DİYALOG MÜZESİ

A NİLÜFER KURTULUŞ

 

NİLÜFER KURTULUŞ İLE 

ELLİ, ALTMIŞINDAN SONRA SANAT

Belirgin, keskin bir sanat görüşüm yok, yalan söyleyemem. Hayata baktığım gibi, olduğu gibi, olduğum gibi. Ressam değilim, alaylıyım, resim yapmayı seviyorum, yapılanları izlemeyi seviyorum. Sanatı ben; içten, severek yapılan her konuda görüyorum. Zorlama yapılan her şey beni rahatsız eder. Kendimce şöyle ifade edeyim; sanki kafamın içinde bazı anahtarlar var, bazen bir müzik bazen bir resim ya da yazı, kafamdaki o anahtarlara dokunuyor ve açıyor. O dinlediğim, gördüğüm ya da okuduğun her ne ise beni başka bir boyuta götürüyor. Aynı anda hem hüzün hem mutluluk hissediyorum. Bence yani benim içi sanat onlarda var. O anahtarlara dokunabilen her şey... ?

Sanat açısından, geçen bir seneyi değerlendirir misiniz rica etsek:

Geçen bir yıl  -özellikle bu yıl,  ya çok verimsiz geçti insanlar için, ya da inanılmaz verimli. Özellikle bu salgın nedeniyle, insanlar ya evlerine ya da atölyelerine kapanıp çok güzel eserler ürettiler ya da hiçbir şey üretemediler. Buradan biraz da sanatın aslında  kişisel bir üretim durumu olduğunu düşünmeye başladım. Sanat olsun diye üretilen eserlerden bahsetmiyorum. Bu koşullarda gerçek sanatçıların durumlarını ben de merak ediyorum gerçekten. Onlara ilham verecek dış dünya ile ilişkilerini sürdüremediklerinde ne üretebilirler bilemiyorum. Benim için gerçek sanatçı,  herhangi bir anda herhangi bir yerde, anahtarlarına bir şeyler dokunduğunda, bulduğu bir peçete parçasına şiirini yazan, bir kağıt parçasına karikatürünü ya da resmini çizen kişidir. Bu koşullarda neyi ne kadar üretebildiklerini kestirmek zor. Sanırım bu dönemin sonuçlarını ileriki tarihlerde göreceğiz. Benim kişisel fikrim pek fazla verimli bir süreç olmadığı ihtimali yüksek. Bir de genel anlamda dünyanın gidiş yönüne bakıldığında, hırçınlık ve agesifliğin zekâ belirtisi sanıldığı bir dönem yaşanıyor  dolayısıyla böyle bir dünyada sanatçıların işi çok zor.

Olmak yada olmamak düzleminde hareket ederken bu kadar geniş kapsamı gözönüne aldığımızda bizzat yaşadıklarımız sanatın malzemesi olduğuna göre sanatçı neden üretim kısırlığı yaşasınki?

Belki sadece özgür hissetmedikleri için.

Sizce veya sizin tecrübeleriniz nelerdir? 

Koşulların kalitesi önemli değil üretmek için. Üretmek başka yaratıcılık başka. Sadece özgür hissetmek önemli gelir bana. Bazen bazı insanların o kadar içinden gelir ki, şiddetli baskı altında olsalar bile üretebilirler. Yaratıcılığı böyle düşünüyorum ben çünkü ben o koşullarda üretemiyorum. Üretemiyorum demeyeyim, üretiyorum, çalışıyorum tabi ama yaratıcılıksa söz konusu olan, yaratamıyorum, kaybediyorum. Biraz kişisel tabi ama gerçek sanatçılarda yaratma, içgüdüsel bir şeymiş gibi çıkıyor içlerinden.

Ortam değiştirmek, işbölümü, yük paylaşımı önerilerine ne dersiniz?

Yapmak mümkünse bunlar olumlu olarak işe yarayabilir. Ben aslında bu konuda çok deneyimli ve teknik bilgilere sahip biri değilim. Elektronik teknisyeniyim. Elli yaşımdan sonra resim yapmaya, 60 yaşımdan sonra da piyano çalmaya başladım. 

Hem resme hem müziğe yeteneğim vardı. Resimde yaratıcılığımı; ortaokul öğretmenimin, yaptığım uçuk resimleri alıp götürürken bana "kızım sen yeteneklisin, biraz ilgilensinler seninle vs" gibi bir yorum yapıp beni yüreklendirmediğinde gitti! Müzik konusundaki yaratıcılığım da, bütün notalar aklımda kalıp da bütün parçaları ezbere çaldığımı görünce öğretmenin dersten atmasıyla gitti. 

Yetenekli insanları cesaretlendirip destekleyecek bir sistem gerek. Herkes aynı ölçüde cesur olmuyor.

Bundan daha iyi bir tecrübe olabilir mi, 50 - 60 yaştan sonra sanata başlamak nasıl bir şeydir?

Bu benim yapmak istediğim bir konuda araştırıp  çalışarak sonuca ulaşma becerim herhalde. Meraklı ve araştırmacı olunca insan aradığı her şeye ulaşabiliyor. Benim çocukluğumda sadece internetin olması bile çok şeyi değiştirirdi. Aslında sanat hep vardı. Neredeyse 24 saat müzik dinleyip, bir gün bir beste yaparsam bu nasıl bir şey olurdu diye düşünerek... Resim için de aynı şey, kafamda yapardım resimleri ve besteleri ? ama yaratıcılık farklı. 

İnsanın mayasında sanat olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır, düşünmüyorum. 

Nasıl kazanılıyor?

Gördüğünüz gibi körelecek bir şey değil. 

Sanat yapan insanın diğer insanlardan farkları nelerdir?

Düşünmüyorum derken, her insanda olduğunu düşünmüyorum ya da tercihler mi giriyor  orada devreye ya da eğitim ya da genler. En başta sanat yapan insanların zihinlerinin sığ yani yatay değil derin yani dikey çalıştığını düşünüyorum. Beyinlerinin her iki tarafının da eşit çalıştığını düşünüyorum. Sağ yada sol daha fazla değil. Bunu neden söyledim; hani hep bilinen sağ beyin görsel ve sanatsal, sol beyin matematik vs konularda başarılıdır denir. Bana göre ise matematik zekâsı olmayan birinin müzikte ve resimde başarılı olması da biraz zor.

Katılıyorum! Bana göre de sanat, sağ veya sol beyin loblarının değil insana has olan önbeyin lobunun bir ürünüdür.

Belki de yüzde bilmem kaçını kullandığımız beynimizin bütünüdür. O konuda çok bilgili değilim ama bir psikoloji uzmanının hazırladığı bir testi yaptırdılar bana denemek için: Bende her iki taraf eşit çıktı. Birkaç yıl sonra başka bir test daha denedim onda  da aynı çıktı. Bir tek ben değilimdir tabiki sonuçları böyle çıkan. Sanatçıların çoğunun böyle olduğunu düşünüyorum. Bu arada ben sanatçı demiyorum kendime. Ressam ya da müzisyen de değilim. Sadece mutlu olacak kadar resim yapıyorum ve kendimi sevindirecek kadar piyano çalıyorum. Sanatçı olabilirdim ama değilim. Yalnız şöyle bir durum da gelişti, resimden para kazanabiliyorum bir miktar, o kadar…

Sanat, yaşamı olumlu yönde etkileyip değiştiriyor yani dolayısıyla tüm insanlığı değiştirebilecek güce de sahip.

Kesinlikle inanıyorum ama çok ilginçtir yetenekleri olduğu halde, sanatla ilgilenmek bir miktar yalnızlık gerektirdiğinden ve getirdiğinden, yapmak istemeyen insanlar gördüm.

Genel olarak insanlara, sanatı görmeleri ve daha iyi değerlendirmeleri için önerileriniz nelerdir? 
 

Öneri ile olacak bir şey mi, bu bir işe yarar mı? Evet, bazen yarayabilir. Bunu çözemedim henüz. Yeteneği hiç olmadığı halde deli gibi resim yapmaya çalışan insanlar da gördüm. Onlara çok yardım etmeye çalıştım. Olmuyor pek ama yetenekli olup da yapmak istemeyene ne önerilebilir bilmiyorum. Sanatı görmek ve ve daha iyi değerlendirmek biraz eğitim isteyen bir durum gibi geliyor bana. Çocukluktan başlamak gerek bunu istiyorsak. Bazen olumlu insanlarda bir miktar eğilim oluyor. Müzikte gördüm bunu birebir örneğin. Caz  sevmediğini söyleyen bir insana cazı sevdirdi. Farklı bakmaya başladı ama önce bir miktar dinlemesi gerekti tabi. Yani deneyimlemeye yönlendirmek, sevdirmeye çalışmak. Zorlayarak değil tabi. İnsanlar sevmediklerini söyledikleri şeyler konusunda genelde bilgisiz oluyorlar. Aşırı doz değil de yavaş yavaş zerk edilebilir müzik ve resim sevgisi gibi geliyor. Birden vermeye kalkınca reddediyorlar, anlamıyorlar. Genel sorun bu bence. Çocuklar her zaman daha önyargısız ve açık oluyorlar. Büyüdükçe insanlar duvarlar örmeye başlıyor kendilerine. O yüzden yetişkinlere bir şey önermek çok zor. Talep çocuklardan geliyorsa şahane. 
 

Online imkanları, sanal mecrayı nasıl kullanıp değerlendiriyorsunuz veya daha verimli nasıl kullanılabilir?

Bizim dönem bilgisayarları kart delerek program yazıldığı zamanda kullanmaya başladı. İnterneti de Windows 3.1 ile  telefon hatlarından uzun çabalarla bağlanarak kullandık. İnterneti çok iyi değerlendiriyorum. Her konuda hemen hemen istediğim doğru bilgilere ulaşabiliyorum. Resim çalışmalarımı internetten izlediğim videolarla geliştirdim diyebilirim. Bir saat süren videoları hiç sıkılmadan dikkatle izlerdim. Yine izliyorum, öğrenmek istediğim bir konu olduğunda. O kadar engin bir alan ki internet,  doğru faydalanmak isteyene bir cennet. Yanlış ve yalan bilgi çok ama uzun süre bu işin içinde olunca, doğru ve yalanı ayırt edebiliyorsunuz. O kadar geniş bir alan ki, saymakla bitmez. Olay kişinin merakına ve araştırma isteğine kalıyor. Online müze gezebiliyorsunuz, istediğiniz her ressamın, heykeltraşın eserlerini inceleyebiliyorsunuz. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi! Bence daha verimli nasıl kullanırız? İnsanların merak ve araştırma dürtülerini tetikleyerek. Başka ne yapılabilir bilemiyorum.

Mantıklı olan da bu değil miydi! Eski düzene kıyasla bu zorunlu oluşumların farkları nelerdir, uyum sağlayamayanlara daha kolay alışmaları için sizin önerileriniz neler olur? Görünen o ki geleceğin dünyası bu.

Aslında şu anın dünyası da bu. Çocukken çok yemek seçerdim. Annem derdi ki, küçük bir parça dene, beğenmezsen yemezsin ? Böyle yapmak gerek herhalde insanların alışması için.

Bakın, buradan ne güzel yazışıp fikir alışverişinde bulunabiliyoruz. İleri aşamalarında telekonferanslar, canlı performans yayınları, online eğitimler, alış veriş imkanları, tanıtımlar, dünyanın her yerine ulaşım kolaylığı, bilginin güvenli saklanması ve paylaşımı ve daha niceleri. Ben bu dönemin sanat açısından altın bir dönem olduğunu düşünenlerdenim.

Evet, bu güzel. Gerçi benim her zaman bu kadar vaktim olmuyor. Bir edebiyat oluşumu başlatan arkadaşlarım da var ama ben online toplantılara pek katılamıyorum. Genelde akşam saatlerinde piyano çalışıyorum, ışık yetersiz olunca. Gündüz siparişlerim var. O resimleri yapmaya çalışıyorum. Sekiz tane kimi iki ayaklı çoğu dört ayaklı çocuklarım var Bazı kurslara katılıyorum. Haftanın belli günleri filan, yoruluyorum ama benden daha dinamik olabilenler için harika. Emekli maaşları, ev kiraları ve inanın yaş pek doğru orantılı gitmiyor. On iki yıl önce "oh, yaşasın emeklilik" diye Fethiye'ye yerleştim. Burada İstanbul'dan daha fazla çalıştığım ve yorulduğum bir hayatım oldu. Ben gelirken böyle düşünmemiştim...

İnternet bugün dünyanın dördüncü büyük ekonomisi ve önümüzdeki birkaç yılda birinciliğe çıkacak. Sizce de akla durgunluk veren bir kapasite ve ilerleme değil mi?

Müthiş ama bu ülkede bunun doğru ve yeterli kullanıldığını (henüz) düşünmüyorum ve biz çok kısa sürede bu değişimi ve ilerlemeyi gördük, yaşadık. 
 

O amaç için çaba harcayanlardan biriyim. On sene önce bunun buraya varacağını keşfedip site kurmaya başladım. Ne keyifli olduğunu anlatamam. En son, insanlığın da en zirve kabul ettiği sanata yoğunlaştım çünkü sanat, insanın en saf duygusunun ürünü olduğu için değerli kanısına vardım. Binlerce sanat insanı ile yazışıp diyaloglarını siteme aktarıyorum. O kadar yaygınlaştı ki insanların her yerde sanat düşündüğünü hissediyorum. Bu çok keyifli ve kalıcı bir iş. Dolayısıyla sitemin sloganını da "Diyalog Müzesi" koydum.

Çok çok güzel bir düşünce. Ben interneti bu amaçla düşünüp kullanmadım. Daha çok araştırma ve öğrenme için kullandım bir de iletişim. Bundan 40 yıl önce yurt dışındaki ablama mektupla ulaşırım. Bir buçuk ayda giderdi mektup ve 1,5 ayda da cevabı gelirdi. Sonra teleks geldi, bir iki gün içinde haberleşmeye başladık. Derken faks geldi, aynı gün içinde haberleşmeye başladık. Bu arada telefon ulaşımı vardı ama çok pahalıydı. Şimdi aynı anda biz 3 kardeş birbirimizi görerek haberleşebiliyoruz. Durum bu. Yakında hologram şeklinde birbirimizi ziyaret edeceğiz, daha sonra da  ışınla beni Skati diyerek istediğimiz yere ışınlanacağız  

Sanat çok değerli. İyi ki sanat var. Bana neler kattığını tam olarak dile getirip anlatabilmem mümkün değil. Sadece bir sanat eseri izlerken, müzik dinlerken, okurken ne hissettiğimi biliyorum. Bunu bana başka hiçbir şey vermiyor. Mutluluk diye bunu tarif edebilirim, çok anlamadığım bir kavram da olsa…

Olumsuzluklar da var tabi, ne gibi derseniz? İnsanımız okumuyor. Bugün dünyanın ilk yüz üniversitesinin tümü online eğitim veriyor. Dünyanın her yerinden herkesin katılabileceği proğramlar… Tüm dünyada bir eğitim seferberliği var. Bizim insanımız ise hâlâ uyanıp farkına varmış değil. Gençlerimizin büyük bir çoğunluğu memur olmayı hedeflemiş durumda. Sizin bu soruna çözümünüz nedir?

Malesef en büyük sorunumuz bu. Bizim insanımız, depremde yan yatmış binanın üstüne kaçak kat yaptırıken müteahhit kendisini  dolandırınca onu mahkemeye verir. Ee, kardeşim yan yatmış binaya kaçak kat yapıyorsun, sen suçlusun diyene de, o ayrı dava konusu ama bu adam beni dolandırdı der. Bu, malesef Kozmos'un büyük planı. Gülmeyin, başka bir anlamda yazıyorum bunu. Okumamaya şartlandırılıyoruz.  Okuyan insanlarla dalga geçiliyor bu ülkede. Kibar insanlara salak muamelesi yapılıyor. Okuyan insan Kozmos'un (!) işine gelmiyor. Bu soruna çözüm insanın sadece kendisi. Bizim gibi bu manyetik alana girmeyenler gayet güzel okumaya devam ediyor. Kendisi istemezse bir insana ne yaptırabilirsiniz ki! Kozmos rol model olmakta çok usta. Kadın cinayetleri,  çocuk tacizleri giderek artıyor. Planlı progamlı katiller salınıyor, planlı programlı: İşte model. Bunu tersine çevirebiliyor muyuz? Çeviremediğimiz sürece pek bir şey düzelmeyecek.

Diyaloglarımızı yayınlıyoruz ya, en başa uyarı olsun diye "değerli arkadaşlar, siz de sorularınızla katılabilirsiniz" notu düşüyoruz. İnanır mısınız şimdiye kadar -katılanlar dahil bir tek kişi bile soru sormadı Bu deneyimi nasıl değerlendirirsiniz, insanımız soru sormaktan neden korkuyor, çekiniyor?

Bence soru sormaktan korktuklarından değil, belki biraz ama daha çok "anlatmak ihtiyacı içinde olduklarından". Bir de şöyle işin psikolojik bir yanı var: Siz soru ile başlıyorsunuz,  karşınızdaki cevaplayan durumuna geçiyor. Bu birebir konuşmalar için geçerli tabi. Ben sayfanıza sadece bakabildim, göz gezdirdim, dışarıdaydım, telefondan okuyamıyorum pek zaten, bıraktım. O soru sorabilirsiniz kısmını görmedim mesela. Bu, bir iş görüşmesinde sınav yaparlar, bir tek kişi işi alır, sınav kağıdının başında "soruların hiçbirini cevaplamadan sadece adınızı yazıp verin" yazar küçük harflerle, sadece bir kişi farkeder. Ona benzedi. Aslında gerçekten ilginç bir durum: Ben de sormadım, cevaplayan durumunu kabullendim. Çok alakasız da olsa bir şey sorarım insanlara. Sorgulamayan biri değilim, hani  görmedim soru sorabilirsiniz kısmını da, gerek yok ki ben de bir şey sorabilirdim. Alakasız da olsa bir şeyler sorabilirdim. 

Pekiyi, şöyle diyeyim; insanlardan en fazla ne gibi bir soru gelmesini beklerdiniz? Hani geliyor, geldi, hah sordu soracak gibi… Siz olsaydınız ne sorardınız?

Ben olsaydım; diğer diyalogların hiçbirinden haberim olmasa bile okuduğum bu ilk diyaloğun başlığıyla uyumlu olup olmadığını merak eder daha sonra kurgusunu irdelerdim. Diyalog doğal akışında nasıl ilerlemiş, nasıl olupta doğallık yakalanmış, aralarda gözden kaçırdığım bir şeyler var mı, parçalar nasıl birleşmiş, hangi parçalar seçilmiş, puzzle'in renkleri nasıl uyumlanmış diye merak eder ve diğer diyaloglar hakkında da az çok bilgim varsa onlarla nasıl bir bağla bütünlük sağlanmış çok merak ederdim çünkü sinerji veya sanatın gizi, gizemi burada gelir bana yani asıl giz farklı sanat insanlarının o muhteşem doğallıkta Da Vinci'nin dikkat çektiği "aslında her şey birbiriyle bağlı" gizini yakalamak çok değerli olurdu. 


İKİNCİ BÖLÜM 

DA VİNCİ DEVRİMİ

Da Vinci'nin her şeyin bağı fikrinden devam edebiliriz: Sizde uyandırdığı veya uyardığı nedir?

Düşündüm şimdi biraz, ama buna cevabım epeyce uzun olabilir. Yazayım mı yazmayayım mı bilemedim... ?

Benim konuyu ele alış biçimim farklı gelebilir size, gerçi Leonardo'nun, birçok insanın yapmaya çalıştığı gibi çok basit bir şeye derin anlamlar yüklemeye çalıştığını sanmıyorum. Yani aslında hem basit hem derin ama açıklamaya çalışanlar fazla teknik ifadelerle kendi anlamını aşan yüklemeler yapmasalar, basit olanı görebilseler belki açıklanabilir. Yavaş yavaş yazayım ama yazacaklarımda yaşadığımı söylediğim şeyler tamamen doğrudur. Bunlara fazla anlam yüklemiyorum ben. Sadece ne yaşadığımı ve ne hissettiğimi biliyorum, hepsi bu:

Akademi denen kepazelik bizdeki gibi birde üstüne üstlük memurluk sıfatından kurtulamamışsa işte böyle Hafız'ın bıyığındaki kıl sayısına kadar bilir, detaylandırır, inceler, araştırır ama her zaman özü kaçırır Onların işi gerçeği saptırmaktır neredeyse.

Oysa işin özü o kadar basit ve anlaşılırdır ki çalışkan bir lise öğrencisi bile özümseyip kavrayabilir: Da Vinci' den bir adım sonrası nominalizm ondan bir adım sonrası da sekülerizmdir. Bu adımlar yüzlerce yıl almış ve kilise hegemonyası ancak kırılabilmiştir.

Bizim açımızdan bu konuda önemli olan, bütün bu süreci tetikleyen Da Vinci'nin sanatçı kişiliğidir.

Görme" öğrenilebilir mi bilemedim. Yani teknik anlamda öğrenilebilir de bu; görmeyi zaten bilerek doğan biriyle aynı olur mu? 

Bir arkadaşım enstrüman çalmasını bilmezdi ama eline diyelim telli bir enstrüman aldığında, çalardı. Zeki bir insandı, bunun nasıl çalınacağını biliyor olmam yeter, herkes çalabilir derdi ama tabi bu çalışta hani ruhunu katmak dediğimiz durum olmadığı için kulağa sadece düzgün çalınmış notalar dizisi geliyordu, yorum olamıyordu... 

Görmek de böyle, teknik olarak öğrenilebilir, gördüğünü yorumlayabilmek önemli olan. Yorumlamayı öğrenebilir miyiz?

Gördüğümüzü yorumladığımızda beyin dile yada ele hangisini düşündüysek ona sinyal gönderiyor. Koordinasyon orada başlıyor, gördüğümüz ve yorumladığımız her ne ise; yazarak çizerek çalarak bir şekilde ortaya çıkıyor. Tabi çeşitli kaygılar, yan etkenler, güven, güvensizlik vs hepsi sonucu etkiliyor. 

Ben Leonardo'nun bu cümleyi sadece sanatı düşünerek kurduğunu sanmıyorum.

Eğer içten aydınlanmacı bir yaklaşıma sahipsek aradığımız şey -sanat bağlamında saf duygudur. Bizi büyüleyen insana has bu duygunun diğer canlı organizmalarda da varolması ama düzeyinin, dozunun düşüklüğüdür. Nasıl oluyor da Güneş ışınları canlıya böyle etki edip canlandırabiliyor çünkü istisnasız tüm canlıların enerji kaynağı güneş değil mi? O halde burada bir giz var: Da Vinci "her şeyin bir diğeri ile bağlı olduğunu keşfedersiniz" dediğinde anda kilise yıkılmıştı zaten ama cançekişmesi yüzlerce yıl aldı çünkü eğer her şey bir diğeri ile bağlı, ilişkili ise tanrılara zaten gerek yok demekti. Sanat bu insanolma yolunu açtı. Belki de Mona Lisa bundan dolayı gülümsüyordu. Özgür olamayan insan sanat yaratamaz. Kilise gibi, sinsiliğin kurumsallaşmış hali bile bunun karşısında en fazla beş yüz yıl dayanabildi. Bu, insanlık dediğimiz büyük gerçektir ve ne mutlu ki sanatçılar eliyle inşaa edildi, ediliyor çünkü onlar saf insani duygunun bizzat kendileri, sanatın da bizzat yaşayan halidirler.

Çok güzel tarif ettiniz, bence de bir giz var, özgür olmayan insan yaratamaz ve bu saflık dediğimiz durum her şeyin temeli.

Ben her şeyle bir olmanın nasıl bir şey olduğunu hiç beklemediğim bir anda, yerde, zamanda yaşadım. Bunu anlatacaktım ama bunları herkese anlatmak zor, yanlış anlaşılma şansı çok yüksek oluyor, genelde anlatmam. 

Farkındalık da denilen o saf noktaya Leonardo ulaşmış olmalı. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu ancak öyle bilebilir. Bunu bilerek kurmuş o cümleyi, cümle son derece basit, saf ve net. Hiç tereddüt yok içinde.

Diğer canlılarda ve organizmalardaki düzeyini bilemeyiz aslında. Bizim ölçümüzde olması gerekmiyor ki. Onların kendi ölçülerinde olduğunu düşünürsek daha iyi anlarız durumu gibi geliyor bana! 

Anlatmaya çekindiğimiz şeyler aslında hayatın / yaşamın tam da sırrı olan şeyler Herkesin arayıp durduğu sorunun yanıtı işte o anlatmadıklarınız. Bu durumda yaşam da anlamsızlaşıyor çünkü o bilgiye ulaşıncaya kadar o kadar zorluk çekiyoruz ki hayret verici olan budur ve daha ilginci milyarlarca insan yaşamın farkına hiç varmadan ölüp gidiyor. Bir ara "sizce yaşamak nedir" sorusunu sormuş ve sekiz kitap yazıp yayınlayan ünlü bir yazarımızdan "inanın şimdiye kadar bunu hiç düşünmemiştim" yanıtını almıştım. İşte o zaman yaşam daha güzel olmaya başladı. Sizce de hayret verici bir durum değil mi?

Anlatayım, aslında çok değerli bir deneyim yaşadığım. Bence, çok da önemli. Çoğunluk bunu anlamakta güçlük çekiyor ya da yalan söylediğimi düşünüyor anlamayınca. İnsanlar hazır değil ki böyle bilgilere, dalga geçenler dahi oluyor. Genelde bilmedikleri, korktukları şeyler olduğu için.

Her şey sadece teknik değil, sadece teknikle her şeyin birbirine bağlantılı olduğunu göremeyiz gibi geliyor bana. Bence de her şey birbiriyle bağlantılı; sadece sanatçılar, farklı sanatlar icra eden insanlar değil.

Yıllar önce, bana bu cümlenin hatırlattığı bir durum yaşadım. O günden beri her şeyin bağlantılı olduğunu biliyorum ama bu sadece insanlar arasında değil, tüm doğa; hayvanlar, ağaçlar, deniz, kum, dağ, taş. da buna dahil.

Bundan 30 yıl kadar önce, Datça'nın Mesudiye köyü Ova Bükü'nde sahile indim, o zamanlar ne bu kadar yapı ne de bu kadar insan vardı. Sahilde kumlara oturdum, etrafta kimseler yok. Ayaklarım suda, ellerim ılık kumlarda. Birden her şeyle bir olduğumu hissetmeye başladım; kum, deniz, ağaçlar, yer, gök. Çok tuhaf ama müthiş bir şeydi. Hepsi benimle iletişime geçtiler sanki, hepsini hissedebiliyordum: Hüzün, sevgi, acı, sonsuzluk. Ne kadar o durumda kaldım bilmiyorum, bir saat filan herhalde. Kumda yürüyen birinin ayak sesleriyle kendime geldim ve bağlantı koptu. Ben bunu sadece görmedim, tüm hücrelerimde hissettim.

O gün bugündür bilirim. Zaman zaman bunu tekrar yaşadığım oldu, bu şekilde olmasa da. İnançlı biri değilim, dinlere inanmıyorum. Fazla mistik biri de değilim ama zaman zaman yaşadığım bazı olaylardan bir miktar etkileniyorum.  Transansantal Mesitasyon yaparım, Reiki 3. Master aşamasını bitirdim ama bunları hayatımın önüne koymadım. Kaptırmadım, hep bir yerlerde dururlar ve genelde kafası mantıkla çalışan bir insanım. Müspet ilim okudum ama hiçbir şey yaşadıklarımı açıklayamıyor. Bunlar birçok insana anlamsız geliyor biliyorum ama açıklanamayan şeyler konusunda biraz daha önyargısız olmak gerek gibi düşünüyorum. Adı üstünde, açıklanamayan şeyler, yok sayıldıklarında yok olmazlar. 

Başka bir sefer, Reiki 3. aşamasından sonra, bir hafta boyunca çok ilginç olaylar yaşadım. Çok acı hissetmeye başladım, sanki tüm dünyadaki acıları hissediyordum. Berbat bir histi, çok zor bir hafta geçirdim. Bir de tutturdum "ağacın acısını hissediyorum" diye, bir hafta bunu sayıkladım. Bir haftanın sonunda İstanbul'daki bir kar fırtınasında, aramızda çift daireli bir apartmanın bulunduğu başka bir apartmanın benimde balkondan görebildiğim bahçesindeki çok büyük bir ağaç devrildi ve ağacın uç dalları benim odamın penceresine dayandı. Çocukluğumdan beri orada duran ağaç öldü gitti. Tıpkı o deniz kenarında olduğu gibi, bir şekilde iletişim kurdu önce benimle. Bu yüzden diğer canlıların veya organizmaların o duygu ya da enerji düzeyini bilemeyiz derken bunu kastediyordum.

Bunları ne için anlatıyorum, her şey gerçekten birbiriyle bağlantılı. Aklıma Asimov'un 3 kitaplık Robot dizisi  ve Vakıf dizisini sonunda birbirine bağladığı kitaplar geliyor. Sonunda her şey bir oluyor. Dünya ve üzerindeki her şey ve hiçbir şey yok olmuyor. Tek başlarına varlar ve hepsi birbirine bağlı. Asimov'un da o farkındalığa ulaştığını tahmin ediyorum. Bir biliminsanı olması kitap dizisinin sonunu her şeyin bir olduğu fikriyle bağlaması oldukça ilginçtir. 

Ben de o kadar müthiş bir bağlantı bir daha yaşamadım, aslında yaşamak için de bir çaba harcamadım.

Hayatımda yaşadığım en büyük kıvranma bir gece oldu ama tarif edemem o kadar rahatsız oldum ki yokolduğumu hissediyor hatta ölmek istiyordum. Sabah kalkınca daha net anladım, o gece Japonya'nın en büyük depremi yaşanmış nükleer santraller patlamıştı hatta. Bundan eminim. Daha sonra quantum okudum. O kadar derine çektiki beni ancak o zaman anlamlandırabildim çoğu şeyi. Şakacı foton, her zaman vardı ve şakalarını yapmaya devam etti. Sanatçılar buna sanat dedi. Başkaları başka şeyler: Bakınca kendini gizleyen ama bakmadığınızda gösteren o ışık taneciğinin güneşten geldiğini çok iyi biliyoruz. Hayatın, yaşamın sırrı budur. Bunu anlatmakta neden çekinelim ki herkes deneyimlesin, harika bir şey...

Leonardo o cümleyi kurarken; peşinden ben biliyorum bu böyledir, ben deneyimlemiştim dememişti çünkü insanları tanıyordu.

O depremi hissettiniz. Bazen insan ne olduğunu anlamıyor önce, sonra olan bitenden anlamlandırıyorsunuz. Diyorum ya muhteşem bir deneyimdi. Bence de harika bir şey. Ben de 99 depreminden bir ay önce başladı sıkınrılar. Rüyamda görerek başladı. Son 3-4 gün önce aynı saatlerde aynı salınım şekliyle, yatağım önce sağa sola sonra durdu, ileri geri salladı. Dörder kere filan. Sabah fırladım herkese soruyorum gece deprem oldu, kimsenin haberi yok. Pazar günü akşamına kadar arkadaşlarla TV' de deprem haberi aradık haberlerde. Kandilliye bakıyoruz yok. Ertesi gece deprem oldu ve arkadaşlarımın çoğu Nilüfer söylemişti diye fırlamış yataktan.

Quantum çok çok ilginç bir konu. Yeterince inceleyemediğimi düşünüyorum. Biraz zaman ayırabilsem, daha çok incelemeyi düşünüyorum.

Kadın duyarlığı bu hususlarda daha yüksek. Sanırım kilise ile kanlı bıçaklı düşman olmalarının, din adamlarının tümünün erkek olmasının, mollaların erkekliğinin hatta peygamberler bile erkek, ayrı bir gizi var gibi?

Bu pek giz değil aslında. Dayatma daha çok ama ilginç bir durum var şimdi: Yeni bir lider geleceğini söylüyorlar ve bu bir kadın olacakmış. Bir arkadaşım var benim anlayamadığım boyutta enerjilere ve quantuma dalmış vaziyette. Onların grubu söylüyor. Bu sene dünyaya geliyor bu insan. Belki biz de görebiliriz. Bu kadarını ben bilemiyorum ama bu Transandantal Meditasyon ve Reiki deneyimlerimse o kadar ilginç olaylar yaşadım ki, başkası anlatsa bu yaşadığım olayları inanmayacağım. Bu yüzden bir olma durumunun gerçekliğini kabul ettim.

Transandantal Meditasyon değişik bir şey. Meditasyon deyince herkes rahatlama ve gevşeme durumu sanıyor ama TM de böyle değil. Diğer meditasyonları bilemiyorum. TM insana enerji veriyor ve uyku ihtiyacını azaltıyor. En güzeli de sahip olduğu yetenekleri geliştiriyor, arttırıyor. Ben, neredeyse hiç ön araştırma yapmadan gittim derneğe. Üç günlük tanıtım konferanslarından sonra, devam etmeye karar verdim. O zaman bir para ödeniyor. Nasıl yapacağınızı öğretiyorlar. Geri kalan 4 günde evde yapıyorsunuz. Her gün derneğe gidiliyor. Önceden hazırlanmış sorular soruyorlar size. Sonuçlardan yaşayacaklarınızdan o kadar eminler ki: Şunu hissettiniz mi, bunu hisettiniz mi soruyorlar. Aa evet, hepsini hissettim. Sonra açıklama yapıyor: Bu böyle şu şöyle filan. Beni en çok şaşırtan, ilk gittiğimde oradaki insanların yüzlerindeki aydınlık oldu. Hepsi pırıl pırıl parlıyordu sanki, eğitmenler filan. Soruyorlar sigara içiyor musun, uyuşturucu gibi şeyler kullanıyor musun diye. Uyuşturucu sorunu olanları kabul etmiyorlar. Ben sigara kullanıyorum dedim. Hiç merak etme hiç de sert etme, bırakacaksın dedi hocam. Üçüncü ayın sonunda bir gün yaktım ve ben bunu niye içiyorum deyip söndürdüm. Bel yıl içmedim. Meditasyonu bıraktım, bir yıl sonra tekrar başladım. Başladıktan bir süre sonra geceleri uyuyamadığımı düşünmeye başladım. Gözlerim kapalı, oda karanlık, perdeler kapalı ama benim sanki gözlerim açık. Pencereden dışarısını görüyorum ve hatta dünyanın dönüşünü görüyorum. Eyvah diyorum, ertesi gün işe gideceğim ve ayakta uyuyacağım. İşe gidiyorum, canavar gibiyim, uyku filan yok. Ertesi gece yine aynı şey. Zaman zaman yakın yerlerde yatılı kurslar yaparlar. Onlardan birine katıldım. Ören'e gittik. Üç dört gün. Harika bir deneyim. Orada Prof bir psikiyatrist bize hocalık yaptı. Akşamları toplu olarak sohbet ediliyordu. Herkese yaşadığı deneyimleri anlattırıyordu. Ben de bunu anlattım. Ben korkuyorum artık gibisinden. Adam güldü. Korkacak bir şey yok, bizim varmak istediğimiz yer burası. Sen çok zaman olmadan bu noktaya geldiğine göre özel bir yeteneğin olmalı. Korkma, tam aksine bırak kendini bu duruma dedi. Sonra korkmadım bir daha ve günde 5 saat uykuyla yaşamaya başladım ?

 Durumu genelleştirmek için aslında her insanda olduğunu söyleyebilir miyiz, ilk başta bir soru sormuştum: Sanat mayası her insanda var mıdır diye. Ayrıca yaşadığınız yer de ilham kaynağı, harika bir yer..?

 Fethiye çok ilginç bir yer. Mitolojide burası "Bilicilerin" yaşadığı ve yetiştirildiği yer olarak geçiyor. Çok güzel bir coğrafya gerçekten. İklim biraz haşin ama güzelliği ve geniş bir alana yayılması yüzünden seviyorum burayı. Haşin derken yazın çok sıcak, kışın da. Datça, Bodrum ve Marmaris'e göre daha soğuk. 


Gök gürültüsüz yağmur yağmıyor.




SERDAR DARTAR İLE 

BİREY OLMA GÜDÜSÜ

Kendine yabancılaşan bireyin yalnızlığını işlediğim resimlerimde günümüz dünyasının makine karşısındaki tekno-insanına karşı bir duruş sergilerken, herkesin kendisinden bir şeyler bulmasını amaçladığım çalışmalarımda; benlik bilinci, birey olma güdüsü üzerine durmaktayım. 

Modern yaşamın; insanı makineleştirdiği toplumumuzda kendine uzaklaşan ve giderek yalnızlaşan insanın sığınacağı, kaçacağı bir yer arayışının melankolik evresindeki durumu resimlerimdeki çıkış noktalarımdan birini oluşturmaktadır. Akıp giden zamanın insan üzerindeki psikolojik etkileri de söz konusu evredeki yansımalardır. Modern yaşamın, aslında tek bir yüze sahip olan insana birden fazla yüz yüklediğini vurgulayan figürler bir eleştiri olarak söz konusu duruma karşı bir duruş sergilemektedir.

Evet; yalnızlaşma, kendine yabancılaşma, makineleşme ve bireylik, kendini bulma ciddi çaba isteyen konular olmalı. Sizce en kestirme ve sağlam yoldan insan kendini nasıl bulup birey olabilir?

Sizin de söylediğiniz gibi ciddi çaba isteyen konular, hepimiz bu çabanın içindeyiz. İnsan var olmaya çalıştığı bu sisteme ayak uydurmaya çalıştıkça giderek uzaklaşmıyor mu kendinden! Bunu yaparken de kendinden bir şeyler eksiliyor. Özünden kopan insan başkalaşıyor ya da şöyle ifade edeyim aynılaşıyor.

Sisteme ayak uydurmak yerine kendi sistemimizi kurmaya çabalamak sanat gibi bir tılsıma sahip olanlar için daha kolay değil mi, teori - pratik sorunsalında sıkça karşımıza çıkan akademide ne öğrendik, yaşam neymiş sorularının yanıtları sizde nedir?

Sanatın tabi ki bu manada önemli bir rolü var ama yaşamın getirdiklerine kayıtsız da kalınmıyor. Yaşamımızda öğrendiklerimizin yeri de tartışılır çünkü yapmakta olduğumuz her şey bu düzlemde var olabilmek adına yaptıklarımız. Her şey bir zincirin halkası gibi birbirine bağlanırken bir amacın peşinden gidiyoruz ve hep daha fazlası için.

Tecrübe gibi devasa bir yekundan istifade ederken hangi sanatçı ve yaşamlarına odaklanabiliriz / odaklanmalıyız?

Klasik bir yanıt olabilir belki ama Leonardo Da Vinci, Albrecht Dürer gibi ressamlar aklıma ilk gelenler. Sadece resim alanında değil, pek çok alanda kendini geliştirmiş insanlar. Sanatla, bilimle daha pek çok alanla ilgilenmişler.

Bunu çoğumuz yaşamışızdır. Günlük yaşamımızda dahi 10 dakika da olsa kendimizi dinlemek istediğimiz bir an mutlaka olmuştur. Mola dediğimiz şey işte bu. İnsanın kendiyle kalmasına sistemin müsade ettiği küçük aralar. İstese de istemese de maruz kalıyoruz çünkü yaşamak zorundayız. Bunu yaparken benim seçimim tuvalim ve boyam oldu. Resimler izleyicinin kendini bulduğu o kaçış yeri oldu, bunu izleyicilerin tepkisinden de anlıyorum.

Siz kendi güvenli, size ait sistemi nasıl kurup geliştiriyorsunuz?

Sizin de en başından belirttiğiniz gibi sanatın gücüne sığınmakla. Her ne kadar kayıtsız kalınmasa da çıkış yolu olarak sanata sığınmak ve izleyiciyle paylaşımda bulunarak ortak bir yolda buluşarak.

Sizin gibi düşünen veya aynı yollardan geçerek ortak olmasa bile yakın karara vardığınız arkadaşlarınızla veya sanat çevreleriyle ilişkilerinizi nasıl koruyup geliştiriyorsunuz? 
 

Bunun için diyalog kuruyorum. Destek olmak çok önemli. Birlikte bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Fikir alışverişlerimiz oluyor. Bu pandemi sürecinde çoğu etkinliğin gerçekleşemediği bir ortamdayız ama yavaş yavaş sergiler, etkinlikler olmakta. Bu da sevindirici oluyor tabi ki. Böyle sanatsal etkinliklerin, fuarların olması insanları sanatla buluşturmada önemli bir yere sahip. Gerçekleşecek olan projeler için hazırlık sürecinde yine arkadaşlarla fikir alışverişi yapıyoruz. Umarım bu süreci insanlık olarak kısa sürede atlatabiliriz.

Pandemi le birlikte online platformlar önemli bir yer edindi. Özellikle etkinlik anlamında oldukça büyük bir etkiye sahip oldu. Ben de bu süreçte online platformlardan faydalandım. Online pek çok sergiye katılım gerçekleştirdim. Bazı platformlarda 3D galeri mantığıyla eserler sergileniyor, izleyiciler sanal ortamda sanal galeriye girip sergileri gezme imkanı buluyorlar. Bunun dışında sanat sempozyumları, söyleşiler de sanal ortamda gerçekleştirilmeye başlandı. Bu doğrultuda bu gelişmeleri faydalı buluyorum fakat birebir karşılaşmanın yeri farklı tabi.

İnsan varoluşundan bugüne dek bulunduğu şartlara uyum sağlamaya çalışarak yaşamını sürdürmüş. Geleceğin dünyası bu mu yoksa daha da ileri boyutu mu bilmiyorum ama gelişen teknoloji ile her geçen gün yeni pencerelerin açıldığı kesin. Eğitim, alışveriş, eğlence ve daha pek çok şey şimdi online olarak gerçekleşiyor, sanat da öyle. Tabi ki mecburiyetlerin getirdiği bir duruma karşı uyum söz konusu. 

Evet, aslında önceden farkında olmadığımız çoğu şey şimdi değerli oldu diyebiliriz. Online sanatsal aktiviteler tabi ki güzel ama ben bir eseri incelerken yakından bakmak isterim Teknolojinin gelişmesini de yok sayamayız. Şimdilik bu şekilde devam ediyor, ileride ne olur ben de merak ediyorum.

Sizin yaptığınız çok güzel ve aynı zamanda önemli bir şey. Pek çok kişiyle bir araya gelmiş oluyorsunuz, pek çok düşünceyle karşılaşıyorsunuz ve yine sanat vasıtasıyla sizinle de sohbet etme imkanı bulmuş olduk. Kendi adıma çok teşekkür ederim, güzel bir düşünce olmuş Diyalog Sanat.

Okunmama bir görüş, hayata karşı bir duruş meselesi. Toplum eleştirisi yapıyorken, toplumu bu düşünceye iten sistemin etkisinden de söz etmek gerekiyor. Memur olmayı hedefleten bir yapı. Diğer taraftan her ne olursa olsun evet okumayan bir gençlik. İstediği her şeyin tek bir "tık" la önüne geldiği bir çağda. Ailenin rolü mü, eğitim sisteminin rolü mü! İkisinin de mutlaka yeri var. Öğrenme isteği, çocuğu araştırmaya yönlendirecek bir yol aile ve eğitimden geçiyor.

İKİNCİ BÖLÜM 

DA VİNCİ'NİN ŞİFRESİ

Da Vinci'nin her şeyin bağı fikrinden devam edebiliriz: Sizde uyandırdığı veya uyardığı nedir?

Da Vinci aslında insan ve doğa arasında bir bağlantı kuruyor. Daha önce de konuştuğumuz gibi yalnızca sanatla değil bilimle de ilgileniyor. Bu bağlantıya insan ve evren arasındaki ilişkiyi yerleştiriyor. İnsan anatomisiyle evrenin mekanizmasının birlikteliğini vurguluyor. İnsan ve doğa ilişkisi çoğu dönemde farklı sanatçılar açısından da ilgilendikleri bir konu oluyor. Albrecht Dürer'den bahsetmiştik. Doğayı naturalist bir anlayışla yansıtıyor. Bu da Kuzey Rönesansı'nın getirdiği bir bakış açısı. Doğanın Tanrının bir tezahürü olduğu anlayışı da ona kutsallık atfedilmesini doğuruyor. Bu çoğu sanat akımında karşılaştığımız bir durum: İnsan ve Doğa

Nominalizmden önce Rönesansı ekip biçen sanatçıların o muhteşem değişim ve dönüşümleri hem yaşama hem de organize edip yaratabilmeleri sizin de ilginizi çekmez mi veya akademide bu konuyla ilgili okutulanlar nelerdir? 
 

Konuların farklı dönemlerde farklı perspektiflerle ele alındığı bir gerçek. Toplumların yaşayış biçimleri bakış açılarını zamanla değiştirmiştir. Bir görüş kendinden öncekine bir tepki olarak da doğuyor. Rönesansla değişen insana bakış açısı da öyle. Sanat da her dönemde farklı bir anlayışla ilerleyişini sürdürüyor. Kimi dönem baskılanıyor, kimi dönem özgürleşiyor. Akademik eğitimde işin tarihsel süreci aktarılmakta tabi ki. Sanat tarihi olsun, uygulamaya yönelik çalışmalar olsun… 

Sizin zihninizde "sanat, felsefe, bilim, devlet, akademi, ekonomi, inançlar veya ideolojiler" nasıl birer yer alıyor?

Sanatın çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Sanat önce bir eylemken alımlayıcısıyla buluştuğunda toplumsal bir yapıya dönüşüyor. İnsanları birbirine bağlıyor. Ayrı fikirlere sahip çoğu kişiyi aynı platformda bir araya getirmiş oluyor. Geriye baktığımızda yaşanmışlıkların izlerini sanatta bulabiliyoruz. Bir ses, bir renk, bir mısra farklı bir dünyanın kapısını aralarken insanları o kapıdan içeri davet ediyor. Sanatın bu anlamda birleştirici bir gücü olduğuna inanıyorum. Birbirinden farklı kavramlar olsa da bilim ve felsefe, sorgulama ve araştırmayı tetikleyen iki kavram olarak ele alınabilir. 

En başından konuştuğumuz gibi sorgulamayan, soru soramayan, okumayan bir zamandan yakınıyoruz. Bu bağlamda bu söz konusu kavramları tek tek değil de genel manada yekün olarak değerlendirmek ve gerekliliğini anlamak gerekiyor.

Genel olarak bir boşvermişlik, adam bana necilik, ben ne yapabilirimki çaresizliği veya birey olalım derken bencilliğin girdabına saplanıp kalma gibi bir sürü karmaşa yaşanıyor. Gençlerimiz tecrübesiz oldukları için ezberle, elyordamıyla ilerlerken yaşlılarımız hırslarından kurtulabilmiş değil hâlâ daha fazlasını isteyip duruyorlar. Bir doyumsuzluk - bilgisizlik - çaresizlik girdabıdır kuşatmış gidiyor. Yırtıp çıkmak isteyenlerin gücü yok. Güç sahipleri sadece yığma peşinde. Verimli üretim / yaratımdan çok kendi yayınevini kurup kendi kitaplarını basan ve kendi kendine ödül veren tipler türedi. Uluslararasıyla neredeyse hiç bağımız yok. Ulusallık, ulusal sanat adına evrensele körüz. Bu genel durum çürümeye yol açıyor. Çürüyen göle yeni, taze su akıtılmadıkça, bağlanmadıkça bu ortam zehirlenmeye ve çevresini zehilenmeye devam edecek.

Kesinlikle katılıyorum. Hep daha fazlasını istemek, bencillik maalesef çürümeye yol açıyor. Bunu düzeltebilmek için nemelazımcılığın yerine kolektif olarak bir şeyler yapılmalı. Söylediğiniz gibi, taze suya ihtiyaç var.




ERSİN UÇAK İLE 

SEÇENEKLER ARTTI

Sanat iyileştirir, sanat her şeydir ve benim her şeyimdir, bir resim sanatçısı olarak… Bir duygunun, tasarımın, güzelliğin dışa vurumudur. Bu tür yöntemlerle dışa vurumdur.

Kendimi çok iyi ifade edemem fakat resimlerim ile ifade etmeye çalışıyorum. Ben  alaylı ressam arkadaşlar gibiyim. Resim yapmayı seviyorum ve kendi şehrimde sanat elçiliği yapmaya çalışıyorum. Pandemi dönemi birçok düşüncelerimi ötelemek zorunda bıraktı fakat resim yapmamı engellemedi. Kendi yeteneğimi her bir resimde ayrı ayrı keşfetmeye çalışıyorum bundan da büyük mutluluk duyuyorum.  
 

Resim yapmaya tamamen adapte olduğum zaman 8 saat hiç kalkmadığım oluyor ve öyle bir an geliyor ki sanki fırçanın üzerinde başka bir el koşturuyor, o an müthiş şeyler çıkıyor ortaya sanırım kişinin yaratıcılığı orada başlıyor. Ben dünyadan kopuyor başka bir dünyaya giriyorum ve herbir resmim de farklı ben'i görüyorum. Benim için resim var oluşum gibi bir şey. Sanat sayfam Instagram hesabımda var "Hayaldunyam40" belki orada anlatmak istediklerimi daha net görebilirsiniz. Eğer kendinizi vererek bir şeyler yapıyorsanız bence kötü olma ihtimali yoktur. En kötü görünen bir şey bile belki hiç görmediğimiz ruh halimizi anlatır.  Diyalog için teşekkür ederim ?. Umarım kendimi ifade edebilmişimdir. Birkaç resim de paylasabilirim arzu ederseniz… 

(İlk 9 resim bkz: Facebook)  
 

"Öyle bir an geliyor ki sanki elimin üstünde başka bir el koşturuyor, işte o an müthiş şeyler çıkıyor" cümleniz bizi alıp götüren cümledir. Binlerce diyalogda sanat insanlarımıza sorup durduğumuz soru tam da budur: Sanat insanı, üretim / yaratım esnasında nasıl bir duygu durumunu yaşıyor sorusu. Bu gizemli soruya genellikle yanıt verilmek istenmiyor veya unutulup gidiyor. Bir de "ne anladıysan o" kurnazlığı var. Bir türlü o muhteşem saf duyguyu alamıyoruz sanatçılarımızdan. Sanatçının üretim esnasındaki duygusunu unutmadan aktarması ve açıkyüreklikli olması için önerileriniz nelerdir? 
 

Ruhunun özgür olması, açık yüreklilik için gereklidir. Bir de ben kendi adıma resimlerime  kendimi verdiğim anda ne kadar hızlı yapıyor isem o kadar güzel oluyor. Zaten o an hızınızı farketmiyorsunuz içerisinde yok oluyorsunuz. 
 

Resim dışında sanatlara da değinirsek, "tıkandıklarını, üretemez olduklarını, kısırlaştıklarını" ifade eden sanat insanlarına ne önerirsiniz?

Kendi yaratıcılıklarını keşfedecekler. Bir taş ele alınacak olursa sanata dönüşebilir veya tarlada kurumuş ot parçaları, yeter ki neye baktığını görmek istesin. Yaylamıza gittiğim zaman ormanda yürümek için sabırsızlanırım. Orada o kadar çok keşfedecek şey bulurum ki ne kucağıma ne de zihnime sığdırabilirim. İnsanlar yalnız kalmayı ve yalnızlıkta ne kadar kalabalık olduğunu hissedebilmeli. Zihin yalnız kalınca daha çok üretiyor bana göre. Akıl dağılmıyor. 
 

Bir kaç resim göstermek istiyorum. Kısaca değerlendirirseniz sevinirim:   Sizde uyandırdıklarını merak ediyorum.

(Sonraki 9 resim bkz: Facebook) 

Birinci kırmızı resim, sonsuzluk ve özgürlük. İkinci çocuk, bir çocuğun yaşadığı dünya ve hayalleri arasında yaşadığı travma. Üçüncü kadın, her şeyi görsen de bir gözünü kapatmak, susmasını ve sabretmesini bilip zamanı gelince konuşmak çünkü aynı zamanda göz atıyor. Dördüncü resim, zamana yolculuk geçmiş gelecek. Beşinci, zamana açılan kapı ve bilinmeze yolculuk. Altıncı, tek bir kişinin bir insanın zihnini karanlığa çevirmesi ve kendini ve zihnini her şeye kapatması. Yedinci bana göre modernleşme adına betonlaşma. Sekiz, kadın. Dokuz, yokoluş. 

Pekiyi, sizce bu resim bir nü' müdür yoksa anlatmak istediği birşey var mı?

Tabiiki nü diyebiliriz fakat benim ilgimi çeken Tualin özellikle mi yoksa bahsini ettiğiniz el üstünde el duyumu ile mi ikiye bölünerek kompozisyon oluşturduğu. Bir önceki diyaloğumuzda insan beyninin sağ ve sol lobları ile daha önemlisi ön lobun bu işlerde ne kadar aktif olduğu değerli. Figürün olduğu gibi oturmasının yanısıra kışkırtıcı bir şey özellikle var. Burada sorulması gereken "kadın, dişi, doğurgan" neden bu duruşla duruyor, öncesinde ve sonrasında ne var?

Özellikle Müslüman ülkeler de kadın bedenin  çıplaklığı ile maruz kaldığı ve ödeyeceği bedel ve ölüm hissini uyandırıyor bende. Saçlarından kan akıyor.

Evet, solalta dikkat eder, gözden kaçırmazsak bir erime, çürüme, dökülme mevcut ama kadın bunun acısını hissetmeyip umursamazmış gibi?

Hayır, bence kadın ölmüş ve başı arkada, saçları kanlı.  
 

Neden bazı ressamlar yüz değilde arkadan görüntü almayı tercih eder, bakın bu da güzel bir sorudur?

Hiç öyle düşünmedim çünkü her ikisini de çalışıyorum. Neden pekiyi? 

Genel olarak insanlıkta bir sırtını dönme durumu, vazgeçme, umursamama veya "benden bu kadar" tavrı var zaten. İnsanlığa o eskiden olduğu gibi sevinç, sevgi, mutluluk nasıl yeniden kazandırılabilir, neden duygularımızın çoğu negatife dönüştü?

Seçenekler arttı. Sabretmek rafa kalktı. İnsanların önüne herşey birden sunulunca, yetenek gelişmiyor, yaratıcılık bitiyor, hayal gücü kalmıyor. Hepsini birden gördüğü için hedefi kalmıyor ve mutsuz oluyor. Sabır, vefa, dostluk günübirlik oldu. Herkeste günübirlik bir hayatı yaşama arzusu çoğaldı. Emeksiz, hazır… 



215. DİYALOG

DERDİ DEŞMEK

Merhaba, kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Uygun bir zamanınızda "Oyuncular Sendikası" yazışmak dileğiyle.

Ben teşekkür ederim...

Sendika yazışabilir miyiz şimdi?

Oyuncular Sendikası'ndan mı?

Evet. Profilinizde onu gördüm ve yazışmak istedim. Başka bir konu varsa yazışabiliriz, farketmez mühim olan diyalog.

İlahi, ben de geçen gün kendi kendime "oyuncular sendikasına üyeyim ama nasıl üyeyim" diye sordum? Tabii pek 'dizi' oyuncusu olmayınca ilgilenemedim. Kusurum var anlayacağınız. aidatımı bile yatırmamışımdır zira bir evrak eksikti. Şimdi biraz daha işleirm hafifledi ilgileneceğim mutlaka.

Çalışmalarından bahsedebilir misiniz, faydalı işler yapıyor mu, kazanımları neler oldu şimdiye kadar?

Erkan Bey, bunun en doğru adresi Tilbe Saran ve tabiii Meltem Cumbul. Ancak şunu gözlemledim genç jenerasyon 30 tl'lik aidatı yatırmakta zorlandığı için üye bile olamıyor. Sanırım onlar daha çok bu dizi sektöründeki olumsuz zaman zaman insanlık dışı koşullara karşı bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. İnanın ben de detaylarını bilmiyorum. Dedim ya, "kusurluyum".

Kusurunuz olmayan bir alandan devam edelim o halde, akademi ile sanat dünyası - camiası uyumu nasıl sağlanır?

Ben kusurlu bir canlıyım Erkan Bey.

Akademi ile ilişkim şöyle:
Benim kendi mesleğimde bir adım bir adım daha öteye gitmeme sebep oldu çünkü hep araştırmalı ve nasıl olmalı diye düşünmek alternatif üretmek durumunda kaldım. Bu da beni olduğum yerde kalakalmaktan bir nebze olsun kurtardı. Herkes kendi adına konuşmalı, o yüzden camia dediğimizde çerçeveyi genişletiyoruz. Neyse sonuçta akademik olarak ders veriyorum ve süründürdüğüm tezimi bitirmeye çalışıyorum. Bu saatten sonra o alandan kopuk olmayı düşünemiyorum (kendi adıma)

Şunu ifade etmekte bir sakınca görmüyorum, özellikle sanat kurumları ile akademi dünyasının bağı bence zafiyet içinde. İletişim içinde olsalar, enerjilerini birleştirseler kısa ve uzun vadede hatırı sayılır işlere imza atabilirlerdi... (belki)

"Nasıl olmalı" alternatifleriniz nelerdir?
Uyuz - mıymıntı - anlayışsız - akademiden uzak - burnunun dikine giden - her şeyi para ve şöhret zanneden Sabancı kültürlü sanatçılar nasıl ikna edilecek?
*"Sabancı Kültürü: Sabancı üniversite mi bitirmişti ki..."



En en en aklıma geleni söyleyeyim madem öyle:
Bilim dünyasının çoğu kez ilanlarına - duyurusuna rastlarız değil mi? '... Kongresi' diye. O kongrelerde akademisyenler, bilim adamları, proflar, doçentler v.s. bildirilerini okurlar. Buradaki amaç son gelişmeleri takip edip araştırmalardan tüm bilim dünyasının haberdar olmasını sağlamaktır. DT gibi bir kurum her sene bir konuyu hem kendi hem kurum dışı hem de öğrenci sanatçılara beyin fırtınası estirecek şekilde enine boyuna incelemeye açabilirdi.

Batı bir yanda Doğu bir yanda. Türk Ttiyatorsu nerede? Ya da oyunculuk metodları üzerine eğitmenlik yapanlara yol gösterebilecek bir kongre araştırmalar seminerler dizisi ya da 'yönetmen' zafiyeti içindeyken akademi, akademilerle ortak yönetmen yetiştirmek için çaba sarfedilebilirdi.

Meselemiz uzun.

Derdimiz de büyük.

Sanırım...

Derdimizi buradan deşelim. Öyle yakıcı bir sorundur ki bu, emeklerin boşa gittiğini görmek kahreder insanı. Zaman kaybetmeden akademik kurumsalı nasıl zorlayabiliriz?

Zorlayamayız. Hele şu sıralar... Öncelik kurumun ayakta kalması, yarınının olup olamayacağı...
Üzerindeki ölü toprağını kaldırmak için çalışmalı.

Şunu görmek çok kolay: "Günümü kurtarayım, ne kaparsam kârdır, ne kadar kırkarsam o kadar iyi..." anlayışları yerleşmiş durumda. Geleceğe yatırımın öneminin altını nasıl çizmeliyiz.

Şu an tek 'gelecek' inşası ülkenin geleceği ile doğru orantılı.

Karamsar gördüm sizi, çabalarınız ne yöndedir?

Kimsenin durup dururken günümü kurtarayım noktasına geleceğine inanmıyorum. Sistem insanı nasıl köle noktasına getirdiyse, nasıl suçlayabilirim insanların geçim derdinden kendilerini kurtarmak istemelerini. Brecht'in dediği gibi 'önce ekmek gerek'

Karamsarım, melankoliğim, mutssuzum ama bunlar umutsuz olmamı gerektirmiyor.


Valla
söyleşi gibi oldu. Bir yerde mi yayınlanacak?

Bu aşamada şunu merak ederim, kendi çevrenizde ne tür etkinlik alanları görüyor veya oluşturmak istiyorsunuz, takip ve gözlemlemi sürüyor bir yerlere dokunmaktan zevk alıyor musunuz?

Etkinlik mi?

Evet, blogumuzda yayınlıyoruz.
Çaba, eylemlilik, projeler, dayanışma grupları, uluslarası akademi ve sanat desteği v.s. v.s.

Anladım.
Oysa ben sohbet ettiğimizi sanmıştım. Biraz mükemmelliyetçi olduğum için... Söylediğim, yazdığım her şeyi enine boyuna tartarım.
 
Katkınız için teşekkür ederim.

Varolduğunu düşündüğüm kaosa rağmen her gün gözümü açıp yaşama katılmadaki gösterdiğim beceri gibi yani; yaşamak gibi nefes almak gibi tiyatro yapamaya devam etmek, projeler oluşturmak, okumak, araştırmak ve genç meslekdaşlarıma önermelerimi anlatmak için ciddi çaba sarfetmek bir 'etkinlik' içinde olmanın çok ötesinde benim için yaşam biçimidir.

Umarım bizim çabamız da sizin nazarınızda değerlidir..?

Değerli mi! O nasıl söz? Tabii ki değerli. Değil mi ki siz bu meselleri düşünmekle geçiriyorsunuz zamanınızı o vakit benim değersiz bulmam imkansızdır.

O halde son mesajınızla tamamlayalım.


 

Senem ÇİL ile diyalogdayız. Siz de ilgili sorularınızla katılabilirsiniz:


SENEM ÇİL İLE

BİRLİK BİLİNCİ 


Şu an var ya, açtım baktım siteye (Diyalog Sanat) ilaç gibi geldi. Şu dünyada belki de en muhteşem şeylerden biri, aynı dili konuşabildiğin insanlarla buluşabilmek. Ayşe Lebriz' i okudum az önce. Hocamdır kendisi. Çok teşekkür ederim davetiniz için şükranla.


Sanat, sanatınız, sanat görüşünüz... başlar devam ederiz


Üç yıldır elini eteğini piyasadan çekmiş fakat kalben ve bilişsel olarak yoluna devam etmeye çalışan birine soruyorsunuz bu soruyu. Çok mideniz bulanır hani, artık yemek istemezsiniz önünüze konan yemeği. Hani yemektense aç kalmak daha iyidir. Çıkıp ormanda daha iyisi için savaşacak gücünüzde kalmamıştır. Öyle bir şey. Kendimi ve sanatımı nadasa bıraktım.


Ayşe Lebriz'in bahsettiği yara sizce neydi?


Hissettiğim şey çaresizlik. 


Çözümü bilen bunun için elinden geleni de yapan fakat çoğunluğun olmadığı bir mücadelede, hala umutla yoluna devam etmeye çalışan bir sanatçının çığlığı, boşalması gibi. 


Bu kadar memur sanatçı var. Maaşlarını tıkır tıkır alıyorlar. Ödenekler, yolluklar, extralar, primler, harcırahlar, emeklilik, sağlık sigortaları... daha ne olsun?


Maddi beklenti ile sanat icra edilemez bence. Bir esinti gelir. Onun bizi nereye götüreceğini bilemeyiz. Hesap yapmak sanatçının işi değildir. Sanatçı, ruhunun, kalbinin yolundan giderse denizi, güneşi görebilir. Memur zihniyetinde yapılan bir sanat ne kadar özgür olabilir ki?? Bir Belediye Tiyatrosundan istifa etmiş biri olarak söylüyorum bunu. Özgürlüğün olmadığı yerde, sanat yaşayabilir mi? Yaşasa da yüzde kaç nefes alma ve dolayısıyla yaratma potansiyeline sahip olabilir? Benim dikkat çekmek istediğim ve aslında Sanatta Birlik Bilinci. Eskiden usta çırak ilişkisi vardı. Ben bilinci yerine biz bilinci hakimdi.


Bizim aynı zamanda bir de resim sunum platformumuz var, uluslararası, (ArtCRİTİCS). Orada ressamların kendi resimlerini satmalarına da olanak sunuyoruz. Bir örnek vermek istiyorum: Bizden bir ressam 500$ ile başladığı aynı resimlerin fiyatını bir ay sonra, 1mikyon$'a kadar çıkardı Sanatçı doyumsuzluğu sorunu ile ilgili belirtmek istedikleriniz nelerdir?


Yeni nesil olarak artık bunu görememek beni en çok üzen şeylerden biri. Dün bir ressam, heykeltıraş arkadaşımla tam da bunun üzerine ne yapılabileceği üzerine konuşmuştuk? Ona ileteceğim, çok sevinecektir böyle bir platform var olduğu için.


Üniversitelerin her hafta perde açtığı ve kendi mezun öğrencilerinden oluşan tiyatroları olabilir ve mezunlar ekmek parası kazanmak için saçma sapan işler yapmak yerine bu alanlarda mesleklerini icra edebilirler. Anadolu Üniversitesi, zamanında bunu yapabilen bir üniversiteydi ve çok değerli oyuncular yetiştiriyor, çok güzel, sanatsal değeri yüksek oyunlara imza atıyorlardı, ustalar ve çıraklar olarak. Cebimi nasıl doldurabilirim, kariyerimi bir basamak üste nasıl taşıyabilir, sahnelediğim oyuna nasıl daha çok seyirci çekebilirim soruları yerine; kendime, sanata, sanatçılara, hayata nasıl katkılı olabilirim sorusunu sormak bence çok daha bilinçli bir soru olurdu.


Bu soruyu sormak da her babayiğidin harcı değildir. Elini taşın altına koymak ister, emek ister, özveri ister. Güzel ve iyi olan şeyler birlik olmayı gerektirir. Çıkarsız olmayı gerektirir, "rir, rir, tir", sorumluluk gerektirir, her şeyden önce ben demeyi bırakıp, biz demeyi gerektirir. Biz denilirse belki Ayşe Lebriz hocam da ben de, "bir diğer oyuncu dostuma", hocam da daha az çığlık atar, canlarımız daha az acır, birlik olunca. Bir kişinin çığlığı 100 kişiye bölünürse yük hafifler. Belki sesimizi, kalemimizi, bedenlerimizi, gücümüzü, nefesimizi sanat yapmak için daha verimli kullanabiliriz. Çok doluyum belki sabaha kadar yazsam yazabilirim.


Bu ülkede gerçekten sanatını yapmaya çalışan insanlar eş zamanlı olarak garsonluk yapıyor, köpek gezdiriyor, tuvalet temizliyor, beş kuruş para alma beklentisi dahi olmadan oyunlar sahneliyor, dekor taşıyor, kuruyor, topluyor, sahneyi siliyor, bazen sabahın beşinde umutla evine dönüyor; o ay kirasını, elektriğini, suyunu nasıl ödeceğini düşünerek ve hala bir umutla…


Ben yoruldum Sanat gelme üstüme

Yol verdim dünyanın namert yüzüne


Biraz değiştirdim şarkıyı, yüreğimce…


Yara acı veriyor anladığım kadarıyla. İzleyici bakımından özellikle tiyatro sanatının olmazsa olmazı, gelir kaynağı vs olmaları bakımından neden yeterli ilgi ve destek verilmiyor, Yedi Kocalı Hürmüz ile "sürtüklüğü", Keşanlı Ali ile "kabadayılığı", Dümbüllü ile "tahkiri" sahneleyen ve toplumu kültürel zehirleyen bir sanat neden izlensin ki?!!!


Çok kıymetli oyunlar sahnelendi, sahneleniyor aslında fakat bu oyunlar belirli sahnelerde çok az bir zümre tarafından izlenebiliyor. Siz beni izliyorsunuz, bende gelip sizi izliyorum öyle düşünün. Gerçek sanatı "bu senin, benim, birbirimizi izlediğimiz" alanlardan çıkarıp, halkın da ulaşabileceği alanlara taşımak da diğer bir dikkat çekmek istediğim nokta aslında. Bu açılımınız için şükranlarımı sunuyorum. Burada Türk sanatçısının aklı ve mizahı devreye giriyor.


Zihinlerde bir karşı taraf algısından çıkıp; suçlu, suçsuz, haklı, haksız vs tüm bu bakış açılarından sıyrılmış bir noktadan yargısız bir alandan yani çemberin dışından bakıp, görüp, düşünen ve eyleyen bir sanatı -belki de bu kuşbakışı bir açıyı gerektirdiğinden üstbilinç bir sanatı gerektiriyor. Dönüşüm artık, birlik bilinci ile hareket edebilen insanların, böyle bir bakış açısından işleyebildiği sürece gerçekleşebilecekmiş gibi geliyor benim gibi sanatta bir arpa boyu yol katedememiş, para kazanamamış, zekası buna yeterli olmayan aciz bir tiyatrocuya.


Estağfurullah. Israrla altını çizip durduğunuz Birlik Bilinci ile sanatın bireyselliği, bireyin sanat üretimi çelişmiyor mu, birlikten kastettiğiniz nedir? (Adı geçen ve her sene ödüllendirilen eserlerle ilgili eleştiriyi de detaylı yanıtlarsanız sevinirim).


Benim umudum bile yok aslında tüm bu cümleleri yazarken. Umudun, cesaretin, yargının, beklentinin olmadığı bir yerden yazıyorum cümlelerimi. Sorunuza yanıt olarak; "kendini bilen, rabbini bilir" diye bir cümle vardır. "Kendini bilen, birliği bilir" diyorum.


Türk Tiyatrosu yada genel bir ifadeyle sanat, kendi olamamış bir toplumun sanatçılarından, bireyselliğe evrilememiş bir sanattan, "Sanat' ta Birliği" bekleyemeyiz zati Yukarıda da bahsettiğim gibi üst bir sanattan bahsediyorum, birlik bilincinden bahsederken… 


Benim karnım doysun, benim adım öne çıksın, benim bilmem şu kadar takipçim olsun, benim şurada şöyle bir makamım olsun, altında benim imzam olsun vs vs.. Buralar bir insanın emeklediği, paytak paytak yürümeye çabaladığı evreler. Hala İhtiyaçtan işlev gösterdiği, kimlik oluşturmaya çabaladığı yerler. Ayağa kalkıp, kendi yemeğini yiyip, işlerini görebildiği bir evrede, başkasının onu tuvalete götürmesini, pışpışlamasını, altını bezlemesini falan filan sağlıklı ve kendine yetebilen bir birey ister mi? İstemez. Önce İNSAN olacağız ki sonra sanatçı olalım. Sonra da İNSAN olduğumuz yerden Sanatçı da oluruz, İnşallah  


Tam da bu evrede işte, insan olabilmiş bireylerin birliği sanatta muazzam dönüşümler yaratacaktır.


Ayşe Lebriz'in "henüz ergenlik çağımızdayız" sözü ile anlatmak istediği bu mudur?


Hocam böyle derken ne düşünmüştür bilemem fakat benim anladığım budur.


Teşekkürler Senem. 


Bende çok teşekkür ederim sevgili dost, yüreğime dokunduğun ve bunları paylaşabilmeme alan açtığın için. 

 

Tüm bunları yazarken karnı doymayan bir insanın hayatta kalabilmesinin ve dolayısıyla sanatını icra etmesinin imkansız olduğu gerçeğini de gözardı etmeden, kimseyi şunu yapmayı seçiyor diye yargılamanın haddim olmadığı yerden, daha iyisi için neler mümkün? Başka neler mümkün? sorularını sorduğum yerden yazıyor, yazıyor, yazıyorum.


 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol