DİYALOG MÜZESİ

ŞEYH BEDRETTİN VE SAVAŞ



Şeyh
Bedrettin
“Hakikate"
 
Varidat’ı bilirsiniz
Fusus’a methiye
"Şeytanı kovdum, gelmemecesine."
Şeyhe göre
İlk söyleyen kendisidir
Altı yüz yıl önce.
Siyaset günleri gelip çatınca
Kır sakal
İnce boyun bulur
Urganın ucunda kendini
Bahaneleri:
“Peygamberliğini ilan etmişti.”
Hayır, yalan!
Ben tanırım kendisini
Çocukluğundan asıldığı güne kadar
Hep yanındaydım
Hiç duymadım.
Asmak için, yok etmek için
Önlerinden kaldırmak için
İftira ettiler
O’nun söyledikleri bambaşkaydı
“Din dersi seni Hak’tan uzaklaştırır.”
Cümlesinin başında
Hakk’ı tanımıyorsan vardı
Cennete ve cehenneme dair söyledikleri
Misallerden birer misal
“İnsanoğlu yeniden olamaz topraktan”
Derdi.
Başkasına da inanmazdı.
Cahillerden nefret ederdi.
Okumadığı ilim kalmamıştı.
Her şeyi biliyordu.
Fukahadandı.
Müçtehitti nerdeyse.
Güler yüzlü olmadığı doğruydu
Hatta sinirliydi biraz
Anlayışsızlığa kızardı
Yüzü kızarırdı kızınca, kulağına kadar.
Keşif ehlinin hallerinden haber verirken
Sırtını yaslamıştı duvara
Yüzü odun -meşe odunu yanan
Ocağa dönükken
Düşündü ve buldu
Uzun düşüncelerden sonra.
Semah felsefesine inanırdı
“Bir çıtırtı coşa getirir aşığı”
Kendi sonunu da biliyordu.
En çok çocuklara acıyordu.
Hakkında söylenenlerin çoğu yalan.
İftira yani asmak için
“Yok” etmek, önlerinden kaldırmak için...
Tam gönülden
Bütün benliğiyle inanırdı.
Kendi aklımca
Suret konusunda hata yapmış olsada
Dosdoğru bir adamdı.
Hatası hata bile sayılmaz
O çağda o zekâ ve bilgelik
Bu çağda yaşasaydı
Kim bilir neler söylerdi?
Tokat, 29.10.2011
“Kayıp Kitap” kitabından
V: İçin İçin
 
KENDİNİ ANLAT BANA                  
“Sana”
 
Sabahın altısı. Alarm. Tam zamanı
Yola koyulmalı erkenden. Trafik
Kıyafetini düzelt. İnsana saygı
Sabah tıraşı olunursa kesmeden suratı
Gülebilir, gülüp geçebilirsen
Delirtmek isteyenlere inat
Normalsin dostum.
Dostum diyorum çünkü seni de tanıyorum
Kendini anlat bana
Memleketin, yaşın, mesleğin, cinsiyetin
Eğitimin, sosyal çevren değil
Sorduğum
Kendini anlat bana
Sen kimsin?
Hangi yemekleri istediğin veya hobilerin
Sevdiğin kitaplar veya filmler değil
Merak ettiğim
Geçmişinde neler olduğu
Nelere inandığın, inandığını sandığın
Umurumda değil
Lütfen
Kendini anlat bana
Tokat, 25.11.2011
“Sade Yazılar” kitabından
 
Sunset Limited  
“Samuel’e”
 
Bırak masal anlatmayı
Kandırmayı kendini
Filmin sonunu gördüm,
Kıvranıyor adam içinden, derinlerden
Kendini asmayı denemiş kalorifer borusuna
Onuda becerememiş
O kadar kötü, o kadar beceriksiz ki
Her şey boğup, üstüne üstüne
“Hücum” naraları
“As kendini, bileklerini kes, gazı aç,
Becer işte, yap bir şeyler,
Aklına ne gelirse gebert kendini!”
Kundakta bebek, ana kucağında
Ana yağmur altında, karda
Gelip geçenden dilenir, garda.
Adaletten, mutluluktan bahsedersin
Bırak masal anlatmayı
İnsan denen mahlûk veya varlık
Kendi elleriyle, kendi gözünü nasıl oyar
Nasıl dinamitler, geleceği yok eder
İnançları, iyi niyetleri sömürür
Saflığını alaşağı eder el değmemişliğin?
Öyle bir eller ki sonsuza kalır izi
Yara açar, kanatır durmamacasına
Güçlüyse ezer, güçsüzse bekler güçlenmeyi
Güçlenince dişlerinin dibi doyar kana
Nerde adalet?
Bir yere kadar doğrusun, bir yere kadar
Filmin sonunu iyi takip etmemişsin bence
Sessizliği, kıvranmaları, sıkıntısı beceriksizin
Yanlışı doğru sanmasından bence
İyi niyette diyebilirsin.
Sen kendince, cehenneminden dünyanın
Sıyrılıp çıkmışsın hatta
İyilikler dağıtmaya bile başlamışsın.
Masanın üstünde kalın, kutsal kitap
Sıkıştıkça, bunaldıkça, pes etmeye yaklaştıkça
Kendini onda yıkarsın.
Spinoza ne der:
“Kutsal kitap bu olamaz
Hikâyelerle dolu, bundan bana ne?”
Korkutulur ve sonra kaçmak zorunda kalır.
Adam haklı buradan bakınca
Dayanamaz, yaşayamaz, nefes alamaz
Tutar titremeler, kıvranmalar olduğu yerde
Kimse anlamaz O da anlatamaz;
Kokusunu almıyor musun cesetlerin
Ortalık yerlerde yatan, çürüyen?
Sen ne anlatıyorsun Samuel kendine gel!
İçindeki ateşi bir Leyla’nın;
Kendi kayıp oğlu işkencecisiymiş, tecavüzcüsüymüş meğer
Anlayacağın, ikizlerinin babası hapishaneden...
Tokat, 16.01.2012
“Bu mu Dünya” kitabından
 
 
SAVAŞMA
"çatışmacıya"
 
Saçları tutuştu önce
Ne kadar çırpındıysa söndüremedi
Küçücüktü elleri
Anlayamadı
Ne yapacağını bilemedi
Telaşlandı
Kız çocuğu yine kadın veya adam
İnsan
İlk kez başına geliyordu
Böyle bir şey
Evleri yıkıldı. Oyuncakları bozuldu
Toz duman oldu ortalık
Gözüne duman doldu
Çığırdı. Bağırdı. Yandı.
Babası gördü sonra
Ezilen annesini
Parçalanmıştı bedeni,
Masanın üstünde çiçek
Kırılmıştı.
Kardeşi çıktı dışarı
Baktı;
Her yer yerle bir olmuştu
Koynuna sakladığı bebeğiyle ölen anne,
Organları ortalığa dağılan bir başkası...

Uçuşun ruhlar uçuşun!
Durdursanıza insanlar
Ölmeden önce
Yatın sokaklarına, parklarına, meydanlarına şehrin
Kırmızılar sürün yüzlerinize, elbisenize
Protesto edin ölmeden
Pankartlarınız olsun
“Savaş Cinayettir"
“Cani, nasıl öldürdün beni
Gözün doydu mu?"
Kokmuş kokana karına
Elmas kakmalı yüzükler, mücevherler...
Metresine yeni döşenmiş odalar
Açmak için veya
Koltuğunda kalmak sonsuza değin
Boyun eğdiğin alçağa,
Yaranmak için
Oldu mu?
Kovmuştuk şeytanı gelmemecesine
Çağırdınız geri.

Tokat, 17.11.2011
“Bu mu Dünya”  kitabından

Erkan YAZARGAN 


 
sohbetodası <<

VâridâtYouTube
 
Savunma 

YORUMLAR
 
ŞİİRİ BIRAKAN ŞAİR
AYFER GÜNDEŞ 
Pa, 17 Aralık 2023 - 11:44
ÇOK GÜÇLÜ VE GÜNCEL
 
Çok güçlü bir metin yazarı ile birlikteyiz. Sadece yazar değil sistem bilgisi de muhteşem bir insan. On iki sene önce yazılıp yayımlandığı düşünülürse toplum eleştirisinin ne denli haklı olduğu ortada.

Bir Şeyh örneği veriyor bize günümüz dinci rezillerinin aksine bundan yüzlerce yıl önce yaşamasına rağmen geleceği yani bugünü kuran bir Şeyh.
 
"Onunla yaşadım" diyen şair benzeri olmayan bir iddianın sahibi; duyumsama çağrısı yaparken "hissedemezseniz sonuçta savaşlarla yok olup gideceksiniz" öngörüsünü ifşa ediyor.

Ben, sen, o, benlik, bana, sana dizgisinde sorduğu soru düşünerek yaşama ve sanat arzusunun göstergesi. Açgözlülük içinde kıvranan günümüz insanını "kendine gelmeye" çağırıyor.

Günbatımı Limited filmini izlememiş olsanız bile özet geçip diyaloğu kendince aktarıyor. Dördüncü şiirde başlık pek belli olmasa da savaşın nasıl bir şey olduğunu aktarmış.

İyi ki sanat var, İyiki şiir var ve yine iyi ki şairler var...

ŞEYH BEDRETTİN AYAKLANMASI
 
Şükrü Çekinmez
 
Şeyh Bedrettin 1359 yılında günümüzde Bulgaristan’da kalan Simavna şimdiki adı Semaven kentinde doğmuştur. Babası Simavna Kadısı İsrail anası Rum asıllı Malak Hatun’dur. Şeyh Bedrettin çok iyi bir eğitim almıştır. Bursa, Konya ve Kahire’de öğrenci olarak bulunmuştur. Hüseyin Ahlatî’den çok etkilendiği söylenir.  Memlük Sultanı Berkuk’un oğluna hocalık yapmıştır. Daha sonra Kahire’den ayrılmış, Anadolu’da çeşitli beylikleri dolaşmıştır. Daha çok Aydın ve Germiyanoğlu topraklarında eğleşmiştir.O zamanın Aydınoğlu Beyi Cüneyd ile tanışır. Aydın’da Börklüce Mustafa ve Torlak Kemâl ile tanışmış ve onlara düşündüğü düzeni anlatmıştır. Anası Rum asıllı olduğu için çok iyi Rumca bilmekteydi. Sakız’a geçti, oradaki Rumlar’dan bir çok yandaş edindi. 
 
1402’de Ankara Savaşı olmuş Fetret Devri yaşanıyordu. Timur’a yenilen Padişah Yıldırım Bayezit’in oğulları hepsi padişahlığını ilan etmişlerdi. Bunlardan Musa Çelebi kardeşi Süleyman’ı yenerek Edirne’de padişah olmuştu. 1411 yılında Musa Çelebi’nin kazaskeri ve sadrazamı oldu. Börklüce Mustafa onun kethüdasıydı.
   
Yıldırım’ın oğullarından Mehmet Çelebi kardeşlerini yenerek devletin birliğini yeniden kurdu. Şeyh Bedrettin’i İznik’e gönderdi. Orada gözetim altında yaşayacak, izinsiz bir yere ayrılamayacaktı. Börklüce Mustafa, Karaburun’da Şeyh Bedrettin’in düşündüğü düzeni kurmuştu. Türk, Rum, Yahudi her dinden binlerce insan Karaburun’da birlikte çalışıyor birlikte paylaşıyorlardı. Nikâhlı eşler dışında her şey kardeşçe paylaşılıyor ve adına "kardeşler sofrası" deniyordu. Börklüce Mustafa’nın kardeşler sofrasına katılanlar 10.000 kişiye yakın olmuştu.
     
Aydın Valisi Süleyman Bey, bunları dağıtmak için Karaburun’a geldi. Süleyman Beyin ordusunu yenilgiye uğrattılar. Sonra Timurtaşoğlu Ali Bey emrinde daha büyük bir ordu gönderdiler. O şavaşı da kazandılar. Böyle olunca Bayezit Paşa yönetiminde 30.000 kişilik bir orduyla geldi Osmanlı... Börklüce Mustafa ve yoldaşları yenildiler. Kadınlar ve çocuklar dahil hepsi kılıçtan geçirildiler. Börklüce yakalandı. Bir devenin üstünde çarmıha gerilerek Ayasluğ’a götürüldü. Tire’nin Gökçen köyünde kafası kesilerek öldürüldü.
    
Bu arada Torlak Kemâl ve yoldaşları da Timurtaşoğlu Ali Bey’in komutanı olduğu kaleyi kuşattılar. Bayezit Paşa komutasındaki ordu oraya gitti. Onları da yok etti. Torlak Kemâl asıldı. Börklüce ve Torlak Kemâl’in ortadan kaldırılması üzerine Şeyh Bedrettin İznik’ten kaçtı. İsfendiyar Bey’e sığındı. Ama Şeyh Bedrettin’in orada olmasından rahatsız oluyordu. O nedenle Şeyh Bedrettin gemi ile Dobruca’ya gitti. Orada Sarı Saltuk Tekkesine yerleşti. Tekkenin etrafı bir süre sonra kardeşlik sofrasına katılan binlerce insanla dolmuştu. Bunlar arasında her ırktan insan vardı. Hep birlikte üretiyor, birlikte tüketiyorlardı. Zengin fakir kalmamıştı. Osmanlı bundan da rahatsız olmuştu. İkiyüz yeniçeri  ile gidip Şeyh Bedreddin’i aldılar, Serez’e getirdiler. O günün ünlü bütün bilginlerinin katıldığı bir mahkeme kuruldu. Şeyh Bedrettin yargılandı. Ayaklandığı için asılarak öldürülmesine karar verildi.
   
Bedrettin anadan üryan Serez çarsısında asıldı. 19 Aralık 1420 günü asılmıştı tam 604 yıl olmuş. Bedeni iki gün asılı kaldı. Serez’de gömüldü. Kemikleri 1961 yılında oradan alındı ve İstanbul Divanyolu’nda bulunan 2. Mahmut Türbesine gömüldü. O yalnızca dünyayı güzelleştirmek istemişti.

Irkları, dinleri, mezhepleri kaldırmak insanları kardeşlikte birleştirmek istemişti. Ama egemenler, Bayezit Paşalar, Fahreddin-i Acemi gibi sözde din adamlarının işine gelmemişti. O büyük bir devrimciydi ama karşı devrimciler ve işbirlikçileri yine kazanmışlardı. 604. Ölüm yıldönümünde saygı  ile anıyoruz.
 
Not: Görsel Börklüce Mustafa’nın Kardeşler Sofrasından günümüze kalanlar.

 
TİTREDİM
Adem Yıldız 
Pa, 17 Aralık 2023 - 12:31
TİTREDİM
 
Bir kaç defa okumak istedim. "Üç Kazık" şiiri aklıma geldi. Bulup, bu dörtlüyü kendimce beşe çıkardım. İnsanlığımdan utandım. Gözümden göz yaşı süzüldü. Bir yere kapanıp uzun uzun düşünmek ve kendime gelmek gelebilmeyi istedim.

"Kendini anlat bana
Memleketin, yaşın, mesleğin, cinsiyetin
Eğitimin, sosyal çevren değil
Sorduğum
Kendini anlat bana
Sen kimsin?"
 
Bir film yapıp bu beş şiiri aktarabilir miyiz diye düşündüm. Şair kütüphanesinde otururken başlasın film. Odada televizyon olsun. Kamera ara ara haberlere odaklansın. Aile üyeleri veya yakın arkadaşlar, öğrenciler filan girip çıksın. Bütçenin büyüklüğüne göre şiirlerdeki sahneler canlansın. Beş dönem akıp dursun, günümüze gelinsin hatta gelecek yine farklı öngörülerle akıtılsın. Neden olmasın, paradan bol bir şeyimiz yok... Platformu desteklersek yapılacak o kadar çok ve güzel işler var ki. Gayrimenkul biriktirmekten bi kurtulabilsek. Yığıcılıktan, yığıncılıktan, istifçilikten, talancılıktan, ganimetçilikten... bi kurtulabilsek; yapacak o kadar çok ve güzel iş var ki...
 
 
BİR SORU
Ayten KAYMAN 
Pa, 17 Aralık 2023 - 18:14
 
Şiirlerin neden kitap olarak basılıp yayınlanmadığını merak ediyorum.
 
 
YANITLAR
İSMAİL HAKKI AYDEMİR 
Pa, 17 Aralık 2023 - 18:37
 
Ben sondan başlayan kolaycılardanım galiba. Dönüp dolaşıp savaşa dayanan döngünün sebebi inat ve cehalet olarak görünüyor. "Büyük yalan söyleyin ki kitleler inansın" sözünün doğrusu İslam Alemi, İslam Dünyası, İslam Ümmeti, İslam Toprakları ve benzeri tamlamaların tümü yalanın büyüğüdür. Daha büyük yalanlarda vardır ama inananları kandırmak için bugünlük bunlar yeterli.
 
"Elmas kakmalı yüzükler, mücevherler
Metresine yeni döşenmiş odalar
Açmak için veya
Koltuğunda kalmak için sonsuza değin
Boyun eğdiğin alçağa
Yaranmak için
Oldu mu?
Kovmuştuk şeytanı gelmemecesine
Çağırdınız geri"
 
Şehvet ve açgözlülük insan denen varlığın en ciddi sorunlarıdır bence. İktidar hırsları için kitleleri yakıp yok edende insandır, daha fazlasını yok edebilmek için silah hazırlayan da insan. Gerçekte böyle mi, insan nedir, insanlık bu mudur..?

Şair, şiirini yazıp paylaşırken hangi duygulara sahipti, naif safdil, duygusal bir iyimserlikle yalana yalan ekleyip kandırmaca peşinde miydi?

Sekiz milyar insanın içinde yüzde kaçı olup bitenin, olmuş olanın, olacakların farkında?

Dinci televizyon kanallarında "Gazze' deki çocuklar için ağlamaktan mahvolduk" diyen kandırılan kitlelerin akıllanması mümkün mü?

Soruların tamamının cevabı yukarıda verilmiş. Şeyh Bedreddin' i asıp idam eden zihniyet Atatürk' e de idam fermanı çıkarmıştı. Ne yaman çelişkidir ki binlerce yıl geçmesine rağmen engizisyon kilisesi ve egemenliği sürmeye devam ediyor.
 
 
BİR YANIT
Erkan YAZARGAN Sa, 19 Aralık 2023 - 16:14
YANIT
 
Öncelikle nedense yorumlamanın, yorum yazma cesareti göstermenin çok zor olduğu günümüzde yorum yazma nezaketi gösteren tüm yorumculara teşekkür ve saygılarımı sunuyorum.

Ayten Kayman hanımefendinin sorusunu yanıtlayarak tüm yorumlara katkı verebileceğimi düşündüm.

Evet, hiçbir şiir veya diğer kitabım basılmadı yani basılı kitap olarak yayınlanmadı. Ben istemedim. Özellikle basılmasına karşı çıktım, izin vermedim. Tümü İnternette yayımlanıyor.
 
Çünkü
Yapılmayan bir deney yapıp sonuçlarını topluyorum. Yazargan internet sitemde de yazdığım gibi Türk Kültür aktarımı diğer milletlerden farklı olarak yazılının önünde sözlü/sözeldir. Bu değişmez, değiştirilemez, böyledir. Kitaba dönüştüğü zaman bozulan pek çok tılsım, sır, esrar, gerçeklik vardır. Birde bu yönden bakmanızı önerebilirim.

Saygılarımla

 
TEŞEKKÜRLERİMLE
BİRSEN GÜNER 
Sa, 19 Aralık 2023 - 16:18
ÖLÜ TOPLUM ELEŞTİRİSİ

Yazargan' ın ölü toplum eleştirisini iyi bildiğimi düşünen biri olarak Şeyh Bedrettin gibi bir ölünün neden tekrar gündeme alındığını merak ediyor ve şiirinin son soru cümlesi ile çözüm buluyorum.

Evet, bizimki gibi toplumlarda malesef yaşamdan çok ölüm ve ölüler egemendir. Hangi sınıf veya sınırların içinde olursak olalım mutlaka bir kaç veya yüzlerce ölümüz var ve sürekli onları örnek gösterip duruyoruz. Yaşayan örnek insan yetiştiremediğimiz veya yaşayanları göremediğimiz, görmek istemediğimiz için bu yolun yolcusuyuz. Acı verici bir durum. Düşünsenize çağımızda bir yerlere gelebilmek için verilen onca emek, çaba, gayret, çalışma, acı, ıstırap, para, zaman, ümit vs den sonra dönüp dolaşıp yine bir ölünün eteğine sarılmak!

"Bugün yaşasaydı
Neler söylerdi?"
 
İşte sorunun güzeli Bana göre; "evladım siz yok musunuz, var olmak istemiyor musunuz, yok olmak için değilde var olmak için neler yapıyorsunuz" diye sorardı.
Bedreddin' den sonra neler olduğuna tarihi kısa bir yolculuk yaparsak geldiğimiz yer ve özellikle ülke olarak pekte iyi bir yerde olmadığımız açıktır. Toplum yine bir kaç parçaya bölünüp bu defa Bedreddin yüzünden birbirini gırtlaklayabilir. Mümkün hemde çok kolay; bir kaç "salak" çıkıp Bedreddin d' ile değil t' ile yazılır deyip teciler ve deciler arasında kavga çıkarabilir teciler Türk Dil Kurumu Yazım Kurallarını delil olarak kullanır deciler aslı dedir neden aslını bozuyorsunuz sorusunu sorar. Hafız' ın sakalında kaç kıl olduğunu bilen akademisyenin herhangi bir köyde dağ başında yaşayan bir köylü kadar bile Hafız anlamaması gibi.
 
"Enel Hak Mansur’u dar eyledik
Arabi’nin vahdetini vücut eyledik
Yesevi’nin dört mertebesini kapı eyledik
Ol kapıda İlyas’ı Baba
Bektaş’ı Hünkar-ı Veli eyledik
Ol Bektaş’ı ser çeşmede
Kabe görmeden Hacı eyledik
Mevlana’yı dost eyledik
Tebrizi’yi Şems eyledik
Yunus’u dil eyledik
Abdal Musa’yı cem eyledik
Ol cemde Karaca Ahmet’i gözcü eyledik
Fazlı’yı hançer eyledik
Nesimi’nin derisini eynimize libas eyledik
Yarın yanağından gayrı her yerde
Bedreddin’i kendimize şeyh eyledik
Şah Haydar’ı başımıza kızıl taç eyledik
Sultan Abdal’ı kendimize pir eyledik
Sazını cemimize bülbül eyledik
Fuzuli’yi gül eyledik
Hatayi’yi söz eyledik
Kul Himmet’i üstat eyledik
Virani’yi, Yemini’yi ol üstada eş eyledik" diyen şair Bedreddin' i şeyh eylemiştir. Yazargan da sorarak bugün yaşasaydılar yaşam sırlarıyla ne derdiler diye soruyor bence...
 
 
Tuzak
Nursun Güner 
Sa, 19 Aralık 2023 - 18:05
ŞAİR TUZAĞI
 
Şair çok ciddi bir tuzak kurmuş Afrika belgesellerinden hatırlayacağımız ormanların kralı aslanı uyuşturucu iğne ile avlayıp hayvanat bahçesine veya milli parka taşıma tuzağı. Şöyle ki Varidat veya Fususul Hikem' i kimsenin bildiğini zannetmiyorum ama şair bildiğimizi belirterek başlıyor. Çok keyifli ama dikkatli olunması gereken bir nokta. Daha sonra "şeytan kovma, çıkarma" şifresini vermiş. Düşünülmesi gereken kodlamalar bunlar. Dinî yani din özlü yaklaşımlar. "O dönem insanlarının çoğuna hükmeden bu kurgu nasıl kırılmış veya kırılacak" sorusu hâlâ güncel. Oysa çok basit bir çözümü var ve çözüm görülmezse savaş çıkar diyor. Savaş lordları sektörlerini güçlendirip yaygınlaştırırken nasıl olupta tam günümüzde temsili verilen Şeyh, şıh, mürid, mürşit, mücahit, Allahın askeri, pir veya her neyse o'ların yeri nedir?
 
Yazargan' ın benzer bir kaç şiiri daha var. Ben şahsen külliyatını bir kaç kez okudum.

Kemalizm şiirinde;
"İsmin önemi yok, kemalcilik.
İnatçı, yobaz! Debelenmelerine devam et
Bilim, ilerleme, insanlık, adalet, milli şuur
Ne anlarsın sen;
Sana bir metre türban, bir karış sakal
Yüreğine kazıdığın nefret, çıkmamacasına
..."
 
Kemalizm eleştirisini de bilen okuyan biri olarak şiirinin başlığını bu şekilde vermesi tuzağı gibi. Ona göre asıl olan Atatürkçülük olup Kemalizm Enverizme karşı oluşan bir kavramdır. Derûn veya Baatına dalınca enelHak diyen Arabi'den önce Mansur vardır. Birey fikrine ulaşıncaya kadar geçen binlerce yıl sonunda savaşın tamda bu coğrafyada çıkması cezalandırmanın en büyüğüdür.
 
Kısaca:
Herkes Hakettiğini Er Yada Geç Bulur

 

BİR
ÇÖZÜM
ARDA YILDIZ 
Çar, 20 Aralık 2023 - 13:17
BİR DÜĞÜMÜN ÇÖZÜMÜ
 
Türklüğümüzle neden övünmeliyiz, anlatamadığımız ŞEY nedir?
Türklük hiçbir zaman ırkçı veya komünistlerin deyimiyle faşist olmamıştır, istese de olamaz çünkü kültür kökleri ekletiktir. (Bu cümleyi alıp birisi kitabını yazsın)
İnsanlık kıvranışında avcı toplayıcılıktan akıllı şehir ve uzman eğitimli bireye kadar ilerleme çabalarının kayıtlı, kabul gören süreçleri vardır: Mağara - Tarım - Sanayi - Şehir - Devlet - Birleşik Devletler - Birey - Civilization Sivilleşme gibi. Ulus bilinci gelişirken birleşiklikte gelişir. Tam bir curcunadır.
 
Ülkemiz ve yakın coğramız özelinde inanç/din temelli gelecek kurgusu ile ulus bilincinin kapışmasının nedenini bir türlü anlamamak, anlamak istememektir sorun.

Çok kolay ve basit bir delil: Şuan burada Türkçe yazıyorum.
Soru: Dil neden insanlığın anahtarıdır?

2. Evrensel Dil olarak İngilizceyi kabul edip kullanmak Türklüğümüze zarar verir mi?
 
Şeyh Bedreddin sosyalist filan değildir çünkü Onun zamanında böylesi dünya görüşleri weltanschaung yoktu. Çok basit bir gerçek. İstismar edildiği için anlaşılmıyor. Salt her zaman çözer.
 
İnatla, ele geçirdikleri tüm masa ve ofis çabalarında İslamcılığı körükleyenler her gün her saat şamar üstüne şamar yemelerine rağmen devam ediyorlar çünkü ideolojileri bu. Ölseler bile miras bıraktıkları egemenlik sevdası Türklüğün düşmanıdır. Türklük tarihi boyu atlattığı badirelere rağmen varlığını sürdürür, sürdürecektir. İdeoloji değil gerçektir. İdeolojiyle inşa edilemeyecek kadar derin, yaygın, güçlü ve farklıdır.

Bedredd/ttin binlerce örnekten sadece 1 örnektir. Önemli olan günümüzdeki serdengeçti bilgelerin yapıp ettikleridir. Günümüzde serdengeçtiliğe bile gerek yoktur ama inanın, bilin binlercesi de vardır.
 
İnsanlığın biz Türklerden öğreneceği şeyler bitimsizdir. Huzur, sükunet, sağlık, rahatlık, adalet, iyilik, erdem kısaca insanlık isteyen bu kadim, köklü, güçlü geleneğe baksın...
 
 
Bir Dava
CENGİZ BAYSAL 
Çar, 20 Aralık 2023 - 19:01
BİR HAK BİR HUKUK BİR ADALET
 
Şiirin yayın tarihi ile 2021 yılında vizyona giren Hakikat Şeyh Bedreddin filmine dikkatinizi çekiyorum. Ortada bir hırsızlık var. Fikir hırsızlığı. Suçlanan, "anonimin telif hakkı olmaz" deyip avukatlarıyla çözdüğünü sanar düğümü. O kadar kolay değil...
 
Nazım' ın algısı ise şu:
Hatt-ı talik ile yazıyor
"Teshil"i.
Ben gayri zuhur ve huruç edeceğim
Toprak adamları, toprağı fethe gideceğiz.
Ve "kuvvetli ilmi, sırrı tevhidi" gerçeklendirip
biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını
iptal edeceğiz...
dedi:
- Madem ki bu kerre mağlubuz
Netsek neylesek zaid.
Gayri uzatman sözü.
Madem ki fetva bize aid
Verin ki basak bağrına mührümüzü.
 
Yazargan ise "semah felsefesine" inandığını dosdoğru bir adam olduğunu ve önemlisi "geri dönmemek üzere Şeytanı/Satan' ı kovduğunu" söylüyor. Bakın düğümün çözüldüğü yer surasıdır; "ÇAĞIRDINIZ GERİ", siz savaş istediniz ve istediğiniz olacak... İşte bu şairin bilgeliğinin de delilidir. Bu tür bir özü yakalayabilmek için çok derinden hissetmek gerekiyor. Zihin o kadar çok bu mevzu ile haşır neşir olacak ki bütün benlik o fikir ile kaplanacak. Daha sonra o fikrin saflığı oranında çözüm üreyecek. Ne kadar zor bir çözümleme olduğunu tahmin edemezsiniz. Benzeri en az bir kaç fikir çabanız olmalı. Geceleri rüyanıza girip orada bile sizi rahat bırakmamalı ki en son çiçek veren ağaç gibi çiçeğin ortasında çekirdeği olan bir meyve versin.
 
Bu aşamadan sonra tüm ürünleri karşılaştırıp size en uygun olanı, damak tadınıza en yakınının hangisi olduğunu seçip beğenip bulmak size kalmış.
 
Ama cezayada ödüle de razı olacaksınız.
Yer verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
  
 
DÜZELTME
Erkan YAZARGAN 
Çar, 20 Aralık 2023 - 22:24
BİR DÜZELTME
 
Şeyh Bedrettin "hakikate" şiirim Hikmet Damlaları şiir kitabımdan bir şiirdir. 100' er şiirden oluşan 10 kitap, toplam 1.000 şiiri bilinçli yazıp yayımladım.
1. Semaha Şiir,
2. Şiirle Semah,
3. Hikmet Damlaları,
4. Gülümsemeler,
5. Bu mu Dünya,
6. Sade Yazılar,
7. Dışardan,
8. Zül Fi Kar,
9. Sanata İzin,
10. Kayıp Kitap.

Ayrıca etüt, saha araştırması, diyalog, belge, belgesel, eğitim, program, sanat eleştiri içerikli 24 kitabım daha var. Hiçbiri basılmadı. İzin vermedim. Tamamını kendi kurduğum internet sitelerimde yayımlıyorum. Şiirlerimi hediye niyetim ile yazdığım için; ilgi duyan yayıncılar kendi önsözlerini ve şiir incelemelerini yazarak seçip yayınlayabilirler. Görevimi yaptığımı düşünüyorum.
 
Saygılarımla

  
 
Şeyh Bedrettin ve Sosyalizm
Zorbatv Çar, 20 Aralık 2023 - 22:49
 
Yorumlar tartışma niteliğinde ilerleyince bir çok kendiliğinden açıklığa kavuşuyor.
 
Şey Bedrettin elbette ben sosyalistim demedi, diyemezdi. Türetilmemiş kavramlar ve ideolojik tanımlamaların da çağlar ve dönemlerle ilintisi vardır. Ancak Platonun Devlet adlı eserinde köklerini aradığımız şeyin, biçim bulduğu söylemini Bedrettin'de görüyor, dillendirmeden geçiyoruz. Bu üzerine düşünülmesi gereken önemli bir başlıktır.
  
 
PLATON
Erkan YAZARGAN 
Per, 21 Aralık 2023 - 17:41
PLATON MESELESİ
 
Yine aynı kitabın bir başka şiirimde;
"Bende bunu buldum
Bunu gördüm
Yaptım
Yapıyorum, yapacağım.
Başaracaksın
Başarırsın
Başarmalısın
Kan akmasın yaradan
Önce durdur ve temizle
Sonra sar
İnan bana senin yaran o yara
Hepimiz insansak
O halde, demek ki:" 
 
Sorusunu soran şair biz' e boğulan sosyalist ifsadı evrensellik ilkesine bağlarken ben' ile bireyi öne çıkarır.
 
Haydi bakalım, çözün çözebilirseniz. Eflatun gerçektende matematikten başka hiçbir gerçek verinin -günümüz ölçeğinde olmadığı bir dünyada Akademia fikri ile çığır açar diyalogları ile herkeste olan beyin faaliyetleri başlatır AMA öncesinde Sokrat gibi sadece soru soran bir felsefe serdengeçtisi vardır.
Bizim ezberci, her şeyi bildiğini zanneden, ilkel platonikler mistisizmden, idealizm hayallerine oradan da Hint fukaralığına kadar gidip ot tüttürme uçukluğuna ulaşırlar. Bizi ilgilendirmez tabi ama Bedreddin' den, Onun yazılarından kaynak gösteren kaç tane Batılı sosyalist biliyorsunuz? Hiç. Bizdeki sosyalist olduğunu söyleyip cinci hoca kurnazlığıyla avanak avlayan hödükler Pir Sultan Abdal' dan bile komünist çıkarırlar çünkü 12 Eylül ve öncesinden beri o günün gerçeği işkencehaneler bunları tümden tırlatmış delirtmiştir. Travmalarını bir türlü aşamayan nostaljik moruklar, miras kavgasının açgözlü "bir çivimi bile bırakmam" sefilliğindedirler.

ZorbaTv nin açtığı bu sayfa.delilimiz olsun; elinde telefon tutabilen herkesin her yerden istedikleri zaman katılabileceği yorum ekleyebileceği BU ORTAMA kaç platoncu doğru dürüst anlamlı, anlaşılır, uygun yorum yazabilecek? 0 yani sıfır.

Denemesi bedava
  
 
Miras
ZEYNEP YAZARGAN 
Per, 21 Aralık 2023 - 19:27
MİRAS
 
Baştan sona eril kurguların ulaşacağı yer katılaştığı için savaşa neden oluyor olabilir mi diye düşündüm. Adı geçenlerin tamamı erkek. Tartışanlarda erkek. Junior Senior miras aktarımı egemen olduğu sürece kadın hak ettiğini almadıkça erkeklerin savaşlarda birbirlerini öldürmeleri, onların anne, kız kardeş, eş ve kızlarınında bu sebeple acıları dinmeyecek.
 
Sıkışan günümüz sistemleri bugün baştan aşağı yenilenmek zorunda ve yenileniyor zaten. Rekabet kanunları, Hukuk düzenleri, alışveriş yasaları, ticaret hikuku, miras hukuku, uluslararası anlaşmalar revize ediliyor. Bu yazıyı gören kadınlara önerim; haklarını alabilmek ve kendilerinden sonraki kadınlarında olabildiğince acıdan kurtulabilmeleri için özellikle sözleşme, anlaşma, hukuk alanlarında ağırlıklarını koymaları ve hiç olmazsa pozitif ayrımcı erkeklere dertlerini anlatmalarıdır. Başka türlü ne bu bozuk düzenler düzelir ne insanlık sağlıklı bir yaşama kavuşur nede savaşlar biter.
  
 
ZEKA
Ceyhun Erçetin 
Per, 21 Aralık 2023 - 22:34
SANATLA DAHA ZEKÎ OLMAK MÜMKÜN
 
Bilimin bugünkü kesin kanıtlanmış veri değerlendirmelerine göre "zeka kalıtsaldır" AMA geliştirilebilinir. Toplum zeka düzeyimiz yine bilimsel verilere göre 80 - 90 aralığında olduğu için; şucu bucu olmaktan daha kolay bir şey yoktur ve bu zeka aralığındaki toplumlar anında en az 2' ye bölünebilir.
 
Bu sorunu çözmenin en kolay nedir?
 
Sanatla zihinsel patlamaların gerçekleşmesi, tıkanıklıkların açılması mümkündür AMA burada bahsedilen sanat gerçek anlamında yaratıcı sanat olmalıdır. Ezber, taklit, kopya, tekrar sanat bu çözümü gerçekleştiremez aksine engeller. Örneğin gitar çalmayı nota bilgisiyle öğrenip becerisini kazanan bireyin nöron titreşimleri hızlanmaktadır.

Platon ve Platonculuk veya başka "şuculuk buculuklar" bir de bu açıdan değerlendirilirse faydalı olacaktır kanısındayım.
 
NASIL DEVAM EDECEK

ÇETİN MOLLAOĞLU
Cu, 22 Aralık 2023 - 13:37
ŞAİR DUYUMSAMASI

Şair şiirinin ikinci bölümünde Bedrettin' in "semah felsefesine inandığını ateşin çıkardığı çıtırtı sesinden coşa gelip hakikati bulduğunu" iddia ediyor. Acaba böyle mi? Bedretin' in günümüze ulaşan hiçbir kitabında veya o dönem kendisiyle ilgili yazılanların hiç birisinde bu iddiayı doğrulayacak bir cümle yok. Buna şairin kendini kahramanla özdeştirmesi diyebiliriz ama gerçek yani hakikat değildir. Tıpkı Nazım' ın özdeştirmesi gibi. Şair olay durum ve hissin farkında bile olmayabilir doğaldır. Okurun ne hissettiği ise yepyeni bir sorudur. Platon' dan başlayarak devam eden felsefe sorularına gelirsek aynı düzlem üzerinde devam ettiğini buluruz. Bireyin bakış açısı, o anki duyguları, bilgisi, bilgi birikimi, bilgileri sıralama ve aktarım biçimi, o anki çevresinin etkileri ve benzeri yüzlerce etken vardır.


TALEP

Murat Öz
Cu, 22 Aralık 2023 - 15:36
ARZ TALEP

Günlük geçim derdinde büyük kalabalığın dışında kalan yönetici elitler yaklaşan yerel seçimlerde makam kapma yarışına kıyasıya girmişken Şeyh Bedrettin ve Savaş konusunu talep edeceğini düşünmüyorum. Benim ilgimi çekmesinin nedeni, zaman tünelimde paylaşılmış olması. Şiirleri ve yorumları okumak için zaman ayırmak zorunda kaldım yani derinlemesine inceleme gerektiren konular bunlar. Her hangi bir üniversitenin ilgili bir fakültesinde bir tez çalışması olursa belki işe yarar ve binlerce ilgili tez de vardır.

Soru şu; bu çaba ne ise yarar?

Kimseyi üzmek, kırmak, darıltmak gibi bir amacım yok ama bence talep olmayan yere bir şeyler arz etmek abesle iştiğal olsa gerek. Emek, zaman, para, enerji, beyin faaliyeti gibi harcamaların değeri olmalı, bir değer oluşturmalı. Aksi sabahtan akşama, yüzlerce yazar veya düşünür sanatçı saçma sapan, işe yaramaz, birbirini eğlendiren boş zaman geçirme faaliyeti yapıyor demektir.


BİR ELEŞTİRİ

İLKER KARAGÜLLE
Cu, 22 Aralık 2023 - 18:25
ALEVİLİK ELEŞTİRİSİ

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; Aleviliğin İslam' la bir alâkası yoktur hiçbir İslam uleması Alevileri İslam dininin içinde saymaz, kabul etmez. *delil araştırması yapanlar İslam' ın Şartları, İmanın Şartları başlıklarına bakarsalar 5 şart, 6 şart kuralı ile karşılaşırlar. İslam ulemalarının hangi mezhep veya tarikatten olursa olsun şartları bunlardır ve önemlisi hiçbir Alevi ekol veya okulu bu şartları kabul edip uygulamazlar. Aleviler bu şartları kendi yorum ve uygulamaları ile KARŞILAR. Avrupa' nın ve UK' UN bazı ülkelerinde Alevilik farklı bir religion din olarak tanınıp inanç vergilerinden kurumsal paylarını alırlar. Ülkemizde Alevilik resmi yani devlet tarafından bu şekliyle kabul edilmez her doğan bebeğin nüfus kaydı tutulurken ınancı hanesine İslam yazılır. Kendi dernek kurumsallaşmalarında çok az Alevi Diyanet İşleri Başkanlığı' ndan bağımsızdır. Bu temelin dışında siyasi ideolojik hareketler Alevileri kendi düşüncelerine göre algılayıp değerlendirmek ister.

Neden Aleviler özellikle asılan, derisi yüzülen, taşlanan, yakılan vs sekillerle idam edilen isimleri kutsayıp öne çıkarır sorusu önemlidir.

Antisemitizm, İslamofobi, Eşcinsellik benzeri koruma altına alınıp hukuki güvencesi sağlanmaya çalışılan gruplardandır.

Acı ile beslenirler. Acıyı bal eyleme tabirinin koruma güvencesi altındadırlar.

Şeyh Bedreddin in ritüel, kaynak, eğitim, varlık, soy bağları ile Alevilikle bir alakası olmamasına rağmen içselleştirilmesinin nedeni ayaklanmalar sırasında özellikle Ege yöresi Alevi Bektaşi halk tabanının desteğini almasıdır. Yani günümüz Alevi Bektaşi kurum kuruluş dernek vs arasında Bedreddini gibi bir ocak veya oluşum yoktur.

Çözüm: Bu ve benzeri tüm inanç kültür yapılarını iyi anlayıp kadimden getirdikleri ve onların yaşamasının sebebi olan esaslarla uyumlu anlayışlı hukuki işler yapmaktır.

Netameli işler bunlar

 
BÜROKRATİK KAFA VE DEVLET ELEŞTİRİSİ

Bedreddinin kendisi ve babasıda bürokrattı hatta Bedreddine üst düzey bürokrat bile diyebiliriz. Mahmut Hüdai, Zenbilli Ali, Merkez Efendi ve İdris Bitlisi benzeri isimlerle kıyaslanıp sonuca varmaya çalışanlar meselenin asıl kaynağını ellerinden kaçırıp kütüphaneler dolusu -bugün anlamsız geçersiz milyonlarca teolojik ilahiyat, usul, kelam, fıkıh mevzuunda boğulurlar.

Aslında bugünden bakınca çok basit kolay bir çözümlemesi vardır; donuk, hareketsiz, oturan, dava mesele bekleyen, masa veya ofis nöbetçisi, sürekli üst yazı bekleyen, itilmedikçe harekete geçmeyen/geçemeyen, kuralcı, ilerici olmayan/olamayan, kandırma veya "bugün git yarın gelci", amirlerinin emirlerine uymaya namusu üzerine yemin etmiş, köle ruhlu, fukara, acımasız, vicdansız, korkak, mesaisini doldurma peşinde, amiyane tabirle eşşekliğe dünden razı, ilkel, geri kalmış, kullanılan, kullanılmaya razı, emireri karakterli aslında kendisine ait bir karakteri olmayan altındaki memurlardan pekte farkı olmayan BÜROKRAT sorunudur sorun. O günün koşullarında Bedreddin'in yerinde kim olsa kendini urganın ucunda bulurdu. Rumeli' ye geçmeye karar.verdiği gün zaten savaşını kaybetmişti. Ha, bugün ortalıkta şehit ve şehitlik, adanmışlık arayanlar için iyi bir örnek olabilir fakat inanın herbiri kendince anlayıp kullanır, istismar eder.

Bizimki gibi geri toplumların en ciddi sorunlarından biri olan İSTİSMARCILAR herkesi ve her şeyi istismar edebilirler çünkü kendilerine ait gerçek bir varlıkları yoktur. Yaratıcı değillerdir. Daha çok talancı gelenekten görüp oğrendiklerini yaparlar. Etraflarına toplananlarda ganimetten minikte olsa pay alma derdindedir. İslamcı, sosyalist, komünist, platoncu veya herhangi başka bir şeyci kişilerin ülkemiz özelinde ne sistematiği, ne metodolojisi, plan veya.proğramı yoktur. Onlar tavuğun bulduğu taneleri gagalayarak beslenmesi gibi "kör tuttuğunu öper" kurnazıdırlar. Uluslararası hukuk sistemleri günden güne hızla değişip yol katederken bunların geleceğe dair tek kaygıları iyi bir maaşla emekli olmaktır. Eski emir verdikleri günlerin tadı damaklarında kaldığı için emekli ikramiyeleri ile aldıkları evlerinde bile kravat takım elbiseyle oturan bidolu bürokratta vardır. Gerçektende böyledir. Devlet terbiyesi denen hiç olmazsa daha iyi bu terbiye ömür boyu iliklerine işler. Bedrettin' in başına gelenle FETÖCÜ bürokratların başına gelen farksızdır. İlkel devlet düzenlerinde dünün makbulü bugün haini olabilir hemde çok kolay. Dolayısıyla eşekleştirilmiş kitleler sömürü aracından başka bir şey değillerdir.


Saygılarımla

 

Gündoğumu

HASAN BETİN
Ct, 23 Aralık 2023 - 22:11
SUNSET LİMİTED

Sunset Limited' in burada ne işi var diye düşündüm. Diyalog olduğu için seçildiği aklıma geldi. Daha sonra yabancı bir renk katılmak istenmiş galiba dedim. Şiirin sonuna dikkat kesilince yönetmenliğini Denis Villeneuve'ün üstlendiği 2010 yılı çıkışlı Kanada yapımı dram İçimdeki Yangın filmi Souha Bechara'nın hayat hikâyesi ve Wajdi Mouawad'ın aynı isimli dramasındaki Leyla, düğümümü çözdü. Araştıralım biraz. Şairin sistem kurgusuna hayran oldum. Bu adam çok ciddi bir senaryo bilgisine sahip dedim. Okuyucusunu bilgilendirirken onunla oynayıp zihninde kıvılcımlar çaktıran, tahrik eden, sokak oyunlarında yer bulamayan çocuklara da yer veren, onlarıda dahil eden, sürekli birbirine bağlayarak sistemini çalıştıran başka bir yazar bulamazsınız. Şair olduğunu düşünmüyorum, şairden çok oyun kurucu gibime geliyor. Şair denince genel olarak lirik aşk sevda yazarları aklımıza gelir. Burada neredeyse bir tek lirik cümle yok. "Coşa getirir aşığı" kurgusundaki aşk bile lirik değil. Bu adam tüm şairlere meydan okumuş. Şiir öyle yazılmaz böyle yazılır demiş. Bence Şeyh Bedrettin şiiriyle özellikle Nazım ve takipçilerine meydan okumuş. Hamaset, ideoloji, hayal, boşlaf, kuru gürültü, salon şairlerliği, bağırıp çağırma, sarhoş eğlendirme gibi bir derdi yok buradaki yazarın. Meydan adamı. Varsa bir maharetiniz gelin diyor. Gelin de boyunuzun ölçüsünü alın. Bu tür adamlar binlerce hayat yaşamış gibidir. Yanındaydım derken "VanGogh' la da, Picasso' yla da, Hatai ile de beraberdim" ve aklınıza gelebilecek daha pekçok diğer birey ile...

Sonuç olarak şiir, ses, titreşim, sesin dalga boyu gibi ışığında renk ve dalga boyları vardır ve canlılık dediğimiz şey, yaratım, oluşum belki de böyle bir şeydir?

 
DÖRT SORU ÜÇ YANIT
 
Birkaç soru sorup yanıt isteyeceğim. Öncelikle Bedrettin' in nâşı nereye defnedildi?
 
1924’te Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus mübadelesi uyarınca Türkiye’ye gelen göçmenlerin İstanbul’a getirdikleri şeyhin naaşı 1961 yılında Sultan Mahmud’un Divanyolu’ndaki türbesi hazîresine defnedildi.
 
II. Mahmut kimdir?
 
Mahmud askeri yenilikler için uzun bir süre beklemiş ve nihayetinde Eşkinci Ocağı'nı kurmuştur. Ancak yeniçerilerin bu ocak yüzünden de isyan etmesi üzerine Sultan II. Mahmut, Haziran 1826 yılında Yeniçeri Ocağı'nı ilga etmiştir. Yeniçeri Ocağı yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye Ordusu'nu kurmuştur.
 
Vakayı Hayriye nedir?
 
Vaka-i Hayriye (Vak'a-i Hayriyye, Hayırlı Olay), 16 Haziran 1826 tarihinde, İstanbul'da Osmanlı Padişahı II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağının topa tutularak yok edilmesi ve sağ kalanların ise idam edilmesi ile sonuçlanan olaylara verilen isimdir.
 
Son soru; Bugün yaşadığımız terör, Batı Trakya, Gazze, Askeri Darbeler, ulus, ulusal sorunlar, kültür, Türklük, din, dinci yapılanmalar,  İslamcılık ve baştan sona yanıp kavrulan Ortadoğu sorunlarının bu konu ile ne alakası var?
 
 
Teşekkür
Arzu Oktay 
Pt, 25 Aralık 2023 - 18:54
KALICI İŞLER
 
Önermesini beğendim aslında ama sunumu kana dokunuyor. Hele iddia edildiği gibi bizim travmatik toplumumuzda bu sunumun iyileştirici olacağını düşünmüyorum. Burada dişlerini ve yumruğunu sıkmış haykıran bir adam var. Joker filminin sondan bir önceki sahnesinde "neden bu kadar kötüsünüz" sorusunu soran Arthur aklıma geldi. 
 
Günümüz insanının bu ve benzeri soruları var mı acaba bir düşünelim. Bence yok. Günümüz insanı daha çok popüler işlerle meşgul. Ergen tavırlı günümüz insanı tahammülsüz. Patlamaya hazır. Sabırsız. Anlık tüketimli. Çabuk kazanmak isteyen. Kolaycı. Yüzeysel. Aslında kimsenin tarih, kişi, kişilik, felsefe filan umurunda değil. Oysa anlamaya çalışan ve hakikat arayan insan önceki dönemlerde bir doğru cümle bulabilmek için ömrünü harcıyor ve bulabildiği kadarı ile mutlu oluyordu. Şimdi saniyede trilyonlarca GB bilgi uluslararasını dolaşıyor ve bu dolaşıma trilyonlarca GB bilgi daha ekleniyor. Önemlisi bilgiye ulaşmak hem kolay hemde bedava. Dünyanın en değerli üniversitelerinde milyonlarca genç insan online egitim yoluyla zihinlerine doğru bilgi doldurup doğru iş üretiyorlar. Emeğe saygı duymak hepimizin görevi ama kendi travmalarını başkalarına aşılamaya, ekmeye, sırıngalamaya çalışanlarınada saygı duymayalım diyorum. Yapmak istediğiniz iyi, faydalı, güzel, işe yarar işler varsa onları yapın. Acıyı, travmayı, hastalığı, kötüyü ve kötülüğü yaymayın derim. Zaten haddinden fazla var onlar. Yazarla, şairle bu biçimde ortaklaşabilir, aynılaşabilirim. Diğer yorumların tümünüde okudum. Tümü saygıdeğer, değerli yorumlar.
 
Kalıcı işler bunlar.
 
 
İDEALİZM
 
VURAL BİLA 
Sa, 26 Aralık 2023 - 13:26
İDEALİST SÖMÜRÜ
 
Çürüyen ve kokuşmaya başlayan toplumların en belirgin özellikleri nelerdir?
 
Bedrettin' in başına gelenler ile günümüz Türkiyesini karşılaştırdığımızda ilginç benzerlikler görüyoruz. Duraklama Devri Osmanlı dönemi karmaşası, fukaranın ancak karnını duyurabileceği kadar malına göz dikme, rüşvetin alıp başını gitmesi, mafya düzenlerinin kurulup hukukun sınırlanması, sahtecilik, adam kayırma, düşman kitleler oluşturup halkın birbirini kırması, kaçanın kurtulduğu tam bir kötülük düzeni...
 
İdealizm gibi bir kandırmacaya dönen ideolojik inatlaşmalar komünizmden İslamcılığa kadar pekçok sömürü ortamı oluşturur. İlginç olanı bu sömürücüler "anti emperyalizm, Amerikan karşıtlığı, İsrail karşıtlığı" vs argümanları ile çevrelerine özellikle pekçok genç tecrübesiz insan yavrusunu toplar. Açgözlüdurler. Vicdansizdirlar. İnatçı, zorba ve inadına cahildirler. Gençleri çalıştırırken gayrimeşru gelirlerini biriktirir gençlere de tek kuruş bile vermezler Toplum çürüdüğü ve kokuşmaya başladığında heryer hepbirden çürür. En iyi niyetli, çalışkan, dürüst, gayretli kişiler bile bu musibetten kurtulamaz. Evlerin içine kadar giren bu kötülük sonunda Bedrettin gibi adanmış insanların başını yer.
 
 
ZENBİLLİ ALİ
 
GAYE PINAR SAY 
Sa, 26 Aralık 2023 - 15:41
ZÜCCACİYECİLER ODASININ ZENBİLLİ ALİLERİ
 
Bir tablonuz var ve bir arkadaşınıza göndermek istiyorsunuz; paketlediniz ve PTT Kargo hizmetleri ile göndereceksiniz. Memurun size soracağı bir soru var, "bu nedir" sorusu. "Tablo" diyorsunuz. "Evet, aksesuar" deyip gönderim fişini öyle doldurup imzalamanızı istiyor.
 
İkinci örnek; bir resim sergisine gittiniz, bir tablo beğendiniz, satın aldınız. Size bir fatura kesiliyor. Ödemenizi yapıp tabloyu alıyor veya adrese teslim edilmesini istiyorsunuz AMA naylon faturacı mafya şebekesi faturayı şişirip devleti zarara uğratıyor çünkü vergiden düşülüyor veya ödeneğe ekleniyor.
 
Şimdi böylesi işlemlerin milyonlarca defa yapıldığına dikkat ederseniz neden bakkal dükkanı açılır gibi galeri/züccaciyeci açıldığını anlarsınız. Alan memnun satan memnun düzenidir bu düzen/düzensizlik. Akademisyeninden sokakta simit satıcısına kadar, en tepeden tırnağa kirlidir. Düzensizdir aslında düzenli gibi durur, görünür. Birileri çıkıp "gelin bu bozuklukları değiştirip düzeltelim" dediği an sistemden beslenen çakallar elinizi ayağınızı ısırır.
 
Böyle bir ortamda adalet, insanlık, erdem, şeref, haysiyet, ilerilik, ilericilik, hukuk, refah toplumu vs olabilir gelişebilir mi? 
 
Tabiki gelişemez.


 

 
GAMZE ÖZKAYA
Çar, 27 Aralık 2023 - 16:05

Bugün yaşasaydı ne söylerdi sorusu etkili sorulardan biridir. Ne yapardı sorusu da devamını getirmek/ilerletmek isteyen yaratıcı beyinler için değerlidir. Madem ölü toplum eleştirisi yapıyor ve çözüm üretiyoruz yaşam bilincinin yükselip yerleşmesi için yaşamın değerinin her şeyden önemli olup olmayacağını düşünürsek intikam duygusu gibi negatif duygularımızı körükleyen öfke duygumuzuda dizginleyebiliriz. Boş bir masa üstümüz olsun ve bugün bir kaç sorunu çözeyim deyip sorunlar dosyalarımızı açmaya başlayalım. Geliştirdiğimiz önerilerin tutarlılığını denetledikten sonra ilgili kişi ve kurumlar listemizi açıp seçilenleri tartışmaya dahil edelim. Günlük veya haftalık program ile kendi planımızı işletip sonuçları alalım ve bütün çabamız ürüne dönüşsün. Aslında günümüz yaratıcı beyinlerinin istisnasız her alanda çözüm yöntemi bu kadar basittir.

Bir kaç küresel sorun sıralayıp çözüm önerilerinizi isteyebiliriz. Sizde içinde bulunduğunuz sanat, felsefe, bilim, düşünce, ekonomi veya herneyse o alandan öneri ve çözüm geliştirip ürüne dönüştürebilirsiniz.

17 KÜRESEL HEDEF

1- Yoksulluğa Son. Dünyada 800 milyondan fazla insan günde 1,25 ABD dolarından daha az gelirle geçinmeye çalışıyor; birçoğunun yeterli gıda, temiz içme suyu ve sıhhi koşullara erişimi bulunmuyor. Bu konuda, istihdam sağlayacak hemen hemen her faaliyet bu amaca hizmet edebilir.

2- Açlığa Son. 2021 verisine göre, çevrenin bozulması, kuraklık ve biyo çeşitliliğin kaybının sonucunda, 795 milyon insanın sürekli biçimde yetersiz beslendiği tahmin ediliyor. 5 yaşın altında 90 milyonu aşkın çocuk tehlikeli düzeyde zayıf. Afrika’da her dört insandan biri aç.

3- Sağlıklı Bireyler. Her yıl 6 milyondan fazla çocuk, beşinci yaşını göremeden ölüyor. Kırsal kesimlerde, doğumların yalnız %56’sına vasıflı profesyoneller hizmet veriyor. Hedefin amacı, herkesin genel sağlık hizmeti, güvenli ve erişilebilir ilaç ve aşıya kavuşmasını sağlamak.

4- Nitelikli Eğitim. En yoksul ailelerin çocuklarının okulu bırakma oranı, varlıklı olanların çocuklarına göre dört misli daha yüksek. Kırsal ve kentsel kesimler arasındaki eşitsizlikler de yüksek olmaya devam ediyor.

Bir örnek: Tacikistan’da yeterince enerji tedariği olmayan bir bölgede, sert kış şartları sebebiyle soğuk aylarda derse katılım %50'lere düşmüş. 20 günde başarıya ulaşan bir kitlesel fonlama sayesinde güneş enerjisi gelen okulda katılım.

5- Toplumsal Cinsiyet Eşitliği. Kadınlar ve kız çocuklarının güçlendirilmesinin ekonomik büyümeyi ve her alanda gelişmeyi hızlandırdığı defalarca kanıtlanmıştır. Burada, bakım ve ev işleri hizmetlerinin alternatifleri ve kadın istihdamı gelişimi üzerine projeler üretiliyor.

6- Temiz Su ve Sıhhi Koşullar. Su kıtlığı, dünya genelinde insanların şimdiden %40'ından fazlasını etkiliyor ve iklim değişikliği sonucunda bu oranın daha da yükseleceği tahmin ediliyor. Çözüm için suyla bağlantılı ekosistemleri korumak, su verimliliğini teşvik etmek ve arıtma teknolojileri konusunda uluslararası işbirliği yapmak zorundayız.

7- Erişilebilir Temiz Enerji. 2021 itibarıyla küresel enerjinin %30’dan fazlası yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi sağlanmış olsa da her 5 insandan 1'inin elektriğe erişimi yok. Talep artmaya devam ettikçe, dünya genelinde yenilenebilir enerji üretiminde büyük bir artış gerekecek.

8- İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre, 2015 yılında 204 milyondan fazla insan işsizdi. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, sürdürülebilir ekonomik büyüme, daha yüksek verimlilik düzeyleri ve teknolojik yenilikleri teşvik ediyor. Girişimcilik ve iş imkanlarının teşvik edilmesini bunun anahtarı olarak görüyor.

9- Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı. Bilimsel araştırma ve yeniliğe yatırım yapılması, sürdürülebilir kalkınmayı mümkün kılan en önemli yol. Dünyada internet erişimine sahip olmayan 4 milyardan fazla insan vardır; ayrıca bunların %90’ı gelişmekte olan ülkelerdedir. Bu da bilgi ve birikime erişimde eşitsizlik yaratıyor.

10- Eşitsizliklerin Azaltılması. Gelişmekte olan ülkelerde toplum içindeki ekonomik eşitsizlik giderek artıyor. Birleşmiş Milletler’in hedefi cinsiyet, ırk ve etnik kökene bakmaksızın herkesin ekonomik katılımını destekleyen sağlam politikaların benimsenmesi.

Burada gördüğüm ilginç hedeflerden biri uluslararası para transferlerindeki işlem maliyetlerinin azaltılması hakkında. BM 2030’a kadar göçmen havaleleri işlem maliyetlerinin yüzde 3’ün altına inmesini istiyor. (Finansal teknolojiler geliştiren girişimcilerin dikkatine.)

11- Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası artık kentlerde yaşıyor. 1990'da nüfusu 10 milyon olan mega-kent sayısı 10 iken 2014’te ise toplamda 453 milyon insanı barındıran 28 mega-kent var. Bu, şehirlerde baş edilmesi gereken yeni sorunlar demek.

Aşırı yoksulluk genellikle kentsel alanlarda yoğunlaşıyor. Kentleri güvenli ve sürdürülebilir kılmak için güvenli ve erişilebilir konut sağlamak, gecekonduları dönüştürmek, toplu taşımacılığa yatırım yapmak, kamusal yeşil alanlar yaratmak, kentsel planlama ve yönetimi hem katılımcı hem de kapsayıcı olacak şekilde iyileştirmek gerekiyor.

12- Sorumlu Tüketim ve Üretim. Dünya nüfusunun bir kısmı aşırı tüketirken, diğer kısmı kendi temel ihtiyaçlarını karşılamayan düzeyde düşük tüketime sahip. Daha verimli üretim ve tedarik zincirlerinin yaratılmasında, satıcı ve tüketici düzeyinde gıda atığının azaltılması da çok önemli.

13- İklim Eylemi. Küresel ısınma, insanların hayatını ciddi ölçüde etkiliyor. Doğu Avrupa ve Orta Asya, büyük sera gazı emisyonu üreticisi değil fakat iklim değişikliğinin sonuçlarından orantısız biçimde zarar görüyorlar. Bu, tamamen global ölçüde düşünmeyi gerektiren bir hedef.

14- Sudaki Yaşam. Yerküreyi insanlar için yaşanabilir kılan küresel sistemlerden biri de su. Büyük kısmı karada yerleşik kaynaklardan gelen deniz kirliliği ise (insanların ürettiği karbon dioksidin yaklaşık %30’unu emen) okyanuslarda kaygı verici düzeylere ulaşmış durumda.

15- Karasal Yaşam. Daha önce hiç oranını düşünmemiştim ama bitkiler, insanların besin kaynaklarının %80’ini sağlıyormuş. Günümüzde, büyük ölçekte toprak bozulmasına tanık oluyoruz. Ekilebilir arazilerin kaybı, ormanlar, sulak alanlar ve tükenen hayvan ırkları odaklanılacak noktalar.

16- Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar. Barış, istikrar, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim olmadan, sürdürülebilir kalkınma bekleyemeyiz. Bölünmüş bir dünyada yaşıyoruz. Bazı bölgelerde barış ve refah içinde yaşayanlar diğer bölgelerdeki bitmek bilmeyen çatışma ve şiddete gözlerini kapatamazlar.

17- Hedefler için Ortaklıklar. Bileşmiş Milletler: ¨Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ancak küresel ortaklık ve işbirliği için güçlü taahhüt ile gerçekleştirilebilir.¨ diyerek başlığı özetlemiş. Bunu yerel sistemler için de uygulamak doğru olacaktır.

AYIKLAMA
ÖZGÜR DENİZ ŞANAL
Cu, 29 Aralık 2023 - 16:59
AYIKLAMA AYIKLANMA

Tartışmanın bu noktasına kadar gelip "hedefler birliğinde" anlaşabildiysek ayıklama sürecimizi tamamlayıp hızla yol almamız gerekecektir. "Konuyu anlayıp anlamadığımız deneti" bile bu sürece bağlıdır yani denetim elemanlarının elindeki kriterlere göre yeterliliğiniz buradaki sonuçlara göre değerlendirilir.

Herbirimizin kişisel veya kurumsal ilerleyişinde elde ettikleri, veri data bankları, birikimleri yüzde yüz tam veya doğru olmayabilir. Yüzdelik oranımızın büyüklüğüyle orantılı başarılıyızdır.

Sanat alanını önemseyip bu alanda uzmanlık geliştiriyorsak ister istemez yaşadığımız yer ve ülke sanatı ile ilgiliyizdir. Zaten küresel çözüm önerileri küreselden yerele, yerelden küresele doğru sürekli hareketli ise sağlıklıdır. Bu veriyi diğer tüm alanlar için de doğrulayabiliriz.

Bu haliyle tartışmanın iyi bir yere doğru gittiğini, ürün ürettiğini, çözümlere katkı verdiğini düşünüyorum.

BİR DEĞERLENDİRME
GÖZDE ACAR
Cu, 29 Aralık 2023 - 17:18

Benim merak ettiğim, yorumcunun deyimiyle tartışmayı takip edenlerin masa üstlerinde veya yaşamlarında hangi değişiklikler oldu? Örneğin popüler gazete köşe yazarlarından Ataol Behramoğlu ve Uğur Dündar' ın son yazılarında kendi pencelerelerinden "bugün yaşasaydı ne söylerdi, ne yapardı" sorusuna yanıt aradıklarını gördüm. Diğerleri de buraya yazarlarsa hem bütünlük hemde daha değerli olacaktır.

Saygılarımla

ÖRNEK
Erkan YAZARGAN
Cu, 29 Aralık 2023 - 17:33

Burada okuduğunuz tartışma örneğini kendi platformlarımızda her gün, her hafta, her ay düzenli olarak senelerdir yapıyoruz zaten hemde uluslarası, çok dilli ve kültürlü ortamlar oluşturarak... İlk defa ZorbaTv Dergiye bir örnek oluşturmak istedim. "Siz de yapabilirsiniz, yapmalısınız" diyorum. Çok verimli bir çabadır. O kadar çok verim elde edersiniz ki en yakından bilip tanıdığınız çalışan bir üniversiteden bile daha çok, değerli, verimli, kalıcı eserleriniz olur.

Değerlendirin derim

 

 

Semah Felsefesi

Yanıtla

ELİF TURAN BOZ
Sa, 02 Ocak 2024 - 20:06

ÇITIRTI

Yazargan' ın Semah Felsefesi eserini okumuş bir birey olarak şiire yerleştirilen "bir çıtırtı çoşa getirir aşığı" anafikrine dikkat çekmek istedim. Hiçbir Bedrettin araştırmasında göremeyeceğimiz bu kapsam aynı zamanda günümüz insanlık sorunlarınada çözümler üretiyor. Daha çok Batı kültür ve medeniyetinin ocaklarında pişirilip insanlığa sunulan ve yön veren muhteşem eserlere farklı bir katlı katıp Doğu, Batı, Kuzey, Güney demeden daha yüksek bir yerden DÖNGÜ VE DÖNGÜLER sistemlerine dikkat çeken Yazargan "birde bu açıdan bakın" diyerek ilgi duyan özellikle felsefe okurlarına nedenler ve sonuçlar bilgisi veriyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığının kayıtlarına göre semah; Alevi ve Bektaşiler tarafından inançları gereği cemlerde icra edilen hizmet sahipleri olan zakirlerin çaldığı saz eşliğinde söylenen sözler ve müziğin ritmine uyarak yapılan mistik ve estetik hareketler ile hakikate ulaşma yoludur.

Türkiye coğrafyasının genelinde canlı bir biçimde yaşayan semah, uygulayıcıları ve taşıyıcıları olan Alevi-Bektaşi toplulukların yaşadıkları coğrafi bölgelere göre samah, semağ, zamah, zemah gibi farklı isimlerle anılır. Bölgelere göre semahların müzik ve ritim yapısı açısından farklı örnekleri ile karşılaşmak mümkündür. Aynı isimle icra edilen semahlarda dahi ezgi ve söz yapısında farklılıkların bulunması semah kültürünün zenginliğinin bir göstergesidir.

Semah dönenler birbirlerine dokunmadan, daire şeklinde ve karşılıklı durarak semah ederler. Semahın değişik bölümlerine evrenin dönüşü, turnalar gibi daire şeklinde uçmak ve kanat çırpmak gibi farklı simgesel anlamlar yüklenmektedir. Örneğin bir elin avuç içinin göğe çevrili iken diğer elin avuç içinin yere baktığı harekette ifade edilmeye çalışılan, “sen Hakk’sın ben halkım, ben senden gelen ve senin özünü taşıyanım, senden ayrı değilim” düşüncesidir. İki elin avuç içi göğe bakarken ellerin ters çevrilerek avuç içlerinin yere bakar hale getirildiği harekette de ifade edilmeye çalışılan düşünce aynıdır. Semah yaparken elin avuç içinin yüze çevrildiği hareket, eline bakan insanın aynada kendi güzelliğini, dolayısı ile tanrısal güzelliği görmüş olacağı düşüncesini ifade etmektedir. İki elin avuç içinin göğe bakar durumda iken ellerin göğse doğru çekilerek kalp üzerinde birleştirilmesi hareketinde de anlatılmaya çalışılan Hak, Tanrı bendedir yada Tanrı insandadır şeklinde yorumlanmaktadır.

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde farklı müzikal karaktere ve ritmik yapıya sahip olan semah, içinde hümanist öğeler barındırır. Semahta ayrım yapılmaksızın kadın ve erkek birlikte döner ve okunan dualar eşliğinde herkes ellerini göğe doğru uzatarak din, dil ve ırk farkı gözetilmeden Hakk’ın bir olduğu zikredilir.

Halk müziğiyle iç içe olan semaha genelde bağlama eşlik eder. Bazı semahlarda bağlama yerine aynı ya da farklı türden on iki çalgı bulunur. Vurmalı sazlar kullanılmaz. Ritüelin birliği, hoşgörüyü ve Tanrı’ya ulaşmayı simgeleyen yönü halk deyişlerine konu olmuştur. Başta Hatayi olmak üzere Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Nesimi gibi ozanların deyişleri semaha eşlik etmektedir. Sevgi ve birlik olma temalarının ağırlıklı olduğu dizeler semahta coşkun ve içli bir şiir geleneğini ortaya çıkarmıştır. Okunan semah deyişleri ile uygulanan hareketler arasında bir uyum vardır. Ritüel, dedenin semahçılara duasıyla son bulmaktadır.

Alevi-Bektaşi ritüeli semahın, gelecek kuşaklara aktarılması ve yaşayabilirliğinin güvence altına alınması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ilgili topluluk ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliği içerisinde çalışmalar yürütülmektedir. Semah ile ilgili araştırma, tespit ve envanterleme konularında alan araştırmaları yapılarak Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi Arşivi’ne kazandırılmaktadır.

Semah ritüelinin gelecek nesiller tarafından devam ettirilmesi ve korunması hususunda pek çok sivil toplum kuruluşunun faaliyetleri bulunmaktadır. l Semahla ilgili teorik bilgiyi aldıktan sonra öğrenciler uygulamalı olarak semah ritüelini öğrenmektedirler.

“Semah, Alevi-Bektaşi Ritüeli”, 2010 yılından itibaren UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesine kayıtlıdır.
 
GELENEK
Yasemin BÖREKÇİGİL
"Ayvaz Suyu Örneği"
08. 01.2024
 
*Sözlü gelenek ve aktarımı ile başlarsak bütünlüğü daha kolay kavrayabiliriz kanımdayım, bu kanıya sahibim.
 
Neden farklıyız, farklı olmak zorunda mıyız, farklı olmak bize ne kazandırıyor veya kaybettiriyor? Temel klişelerden biridir, farkını göster birey olduğunu anlayayım. Anlatmak istediğim daha derinlerden gelen ve bilinçli/bilinçsiz aktarılan geleneğimiz nedir sorusunun yanıtı nedir? Zorlamayacağım: Gazi Mustafa Kemal, Hacıbektaş' a gelip "ordu yoksa kurulur, para yoksa bulunur" fikriyle yeni bir ordu kurmak ve Kurtuluş Savaşı başlatmak istediğini belirtince; Saltanat ve Hilafetin kaldırılıp Cumhuriyetin ilan edilmesi ŞARTI ile 40.000 asker sözü verildi ve bu söz çok kısa bir sürede gerçekleştirildi.
 
40 BİN KIZILBAŞ                 
"Kurtuluş Savaşına”
 
Yoluna çıkıp selam almalı
Almalı yorgunluğunu bir nebze, endişelerini
Yüzüne gülmeli, eli sıkılmalı, kucaklamalı – sarılmalı, sevmeli
“Hoş geldiniz Paşam!
Ününüz bu bozkıra kadar geldi.”
“Ölmeyi emredebilecek bir lider
Elbette cennetin kapısından
Gülerek, koşarak geçip gitmeyi, geçirmeyi
Bilendir, olmalıdır.”
O  siz misiniz
Nenelerimizden beri haberi dillerde dolaşan
Hani saltanatı – zorbalığı yere çalacak olan
Hani düzenini sahtekârların, yalancıların
Cam şişesini paramparça edecek 
Darmadağın edecek cam şişesini,
Koparıverecek zincirleri…
Hoş geldin!
Anadolu ana, toprak, fedakar, cevval ve vefakardır
İnsanı ermiş, derviş, yoğrulmuş, zavallı!
Çınar, koca çınar, yaban elması, gül, kara dut ve diken
Kucaklaşalım sımsıkı, koklayalım birbirimizi
İçimize çekelim kendimizi
Yüzlerce yıl ihmal edilen, hor görülen
Talan edilen, nasırlı eller, yanık yürekler
Ayağa kalkmalı yeniden.
“Önce ilan edeceğiz Cumhuriyeti
Sonra sürdüreceğiz devrimleri
Birer, ikişer”
“İşte buna içilir
Ne gelirse elimizden
Ne istersen söyleyiver!”
“Bize lazım şimdi, gürbüz savaşçılar
Şöyle Köroğlu;
Şöyle çakalı, kurdu, yılanı, çıyanı
Ezip, tepeleyecek, dik duruşlu, sakin bakışlı
Yiğitlerle dolu Anadolu...”
“Kırk bin er hazır ederiz bir ayda
Şöyle bir haber uçurunca
Kuş uçmaz yerlerden, dağlardan
Kartal yuvalarından
El değmemiş topraklardan, pınar başlarından
Bir haber uçurunca
Toplanır gelirler üçer, beşer
Kırk bin er.”
Toplandı kırk bin Kızılbaş
Kimseye bildirmeden kendilerini
Bağırıp çağırmadılar
Hakka kurbandılar, hürriyete, cumhuriyete
“Kimsin" diye sorana
“Şuranın, şu köyünden, şunun oğlu şu”
Gevezeliği sevmeyenlerden
Komutanları hayret ettiler, duruşlarına
Budaktan gözünü sakınmayan
Disiplin, azim, çalışkanlık, direnç ve güç.
Yorgunluk bilinmez bu zamanlarda
“Nerden çıktı bunlar?
Böyle bir ordu kurulmamıştı çoktandır beri
Ha gayret aslanlar,
Yok olduğu sanılan bu millet
Elmastan savaşçılar, Hamza pazulu
Paha biçilemez Ali, Zülfikâr
Ha gayret az kaldı.
Düşman dökülmelidir denize,
Böyle bir fırtına kopmamıştı daha önce
Keçeli top tekerleri
Ağzı bağlı atlar.
Biz omuz attıkmı bir omuz
Dağıtırız cepheleri
Kaçacak yer aramalıdır kem göz, hain
İlk hedefimiz Akdeniz!
Yiğitler! İleri”
Onların haberleri ulaşınca düşmana
Pek çoğu kutsal topraktan, Anadolu’dan, Trakya’dan
Sessiz sedasız çekip gittiler
Kaçıp gittiler
Öncekilerin belasına uğramamak için...
 
 05 Ağustos 2012
DIŞARDAN” ŞİİR KİTABINDAN
 
İşte buna gelenek diyoruz.  Rahatsız olanların neden rahatsız olduğu önemli değil. Günümüzde devlet kadrolarını işgal edip gelenek adına İslamcılığı veya Arap kültürünü yaymaya çalışanların çabaları beyhudedir. Aksine devlet kadrolarını ele geçirmeye çabalayıp ele geçirince geleneği tümden kültür devrimi zırvası ile yok etmeyi planlayanların çabalarının beyhudeliği gibi.
 
Bugün dünyanın her yerinde kurumsal on binlerce gelenek aktaran yüzbinlerce gelenek insanı var ve köklü işler yapıyorlar.
 
Sözleşmeye ihanet edip Hilafet, Saltanat veya Oligarşi kurmayı hayal edenler bir daha düşünsünler derim.
 

YALAN
 
Hazır 85 milyon bizi izliyor milyonlarca okur okuyor, anlıyor, irdeliyor, düşünüyor ve iyi, faydalı, doğru, güzel işler yapıyorken bir kaç cümlede ben yazayım Bunların tamamı yalan. Doğru olan ise; insan denen varlık hiçbir zaman okuma, anlama, irdeleme, düşünme, iyi, güzel ve faydalı iş yapma becerisine sahip değildir.
 
Eğitim dediğimiz devasa sistem gelişip tüm dünyanın mezralarına ulaşıncaya kadar binlerce yıl geçirmemize rağmen insanlığın geldiği yer apaçık ortada savaş ve yalanlar dünyası.
 
Nerede yanlış yapıyoruz?
 
Herbirimiz kendi lanet, anlamsız, yalan dünyalarımızda kıvranıp duruyoruz. Biran önce ölmek isteyenlerle cesaret edemeyen yine milyonlarca insan var çünkü herkes birbirine yalan söylüyor. Herkes bilebile yalan bir evrenin içinde yaşamaya devam ediyor. Doğrular ve gerçekler canımızı yakıyor, gücümüz yok tahammül edemiyoruz. Savaşın ne korkunç bir şey olduğunu bilmemize rağmen savaştan zevk alıp acılarımızı, intikam duygularımızı tatmin ediyoruz. Şehitlere ağlarken bombalamalara gülüyoruz.
 
Burada olduğu gibi bir metni yarım yamalak, anlamadan, irdelemeden, içine girmeden okusak bile bizimle ne alakası var veya ben bunu, kime karşı nasıl kullanırım fikriyle okuyoruz. Hatta ülkemiz gibi her yönüyle batık, iflas etmiş, geri kalmış, sürekli debelenen ülkelerde şebekeler kurup hakaret davaları açıp geçim sağlayanlar var. Varla yok, olanla olmayan, doğruyla yanlış öylesine birbirine karışmışki iki kadeh içip aklımızı uyuşturmaktan başka seçenek bulamıyoruz. Gençler uyuşturucuyla filan uyum sağlamaya çalışıyor yalan dünyaya. Oğlunun hayırsızlığından şikayet eden baba zamane çocukların ne büyük kötükler yapabildiğinin bile farkında değil. Bütün dünya bu durumda. Ne kadar yazık ki aslında kimsenin kimseyi dinlediği filan yok. Yazargan' ı yakından tanırım. Dürüst adamdır. İnsanların arasına girmeyi pek sevmez. Ağır toplum eleştirileri vardır. Onun toplum ve toplumculuk eleştirilerini dinlediğinizde sarsılırsınız. İnsan, insandan nefret eder mi diye sorarak bitireyim.
 
Pekiyi, nereye gidiyoruz?
 
Büyük bir yıkım bekliyor bizi. 
 

Cormac McCarthy'nin "The Sunset Limited" Oyununun İncelemesi
 
Doğukan Özsoy
 
The Sunset Limited: İnanç-Düşünce Dikotomisi
 
Amerikalı yazar Cormac McCarthy'nin “The Sunset Limited” (dramatik formda yazılmış roman alt başlıklı) eseri, New York'ta Afro-Amerikan nüfusun yoğun olduğu bölgede bir apartman dairesinde geçer. Hikaye 'Siyah' ve 'Beyaz' adlı iki karakterin bir masa etrafındaki felsefi tartışmasına konu olur. Beyaz, inancını yitirmiş bir profesördür. Siyah ise adam öldürmekten hüküm giymiş eski bir mahkumdur. Cezasını çekmiştir ve hapis yattığı yıllarda, kanlı bıçaklı bir kavgadan sonra Tanrı ona 'fısıldamıştır'. O günden beri tanrının buyruğunu iletmekle görevli dindar bir Hristiyandır. Bu sahnenin öncesinde Beyaz, kendiniThe Sunset Limited adlı, Amerika'yı batıdan doğuya dolaşan bir trenin önüne atarak intihar etmek istemiş ancak muvaffak olamamış Siyah onu son anda kurtararak evine getirmiştir. Bu andan itibaren Siyah ve Beyaz arasında inanç-düşünce, sorgulama-itaat, tanrının kabulü ve yadsınması gibi ikiliklerin konu olacağı hararetli bir tartışma gelişecektir.
 
Siyah, bir nevi kurtarıcıdır. Beyaz'ı intihar etmekten son anda kurtarmasının yanı sıra, yaşadığı gettoda uyuşturucu bağımlılarına ve alkoliklere, inandığı doğru yolu, tanrıya gidenyolu göstermeye çalışır. Sıradaki günahkar Beyazdır. İntihar etmekte son derece kararlı gözüken Beyaz'ı bu kararından vazgeçirmeye çabalar. Bu hayatın yaşamaya değer olduğunu, tanrıya inanarak hayatın anlamını bulacağını, etrafındaki insanları severek hayatını yaşamaya değer kılacağını anlatır. Beyaz ise bu fikirleri anlamsız ve saçma bulur. Zira onun inandığı şeyler çok farklıdır. Siyah'ın deyimiyle o bir “culture junky ”dir. Kitaplar, sanat, müzik gibi kültürel olgulara inanır. İçindeki manevi boşluğu bunlarla doldurmaya çalışan Beyaz, artık bunlara olan inancını da kaybetmiştir.
 
Schopenhauer'in da dediği gibi ''Sanat asla hayattan kurtuluş yolu değildir, hayatta kalmak için bir tesellidir.'' Görünen o ki Beyaz bu teselliyi de kaybetmiştir.Bu hayatın daha fazla yaşamaya değer olmadığına kanaat getirmiştir. Hiçbir şeye inancı kalmamıştır. Etrafındaki insanlardan nefret eder, etrafındakiler de ondan. Nefretin sebebi onlardan farklı düşünmesi, hayata karşı tutumu ve hayatı daha fazla anlamlı bulmamasıdır. Bunca yıllık düşünce hayatının ve okumuş olduğu onca kitabın, karşılaştığı onca fikrin ancak onun yaşamı son buluncaya kadar onunla beraber olacağı ve ondan sonrasının koca bir hiçlik olduğu fikri onu derinden sarsmış ve intihar fikrine yöneltmiştir. ''Gerçekliğin doğasına dair bir aydınlanma yaşamıştır." (McCarthy, 2006, syf. 51) Hakikati bulmuştur o!
 
 
İnanç-düşünce dikotomisi etrafında şekillenen bu tartışma, Beyaz'ın ''radikal” ve ''aykırı'' fikirleriyle devam eder. Babasını hasta olduğu halde ziyaret etmez, umurunda değildir. Camus'nun “yabancısıdır ” o. Öte yandan son derece nihilist ve pesimist gibi görünen dünya görüşünün aslında hayatın tam da özünde var olan bir durum olduğunu vurgular. ''Ben pesimistik bir halet-i ruhiye içinde olduğumu iddia etmiyorum. Aksine bu görüşün hayatın tam da özünde var olan bir şey olduğunu söylüyorum.'' (Mccarthy, 2006, syf. 57) Bir tür paradoks oluşturan bu düşünceleri, sıradan bir bilincin kötümser algılayacağı fikirlerle devam eder. ''Tüm neşelerin üstüne baltanın gölgesi düşüyor. Her yol ölümle bitiyor. Her dostluk ve aşk da öyle. İşkence, kayıp, ihanet, acı, elem, yaş, aşağılanma, korku, geçmek bilmeyen hastalıklar...'' (Mccarthy, 2006, syf. 58) 
 
Bunun ardından son derece sarsıcı ve başkaldıran fikirleriyle devam eder. ''İnsanlar dünyayı gerçek haliyle görebilse, hayatlarını gerçek haliyle görebilseler, hayalle ve yanılsamalar olmadan yani, bence mümkün olduğunca çabuk ölmemek için ortaya tek bir neden bile süremezlerdi. Ben tanrıya inanmıyorum anlıyor musun? Çevrene baksana yahu. Göremiyor musun? İşkence görenlerin yaygara ve gürültüsü onun kulaklarına bir müzik gibi geliyordur. Ve kardeşlik, adalet, sonsuz hayat mı? Hey ulu tanrım! Bana insanı hiçlik ve ölüme hazırlayan bir tek din göster. Bak o kilisenin cemaatine katılabilirim işte. Sizin ki insanı daha çok hayata hazırlıyor. Hayallere, yanılsamalara ve yalanlara.'' (McCarthy, 2006, syf. 57-58) 
 
İnandığı tek hakikatin ölüm olduğunu savunan Beyaz, hayatın da acı ve işkenceden başka bir şey olmadığını savunur. İnsanı dünya hayatına hazırlayan Hristiyanlığa, ama yalnızca Hristiyanlığa değil tüm vahiy dinlerine getirilmiş sert bir eleştiridir. Peki ama ölümden sonra koskoca bir hiçliğin onu beklediğine inanmasına rağmen neden bu yolu tercih eder? Neden bir insan, ileride onu neyin beklediğini bilmediği bir bilinmezliğe yürür? Bunu ölümden sonra sonsuz hayat vadeden dinlere karşı bir başkaldırı amacıyla yapar. Başkaldıran insan olarak, kendisine ait olan şeyi talep eder. Bu da nihai ölüm ve sonrasındaki hiçliktir.
 
Siyah'a gelecek olursak, ''kafamda orijinal bir düşünce yok, yalnızca ilahi inancın sesi var'' (McCarthy, 2006, syf. 9) diyen Güney Amerikalı (Louisiana) bir Afro - Amerikandır. Beyaz'ı intihar etmekten son anda kurtarmış olmasının yanı sıra, kaybettiği inancını da tekrar geri kazandırmayı amaçlayan bir salvatore, yani kurtarıcıdır. Nihai mutluluğun İncil’de yazılı olduğunu düşünüyordur. Ancak her ne kadar inançlı bir Hristiyan izlenimi verse de konuşmaları esnasında belirttiği üzere, kutsal kitapta yazılı bazı fikirlere katılmadığı görülüyor. Örneğin, Adem ve Havva'nın cennetten kovulması üzerine olan düşünceleri ile İncil’den ayrı düşer. Siyah'a göre insanlar başlangıçta iyidirler. Fakat başlarına gelen kötülüğün sebebi yine kendileridir. Thomas Hobbes'un da deyimiyle ''homo homini lupus'' yani, ''insan insanın kurdudur.''Bunun yanı sıra, İncil’in tamamının okunmasının gerekli olmadığını, orada yazılı olan hakikatin aynı zamanda insanın içinde de olduğunu iddia eder. Bir anlamda insanı temel alan hümanist bir görüşü vardır ki bu da alışılagelmiş olan düşünceden, kişinin kurtuluşa ermesi için kendini mutlak bir teslimiyete bırakması ve tanrının buyruklarına itaat etmesini gerektiren düşünceden tamamen farklıdır. Yazarın hem bu kadar inançlı bir karakter yaratması hem de dindar bir bilinçte görülmeyecek fikirlere sahip oluyor oluşu, kaçınılmaz olarak bir ikilik, paradoks oluşturuyor. Siyah yer yer Beyaz'a olan hayranlığını da dile getirmekten kaçınmaz. Kendisinin iyi eğitimli olmaması ve Beyaz'ın kullandığı sözcüklerin sofistike ve zaman zaman anlaşılmaz olması adeta onu büyüler. Beyaz'ın intihar etme nedenlerini daha 'akılcı' bulur çünkü diğer insanlar yalnızca yaşadıkları hayatı sevmediklerinden intihar ederler. Oysa Siyah'a göre, Beyaz'ın gerekçeleri daha zekicedir.
 
