DİYALOG MÜZESİ

TERCİHLER


artcritics.tr.gg/

1092. DİYALOG: ETKİ, KATKI, PRESTİJ 


Merhaba


Sizce "en doğruyu yapmada" sanatın katkısı nedir, seçeneklerimizi hangi kriterlere göre eleriz?


YANITLAR 


Volkan Altınok


Doğru epistemoloji ve mantığın, iyi etiğin, güzel estetiğin konusudur bu soru. En doğruyu yapma yine etiğe referanslı bir olgu bence. Sanatçı vicdan sahibi ve etik değerlerle yoğrulmuşsa yaptığı eser toplumun onun gördüğünü görmesini sağlayabilir. Seçeneklerimizi etik anlayışımızdaki  önsellerimize göre eleriz.


Etik odaklı bir davranış özü geliştirdiğinize göre; tarih boyu hiçbir din ve ahlak ekolünün başarılı olmamasının sebepleri sizce nelerdir?


Onlar etik değil töre, uslama değil inançla çalışıyor. Özetle, en doğruyu yapmak için sanat katkı koyacaksa bu, etik altyapısı oluşmuş sanatçıyla mümkün.


Etik açılmalı sanırım. Sizin anlayışınıza göre; inanç yerine uslama tercih edilirken akıl ne kadar yeterli, akli veri veya eldeleri nasıl düzenleyip iyi etiğe ulaşabiliriz, ahlaksızlığın sebepleri nelerdir?


Etik, ahlakla karıştırılıyor. Ahlak töreseldir, sosyal  yaptırımlarla çalışır. Din zaten vahye dayandığı için temellendirme gereği duymaz. Etik, önermelerini felsefi uslamlamalarla kurar ve savunur. Akli veri ve eldeler için katılımcı yöntemler ve açık iletişim gerekir.


Tıkanıklık görüyoruz ama bir yere kadar gelip/gidip ilerleyemiyor veya tüm insanlığa doğru yayılamıyor. Neticede karmaşa hakim gibi duruyor ve çözümsüzlük, bıkkınlık, vazgeçme, geriçekilme tüm yolları tıkıyor. Tıkanıklıklar en düzgün ve kolay biçimiyle nasıl açılır/aşılır?


İletişimle. Ama gerçek iletişim. Monolog, manipülasyon, ego çatışması değil. Doğru sorular doğru cevapları getirir.


Doğru soruları soramadım sanırım! Sürekli sorulan bir soru vardır: Tarih boyu, devrimciler sürekli savaşlara girdikleri için mi yenildiler, savaşa girmeselerdi devrimci olabilirler miydi? (Burada mücadele değil fiili savaş söz konusu)


Tıkanıklık sürekli ve  dogru ıletişimle açılır diye düşünüyorum. 


Teşekkür ederim. 


İzzet Mine Yazgan


Sanatın insanı her zaman "dinlendiren,  duygu ve düşüncelerindeki olumsuzluklardan arınarak psikolojik  rahatlatan" yönleri olması nedeniyle yaşam koşturmacası ve mücadelesinde sakin ve bilinçli davranışlar oluşmasını, kararlar vermesini  sağlar.


Yani kısaca: 

1. Rahatlık ve huzur sağlaması, 

2. Yetenek gerektiren ve geliştiren bir uğraş olması, başarı grafiğini artırması, 

3.  Çevrede saygınlık kazanması, 

4. Geçmiş zamana bakıldığında boşa geçirilmiş bir yaşanmış olması… Huzuru, doygunlugu.

5. Çocuklara sanata alışkanlık ve beceri kazandırma    gibi çoğaltılabilir.


Sakinleştirici etki, özgüven oluşmasındaki katkı,  prestij kazandırması denilebilir.


Doğukan Ekşi


Ben oyunculuk yapıyorum. Mesleğim oyunculuk. Oyunculukla ilgili oyun, kamera önü görüşme ve o enerjinin içinde bulunduğum her durum benim hayatımda aldığım en büyük hazlardan biri belki de en büyüğü. 


Aynen öyle her şey bir anda değişiyor "mesleğim oyunculuk" dediğiniz andan itibaren ve o en büyük haza dönüşüyor. Tercih olarak içimdeki yeteneğe güvenip kendimi geliştirme adına aldığım eğitimlerle "yola gövdemizi koyduk" diyelim. Oyuncu sevgilim - kız arkadaşım geçmişte vesile oldu sonra baktım hiç böyle bi haz almadığım yaptığım işlerde, dedim ben oyuncu olmam lazım. Kız arkadaşıma da teşekkür ediyorum çünkü yaşam boyu yanlış tercihlerde bulunabiliyoruz. Gelecekte güzel bi karakter oyunculugu rolü alıp kendimi iyice ispat edip aranan bi oyuncu olmak var hedefimde ve her zaman daha çok kendimi geliştirip o karakteri en iyi şekilde ekrana yansıtmak istiyorum. 


Süleyman Üre


Tanımlamam gerekirse aşağı-yukarı, kişi sanatsal eylem gerçekleştirdiğinde, kişiye sağlanan sanatsal bir katkı sağlanıyor gibi görünse de aslında kişi sanata bir katkı sağladığını, artık sanatın bir aracı olduğunu düşünüyorum. Kişi bütünde yine aynı kişidir. Sanat ona bir katkı sağlayamadığı için, kişi “sanat” için, güzelleştirir, üretir durur. O yüzden “en doğruyu yapmada “kriterım o an ki ruh halimin estetik değerleriyle, oluşturduğum oluşumun estetik değerleriyle bir tutmak, eşitlemek ama yaşadığım atmosfere ya da toplumun estetik değerlerine uyum sağlamayabilir belki ama  şuan için geçerli bir uyuşmazlıktır bu.


Ahmet Şahin


Yaşama sanatsal katkılar sunmak beraberinde güzel çözümler üretir. Bunlar çevreciliktir, okumaktır, yazabilmektir, estetik bakış açısıdır, kültür varlıklarının korunmasıdır, restorasyon işlerinin eğitimi önemlidir ve ehline bırakılmalıdır, müzecilik önemlidir ve bunlara benzer yaşam kalitesini arttıran her şeye saygı duyulmasıdır.


Sevginur Tekeoğlu


Sanat hem duygu hemde yetenek barındırdığı için bana kalırsa tiyatro gözlem açısından, müzik dinleme ve duygu durumu izleme karar verme açısından, çizimler ve resimler ruhla direkt iletişime geçebilir diye düşünüyorum. Ben bu üçüne kendimi yoğunlaştırdığım zaman yapmış olduğum hareketlerde değişme illaki oluyor. Bilmiyorum ama; çocukluğumdan beri sanatçılar sanatlarını icra ederken toplumun gözünü açabilmek için kendilerini ortaya koyuyorlar. Bazı resimlerde ilk izlenimle karmaşa söz konusu, şiddet var, iletisim var, teslimiyet var… kimisinde mutluluk var, zorluk olduğu halde. 


Mustafa Deniz Doğan 


Bana göre en doğruyu yapmada sanatın katkısı sanatın eleştirel ve muhalif olmasıdır. Gerçek sanatçılar aynı zamanda bilimden ve aydınlıktan yanadırlar. 


Seçeneklerimizi haklı ve haksıza göre ya da ezen ve ezilene göre eleriz.


Sevgi Aydınoğlu


Merhaba, öncelikle  doğruların nereye ve kime ait olduğu tespit etmek zordur. Bazı kültürlerde bir durum o bölgeye ait bir doğru, kimi yerde ise o durum yanlış olarak ele alınıyor. Örnek: Afrika 'daki bir kabilede dişlerinin ucunu sivrileştirmek bir güzellik sembolü iken gelişmiş ülkelerde bu durum estetik açıdan  klinik vaka olarak ele alınmaktadır. Bu örnekte güzellik kavramı her toplumda farklılık göstermekte. Her toplumun kendine ait doğruları var. Sanatçının, sanatını ortaya çıkardığı coğrafyada o toplumdan etkilenmemesi olanaksız.  


Toplumlar kültürleriyle var olur. Sanatçı da bu yolla eserini oluşturur veya ilham alır. En doğrusunu yapmak için  var olanı yok saymak yerine o kültürle harmanlanmak gerekir düşüncesindeyim.


Deniz Serkan Özcan 


Doğru kişiden kişiye değişim gösteren bir kavramdır. Bir insanın doğrusu başka bir insanın yanlışı olabilir. Sanat; gerçeği, yaşanmışı göstermeyi, topluma yön vermeyi hedefler. Bununla beraber doğru; evrensel bir kavram olmadığından, doğruyu yapmada sanattan beklediğimiz kriter öznel olmalıdır. İnsan kendini sanatla, kendine göre doğrularla besler.


Sanat insanın ruhunu besler. Ressam olduğum için de neredeyse her günüm sanatla geçiyor. Ben bugüne kadar hep iç sesimi dinledim, doğru veya yanlış fakat doğru yaptığım işlerin çoğu sanatla oldu. İlham aldığım, yaşadığım olaylardan beslenerek üretiyorum. Benim için en başta gelen kriter hayal gücü.  Sanatın, sanatçıya vermiş olduğu en önemli şey budur.


Erkan Yazargan 


"Öncesinde ne var" ile ilgili bir soru bütünü olduğundan direkt insan beyninin ön lobuna yönelik bu tür sorular "yönetim mekanizmasının" nasıl çalıştığını kolaylıkla görüp incelememizi sağlar. Uzun yılların Messenger deneyimi ile şunların altını çizebilirim. Nerede, ne zaman geleceği belli olmayan "soru mesajları" dikkat sorunu veya meşguliyeti olanlar tarafından esgeçiliyor ama yanıtlama arzusu uyanan arkadaşlarımız daha önce butür bir Diyalog tecrübesi varsa ve yayınlanacağı düşüncesiyle de dikkate değer bulunuyor. Burada bizim açımızdan önemli olan ve databankımızı dolduran asıl yanıtlar birbiriyle bütğnleştiğinde pahabiçilemez olmaları. Bu diyalog örneğinde de görüleceği üzere farklı yer, ortam, iş, meslek, cinsiyet, bilgi, eğitim, program sahibi insanımızın zihinsel işleyişkeri birleştiğinde ortaya çıkan yekun ülke hatta dünya insanlığı hakkında da bilgi sahibi olmamıza neden oluyor. İşimizin sırrı doğallığı.


Azçok deneyimleyen arkadaşlar lezzetli bir iş olduğunun farkına vardıkları için; tüm ilgililerin, kendi ortamlarında, bu tür diyaloglar gerçekleştirerek paylaşmaları, yayımlamaları hatta kendi diyalog databanklarını oluşturmaları yönünde önerilerimiz oluyor.


Bizdeki her bir diyaloğun ekonomik ederi/birim fiyatı 750₺'dır. Zamanla oluşan bu birikim sizin ortamlarınızda daha da değerli olabilir. Israrla öneriyoruz. Geleceğin işleri, meslekleri bu yönde gelişiyor yani her insan/birey kendi birim değerini oluşturuyor, oluşturacak. Denemek, deneyimlemek, herkesi işin için katmak kendi kolektifini geliştirir. Kolektif yaşamdır. Yaşamı var veya yok etmek her zaman insanın elindedir. Önce de böyleydi, şimdi de böyle, bundan sonra da böyle olacak. Tek fark; değişen biçimidir. Biçim ne kadar çağdaş olursa o kadar uzun ömürlü olacaktır. Geleceği kurmak senin elinde. Sen de dene!


Cemalettin Baş


Doğruyu yapmak sanatçının üslubuna göre değişkenlik gösterir. Doğru nedir sorusunu sormak gerekir önce. Bu da üslupla, seçilen sanat dalı, sanatın geçmişten süregelen icra yöntemleri ile ilgilidir. Hayatımda kendime göre seçtiğim doğrular ile yaşamın bize getirdiği "kendime göre yanlışları" anlamaya çalışarak. "Yanlış" gördüğüm şey ile empati yaparak benim "doğrularım" karşısında o yanlışların doğru olduğunu düşünerek bu çatışmalara sanatımı icra etmeye çalışıyorum.


Senaryo yazıp, film çekmeye çalışıyorum. Senaryoyu yazarken kendimce doğru gördüğüm karakterin doğrularını ve o doğruların aciz kaldığı ve yanlış gördüğü bakış açılarını başka insanların doğru görebileceğini ve yanlış ve doğruların izleyicinin kendi bakış açısıyla izlediği karakterlere göre kendi doğrularını ya da yanlış gördükleri şeyde farklı doğrular olabileceğini ifade etmek çabası.


Erinç Açıkgöz

https://youtu.be/5bGmsmQGs6w 


Sanat öznel tutum sergileme becerisine olumlu katkı sağlar dolayısıyla 'doğru' kavramının öznel yapısını besler ve onu atakta tutar ancak öznelleştikçe bireyselleşir ve yine öznel kriterlerimizi belirleriz yani sanat aslında birey içindir. Merkezinde insan ve insana ait kavramlar döner.


Bunu anladıktan sonra; karşılaştığımız her tür çelişki ve seçenekler durumunda nasıl bir sanat zihnimiz olmalı ki daha rahat ve kolay çözümler bulup yolumuza devam edelim?


Murat Gülersoy


Merhaba. 

"En doğru", kişiye göre değişir.  Bence sanat seçenek yaratır. Herkesin söylediğinden farklı seçenekler olabileceğini hatırlatır. Ekmek seçerken mesela; taze mi, güzel pişmiş mi diye bakarsınız. Genelde herkes için aynıdır.  Size cevap verip vermeme konusu biraz kibarlik, biraz merak ile ilgilidir. Çok anlamsızlaşır ise ve zaman kaybına dönüşürse kisisel menfaat devreye girer, sohbet sonlanır. Mantık devrededir. Ortaya çıkacak  anlamlı bir şeyin parçası olma fikri çoğunluk gibi benim de hoşuma gider. Neyin parçası olduğumu anladıkça daha istekli veya daha uzak durabilirim. Örneğin diyaloğunuzdan zevk almam söz konusu değil henüz. Başka  bir şeyle uğraştığım için uzamaması tercihimdir. Diyaloğun içeriği ve karşı tarafın katkısı alınacak keyfi belirler. Henüz bu konuda bir fikrim yok.


Teşekkür ederim. Daha rahat ve uygun bir zamanda sürdürmek dileğiyle…


Teşekkürler. 


Metin Kondel


Merhaba. 

Tanrı bir şey buyurur. Bilim bir şey söyler. Politikacılar çıkarttıkları kanunlarla hayatın basit yasalarını yamulturlar. Bütün bunlara karşı bir de insanın kendi iç sesi vardır. İşte adına sanat dediğimiz şey bu noktada insanın ruhuna ve aklına bir devingenlik kazandırmak için vardır. En doğruyu yapmak, diye bir şey yoktur. Adına üniversal dedikleri şeyse Avrupa ve Amerika lokalliğidir esasında.


Üç farklı soru daha çıktı şimdi. Din, bilim, politika üzerine kurulu yaşam. En doğruyu yapmak diye bir şey yoksa ne diye uğraşıp duruyoruz ve evrensel neden Batıdır?


Yasemin Osman 


Merhaba  

Sanatı iç yansımamız olarak yaparız. Kendimizi ifade ediş biçimimiz sanatla olur. “En doğruyu yapmak” dediğimizde yine bu kendi doğrumuzdur yani kendi doğrumuzu yaparken de kendi iç sesimizi dinleriz ve kendimizi ortaya koyarız. Seçeneklerimizi elerken ya başkalarının bakış açısı veya düşünceleri bizim için önemli olacaktır ya da kendi bildiğimiz doğrular üzerinden seçimlerimiz olacaktır… Yaşamda tercihler yapan bir sanatçı sonuçta değil mi? Her zaman kendi iç sesi destek olur. Herkesin doğrusu da iç sesi de farklıdır. Sanatta kişiyi ortaya koyuyor ifade edemezse sanatçı kendini de o gücü de yitirmiş olur. Kendini de yitirir, kaybolur.


Özgür Yılmaz


Sanat insanı amiyane bir ifadeyle yontabilir. Yontmaktan kastım o kişinin doğruyu bulmasına sanat aracılık edebilir. Seçeneklerimizi beynimizin ve kalbimizin eşgüdümlü çalışmasıyla bilgi, tecrübe ve beğenilerimize göre yaparız diye düşünüyorum. Edebiyatın ve karikatür sanatının bana çok katkısı oldu. Gerçekçi ve insanların sorunlarını merkez alan her eser örnektir bence. Günümüzün gerçeği İnsanın çok çıkarcı, bencil olması ve kendini anlamsız bir yalnızlığa itme çabası.


Teşekkürler...




351. DİYALOG
DİYALOG TÜR İKİ: 5
 
“Sanatçının sınırını aşması (aşkın birey) ile "haddi aşmak" arasındaki fark nedir, Türk Dilini gerektiği gibi doğru kullanıyor muyuz?”

Ali Sinan Demirkale
: SANATÇININ SINIRINI AŞMASI İLK OLARAK OYUNCULUK GÜCÜNÜN ÇOK ÜSTÜNE ÇIKMASI, HARİKA DENİLEN OYUNCULUK SERGİLEMESİ, ÇOK ÇOK GÖREV ALMASI, BEDENEN ZİHNEN YORULMASI. OYUNCULUK KABİLİYETİNİ GELİŞTİRMESİ ve SÜREKLİ ÜZERİNE EKLEMESİ, GÜÇLENMESİ ANLAMLARI TAŞIR.

ANCAK HADDİ AŞMAK SINIRI GEÇMEK, KİŞİNİN KENDİNİ BİLMEMESİ, İLERİ GİDİP RAHATSIZLIK VERMESİ, AŞIRILIĞA KAÇMASIDIR DENEBİLİR. BU AŞK, PARA, DÜŞÜNCE DE OLABİLİR. KISACASI SANATÇININ HADDİNİ AŞMASI İLE HADDİ AŞMAK ÇOK FARKLI KONUMLARDIR.
 
Oraj Çelen: Sondan başa doğru gidersek, Türk Dilini pek çoğumuz gerektiği gibi doğru kullanamıyoruz.
Sanatçının sınırı zaten olmamalıdır ki olsaydı kendisine sanatçı denemezdi. Yoksa hepimiz güzelliği sevebiliyor ve takdir edebiliyoruz, değil mi! Haddini aşmak ise bir algı meselesidir, sanırım. Derler ya: "Sen ne söylersen söyle, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır". 
Mehmet Cemal Arığ: Türkçeyi, bi solculara karşı "öztürkçe" savunuculuğunda Türk Dilcilerin -bizleri kınaması kadar yanlış bir başka olay yoktur. Bırakınız dil nereye giderse gitsin. Enternasyonalist bakış gereği "dil, halkların ortak tavrı olsun". Bu bir temenni, dilerim olur.
 
Sanatçının dili değişmez ki... Sanatçı yazar ise tercüme edilir. Yazısız karikatür çiziyorsa tercümeye bile gerek yoktur. Burada sorulması gereken soru: "Hangi sanatçı; Yaşar Kemal mi, Turhan Selçuk mu?"
 
Dil kullanımı değerini yitirdi...
Olanak mı imkan mı?
Olasılık mı ihtimal mi?
İmtihan mı sınav mı?
Bu konu bitmiştir ...
 
Cabbar Kaygısız: Editörler ne iş yapar?
Bab-ı Âli'nin yüksek kapısından huruc eyleyip çıkan yek süvar bir atlı def-i hâcetini... und so weiter
 
Mehmet Cemal Arığ: Und so weiter ... Ve devam eder onun bunun çocukları ... Editör b*k yer ... g*tü kalkan editör - antrenör - olur bu memlekette. Atlı olması gerekmez.
 
Lağım her yerde yer altından gider, bir tek bab-ı alide yer üstünden gider ... Gazeteci gürûhunun dalyarajlığını anlatır bu söz .. Asparagas ile yaşamayan hiç bir gazete ve gazeteci olmamıştır. Şeyh - ül muharririn lakabı takılan o ki o (... ...) dalyarajı bile yapmadığı itlik ve şerefsizlik içine düşmemiş olsun ki düşmüştür. (... ...) iti solculuğun vatan hainliği olduğu defterini imzalamıştır... (... ...), Atatürkün sözlerini tahrif etmiştir sol aleyhine. Birileri çıkar ve der ki: "Vatan şöyle kurtulur" ve birileri de var oldukları yerde buna inanır. Hepte dayanak konuları dindir, ya da İslamdır veya müslümanlıktır...
N'oldu
Üçü de aynı şey mi?
Eee, zaten öyle
 
Erkan Yazargan: Her iki yönüylede doğru neticelere varılabilecek bir soru ile karşı karşıyayız fakat sonuç cümlesinin "doğru kullanıyor muyuz" düğümü soruyu daha da canlı ve yaşanır - üretken kılıyor.
 
Tükenmek ve dolmakla ilgi kurarsak kimine göre dolmalıdır, kimine göre ise tükenmeli ki sanatçı karakter olgunlaşabilsin. Yani tükenmeyi savunan "zaten varolan gerçekciler" ile dolgunluğu savunan "ideal gerçekciler" bu soruda bütünleşirler. İlginç bir noktadır aslında... Birey veya toplum perspektiflerinden birini bilinçli tercih eder veya karma bir yol tutturur eyyamcılık da yapabilirsiniz. Oysa özel kişi olmanın yerine "ne olursan ol, kendin ol" en tutarlı tercihtir bana göre ve en başta yapılması, kabul edilmesi, planlanması gereken bir yoldur.
 
Türk Dili'ni doğru kullanmıyor / kullanamıyoruz malesef. Alışkanlık kazanmak ve titizlenmek zorundayız... Dil bağlamında bir defa hata yapıyorsak sürekli yapıyoruz demektir ve bir defa hatamızı düzeltirsek bir daha düzeltmemize de gerek kalmayacaktır. "Bir defalık işler" bunlar..
Sevgi ve güzel dilimizle...
 
Akuande Art: Yanıtlayacak derinlikte isem ben de sevineceğim aksi takdirde hadsizlik etmemekte fayda var...
 
İnsan kapasitesi kadar düşünür ve düşündürür. Ustalık gerektirir bu iş ve laf cambazlığında diretmenin alemi yoktur... O yüzden düşünme payımı alıp çekileceğim, iklimim de müsaitse zaten fikirler dökülecektir.
 
Hadsizliğin kol gezdiği dünyamızda bir sanatçının sınırını aşması ile haddi aşması aynı ağacın köklerinden beslendiğini gösterirken, vücuda gelen eseri çürüklerinden ayıklamak da yine onu besleyenlere düşüyor. Haddini bildir(e)meyecek kadar kökleşmemiş toplumlarda hadsiz meyvelerin toplanması da kaçınılmaz sonu başlatıyor. İkisi arasında ki fark iyi-kötü tanımlamasının altında yatan nedenlerde saklıdır. Kime göre niçin iyi olduğu sorusunun cevabını verebilirsek farkı da fark etmiş oluruz diye düşünüyorum.
 
----Türkçemizi doğru kullanabiliyor muyuz şeklinde bir soru akla geliyorsa belli ki yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir. Nitelikli eğitimin yoksun bırakıldığı Güzel Türkiye'mizin çirkinleştirilen insanlarından güzeli konuşmasını beklemek hayal ötesi.. Biz güzeli faydalıysa severiz, bi faydası yoksa güzellikle işimiz olmaz. Çıkara dayanan güzellik ancak temel ihtiyaçlar düzeyindeki, topluluk bile diyemeyeceğimiz yığınların kabul gördüğü bir yaklaşımdır. Ve bu yığınlar bir toplum oluşturamadığı sürece Türkçemiz, kimliğimiz, haysiyetimiz istenilen düzeye ulaşamyacaktır, maalesef...
 
Müsaadenizle, güzel sorularınız için teşekkürler... İnsanları düşünmeye sevk etmeniz çok iyi.
 
Sonad Pelit: "Haddini aşmak" bireysel ve toplumsal ilişkilerde kişilerin hak, hukuk, saygı açısından başkalarının sınırlarını rahatsız etmesi anlamında kabul edilir... Sanatçı ise yaratıcılığının ve yeteneklerinin sınırlarını aştığı takdirde "başarılı" olarak tanımlanabilir.
 
Türk Dilini yeterince "doğru" kullandığımızı ne yazık ki söyleyemem. Gerekli gereksiz o kadar yabancı kelime ile süslüyor ki insanlar konuşmalarını, çoğu kez öfkelenmeden duramıyorum... Özellikle gençler, Türk Dilini büyük oranda yanlış ve eksik kullanıyorlar. Bu üzücü gelişmenin temelinde çarpık eğitim sistemi yatıyor. Öğretmenlerin çoğu doğru dürüst Türkçe konuşamazken, öğrencilerine neyi nasıl öğretebilirler ki!
Gulsun Karadayi: Sanatcının sınırını aşması ile bence insanın haddinin sınırını aşması arasında dağlar kadar fark var. Bence ikisi mukayese edilemez.sanatcı sınırını aşarak doyuma ulaşır.
 
M Berra Bülbül: Sanatçı yerinde sayıklayan birisi olmamalı, kendi sınırlarını zorlamalı ve böylece sanatı ileri taşıyacak bir adım olmalıdır. Kendisiyle yarışırken sanata katkısı kuşkusuz fazlasıyla bâkidir. Haddi aşmak çok ayrı bir şey... Zaman buldukça yazışmayı isterim.
 
Burcu Adal Köse: Türk Dilini bırakın gerektiği gibi kullanmayı maalesef türkçeyi katlediyoruz. Yanlış yerde yanlış sözcükler kullanıyoruz. Anlamını bilmediğimiz sözcükleri salt farklı sözcük kullanmak için bile kullanabiliyoruz. Sözcükleri telaffuz etmiyoruz. Dilimize sahip çıkmalıyız. Sahip çıkmadığımız ve başka dillere daha önem verdiğimiz sürece enerji anlamındaTürkiyemiz küçülüyor. Küçültülüyor...
 
Orhan Cesur: "Haddini aşmak" olumsuz anlamda kullanılan bir deyim benim bildiğim... "Sınırını aşmak" başındaki özneyle göreceli, olumlu yine benim bildiğim...
 
Dili doğru kullanmıyoruz. Cümle düşüncede doğru kurulmayınca özellikle sanatta bu düşüncenin biçeme yanısıması da doğru olmuyor sanki...
 
Betül Aşık: Sanatçının sınırı aşması kendisini aşması olarak kullanılır. Örnek: "Vay canına! Artık aşmış - kendisini aşmış dostum, bravo". Haddini aşmak kişinin hadsizlik ettiği anlamına gelir ki: "Sen artık haddini aşmaya başladın." Kühtahlık anlamına da gelir.
 

UĞUR ENGİN DENİZ İLE


Sanatınızdan bahseder misiniz? 


Yeni medya olarak anılan alanda çalışmalar yapıyorum. Bu rotaya girmem meraklarım ve tesadüfler sonucu oldu. Fizik okurken sinemaya olan ilgimden dolayı teorik ve pratik dersler almaya başladım. Bu süreçte deneysel sinema ve VidyoArt'la (1) tanıştım. Man Ray, (2) Oskar Fischinger (3) ve Norman McLaren (4) gibi ustalardan etkilendim. Mezun olduktan sonra üretmek, salt irdelemekten daha çekici geldi. 2008' civarı dünyada yeni teknolojilerin etkisiyle yükselen "yeni medya" üretimlere dahil oldum. 


2014'e kadar olan dönemde tam olarak neye yoğunlaşmak istediğimi kestiremeden dijital medya içeren her türlü üretim yaptım diyebilirim. Asıl anlatımımı kuracağım bölge, hayata bakışımla da pek çok örtüşme noktası olduğu için GlitchSanatı (5) ve onun da alt parafında halen az sayıda üreticisi olan üç boyutlu grafiğin içinden bozukluklar oldu. Özellikle sonuçlarını öngöremeyeceğim yöntemler geliştirip, bunların oluşturduğu kaotik yapıları damıtmayı seviyorum. Hareket ile düşünüyorum. "Temalarım teknoloji ve gelecek öngörüleri üzerinden medeniyet okumaları, transhümanizm, bedensel başkalaşma, imkansız optikler ve doğanın sayısız davranışına olan hayranlığım üzerinden biçimleniyor".


Yaptığınız işi okuyucunun daha doğru anlaması için bir görsel rica edebilir miyiz, onun üzerinden devam edelim lütfen...


Bu çalışma insan vücudunun hareketine dair yaptığım bir serinin parçası. Bir insan figürüne, danseden insanlardan yakalanmış açık kaynak hareket kütüphanelerini bağlıyorum. Buraya kadarı filmlerden de görmeye alıştığımız sıradanlaşmış bir teknik. Bütün bu teknik silsile üç boyutlu grafiklerde kusursuz bir gerçeklik taklidi üretmeyi amaçlıyor. Benim niyetim tam tersi bir yöne ilerlemek. Hareket verisini bozarak vücudun olmayacak şekiller almasına sebep oluyorum. Burda bir öngörülemezlik var, müdahalelerimde benim de sonucu önceden kestirmem mümkün değil. Bütün süreç zaten hareket halinde olan bir vidyonun parçası ve benim resmi tanımladığım kare onun tek bir anı. İstediğim estetiğe ulaşmak için de benzeri yaklaşımlarla gerçekdışı optikler üretmeye çalışıyorum.


Bedenle ilgili çalışmalarım çocukluğumdan beri süregelen bilimkurgu okumalarım üzerinden gelişti. En aktif ve önemli değişimleri getirme potansiyeli olan teknoloji hattının biyoteknoloji olduğu kanısına vardım. İnsan kendi tarihsel pozisyonunun bitmemiş, rastlantısal bir anındaki bir varlıktı. Kelimenin tam anlamıyla hayalgücümüzle ürettiğimiz kavramları gerçekliğe yansıtarak ürettiğimiz ortamlarda yaşıyor olmamız, fırsatını bulduğumuz anda yeni cepheyi kendimiz üzerine kuracağımızı düşünürdü. İnsanın yeni türlere doğru evrilmesi bir kaçınılmazlıktı. Bunu içselleştirerek hiç de iç açıcı olmayan bir yakın gelecek distopyası ve ucu görünür gelişimlerden ziyade, kendi iradesiyle bedenini dönüştürebilen insan ötesi türlerin gözünden meditatif haller üretmeye çalıştım. Böyle bir canlı için artık beden dilediği gibi yoğurabildiği bir hamur olmalıydı.


Felsefenin emekleme aşaması dediğimiz Platon sistematiği ve özcülüğünün bugün nasıl bir geçerliliği yoksa ve savunulması komik olacaksa, süreç incelemeleri yaparken o günün koşullarında çok büyük beyin faaliyeti olduğu için saygı duyup anıtlaştırıyoruz fakat günümüz felsefesinde gelecek kurguları bile binlercenin ötesinde yapay zeka ötesi tüm birikimin sınırlarını bilerek zorlayarak ilerliyor. Başından bugüne ve geleceğe sizin "öz" algı, bilgi, tecrübe, öngörünüz nedir, bozum ile ilerleme arasındaki farklar nelerdir?


Özcülük yaklaşımındaki sorunları evrenin nasıl bir olgu olduğuyla ilgili sistematik felsefe tarihinin ve hatta kültürün bilinen tarihinin başlarına kadar çekebiliriz. Şu anda gözlemleyebildiklerimizle kıyas kabul etmeyecek kadar az bilgiyle bantı geriye sararak bir sıfır noktası ve oraya atanmış yaratım eylemi olması gerektiğini düşünmemiz doğaldı, bir temel olmalıydı. Bu tür çıkarımsamaları küçümsemediğim gibi, koşulları içinde dahiyane buluyorum. Ama yerleşik algıya geçen her kavram kendi sürtünmesini yaratabiliyor.  Zaman içinde istisnasız bütün gözlemlerimiz bir dönüşüm göstermesine rağmen, her şeyin bir sıfır noktası olması gerektiği düşüncesine ve yaratım kavramına takılı kaldık. Sonsuz bir gelecek varsaymakta zorlanmazken, her nedense sonsuz bir geçmiş olabileceğini düşünmekte zorlandık. Böyle bir durum yaratım ve hiçlik kavramlarını aynı anda boşa düşürüyor. Ömer Hayyam'ın "şu durmadan kurulup dağılan evrende" dizesi sanki bunun farkında gibi.


Hümanizm son döneminde adına nispet değer sistemini bütün canlıları içine alacak şekilde genişletmeye çalışıyor. Ucunu açık bırakmakla birlikte evrenin canlılar için burada olduğu fikrine sıcak bakmıyorum, daha çok canlılığı imkanlı hale getiren bir yapının içinde olduğumuzu ve bunun özünde bir amaçsallık önermediğini düşünmeyi sağlıklı buluyorum. Neticede sayısız türle en azından bu gezegende varız. Fermi Paradoksu miniskül merceğimizden niye başka canlılık göremiyor olabileceğimize dair çeşitli fikirler öneriyor. Eğer yalnızsak ve bu gezegene özgü bir sapmaysak korkutucu bir sorumluluğa sahibiz. İçinde bulunduğumuz kuşağın kritik dönemeçlerine sahne olduğu bir kaç bin yıllık devinimimiz canlılıkla beraber gelen bütün olasılıkların sonunu getirebilir.


Sadece bu gezegende varolmamız durumunda dahi çevresinde döndüğümüz yıldızın ömrü sınırlı olduğu için yeni evler peşinde koşmak isteyeceğiz. Umarım bunu başarabilecek medeniyet düzeyi ergenliğini tamamlamış olur ve şu an çok kişiden mutlak gerçekmişçesine duyduğum, hatta Musk'ın Mars serüvenini gerçekleştirmeye çalıştığı istilacı koloniyalist mantıkta olmaz. Evrimin içimize kazıdığı ve gereği ortadan kalktıktan sonra daha devam eden bireysel/çıkar kümelerine ait yığmacı mantığı aşabilirsek kendi türümüze olduğu gibi, diğer türlere de onları araçsal görmeden müdahalelerde bulunmak isteyebiliriz. Muğlaklıktan kurtulması için örnekliyorum, zekası arttırılmış bir saksağan türü bizden çok farklı bir amaçsallığa sahip olabilir. Kendimizi şu anın kültürünün sıkışmışlığında öngöremeyeceğimiz bir çoğulculuğun içinde bulabiliriz. Bunların çoğu insanın kulağına fazla iyimser geleceğini biliyorum. Bütün bu spekülasyonları bazıları son derece görülebilir durumda olan ve ölçeğimizi aşabilecek sayısız felaket senaryosunun çukurlarından birine düşmediğimiz durumda yapıyorum. Kişinin hayatını aniden kesilmesine veya olanaklarının düşmesine sebep olacak sorunlar yokmuşçasına yaşaması gibi. Potansiyeli görmeye çalışmak bana varsayılmış bir yenilgi duygusuyla kendi kendini gerçekleştiren kehanete sebep olmaktan daha çekici hale geliyor. Tam da bu yüzden "güneş altında söylenebilecek her şey söylenmiştir" düşüncesine dayanan postmodern bunaltıyı dışarda bırakmaya çalışıyorum.


Çok uzattığımı farkederek ilerlemecilik/bozum çelişkisine bağlamaya çalışayım. İnsanı farklı kılanın herhangi bir temel özelliği olmadığını ama özelliklerinin miktarıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Çevremde gözlemlediğim bütün hayvanlar somutluklardan bir kaç basamaklı çıkarımsamalar yapabiliyor gibi davranıyor, bunu özellikle zeka düzeyinin daha yüksek olduğunu düşündüğümüz türlerde gözlemleyebiliyoruz, pekala soyutun alanına girip çözüm üretebiliyorlar. İnsan bunu sayısız devinimle yapabiliyor, herhangi bir soyutluğu öncel olarak alıp soyut bir okyanusta dilediğince gezinebiliyor. Bu yüzden tarayıcılarız, ulaşabildiğimiz her yönü istisnasız becerimiz dahilinde tüketene kadar tarıyoruz.


Yaratım kavramıyla beraber klasik anlamıyla yaratıcılık düşüncesini de dışladığım için türetirlik ve dönüştürebilirlik boyutuna odaklanmayı daha inandırıcı buluyorum. Yaptıklarımızın akümülasyonunda rönesansın öngördüğü şekilde düz bir süreğen ilerleme durumu olmadığı açık. Dahası kendi kurduğumuz yapıların içine saplanıp kalma eğilimimiz çok yüksek. Türün 300.000 yıllık bilinen tarihi tahminlerle milyon yıl düzeyine gidiyor. Kültürün oluşumuna dair en eski kalıntılar da 35.000-40.000 yıl geriye gidiyor. Buna rağmen temellerini M.Ö. 200'lü yıllarda düşünürlerin attığı, rönesansla beraber yaygınlaşan ve hepi topu 150 yıl önce tetiklenen sanayi devrimiyle girdiğimiz rotayı adeta mutlak sonuç ve varolmanın tek olasılığı gibi görmekte ısrarcıyız. Çemberi kılmamız oldukça zor ve acılı olacak.


gelecekte bu duygular pozitifi ağır basar hale gelebilir ve önemlisi yitirdiğimiz duyguları nasıl kazanabiliriz? 


1.VideoArt: Video sanatı, televizyon veya sinemanın aksine, hareketli imgelere dayalı sanatsal işlerin bir alt türüdür. Görüntü veya ses verilerinden oluşup analog veya dijital ortamlarda saklanabilir. Film ile arasında birçok paralellik ve ilişki olmasına rağmen video sanatı film değildir.


Video sanatı ile sinema arasındaki farklardan birisi; videonun, sinemanın dayandığı birçok temele dayanmaması; oyuncu, diyalog, konu, senaryo gibi öğelere sahip olmak zorunda olmaması ve eğlence amaçlı sinemada bulunan özelliklere bağımlı olmamasıdır. Bu ayrım videoyu sadece sinemadan değil, tanımların bulanıklaştığı bağımsız filmler, kısa filmler, avant-garde sinema gibi sinemanın alt kategorilerinden de ayırmak için önemlidir. Temel olarak, sinemanın ana amacı eğlendirmek iken; videonun ise mecranın sınırlarını keşfetmek veya izleyicinin alışılageldik sinema nedeniyle oluşmuş beklentilerine saldırıda bulunmak gibi çeşitli amaçlar güdebildiğini söyleyebiliriz.


Video sanatının Nam June Paik'ın 1965'te satın alıp denemelerine başladığı Sony Portapak ile başladığı söylenir. İlk olarak Papa VI. Paul'un New York'taki geçişini kaydetmiş, daha sonra aynı gün bunu Greenwich Village Cafe'de oynatmıştır. Sony Portapak çıkmadan önce hareketli resim teknolojisi yüksek fiyatlar ve anında oynatılamama gibi nedenlerden dolayı tüketiciler arasında yaygın değildi. Bunun sonucunda birçok sanatçı videoya filmden daha çok ilgi duydu. Bu teknolojiler birbiri içine geçtiğinde de bu ilgi daha da arttı.


Video sanatı en etkili zamanlarını 1960 ve 1970'lerde yaşadı. Hâlâ da uygulanmaya devam edilen video sanatı, günümüzde daha çok başka ortam ve araçlarla birleştirilmekte, örneğin büyük bir enstalasyonun veya performansın bir parçası olarak kullanılabilmektedir.


2.Man Ray: Kariyerinin büyük bölümünü Fransa'nın başkenti Paris'te geçirmiş Amerikalı bir sanatçıydı. Belki de en iyi biçimde modernist olarak tarif edilebilecek Man Ray gerek Dada gerekse de Sürrealist hareketlere belirgin katkılar da bulunmuştur. Ancak her iki hareketle de ilişkisi sürekli değildi. Sanat dünyasında en fazla avangart fotoğrafçılığıyla tanınan Man Ray farklı araçlar kullanarak büyük işler üretmiş ve kendisini en başta bir ressam olarak görmüştür. Kendisi aynı zamanda ünlü bir moda ve portre fotoğrafçısıydı.


3.Oskar Fischinger (d. 22 Haziran 1900, Gelnhausen-ö.31 Ocak 1967, Los Angeles), Alman-Amerikan ressam, film yapımcısı, soyut animatör. 1924'te Frankfurt'ta yaşadığı dönemde soyut filmler yapmaya başlayan sanatçı, bilgisayar animasyonlarının çıkmasından çok önce grafik ve müzik videoları yaratmıştır. 1933'te Nazi rejiminin iktidara gelmesinden sonra soyut animasyon çalışmaları "dejenere sanat" olarak kabul edildi ve 1936'da Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmek zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Hollywood'da kaldı. 31 Ocak 1967'de Los Angeles'ta öldü.


Fischinger, müzikle kusursuz biçimde senkronize olan soyut görseller içeren filmler yapmıştır. En ünlü eseri olan Motion Painting Number 1 (1947), Bach'ın 3 numaralı Brandenburg Konçertosu'nu akrilik cama uygulanan yağlı boya görüntülerle birleştirir. Daha çok filmleri ile tanınsa da aynı zamana bir ressam olan Fischinger, filmlerindeki duyguyu ve hareketi tek bir çerçevede yakalamayı amaçlayan eserler üretmiştir. Resmettiği 800 tablo dünyanın çeşitli yerlerinde müzelerde sergilenir.


4. McL, Norman McLaren, Kanada Ulusal Film Kurulu için yaptığı çalışmaları ile tanınan bir İskoç Kanadalı animatör, yönetmen ve yapımcıydı. Elle çizilmiş animasyon, film üzerine çizilmiş animasyon, görsel müzik, soyut film, pixilation ve grafik ses de dahil olmak üzere bir dizi animasyon ve film yapımında öncüydü.


5.GlitchArt, dijital verileri bozarak veya elektronik cihazları fiziksel olarak manipüle ederek dijital veya analog hataları estetik amaçlar için kullanma pratiğidir.

ALEV CINBARCI İLE


Siz de katılmak istemez misiniz? 


Merhaba, 

Benim konsept serilerim var. Son çalışmalarım "Fraktal Boyutlar". Sanat, kuram, eleştiri üzerine doktora yapıyorum. Tez aşamasındayım. Tez konum, Fraktal Geometri ve Oyun.


Bunun yanısıra bilimsel proje temelli bir eğitim programım var: Circle Education, Sanat-Bilim-Felsefe alt yapısında gelişen bir eğitim programı.


Diyalog Sanat - Sanalda Gerçek Diyaloglar, çalışmaları çok değerli. Sanat tarihimiz için değerli dökümantasyonlar.


Bize akademi dışındaki sanatınızdan ve sanat yaşamınızdan bahseder misiniz?


Dönem konsept çalışmalarım var. İlk sergim çocuk resimlerinden yola çıkarak yaptığım işler. Bu dönemde sosyal projeler yapıyordum. Onun uzantısı. Senin Gözüm Serisi (sergi) yaradılış efsaneleri üzerine kurgulu. Bana Dokunma serisi doğanın katledilmesi üzerine bir seri iş. Son dönem işlerim ve sergilerim Fraktal Boyutlar. Bu konseptlerden çıkan işlerin mutlaka şiir veya kısa metni oluyor.  Ayrıca resim, heykel, enstalasyon, videoart ve oyun metinlerim var. Ben resim, heykel ve tiyatro kökenliyim. Malzeme, desen ve teknik konsepte göre şekilleniyor.


Sanat görüşünüzden bahseder misiniz, "Manifesto" filmini görmüş müydünüz?


On üç karakterin canlandırıldığı film değil mi! Sanat görüşüme gelince, özgürlük ve sınırlarını zorlamak diyorum. Ben kendi alanımında deneyselciyim. Teknik ve alanların kesişimleri işlerimi şekillendiriyor. Örneğin, bir performansla şekilenen mekan benim oyun alanıma dönüşebiliyor. Sonrasında o iş alanda bir enstalasyon, heykel ya da resme… Bu işler interaktif sürece ait dönüşebilir, izleyici tarafından yeniden ve yeniden dönüştürülebilir. Ya da o süreçte alınan bir "kesit" olarak sabitlenip sergilenebilir yada sonsuz eklemlenerek yayılabilir. Bu dönemde üzerinde çalıştığım 'digital oyun projem" bu formatta.


-Düşünce / düşünme dediğimiz insana has, düzenli olduğunda ve bahsini ettiğiniz eklemlenerek yayılma kapasitesi bakımından değerlendirirsek; insan düşüncesi ve sizin yaptığınız sanat arasında fark ve benzerlikler nelerdir?


İnsan düşüncesi; özne-nesne akışkanlığında, yansıma çeşitliliği ile çoğalıyor. Farkındalıklar adına kısa yol diyorum Algılarımız akıp giden yansımalardan pek çoğunu kaçırıyor. Oysa bunlar bize çarpıp kayboluyor. Sanat, özellikle birlikte üretilen (parça- bütün ilişkiselliği) işler ya da "iş" in izleyici ile buluştuğunda tekrar ve tekrar yeniden şekillenmesi, sosyal farkındalıklar ve sağılım için çok etkili bir yöntem. Kısacası "özne" kendini anlamaya, sancıları ile baş etmeye çalışıyor. O bir kez düştüğü bu gerçeklikte anlamlandırma çabasında. Bunun içinde değişik yollar deniyor. Buna varlık adına "oyun" kurmak diyebiliriz. Zaman zaman da başkalarının "oyun" larına dahil oluyor.


Oyun kelimesi elbette o kadar çok ve farklı anlatılabilir fakat bu bakımıyla bu kadar dolu, güçlü, yaygın, eğlenceli, keyifli bir kelime sanatın içine girince / sanat alanına dahil olunca nasıl bir kavrama dönüşüyor? Bildiğimiz gibi sanat tıpkı bir prizma misali neredeyse tüm kavramları değiştirebilme gücüne sahip.


Sanat alanına dahil olunca "özne" olan sanat alanında üreten kişi, bu yöntemle kavramları çoğaltabilir. Bu yöntem açık yapıta olanak sağlayan bir yöntem. Yapıt izleyici ile karşılaştığında "özne" ile (onun algı ve bilgisinde) yeni formlar kazanıyor. Oyun kurmak sanat için bir yöntem. Michelangelo'nun Davud heykeli buna iyi bir örnek. Çağdaşları da Davud heykeli yapmış ancak büyüklüğü, baktığı yön ve elinde saklayarak tuttuğu taş ve sapanıyla bizi oyun alanına çekiyor. Caravaggio'nun Davut ve Goliat tablosu da iyi bir örnek. Michelangelo' ya dönersek Biz sanatçının bize açtığı sahnede Goliath'ın tek gözünü taş ile kör edebileceğini hayal edebiliyoruz.


Çocuklarla çalışmak nasıl bir duygu, size kattıkları nelerdir?


Çocuklar  yaratıcı, özgün düşünce akışında ve oyunun büyüsünü unutmamak için muhteşemler. Çocuklar aslında her şeyi biliyorlar.


Rodin'in cehennem kapısında da bi dolu oyun var aslında Dante'nin zamanın koşulları gereği trajedi olmaması için komedi dediğine kilise "ilahi" ekleyerek bozuyor ama izleyicinin aklında kalan genel olarak yani uzmanlarının aksine Beatris'ten başkası değil. Sanatçı eser üretirken çektiği onca sıkıntıya rağmen akılda kalacak olanın basit bir kaç şeyden başka bir şey olmayacağını nasıl hazmedebiliyor? Yüzlerce filozof tanıyoruz fakat onlardan akılda kalan basit bir kaç cümleden başkası değil!


Bigi ve deneyimlerimiz derinleştikçe bu algımız da gelişiyor. Bu hem sanatçı hem de izleyici için geçerli. Örneğin en son renk kuramlarını araştırırken Goethe'nin renk kuramlarının birebir Faust eseriyle örtüştüğünü gördüm. Geçmiş dönem işlerimi ve pek çok işi daha farklı görüyorum artık. Bunun da nedeni felsefe, tarih, kuram okumalarım ve bunların fen bilimleri ile olan bağları ve kopuşlarını keşfetmem. Derinleşme, permorformanslarımda (katılımcı ile ürettiğim işlerde) çok doğru işliyor. Her dönem, kendi nüvesinde toplumsal farkındalıklarla derinleşebilir. Sözün yetmediği yerde eylem diyorum


Günümüzde pek kalmasalar da sanat ve sanatlarının ne olduğu konusunda ketum davranıp anlatmayanlara ne dersiniz, sizce de sanat günümüzde en parlak / altın dönemini yaşıyor mu?


Ketum davrananlar çağ dışı kaldı diyebiliriz. Ancak etkilerinin sürmediğini de söyleyemeyiz. Bu dönem sanatçıları bence kandırıldı. Benim dönemim de bile "disiplinlerarasılık ve kavramsal sanat" ciddi tepki görürken, işinin erbabı olmak önemliydi. Ben her zaman şunu söyledim: Resim alanında isen desenin çok iyi olabilir ancak bu seni sanatçı yapmaz. Bana göre sanatçı-bilim insanı aynı kaynaktan besleniyor.


Sanat günümüzde en parlak dönemini yaşıyor mu sorusunda takılıp kaldığımız bir sorunsal var. Günümüzde mühendislik alanından gelen (yazılım ve kod uzantısı yapay zeka) kişiler sanat alanında oldukça aktifler. Burada da "özne" nerede sorusu "açık kod" u yazan özne cevabı ve oluşan paradigmalar söz konusu Hele hele pandemi süreci her şeyi ters yüz etti. Uzantılarımızla resmen sanat nesneleşti. 


-Sanat evreninin öngördüğü ve arzuladığı özgür, özgün, bireylerden oluşan, soyutlanmış, yaratıcı, sürekli, savaş değil barışın hakim olduğu ve diğer tüm olumsuzlukların en aza indiği bir dünya mümkün müdür, bunun için özellikle sanatı anlamayanların yapması gerekenler nelerdir?


Ütopya


Ancak her şey kontrastı ile anlam buluyor. Paranın yönettiği dünya gerçekliğinde sanatı anlamayanların mutlaka anlaması şart. Her an her şey ters yüz olabiliyor. Yaşadık, yaşıyoruz. Ben sanattan anlamam diyen birine birkaç sorun ile " işte anlıyorsun" diyebiliriz. Sanat, "Yaratıcı Zeka" ve "Çözüm Üretme" olarak ele alındığında kişinin vizyon sahibi olması kadar bir şey. Buradan birlikte yola çıkarsak hepimiz birbirimize pekçok şey öğretebilir




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol