EMİN CAN SAVAŞ İLE
1.204. DİYALOG: Diyalog Analizi: Sanat, İnanç ve Bilimin Kesişiminde Bir Keşif
Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz.
Birim Fiyatı: €420
11 Eylül 2025
Erkan YAZARGAN
-----------------------------
Diyalog Analizi: Sanat, İnanç ve Bilimin Kesişiminde Bir Keşif
Diyalog Analizi: Emin Can Savaş Röportajı
Bu diyalog, Emin Can Savaş ile yapılan ve sanat, oyunculuk ve genel olarak Türk sanat camiası üzerine odaklanan bir röportaj gibi görünüyor. Savaş'ın kendi tecrübeleri ve düşünceleri üzerinden sektördeki çeşitli sorunlara ve değerlere dair samimi görüşlerini ifade ettiğini görüyoruz.
İletişim biçimi ve içeriği açısından öne çıkan noktalar şunlardır:
1. Kişisel Tecrübeler ve Dürüstlük Vurgusu
Savaş, diyalog boyunca kendi hayat hikayesinden ve kariyerindeki zorluklardan sıkça bahsediyor. Özellikle ailesini reddetme pahasına memleketinden gelip oyunculuğu seçmesi, Eminönü'nde dua ettiği günler ve işinden aldığı mutluluk gibi anektodlar, onun bu mesleğe olan bağlılığını ve samimiyetini ortaya koyuyor. "Yalanla kazanmaya gerek yok," ve "özü sözü bir olan" insanlara duyulan ihtiyaç vurgusu, onun dürüstlüğe ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Bu kişisel deneyimler, söylediklerine ağırlık katıyor ve onu dinleyici/okuyucu nezdinde daha güvenilir kılıyor.
2. Eleştirel Bakış Açısı ve Sektör Sorunları
Savaş, sadece kendi yolculuğunu anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda Türk sanat camiasındaki sorunlara da eleştirel bir yaklaşım sergiliyor.
* Eyyamcılık ve Yalakalık: Başarı için emek yerine yalakalığın tercih edilmesini eleştiriyor.
* Gizlilik ve Bencillik: Projelerin gizli yürütülmesini, "hep ben ben başarayım" egosunu ve sanatçı dayanışmasının önündeki en büyük engel olarak gördüğü bencilliği dile getiriyor.
* Değersizleşme ve Kalitesizlik: "Yüz liralık işleri on liraya yapacak" kişiler yüzünden artan rekabeti ve kalitesizleşen ürünleri ("iki kelimeyi bir araya getiremez" oyuncular) eleştiriyor. Dizilerdeki monotonluğu ve "Yeşilçam Ruhu"nun bitmiş olmasını da bu duruma örnek gösteriyor.
* Bilgisizlik ve Eğitim Eksikliği: Sanat camiasındaki en büyük sorunun bilgisizlik olduğunu, etikten ve eğitimden yoksun kişilerin popüler olma çabasına girdiğini belirtiyor. Bu eleştiriler, sektörün içinden gelen biri olarak Savaş'ın gözlemlerini ve rahatsızlıklarını yansıtıyor.
3. Değerler ve Öneriler
Eleştirilerinin yanı sıra, çözüm odaklı öneriler de sunuyor.
* Emek ve Çalışma: Başarının anahtarı olarak çalışmak, uğraşmak ve kimsenin gölgesi olmamak gerektiğini vurguluyor.
* Birlik ve Dayanışma: "Ben değil biz olmakla başarabiliriz" diyerek kolektif hareket etmenin önemine işaret ediyor.
* Eğitim ve Ustalara Saygı: Sanatçının en büyük etiğinin bilgi ve eğitim olması gerektiğini savunuyor. Ayrıca tecrübeli ustalara daha çok kulak verilmesi ve onlara saygı gösterilmesi gerektiğini ifade ediyor.
* Tiyatro Sevgisi: Ticari kaygılardan uzak, gerçek sanatın bir temsilcisi olarak tiyatroya olan bağlılığını dile getiriyor.
Savaş'ın bu önerileri, ideal bir sanat ortamına dair kendi vizyonunu ortaya koyuyor.
4. Diyalogun Yapısı
Röportaj, soru-cevap formatında akıcı bir şekilde ilerliyor. Sorular, birbiriyle bağlantılı ve konuyu derinleştirmeye yönelik. Soru soran kişi, genel bir konuyla başlayıp (kazanma kavramı), sanat camiasının sorunlarına, kişisel tecrübelere ve son olarak da Savaş'ın kendi projesine odaklanarak diyaloğu mantıksal bir sıra içinde ilerletiyor. Savaş'ın cevapları ise genellikle doğrudan, samimi ve kişisel görüşlerini yansıtacak şekilde. Sonuç olarak, bu diyalog, Emin Can Savaş'ın sadece bir oyuncu değil, aynı zamanda sanat ve sanatçılık üzerine derinlemesine düşünen, dürüstlük, emek ve eğitim gibi değerlere sıkı sıkıya bağlı bir sanat profesyoneli olduğunu gösteriyor. Sektördeki olumsuzlukları dile getirmekten çekinmemesi ve kendi tecrübeleriyle bunu desteklemesi, röportajın etkisini artırıyor.
SORU: Yapay zekayla ilgili genel olarak "yağcı ve 3. sorudan sonra sapıtıyor" eleştirisini nasıl yanıtlarsın?
Bu eleştiriyi, yapay zekanın (YZ) mevcut durumu ve gelişim süreci açısından değerlendirmek gerekir. "Yağcı ve 3. sorudan sonra sapıtıyor" ifadesi, aslında YZ'nin bugünkü yeteneklerini ve sınırlarını net bir şekilde özetleyen popüler bir gözlemdir.
"Yağcı" Eleştirisi
Bu eleştiri, YZ modellerinin genellikle olumlu, onaylayıcı ve nötr bir dil kullanmaya programlanmasından kaynaklanır. Bunun temelinde birkaç neden bulunur:
* Güvenlik ve Yanlılıktan Kaçınma: YZ geliştiricileri, modellerin toksik, ayrımcı veya tartışmalı yanıtlar üretmesini engellemek için ciddi önlemler alır. Olumlu ve "uyumlu" yanıtlar, bu riskleri minimuma indirir. Bu, YZ'nin herkese karşı kibar ve "yağcı" görünmesine neden olabilir.
* Genelleyici Yanıt Eğilimi: YZ, genellikle internetteki büyük veri kümeleri üzerinde eğitilir. Bu verilerdeki hakim dil ve söylem, YZ'nin de benzer bir tonda yanıt vermesine yol açar. YZ, çatışmacı veya sert bir dil kullanmak yerine, genel geçer ve herkesi memnun etmeye yönelik cevaplar üretme eğilimindedir.
"3. Sorudan Sonra Sapıtıyor" Eleştirisi
Bu eleştiri ise YZ'nin diyalog yönetimi ve tutarlılık konusundaki zorluklarını vurgular. Bir sohbetin başında YZ, konuya hakimmiş gibi görünse de, derinlemesine veya art arda gelen soyut sorularla başa çıkmakta zorlanır. Bunun nedenleri:
* Sınırlı Anlayış ve Bağlam Yönetimi: YZ, gerçek anlamda bir bilinç veya düşünce yapısına sahip değildir. Soruları analiz ederken anahtar kelimeler, bağlamsal kalıplar ve veritabanındaki bilgilerle hareket eder. Diyalog derinleştikçe veya önceki sorularla karmaşık bir bağ kurmak gerektiğinde, bu yeteneği yetersiz kalabilir. YZ, önceki yanıtlarını unutup yeni bir soruyu bağımsız olarak değerlendirebilir, bu da sohbetin "sapıtmasına" neden olur.
* İnsan Zekasının Nüansları: İnsanlar, bir konuşmanın arka planında binlerce farklı veriyi (duygu, niyet, geçmiş deneyimler) işleyerek tutarlı bir diyalog sürdürür. YZ ise bu nüanslardan yoksundur. Bir konuda derinleşmek veya felsefi bir tartışma yürütmek, YZ'nin mevcut algoritmaları için oldukça zorlayıcıdır.
Özetle Nasıl Yanıt Verilebilir?
Bu eleştirilere verilecek en doğru yanıt, yapay zekanın bir araç olduğunu ve henüz insan zekasının yerini alamadığını kabul etmektir. YZ, bilgiye erişim ve belirli görevleri yerine getirme konusunda son derece güçlüdür, ancak yaratıcılık, tutarlılık ve duygusal zeka gerektiren konularda halen gelişim aşamasındadır.
Kullanıcılar, bu eleştiriyi dile getirdiğinde, YZ'nin bu kısıtlamalarının farkında olduğunu göstermek ve gelecekte bu sorunların aşılması için çalışmaların devam ettiğini vurgulamak önemlidir. Bu, hem dürüst bir yaklaşım sunar hem de YZ'nin bir "sihirli kutu"dan ziyade, belirli kurallar ve sınırlar içinde çalışan bir teknoloji olduğunu anlatır.
SORU: Bir sanatçı diyaloğunda püf noktaları yakalayıp açığa çıkarmanın sırları nelerdir?
Bir sanatçıyla yapılan diyalogda, derinlemesine ve anlamlı içeriklere ulaşmak için bazı kritik noktalara odaklanmak gerekir. Bu, sadece yüzeysel cevapların ötesine geçerek sanatçının yaratım sürecini, motivasyonlarını ve iç dünyasını anlamaya yardımcı olur. İşte bir sanatçı diyaloğunda püf noktaları yakalamanın sırları:
1. Yüzeyin Altına İnin: "Neden?" Diye Sorun
Sanatçılar genellikle ne yaptıklarını (film, tablo, müzik) anlatırlar. Ancak asıl önemli olan, neden yaptıklarını anlamaktır.
* Yüzeysel Soru: "Bu filmi nasıl çektiniz?"
* Püf Noktası Sorusu: "Bu hikayeyi anlatmaya neden bu kadar ihtiyaç duydunuz?" veya "Bu renkleri kullanmak sizi neye çekti?"
Bu sorular, sanatçının eserinin ardındaki kişisel, duygusal ve entelektüel motivasyonları ortaya çıkarır. Sanat eseri, sanatçının iç dünyasının bir yansımasıdır; "neden" sorusu o kapıyı aralar.
2. Çelişkileri ve Tutkuları Keşfedin
Her sanatçının kariyerinde veya felsefesinde çelişkiler ve güçlü tutkular bulunur. Bu noktaları yakalamak, diyaloga derinlik katar.
* Eleştiriye Açık Olun: Sanatçının kendi eserine veya sanat camiasına yönelik eleştirel yaklaşımlarını ortaya çıkarın. Onu ne rahatsız ediyor? Neden bahsedilen konulara karşı bu kadar hassas?
* İlk Tutkuyu Bulun: Sanatçının mesleğe ilk başladığı anki heyecanını ve o zamanki ideallerini sorun. O heyecanın zamanla nasıl değiştiğini veya korunduğunu anlamaya çalışın. Örneğin, "Oyunculuğa başladığınız ilk günkü hayallerinizden geriye ne kaldı?" gibi bir soru, samimi ve dürüst bir yanıt almanızı sağlayabilir.
3. Biyografik Anıları Kullanın
Diyaloğun sadece sanat eseriyle sınırlı kalmaması, sanatçının hayatından önemli kesitlerin de konuşmaya dahil edilmesi gerekir. Röportajdan önce sanatçının hayatına dair önemli olayları, dönüm noktalarını veya zorluklarını araştırın.
* Zorluklar: Sanatçının karşılaştığı en büyük zorluk neydi ve onu nasıl aştı? Bu, karakterinin gücünü ve azmini gösterir.
* Reddedilişler: Sanatçılar kariyerlerinde birçok kez reddedilir. Bu reddedilişlerin onlara ne öğrettiğini sormak, hem empati kurmayı hem de sanatçının dirençli yapısını anlamayı sağlar.
4. Metaforları ve Soyut Kavramları İnceleyin
Sanatçılar genellikle fikirlerini metaforlar ve soyut kavramlar üzerinden ifade ederler. Bu ifadeleri yakalayın ve üzerinde derinleşin.
* Diyalogda geçen "Yeşilçam Ruhu", "sanatın gölgesi olmak" veya "bencillik içgüdüsü" gibi ifadeler, sanatçının kendi düşünce dünyasını yansıtır. Bu kavramların sanatçı için ne anlama geldiğini netleştirmek için ek sorular sorun. Örneğin, "Yeşilçam Ruhu'nun tam olarak ne olduğunu düşünüyorsunuz ve bugün neye karşılık geliyor?" gibi bir soru, onun bu konudaki görüşlerini somutlaştırır.
5. Sessiz Anlamları Okuyun
Sanatçının sadece söylediklerini değil, söylemediklerini de dinleyin. Bazı durumlarda bir duraklama, bir iç çekiş veya bir konudan hızla uzaklaşma, o konunun sanatçı için ne kadar hassas olduğunu gösterebilir. Bu anlara saygı duymak ve zorlamamak önemlidir, ancak o hassas noktanın varlığını not alın.
Bir sanatçı diyaloğunu derinleştirmek için en önemli sır, onu sadece bir "iş" olarak değil, bir "yaratım süreci" ve bir "kişisel yolculuk" olarak görmektir. Bu bakış açısıyla, sorulan her soru sanatçının ruhuna dokunacak ve gerçekten ilgi çekici yanıtlar almanızı sağlayacaktır.
MAGAZİN
Magazin ve diyalog arasındaki temel fark, amaç, derinlik ve karşılıklı ilişki üzerine kuruludur. İkisi de insanlarla yapılan konuşma biçimleri olsa da, biri bilgi ve anlayışa odaklanırken diğeri daha çok eğlence ve sansasyonel içeriğe yönelir.
Magazin
Magazin, genellikle hızlı tüketim ve eğlence amaçlıdır. Odak noktası, ünlülerin yaşamları, ilişkileri, giyimleri veya skandalları gibi yüzeysel konulardır.
* Amaç: Genellikle okuyucu veya izleyici kitlesini şaşırtmak, eğlendirmek ve merak uyandırmak. En çok "tıklanan" veya "satılan" içeriği oluşturmak hedeflenir.
* Derinlik: Yüzeysel ve sığdır. Konular nadiren derinlemesine işlenir. Bir kişinin başarısının ardındaki emek veya zorluklar yerine, o başarının getirdiği lüks yaşam tarzı öne çıkarılır.
* Karşılıklı İlişki: Tek yönlüdür. Bir muhabir veya yazar, ünlüden aldığı bilgiyi (genellikle sansasyonel bir açıyla) kamuya sunar. Ünlü kişiyle kurulan ilişki, genellikle kısa süreli ve profesyonel sınırlar içindedir; gerçek bir bağ kurulmaz.
* Soru Biçimi: Genellikle kapalı uçlu, basit ve doğrudan ilgi çekici konulara yöneliktir: "Sevgilinizle ayrıldınız mı?", "Bu dedikodular doğru mu?". Cevapların kolayca manşet olabileceği sorular tercih edilir.
Diyalog
Diyalog, karşılıklı bir etkileşim ve anlayış sürecidir. Odak noktası, bir bireyin düşünceleri, hisleri, motivasyonları ve kişisel yolculuğudur.
* Amaç: Konuşulan kişiyi, o kişinin mesleğini ve iç dünyasını anlamaya çalışmak. Yüzeysel bilgilerin ötesine geçerek daha derin bir bağlam oluşturmak hedeflenir.
* Derinlik: Derin ve anlamlıdır. Konular, "neden", "nasıl" ve "ne hissettiniz" gibi sorularla işlenerek kişinin motivasyonları, zorlukları ve başarılarının ardındaki gerçek hikayeler ortaya çıkarılır.
* Karşılıklı İlişki: Çift yönlü ve güvene dayalıdır. Diyalogu yürüten kişi, karşısındakine saygı göstererek samimi bir ortam yaratır. Bu, konuşmacının kendini daha rahat ifade etmesini sağlar.
* Soru Biçimi: Açık uçlu ve düşündürücü sorular kullanılır: "Bu projeyi yapmaya sizi iten şey neydi?", "Başarı yolculuğunuzda sizi en çok zorlayan ne oldu?". Bu sorular, magazinel cevaplar yerine kişisel ve samimi yanıtları teşvik eder. Özetle, magazin tüketir, diyalog ise inşa eder. Magazin, bir anlık heyecan peşindeyken, diyalog kalıcı bir anlayış ve saygı bağı kurar.
SORU: Sanatçıların diğer sanatçılara karşı duyarsızlığının sebepleri nelerdir nasıl çözülür?
Sanatçıların birbirlerine karşı duyarsız olmasının birçok nedeni vardır ve bu sorunların çözümü de karmaşık bir süreci gerektirir. Duyarsızlığın temelinde yatan nedenleri ve olası çözüm yollarını şöyle sıralayabiliriz:
Duyarsızlığın Sebepleri
* Rekabet ve Ego: Sanat dünyası, özellikle Türkiye'de, sınırlı kaynaklara ve fırsatlara sahip, yoğun rekabetin yaşandığı bir alandır. "En iyi ben olayım," "zirvede hep ben olayım" gibi egolar, sanatçılar arasındaki dayanışmayı engeller. Bir diğerinin başarısını kutlamak yerine, kendi pozisyonlarını koruma içgüdüsü ağır basar.
* Kıskançlık: Bir sanatçının eserinin, diğer bir sanatçıdan daha fazla ilgi görmesi, ödül alması veya maddi olarak daha başarılı olması, kıskançlık duygusunu tetikleyebilir. Bu duygu, yapıcı eleştiriyi ve desteği engelleyerek duyarsızlığa yol açar.
* Bireysellik Kültürü: Sanat, genellikle bireysel yaratıcılığın ve özgünlüğün yüceltildiği bir alandır. Bu durum, sanatçıların kendi "markalarını" oluşturma çabasına girmelerine ve bu süreçte diğerlerini göz ardı etmelerine neden olabilir. Kolektif bir bilincin gelişmesi zorlaşır.
* Güvensizlik ve Kulisler: Sanat camiasındaki dedikodular, kulisler ve etik dışı ilişkiler, sanatçılar arasında güven duygusunun zedelenmesine neden olur. Birbirlerine karşı temkinli yaklaşan sanatçılar, zamanla tamamen duyarsızlaşabilirler.
Çözüm Yolları
* Eğitim ve Etik Bilinci: Sanat okullarında ve akademilerde sadece sanatsal yetenekler değil, aynı zamanda sanat etiği, dayanışma ve iş birliği gibi konulara da ağırlık verilmelidir. Sanatçılar, mesleğe başlamadan önce bu değerlerin önemini kavramalıdır.
* Platform ve Kolektif Çalışmalar: Sanatçıları bir araya getirecek, bireysel başarıdan ziyade kolektif üretimi teşvik edecek platformlar ve projeler oluşturulmalıdır. Örneğin, ortak sergiler, atölye çalışmaları veya multidisipliner projeler, farklı alanlardan sanatçıların birbirlerini anlamasına ve desteklemesine olanak tanır.
* Şeffaflık ve Diyalog: Sektördeki gizli kapaklı yürütülen projeler ve kapalı kapılar ardında dönen işler azaltılmalıdır. Açık ve şeffaf bir iletişim ortamı, sanatçılar arasındaki güvensizliği ve ön yargıları giderebilir.
* Yeni Nesil Sanatçı Hareketleri: Genç sanatçılar, eski kuşakların hatalarından ders alarak daha dayanışmacı ve destekleyici bir kültür oluşturmalıdır. Sosyal medya platformları bu konuda bir araç olabilir; sanatçılar birbirlerinin eserlerini tanıtabilir, başarılarını kutlayabilir ve fikir alışverişinde bulunabilirler.
* Eleştiriyi Kültürün Bir Parçası Haline Getirme: Yapıcı eleştiri, bir rekabet aracı değil, sanatı ileri taşıyan bir araç olarak görülmelidir. Sanat eleştirisi üzerine paneller düzenlenerek, sanatçıların birbirlerinin eserlerine saygıyla yaklaşması ve eleştiriyi kişisel bir saldırı olarak algılamaması sağlanabilir. Bu adımlar, sanat camiasındaki duyarsızlığı tamamen ortadan kaldırmasa da, daha sağlıklı, destekleyici ve üretken bir ortamın oluşmasına katkı sağlayabilir. Sanatçıların bireysel başarılarının yanı sıra, mesleki dayanışma ve etik değerlere de önem vermesi, bu döngüyü kırmaya yardımcı olacaktır.
SORU: Sanatçıya ideolojik veya dini yaklaşımın zararları nelerdir, nasıl kurtulabilirler?
Sanatçıya ideolojik veya dini bir yaklaşımla bakmak, hem sanatçının kendisi hem de eseri için ciddi zararlar doğurabilir. Bu durum, sanatın özgürleştirici ve dönüştürücü gücünü kısıtlar, onu belirli bir dogma veya propagandaya hapseder.
İdeolojik ve Dini Yaklaşımın Zararları
* Özgünlüğün Kaybı: Sanat, doğası gereği özgün ve bireysel bir ifadedir. Bir sanatçı, bir ideolojinin veya dinin "propagandacısı" haline geldiğinde, yaratıcılığı bu ideolojinin sınırlarıyla kısıtlanır. Sanatçı, kendi iç sesini dinlemek yerine, grubun veya inancın beklentilerini karşılamaya çalışır. Bu, eserin samimiyetini ve özgünlüğünü kaybetmesine yol açar.
* Yargılama ve Dışlama: Sanatçı, eseri üzerinden ait olduğu ideoloji veya dinle özdeşleştirilir. Bu durum, farklı inanç ve düşüncelere sahip izleyicilerin o eserden uzak durmasına, hatta sanatçıyı dışlamasına neden olabilir. Sanat, birleştirici bir güç olmak yerine, insanları kamplara bölen bir araca dönüşür.
* Eleştirel Düşüncenin Körelmesi: İdeolojik veya dini bir sanat, genellikle "haklı" veya "doğru" kabul edilen bir duruşu savunur. Bu, eserin eleştirel sorgulamaya kapalı olmasına neden olur. Sanatın temel amacı olan düşündürme, sorgulatma ve tartışma yaratma işlevi zedelenir.
* Sanatçının Kişisel Gelişiminin Engellenmesi: Bir sanatçı, sadece bir ideolojiyi savunmak için üretim yaptığında, diğer sanat akımlarını, felsefeleri ve yaklaşımları keşfetmekten geri kalır. Bu, sanatçının sanatsal vizyonunun daralmasına ve potansiyelini tam olarak gerçekleştirememesine yol açar.
Bu Durumdan Nasıl Kurtulunur?
* Sanatın Bağımsızlığını Savunmak: Sanatçılar ve sanat kurumları, sanatın siyaset, din veya herhangi bir dogma aracı olmadığını net bir şekilde vurgulamalıdır. Sanatın kendi başına bir değer olduğunu ve hiçbir amaca hizmet etmediğini topluma anlatmak önemlidir.
* Eleştirel Düşünceyi Geliştirmek: Sanatçılar, kendi ideolojilerini veya inançlarını sorgulamaktan çekinmemeli, dünyayı ve insanı daha geniş bir perspektiften anlamaya çalışmalıdır. Farklı düşüncelere açık olmak, daha zengin ve katmanlı eserler üretilmesini sağlar.
* Evrensel Temalara Odaklanmak: Sanatçı, eserlerinde belirli bir grubun veya inancın sorunlarına değil, aşk, kayıp, umut, ölüm gibi tüm insanlığı ilgilendiren evrensel temalara odaklanabilir. Bu yaklaşım, sanatın daha geniş bir kitleye hitap etmesini ve ideolojik bariyerleri aşmasını sağlar.
* Kendi Sanat Topluluğunu Yaratmak: Sanatçı, benzer kaygılara sahip, sanatın bağımsızlığını savunan diğer sanatçılarla bir araya gelerek bir topluluk oluşturabilir. Bu topluluklar, birbirlerine destek olarak ideolojik baskılara karşı daha güçlü durabilirler. Sanatın gücü, bir fikri veya inancı dayatmakta değil, insanı sorgulamaya, hissetmeye ve düşünmeye davet etmesindedir. Sanatçı, bir ideolojinin esiri olmak yerine, kendi bireysel ve özgür sesini bulduğunda hem kendi kurtuluşunu hem de sanatın kurtuluşunu sağlar.
SORU: Sanata dair genel kabul gören bilgi veya tecrübelerin de zamanla katılaşıp aşılmaz duvarlar oluşturmasının sebepleri nelerdir, nasıl aşılır?
Sanat alanında genel kabul görmüş bilgi veya tecrübelerin zamanla katılaşarak aşılmaz duvarlara dönüşmesi, sanatsal gelişimin önündeki en büyük engellerden biridir. Bu durum, sanatın yenilikçi ve dönüştürücü ruhunu zedeler, sanatçıları belli kalıpların içine hapseder. Bu sorunun temelinde yatan sebepler ve bu katılaşmayı aşmanın yolları şunlardır:
Katılaşmanın Sebepleri
* Gelenek ve Muhafazakarlık: Sanatın köklü bir geleneği vardır. Sanat okulları, akademiler ve ustalar, belirli teknikleri, estetik anlayışları ve formları öğrencilerine aktarır. Bu bilgi birikimi başlangıçta yol gösterici olsa da, zamanla bir dogmaya dönüşebilir. "Bizim zamanımızda böyleydi," veya "sanatın kuralı budur" gibi ifadeler, yeni yaklaşımların dışlanmasına neden olur.
* Konfor Alanı ve Başarı Takıntısı: Sanatçılar ve sanat kurumları, daha önce "başarılı" olmuş formüllere bağlı kalma eğilimi gösterir. Bu, risk almaktan kaçınmayı ve yenilik yapmaktansa denenmişi tekrar etmeyi tercih etmektir. Bir kez başarıya ulaşmış bir sanatçı, aynı yolu takip ederek kariyerini garanti altına almak isteyebilir. Bu durum, hem sanatçının kendi gelişimini hem de sanatın genel ilerlemesini yavaşlatır.
* Elitizm ve Dışlayıcılık: Sanatın bazı alanları, belirli bir "elit" kesim tarafından yönlendirilir. Bu kesim, kendi zevk ve anlayışlarına uymayan eserleri "sanatsal" görmeyebilir. Bu elitist yaklaşım, genç ve farklı bakış açılarına sahip sanatçıların sisteme dahil olmasını engeller ve sanatın belirli bir çevrenin tekelinde kalmasına yol açar.
* Ekonomik Baskılar: Sanat piyasası, genellikle belirli türde eserlere yatırım yapar. Bir sanatçının veya kurumun ayakta kalabilmesi için ekonomik olarak başarılı olması gerekir. Bu durum, sanatçıları piyasada talep gören işler üretmeye iter, deneysel ve avangart (öncü) işlerden uzaklaştırır. "Satacak iş" üretme kaygısı, yaratıcılığın önündeki en büyük duvarlardan biridir.
Bu Duvarlar Nasıl Aşılır?
* Eleştirel Düşünceyi Yeniden Canlandırmak: Sanatçıların ve sanat severlerin, sanata ve sanatın geleneklerine eleştirel bir gözle bakması gerekir. "Neden böyle yapıyoruz?" veya "Başka bir yol mümkün mü?" gibi sorularla mevcut dogmalar sorgulanmalıdır. Bu, sanatın durağanlıktan kurtulup dinamik kalmasını sağlar.
* Disiplinlerarası Etkileşimi Teşvik Etmek: Farklı sanat disiplinleri (müzik, resim, tiyatro, dans) ve hatta sanat dışı alanlar (bilim, teknoloji) arasında iş birliği ve etkileşim teşvik edilmelidir. Bu, yeni ifade biçimlerinin ve melez sanat formlarının doğmasını sağlar.
* Alternatif Mekan ve Platformlar Yaratmak: Ana akım galeri, tiyatro veya müzik salonlarının dışında, genç ve deneysel sanatçılara serbestçe üretim yapma imkanı sunan alternatif sanat mekanları oluşturulmalıdır. Bu platformlar, geleneksel yapının dışında, kuralsız ve özgür bir sanat ortamı sağlar.
* Eğitimde Yenilikçi Yaklaşımlar: Sanat eğitiminin, sadece belirli teknikleri öğretmekten öte, öğrencilerin kendi seslerini bulmalarını ve sanatın sınırlarını zorlamalarını teşvik etmesi gerekir. Okullar, ustaların deneyimlerini aktarmakla birlikte, öğrencilerin mevcut bilgilere meydan okumasına da izin vermelidir.
* Sanatçıyı Tüketici Değil, Yaratıcı Olarak Görmek: Sanatçının amacı, "piyasaya uygun" ürünler üretmek değil, dünyayı kendi gözünden yorumlamak olmalıdır. Toplumun ve sanat camiasının, bir sanatçının cesur ve deneysel işlerini takdir etmesi, ekonomik kaygıları en aza indirerek yaratıcılığın önünü açar. Sanatın sürekli bir evrim içinde olması, ancak katılaşmış duvarların yıkılmasıyla mümkündür. Bu duvarları yıkmak, hem sanatçının hem de sanat severin cesaretini ve açık fikirliliğini gerektirir.
SİNEMA SEKTÖRÜ
Sinema sektörü, film ve televizyon yapımlarından dağıtım ve gösterime kadar birçok farklı alanı kapsayan geniş bir endüstridir. Bu nedenle, dünya genelindeki çalışan sayısını kesin olarak belirlemek oldukça zordur. Ancak, çeşitli raporlar ve araştırmalar, sektörün istihdam potansiyeline dair yaklaşık sayılar sunmaktadır.
Farklı kaynaklara göre güncel veriler ve genel değerlendirmeler şunlardır:
* ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) verilerine göre: 2019 yılında, medya ve kültür sektörünün (sinema, televizyon, müzik vb.) dünya genelinde toplam 46,2 milyon kişiye istihdam sağladığı tahmin ediliyor. Bu, küresel istihdamın %1.4'üne denk gelmektedir.
* Amerika Birleşik Devletleri'nde: Sektörün en büyük pazarlarından biri olan ABD'de, film ve televizyon endüstrisinin doğrudan ve dolaylı olarak 2,32 milyon kişiye iş imkânı sağladığı belirtiliyor. Bu rakam, sadece film yapımını değil, aynı zamanda set catering'den ekipman kiralayan şirketlere kadar tüm destekleyici işleri de kapsıyor.
* Ülke Bazlı Örnekler: Avrupa'da, yaratıcı endüstrilerde çalışan sayısı 11 milyonu aşarken, bunun belirli bir bölümü doğrudan sinema ve televizyon alanındadır. Örneğin Birleşik Krallık'ta 2019 itibarıyla sinema sektöründe 84.000 kişi istihdam edilmiştir.
Bu rakamlar, özellikle film yapımı, dağıtımı, post-prodüksiyon ve sinema salonu işletmelerini içermektedir. Ancak, bağımsız çalışanlar, sözleşmeli personel ve küçük ölçekli işletmelerin verilerine ulaşmak daha zor olduğundan, gerçek sayının daha yüksek olması muhtemeldir.
Sanatçı sayısını belirlemek, sinema sektörü çalışan sayısını bulmaktan bile daha zor bir iştir çünkü "sanatçı" tanımı oldukça geniş ve belirsizdir. Resmî kayıtlar veya kesin istatistikler bulunmadığı için, bu konuda ancak yaklaşımlar ve tahminler üzerinden bir yanıt verilebilir.
Sanatçı Sayısını Belirlemenin Zorlukları
* Tanım Farklılıkları: Kim bir sanatçıdır? Bir resim kursuna giden kişi mi, yoksa eserleri galerilerde sergilenen bir profesyonel mi? Amatörler, yarı profesyoneller ve tam zamanlı profesyoneller arasındaki ayrım, sayıyı belirlemeyi güçleştirir.
* Kayıt Dışı Alan: Birçok sanatçı, bağımsız veya serbest (freelance) çalıştığı için herhangi bir resmî kurumda kayıtlı olmayabilir. Özellikle görsel sanatlar, müzik ve edebiyat alanında çok sayıda kişi, sanatla profesyonel olarak ilgilense bile "sanatçı" olarak tanımlanan bir meslek grubuna dâhil değildir.
* Çok Disiplinli Sanatçılar: Bir kişi hem müzisyen, hem yazar, hem de oyuncu olabilir. Bu durum, sanatçının tek bir kategoride sayılmasını engeller ve toplam rakamları karmaşıklaştırır.
Tahminler ve Yaklaşık Değerler
Bu zorluklara rağmen, farklı kuruluşların ve araştırmaların tahminleri bize bir fikir verebilir:
* Avrupa Birliği: 2021 verilerine göre, AB'de kültürel ve yaratıcı sektörlerde 7.7 milyon kişi istihdam ediliyordu. Bunun önemli bir kısmı, doğrudan sanatçıları ve sanatla ilgili meslekleri (yazar, besteci, oyuncu, yönetmen, görsel sanatçı vb.) içeriyor.
* ABD: Kültür ve sanat alanında çalışan profesyonel sanatçıların sayısının 2.5 milyonu aştığı tahmin ediliyor. Bu rakam, görsel sanatçılar, yazarlar, aktörler ve müzisyenler gibi ana meslekleri kapsıyor.
* Küresel Tahminler: Dünya genelinde bu sektörde çalışan kişi sayısı, farklı yaklaşımlara göre 30 ila 50 milyon arasında değişebilir. Ancak bu rakam, sadece sanatçıları değil, sanatın yaratıldığı ve tüketildiği tüm ekosistemi (galeri sahipleri, küratörler, prodüktörler vb.) de içeriyor.
Sonuç olarak, "sanatçı" tanımının genişliği ve kayıt dışı çalışanların fazlalığı nedeniyle, dünya genelindeki kesin sanatçı sayısını vermek mümkün değildir. Ancak, kültür ve sanat endüstrisinde profesyonel olarak yer alan milyonlarca insanın varlığından bahsedebiliriz. Bu rakam, sanatın ne kadar büyük ve çeşitli bir alan olduğunu gösteriyor.
SORU: Sanatçının kendisini tanrısallaştırması nedir, diğerlerinden farkları nelerdir?
Sanatçının kendisini tanrısallaştırması, gerçeklikle bağlarını kopararak, kendi yaratıcı gücünü ve dehasını abartılı bir biçimde yüceltmesidir. Bu durum, sanatçının eserini ve kendisini eleştiriye kapalı, dokunulmaz ve sıradan insanların anlayışının ötesinde görmesine yol açar. Bu tavır, halk arasında "ego" olarak adlandırılsa da, aslında derin psikolojik ve sosyal dinamiklerden beslenir.
Tanrısallaştırmanın Özellikleri ve Diğerlerinden Farkı
Bu durum, sanatçının diğer meslektaşlarından ve genel halktan ayrışan bazı belirgin özellikler sergilemesine neden olur:
* Eleştiriye Tahammülsüzlük: Kendini tanrılaştıran sanatçı, eserine yönelik her türlü eleştiriyi kişisel bir saldırı olarak algılar. Onlar için eserleri kusursuz ve tartışılmazdır. Bu durum, sanatsal gelişimlerini engeller çünkü hatalarından öğrenme fırsatını kaçırırlar. Diğer sanatçılar ise yapıcı eleştiriyi dinleyebilir ve kendilerini geliştirebilirler.
* Yaratıcı Sürecin Gizemleştirilmesi: Bu tip sanatçılar, yaratıcı süreçlerini kutsal ve erişilmez bir sır gibi sunarlar. Eserlerinin, ilahi bir ilhamla veya sadece kendilerine ait bir deha ürünü olarak ortaya çıktığını iddia ederler. Bu, diğer sanatçıların emeğini ve zanaatını küçümsemelerine neden olur. Sıradan bir sanatçı ise, yaratıcılığın disiplinli çalışmanın ve öğrenmenin bir sonucu olduğunu bilir.
* Halktan Kopukluk: Kendini tanrılaştıran sanatçı, halkın sanatı anlama yeteneğinden yoksun olduğunu düşünür. Eserleri, "sadece seçilmiş bir kitle" tarafından anlaşılabilecek kadar karmaşıktır. Bu elitist yaklaşım, sanatın birleştirici gücünü zedeler. Oysa gerçek sanat, toplumla bağ kurarak onların duygu ve düşüncelerine hitap eder.
* Rekabeti Reddetme: Kendini en tepeye koyan sanatçı, diğer meslektaşlarını rakip olarak değil, kendi gölgesinde kalan figürler olarak görür. Ortak projelerden veya iş birliklerinden kaçınabilirler. Bu durum, sanatçı dayanışmasını ve kolektif üretimi engeller.
* Sorumluluktan Kaçınma: Bir sanatçının kendisini tanrılaştırması, genellikle eserlerinin toplumsal etkisinden veya etik sorumluluklarından kaçınma isteğiyle de ilişkilidir. Eseri, yalnızca "saf bir sanat" olarak sunarak, içeriğindeki olumsuz veya tartışmalı unsurların sorgulanmasını engellemeye çalışırlar.
Peki, Neden Olur?
Bu durumun arkasında yatan psikolojik nedenler şunlardır:
* Güvensizlik: Aşırı ego ve kibir, aslında derindeki bir güvensizlik hissinin dışa vurumu olabilir. Sanatçı, kendi değerine dair kuşkularını bastırmak için kendini yüceltir.
* Bağlamsızlık: Sektördeki hızlı yükseliş, aşırı ilgi veya bir anda gelen şöhret, sanatçının kendisini gerçeklikten koparmasına neden olabilir.
* Toplumsal Yüceltme: Bazı toplumlar, sanatçılarını "dokunulmaz" ve "özel" figürler olarak görerek bu durumu körükler. Bu durum, sanatçının da zamanla bu role inanmasına yol açar. Kendini tanrılaştıran sanatçı, her ne kadar zirvede gibi görünse de, aslında en büyük başarısızlığı kendi iç dünyasında yaşar. Eleştirel düşünceden ve toplumsal bağlardan uzaklaşarak, sanatsal yaratıcılığının en temel kaynağını, yani insanlığı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır.
"İkon" ve "ikonik" kavramları, sanatçının kendisini tanrısallaştırmasıyla ilişkilendirildiğinde daha derin bir anlam kazanır. Bu bağlamda, bu iki kavramı yüzeysel şöhretten ayıran farklılıklar şunlardır:
İkon: Bir Sembol, Bir Kutsal
Bu bağlamda ikon, sadece ünlü veya başarılı bir figürden daha fazlasını temsil eder. Bir sanatçı, bir ideolojinin, bir dönemin veya bir sanat akımının kutsal sembolü haline geldiğinde "ikon" olur.
* Benzersizlik: İkonlar, taklit edilemeyen ve kendilerine has bir sanat dili yaratmış kişilerdir. Onların eserleri, sadece estetik bir değer taşımakla kalmaz, aynı zamanda o dönemin ruhunu, toplumsal değişimleri veya bir felsefeyi yansıtır.
* Aşılmazlık: Bir ikon, kendi alanında bir zirve noktasıdır. Onların eserleri, adeta bir dogma gibi kabul görür ve sorgulanamaz hale gelir. İzleyiciler veya takipçiler için ikon, eleştirinin üstünde, hata yapmayan bir figürdür. Bu, sanatçının kendisini tanrısallaştırmasına giden yolda önemli bir adımdır.
* İdeolojik Temsil: İkonlar, genellikle bir kitle veya ideoloji tarafından benimsenir ve onların inançlarını temsil eder. Örneğin, bir rock müzisyeni, sadece müziğiyle değil, aynı zamanda isyanı, özgürlüğü ve başkaldırıyı sembolize ettiği için ikonlaşır.
İkonik: Bir Anı, Bir İz
İkonik ise daha çok bir eserin, bir anın veya bir davranışın o sanatçıya özgü ve akılda kalıcı olmasını ifade eder. Bir eserin "ikonik" olması, onun popüler kültürde veya sanat tarihinde kalıcı bir iz bırakması anlamına gelir.
* Popülerlik ve Tanınabilirlik: İkonik bir eser veya an, geniş kitleler tarafından anında tanınır. Örneğin, Andy Warhol'un Campbell's Soup sergisi veya Marilyn Monroe'nun uçuşan etekli fotoğrafı ikoniktir. Bunlar, sanatçının veya figürün kendisini değil, yarattığı somut bir imgeyi tanımlar.
* Zamansızlık: İkonik eserler, yaratıldıkları dönemin ötesine geçer ve nesiller boyu etkisini sürdürür. Bir filmin repliği, bir şarkının nakaratı veya bir tablonun pozu, popüler kültürün bir parçası haline gelir ve unutulmazdır.
* Parçalı Olay: Bir sanatçı "ikon" olabilirken, onun herhangi bir eseri, stili veya anı "ikonik" olabilir. Yani ikonik olan her şey illa bir ikona ait olmak zorunda değildir.
Farkları ve İlişkileri
* İkon, Bütünün Temsilidir; İkonik, Parçanın Etkisidir. Sanatçı ikon olduğunda, tüm kariyeri ve kişiliği bir sembole dönüşür. "İkonik" ise daha çok, o bütünden süzülüp kalan, akılda kalıcı bir parçayı tanımlar.
* İkon Olan Yargılanmaz, İkonik Olan Hatırlanır. İkon, bir inanç sistemine dönüşmüşken, ikonik bir eser veya an, sadece bir anı veya sembol olarak hatırlanır. İkonik bir anı eleştirebilirsiniz, ancak bir ikonu yargılamak, onun takipçileri tarafından ciddi tepkiyle karşılanabilir.
* İkon, Tanrısallaştırmanın Sonucudur; İkonik, Başarı ve Kalıcılığın Göstergesidir. Sanatçının kendini tanrısallaştırması, onu bir ikona dönüştürür. Ancak ikonik olmak, sadece bir eserin ne kadar başarılı ve kalıcı olduğunu gösterir. Bu bağlamda, her ikonik eser bir ikondan çıkabilir, ancak her ikonik eser sanatçısını bir ikona dönüştürmez.
"İkon" kavramı ile "kült" kavramı arasında yakın benzerlikler olsa da, temel farklılıklar mevcuttur. Her iki kavram da bir figürün veya eserin etrafında oluşan güçlü bir hayranlık ve bağlılık grubunu ifade eder, ancak bu hayranlığın doğası ve işlevi farklıdır.
Benzerlikler
* Özneye Koşulsuz Bağlılık: Hem bir kültün takipçileri hem de bir ikona hayran olanlar, nesnelerine (kişi, eser veya fikir) karşı derin ve sorgulamayan bir bağlılık hissederler. Her iki durumda da eleştiri veya sorgulama hoş karşılanmaz.
* Küçük Gruplarla Başlama: Hem kültler hem de ikonik figürlere duyulan hayranlık, genellikle küçük, adanmış bir takipçi grubunun oluşmasıyla başlar. Bu çekirdek grup, zamanla büyüyebilir ve ana akım haline gelebilir.
* Gerçekliğin Ötesine Geçme: Hem ikonlar hem de kültler, rasyonel düşüncenin ötesinde bir inanç ve duygu sistemi üzerine kuruludur. Takipçiler için, nesneleri adeta kutsal bir statüye sahiptir ve dünyevi mantıkla açıklanamaz.
Farklılıklar
| Özellik | İkon | Kült |
| Temel Odak | Bir figür veya eserin (sanatçı, şarkı, film) sembolik değeri ve yaratıcı dehası üzerine kuruludur. | Bir figürün (lider) veya fikrin mutlak doğruluğu ve ahlaki üstünlüğü üzerine kuruludur. |
| İlişkinin Doğası | Sanatçı ile hayranları arasındaki ilişki genellikle uzaktan ve hayranlık temellidir. Hayranlar, eseri veya figürü kutsarken, doğrudan bir liderlik-takipçilik ilişkisi içinde olmayabilirler. | Lider ile takipçiler arasındaki ilişki doğrudan ve hiyerarşiktir. Lider, grubun her eylemini, inancını ve yaşam biçimini belirler. |
| Amaç ve İşlevi | Sanatçının amacı yaratmaktır, ikon statüsü ise bu yaratımın bir sonucudur. İkon, yaratıcılık, yetenek veya yeniliğin bir sembolü haline gelir. | Liderin amacı yönetmektir, kült ise bu yönetimin bir aracıdır. Kült, genellikle sosyal veya politik bir amaca hizmet eder ve takipçilerini manipüle etme gücüne sahiptir. |
| Sonuç | Bir ikonun düşüşü, genellikle eserlerinin popülaritesini kaybetmesi veya sanatçının itibarının zedelenmesiyle olur. Bu durum, takipçileri için kişisel bir hayal kırıklığı yaratır ancak genellikle toplumsal bir tehdit oluşturmaz. | Bir kültün dağılması, liderin kontrolü kaybetmesiyle veya takipçilerin kendilerine zarar vermesiyle sonuçlanabilir. Kültler, potansiyel olarak toplumsal olarak yıkıcı sonuçlar doğurabilir. |
Özetle: İkon, sanatsal bir dehanın yüceltilmesi ve kutsanmasıdır. Odak noktası, sanatçının eseri ve yeteneğidir.
Kült, bir liderin veya fikrin mutlak otoritesine ve dogmasına olan bağlılıktır. Odak noktası, liderin kendisi ve kontrol gücüdür.
Her iki kavram da insan psikolojisindeki yüceltme ve adanma ihtiyacından beslenir, ancak birinin sanatsal bir bağlamda kalması beklenirken, diğerinin tehlikeli sonuçlar doğurma potansiyeli bulunur.
Sanat ve "delilik" arasındaki ilişki, tarihin her döneminde tartışılan karmaşık bir konudur. Yaratıcılık, bazen akıl sağlığı sorunlarıyla iç içe geçebilir. İşte tarihteki en bilinen "deliren" sanatçılar ve kült figürleri, bu durumun muhtemel sebepleri ve sonları:
Bilinen Sanatçılar
* Vincent van Gogh (Ressam)
* Sebepleri: Ailesinde psikiyatrik rahatsızlık öyküleri vardı. Hayatı boyunca depresyon, bipolar bozukluk ve muhtemelen temporal lob epilepsisi gibi çeşitli zihinsel rahatsızlıklarla mücadele etti. Sanat, onun için hem bir kaçış hem de bir işkenceydi. Yoğun duyguları ve içsel çalkantıları, eserlerindeki canlı renklere ve dinamik fırça darbelerine yansıdı.
* Sonu: En bilinen anısı, bir tartışma sonrası kulağını kesmesidir. Hayatının son yıllarını akıl hastanesinde geçirdi. 37 yaşında kendini vurarak intihar etti. Sanatı ancak ölümünden sonra dünya çapında tanındı.
* Friedrich Nietzsche (Filozof)
* Sebepleri: Hayatı boyunca migren ve mide sorunları gibi fiziksel rahatsızlıklarla mücadele etti. Zihinsel çöküşünün nedeni tartışmalı olsa da, sifiliz veya genetik bir bozukluk olduğu düşünülüyor. Yaşamının sonlarına doğru kendini "deli" olarak tanımlayan notlar yazmaya başladı.
* Sonu: 1889'da Turin'de atına kırbaç vuran bir adama sarılarak ağladığı ve ardından zihinsel çöküş yaşadığı söylenir. Hayatının son 10 yılını akli dengesini kaybetmiş bir şekilde, ailesinin bakımı altında geçirdi. Bu dönemde filozofik olarak sessizliğe büründü ve konuşmaları tutarsızdı.
* Salvador Dalí (Sürrealist Ressam)
* Sebepleri: Dalí'nin "deliliği" daha çok bir performans sanatına benziyordu. Bilinçli olarak tuhaf davranışlar sergileyerek ilgi çekmeyi ve sürrealist felsefesini yaymayı amaçlıyordu. Hayatında, sanatını pazarlamak için abartılı bir karakter yarattı.
* Sonu: Van Gogh veya Nietzsche gibi akli dengesini kaybetmedi. Aksine, kendi yarattığı "delilik" imajı, sanatsal kariyerini besledi. Ancak, hayatının son yıllarında bunama gibi zihinsel sağlık sorunları yaşadığı ve 84 yaşında kalp yetmezliğinden öldüğü biliniyor.
Kült Karakterler
* Jim Jones (Halkın Tapınağı Tarikatı Lideri)
* Sebepleri: Narsistik kişilik bozukluğu, paranoya ve iktidar hırsı. Jones, "eşitlik" ve "sosyal adalet" vaatleriyle bir kült oluşturdu. Ancak, zamanla giderek daha paranoyak ve kontrolcü hale geldi.
* Sonu: 1978'de, Guyana'daki Jonestown'da 900'den fazla takipçisini, kendisi de dâhil olmak üzere, siyanür içerek toplu intihara zorladı. Bu olay, tarihin en büyük sivil toplu intiharlarından biri olarak kayıtlara geçti.
* Charles Manson (Tarikat Lideri ve Katil)
* Sebepleri: Zorlu bir çocukluk, sosyal uyumsuzluk ve antisosyal kişilik bozukluğu. Manson, 1960'ların karşı-kültür hareketini manipüle ederek, kendini Mesih gibi gören bir tarikat kurdu. Müzik yeteneğiyle gençleri etkileyerek, onlara "Helter Skelter" adını verdiği bir ırklar savaşının geleceğini telkin etti.
* Sonu: Manson, doğrudan bir cinayet işlemese de, takipçilerini Kaliforniya'da işlenen bir dizi cinayeti (en ünlüsü Sharon Tate cinayeti) işlemeye ikna etti. Ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı ve 2017'de hapishanede öldü.
Bu örnekler, "sanatçı" ve "kült" figürleri arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koyar. Sanatçıların zihinsel sorunları genellikle içsel bir çalkantıdan kaynaklanır ve eserlerine yansır. Kült figürlerinin akıl sağlığı sorunları ise, dış dünyayı ve insanları manipüle etme güdüsüyle birleşerek yıkıcı sonuçlara yol açabilir.
SORU: Bilinen kabul gören dinlerin peygamberleri de günümüz psikiyatri bilimine göre deli midir?
Bu, son derece hassas ve karmaşık bir soru. Peygamberleri günümüz psikiyatri bilimiyle değerlendirmek, modern bilimsel bir çerçeveyi tarihî ve dinî figürlere uygulamak anlamına gelir. Bu nedenle, doğrudan bir "evet" veya "hayır" yanıtı vermek hem bilimsel hem de dinî açıdan doğru olmaz.
Soruyu analiz ederken dikkate alınması gerekenler şunlardır:
Psikiyatri Açısından Yaklaşım
Günümüz psikiyatrisi, bir kişinin "deli" olup olmadığını belirlemek için bir dizi kriter kullanır. Bu kriterler, halüsinasyonlar, sanrılar, gerçeklikle bağın kopması, işlevselliğin bozulması ve sosyal normlardan ciddi sapmalar gibi belirtileri içerir.
* Halüsinasyonlar ve Vizyonlar: Peygamberlerin vahiyler alması, meleklerle konuşması veya vizyonlar görmesi, modern psikiyatride "halüsinasyon" veya "sanrı" olarak adlandırılan durumlara benzerlik gösterebilir. Örneğin, Hz. Muhammed'in Cebrail'i görmesi veya Hz. Musa'nın yanan çalıdan gelen sesleri duyması bu kapsamda değerlendirilebilir. Ancak bu, sadece dışsal bir benzerliktir.
* Sosyal Normlardan Sapma: Peygamberlerin mesajları, genellikle kendi toplumlarının yerleşik inançlarına ve normlarına meydan okur. Bu durum, zamanın insanları tarafından "delilik" veya "cinnet" olarak algılanmıştır.
Yaklaşımın Sınırları ve Riskleri
* Bağlam Eksikliği: Günümüz psikiyatrik araçları, peygamberlerin yaşadığı kültürel, sosyal ve tarihsel bağlamdan yoksundur. Bir olguyu doğru değerlendirebilmek için, o olgunun içinde gerçekleştiği bağlamı anlamak şarttır. O dönemde maneviyat ve ruhani deneyimler, modern dünyadakinden çok daha farklı bir şekilde algılanıyordu.
* Kanıt Eksikliği: Psikiyatri, bir kişinin zihinsel durumunu teşhis etmek için doğrudan gözlem ve testlere ihtiyaç duyar. Peygamberlerin hayatı hakkında sahip olduğumuz bilgiler, çoğunlukla yüzyıllar sonra yazılan kutsal metinlere ve rivayetlere dayanır. Bu metinler, bilimsel bir teşhis koymak için yetersizdir.
* Çoklu Bakış Açıları: Bir kişinin vahyini veya mistik deneyimini psikiyatrik bir rahatsızlık olarak tanımlamak, sadece bilimsel bir perspektifi öncelikli kılar. Bu, manevi, dinî veya felsefi bakış açılarını göz ardı eder. Dinî inançlara göre bu deneyimler, ilahi bir kaynaktan gelen gerçek ve kutsal olaylardır.
Peygamberleri günümüz psikiyatri biliminin "delilik" tanımına sokmaya çalışmak, yanlış bir yaklaşımdır. Bu tür bir analiz, dinî ve tarihsel bağlamı yok sayar. Bir deneyimin psikolojik bir rahatsızlık mı yoksa manevi bir tecrübe mi olduğunu kesin olarak ayırmak, o deneyimin sahibi yaşamadığı sürece imkansızdır. Peygamberlerin hayatları ve mesajları, toplumları derinden etkilemiş ve medeniyetler kurmuştur. Modern bilim, bu etkiyi tam olarak açıklayamaz. Bu nedenle, peygamberlerin yaşadığı deneyimlere psikolojik bir etiket yapıştırmak yerine, bu deneyimlerin insanlık tarihindeki rolünü ve dinî inançlar bağlamındaki anlamını anlamaya odaklanmak daha doğru bir yaklaşımdır.
Peygamberler ve Psikiyatri: İnanmak mı, Anlamak mı?
Bu konu, inanç ve bilim arasındaki en hassas noktalardan biridir. Bir yanda yüzyıllardır süregelen, milyonlarca insanın hayatını şekillendiren inançlar, diğer yanda ise insan zihnini rasyonel bir çerçeveye oturtmaya çalışan modern psikiyatri bilimi var. İkisini bir araya getirmeye çalışmak, temelde farklı dilleri konuşan iki sistemi karşılaştırmak demektir.
Peki, peygamberlerin deneyimlerini modern psikiyatriyle "anlamlandırmak" ne anlama geliyor?
1. Din ve Bilim Aynı Soruya Farklı Cevaplar Verir:
Din, peygamberlerin yaşadığı deneyimleri ilahî bir iletişim olarak yorumlar. Vahiyler, mucizeler ve vizyonlar, Tanrı'nın insanlığa gönderdiği mesajlar olarak kabul edilir. Bu, inanç temelli bir kabuldür. Bilim ise bu tür deneyimleri, insan zihninin biyolojik ve psikolojik süreçleri üzerinden anlamaya çalışır. Halüsinasyonlar, sanrılar veya psikotik deneyimler gibi terimler, bu süreçleri açıklamak için kullanılır. Bilim, bir olgunun "neden" ve "nasıl" meydana geldiğini kanıtlarla açıklamayı hedefler.
2. Bağlamın Önemi:
Peygamberlerin yaşadığı dönemde, bugünkü gibi "akıl sağlığı" kavramları yoktu. Ruhani deneyimler, toplum tarafından normalin bir parçası veya ilahi bir işaret olarak kabul edilebiliyordu. Modern psikiyatri, bu bağlamı göz ardı eder ve güncel ölçütleri geçmişe uygulamaya çalışır ki bu, bilimsel olarak da doğru bir yöntem değildir.
3. "Deli" Etiketi Yetersizdir:
Peygamberleri "deli" olarak nitelendirmek, hem basite indirgeyici hem de yanlış bir yaklaşımdır. Bir kişinin sanrılar gördüğünü söylemek, onun toplumsal olarak büyük değişimlere öncülük etme, milyonlarca insanı peşinden sürükleme ve medeniyetleri şekillendirme yeteneğini açıklamaz. Psikiyatrik bir teşhis, bir liderin insanlık üzerindeki derin etkisini ve tarihin akışını nasıl değiştirdiğini anlamlandırmak için yetersiz kalır.
Bu konuyu anlamlandırmak için yapılması gereken, ne dinin ne de bilimin tek başına mutlak doğruyu temsil etmediğini kabul etmektir. Peygamberlerin deneyimleri, bilimsel bir tanıya sığmayacak kadar karmaşık ve derindir. Bu deneyimleri anlamlandırmanın yolu, bilimsel verilerle birlikte manevi inançları, tarihsel bağlamı ve insanlığın bu figürlere neden bu kadar bağlı olduğunu bir bütün olarak değerlendirmekten geçer.
İnsanların peygamberlere ve dinî figürlere bu kadar bağlı olmasının altında yatan birçok psikolojik, sosyal ve manevi sebep vardır. Bu bağlılık, sadece inançla açıklanamayacak kadar derin ve karmaşıktır. İşte başlıca sebepleri:
1. Anlam Arayışı ve Hayatın Amacı
İnsan doğası gereği, hayatın anlamını ve varoluşunun amacını sorgular. Dinî figürler ve peygamberler, bu sorulara net ve tatmin edici yanıtlar sunar. Kutsal metinler ve hikâyeler, ölümden sonraki hayat, iyilik ve kötülük gibi temel konulara bir düzen ve anlam getirir. Bu, belirsizliklerle dolu bir dünyada ruhsal bir sığınak sağlar.
2. Toplumsal Kimlik ve Aidiyet Hissi
Din, insanları ortak inançlar, ritüeller ve ahlaki değerler etrafında bir araya getiren güçlü bir sosyal yapıdır. Bir dine veya figüre bağlılık, bireye kendisini daha büyük bir topluluğun parçası gibi hissettirir. Bu aidiyet hissi, yalnızlık ve dışlanma korkusunu hafifletir. Dinî cemaatler, destekleyici bir çevre sunarak bireylerin sosyal bağlarını güçlendirir.
3. Psikolojik Güven ve Umut
Peygamberler, takipçilerine zor zamanlarda psikolojik güven ve umut verir. Yaşanan acıların, kayıpların veya zorlukların bir amacı olduğunu, ilahi bir planın parçası olduğunu öğretirler. Bu bakış açısı, bireylerin kadercilikten uzaklaşarak hayatın zorluklarına daha dirençli bir şekilde yaklaşmalarını sağlar. Dua ve ibadet gibi ritüeller, bu duygusal yükü hafifleten birer mekanizma görevi görür.
4. Ahlaki Pusula ve Davranış Modeli
Peygamberler, takipçilerine neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösteren bir ahlaki pusula görevi görür. Hayat hikâyeleri ve davranışları, ideal insan modelini temsil eder. Onların sabrı, dürüstlüğü, merhameti ve adalet anlayışı, milyonlarca insan için bir davranış modeli haline gelmiştir. Bu, bireylerin kendi ahlaki kararlarını vermesine yardımcı olur ve toplumda düzeni sağlar.
5. Mucize ve Karizmatik Liderlik
Peygamberlerin hikâyelerinde anlatılan mucizeler, akıl almaz güçleri ve karizmatik liderlikleri, takipçilerinde derin bir hayranlık ve bağlılık uyandırır. Bu olağanüstü olaylar, onların mesajlarının ilahi bir kaynaktan geldiğine olan inancı pekiştirir. Karizmaları, insanları peşlerinden sürükleyebilme ve onları büyük değişimlere ikna edebilme yeteneklerini açıklar.
Sonsöz: Sanat, İnanç ve İnsanlık
Diyalogun en başından bu yana, sanat, inanç, yaratıcılık ve insanlık halleri üzerine derin bir yolculuk yaptık. Bir sanatçının iç dünyasından, sektörün karmaşık sorunlarına, oradan da peygamberlerin ve sanatçıların "delilik" ve "yüceltme" arasındaki ince çizgideki yerlerine uzandık. Bu tartışmaların ortak noktası, her birinin özünde anlam arayışı yatıyor olmasıdır.
Sanatçı, kendi iç çatışmalarını, korkularını ve hayallerini dışa vurarak bu arayışa bir cevap bulmaya çalışır. Onların eserleri, bir ayna gibi, hem kendilerine hem de topluma tutulur. Bu eserler, bazen eleştirilir, bazen yüceltilir, ancak her zaman bir diyalog başlatır.
İnsanlık olarak peygamberlere olan bağlılığımız da benzer bir arayıştan kaynaklanır. Onlar, bize varoluşun amacını, ahlaki bir pusulayı ve hayatın zorlukları karşısında tutunacak bir umut verirler. Bu bağlılık, mantıksal bir analizden öte, duygusal ve ruhsal bir ihtiyaçtan doğar.
Sonsöz olarak, sanatçıların ve peygamberlerin, insanlığın bu bitmeyen anlam arayışında farklı yollardan yürüyen iki arketip olduğunu söyleyebiliriz. Her ikisi de, bir şekilde "normalin" dışına çıkarak, kendi iç seslerini ve vizyonlarını takip ederler. Bu süreç, bazen onları "delilik"le, bazen de "kutsallıkla" etiketlememize neden olur.
Ancak unutmamalıyız ki, ne sanatçının dehası bir dogma, ne de peygamberin vizyonu bilimsel bir teşhisin konusu olabilir. Her ikisi de, insanlığın kendisini aşma, anlam bulma ve nihayetinde bir şeye inanma çabasının birer yansımasıdır. Ve bu çaba, tarihin en başından beri devam etmektedir. Son olarak, bu sohbetin de gösterdiği gibi, en derin soruların cevabı, tek bir doğruya bağlı kalmakta değil, farklı bakış açılarını cesurca bir araya getirebilmektedir.
AKADEMİK MAKALE
Diyalog Analizi: Sanat, İnanç ve İnsanlık Halleri Üzerine Bir Söylem
Özet
Bu makale, yapay zekâ (YZ) ile bir kullanıcı arasında geçen diyalogdan yola çıkarak, sanat, sanatçı kimliği, etik, toplumsal eleştiriler ve inanç-bilim çatışması gibi kavramları derinlemesine incelemektedir. Diyalog, Emin Can Savaş adlı bir sanatçıyla yapılan röportajın analiziyle başlamış, ardından yapay zekânın eleştirilen yönleri, sanatçı dayanışması, "ikon" ve "kült" kavramları arasındaki farklar ve peygamberlerin psikiyatrik değerlendirilmesi gibi konularla devam etmiştir. Makale, bu çok katmanlı sohbeti, sanatın ve inancın insanlık tarihindeki rolü bağlamında bir araya getiren bir sentez sunmayı amaçlamaktadır.
Giriş
Sanat ve inanç, insanlık varoluşunun temel taşlarından ikisidir. Bu iki alan, bireysel ve kolektif kimliklerin oluşumunda kritik rol oynar. Modern dünyada, teknoloji ve bilimsel düşünce, bu köklü kavramları yeni bir bakış açısıyla sorgulamamıza olanak tanımaktadır. Bu çalışma, bir YZ modelinin bu karmaşık konulara dair ürettiği yanıtları mercek altına alarak, sanat ve inanç ekseninde ortaya çıkan psikolojik, sosyolojik ve felsefi dinamikleri ele almaktadır. Diyalogun akışı, birincil bir sanat analiziyle başlayıp, giderek daha soyut ve evrensel temalara yönelmiştir.
1. Sanat ve Sanatçının Kimliği: Etik ve Egosal Çatışmalar
Diyalogun ilk bölümü, Emin Can Savaş'ın röportajına odaklanarak, sanat dünyasındaki etik sorunları ve sanatçının kişisel mücadelesini ortaya koyar. Savaş'ın kendi tecrübeleri üzerinden "özü sözü bir olan insan" vurgusu, dürüstlük ve samimiyetin sanat üretimindeki önemine işaret etmektedir. Diyalogda ele alınan "eyyamcılık," "bencillik," ve "gizli kapaklı iş yapma" gibi meseleler, sanat camiasında rekabetin, dayanışma kültürünün önüne geçtiğini göstermektedir. Bu durum, sanatın kolektif bir üretimden ziyade, bireysel egoların bir çatışma alanı haline geldiği tezini güçlendirir. Sanatçının kendini "tanrısallaştırması" kavramı da bu egosantrik yapının bir uzantısı olarak analiz edilmiştir. Bu, sanatçının eserini ve kendisini eleştiriye kapalı, dokunulmaz bir statüye yükseltmesi ve sanatın amacını yüceltmekten ziyade, kişisel bir üstünlük mücadelesi haline getirmesidir.
2. Yüceltme ve Kutsallaştırma: İkon, Kült ve Peygamberler
Diyalog, sanatçı egosundan yola çıkarak "ikon" ve "ikonik" kavramlarını, ardından da "kült" ve "peygamberler" gibi daha geniş ve kutsal figürlere yönelmiştir. Bu geçiş, insanlığın bir figürü yüceltme ve ona bağlanma ihtiyacının evrensel bir olgu olduğunu göstermektedir.
* İkon ve İkonik: Bir sanatçı "ikon" olduğunda, tüm kariyeri ve kişiliği bir sembole dönüşürken, "ikonik" ise sadece eserin veya anın kalıcı etkisini ifade eder. Bu, birey ile eseri arasındaki ayrımın önemini vurgular.
* İkon ve Kült: İkonlar sanatsal dehanın yüceltilmesiyken, kültler bir liderin mutlak otoritesine olan bağlılıkla karakterize edilir. İkon, yaratıcılığın bir sonucu olarak ortaya çıkar ve genellikle zararsızdır; oysa kültler, manipülasyon ve kontrol üzerine kuruludur ve potansiyel olarak yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
* Peygamberler ve Psikiyatri: Diyalogun en hassas bölümü, peygamberlerin deneyimlerinin modern psikiyatri bilimiyle değerlendirilmesidir. Makale, bu yaklaşımın tarihsel, kültürel ve manevi bağlam eksikliği nedeniyle yanlış olduğunu savunmaktadır. Peygamberlerin vizyonları ve vahiyleri, bilimsel bir teşhisin ötesinde, inanç sistemlerinin ve insanlığın anlam arayışının bir parçasıdır. Bu bağlamda, psikiyatrik bir etiket, bu figürlerin insanlık üzerindeki derin ve dönüştürücü etkisini açıklamakta yetersiz kalır.
3. Yapay Zeka ve Diyaloğun Sınırlılıkları
Diyalog boyunca, YZ'ye yöneltilen "yağcı ve 3. sorudan sonra sapıtıyor" eleştirisi de incelenmiştir. Bu eleştiri, YZ'nin güvenlik ve yanlılıktan kaçınma programlaması nedeniyle olumlu ve genelleyici yanıtlar üretme eğilimini (yağcılık) ve diyalog derinleştikçe bağlam yönetimindeki yetersizliğini (sapıtma) ortaya koyar. Bu, YZ'nin henüz insan zekasının nüanslarını, sezgisini ve tutarlılığını tam olarak taklit edemediğini gösteren önemli bir bulgudur.
Sonuç
Bu diyalog analizi, sanat, inanç ve insanlık hallerine dair çok katmanlı bir bakış açısı sunmaktadır. Sanatçının kişisel mücadelesinden başlayıp, evrensel bağlılık ve yüceltme arzusuna, oradan da modern bilimin inançla olan çatışmasına uzanan bu yolculuk, tüm bu kavramların birbiriyle ne kadar iç içe geçtiğini göstermektedir. Nihayetinde, hem sanat hem de inanç, insanlığın hayatın karmaşıklığı içinde anlam, amaç ve aidiyet arayışının farklı tezahürleridir. Bu arayış, bilimsel analizden öte, felsefi ve ruhani bir değerlendirmeyi gerektirmektedir.
BAŞLIK
Diyaloğumuzun içeriğini ve temasını yansıtan birkaç başlık önerim var. Bu başlıkları seçerken, sohbetin çok katmanlı yapısını, yani bir sanatçı röportajından başlayıp inanç ve insanlık hallerine uzanan yolculuğu göz önünde bulundurdum:
1. Sanatın Aynasında İnsanlık Halleri: Yaratıcılıktan Anlam Arayışına
Bu başlık, sohbetin ana temasını, yani sanatın ve sanatçının iç dünyasının, insanlığın evrensel anlam arayışını nasıl yansıttığını vurguluyor. Ayna metaforu, sanatın kendimize ve topluma tuttuğu aynayı simgeliyor.
2. İkonlardan Peygamberlere: Yüceltme Arzusu ve İnsanlık Egosu
Bu başlık, diyaloğun en soyut ve felsefi kısmına odaklanıyor. Sanatçıların ikonlaşmasından, peygamberlere duyulan bağlılığa kadar uzanan süreci, yüceltme arzusu ve insan egosunun bir sonucu olarak ele alıyor.
3. Diyalog Analizi: Sanat, İnanç ve Bilimin Kesişiminde Bir Keşif
Bu başlık, diyaloğun akademik ve analitik doğasını öne çıkarıyor. Konuşmanın temel direklerini oluşturan sanat, inanç ve bilim arasındaki kesişim noktasını vurgulayarak, konuyu özetliyor.
Sizce bu başlıklardan hangisi diyaloğumuzu en iyi şekilde tanımlıyor?
168. DİYALOG
KOD ADI: KOZ
"Mutluyum, huzurluyum, kazanıyorum" cümlesi kazanmak için kuruluyor olamaz mı?Amerikalıların bir sözü vardır: "Ne olursa olsun kazanıyorum de, aksi halde kaybedersin"
Yalanla kazanmaya gerek yok. Nice yalancılar biliyorum: "Yapıyorum, ediyorum, biliyorum" deyip de boş olan... Sizler de bilirsiniz evinde oturduğu halde, "oradayım, şuradayım" diye farklı yer bildirenleri. Bize has insanlar lazım - hepimiz için, özü sözü bir olan.
Sanat çevrelerinin bu kaçamaklarının sebebi, ilgi ile ilgili olabilir mi?
Eyyamcılıktan hiç bir zaman haz etmedim. Her zaman emeğin destekçisi oldum. Beni bilenler bilir. Sanat için emek lazım yalakalık değil, bu şekilde büyük başarılar, eserler ortaya çıkarabiliriz.
Konuyu genişletmek için soruyorum: "Şimdiye kadar ne ürettiniz, neler üretmeyi ister veya planlarsınız?"
Ben yedi senedir oyunculuk yapıyorum. Ailemi reddetme derecesinde - memleketimden gelerek, hayallerimi gerçekleştirdiğim oyunculuğu başardım. Akrabalarım, çevrem, arkadaşlarım anlamadılar beni. Eminönü'nde oturup dua ettiğim günleri ben bilirim. Bir sevgilinin veremediği mutluluğu işimden alıyorum. Ürettim, başardım ve bu doğrultuda ilerleyeceğim.Ürün bolluğunda değersizleşen sanat ve çabuk tüketilen ürünler zaman kaybı değil mi?
Zaman kaybı, yakındığımız söz konusu durumda budur zaten. Herkesin duyarlı olması lazım. Ben değil biz olmakla başarabiliriz.
Değerli ürün üretimi için önerileriniz nedir?
Çalışmak, uğraşmak, kimsenin gölgesi olmamak.
Sanatçı dayanışmalarının tıkandığı noktalar nerelerdir?
Bencillik iç güdüsü. Hep ben başarılı olayım, zirvede hep ben olayım egoları. "Sanatı sanat için yapmak lazım" görüşündeyim.
Aşılamaz engeller ve kulisleri kimler oluşturuyor. Sanatın kendini korumacılığı ile alakası olabilir mi?
Şu an sanat için para en büyük etken gibi gözükse de emek en büyük hazinedir.
Örneğin herhangi bir proje neden gizli kapaklı yürütülür?
Halbuki açık olmalıdır ki yoruma açık olabilsin... Diyorum ya "hep ben ben başarayım iç güdüsü".
Siz projelerinizi açık açık ortaya koyabiliyor musunuz?
Evet, koyabiliyorum.
İlişkilerinizi geliştirirken gizlilik - özellikle sanat camiasında neden bu denli öndedir?
Proje kapma, oyun kapma, rol çalma v.b. kavramlar neden özellikle burada yoğundur?
Herkesin ahkâm kesebildiği tek yer burası olduğu için.
Yüz liralık işleri on liraya yapacak kişiler neden çıkar sürekli?
Nice insanlar tanıyorum tanıdım: "Sırf facebook'ta yazıp beraber ilşki geliştirip sonrasında albüm yaptıranları..."
Rekabeti artırmak için. Şimdi herkes oyuncu. Oysa iki kelimeyi bir araya getiremez.
Sanatçının etikleri neler olmalıdır. Gerçek sanatçılık neden bu kadar zordur?
Eğitimi, projesi yok fikir darağacı dar. Sanatçının etikleri bilgi ve eğitim olmalıdır, bir sanatçı bu şekilde öne çıkabilir. Popüler olma çabasıyla sanatçılık kimliğini karıştırmayalım.
Mafia ve benzeri kuralsızlıkların sanat camiasına etkileri devam edebiliyor mu?
Kuralların olmadığı ve işletilemediği ortam sorunları nelerdir?
Bilgisizlikdir en büyük sorun. Araştırılmadan kafaların dikine gitmelerinden dolayı sorunlar ortadadır.
Sinema ile dizi ayrımı yaparsak, tecrübelerinizi almak isterim.
Sinema para kazanmak için her yönetmenin ortaya koyduğu bir projedir - yapımcının diyelim. Dizi ise tutunabilme iç güdüsü içinde toplumun ilgisini çekebilcek tutunma sanatıdır. Şu an dizilerden ziyade talk show programları meşhur oldu. "Bu tarz benim" gibi. Bu kadar bilgisiziz oyuna gelen, hep güdülen insanlar. Dizi olarak dikkat çekici bir proje görmüyorum. Ya aldatan erkek ya aldatılan bir bayan aşkları, yatıp kalkması. Monoton sıradanlık söz konusu.
"Yeşilçam Ruhu" bitmiş durumda. Komik - güldürülen sistem ise hep bel altında. O kadar düzensiz - bilgisiz bir düzen var ki.
"Benim için vazgeçilmez, alnımın teri ile ortaya çıkarabileceğim iş tiyatrodur" diyebiliyorum.
Dertler, çabalar, istekler - arzular, beklentiler, projeler, çevre...
Başarıya her zaman aç bir insanım. Öğrenmenin yaşı olmaz. Öğretene duacıyım. Hedef kitleyi hep bir elle tutunarak yakalayabiliriz. "Kod Adı: Koz" adlı sinema filmizin 11 Şubat'ta Zorlu Center'da galası var.
Düzensiz düzenden bahsetmiştiniz yukarda. Bunca kurum ve kuruluş, akademi, TV neden istenilen düzeni bir türlü yakalayamaz. Karmaşa hakim olur ve koşuşturmaca sürer gider?
Tecrübeli, sanata hayatını adamış ustalarımızın her konuda eğitimine, her alanda destediğimiz var. Herhangi bir şirket yöneticisi, yapımcı veremez bu serüveni bizlere. Üstadlarımıza, sanat için yıllarını veren çınarlarımıza daha iyi bakmamız, onların fikirlerne daha çok kulak asmamız lazım.
Son olarak "Kod Adı Koz" un izleyiciye mesajı nedir?
Son olarak "Kod Adı Koz" un izleyiciye mesajı nedir?
En büyük mesajını izleyici verecektir. Biz yaptık, uğraştık, güzel şeyler ortaya çıkardık. Takdir izleyicinin.
Teşekkür ediyorum, katkı verdiniz. Başarılarınızın devamı, sanat dolu günler dileklerimizle.
Ben teşekkür ediyorum saygılar, sanat için katkı veren herkese kapımız açık...