ŞEYH BEDRETTİN VE SAVAŞ
V: İçin İçin
"çatışmacıya"
Erkan YAZARGAN
sohbetodası <<
Irkları, dinleri, mezhepleri kaldırmak insanları kardeşlikte birleştirmek istemişti. Ama egemenler, Bayezit Paşalar, Fahreddin-i Acemi gibi sözde din adamlarının işine gelmemişti. O büyük bir devrimciydi ama karşı devrimciler ve işbirlikçileri yine kazanmışlardı. 604. Ölüm yıldönümünde saygı ile anıyoruz.
Kemalizm şiirinde;
BİR ÇÖZÜM
Denemesi bedava
ÇETİN MOLLAOĞLU
Cu, 22 Aralık 2023 - 13:37
ŞAİR DUYUMSAMASI
Şair şiirinin ikinci bölümünde Bedrettin' in "semah felsefesine inandığını ateşin çıkardığı çıtırtı sesinden coşa gelip hakikati bulduğunu" iddia ediyor. Acaba böyle mi? Bedretin' in günümüze ulaşan hiçbir kitabında veya o dönem kendisiyle ilgili yazılanların hiç birisinde bu iddiayı doğrulayacak bir cümle yok. Buna şairin kendini kahramanla özdeştirmesi diyebiliriz ama gerçek yani hakikat değildir. Tıpkı Nazım' ın özdeştirmesi gibi. Şair olay durum ve hissin farkında bile olmayabilir doğaldır. Okurun ne hissettiği ise yepyeni bir sorudur. Platon' dan başlayarak devam eden felsefe sorularına gelirsek aynı düzlem üzerinde devam ettiğini buluruz. Bireyin bakış açısı, o anki duyguları, bilgisi, bilgi birikimi, bilgileri sıralama ve aktarım biçimi, o anki çevresinin etkileri ve benzeri yüzlerce etken vardır.
Murat Öz
Cu, 22 Aralık 2023 - 15:36
ARZ TALEP
Günlük geçim derdinde büyük kalabalığın dışında kalan yönetici elitler yaklaşan yerel seçimlerde makam kapma yarışına kıyasıya girmişken Şeyh Bedrettin ve Savaş konusunu talep edeceğini düşünmüyorum. Benim ilgimi çekmesinin nedeni, zaman tünelimde paylaşılmış olması. Şiirleri ve yorumları okumak için zaman ayırmak zorunda kaldım yani derinlemesine inceleme gerektiren konular bunlar. Her hangi bir üniversitenin ilgili bir fakültesinde bir tez çalışması olursa belki işe yarar ve binlerce ilgili tez de vardır.
Soru şu; bu çaba ne ise yarar?
Kimseyi üzmek, kırmak, darıltmak gibi bir amacım yok ama bence talep olmayan yere bir şeyler arz etmek abesle iştiğal olsa gerek. Emek, zaman, para, enerji, beyin faaliyeti gibi harcamaların değeri olmalı, bir değer oluşturmalı. Aksi sabahtan akşama, yüzlerce yazar veya düşünür sanatçı saçma sapan, işe yaramaz, birbirini eğlendiren boş zaman geçirme faaliyeti yapıyor demektir.
İLKER KARAGÜLLE
Cu, 22 Aralık 2023 - 18:25
ALEVİLİK ELEŞTİRİSİ
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; Aleviliğin İslam' la bir alâkası yoktur hiçbir İslam uleması Alevileri İslam dininin içinde saymaz, kabul etmez. *delil araştırması yapanlar İslam' ın Şartları, İmanın Şartları başlıklarına bakarsalar 5 şart, 6 şart kuralı ile karşılaşırlar. İslam ulemalarının hangi mezhep veya tarikatten olursa olsun şartları bunlardır ve önemlisi hiçbir Alevi ekol veya okulu bu şartları kabul edip uygulamazlar. Aleviler bu şartları kendi yorum ve uygulamaları ile KARŞILAR. Avrupa' nın ve UK' UN bazı ülkelerinde Alevilik farklı bir religion din olarak tanınıp inanç vergilerinden kurumsal paylarını alırlar. Ülkemizde Alevilik resmi yani devlet tarafından bu şekliyle kabul edilmez her doğan bebeğin nüfus kaydı tutulurken ınancı hanesine İslam yazılır. Kendi dernek kurumsallaşmalarında çok az Alevi Diyanet İşleri Başkanlığı' ndan bağımsızdır. Bu temelin dışında siyasi ideolojik hareketler Alevileri kendi düşüncelerine göre algılayıp değerlendirmek ister.
Neden Aleviler özellikle asılan, derisi yüzülen, taşlanan, yakılan vs sekillerle idam edilen isimleri kutsayıp öne çıkarır sorusu önemlidir.
Antisemitizm, İslamofobi, Eşcinsellik benzeri koruma altına alınıp hukuki güvencesi sağlanmaya çalışılan gruplardandır.
Acı ile beslenirler. Acıyı bal eyleme tabirinin koruma güvencesi altındadırlar.
Şeyh Bedreddin in ritüel, kaynak, eğitim, varlık, soy bağları ile Alevilikle bir alakası olmamasına rağmen içselleştirilmesinin nedeni ayaklanmalar sırasında özellikle Ege yöresi Alevi Bektaşi halk tabanının desteğini almasıdır. Yani günümüz Alevi Bektaşi kurum kuruluş dernek vs arasında Bedreddini gibi bir ocak veya oluşum yoktur.
Çözüm: Bu ve benzeri tüm inanç kültür yapılarını iyi anlayıp kadimden getirdikleri ve onların yaşamasının sebebi olan esaslarla uyumlu anlayışlı hukuki işler yapmaktır.
Netameli işler bunlar
BÜROKRATİK KAFA VE DEVLET ELEŞTİRİSİ
Bedreddinin kendisi ve babasıda bürokrattı hatta Bedreddine üst düzey bürokrat bile diyebiliriz. Mahmut Hüdai, Zenbilli Ali, Merkez Efendi ve İdris Bitlisi benzeri isimlerle kıyaslanıp sonuca varmaya çalışanlar meselenin asıl kaynağını ellerinden kaçırıp kütüphaneler dolusu -bugün anlamsız geçersiz milyonlarca teolojik ilahiyat, usul, kelam, fıkıh mevzuunda boğulurlar.
Aslında bugünden bakınca çok basit kolay bir çözümlemesi vardır; donuk, hareketsiz, oturan, dava mesele bekleyen, masa veya ofis nöbetçisi, sürekli üst yazı bekleyen, itilmedikçe harekete geçmeyen/geçemeyen, kuralcı, ilerici olmayan/olamayan, kandırma veya "bugün git yarın gelci", amirlerinin emirlerine uymaya namusu üzerine yemin etmiş, köle ruhlu, fukara, acımasız, vicdansız, korkak, mesaisini doldurma peşinde, amiyane tabirle eşşekliğe dünden razı, ilkel, geri kalmış, kullanılan, kullanılmaya razı, emireri karakterli aslında kendisine ait bir karakteri olmayan altındaki memurlardan pekte farkı olmayan BÜROKRAT sorunudur sorun. O günün koşullarında Bedreddin'in yerinde kim olsa kendini urganın ucunda bulurdu. Rumeli' ye geçmeye karar.verdiği gün zaten savaşını kaybetmişti. Ha, bugün ortalıkta şehit ve şehitlik, adanmışlık arayanlar için iyi bir örnek olabilir fakat inanın herbiri kendince anlayıp kullanır, istismar eder.
Bizimki gibi geri toplumların en ciddi sorunlarından biri olan İSTİSMARCILAR herkesi ve her şeyi istismar edebilirler çünkü kendilerine ait gerçek bir varlıkları yoktur. Yaratıcı değillerdir. Daha çok talancı gelenekten görüp oğrendiklerini yaparlar. Etraflarına toplananlarda ganimetten minikte olsa pay alma derdindedir. İslamcı, sosyalist, komünist, platoncu veya herhangi başka bir şeyci kişilerin ülkemiz özelinde ne sistematiği, ne metodolojisi, plan veya.proğramı yoktur. Onlar tavuğun bulduğu taneleri gagalayarak beslenmesi gibi "kör tuttuğunu öper" kurnazıdırlar. Uluslararası hukuk sistemleri günden güne hızla değişip yol katederken bunların geleceğe dair tek kaygıları iyi bir maaşla emekli olmaktır. Eski emir verdikleri günlerin tadı damaklarında kaldığı için emekli ikramiyeleri ile aldıkları evlerinde bile kravat takım elbiseyle oturan bidolu bürokratta vardır. Gerçektende böyledir. Devlet terbiyesi denen hiç olmazsa daha iyi bu terbiye ömür boyu iliklerine işler. Bedrettin' in başına gelenle FETÖCÜ bürokratların başına gelen farksızdır. İlkel devlet düzenlerinde dünün makbulü bugün haini olabilir hemde çok kolay. Dolayısıyla eşekleştirilmiş kitleler sömürü aracından başka bir şey değillerdir.
Saygılarımla
HASAN BETİN
Ct, 23 Aralık 2023 - 22:11
SUNSET LİMİTED
Sunset Limited' in burada ne işi var diye düşündüm. Diyalog olduğu için seçildiği aklıma geldi. Daha sonra yabancı bir renk katılmak istenmiş galiba dedim. Şiirin sonuna dikkat kesilince yönetmenliğini Denis Villeneuve'ün üstlendiği 2010 yılı çıkışlı Kanada yapımı dram İçimdeki Yangın filmi Souha Bechara'nın hayat hikâyesi ve Wajdi Mouawad'ın aynı isimli dramasındaki Leyla, düğümümü çözdü. Araştıralım biraz. Şairin sistem kurgusuna hayran oldum. Bu adam çok ciddi bir senaryo bilgisine sahip dedim. Okuyucusunu bilgilendirirken onunla oynayıp zihninde kıvılcımlar çaktıran, tahrik eden, sokak oyunlarında yer bulamayan çocuklara da yer veren, onlarıda dahil eden, sürekli birbirine bağlayarak sistemini çalıştıran başka bir yazar bulamazsınız. Şair olduğunu düşünmüyorum, şairden çok oyun kurucu gibime geliyor. Şair denince genel olarak lirik aşk sevda yazarları aklımıza gelir. Burada neredeyse bir tek lirik cümle yok. "Coşa getirir aşığı" kurgusundaki aşk bile lirik değil. Bu adam tüm şairlere meydan okumuş. Şiir öyle yazılmaz böyle yazılır demiş. Bence Şeyh Bedrettin şiiriyle özellikle Nazım ve takipçilerine meydan okumuş. Hamaset, ideoloji, hayal, boşlaf, kuru gürültü, salon şairlerliği, bağırıp çağırma, sarhoş eğlendirme gibi bir derdi yok buradaki yazarın. Meydan adamı. Varsa bir maharetiniz gelin diyor. Gelin de boyunuzun ölçüsünü alın. Bu tür adamlar binlerce hayat yaşamış gibidir. Yanındaydım derken "VanGogh' la da, Picasso' yla da, Hatai ile de beraberdim" ve aklınıza gelebilecek daha pekçok diğer birey ile...
