.

Demokrasi, insan  hakları, düşünce, medya  ve yargı bağımsızlığı, Merkez  Bankasının özgürce kendini yönetmesi, ekonomik  krizde bile faizleri düşürüp dövizi ve altın fiyatlarının yükselmesine ve  paramızın değer kaybetmesine son verilmelidir.


MELEK TORAMAN İLE

HAYAL GÜCÜ 

Sanat görüşünüz nedir ve sizce sanatın iyileştirme özelliği nereden kaynaklanır?

Sanat hayal gücünün, duygunun dışarı vurması ile ilgili bir eserdir. Sanat, hayatımızda çok önemli. İnsanın ruhu zaten kendi başına bir sanat ve özellikle kapitalizm dünyasında ruh sanattan daha çok beslenmeye ihtiyaç duyuyor. Sanat birilerine dokunmak için var, onları başka bir dimensiyona taşıyor ve başka bir ufuk açıyor. 

Sanatın iyileştirme de çok etkisi var, renklerin beden üzerimizdeki etkileri çok. Mesela hava karanlıksa kendimizi pek mutlu hissetmeyiz ama güneşin renkleriyle ortam aydınlandığında daha mutlu hissederiz, kırmızı rengin olduğu yerde ortam daha sıcak gelir, daha enerjik hissederiz… Bir odayı siyah hayal edi, içimize kapanırsınız. 

İnsanlar bir tuale baktıkları zaman hayal gücünü aktive ediyorlar. Hayal gücünü aktive etmek biran - günlük rutin düşüncelerden uzaklaşmak ve yeni bir bakış açısı kazanmak anlamında. Hayal gücümüzü daha çok aktive edersek daha çok barışık oluruz çünkü bizim gerçek özümüz hayal gücümüzle yapabileceklerimiz dir. İnsanoğlu ne kadar güzel hayal ederse o kadar güzel bir dünya yaratabilir. 

Einstein ne güzel demiş: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Bilgi sınırlıdır. Hayal gücü dünyayı çevreler”. Dünyamızın, özümüzün, ruhumuzun gıdası sanattır. 

Duygular ve sanat bağlamından çıkıp; sanat tarihi boyunca geçilen süreçler de göz önüne alınarak yanıtlarsak, sanat sadece duygu veya hayal midir yoksa insan dediğimiz varlığı daha iyi anlayabilmek için aynı zamanda bilimsel bir yol mudur?

İster bilimsel yol olsun veya olmasın, önemli olan duygulardır. Bilimin içine duygu, ruh katarsanız o da sanattır.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol