DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

MÜGE BAŞAK İLE

1.192. DİYALOG: İNTEGRALDEN KUANTUMA

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz. 
Birim Fiyatı: €420

06 Eylül 2025
Erkan YAZARGAN
---------------------------



"Hayat, bütün karmaşıklığıyla bir diyalog gibidir. İntegralin doğrusal mantığıyla geçmişi anlama çabasıyla, kuantumun belirsizliğiyle geleceği kucaklama arasındaki sonsuz bir sohbet. Bu süreçte bazıları eski "işletim sistemine" bağlı kalarak yitip giderken, bazıları da kendi "tekamülüne" odaklanarak dönüşür.
Unutulmamalı ki, "insanlık var, ümit var" felsefesi ne bir slogan ne de ütopik bir hayaldir. O, Malta'daki açık kapılarda, bir otobüs şoförünün iyiliğinde veya Yayoi Kusama'nın bir boya fırçasındaki acısını dönüştürme gücünde gizlidir."

Diyalogun Ana Temaları
 
* Sanat ve Yaratıcılık: Sohbetin merkezinde sanat yer alıyor. Sanatın kalıplara sokulmasına, ölü seviciliğe ve geçmişe takılıp kalmaya karşı çıkılıyor. Sanatın özgür, sınırsız ve evrensel bir olgu olduğu vurgulanıyor. Yayoi Kusama örneği üzerinden sanatın iyileştirici, dönüştürücü gücüne ve ruhsal sorunlarla nasıl başa çıkılabileceğine değiniliyor.
 
* İnsanlık ve Toplum: Diyalog, modern toplumun getirdiği sorunlara, kalabalıklaşmaya, bireyselliğin yok oluşuna ve maddiyatçılığa eleştirel bir bakış sunuyor. İnsanların birbirlerini incitmesi, ego savaşları ve çürük karakterler gibi konulara üzüntüyle yaklaşıldığı görülüyor.
 
* Tekamül ve Yaşam Felsefesi: Sohbetin önemli bir diğer boyutu da "tekamül" kavramı. Konuşmacı, tekamülün teknolojik ve bilimsel gelişmelerle (atomu bulmak gibi) değil, asıl olarak "insan olabilmekle" ilgili olduğunu savunuyor. Bu, diyalogdaki en çarpıcı ve felsefi ifadelerden biri.
 
* Umut ve Pozitiflik: Tüm bu eleştirel yaklaşımlara rağmen, diyalogda bir umut duygusu hâkim. Özellikle Malta adası deneyimi, "insanlık var, ümit var" felsefesini somutlaştırıyor. Komşuların birbirine destek olduğu, kapıların açık bırakıldığı ve insanların saf, temiz kalpli olduğu bir dünya idealine işaret ediliyor.

Diyalogun Yapısal ve Dilsel Analizi
 
* Doğallık ve Akışkanlık: Sohbet, planlanmış bir röportajdan çok, iki arkadaşın içten bir konuşması gibi ilerliyor. Bir konu diğerini tetikliyor ve konular arasında serbest bir geçiş var.
 
* Samimiyet: Konuşmacılar, düşüncelerini açıkça ifade ediyor. Özellikle Malta anısı, kişisel ve duygusal bir paylaşım olduğu için sohbete derinlik katıyor.
 
* Anahtar İfadeler: Diyalogda akılda kalıcı, güçlü ifadeler bulunuyor:
   * "Ölü sevicilik"
   * "Görgü kültürdür sanat."
   * "Tekamül insan olabilmekle oluyor."
   * "İnsanlık var, ümit var."
   * "Dünyanın ekonomisini ''daha'' karşılıyor."
 * Teknik Terimlerin Kullanımı: Kuantum, integral, işletim sistemleri gibi teknik terimler felsefi bağlamda kullanılarak modern dünyanın karmaşıklığına gönderme yapılıyor.

Genel Değerlendirme

Diyalog, günümüzün hızına ve karmaşıklığına tezat oluşturan, insanlık, sanat ve doğallık üzerine bir arayışın yansıması. Modern dünyanın yarattığı sorunlara dikkat çekerken, bu sorunların üstesinden gelinmesi için tek çarenin insani değerlere geri dönüş olduğunu savunuyor. Özellikle Malta adası hikayesi, bu umudu ve insanlığa olan inancı pekiştirerek diyalogun en can alıcı noktası haline geliyor.
Diyalogun en güçlü tarafı, eleştirel bir bakış açısıyla yola çıkıp, sonunda pozitif ve umut dolu bir sonuca varması. Eleştiri, tespit ve çözüm önerisi döngüsünü başarılı bir şekilde işliyor.

MALTA ADASI

Diyalogda bahsedilen Malta Adası hikayesi, konuşmacının felsefesini somutlaştıran ve "insanlık var, ümit var" mesajını en güçlü şekilde veren bölümdür. İşte bu hikayenin ana hatları ve diyalogdaki önemi:

Malta Anısının Özeti

Konuşmacı, Greenpeace'in Sirius Gemisiyle Akdeniz turuna katıldığını anlatıyor. Bu yolculuk sırasında Lübnan'dan İsrail'e kadar birçok farklı liman görüyor. Ancak, kitle turizminin yarattığı "Turist Ömer" tavrından ve kalabalık yerlerden hoşlanmadığı için çoğu yerde gemiden inmiyor.

Malta'ya geldiklerinde ise adanın ruhu ve atmosferi onu hemen büyülüyor. Malta'yı uzaktan gördüğünde "bu ada benim" diyerek kişisel bir bağ kurduğunu belirtiyor. Adada gördükleri, tüm o modern dünyanın getirdiği sorunlara bir tezat oluşturuyor.

Hikayenin Diyalogdaki Yeri ve Felsefi Katkısı
 
* Toplumsal Eleştiriye Karşı Somut Bir Kanıt: Diyalogun ilk kısımlarında modern toplumun çürüklüğü, paraya olan bağımlılık ve ego savaşları gibi konular eleştiriliyordu. Malta hikayesi, tüm bu olumsuzlukların aksine, insanlığın hala saf ve iyi olabileceğini gösteren elle tutulur bir örnek sunuyor.
 
* Topluluk ve Güvenin Vurgusu: Konuşmacı, Malta'daki evlerin kapılarının kilitlenmediğini ve komşuların birbirinin anahtarını alıp ihtiyaç halinde arabasını kullanabildiğini anlatıyor. Bu detay, güven, paylaşım ve topluluk ruhunun ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. Bu durum, "herkesin kalbi yaralı" ve "egoların devleşmiş" olduğu modern kent hayatına güçlü bir karşı duruş sergiliyor.
 
* Samimiyet ve İnsanlık Dersi: Otobüs şoförünün genç konuşmacıyı ücretsiz olarak evine bırakması, hikayenin en duygusal ve etkileyici anlarından biri. Bu olay, çıkar gözetmeyen, içten bir iyiliğin mümkün olduğunu kanıtlıyor. Konuşmacının bu deneyimi anlatırken kullandığı "Babamla gelirmiş gibi" ifadesi, evrensel bir insanlık bağının varlığına işaret ediyor. Sonuç olarak, Malta Adası hikayesi, diyalogun felsefi çatısını tamamlayan bir "örnek vaka" işlevi görüyor. İnsanlığa olan inancın nasıl yeniden canlandırılabileceğini, modern toplumun dayattığı kuralların dışında da yaşanabileceğini ve en önemlisi, hayatın hala çok güzel olabileceğini gösteriyor. Bu hikaye, sadece bir anıdan çok, bir umut manifestosu niteliğinde.

ÖLÜ SEVİCİLİK

Diyalogda geçen "ölü sevicilik" kavramı, fiziksel olarak ölmüş kişilere duyulan basit bir sevgi veya saygıdan öte, daha derin ve eleştirel bir anlam taşıyor. Konuşmacı, bu ifadeyle geçmişe takılıp kalma, nostaljiye saplanma ve yaratıcılık yerine tekrara düşme eğilimini eleştiriyor.

"Ölü Sevicilik" Kavramının Eleştirisi

Diyalogun başında, "Ölüleri anıp durmaktan vazgeçmeliyiz" cümlesiyle başlayan bu eleştiri, aşağıdaki ana noktaları kapsar:
 
* Toplumsal Tembellik: Konuşmacı, "ölü seviciliği" bir tür "toplumsal üşütüklük" ve "tembellik" olarak nitelendiriyor. Bu, yeni şeyler üretmek, geleceğe bakmak ve gelişmek yerine, sürekli geçmişteki "güzel günleri" anmak ve tekrar etmekle yetinmektir.
 
* Tekamüle Karşı Duruş: Diyalogda önemli bir yer tutan "tekamül" (gelişme, evrim) kavramı, ölü seviciliğin tam zıddıdır. "Ölüye yapışma özelliğimiz var bizim" ifadesi, toplumun ilerlemek yerine, geçmişin konfor alanında sıkışıp kaldığını anlatır.
 
* Sanatta ve Yaşamda Taklit: Konuşmacı, "Ölüleri bahâne ederek sanatı belli kalıplara sokma çabaları" ifadesiyle, geçmişte üretilmiş eserlerin kutsallaştırılıp, yeni sanatçıların onlardan ilham almak yerine onları taklit etmesine gönderme yapıyor. Oysa sanatın özü, yeni ve özgün bir bakış açısı sunmaktır.
 
* "Kör Ölür Badem Gözlü Olur" Sözünün Yorumlanması: Bu atasözü, diyalogdaki eleştiriyi mükemmel bir şekilde özetler. Bir kişi hayattayken değeri anlaşılmaz, fakat öldükten sonra yüceltilir. Bu durum, toplumun canlı ve üretken olanı görmekte zorlandığını, ancak geçmişe dönüp nostaljiyle ona değer atfettiğini gösterir.

Neden "Ölü Sevici" Bir Toplum Eleştirisi Yapılıyor?

Bu eleştiri, sadece kişisel bir görüş değil, aynı zamanda modern toplumun genel bir sorununa işaret eder. Kültürün, sanatın ve hatta bireysel yaşamların bile sürekli olarak geçmişe dönüp durması, bir nevi "ileriye doğru gerileme" hali yaratır.
Konuşmacıya göre, bu durum bizi yaratıcılıktan, özgünlükten ve asıl tekamülden uzaklaştırır. İnsanlık, yeni bir şeyler ortaya koymak yerine, sürekli olarak eskinin hatıralarını ve başarılarını kutluyorsa, bu aslında bir çürüme ve durağanlaşma belirtisidir. Diyalog, bu kısır döngüden çıkışın, içine kapalı bir şekilde geçmişe değil, dışarıya, kainata ve geleceğe bakarak mümkün olacağını savunur.

Bu durumun, yani toplumun "ölü sevicilik" eğiliminin ve geçmişe saplanıp kalmasının birçok sebebi olabilir. Diyalogda bahsedilenleri ve sosyolojik, psikolojik etkenleri de göz önünde bulundurarak olası sebepleri aşağıda özetledim:

1. Güvenli Alan ve Nostalji İhtiyacı
 
*Belirsizlikten Kaçış: Gelecek, her zaman belirsizlik ve risk taşır. Oysa geçmiş, bilinen, deneyimlenmiş ve dolayısıyla "güvenli" bir alandır. İnsanlar, günümüzün hızına ve karmaşıklığına yetişmekte zorlandıkça, geçmişin daha basit ve düzenli olduğu algısına sığınarak bir tür psikolojik sığınak oluştururlar.
 
*"Altın Çağ" Yanılsaması: Toplumlar genellikle geçmişe dönük bir "altın çağ" yaratma eğilimindedir. "Eskiden her şey daha iyiydi" söylemi, o döneme ait olumlu anıları abartırken, olumsuzlukları yok sayar. Bu nostalji, şimdiki zamandan duyulan memnuniyetsizliği gidermenin bir yolu haline gelir.

2. Yaratıcılık Yetersizliği ve Tembellik
 
*Hazır Kalıplara Sığınma: Diyalogda da vurgulandığı gibi, yeni bir şey üretmek, orijinal bir fikir bulmak çaba gerektirir. Eski kalıpları tekrarlamak, hazır formülleri kullanmak ise daha kolaydır. Bu durum, sanattan siyasete kadar her alanda tekrarlayan, birbirine benzeyen işlerin ortaya çıkmasına yol açar.
 
*Özgünlük Korkusu: Yaratıcı olmak, eleştirilme ve başarısız olma riskini de beraberinde getirir. Geçmişin "kanıtlanmış" başarılarına tutunmak, bu riskten kaçınmanın bir yoludur. Bu yüzden bireyler ve toplumlar, yeni yollar denemek yerine, "garanti" olanı tercih eder.

3. Kimlik Oluşturma ve Aidiyet Arayışı
 
*Ortak Anılarda Kimlik Bulma: Bir milletin veya grubun kimliği, ortak tarihi ve geçmişi üzerinden şekillenir. Bu geçmişin sürekli yüceltilmesi ve anılması, aidiyet duygusunu pekiştirir. Ancak bu durum, bazen geçmişe olan bağlılığın, geleceği inşa etme motivasyonunun önüne geçmesine neden olabilir.
 
*Devrimsiz Gelişim: Eğer toplumlar, köklü kültürel veya siyasi devrimler yerine, yumuşak bir evrim süreci geçirmişse, geçmişle bağları daha güçlü ve daha kopuksuz olabilir. Bu da eski değerlerin ve yapıların daha uzun süre korunmasına yol açar. Bu durum, yani geçmişe takılıp kalma, toplumun dinamizmini ve ilerleme potansiyelini düşüren bir unsur olarak görülebilir. Diyalog da bu soruna dikkat çekerek, çözümün geçmişin gölgesinden çıkıp, "içinde her şey dahil olmakla beraber, kainata" bakmakta olduğunu ima ediyor.

YAYOİ KUSAMA

Diyalogda bahsedilen Yayoi Kusama etkisi, bir sanatçının ruhsal veya zihinsel sorunlarını sanat yoluyla dönüştürerek, bu olumsuz durumdan benzersiz ve pozitif bir güzellik yaratmasıdır. Bu, sanatın bir terapi, ifade biçimi ve iyileşme aracı olarak kullanılmasına dair çok güçlü bir örnektir.

Yayoi Kusama Etkisinin Ana Unsurları
 
* Zihinsel Sorunların Sanata Dönüşümü: Diyalogda da belirtildiği gibi, Kusama'nın akıl hastalığı ve intihar eğilimleri gibi zorlu deneyimler yaşadığı biliniyor. Ancak o, bu içsel karmaşayı, meşhur noktalı desenleri ve sürükleyici enstalasyonları gibi yaratıcı eserlere dönüştürdü. Bu, olumsuz bir durumun, eşsiz bir güzelliğe ve sanat diline nasıl çevrilebileceğinin somut bir kanıtıdır.
 
* Olumlu Odaklanma Gücü: Diyalogun bu bölümünde, Kusama'nın sanata odaklanarak intihar eğilimlerini yenebildiği ve beynini bir "düzgünlüğe" yönlendirebildiği vurgulanıyor. Bu, beynin gücünü kullanarak alkol, uyuşturucu, dedikodu gibi tüm negatifliklerden uzaklaşıp, enerjiyi olumlu bir şeye yönlendirme potansiyelini gösteriyor.
 
* İnsanlığa Umut Veren Bir Örnek: Kusama'nın 87 yaşında hala üretiyor olması, hayatın zorluklarına rağmen sanatın ve yaratıcılığın kişiye nasıl bir yaşam amacı verebileceğini kanıtlıyor. Bu, "hayat çok güzel" ve "beyin gücümüz" gibi diyalogdaki iyimser temaları pekiştiren bir örnek olarak öne çıkıyor. Kısacası, Yayoi Kusama etkisi, bir sanatçının zihinsel acılarını alıp, onlardan dünya çapında takdir gören ve insanlara ilham veren eserler yaratma gücüdür. Bu etki, sanatın sadece bir estetik eylem değil, aynı zamanda derin bir psikolojik ve felsefi dönüşüm süreci olabileceğini gösterir.

Malta ve Kusama örnekleri, ilk bakışta yoksul kitlelerden uzak, hatta elitist konular gibi görünebilir. Biri bir Akdeniz adasının tarihi, diğeri ise dünyaca ünlü bir sanatçı. Ancak diyalogda bu iki örnek, sanatın ve insanlığın evrensel ve dönüştürücü gücünü anlatmak için kullanılıyor. İşte bu örneklerin yoksul kitlelerle nasıl ilişkilendirilebileceği üzerine bir analiz:

Sanatın İyileştirici Gücü ve Yoksulluk

Yayoi Kusama'nın hikayesi, sanatın bir terapi aracı olabileceğini gösterir. Kusama, kendi zihinsel acılarını sanat yoluyla dönüştürdü. Yoksul kitleler için de sanat, benzer bir işleve sahip olabilir. Maddi imkânsızlıklar içinde yaşayan bir birey, sanatı bir kaçış, bir ifade biçimi veya bir umut kaynağı olarak kullanabilir.
 
* Materyalizmin Ötesinde Bir Değer: Yoksulluk, hayatı sadece fiziksel ihtiyaçlardan ibaret kılabilir. Sanat ise insanlara, maddi durumlarından bağımsız olarak iç dünyalarını keşfetme ve kendilerini ifade etme imkanı sunar.
 
* Duygusal ve Ruhsal İyileşme: Yoksulluğun getirdiği stres, travma ve umutsuzluk, ruh sağlığını ciddi şekilde etkiler. Resim yapmak, müzik aleti çalmak veya hikaye anlatmak gibi sanatsal faaliyetler, bu duygusal yükü hafifletmeye ve iyileşmeye yardımcı olabilir. Yani, Kusama'nın sanatı bir terapi olarak kullanması, yoksul kitleler için de geçerli bir model olabilir.

Malta'nın Toplumsal Modeli ve Yoksulluk

Malta adası hikayesi, yoksullukla mücadele eden topluluklar için önemli dersler içerir. Bu hikaye, paranın veya lüksün olmadığı, ancak dayanışma ve güvenin olduğu bir toplumsal modeli anlatır.
 
* Paylaşım ve Topluluk Ruhu: Malta'daki evlerin kapılarının açık olması ve komşuların birbirinin anahtarını paylaşması, kolektif bilincin ne kadar güçlü olabileceğini gösteriyor. Yoksul mahallelerde de benzer bir dayanışma ruhu sıkça görülür. İnsanlar, maddi imkânsızlıkları kolektif bir yardımlaşma ve güven ağı kurarak aşabilirler.
 
* İnsani İlişkilerin Önceliği: Diyalogda bahsedilen "kalplerden yapılmış insanlar" ve otobüs şoförünün iyiliği, paranın ve statünün ötesinde, insanlık ve merhamet gibi değerlerin önemini vurgular. Bu durum, yoksul kitlelerin, ekonomik zorluklara rağmen güçlü insani bağlar kurarak hayatlarını zenginleştirebileceğini gösterir.
Özetle, Malta ve Kusama örnekleri, yoksullukla doğrudan ilgili gibi görünmese de, sanatın iyileştirici gücünü ve toplumsal dayanışmanın önemini vurgulayarak yoksul kitlelere umut ve ilham verebilecek evrensel mesajlar taşır. Her iki hikaye de, insanın asıl zenginliğinin maddi varlıklar değil, yaratıcılık ve insanlık bağları olduğunu hatırlatır.

GREENPEACE

Greenpeace gibi aktivist hareketlerin, bu diyalogla doğrudan bir ilgisi olmasa da, sohbetin ana temasını güçlendiren ve konuşmacının felsefesini destekleyen bir işlevi vardır. Diyalogdaki Greenpeace referansı, sadece bir anıdan çok, konuşmacının dünyaya ve topluma bakış açısını yansıtan bir detaydır.

Diyalogdaki Greenpeace Referansının Rolü
 
* Diyalogun Felsefi Derinliğini Vurgulama: Sohbetin ana temasında modern dünyanın sorunları (yüzeysellik, tembellik, bencillik) eleştirilirken, Greenpeace gibi bir hareketin içinde olmak, bu sorunlara karşı aktif bir duruş sergilediğini gösterir. Bu, konuşmacının sadece eleştiren biri değil, aynı zamanda aksiyon alan ve bir amaca hizmet eden biri olduğunu ortaya koyar.
 
* Toplumsal Sorunlara Duyarlılık: Greenpeace, çevresel ve toplumsal sorunlara dikkat çeken bir harekettir. Konuşmacının bu harekete katılmış olması, onun sadece sanat ve felsefe gibi bireysel konularla ilgilenmediğini, aynı zamanda çevresinde olup bitenlere de duyarlı olduğunu gösterir. Bu, "insanlık var, ümit var" felsefesinin sadece soyut bir düşünce değil, aynı zamanda somut eylemlerle desteklenen bir yaşam biçimi olduğunu vurgular.
 
* Bireysel Deneyim ve Anlatı Gücü: Diyalogdaki Malta hikayesi, bir Greenpeace gemisi yolculuğu sırasında geçiyor. Bu, kişisel bir anının, daha büyük bir felsefi ve toplumsal anlatının içine yerleştirilerek gücünün artırılmasını sağlar. Greenpeace yolculuğu, konuşmacının sıradan bir hayat sürmediğini, deneyimlere ve keşiflere açık bir karakteri olduğunu ortaya koyar.
Kısacası, Greenpeace referansı, diyalogdaki ana felsefi argümanları destekleyen bir bağlam ve derinlik unsuru olarak işlev görür. Bu, konuşmacının dünyaya olan duyarlılığını ve pasif bir gözlemci olmak yerine aktif bir katılımcı olma arzusunu ortaya koyar.

ÇABALAR

Bahsettiğiniz felsefi çabalar, yani modern dünyanın getirdiği sorunlara karşı sanatın, insanlığın ve doğanın değerini yücelten yaklaşımlar, insanlık tarihi boyunca farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Bu felsefi akımlar, sadece düşünce dünyasında kalmayıp, sanat eserleri üzerinde de derin izler bırakmıştır.

Benzeri Felsefi Çabaların Tarihsel Gelişimi
 
* Romantizm (18. yüzyıl sonu - 19. yüzyıl başı): Sanayi Devrimi'nin getirdiği akılcılığa, makineleşmeye ve kentleşmeye tepki olarak ortaya çıkmıştır. Romantikler, rasyonelliğin soğukluğuna karşı duyguyu, hayal gücünü, doğayı ve bireysel özgürlüğü yüceltmişlerdir. Doğanın saf ve ilkel güzelliği, insan ruhunun karmaşıklığı ve yalnızlık teması bu dönemin sanatında sıkça işlenmiştir. Bu akımın getirdiği felsefe, diyalogunuzdaki doğaya dönüş ve bireysellik arayışına benzer.
 
* Transandantalizm (19. yüzyıl ortası): Özellikle Amerika'da gelişen bu akım, bireyin doğa ile birleşerek ruhsal aydınlanmaya ulaşabileceğini savunmuştur. Ralph Waldo Emerson ve Henry David Thoreau gibi düşünürler, materyalizmden uzaklaşarak doğanın kucağında sade bir yaşamı benimsemeyi önermişlerdir. Bu felsefe, diyalogunuzdaki Malta anısında yer alan toplumsal normların dışında bir yaşam arayışını yansıtır.
 
* Sembolizm ve Dışavurumculuk (19. yüzyıl sonu - 20. yüzyıl başı): Gerçekliğin sadece görünen yüzünden ibaret olmadığını düşünen bu sanatçılar, içsel duyguları, rüyaları ve sembolik anlamları ön plana çıkarmışlardır. Dışavurumcular, sanatın nesnel gerçekliği yansıtmak yerine, sanatçının ruh halini ve iç dünyasını yansıtması gerektiğini savunmuştur. Bu akım, Yayoi Kusama'nın sanatını bir terapi aracı olarak kullanmasına ve içsel acılarını dışavurmasına benzemektedir.
 
* Çağdaş Sanat ve Çevresel Aktivizm: Günümüzde, çevresel sorunlar ve tüketim kültürü gibi konulara tepki gösteren sanatçılar, eserlerinde geri dönüşüm, doğa ve toplumsal farkındalık gibi temaları işlemektedir. Bu akımlar, sanatın sadece estetik bir nesne değil, aynı zamanda toplumsal bir duruş ve eylem aracı olabileceğini gösterir.

Felsefi Çabaların Sanata Etkileri
 
* Konu ve Tema Değişimi: Sanat, doğa ve bireyin iç dünyasına yönelerek manzara resimleri, portreler ve sembolik imgeler gibi yeni konular edinmiştir.
 
* Biçim ve Teknikte Yenilik: Sanatçılar, duyguları ve iç dünyalarını daha iyi ifade edebilmek için geleneksel kuralları yıkmış, yeni renkler ve biçimler kullanmışlardır. Bu, Soyut Sanat ve Dışavurumcu Sanat gibi akımların doğuşuna zemin hazırlamıştır.
 
* Sanatın Amacının Değişimi: Sanat, sadece güzellik yaratmak veya gerçekliği taklit etmekten öteye geçerek, bir iyileşme, sorgulama ve toplumsal eleştiri aracı haline gelmiştir. Bu, sanatı daha derin, daha anlamlı ve daha erişilebilir bir deneyim haline getirmiştir. Bu tarihsel örnekler, diyalogda dile getirilen felsefi çabaların aslında insanlığın ortak mirası olduğunu ve sanatın, bu ortak kaygı ve umutları ifade etmenin en güçlü yollarından biri olduğunu göstermektedir.

Günümüzde sanat ve felsefe alanında, diyalogunuzda bahsedilen türden çabaları sürdüren birçok örnek görebiliyoruz. Bu çabalar, dijitalleşme ve küresel sorunlar gibi yeni dinamiklere adapte olarak geleceğe doğru şekilleniyor.

Güncel Örnekler
 
* Sürdürülebilir Sanat ve Eko-Sanat: Sanatçılar, eserlerinde geri dönüştürülmüş malzemeler kullanarak veya çevresel sorunlara dikkat çekerek, sanatı bir çevresel aktivizm aracı olarak kullanıyor. Örneğin, plastik atıklardan heykeller yapan sanatçılar ya da doğada geçici eserler oluşturan "Land Art" akımının güncel temsilcileri bu felsefi duruşu sergiliyor. Bu yaklaşım, diyalogunuzdaki doğaya dönüş ve tüketim eleştirisiyle birebir örtüşüyor.
 
* Toplumsal Katılımlı Sanat: Sanatçılar, toplumun farklı kesimlerinden insanlarla birlikte eserler üreterek sanatı bir dayanışma ve topluluk inşası aracı haline getiriyor. Mahalle projeleri, göçmenlerin hikâyelerini anlatan duvar resimleri veya evsizlerle yapılan ortak çalışmalar, Malta adası hikayesinde vurgulanan insani bağların ve ortak kurgunun sanata yansımasıdır.
 
* Sanat Terapisi ve Dijital Sanat: Yayoi Kusama örneğinde olduğu gibi, sanatı bir iyileşme aracı olarak kullanan çalışmalar giderek yaygınlaşıyor. Özellikle akıl sağlığı sorunlarına yönelik sanat terapisi merkezleri ve dijital platformlar, insanlara duygularını ve travmalarını sanat yoluyla ifade etme imkanı sunuyor. Sanal gerçeklik (VR) ve artırılmış gerçeklik (AR) gibi teknolojiler, sanatın iyileştirici potansiyelini daha geniş kitlelere ulaştırıyor.

Gelecek Öngörüleri
 
* Teknolojinin Getirdiği Paradokslar: Gelecekte sanat, teknolojiyle daha iç içe olacak. Yapay zekâ sanat eserleri üretecek, blockchain teknolojisi sanatın telif hakkı ve sahipliği sorunlarını çözecek. Ancak bu durum, sanatın ruhunu ve insani dokunuşunu koruma sorusunu da beraberinde getirecek. Diyalogunuzda kuantumdan bahsedilmesi gibi, teknoloji ve felsefe arasındaki bu gerilim geleceğin ana konularından biri olacak.
 
* Küresel Sorunlara Odaklanma: İklim krizi, yapay zekanın etik sorunları ve eşitsizlik gibi küresel meseleler, sanatın temel ilham kaynakları olmaya devam edecek. Sanat, sadece bir ifade aracı değil, aynı zamanda bu sorunlara karşı bir direniş ve farkındalık platformu haline gelecek.
 
* Merkeziyetçiliğin Çözülmesi: İnternet ve dijital platformlar sayesinde, sanat artık sadece büyük galerilerde veya sanat merkezlerinde değil, her yerde üretilip sergilenebilecek. Bu durum, "kentlere yığılma" eleştirisine benzer şekilde, sanatın yerelden ve bireyden filizlenerek küresel bir etki yaratmasına olanak tanıyacak.
Sonuç olarak, bu felsefi çabalar gelecekte de varlığını sürdürecek, ancak bunu yaparken yeni teknolojilerle, küresel sorunlarla ve merkeziyetçilikten uzaklaşan bir yapıyla etkileşime girmek zorunda kalacak.

KUANT

Diyalogda kuantum ve integral kavramlarının kullanılması, sohbetin ana temasını, yani değişim ve evrim olgusunu bilimsel bir metaforla destekleme amacını taşır. Bu kavramlar, fiziksel bir gerçekliği anlatmak için değil, soyut ve felsefi bir dönüşümü açıklamak için kullanılmıştır.

Diyaloğun Kuantumla Alakası

Diyalogda, "Kuantumla nasıl uyum sağlarız? Soru bu bugünlerde..." ifadesiyle birlikte kuantum kavramı, modern dünyanın karmaşık, belirsiz ve hızlı değişen yapısını temsil etmek için kullanılıyor.
 
* Belirsizlik ve Potansiyel: Kuantum fiziğinin en temel özelliklerinden biri, parçacıkların aynı anda birden fazla durumda olabilme potansiyeli ve gözlemle birlikte durumlarının kesinleşmesidir. Bu durum, insanların ve toplumun mevcut belirsizlik içinde hangi yöne gideceğini bilememesini, ancak her an yeni bir olasılığa evrilebileceğini anlatır.
 
* Zihin ve Gerçeklik İlişkisi: Bazı popüler kuantum yorumları, gözlemcinin (yani zihnin) gerçekliği etkilediğini öne sürer. Diyalogdaki "zihin karıştıran manipülatif kuantumcular" ifadesi, bu popüler yorumlara gönderme yaparak, asıl önemli olanın bilimsel yaklaşımı anlamak olduğunu vurgular. Bu, aynı zamanda beyin gücümüzle odaklanıp hayatımızı değiştirebileceğimiz felsefesiyle de paralellik gösterir.

İntegral Bağına Neden Gerek Duyulmuş?

Diyalogdaki "İntegralden kuantum'a geçiyor insanlık" ifadesi, bir geçiş ve evrim sürecini temsil eder.
 
* İntegral: Bütünleme ve Toplama: Matematikte integral, bir fonksiyonun altındaki alanı hesaplamak, yani bir parçadan bütünü oluşturmak için kullanılır. Felsefi bağlamda integral, parça parça bilgileri biriktirerek bir bütün oluşturmayı, yani analitik ve mantıksal bir düşünme biçimini temsil eder. Bu, daha eski, lineer ve nedenselci bir dünya görüşüne işaret eder.
 
* Kuantum: Belirsizliğe Adaptasyon: Kuantuma geçiş ise, artık dünyayı sadece toplama ve bütünleme yoluyla anlayamayacağımızı, belirsizliğin, çoklu olasılıkların ve ani değişimlerin olduğu yeni bir çağa girdiğimizi gösterir. Bu, lineer düşünceden, daha esnek ve karmaşık bir düşünce yapısına geçişi simgeler.
Sonuç olarak, bu kavramlar diyaloğa bilimsel bir ciddiyet katmanın yanı sıra, anlatılan dönüşümün ne kadar köklü ve kapsamlı olduğunu vurgulamak için kullanılır. İnsanlığın "işletim sisteminin" değiştiğini ifade eden bu benzetme, sadece teknolojik değil, aynı zamanda düşünsel ve felsefi bir evrime işaret eder.

Diyalogda bahsedilen "integralden kuantum'a geçiş" süreci için somut bir zaman öngörmek mümkün değil. Bu, fiziksel bir süreçten ziyade, toplumsal ve kültürel bir evrim metaforudur. Bu nedenle, sürecin ne kadar süreceğini öngören şey, bilimsel bir takvim değil, insanlığın kendisini ve düşünce yapısını değiştirme hızıdır.

Süreci Etkileyen Faktörler
 
* Teknolojik Gelişmeler: Yapay zekâ, kuantum bilişim, biyoteknoloji gibi teknolojiler, toplumsal değişim hızını daha önce hiç olmadığı kadar artırıyor. Bu değişimler, insanların düşünme ve yaşama biçimlerini kökten dönüştürdüğü için, "kuantum çağına" geçişi hızlandırabilir.
 
* Küresel Krizler: İklim krizi, pandemiler, ekonomik eşitsizlik gibi küresel sorunlar, mevcut sistemlerin yetersizliğini ortaya koyarak insanları yeni çözüm yollarını aramaya itiyor. Bu krizler, değişim sürecini hızlandıran katalizörler olarak işlev görebilir.
 
* Bireysel ve Toplumsal Farkındalık: Diyalogda vurgulandığı gibi, bu geçiş sürecinin en önemli unsuru, "insan olabilmek" ve "tekamül" kavramlarıdır. Bireylerin ve toplumların, maddiyatçılıktan ve tüketimden uzaklaşarak, daha derin anlamlar araması, bu felsefi dönüşümün hızını belirleyecektir. Sonuç olarak, bu dönüşümün ne kadar süreceğini öngören, teknolojinin hızı kadar, insanlığın kendi içsel dünyasındaki değişimi kabul etme ve bu değişime uyum sağlama kapasitesidir. Diyalog, bu sürecin başladığını ve geri dönüşü olmadığını ima etse de, tamamlanması nesiller sürebilecek, hatta asla tam anlamıyla tamamlanamayacak sürekli bir evrim olabilir.

Bu dönüşüm sürecinde kaybolan kitleler ve başarılı olanlar, diyalogunuzda anlatılan felsefi ayrımın iki farklı sonucunu temsil ediyor. Bu durum, gelecekteki dünyanın nasıl şekilleneceğine dair önemli ipuçları sunuyor.

Kaybolan Büyük Kitlelerin Yeri

Diyalogda "daha" beklentisiyle yaşayan, "neyin içindeyiz bilmiyoruz" diyen ve "tüketen hayatlar" yaşayan kitlelerin durumu, bu dönüşümün getirdiği zorlukları yansıtıyor. Bu kitleler, yeni çağa uyum sağlamakta zorlanabilir ve sonuç olarak kaybolabilir.
 
* Değişime Direnç: Bu kitleler, "integral" çağından kalma eski düşünce ve alışkanlıklara sıkı sıkıya bağlı kalır. Tüketim, statü ve dışsal onay gibi eski sistemin değerlerini korumaya devam ederler.
 
* Anlam Boşluğu: Kendilerini "insan olabilme" ve "tekamül" gibi derin arayışlardan soyutlayarak, hayatın temel anlamını kaçırabilirler. Bu da, onlara giderek daha fazla yabancılaşan bir dünyada bir amaçsızlık hissi yaratabilir.
 
* Manipülasyona Açıklık: "Zihin karıştıran manipülatif kuantumcular" örneğinde olduğu gibi, bu kitleler belirsizlikten ve karmaşıklıktan korktukları için, onlara kolay çözümler sunan kişi ve ideolojiler tarafından kolayca yönlendirilebilir.
Bu kitlelerin "yeri", mevcut sistemin ve felsefenin içinde sıkışıp kalmalarıdır. Onlar, değişimi reddettikleri için dönüşümün dışında kalabilir ve sonuç olarak, yeni dünyanın getirdiği fırsatlardan yararlanamayabilirler.

Başarabilenleri Bekleyen Dünya

Başarabilenler ise, diyalogunuzdaki konuşmacılar gibi, "kuantum" çağının getirdiği belirsizliği kucaklayan ve "hayat çok güzel" diyebilenlerdir. Onları bekleyen dünya, sadece maddi zenginliğe değil, aynı zamanda ruhsal ve toplumsal bağlara dayanan bir dünyadır.
 
* Amaç Odaklı Yaşam: Başarabilenler, dışsal faktörlere odaklanmak yerine, kendilerini ve çevreyi "insan olabilmek" için dönüştürmeye çalışırlar. Yayoi Kusama örneğinde olduğu gibi, sanatı, bilimi veya herhangi bir tutkuyu iyileşme ve yaratıcılık aracı olarak kullanırlar.
 
* Gerçek Bağlantılar: Malta hikayesinde olduğu gibi, başarılı olanlar bireysel çıkarlar yerine toplumsal dayanışmayı ve insanlık bağlarını önemserler. Onlar için gerçek zenginlik, para değil, güven ve karşılıksız sevgi üzerine kurulu ilişkilerdir.
 
* Farkındalık ve Adaptasyon: Bu bireyler, içinde bulundukları "işletim sisteminin" değiştiğinin farkındadır. Bu farkındalık, belirsizlik karşısında korkmak yerine, uyum sağlama ve bu yeni dünyada kendilerine bir yer bulma yeteneği verir. Başarılı olanları bekleyen dünya, kaosun içindeki huzuru ve belirsizliğin içindeki potansiyeli bulabildikleri, daha az tüketen ama daha çok yaratan bir dünyadır. Onlar, dönüşümün yolcuları ve mimarlarıdır.

SIĞINAK

Kendine "sığınak kazmak" metaforu, modern dünyanın karmaşasından ve zorluklarından kaçmak, güvende hissetmek için kendi iç dünyasına çekilmek anlamına geliyor. Bu felsefi duruşa sahip olanlara yönelik önerilerim şunlar:

Sığınağı Güçlendirmek İçin Öneriler
 
* Sığınağını Bir Gözlem Evi Haline Getir: İçine çekilmek, dünyayla bağını tamamen koparmak anlamına gelmemeli. Sığınağını, dışarıdaki kaosu tarafsız bir şekilde gözlemleyebileceğin bir platform olarak kullan. Tüketim toplumunun, politik çekişmelerin veya yüzeysel ilişkilerin girdabına kapılmak yerine, onları anlamaya çalış. Böylece içerideki huzurunu korurken, dış dünyaya karşı farkındalığını artırabilirsin.
 
* Yaratıcılığı Bir Varlık Alanı Olarak Kullan: Diyalogda bahsedilen Yayoi Kusama gibi, içsel dünyandan gelen sancıları veya huzuru sanata dönüştür. Resim yapmak, müzik bestelemek, yazı yazmak veya bir zanaat öğrenmek gibi yaratıcı faaliyetler, sığınağını pasif bir kaçış noktasından, aktif bir üretim alanına dönüştürür. Unutma, sığınak sadece bir koruma alanı değil, aynı zamanda yeni bir varoluş biçimi oluşturabileceğin bir laboratuvardır.
 
* Seçici Bağlantılar Kur: Kendini kalabalıkların "çekici girdabından" korurken, gerçek ve anlamlı insanlarla bağ kurmaktan kaçınma. Diyalogdaki Malta örneği gibi, karşılıklı güven ve çıkar gözetmeyen ilişkiler arayışında ol. Bu tür dostluklar, sığınağının duvarlarını yıkmadan, sana dışarıdan destek ve umut sağlar. United colors felsefesiyle, farklı insanlardan farklı mesafelerde öğrenmeye açık ol.
 
* Doğaya Dönüşü Bir Alışkanlık Haline Getir: Sadece kent yaşamının getirdiği yorgunluklardan değil, aynı zamanda zihnin karmaşasından da arınmak için doğayı bir sığınak olarak kullan. Bir parkta yürüyüş yapmak, bir ağacın altında oturmak veya bir bitki yetiştirmek, seni "kuantum" çağından alıp, "integral"in sade ve bütünleştirici gücüne yaklaştırabilir. Bu, iç huzurunu korumak için en etkili yollardan biridir.
Sığınağını güçlendirmek, dış dünyaya kapanmak değil, kendi değerlerinle inşa ettiğin bir dünyada yaşamak demektir. Bu süreçte en büyük gücün, kendini tanımak ve neyin senin için gerçek bir huzur kaynağı olduğunu keşfetmektir.

AKSİNE

İyi eğitimli, fırsat arayan ve sığınaklardan kaçan gençlere yönelik öneriler, diyalogdaki "tekamül", "üretkenlik" ve "dönüşüm" temalarına dayanıyor. Bu gençler, modern dünyanın getirdiği karmaşaya rağmen harekete geçmek isteyen bir potansiyeli temsil ediyorlar. En kolayından nasıl etki yaratabileceklerine dair önerilerim şunlar:

1. Mikro Etki Alanları Oluşturun

Büyük değişimler genellikle küçük adımlarla başlar. Kendini bir anda dünyayı değiştirmeye adamak yerine, içinde bulunduğun küçük toplulukta "mikro etki alanları" yaratmaya odaklan.
 
* Yerel Topluluğuna Yönel: Okuduğun diyalogdaki Malta örneği gibi, etki yaratmak için küresel ölçekte düşünmek zorunda değilsin. Mahallendeki bir parkı temizlemek için gönüllü ol, bir hobi grubuna liderlik et veya komşularının çocuklarına ders ver. Bu eylemler, doğrudan somut bir değişim yaratır ve sana anlamlı bir amaca hizmet etme hissi verir.
 
* Küçük Projeler Üret: Fırsat beklemek yerine, kendi projelerini yarat. Sosyal medyada bir farkındalık kampanyası başlatabilir, bir podcast kanalı kurabilir veya yerel bir dergi için yazı yazabilirsin. Bu projeler, yeteneklerini sergilemeni, insanlarla bağ kurmanı ve potansiyel fırsatların dikkatini çekmeni sağlar.

2. Yaratıcılığını Paylaşma Aracı Olarak Kullan

Diyalogdaki sanat eleştirisi, sanatın bir duvara asılmaktan öteye geçmesi gerektiğini vurguluyor. Sen de yaratıcılığını bir etki aracı olarak kullan.
 
* Hikaye Anlatıcılığı: Kendi hikayeni veya yaşadığın topluluğun hikayesini yaz. Bu, insanlara empati kurma ve farklı bakış açılarını anlama fırsatı verir.
 
* Sanatsal İfadeler: Fotoğraf, kısa film, dijital çizim veya müzik gibi araçlarla duygu ve düşüncelerini ifade et. Bu, izleyicilerle daha derin bir bağ kurmanı sağlar.

3. Bilgini ve Becerini Toplumsal Sorunlara Uygula

Eğitimin sana verdiği bilgiyi, sadece kariyerine odaklanmak yerine, toplumsal fayda için kullan.
 
* İhtiyaç Analizi Yap: Yaşadığın çevrede hangi sorunların olduğunu belirle. Bu, yaşlıların dijital okuryazarlık eksikliği olabilir veya gençlerin kariyer rehberliğine ihtiyaç duyması olabilir.
 
* Harekete Geç: Sorunu belirledikten sonra, kendi alanındaki becerileri kullanarak bir çözüm geliştir. Örneğin, bir yazılımcıysan, bu sorunları çözmek için basit bir uygulama geliştirebilirsin. Bir iletişim öğrencisiysen, farkındalık yaratacak bir kampanya planlayabilirsin.

Unutma, "kuantum" çağı, bireysel eylemlerin bile beklenmedik bir şekilde büyüyebileceği bir çağ. Sığınaklardan kaçmak, risk almak demektir. Ama bu riski almanın ödülü, kendi varoluşunun anlamını bulmak ve sadece tüketmek yerine, gerçekten üreten bir hayat yaşamaktır.

Sonsöz

Hayat, bütün karmaşıklığıyla bir diyalog gibidir. İntegralin doğrusal mantığıyla geçmişi anlama çabasıyla, kuantumun belirsizliğiyle geleceği kucaklama arasındaki sonsuz bir sohbet. Bu süreçte bazıları eski "işletim sistemine" bağlı kalarak yitip giderken, bazıları da kendi "tekamülüne" odaklanarak dönüşür.
Unutulmamalı ki, "insanlık var, ümit var" felsefesi ne bir slogan ne de ütopik bir hayaldir. O, Malta'daki açık kapılarda, bir otobüs şoförünün iyiliğinde veya Yayoi Kusama'nın bir boya fırçasındaki acısını dönüştürme gücünde gizlidir. Bu, her birimizin en zor anlarda bile kendi "rengârenk tabutunu" boyama gücüne sahip olduğunun kanıtıdır.

Asıl mesele, sürekli daha fazlasını aramak yerine, her anın sunduğu potansiyeli görmektir. Zihindeki ilk görüntünün peşinden gitmek, kendimizi sanatla, insanlıkla ve doğayla yeniden var etmektir. İşte o zaman, bu fırtınalı çağda bile "hayat çok güzel" diyebilecek kadar güçlü olabiliriz.
 

412. DİYALOG: "İNSANLIK VAR ÜMİT VAR"

"Ölüleri anıp durmaktan vazgeçmeliyiz" de aynı fikirdeyiz sanırım?


Aynen, ifrit oluyorum.

Sizce ölü seviciliğin kaynağı nedir?

Toplumsal üşütüklüklerden yalnızca biri. Tembellik belki de. Halbuki tekâmül var hayatta. Ölüye yapışma özelliğimiz var bizim "Kör ölür badem gözlü olur".
 
Ölüleri bahâne ederek sanatı belli kalıplara sokma çabalarına ne dersiniz?

Görgükültürdür sanat, bir yerle sınırlandırılamaz.

"Dışarı baksınlar görürler" diyorum ben, şahsen.

Kainatı görmüyorsan içinde her şey dahil olmakla beraber, bir şey görmüyorsun demektir. Tek olarak hiçbir şey bir işe yaramaz. İnsanı şekillendiren çevresidir.

Çalışmalarınızdan örnekler görebilir miyiz?






















Çizgiler çok belirgin geldi bana.

Seviyorum çizmeyi.

Painting o sınırı çoktan aştı, bana göre. Zihindeki ilk görüntünün peşindeler şimdi ve çok renk...

Aynen ve çok boya.

Kuantumla nasıl uyum sağlarız? Soru bu bugünlerde...

Kuantumu hiç okumadım. Önümde okuyacağım 4 kitap var. Kuantum 5. sırada...

"Kuantumu öne alın "derim. Yalnız "zihin karıştıran" maniplatif kuantumculardan uzak durun, direkt bilimsel yaklaşımı kavrayın.

Aynen öyle yapacağım.

İntegralden quantum' a geçiyor insanlık.

Her şey çok şaşırtıcı.

Bütün işletim sistemleri değişiyor.

Neyin içindeyiz bilmiyoruz. Bu kadar didinirken, sorunlar yüklenirken, amaçlara odaklanırken... Neyin içinde yer aldığımızı unutup harbiye tüketen hayatlar yaşıyoruz.

Malesef. Oysa insan denilen organizma ortak kurguya sahip. Değerlendirmek lazım, düşüncesindeyim.

Aynen, "life is short".
 
Benim için iyi bir örnek:

Yayoi Kusama: 'My mind is full of paintings'. 87-year-old Japanese artist Yayoi Kusama is celebrated as an avant-garde visionary, known for her iconic polka dot spectacles and immersive environments. She has a history of mental illness and has used art as a form of therapy. Simultaneous exhibitions opened this week in Washington and Tokyo, celebrating her career and the different way she sees the world.

Bayılıyorum bu hatuna olur da bu hastalığı atlatırsam ben de onun gibi "koca koca pozitif çalışmalar" yapacağım.

Ne tür arkadaşlar daha uygundur size?

Her tür. Türlere göre de ayrı mesafelerde.

Ok.

United colors En iyisi...

Atölyenizden foto' görebilir miyim?

Maalesef, odamda çalışıyorum atölyem yok.

Sanat ve yaşama dair neler söylemek istersiniz?

İki yaşımdan beri sanata tapıyorum.

Gözümü bir türlü netten alamıyorum şu an.

Tabutumun rengârenk boyanmasını isterdim. Harika resimlerle ama nerde! Mecburum sanki yeşil örtüyle gitmeye. İnsanların elinde şaraplar, enfes müzikle gömülmek varken...

Bence sokaklarda devamlı müzik olmalıydı. Öyle bir teknoloji ki her muhitin havasına göre yayın yapan bir sistem...

Birbirimiz üzerinden menfaat sağlıyacağımıza sokaklarda danseden, sohbet eden, paten kayan, resim yapan, efkarını bastıran, tirad atan, müzik yapan insanlar görmek isterdim. Heidi' nin ruh hali gibi ama çıplak ayak koşacağımız yeşilliğimiz bile yok

Herkesin kalbi yaralı, gölgeleri karanlık, egolar devleşmiş.

Kentlere yığılmaların nedeni sizce nedir, oysa dünyamızın boş alanları o kadar çok ki..?

Bence bunun artık bir sonu olmalı. Paraya olan gereksinim, medeniyete daha kolay ulaşabilme isteği, merkezlerin göz alıcı cazibesi, daha çok isteği; daha çok kadın, daha çok uyuşturucu, daha çok insan, daha çok iş. Hep daha, hep daha...

Toplum içgüdüsü.

Kalabalık neredeyse orada görülmesi gereken bir şey vardır psikolojisi.

Oysa teknoloji en uzak köylere kadar ulaşabiliyor günümüzde.

Bağımlılıklarımızdan sıyrılamıyoruz sanırım, bir de kalabalığın çekici girdabı...


Dünyanın eknonomisini ''daha'' karşılıyor çünkü ve o şekilde de güdülüyoruz. Aynı olay aile yapılarımızda da var. Hep yönlendiriliyoruz ve bu yüzden de çürük karakterlerimiz. Mars'tan ev tutuyoruz.

Hayat çok güzel

Bir yandan da çalışıyorum Gözümün önünden kocaman kocaman kasımpatı gibi çiçekler geçiyor. İstediğim her şeyi istediğim kurguda görebiliyorum, ISD effecti gibi, çok mutlu oluyorum o zaman.

Yoyoi Kusama etkisine geri dönerek detaylandırır mısınız, lütfen..?

Sanatını yapamadığı zaman intihar eğilminde bulunduğunu biliyorum. Bir kötü eğilim bu kadar eşsiz bir güzelliğe yol açıyor. İşte dünya bundan dolayı çok güzel.

Demek ki beyni bir düzgünlüğe odaklayıp iyileşebiliyoruz. Sexten,alkol ve uyuşturucudan, fitne fucur ve dedikodudan... yani bildiğimiz tüm negatiflikleri iyi bir şeye odaklanarak geçirebilecek beyin gücümüz var. Üzülüyorum olanları gördülçe. Yakıştıramıyorum.

Tekamül, atomu bulmakla olmuyor. Tekamül insan olabilmekle oluyor. Birbirimizi öldürüyoruz. Anne babayı, baba anneyi, Almanlar Musevileri, kardeş kardeşi... Olmadı ruhlarımızı öldürmeye çalışıyoruz. Karı - koca, sevgili kavgaları. İşveren - işçi eziyetleri. Çok üzücü, haddinden fazla üzücü.

Seksen yedi yaşında bir hatundan bahsediyoruz. Onca sene kendi kendini intiharla tehdit etmiş olması gerçekten de ilgiye şâyan.

Beyin gücümüzün farkında olmadığımızla ilgili o kadar çok makale ve diğer yazı gördük ki zihin karmaşasına teslim olduk neredeyse.

İnsan yıkıcılığı ve korkuların egemenliğinin olmadığı yalıtılmış alanlar görmüş müydünüz?


Evet, Malta Adası. 1997 senesinde Greenpeace' in Sirius Gemisinde gönüllü olarak Akdeniz turuna katılmıştım. Beirut' un şaşa'sından sonra bir jeep' le savaşın en çok zarar gördüğü, her an vurulabilme riski taşıdığımız kısa süreli bir yolculuktan sonra gemiyle İsrail, Tunus, Lübnan sonra Malta ve -diğer ülkeler neresiydi unuttum, Hollanda'ya kadar yolculuk... Muazzam Cebelitarık.

Toplumsal hareketleri hiç sevmem. Sinemaya gitmek mesela... Okul forması giymek ya da forma giyilebilecek herhangi bir işe sahip olmak. (...) demiş miydim, bu kadar görgüsüz ve manyak bir millet yok herhalde! Yoktur. Gemide herkes hemen hangi limana gitsek Turist Ömer firmasında, ellerine fotoğraf makinalarını alıp yeni gittiğimiz ülkelerin topraklarına atıyorlardı kendilerini.

Ben ifrit olurum öyle şeylerden, çıkmadım çoğu ülkede, zorla bir Tel Avive götürdüler. "Yok İsa yok Meryem", bir de dünyanın merkez kültüründen geliyoruz biz İstanbul'dan.

Açlık yok, her kültüre vakıfız. Hiç de canım çekmedi. Gemicilik yapmanın yorgunluğu bir yandan, bir yandan hafif dumanlı bir kafa derken Malta' ya rota dediler.

Uzaktan gördüğümde Maltayı gemiden, "bu ada benim" dedim. Adaya adım atar atmaz da adaya aşık oldum. Görülmeden ölünmemesi gereken bir yer bence, herkesin görmesi gerekir. Doğası, tarihi, sokakları, Malta taşından yapılmış evleri, müthiş bir yer. Ruhu temizleniyor insanın. Arap - İngiliz kırması bir kültür.

Yalnızca kalplerden yapılmış insanlar. Evler bitişik. Kimi iki kimi üç katlı. Her evin dış kapısının kilidi açık, komşular birbirine destek olabilsiner diye. Yanda ki komşu senin kilidini açıp, araba anahtarını alıp, senin araban ile işini gördükten sonra bırakıyor mesela. Harika bir şey

Herkes dost, herkes sakin.

Zebbug' da yaşadım ben, çok şeker bir yerdi. O kadar rahatsın ki yataktan kalktığın kıyafetin -genelimizin ev hali işte, bir tshirt bir alt... Kalkıp mis kokular gelen mahallenin fırınına saçını tarayıp gidebiliyorsun.

Orada sekiz senelik uzak yol denizciliği okumak için İngiltere' ye bağlı bir üniversiteye başladım. O zamanlar da Bulgar bir denizci olan okul arkadaşımın teknesine okul çıkışı her gün ders çalışmak için gidiyordum. Bir gün saati abartmışız, şehir merkezine ulaştığımda Vallettaya otobüs durağındaki şöförler "son otobüsü kaçırdığımı, bundan sora otobüs olmadığını, gidebileceğim yer için taksi tutmam gerektiğini" söylediler. O zaman çok gencim. İstanbullu, tekstilci patronlarımdan yediğim kazıklar yüzünden 100 $ ile terketmişim. "Cep delik cepken delik" ne taksisi. Çok pahalı malta, yürüyerek gidebilirim ancak. Suratım ne hale geldiyse otobüs şöferlerinden biri baba edasıyla "atla otobüse seni götüreyim Zebbug'a" dedi, ne asılma ne basitleşme, ne her hangi ölçüsüz bir hareket.

Babamla gelirmiş gibi Maggie' nin evine ulaşmıştım.

Evet,  insanlık var o yüzden de ümit var. Bir aksilik olmazsa mayıs gibi yine gideceğim. Bir defa daha o güzel insanları görmekten de çok mutlu olacağımı biliyorum.