Sonuç olarak şiir, ses, titreşim, sesin dalga boyu gibi ışığında renk ve dalga boyları vardır ve canlılık dediğimiz şey, yaratım, oluşum belki de böyle bir şeydir?
BUGÜN
Bugün yaşasaydı ne söylerdi sorusu etkili sorulardan biridir. Ne yapardı sorusu da devamını getirmek/ilerletmek isteyen yaratıcı beyinler için değerlidir. Madem ölü toplum eleştirisi yapıyor ve çözüm üretiyoruz yaşam bilincinin yükselip yerleşmesi için yaşamın değerinin her şeyden önemli olup olmayacağını düşünürsek intikam duygusu gibi negatif duygularımızı körükleyen öfke duygumuzuda dizginleyebiliriz. Boş bir masa üstümüz olsun ve bugün bir kaç sorunu çözeyim deyip sorunlar dosyalarımızı açmaya başlayalım. Geliştirdiğimiz önerilerin tutarlılığını denetledikten sonra ilgili kişi ve kurumlar listemizi açıp seçilenleri tartışmaya dahil edelim. Günlük veya haftalık program ile kendi planımızı işletip sonuçları alalım ve bütün çabamız ürüne dönüşsün. Aslında günümüz yaratıcı beyinlerinin istisnasız her alanda çözüm yöntemi bu kadar basittir.
Bir kaç küresel sorun sıralayıp çözüm önerilerinizi isteyebiliriz. Sizde içinde bulunduğunuz sanat, felsefe, bilim, düşünce, ekonomi veya herneyse o alandan öneri ve çözüm geliştirip ürüne dönüştürebilirsiniz.
17 KÜRESEL HEDEF
1- Yoksulluğa Son. Dünyada 800 milyondan fazla insan günde 1,25 ABD dolarından daha az gelirle geçinmeye çalışıyor; birçoğunun yeterli gıda, temiz içme suyu ve sıhhi koşullara erişimi bulunmuyor. Bu konuda, istihdam sağlayacak hemen hemen her faaliyet bu amaca hizmet edebilir.
2- Açlığa Son. 2021 verisine göre, çevrenin bozulması, kuraklık ve biyo çeşitliliğin kaybının sonucunda, 795 milyon insanın sürekli biçimde yetersiz beslendiği tahmin ediliyor. 5 yaşın altında 90 milyonu aşkın çocuk tehlikeli düzeyde zayıf. Afrika’da her dört insandan biri aç.
3- Sağlıklı Bireyler. Her yıl 6 milyondan fazla çocuk, beşinci yaşını göremeden ölüyor. Kırsal kesimlerde, doğumların yalnız %56’sına vasıflı profesyoneller hizmet veriyor. Hedefin amacı, herkesin genel sağlık hizmeti, güvenli ve erişilebilir ilaç ve aşıya kavuşmasını sağlamak.
4- Nitelikli Eğitim. En yoksul ailelerin çocuklarının okulu bırakma oranı, varlıklı olanların çocuklarına göre dört misli daha yüksek. Kırsal ve kentsel kesimler arasındaki eşitsizlikler de yüksek olmaya devam ediyor.
Bir örnek: Tacikistan’da yeterince enerji tedariği olmayan bir bölgede, sert kış şartları sebebiyle soğuk aylarda derse katılım %50'lere düşmüş. 20 günde başarıya ulaşan bir kitlesel fonlama sayesinde güneş enerjisi gelen okulda katılım.
5- Toplumsal Cinsiyet Eşitliği. Kadınlar ve kız çocuklarının güçlendirilmesinin ekonomik büyümeyi ve her alanda gelişmeyi hızlandırdığı defalarca kanıtlanmıştır. Burada, bakım ve ev işleri hizmetlerinin alternatifleri ve kadın istihdamı gelişimi üzerine projeler üretiliyor.
6- Temiz Su ve Sıhhi Koşullar. Su kıtlığı, dünya genelinde insanların şimdiden %40'ından fazlasını etkiliyor ve iklim değişikliği sonucunda bu oranın daha da yükseleceği tahmin ediliyor. Çözüm için suyla bağlantılı ekosistemleri korumak, su verimliliğini teşvik etmek ve arıtma teknolojileri konusunda uluslararası işbirliği yapmak zorundayız.
7- Erişilebilir Temiz Enerji. 2021 itibarıyla küresel enerjinin %30’dan fazlası yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi sağlanmış olsa da her 5 insandan 1'inin elektriğe erişimi yok. Talep artmaya devam ettikçe, dünya genelinde yenilenebilir enerji üretiminde büyük bir artış gerekecek.
8- İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre, 2015 yılında 204 milyondan fazla insan işsizdi. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, sürdürülebilir ekonomik büyüme, daha yüksek verimlilik düzeyleri ve teknolojik yenilikleri teşvik ediyor. Girişimcilik ve iş imkanlarının teşvik edilmesini bunun anahtarı olarak görüyor.
9- Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı. Bilimsel araştırma ve yeniliğe yatırım yapılması, sürdürülebilir kalkınmayı mümkün kılan en önemli yol. Dünyada internet erişimine sahip olmayan 4 milyardan fazla insan vardır; ayrıca bunların %90’ı gelişmekte olan ülkelerdedir. Bu da bilgi ve birikime erişimde eşitsizlik yaratıyor.
10- Eşitsizliklerin Azaltılması. Gelişmekte olan ülkelerde toplum içindeki ekonomik eşitsizlik giderek artıyor. Birleşmiş Milletler’in hedefi cinsiyet, ırk ve etnik kökene bakmaksızın herkesin ekonomik katılımını destekleyen sağlam politikaların benimsenmesi.
Burada gördüğüm ilginç hedeflerden biri uluslararası para transferlerindeki işlem maliyetlerinin azaltılması hakkında. BM 2030’a kadar göçmen havaleleri işlem maliyetlerinin yüzde 3’ün altına inmesini istiyor. (Finansal teknolojiler geliştiren girişimcilerin dikkatine.)
11- Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası artık kentlerde yaşıyor. 1990'da nüfusu 10 milyon olan mega-kent sayısı 10 iken 2014’te ise toplamda 453 milyon insanı barındıran 28 mega-kent var. Bu, şehirlerde baş edilmesi gereken yeni sorunlar demek.
Aşırı yoksulluk genellikle kentsel alanlarda yoğunlaşıyor. Kentleri güvenli ve sürdürülebilir kılmak için güvenli ve erişilebilir konut sağlamak, gecekonduları dönüştürmek, toplu taşımacılığa yatırım yapmak, kamusal yeşil alanlar yaratmak, kentsel planlama ve yönetimi hem katılımcı hem de kapsayıcı olacak şekilde iyileştirmek gerekiyor.
12- Sorumlu Tüketim ve Üretim. Dünya nüfusunun bir kısmı aşırı tüketirken, diğer kısmı kendi temel ihtiyaçlarını karşılamayan düzeyde düşük tüketime sahip. Daha verimli üretim ve tedarik zincirlerinin yaratılmasında, satıcı ve tüketici düzeyinde gıda atığının azaltılması da çok önemli.
13- İklim Eylemi. Küresel ısınma, insanların hayatını ciddi ölçüde etkiliyor. Doğu Avrupa ve Orta Asya, büyük sera gazı emisyonu üreticisi değil fakat iklim değişikliğinin sonuçlarından orantısız biçimde zarar görüyorlar. Bu, tamamen global ölçüde düşünmeyi gerektiren bir hedef.
14- Sudaki Yaşam. Yerküreyi insanlar için yaşanabilir kılan küresel sistemlerden biri de su. Büyük kısmı karada yerleşik kaynaklardan gelen deniz kirliliği ise (insanların ürettiği karbon dioksidin yaklaşık %30’unu emen) okyanuslarda kaygı verici düzeylere ulaşmış durumda.
15- Karasal Yaşam. Daha önce hiç oranını düşünmemiştim ama bitkiler, insanların besin kaynaklarının %80’ini sağlıyormuş. Günümüzde, büyük ölçekte toprak bozulmasına tanık oluyoruz. Ekilebilir arazilerin kaybı, ormanlar, sulak alanlar ve tükenen hayvan ırkları odaklanılacak noktalar.
16- Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar. Barış, istikrar, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim olmadan, sürdürülebilir kalkınma bekleyemeyiz. Bölünmüş bir dünyada yaşıyoruz. Bazı bölgelerde barış ve refah içinde yaşayanlar diğer bölgelerdeki bitmek bilmeyen çatışma ve şiddete gözlerini kapatamazlar.
17- Hedefler için Ortaklıklar. Bileşmiş Milletler: ¨Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ancak küresel ortaklık ve işbirliği için güçlü taahhüt ile gerçekleştirilebilir.¨ diyerek başlığı özetlemiş. Bunu yerel sistemler için de uygulamak doğru olacaktır.
AYIKLAMA
ÖZGÜR DENİZ ŞANAL
Cu, 29 Aralık 2023 - 16:59
AYIKLAMA AYIKLANMA
Tartışmanın bu noktasına kadar gelip "hedefler birliğinde" anlaşabildiysek ayıklama sürecimizi tamamlayıp hızla yol almamız gerekecektir. "Konuyu anlayıp anlamadığımız deneti" bile bu sürece bağlıdır yani denetim elemanlarının elindeki kriterlere göre yeterliliğiniz buradaki sonuçlara göre değerlendirilir.
Herbirimizin kişisel veya kurumsal ilerleyişinde elde ettikleri, veri data bankları, birikimleri yüzde yüz tam veya doğru olmayabilir. Yüzdelik oranımızın büyüklüğüyle orantılı başarılıyızdır.
Sanat alanını önemseyip bu alanda uzmanlık geliştiriyorsak ister istemez yaşadığımız yer ve ülke sanatı ile ilgiliyizdir. Zaten küresel çözüm önerileri küreselden yerele, yerelden küresele doğru sürekli hareketli ise sağlıklıdır. Bu veriyi diğer tüm alanlar için de doğrulayabiliriz.
Bu haliyle tartışmanın iyi bir yere doğru gittiğini, ürün ürettiğini, çözümlere katkı verdiğini düşünüyorum.
BİR DEĞERLENDİRME
GÖZDE ACAR
Cu, 29 Aralık 2023 - 17:18
Benim merak ettiğim, yorumcunun deyimiyle tartışmayı takip edenlerin masa üstlerinde veya yaşamlarında hangi değişiklikler oldu? Örneğin popüler gazete köşe yazarlarından Ataol Behramoğlu ve Uğur Dündar' ın son yazılarında kendi pencelerelerinden "bugün yaşasaydı ne söylerdi, ne yapardı" sorusuna yanıt aradıklarını gördüm. Diğerleri de buraya yazarlarsa hem bütünlük hemde daha değerli olacaktır.
Saygılarımla
ÖRNEK
Erkan YAZARGAN
Cu, 29 Aralık 2023 - 17:33
Burada okuduğunuz tartışma örneğini kendi platformlarımızda her gün, her hafta, her ay düzenli olarak senelerdir yapıyoruz zaten hemde uluslarası, çok dilli ve kültürlü ortamlar oluşturarak... İlk defa ZorbaTv Dergiye bir örnek oluşturmak istedim. "Siz de yapabilirsiniz, yapmalısınız" diyorum. Çok verimli bir çabadır. O kadar çok verim elde edersiniz ki en yakından bilip tanıdığınız çalışan bir üniversiteden bile daha çok, değerli, verimli, kalıcı eserleriniz olur.
Değerlendirin derim
ELİF TURAN BOZ
Sa, 02 Ocak 2024 - 20:06
ÇITIRTI
Yazargan' ın Semah Felsefesi eserini okumuş bir birey olarak şiire yerleştirilen "bir çıtırtı çoşa getirir aşığı" anafikrine dikkat çekmek istedim. Hiçbir Bedrettin araştırmasında göremeyeceğimiz bu kapsam aynı zamanda günümüz insanlık sorunlarınada çözümler üretiyor. Daha çok Batı kültür ve medeniyetinin ocaklarında pişirilip insanlığa sunulan ve yön veren muhteşem eserlere farklı bir katlı katıp Doğu, Batı, Kuzey, Güney demeden daha yüksek bir yerden DÖNGÜ VE DÖNGÜLER sistemlerine dikkat çeken Yazargan "birde bu açıdan bakın" diyerek ilgi duyan özellikle felsefe okurlarına nedenler ve sonuçlar bilgisi veriyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığının kayıtlarına göre semah; Alevi ve Bektaşiler tarafından inançları gereği cemlerde icra edilen hizmet sahipleri olan zakirlerin çaldığı saz eşliğinde söylenen sözler ve müziğin ritmine uyarak yapılan mistik ve estetik hareketler ile hakikate ulaşma yoludur.
Türkiye coğrafyasının genelinde canlı bir biçimde yaşayan semah, uygulayıcıları ve taşıyıcıları olan Alevi-Bektaşi toplulukların yaşadıkları coğrafi bölgelere göre samah, semağ, zamah, zemah gibi farklı isimlerle anılır. Bölgelere göre semahların müzik ve ritim yapısı açısından farklı örnekleri ile karşılaşmak mümkündür. Aynı isimle icra edilen semahlarda dahi ezgi ve söz yapısında farklılıkların bulunması semah kültürünün zenginliğinin bir göstergesidir.
Semah dönenler birbirlerine dokunmadan, daire şeklinde ve karşılıklı durarak semah ederler. Semahın değişik bölümlerine evrenin dönüşü, turnalar gibi daire şeklinde uçmak ve kanat çırpmak gibi farklı simgesel anlamlar yüklenmektedir. Örneğin bir elin avuç içinin göğe çevrili iken diğer elin avuç içinin yere baktığı harekette ifade edilmeye çalışılan, “sen Hakk’sın ben halkım, ben senden gelen ve senin özünü taşıyanım, senden ayrı değilim” düşüncesidir. İki elin avuç içi göğe bakarken ellerin ters çevrilerek avuç içlerinin yere bakar hale getirildiği harekette de ifade edilmeye çalışılan düşünce aynıdır. Semah yaparken elin avuç içinin yüze çevrildiği hareket, eline bakan insanın aynada kendi güzelliğini, dolayısı ile tanrısal güzelliği görmüş olacağı düşüncesini ifade etmektedir. İki elin avuç içinin göğe bakar durumda iken ellerin göğse doğru çekilerek kalp üzerinde birleştirilmesi hareketinde de anlatılmaya çalışılan Hak, Tanrı bendedir yada Tanrı insandadır şeklinde yorumlanmaktadır.
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde farklı müzikal karaktere ve ritmik yapıya sahip olan semah, içinde hümanist öğeler barındırır. Semahta ayrım yapılmaksızın kadın ve erkek birlikte döner ve okunan dualar eşliğinde herkes ellerini göğe doğru uzatarak din, dil ve ırk farkı gözetilmeden Hakk’ın bir olduğu zikredilir.
Halk müziğiyle iç içe olan semaha genelde bağlama eşlik eder. Bazı semahlarda bağlama yerine aynı ya da farklı türden on iki çalgı bulunur. Vurmalı sazlar kullanılmaz. Ritüelin birliği, hoşgörüyü ve Tanrı’ya ulaşmayı simgeleyen yönü halk deyişlerine konu olmuştur. Başta Hatayi olmak üzere Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Nesimi gibi ozanların deyişleri semaha eşlik etmektedir. Sevgi ve birlik olma temalarının ağırlıklı olduğu dizeler semahta coşkun ve içli bir şiir geleneğini ortaya çıkarmıştır. Okunan semah deyişleri ile uygulanan hareketler arasında bir uyum vardır. Ritüel, dedenin semahçılara duasıyla son bulmaktadır.
Alevi-Bektaşi ritüeli semahın, gelecek kuşaklara aktarılması ve yaşayabilirliğinin güvence altına alınması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ilgili topluluk ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliği içerisinde çalışmalar yürütülmektedir. Semah ile ilgili araştırma, tespit ve envanterleme konularında alan araştırmaları yapılarak Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi Arşivi’ne kazandırılmaktadır.
Semah ritüelinin gelecek nesiller tarafından devam ettirilmesi ve korunması hususunda pek çok sivil toplum kuruluşunun faaliyetleri bulunmaktadır. l Semahla ilgili teorik bilgiyi aldıktan sonra öğrenciler uygulamalı olarak semah ritüelini öğrenmektedirler.
YALAN
Cormac McCarthy'nin "The Sunset Limited" Oyununun İncelemesi
Müellifin Leṭâʾifü’l-işârât, et-Teshîl ve Câmiʿu’l-fuṣûleyn gibi fıkıh kitaplarında esere atıfta bulunmamasını, bu kitaplarda eserin muhtevasına uygun fikirler ileri sürmemesini delil kabul eden bu yaklaşımın Şeyh Bedreddin’in Mısır’da Hüseyin el-Ahlâtî’den tasavvuf terbiyesi gördüğüne, Rumeli’de şeyhlik yaptığına, hem fakih hem mutasavvıf olan çağdaşı Molla Fenârî gibi Ekberiyye mektebine intisap ettiğine, Vâridât’ta kaydedildiği üzere mâna âleminde Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüştüğüne, hatta Dâvûd-i Kayserî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem şerhine hâşiye yazdığına dair bilgiler dikkate alındığında isabetli olmadığı söylenebilir.
AYSUN DEMİRTAŞ
PEKÇOK SORUNA BİRDEN ÇÖZÜM
FATMA DİLEK ERKOÇ
Per, 18 Ocak 2024 - 09:59
TÜRKLÜK BİLİNCİ VEYA GERÇEĞİ
"tüm diğer ulus bilinçlerine uygulanabilir"
Ocak 2024' itibariyle ZorbaTv&Dergi' de devam eden tartışmalar bütününden takip edebildiğim kadarıyla gelinen aşamada Erkan Yazargan' ın mantık kurgusu, felsefenin hayâlilikten değer yaratımına ve dini kavramların bulanık karmaşasının yarattığı sorunlara çözüm önerilerine gelinmiş durumda. Kendimce bu aşamada "Türklük bugüne nasıl geldi" sorusuna Yazargan' dan örnekler vererek katılmak istiyorum. Araştırılarak kayıt altına alınacak bir durumla karşı karşıyayız. Bu yazımda kayıt altına almanın bir başlangıcı olabilir.
Yazargan aslında öğretmendir ama öğretmenliği bıraktıktan sonra kendi online eğitim sistemini kurup "Bilimsel Düşünme" ile birlikte Temel Bilimler dersleri vermiş Seçmeli Dersler olarakta felsefe ve sanat ekolleri okutmuştur. (tebder.tr.gg)
Bin şiir dizisinde doğumdan ölüme bir insan yavrusunun yaşamını damla damla işlerken Türk Töresinin maddelerini siirlerine sırasıyla yerleştirmiştir. Mantığın bilinen işleyen kurallarını irdelerken günümüz mantığını öğretir ve ilkel mantıktan kurtarır kursiyerlerini.
Sade Yazılar şiir kitabından başlayarak saflık kavramını oluşturur ve üzerine kurar her şeyi. Şiirle Dans şiirinde;
"İyice dolmalı şair
Keseleri patlamaya varıncaya kadar
İşte o zaman belki
Göğün katlarına çıkar.
Kimi ayda, kimi her gün
Bir şeyler karalasa da
Hangisi daha lezzetli,
Kahkaha, hıçkırık, tıslama..
Bu şiir değil örneğin
Şiir gibi kelimeler
Yan yana eklemek devrik.
Şiir olsun istiyorsan
Sende katılmalısın."
Çözüm: Türk Olamayanlar çalışmasının son bölümünde yazı ile sözü ve aslında İbrani kültür etkisiyle Türklüğü kıyaslayıp varoluş sırrımızı ifşa eder: "Diğer tüm insanlık alemlerinin içinde yazı yerine sözü tercih eden tek millet Türklerdir derken sırrını bulup gerekirse ifşa etmeliyiz, neden?
Yine Yahudilerden gidelim (burada antisemitik bir durum değil karşılaştırarak bulma esası güdülüyor) onlar törelerini hikaye formunda yazıp kutsayarak korumalarına rağmen amaçları hasıl olmamış aksine ciddi bozgunculuğa sebep olmuştur. Türk bilgeleri öngörüleri ile olabileceği tahmin ettikleri için sırrı yazının önüne geçirip sözü değerli kılmışlardır. Günümüzde bile tüm teknolojik imkanlara ve devlet gelişimlerine RAĞMEN Türklerin doğru dürüst okur yazar olmamalarının temel nedeni budur. Çelişki ve dayanaksızlık bulup saçma damgalayacak olanlar metnin bütününe ve sürecine dikkat etsinler lütfen. Soru: Nasıl oluyorda yazılanlar ilginç bir şekilde çıkıyor. Çıkıyorsa nasıl çıkıyor? Bu deneyime sahip olabilmek için törenin içinde uzun yıllar yoğrulup öngörü geliştirmeniz ve önemlisi alana hakim olmanız gerekiyor. Etki ve etkileşimler dünyası dışardan daha eğlenceliyken içeride yıpratır insanı. Ozan, çalıp söylediği destan veya türkülerde sürekli bir saf duygu işleyip durur. Türkçe bilmeyenlerin anlaması zaten imkansızdır. Sırrını sazına söyleyen ozan başkalarına duyumsama bakımından örnektir." der/yazar.
Dolayısıyle görevi araştırma olan akademisyen ve meraklı okur, anlamadığı yeri sormak ve aslında her şeyden önce iyi okumak zorundadır.
Azizim Erkan Yazargan …
Zorbatv
Çar, 20 Aralık 2023 - 09:25
Yorumunuzun/ denemenizin özeti "aslında hepimiz Türküz diyen filozofun derdi ve gelecek kurgusu bambaşkadır. Bunu anlatamadığımız büyük kitlenin varlığına mı üzülelim, yoksa filozofun "efradını cami ağyarını mani- Ne eksik ne de fazla, artısı eksisi olmayan" aforizmasına mı sevinelim. Başlı başına bir tartışma ve yazıya konu.
Bu yorum sayesinde Şeyh Bedrettin şiiriniz için içtenlikle kutlarım. Onun külliyatını günümüz Türkçesine kazandırmış olmanın mutluluğu ardımda bırakacağım izlerden birisidir.
Düşüncenin aydınlattığı sevginin, sanatın ve yazının ışığında buluşalım.
Tamamlayıcı yorumunuza yürekten katılmamam olası değil. Toplum olarak temel sıkıntımız aydınlar. Eleştirel düşünemeyen kitle, düşünenlerin üzerinde hükümranlık kurma uğraşısında. Şeyh Bedrettin'in yaşadıkları ile bizim ayrık otu gibi kalmamız arasındaki temel fark henüz boynumuzun vurulmamış olması.
Yıllar önce bir panelde ilahiyatçılarla konuşmacıydım. Kelam, fıkıh alimi diye ortada dolaşıyorlardı. Ortamı sarsan benim olağan bulduğum bir kaç soru sormuştum:
Şey Bedrettin ismi size ne ifade ediyor, ilahiyat camiasında fıkıh ve kelamda onu dipnot olarak veren kimseye rastladınız mı..?
Cami imamlarının Onu bilmemesini anlarım çünkü Bedreddin'i anlamak epey birikim gerektiriyor. Bu adamın tabir yerindeyse "ser'ini verecek bir derdi varmış, bir bakalım nedir "diyen birisinin çıkmamış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sizce Platon ve Devletini bir yana bırakırsak, ilk sosyalist düşünür 14. Asrın sonunda bu topraklarda yaşamış olabilir mi? Thomas More ve Saint Simon'dan önce Simavna Kadısıoğlu olabilir mi?
Orada anladım ki külliyattan haberdar olmayan büyük bir kesim ve de onun ötesinde dokunursak yanarız diyen eyyamcı bir grup var. Bunun adına da bilim insanlığı diyorlardı. O zaman karar verdim Şeyh Bedrettin külliyatının günümüz Türkçesine aktarılmasına. Günü geldiğinde Şeyh Bedrettin düşüncesinin Nazım Hikmet'in "ucundan bucağından" toplumu haberdar ettiği platonik söyleminin ötesinde İslam üzerine derinleşmiş bir alim olduğunu gösteren külliyatını 50' ye yakın farklı alan uzmanıyla birlikte günümüz Türkçesine aktarma başarısını göstermek nasip oldu. Yoksa sonsuza kadar tarihin tozlu raflarında kalacaktı... Pekiyi neden? Basit ama girift yani tam bir şark kurnazlığı. Başlı başına bir kaç yazı konusu.
Cehaletle savaşan her birey ve kurumun gönüllü destekçisi olmayı seçmemin ardında yatan gerçek budur.
Ümit Yaşar GÖZÜM
Eğlenceli Bir Yorum
Yanıtla
ELİF ARAL
Cu, 19 Ocak 2024 - 23:21
Size antolojilerde, dergilerde, kitaplarda veya başka basılı kaynaklarda bulamayacağınız ilginç bir kaç Erkan Yazargan şiiri örneğinden kesitler sunmak istiyorum. Şeyh Bedrettin ve Savaş başlığını incelerken bunları da göz ardı etmeyin.
Katile ithaf edilen Kandırmaca Hayat şiirinde:
"...
Gerçek bir mezar taşı olanlardan değil
Suratı değiştirildiğinden beri
Oda tanımıyor kendini.
Bazı geceler kâbuslarla uyansa
Depresyon haplarına bağımlı kalsa
Cehennemi ensesinde bilse de...
Kahraman, yiğit, delikanlı, vatansever
Ülkücü, devrimci, mücahitti!
Kandırıcıların oyununa geldi
Bir çeşit tecavüze uğradı
Kandırıldı.
03.04.2011" derken, uyanıklığa ithaf ettiği Uydurma Kandırma şiirinde:
"...
Bilseydin zaten bilirdin.
Bilmediğin için kandırıyorlar seni.
O ünlü üç kişi var ya
Üçünü de
Az önce ben uydurdum. Yok, bunlar.
Yokları, var diye sana yutturuyorlar.
15.05.2011" der.
Yalnıza ithaf ettiği Tarlada Çocuk şiirinde ise;
"...
Agop veya Gregor ilk adı bilinmiyor
Anadolu’da yine kanlı boğuşmalar
Bin sene önce Horasan
Beş yüz sene önce Bozok
Yüz sene önce Tozanlı
Taş bina, bahçesinde hem nar, hem çınar
Çocuk küçük konuşmaya yeni başlıyor
Babası ölmüş hastalıktan
Dedesi bakıyor."
Anlatı, kurgu, gerçeklik, saflık, dil zenginliği, sadelik, anlaşılabilirlik, derini anlatırken basit dil kullanımı, her insanın içinde bir yerlere dokunurken kâh gıdıklama kâh iğneleme, kâh alay edercesine coşkuya kaplama örneğini başka yerlerde bu naiflikte bulamazsınız. Bulamazsınız çünkü benim kütüphanemde 10.000' den fazla kitap var ve hiçbirinde bu tat yok... Çok merak ettim ve çevremdeki özellikle şiir uzmanlarına da sordum. Önce bir yoklama çekip bu kişiyi okudunuz mu dedim, sonra bir kaç örnek gösterdim; çıktısını aldığım şiirlerden. Sonucumu buraya yazmayacağım. Herkesin kendinin araştırmasını istiyorum çünkü kendisini aradığımda kısa sohbetimizden bu sorumluluk hissine kapıldım. Doğru ya söylenmesi gereken bir şey varsa kendisi söylerdi zaten benim üzerime vazife değildi, işgüzârlığa gerek yoktu. Kendi deneyini yapan insanlara her zaman hayran olmuşumdur hele deney sonuçlarını olduğu gibi kabul edip eyvallah diyenlere daha bir ayrı gözle bakarım.
"ÇOK YÜZLÜ SEYİS
siyasetçiye ithafen
Siyaset, seyislik
At terbiyeciliği yani.
Rodeo, vahşi ata binme sanatı.
"Şeytan işidir" derler
İnsandan en iyi O anlar.
Hele toplulukları idare
Bir o yöne bir bu yöne sürme.
Menfaat, çıkar, fayda
Taraftarlık mı yoksa
Takım tutmak mı
Yüzde kaçın ilgisi var.
Kaç senede bir oyun, milyonda bir
Cambaza bak, cambaza
Bir o şapka, bir bu takke
Politikaya gelince, çok yüzlülük.
..."
Bu daha başlangıç. İki paragrafı daha var. Önce nasıl devam edebilir diye tahmin edin ve sonra arayıp bulun
Herkese iyi eğlenceler...
Yazargan' ın deyim kullanımlarına dikkatinizi çekmek isterim. "Tercümesi kolay olsun diye basit/anlaşılır bir dil tercih ettiğini ama şiirin tercümesinin olmayacağını" söyler. Her şiirinin hassas bir noktasına illa en az bir deyim yerleştirerek Türk Dilinin içsel gücünü de gösterir. Buradaki kim bilir neler söylerdi deyimi bir kaç kelimelik basit bir ifade olsada hem felsefî hemde filolojik bir meydan okumadır yani hangi dile tercüme etmeye çalışırsanız çalışın, meallendirirseniz meallendirin asıl anlamı asla ifade edemezsiniz.
Bizce toprak ağaları
MAHARET BİRLEŞTİRMEK
“Geceye”
Geleceği merak eder insan, ne olacak?
Cem'in camı efsanelerde
Üzerine ne kadar yazıldıysa da!
Anlatıldığına göre
Camdan bir küre geleceği gösteren
Televizyon ondan mı ilham alındı acaba?
Büyük Kral Süleyman zamanı
Maharetli bir vezir,
Belkıs’ın tahtını getirebileceğini
Haber verir
Göz açıp kapayıncaya kadar...
Meryem’in oğlunun
Babasız doğması.
Yine Süleyman zamanı bir kuyu
Halka sihir öğreten melekler
Ama şartları var.
Hepsi geçmişten haber
Geleceğe dair. Çoğu oldu
Ya olmayanlar?
En merak ettiğim, adâletin te'sisi:
Bunca karmaşa varken;
Kavimler, inançlar, kültürler, diller
Daha neler ve neler
Hepsinin üstüne ne ile çıkılacak?
Hepsinden daha üstün, daha yüce bir bilgi
Belki. Yeni Varlık nasıl kurulacak?
Aslanla ceylanı kucağında barındıran
Veli
Kurtla kuzuyu birlikte güden.
Yani zıtları, zıtlıkları mezceden
Kavga ettirmeden, boğuşturmadan
Şimdi olmadığına göre
Gelecekte olmalı.
Bu günkü kelimem “gece” idi
Her gün yaşadığımız
Sessiz olması daha hoşuma giden
Karanlığından öte.
Bir Mezopotamya atasözü
Kaç bin yıllık kim bilir
Derki:
“Soğuk bir kalp pırlanta değerindedir
Sıcak kalp ise hastalıklarla dolu.”
Gece, kurt, hastalık, gelecek
Sıra şimdi birleştirmede
Ama gecenin etrafında dönecek bu defa
Hepsi
Mahâret bir birine bağlamada;
Gece, diyelim şimdi
Kurt, diyelim kötülük
Hastalık zaten belli
Gelecekte bunlar olmamalı
Kabulleniyorum, kabul ediyorum yani
Şimdi gelecekten çok geri.
Ben bıraktım, sizde bırakın
Hayat, yaşamak için daha güzel
Yani kavgasız, belasız
Becerebilirsen tasasız
Eski defterleri, günleri, geçmişi
Deşeleyip durmanın anlamı yok
Ders almıyorsak
Ders aldıysak tamam, yeter
İleriye, ilerlemeye, birlikte el ele
Ayrımsız, farksız, bensiz, sensiz birlik.
18.04.2011
TOKAT
BAĞIRIR BAĞIRIR SUSAR SUSMAZSA DA KENDİ BİLİR
Bilun KILIÇ
17.02.2024
Dedem bilge adamdı. Bir kaç dili hem okur hemde yazardı. Kapısı hiçbir zaman kilitli değildi. Herkes babasının evine girer gibi gece gündüz girip çıkardı. Türkiye nin her yerinden misafirleri gelir mutfak masasının üstü sürekli yiyecek dolu olur ocakta sürekli bir şeyler pişerdi. Kendi elleriyle yaptığı ahşaptan bir sandık vardı. Odasında yatağının bitişiğinde duran sandığı ara ara açıp içindekileri karıştırır defterine bir şeyler yazıp yerine geri koyardı. Şakacı bir insandı ama asla alay etmez konuşurken insanın gözünün taa derinlerine bakardı. Ne sorarsan cevaplar illa bir şeyler söyler ama iyi bilmediği konularda "bunu iyi bilmiyorum ama" derdi. Kimseyi eliboş çevirmezdi. Kadın, erkek, çocuk, akıllı, deli, yerli, yabancı herkese söyleyecek bir şeyleri vardı.
Şimdilerde yeryüzünü kaplayan bir İtiş kakıştır gidiyor ya şucu bucu insanların senlik benlik davaları... Umurunda bile olmazdı.
Yaklaşma Yezidin yanına
Kokusu siner canına.
Bağırtı, böğürtü, çığırtı, inim inim inletmeler bizim köye de musallat olduğunda Erkan hoca bir grup arkadaşıyla gelip ziyaretçi olmuştu. Aynı dedem gibi güleryüzlü bir insandı hatta annem "bu bizden, sürekli gülümsüyor" demişti hiç unutmam Mahkelik olduk devletle. Kaymakam -sonradan FETÖCÜ olduğu ortaya çıkıp cezaevine gönderildi, "siz Müslüman değil misiniz, ezana neden karşı çıkıyorsunuz" dediğinde "500 senelik Alevi Ocağı olan bu köyde şimdiye kadar hiç kimse ezan okumadı. İhtiyacımız yok bizim" demiştik. Adam (kaymakam) bizi fethedilmesi gereken, imana gelmesi lâzım gördüğü için, belki de sevâbıyla cennete gideceği zannıyla işi gücü bırakıp ikide bir köye geliyordu. Sonunda türbenin duvarına hoparlörü çaktırdı. Birde hoca getirip burada beş vakit ezan okuyacaksın dedi. O zaman söylemişti dedem "bağırır bağırır susar" lafını. Hoca arabasıyla gelip ezan okuyup gidiyordu. Kimse ne selamını aldı nede selam verdi. Neyse iki üç ay sonra gelmemeye başladı. Köyün gençleri de hoparlörü söküp attılar.
Şimdilerde İslam coğrafyası dedikleri yerlerin baştan aşağı her yerinde bir yangın bir kasırga bir bitmez savaş hâli yine bağırıp duruyorlar.
Kendileri bilir.
SEN DE BİLİRSİN
"Tekeli'ye İthafen"
Yeni bir sabah
Aynada gözünün içine dikkatlice bak
Okyanusları, evrenin diğer ucundakileri,
Hücrelerindeki ışığı
Görürsün.
Bir gösteri bir film gibi ama sessiz...
GEÇEBİLİRİZ (YOLCULUKII)
“Ortak bilince”
Dünya denen araçla bir yolculuktayız
Gündüz, gece. Binlerce yıldan beri.
Ortak bilince ulaşırsa insanlık
Sarsılmadan, çarpmadan sağa sola
Başka gezegenlere veya
Yoğun enerji kütlelerine
Geçivereceğiz ince delikten
Yarasız, beresiz.
İşte sana kayıp kitap.
ZIRILTI
“Zırıltıya”
Dert yanıp duran adam durmadan
Şükredemez bir türlü
İsteği bitmez, hep dertli
Zırla ha zırla
Tırmala kulakları.
BİLGE İLE CAHİL
"Gözyaşına"
Baldıran zehiri, arkadaşlarının arasında
Bir kupa içti. Yığıldı oraya
Suçu: İnsanları konuşturmak
"İçinizdedir doğrular" diyordu
Af dilemedi, başka yere gitmedi
Terk etmedi, ölümü tercih etti
Sokrates oldu.
BEKTAŞİ BABA VE SİNYAL
"ilhama"
Tül perdenin üstünde, uğur böceği
Kanatlarında siyah noktalar
Rengi turuncu, mercimek kadar
Hareket ediyor, canlı
Onu gördüğümü fark etti mi?
Varlığımdan haberi var mı?
Balkona çıkarken rastladım
Bir an farkına vardım.
ALAMUT’TA BİR GECE
“Kaynağa”
Hoş geldiniz Beyler!
Bu kandillerle ışıl ışıl salon sizin
Pencerelerinden dağ başları görülen
Ve su kanallarıyla süslü
Gül bahçeleri
İpekli giysiler renkli ve parlak
Şerbet, güzel kokular
Kırmızı yanaklar, esintiler
Hepsi sizin.
ASAF
“Farka”
O gün bende oradaydım
Süleyman’ın sarayında
Karışmıştım kalabalığa
İzliyordum olup bitenleri
Bilemezdim ki
Bu kadar meşhur olacağını
Büyücüler, tılsımcılar, kahinler
Vardı o zamanlarda
Sopadan yılan yapan
Soğan kabuğu dumanından
Güvercin, beyaz güvercin uçuran
Karman çormandı her şey
Konuşmalar anlaşılmaz
İstekler bilinmez
İşaretleydi her şey
Açlığı gidermek tek dertti
Bir de susuzluk
Âsâf, kısa boylu adam
Sarı işlemeli atkısı sırtından
Önüne doğru uzanan
Etekleri yerde, başında yine sarıdan
Bir tuhaf başlık taşıyan
Güler yüzlü adam
Hikmet Damlaları kitabından
Kafkavâri Varlık ile Gerçek Farkı
SPACEMAN: Kontrol Altına Alınmış Saf Aklın Alegorik Esrarengiz Figürü
Burcu Meltem TOHUM
3 Mart 2024
Johan Renck’in kendi sanatsal ve yaratımsal aurasından ilham alarak yönetmiş olduğu Spaceman (2024), yalnızlık için yazılmış sonlu bir şiir havasını taşıyor. Bir astrofizikçiyi canlandıran Adam Sandler (Jakub Prochazka) tam anlamıyla gerçekçi ve sembolik olanın, tanınabilir ve gizemli olan ile yerlerini değiştiriyor. Kendini evinde hissetmek üzere kurulmuş olan kendi anı dünyasına istemeden son derece sadık kalan Jakub, özünde anlaşılmaz olanla değil hepimize tanıdık gelen bir yalnızlığın pençesi ile tanışıyor. Anıların hayal dünyasına evrilmesi ve gerçeklik ile olan bağların zedelenerek yeni bir gerçeklik alanı yaratıyor olması Spaceman’e özünde sahte bilimsel bir tonalite özelliği yüklüyor. 74. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde yarışma dışı kategoride gösterilmiş olan film Jaroslav Kalfar’ın Spaceman of Bohemia (2017) adlı kitabından esinlenilmiş, senaryo koltuğunda ise Colby Day oturmakta.
Uzay Tozuna Karışmış Duygusal Travmaların Tadı
Tuhaf, alışılmamış ve kayıp bir atmosferin içine hapsolmuş bir varlık olarak zihnini ayık tutmaya çalışan Jakub, bu anlamda günümüzün modern yalnızlık fantezisine de hafifçe dokunuyor. O ve Hanuš,(Paul Dano – seslendirme) kaybedilmiş benliğin ufkunu büyük küreklerle kazmaya çalışırken filmin atmosferik dili görsel kompozisyonun tekinsiz bir hava solumasına izin veriyor. Geminin atmosferinde nesnelerin birbiri ile anlamsız bir şekilde iletişim halinde olması, birbirlerine değip yer değiştirmeleri dahi Jakub’un yalnızlığını dindirmek için tadabildiği bir olasılık değilken bireyin karanlık yalnız tarafı filmde en gerilim yaratabilen güç olarak karşımıza çıkıyor. Alışılmışın dışında ve aynı zamanda mizahi yanı da yüksek olan bir anlatı sunan Spaceman,tıpkı Jakub’un Hanuš’a ikram ettiği büyük boy nutella kavanozunun saldığı hissiyat gibi izleyicinin göz kapaklarında davetsiz bir tat bırakıyor.
Kapitalizmin Havarileri
Varoluşsal enerji Jakub’un anılarının başlangıç noktasından akıcı bir şekilde Hanuš’un kaçınılmaz rotasına girdiğinde artık hepimiz Jakub’un her anlamda parçalara ayrılmasına hazır halde bekleyebiliriz: Kaçınılmaz bir arayış olan bu patlamanın niteliksel temsili kişiselleşmiş korkunun gerçekliğini dondurup onu lime lime ediyor. Şiirsel çağrışım etkisi yaratan yalnızlığın filmde tematik ve görsel olarak kullanımı bilinmeyene, anlaşılmaz olana daha etkin bir şekildedokunuyor. Spaceman’in Kafkavari bir yaklaşıma da sahip olması kompozisyonun yalnızlık temasını daha da güçlendiriyor ve serbest çağrışıma yakılan yeşil ışığı söndürüyor. Başlangıç noktası bulanık olan Jakub’un uzay gemisindeki Hanuš ile olan deneysel eğilimdeki gerçeklik atmosferinde başlangıç ve bitiş çizgisi aynı noktayı temsil eder vaziyette konumlandırılıyor.Özellikle Hanuš’un baş aşağı duran hayata bakış merkezi Jakub’un onun ağlarına kapılmasında etkin bir güç görevi görüyor. Bu şekilde kapana kısılmış bir dünya modellemesi birçok kez mutasyona uğrama tehlikesi geçirerek Sisyphos tarzında kendi kendisini takip ediyor.
Varlığın Rahimdeki İstemsiz Kökeni Hayalet Bir Varlığı Temsil Eder
Jakub’un içerisine uyandığı gemiyi bir nevi rahim sembolü olarak görmek onun henüz işlenmemiş olan ve daha önce üzerine kazınmış olan kimliği ile mücadelesini ortaya rahatlıkla koymaktadır. Dışarıdan arınmış, tonları mekanik olana hapsolmuş, ebedi yaşam garantili, kendi içerisine sıkışmış olan içsel dünya modellemesi filmde mekân olarak oldukça karakterli bir duruş sergiliyor. Aynı mekânın içerisinde defalarca kez kaybolup tekrar tekrar bulunmuş benliğin anatomisi ise suyu sıkılmış portakalın posasını andırıyor. Herkesi bir nevi muhtemel savaş suçlusuna dönüştüren kimliğin kaybı bir noktadan sonra içsel olanı kaybetme savaşına evrilirken Jakub dünyanın atmosferi tarafından ele geçirilmiş oluyor. Onun anılarından kalan parçacıklar ise savaşın göz yaşları olarak ekrana yansıyıp duruyor.
Filmdeki anlatımı spontane hale çeviren her ne kadar Jakub’un baskın anıları olsa da her zaman alıştığımız mekândan bedenlerimizi ayrı tuttuğumuzda hiç kimse olmamanın vermiş olduğu ağırlık, anıları kuleden sarkan ipler niteliğinde kullanıma açıyor. Birini soyutlama eylemi bağlamında güçlü bir yanı olan Lenka (Carey Mulligan), Jakub’un varoluşsallığını ince bir çizgide oynatan önemli bir etmen olarak kendini var ediyor. Bir anlamda psikoterapist rolü üstlenen Hanuš’un Jakub’un varlığına koşut yanı, ton değişimi olmaksızın bireyin kendisini çözümleme hali, aile bağları, kimlik sorunsalı ve kapalı alanda yalnızlık çekme buhranı Spaceman’in temel olarak yansıtmış olduğu başlıklar diyebiliriz.
Bir Hayaletin Rüyası
Dünyanın alışılmış düzeninden kopmuş olmak ve daha uzun bir süre yerkürenin atmosferinden uzak olacağını bilme duygusunun yaratmış olduğu buhran karmaşası Spaceman’in direksiyonuna aldığı önemli bir güç. Öte yandan tanıklık ettiğimiz görsel düzlemdeki akışın içine davet edilenlerin halüsinasyon olup olmadığına dair de belli bir noktaya kadar değerlendirme yapmak mümkün olmayabiliyor. Jakub’un gerçeklik ile bağlantı noktası Lenka ve Hanuš dışında Tuma (Isabella Rossellini) ve Peter (Kunal Nayyar) aracılığıyla gerçek kılınabiliyor. Kendi mekânının kaçağı şeklinde çizilen Jakub’un kimlik yapısı filmin en başından itibaren kopmuş olduğu için anlatının öncesine dair sadece birtakım temel tahminler yürütmek mümkün gözüküyor. Mevcut anlaşmayı kendi kendine bozan Jakub’un mekikte günlük yaşamı bireyin temel trajedilerine odaklanarak fütürist diliyle mekanik bir görsel ritüel yakalıyor.
Kafaları karıştıran kısım hiç kuşkusuz ki romanın sahibi Alasdair Gray’in, uyarlayan Tony McNamara’nın ve ustalık mertebesine her filmiyle daha da yaklaşan Yorgos Lanthimos’un cinsiyet kimliği. Neticede Bella’nın esiri olduğu fanteziler yine erkeklerin ellerinden çıkma. Ama varlığının sınırları zorlayan, düpedüz korku salan tarafı da bu sayede oluşuyor diye düşünüyorum. Erkekler tarafından kurulmuş bir dünyayı yıkmak için önce o fantezileri delik deşik etmek gerekiyor her şeyden evvel. Bütün mizansenleri, seti, kostümü, müziği, Emma Stone’undan Mark Ruffalo’suna barındırdığı kusursuz performansları, sınırsız ve alternatif bakış açısıyla sinemaya duyulan heyecanı kullanmak, seyircisine gardını düşürmek ve sonrasında da etli cümlesini orta yere bırakmak Lanthimos’un en iyi bildiği iş. Poor Things de tezatlarının bağrında onların iyiliği için dönmediği her hâlinden belli bir dünyanın kadınlarına, erkek eliyle de olsa alan açıyor.
Üç Cisim Problemi İncelemesi
Ahmet Boyraz
26 Mart 2024
3 Cisim Problemi’nde olaylar bir grup bilim insanının etrafında şekilleniyor. Ama gelin önce olayların başlangıcına gidelim. Tıpkı kitabında olduğu gibi dizi de etkili bir şekilde başlıyor. Hem dizinin hem de kitabın ana karakterlerinden biri olan Ye Wenjie’nin babası isyancılar tarafından halka açık bir şekilde dövülerek öldürülür. Bu olay daha sonra gelişecek her şeyin bir tohumu gibi adeta çünkü Ye Zhetai’nin öldürülmesi ile başlayan hikâye, Ye Wenjie’nin içinde büyüttüğü intikam ateşi ile daha da harlanacaktır.
Tıpkı annesi gibi kendisine de boyun eğmesi için fırsatlar sunan isyancı gençliğe istediklerini vermeyen Wenjie, aile geçmişi nedeniyle askeri bir merkeze gönderilir. Bu askeri alan çeşitli silah araştırmaları ve geliştirmeleri üzerinde odaklandığını söylese de kahramanımız çok geçmeden gerçeklerin farkına varır. Merkezdeki devasa çanak antenin gönderdiği sinyallerin aslında bir iletişim kurmak için kullanıldığını öğrenen Je Wenjie zamanla üzerindeki dikkatlerin dağılmasını sağlar. Bunu da gönderilen mesajın zayıflığını tespit etmesiyle ve Güneş’i bir yansıtıcı olarak kullanmaları gerektiğini söylemesiyle başarır.
Uzay Yarışının Karanlık Yüzü: İlk Temas
Dünya ülkelerinin uzay alanındaki yarışlarını arka planda işleyen yapım, yetkililerin bilinçsiz bir şekilde ne kadar ileri gidebileceğini de yüzümüze çarpıyor. Bunu ilerleyen bölümlerde daha net bir şekilde görmek mümkün. Çin’in ilk temas arayışında önemli bir rol oynayan Ye Wenjie yıllar sonra gelen, “Mesajınızı aldık. Ama sakın cevap vermeyin. Cevap verirseniz oraya geliriz,” uyarısını dikkate almayarak, “Gelin. Biz kendimizi kurtaramayız,” yanıtıyla kaosun fitilini ateşler.
Aslında bu kısımlar dizinin ikinci bölümüne kadar sürse de dizi iki farklı zaman çizgisinde ilerliyor. Biri Ye Wenji’nin gençlik yıllarına ve aldığı önemli kararlara odaklanırken diğeri günümüze ve alınan kararların sonuçlarına değiniyor. Günümüz çizgisinde ise hikâye kitaptan farklı olarak İngiltere’de geçmekte. Bilimin çeşitli alanlarında adını duyuran bir arkadaş grubu, Vera Ye’nin intihar etmesi sonucu birbirlerine daha çok yaklaşırlar. Elbette Vera Ye’nin intiharı sıradan bir olay değildir. Vera gibi daha onlarca bilim insanının intihar etmesi ya da öldürülmesi yetkililerin dikkatini çeker. Bu noktada 3 Cisim Problemi’nin polisiye dahil birçok farklı temayı başarılı bir şekilde işlediğini reddedemeyiz.
İki tarihte geçen yapım, bunu hakkıyla yapmayı biliyor. Dizinin başarılı olduğu alanlar bununla da kalmıyor. Yazar Cixin Liu’nun ne kadar iyi bir araştırmacı olduğunu ve bunları bilimkurguyla harika bir şekilde uyarlamasını tüm bölümlerde görebiliriz. Bu noktada hayati diyebileceğimiz ve hikâyenin can alıcı kısımları kitabına sadık kalarak ekrana getirilmiş. Böylece kitap ve dizi arasındaki karakter ismi, eklenen ya da çıkarılan karakterler ve olaylar sıralaması gibi ufak farklılıklar da haliyle önemsizleşmiş.
Sanal Gerçeklikten Öte Gezegenlere
Vera Ye’nin intiharı sonucu taziyeye giden Jin Cheng arkadaşının ölmeden önce bir başlık sayesinde video oyunu oynadığını öğrenir. Başlığı alır ve evinde denemeye karar verir. Anlatının en albenili yerlerinden biri olan sanal gerçeklik oyununun devreye girmesiyle dizimiz çok daha ilginç bir hale gelir. Hem kitaba ismini veren hem de olayların temeli olan bu kısımda 3 Cisim Problemi kavramını yavaş yavaş tanıyor ve öğreniyoruz. Dizi bu dakikaya kadar bilimkurgu görselliği açısından pek bir şey vermese de bundan sonra ortaya koyduğu efekt performansıyla takdiri hak ediyor.
3 Cisim Problemi, kurgu anlamında da sınıfı geçti diyebiliriz. İlk dört bölüm olaylar hızlı gelişse de aksiyon, gizem ve gerilim unsurlarının zamanlaması bunun önüne geçiyor. Ayrıca kalan dört bölümün ayakları yere daha bir sağlam basıyor.
Yönetmen ve senarist çokluğunun bu konudaki etkisi bir gerçek ama büyük resme baktığımızda kullanılan renklerin birbiriyle uyumu oldukça başarılı. Ek olarak dizinin bilimsel yönünün basit açıklamaları da kurgunun akışına ve hikâyenin anlaşılmasına katkı veriyor.
“Game of Thrones” Rüzgârları
Oyuncu kadrosunda Liam Cunningham, Benedict Wong, Eiza Gonzalez, Jonathan Pryce, Thomas Wade ve John Bradley’nin olduğu dizide dikkat çeken şey Game of Thrones dizisinden üç önemli oyuncunun (Cunningham, Seaworth ve Wade) da bu yapımda beraber olması. Dizinin yaratıcılarından David Benioff ve D.B. Weiss’ın oyuncu seçimlerindeki etkisi ne kadar bilinmez ama akıllara ateş olmayan yerden duman çıkmaz sözünü getiriyor.
Oyunculuklar genel anlamda iyi olsa da ön plana çıkan bir isim var ki dizinin tüm dram yükünü tek başına sırtlıyor: Will Downing karakterini canlandıran Alex Sharp. Oyunculuk kariyeri pek uzun soluklu olmasa da Sharp rolüne çok iyi bürünerek gelecek çalışmalarında adından söz ettirecek bir potansiyeli olduğunu gösteriyor.
Bilimkurgu, Polisiye, Aksiyon ve Gerilim Dolu Bir Macera
İlk temas konusunun zekice işlendiği dizide Jin ve Jack, üç güneşli bir gezegende hayatta kalmaya çalışan topluluğu kurtarmaya çalışırken ve oyunun seviyelerini bir bir aşarken problemin çözülemez olduğunu öğrenir. Çözümün de gezegeni değil halkı kurtarmak olduğunu çok geç olmadan anlarlar; öyleyse çözüm, Tri San halkını yaşanabilir bir gezegene transfer etmek. Ve bu gezegen de Dünya olmalı. Dizinin kalan geri bölümlerinde Tri San ve Dünya yetkililerinin karşılıklı hamleleriyle geçerken tempo hiç düşmüyor. Gereksiz sahneler ve dram ve psikolojik unsurlar en düşük seviyesinde. Bilimkurgu, aksiyon, gizem ve gerilim unsurlarının eşit bir şekilde kurgulandığını söylemek de mümkün.
Toparlayacak olursak; kitabına ne kadar sadık kalınabiliyorsa o kadar sadık kalan, ekrana ne kadar yansıtılabiliyorsa o kadar yansıtılabilen, temposu yüksek, gerilimi ve gizemi yeterli, bilimkurgu yönü oldukça kuvvetli olan 3 Cisim Problemi dizisi, izlenilesi bir yapım. Kitap serisini okuyanları tatmin edebilecek, seriyi okumayanları ise mest etme olasılığı yüksek olan yapım, Tri Sanlıları 3 güneşli kaostan kurtarırken bir yandan da şunu soruyor; peki insanlık kendi kaosundan kurtulabilecek mi?
3 Cisim Problemi: Biz mi kendimizi yok edelim, dünya dışı varlıklar mı?
Vildan Çetin
3 Temmuz 2023
Çinli yazar Cixin Liu’nun Dünyanın Geçmişi Üçlemesi’nin 2015 yılı Hugo ödülü sahibi ilk romanı Üç Cisim Problemi ismini henüz çözümü bulunmamış bir matematik probleminden alıyor. Kitap aynı zamanda: 2017 En iyi yabancı bilimkurgu kitabı için Kurd-Laßwitz-Preis, 2017 En iyi yabancı roman için Premio Ignotus Ödüllerine de sahip. Cixin Liu Dünyanın Geçmişi Üçlemesi’ni; Karanlık Orman (Fermi Paradoksu)* ve Ölüm’ün Sonu romanları ile tamamladı.
Dijital yayın platformu Netflix tarafından yayın hakları satın alınan ve Game Of Thrones’un yaratıcıları David Benioff ve D.B. Weiss’le birlikte senarist Alexander Woo tarafından hazırlanan fragmanı bir süre önce yayınlanan kitabı anlatmaya başlamadan önce Üç Cisim Problemi nedir onu açıklayalım. Dünya, güneş ve ay arasındaki etkileşim örneğinde olduğu gibi, yerçekimi kaynağına sahip üç gezegen, üç yıldız veya üç uydu kombinasyonun dış kuvvetlerin mevcut olmadığı kapalı bir sistemdeki konum ve momentum değerlerini verecek bir çözüme ulaşmanın çözülemeyen matematiğinin adıdır Üç Cisim Problemi. Varsayımının geçerli olduğu gösterilse de matematik aleminin dahi beyinlerince çözümü hâlâ bulunamamış, gizemini koruyan pek çok problemden biridir.
İnsan ırkının canavar ve şeytanları: Hep değişir
Çin’de yaşanan kültür devrimi sırasında, ülkenin büyük bir kısmı hareketi destekleyici olsa da ‘canavarlar ve şeytanlar’ olarak anılan ve yok edilmesi şart görülen karşı devrim düşmanlarının yanında, tutucu bir duruş sergileyen 1700’den fazla akademisyen de dövülerek öldürülmüştür. Bu sondan kurtulmak isteyen çok sayıda akademisyen intihar etmiştir. Olaylardan sağ çıkmayı başaranlar ise uyum göstermek adına ya sessizleşmiş ya da suçlu olduklarına inandırılarak, devrime zarar verdikleri inancıyla etkisiz hale getirilmiştir. Kızıl Muhafızlar tüm bu akademisyen grubu içinde ünlü bir fizik profesörü olan Ye Zhetai’ye kendini ifade etme hakkı tanısa da kızı Ye Wenjie’nin de olduğu bir oturumda, devrime destek veren karısı Shao Lin’in yaptığı suçlayıcı konuşmadan sonra, 4 kadın Kızıl Muhafız tarafından acımasızca öldürülür.
Astrofizik alanında yüksek lisans yapan Ye Wenjie, bu olaydan sonra artık devrime ihanet eden bir babanın kızı olarak mimlenmiştir. Babasını kaybeden ve uzak bir bölgedeki İnşa Kolordusu’na sürülen Ye Wenjie burada kendisine hediye edilen ‘Rachel Carson’ın Sessiz Bahar isimli kitabından ve okuduğu bir bölümden çok etkilenir. İnsanlık ve kötülük arasındaki ilişkiyi okyanus üstünde yüzen buzdağına benzeten bu bölümün sonunda: Ahlaki bir uyanış için insan ırkının dışında bir kuvvet gerekir, yazmaktadır. İşte bu cümle kitabın ilerleyen bölümlerinin şekillenmesini de sağlayacaktır. Ye Wenjie’nin kitabı edinme süreci konusunda uğradığı haksızlıklar da eklenince insan ırkına nefreti artmıştır. Hapishaneye düşme tehlikesi yaşarken yetenekleri sayesinde Lei Zhicheng isimli siyasal komiserin isteği ile Çanak Tepesi’nde kurulu gizli bir askeri üstte çalışmaya başlar. Kızıl Sahil Üssü adı verilen bu yer, dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak amacıyla uzaya frekanslar göndermektedir.
Kitabın bir diğer ana kahramanı ise Sinotron II isimli yüksek enerjili parçacık hızlandırıcı/nanomateryal projesinin de sahibi Prof Wang Miao’dur. İçlerinde yakın arkadaşlarının da bulunduğu Bilimin Sınırları yapılanması örgütü üyelerinin art arda intiharının ardından kötü ruhlu bir polis olan Da Shi tarafından sorguya çekilir. İntiharlarının esas nedeninin zihnini meşgul ettiği sıralarda, ilginç tesadüflerle Lecia markalı fotoğraf makinasının bir geri sayım aleti gibi çalıştığını fark eder. Bu konuda danışmaya gittiği profesör arkadaşını özel V kostüm ve bir başlıkla oyun oynarken görür. İnternet adres çubuğunda www.3cisim.net yazmaktadır. Geri sayımı durduramayan Wang, entelektüeller için hazırlanan ve çok merak ettiği oyuna girer.
Güneş öldürür, su Yaşatır: Ama nereye kadar?
Wang oyuna girdiğinde karşısına Trislaris isminde yepyeni bir gezegen çıkar. 3 Cisim oyun evreninde, dengeli çağ dışındaki tüm zamanlara kaos çağı adı verilmektedir. Kaos çağında güneş her zaman doğmaz. Aşırı sıcaklıktan dolayı ölmemek için insanlar kendilerini kurutarak denge çağı gelene dek özel depolarda beklerler. Daha sonra sulanarak tekrar canlanırlar. Denge çağının ne kadar süreceği ise kimse tarafından bilinmemektedir. Uçan yıldızların sayısına ve havadaki hareketlerine bakarak hangi çağın geldiğini tahmin etmeye çalışırlar. Oyunun da amacı budur: Güneşin hareketindeki düzeni anlamak. Çünkü insanlığın geleceği buna bağlıdır. Kaos çağında herkes kurutularak unutulduğundan Kral Wen yeraltına inerek dünyaya göz kulak olur.
Wang, gizemli Trislaris gezegeninde geçen Üç Cisim oyunundan çok etkilenmiştir. Kozmik mikro dalga arka plan ışıması ekseninde geri sayım ile ilgili araştırmalarına, bir süre önce intihar eden Sicim Kuramı Teorisyeni Yang Dong’un annesi Ye Wenjie’yi ziyaret ederek devam eder. Bu vesile ile Ye Wenjie’nin yaklaşık 20 yıl boyunca, evrenin gizli köşelerinden gelebilecek mesajları inceleyen Kızıl Sahil Üssü’nde çalıştığını öğrenir. Burada geri sayımın tüm evreni kapsadığı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalır. İşin kötü tarafı: Oyunda Trislaris olarak geçen gezegen gerçekte de vardır ve adı Trisolaris’tir. Gezegene bağlı üç güneşin hareket modeli çözülemediğinden, üç cisim probleminin de bir çözümü olmadığını anlamışlardır ve gezegenleri yok olmak üzeredir. Yevgeni Zamyatin’in Biz adlı romanında değindiği entropi kavramından ilhamla üç cisim bir kaos sistemi olarak tanımlanır. Düzensizlikler gitgide güçlenmektedir. Bu da başa dönmek yani sonsuz yıkım anlamına gelmektedir.
Oyununu bitiren Wang’in karşısına, ürkütücü bir metin metin çıkar. Trisolaris’ten kalkan filo yeni dünyalar keşfetmek amacıyla dünyaya doğru uçuşuna geçmiştir. Oyuncular, Dünya-Trisolaris Organizasyonu’na (DTO) katılmaya davet edilmektedir. Bu çağrıyı Wang ile birlikte çok sayıda entelektüel de ciddiye almıştır. Oluşan topluluğun başında dünyanın en zengin adamlarından birinin oğlu, eski doğa sevdalısı ve yeni insan ırkı düşmanı Mike Evans vardır. Fahri kumandanı ise, Trisolaris’ten gelen mesajı tüm karşı uyarılara rağmen cevaplayan Ye Wenjie
Sonsuza dek hayatta kalmak
Kitap geri dönüşlerle olayı anlatırken, sonlara doğru açılımını daha net anladığımız Dünya-Trisolaris Organizasyonu (DTO) büyümeye devam eder. Büyüme esnasında ise kendi içinde gruplaşmalar oluşur. Trisolaris dinine inanan; Kefaretçiler. Trisolaris’in dünyayı tamamen değiştireceğine inanan Adventistler ve çok insan kaybedilse de hiç olmazsa torunlarının torunlarının yaşamlarını sürdüreceğine inanan alt sınıf mensubu Hayatta Kalanlar. Kitapta kısa değinilse de Dünya-Trisolaris Organizasyonunda (DTO) olduğu gibi Trisolaris gezegeninde de dünyadaki uygarlığa hayranlık besleyen bir grup insan vardır. Onlar da aynı şekilde, kendi ırklarından nefret etmektedirler. Trisolaris’in yok olmasının suçunu kendi ırklarında bulmaktadırlar. Dünyadakileri manevi liderleri seçmişlerdir. Dünya dinine inanırlar. Kurtarıcı olarak görürler. Trisolaris’in teknolojik anlamda çok ileride olduğu için üstünlük sağlayarak Dünya gezegenindeki insanların üremelerine engel olacağını ve soylarını tüketeceğini bilen bir başka grup ise, filonun uçuşuna engel olmak istemektedir. Trisolaris’in yöneticileri, asi olarak niteledikleri bu insanları zorbalıkla durdurmaktan çekinmez. Her ırk için asıl olan hayatta kalmak ve bunu sonsuza dek sürdürmektir. İnsan ırkının yok edilmesine yönelik planlarını gerçekleştirmelerine engel olacak tek şey ise, Trisolaris filosunun dünyaya ulaşması için geçecek sürede, dünyanın teknolojik olarak üstünlük sağlamasıdır. Böylece, gerçek amaçlarını anladıkları anda Trisolarislileri tamamen yok edebilecek güce sahip olacaktırlar. Bu amaçla filodan önce dünyaya, yüksek teknolojiye sahip 2 proton gönderirler. Amaç, dünyanın teknolojik gelişimini durdurmaktır. Dünya-Trisolaris Organizasyonu (DTO) ilk başlarda ciddi bir tehlike olarak görülmese de karşılıklı mesajların gerçek olduğunun anlaşılmasından sonra dünya devletleri bir araya gelir. Bir masaya oturarak istilayı nasıl durduracaklarını tartışmaya başlarlar. Dünya ciddi bir yok oluş tehdidi altındadır. Çünkü Trisolarisliler insan ırkını ‘böcek’ olarak görmektedir.
Edebiyatın öngördüğü gelecek: Hep gelecek!
Kitapta beni etkileyen bölümlerden biri de dünyadan gelen sinyalleri ilk alan Trisolaris’teki İstasyon 1379’un dinleyicisinin gönderdiği mesajdı. Mesajın başında 3 kez: Cevap vermeyin! Cevap vermeyin!! Cevap vermeyin!!! yazıyor ve metnin devamında tehlikeli bir uygarlıkla karşı karşıya olduğumuz uyarısı yapılıyordu. Bu yanıt, Stephen Hawking’in dünya dışı medeniyetler hakkındaki çarpıcı uyarısını aklıma getirdi. Hawking, 2015 yılında katıldığı bir etkinlikte dinleme yoluyla uzayda yaşamı bulma çabalarını desteklediğini söylemesine karşın, uzaylıların arkadaş canlısı olmayabileceklerini belirterek, bu tarz işaretlerle insanlığın evrendeki konumunun ve yaşantısının belli edilmesine kesinlikle karşı çıkmış ve "Tarihe bakarsanız, insanlar ve daha az zeki organizmalar arasındaki iletişim, onlar açısından genellikle felaketle sonuçlanmıştır. Gelişmiş teknolojilere sahip medeniyetler ile ilkel teknolojilere sahip olanlar arasındaki karşılaşmalar, daha az gelişmişler için hep kötü gitmiştir" demişti. Hawking’e göre uzaylılar bizden çok daha güçlü olabilir ve 'bizi, bakterileri gördüğümüzden çok daha değersiz görebilirlerdi'
Kitapta da anlatıldığı üzere yok oluşa uzanan bir felaket yaşama ihtimalimiz büyük olsa da insan ırkının dünya dışı varlıklarla temas tutkusu son bulmayacak gibi. Mayıs 2022 tarihli Sputnik Haber portalındaki habere göre: Bilim insanları, Stephen Hawking'in uyarısını yok sayarak akıllı bir uzaylı uygarlığı tarafından alınacağını ve anlaşılacağını umdukları, Dünya'nın konumu ve insana dair birçok bilgiyi içeren radyo mesajı tasarladı. Mesajın, Çin'deki Küresel Radyo Teleskobu ve ABD'deki SETI Enstitüsü'nün Allen Teleskop Dizisi'nden gönderilmesi planlanıyor. Öte yandan içinizden, insan ırkının kendini yok etmesi için başka varlıklara ihtiyacı yok diye düşünüyor da olabilirsiniz. Haydi bu fikir de başka bir kitap yazısının konusu olsun. Çünkü yüzyıllar geçtikçe insan ırkı ne yaşarsa yaşasın, Edebiyatın Öngördüğü Gelecek: Hep Gelecek!
BENZERİ YAZAR, OZAN VEYA ŞAİRLERDEN FARKI
Zeren Gökay ZANBAK
18. Mayıs 2014 Cumartesi
Yazar, ozan veya şair denilince zihnimizde canlanan anlam dünyasının biraz kıyısında birazda dışındadır. Örneğin "Haviyer dostum, sen beni tanımazsın" diye başlayıp tanımadığınız bir İspanyol' a şiir yazan başka örnek göremezsiniz. Bu bakımdan aşkındır. Herkesin bir şekilde tanıdığı popüler Hong Konglu Çinli onun şiirlerinde "bizim Zeki" olur. İçselleştirmelerini veya dışa vurumlarını endisesiz yapar. Hissettiği gibi aktarır. Duyumsarken çevresinde olup bitenleri kendi prizmasından ustalıkla geçirir. Sürekli yaratıcı ve zihinleri gıdiklayan bir şeyler ekler. Acının tasvirini yaparken bile mutlaka bir yerlerde çıkış gösterir. Kendi sıyrılıp çıkmalarını kendini öne çıkarmadan ufak gösterişlerle showa dönüştürür. Anladığınızda içinizden bir ses "vay hınzır vay" der. Tadı damağınızda kalır keşke daha uzun olsaydı veya bu şiirin filmi yapılır da dersiniz. Yüzlerce örneği var ama bir kaçını seçip sunmak istiyorum. Başlık ve tadımlık kupleler.
BOGO DİRENİŞ ŞARKISI
Ölürsem vasiyetimdir
Gömmeyin bedenimi
Karımı Çağırın
İster bağırarak ağlasın
İster sevinerek coşsun
Rahat bırakın onu
Nasıl olsa birini bulur
Teselli eder rahatlatır onu
Silahımı ve beremi oğluma verin
Özgür vatanım için savaşsın
BİLGE İLE CAHİL
Baldıran zehiri, arkadaşlarının arasında
Bir kupa içti. Yığıldı oraya
Suçu: İnsanları konuşturmak
"İçinizdedir doğrular" diyordu
Af dilemedi, başka yere gitmedi
Terk etmedi, ölümü tercih etti
Sokrates oldu.
CENNETİN SESİ
Çin atasözü derki:
Müzik cennetin sesi
Şarkı mırıldanmak yemek yaparken
Türkü söylemek kırda gezerken
Uzun hava örneğin avazı çıktığınca
Bağrı yanmış adamın zoruna gitmiş
Ummadığı başına gelmiş
Ağıtlar mersiyeler bin yıllık
...
Guinness’e girmeyi başarırlar
Akademiler onlarla doktora tezi hazırlar.
Şimdi evet şimdi müzik, cennetin sesi.
KATE VE LİSELİ KIZ
William ile Kate bu gün evlendiler
Kaç senedir birlikteydiler zaten
Düğüne karar verdiler.
Beyaz atlı prens, prensesini aldı.
Masallarda anlatılan...
LANKASUKA’ DA İSİMLER
"Kim” kardeş, köyün mucidi
Uçmak için kanat, yüzmek için kurbağa ayağı
Yapan bambudan.
“Lanke Sunk” köyün muhtarı.
“Eden” büyük elçi, aslı suikastçı
İcada gerek yok, kama veya keskin kılıç
Var etmeye değil, yok etmeye zehirli.
“Uzak Doğu Adaları” dolayısıyla tuzlu su
Yine bambudan yollar, evler ve merdivenler
Yarı çıplak, saçları yağlı insanlar
İyi veya kötü, ruhlara inanırlar.
TARLADA ÇOCUK
Agop veya Gregor ilk adı bilinmiyor
Anadolu’da yine kanlı boğuşmalar...
FARS EŞEĞİ
İzin vermediler, yazdırmadılar, bildirmediler
Der Şehriyar
“Oğlum ben senin yazdıklarından
Anlamıyorum.
Büyük şairmişsin ama.”
Ağlayan şair.
Ağlatan molla Erdebili
GEREĞİNCE
“Trier’e”
(44. YILIN İLK ŞİİR
Doğal yaşam örgütlenmeleri lazım şimdi
Gruplar halinde veya ikişer ikişer
Alabildiğine el değmemiş, yeşilin bol olduğu
Yağmuru üzerinde hissedeceğin
Sesini dinleyebileceğin dininceye kadar
Ağaç altına veya bir yamaca kurulu
Üstün başın toz toprak...
SOFİA
Kadının yumurtladığını
Yumurtalarını da annesinden aldığını
Hep onları kullandığını
Gebelikten önce
Spermler akın edince, sadece birine...