Hikayenin çözülme noktası Beyaz'ın kapıya doğru giderek evden ayrılmaya niyetlenmesiyle başlar. Beyaz kapıdan çıkmaya her yeltendiğinde Siyah adeta ona yalvararak biraz daha kalmasını söyler. Eğer ayrılırsa ne olacağını biliyordur çünkü. Son bir çabayla Beyaz'ı kararından döndürmeye çalışır. O trenin önüne atlamayarak, sadece perondaki insanlara tebessüm ederek, merhaba diyerek veya birine bir bilet hediye ederek, yani önemsiz gibi görünen ama değerli, küçük şeylerde yaşamın anlamı bulunabilir diyerek, umutsuzca onu ikna etmeye çalışır. Ancak Beyaz çetin cevizdir, ''vazgeçmeyeceği tek şey vazgeçmemektir.'' Son bir bağışlanma dileyecektir ancak bunu talep edebileceği kimse yoktur. Nihayetinde tanrıyı öldürmüştür o! Kapıyı açar ve gider. Dışarıda yalnızca hiçliğin umudu vardır ve o umuda tutunacaktır.
 
 
 
Vâridat
 
Semih Ceyhan
 
Şeyh Bedreddin’e nisbet edilen dört tasavvuf kitabından biridir (diğerleri: Meserretü’l-ḳulûb, Ḥâşiyetü maṭlaʿi Ḫuṣûṣi’l-kilem fî meʿânî Fuṣûṣi’l-ḥikem, Risâle-i Bedreddîn). Eser, tasavvuf tarihinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem’inden sonra en çok tartışılan kitaplar arasındadır. Vâridât, müellifin muhtemelen İznik’te göz hapsinde iken veya daha güçlü bir görüşe göre Çelebi Sultan Mehmed’i bulma ümidiyle İznik’ten Rumeli’ye kaçtıktan sonra 820 ile (1417) 823 (1420) yılları arasında müridlerine verdiği derslerden meydana gelmiştir. Araştırmacıların çoğu, eserin Şeyh Bedreddin’in idamından sonra müridleri tarafından kitap haline getirildiği görüşündedir. Müellifin torunu Hâfız Halil, 864 (1460) yılı civarında kaleme aldığı dedesine ait menâkıbnâmede Vâridât’ın bizzat dedesi tarafından yazılan son eser olduğunu, onun idam kararından bir gün önce rüyasında Hz. Peygamber’i, dört halifeyi ve Ebû Hanîfe’yi gördüğünü, onlara Vâridât’ı hediye ettiğini söyler (Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Manâkıbı, s. 131-132). Hâfız Halil’i güvenilir kabul eden Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre kitap, Şeyh Bedreddin hayatta iken dervişleri tarafından Türkçe derlenmiş ve bizzat onun tarafından Arapça’ya çevrilmiştir (Simavna Kadısıoğlu, s. 30). İlhâd ve zındıklığa dair fikirler içeren Vâridât’ın Şeyh Bedreddin gibi bir fıkıh âlimine nisbet edilmesini doğru bulmayan kişiler de vardır (Vâridât [trc. Yener], s. 44; Dindar, Šayḫ Badr al-Dīn, s. 51; Ocak, s. 191).
 
Müellifin Leṭâʾifü’l-işârât, et-Teshîl ve Câmiʿu’l-fuṣûleyn gibi fıkıh kitaplarında esere atıfta bulunmamasını, bu kitaplarda eserin muhtevasına uygun fikirler ileri sürmemesini delil kabul eden bu yaklaşımın Şeyh Bedreddin’in Mısır’da Hüseyin el-Ahlâtî’den tasavvuf terbiyesi gördüğüne, Rumeli’de şeyhlik yaptığına, hem fakih hem mutasavvıf olan çağdaşı Molla Fenârî gibi Ekberiyye mektebine intisap ettiğine, Vâridât’ta kaydedildiği üzere mâna âleminde Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüştüğüne, hatta Dâvûd-i Kayserî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem şerhine hâşiye yazdığına dair bilgiler dikkate alındığında isabetli olmadığı söylenebilir.
 
Vahdet-i vücûd anlayışıyla yazılmış vâridler içeren Vâridât, muhteva açısından Şeyh Bedreddin’in mebde ve meâd hakkındaki düşünceleri ve sûfiyâne müşahedeleri olarak iki bölüm halinde değerlendirebilir. Kitapta fikir ve müşahedelerin vâridât ve fütuhat türü eserlerde görüldüğü gibi birbiriyle irtibatsız anekdotlar halinde olması, mukaddime, bab ve fasıl içermemesi modern yazarlarca bir eksiklik sayılmışsa da bu husus bu literatüre özgü doğal bir durumdur. Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’nin Vâridât tercümesindeki konu başlıklarına göre eserde 101 vârid yer alır. Kitap, “Bil ki âhiret halleri cahillerin zannettiği gibi şehâdet âleminden değil emir, gayb ve melekût âlemindendir. Konuya dair peygamberlerin ve sûfîlerin söyledikleri doğrudur. Lâkin iş bu sözleri anlamaktadır” vâridiyle başlar (s. 13); “Bu âlemde iki yön vardır, biri güzellik, diğeri çirkinlik. Hak Teâlâ bir kuluna bir işi işletmek isterse ona işin güzel yanını gösterir, kul da o işi işler. Eğer bir şeyi terkettirmek isterse ona o şeyin çirkin ve kötü tarafını gösterir, kul da o işi terkeder” vâridiyle sona erer (s. 75-76). Müellifin keşf, keramet ve müşahedelerini naklettiği vâridlerde ilm-i ilâhîye dair meseleler izah edilmektedir. Meselâ gaybdan gelen yeşil elbiseli iki kişinin kendisine Hz. Îsâ’nın ölü bedenini göstermesi Îsâ’nın unsurlardan müteşekkil bedeninin ölü, ruhunun diri olduğuna; kendisinin bazan kendini beş duyu ile görünmez ve hissedilmez biçimde ruhanîleşmiş olarak algılaması ruhun sadece görünmek için bedene büründüğüne, bedenin ruhu izhar etmekten başka bir rolünün ve gerçekliğinin bulunmadığına; kitap okumakta iken birden tanımadığı birinin hayalinde canlanıp ertesi günü o kişinin kendisini ziyarete geldiğini müşahede etmesi bazı gaybî şeyleri vukuundan evvel bilmenin mümkün olduğuna ve her şeyin bâtından zuhur ettiğine; bir gece hücresinde murakabe halinde iken ruhunun ocakta yanan bir odunun sesinin aynısını çıkardığını duyup sahv haline geldiğinde gerçekten orada yanmakta olan odunun aynı sesi çıkardığını gözlemesi varlıktaki eşyanın aynı ilâhî cevheri taşıdığına ve vahdet-i vücûdun ispatına; Fuṣûṣü’l-ḥikem’i okuduğu bir perşembe gecesi sabaha doğru mâna âleminde İbnü’l-Arabî’nin kendisine, “Şeytanı bu âlemden atmak istedim ve attım, şimdi bu âlemde bazı izlerinin dışında şeytan kalmadı” demesi, İbnü’l-Arabî’nin şeytanın temsil ettiği vehim gücünden tamamen kurtulup mutlak tevhide erdiğine, bazı kimselerde ise vehim gücünün hâkimiyetinin hâlihazırda devam ettiğine işaret eder (s. 23, 40-42, 61-62, 64-65, 69, 71, 72-74).
 
Vâridât’ın temel konusu vahdet-i vücûddur. Müellif eserin çeşitli yerlerinde ulûhiyyet anlayışını açıklarken mutlak ve biricik varlığın Hak’tan ibaret bulunduğunu, zâtının gereği olarak ve muhabbet sâikiyle Hakk’ın zuhura meylettiğini, mümkün varlıkların bu zuhur sebebiyle ve Hakk’ın isim ve sıfatları vasıtasıyla varlık kazandığını, Hakk’ın zâtının her şeyden münezzeh olmakla birlikte her şeye varlık vermesi itibariyle eşyanın “ayn”ı olduğunu, varlıkta göreceli ikilik ve mutlak birlik bulunduğunu, vahdet-i vücûdu en kâmil tarzda insân-ı kâmilin yansıttığını kabul eder (s. 15, 17-18, 27-28, 30-35, 55-56, 62-63, 68). Kıyamet ve âhiret ahvali, ruh-beden ilişkisi, melek, cin, şeytan gibi gaybî varlıklar, iyilik-kötülük problemi, âlemin kıdemi, şeyh-mürid ilişkisi, rüyanın gerçekliği ve eşyanın hakikatinin bilinmesi (mârifet) gibi birçok tasavvufî mesele bu ilke bağlamında yorumlanır. Şeyh Bedreddin’e göre fikir ve nazar yolu yani felsefe ve kelâm eşyanın hakikatini ve Tanrı-âlem-insan ilişkisini tam olarak idrakten uzaktır. Bâtının tasfiyesiyle bir şeyi keşf ve izhar etmek her müminin izlemesi gereken sağlam yoldur. Bu yolda yürümek ancak peygamberlere uymakla gerçekleşir. Kuşeyrî ve Gazzâlî’nin tasavvufa dair kitaplarının taklidle tahkik arasında yazılmış eserler olduğunu belirten Şeyh Bedreddin’in bütün fikirlerinde İbnü’l-Arabî’nin etkisi bulunmakla birlikte ıstılahlara vukuf ve meselelerin çeşitli yönleri gözetilerek izah edilmesi noktasında Ekberiyye mektebine mensup sûfî müelliflerin metinlerindeki dikkat ve incelikten uzaktır.
 
Esere hem sûfîler hem ulemâ tarafından çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir. Bunlar temelde iki konuya, kıyametin ve cismanî haşrin inkârı ile âlemin kadîm olmasına dairdir. Müellif, cismanî haşr konusunda bedenin öldükten sonra dört unsurdan meydana gelen terkibinin çözülüp fenâ bulacağını, bir daha eskisi gibi aynı terkibin teşekkül etmeyeceğini ve bedenin ölümle birbirinden ayrılan her bir parçasının aslına döneceğini, ardından melekût âleminin cinsinden bir latif sûrete bürünerek yeni bir terkibin gerçekleşeceğini ileri sürer (s. 13, 24, 54-55). Vâridât şârihleri, İbnü’l-Arabî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem’inin Yûnus faslına atıfla haşrin ve âhiret hayatının misal âleminde vuku bulacağını, haşrin cismanîliğinden kastın dünya hayatında görüldüğü gibi bir maddîlik değil ruhla madde arasındaki berzah ya da misal âlemine uygun bir cismanîlik olduğunu söyler (Ocakoğlu, s. 65). İsmâil Hakkı Bursevî, pîri Aziz Mahmud Hüdâyî’nin aksine Vâridât’ın başındaki ifadelerin inkâr içermediğini belirtir. Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım, kitaptaki vâridlerin seyrüsülûk ile ulaşılan mertebede elde edilen neticeler kabilinden sayılabileceğini, ârifler zümresinden olan Şeyh Bedreddin’in hakka’l-yakīn mertebesine ulaşamadığından daima ruhaniyetle meşgul olduğunu, cismâniyata iltifat etmediğini, bu sebeple haşr-i ecsâdı inkâr ettiğini ileri sürer (Vâridât [trc. Mûsâ Kâzım], s. 3). Vâridât’a yönelik ikinci eleştiri noktası, müellifin âlemin sonradan yaratılmış (hâdis) değil ezelî ve kadîm olduğunu ikrar ettiği iddiasıdır. “Âlem cins, nevi ve mutlak şahsıyla kadîm olmakla beraber hâdistir. Fakat bu hâdislik zamana bağlı değil âlemin zatına mahsus bir hâdisliktir” (s. 20) cümlesini şerheden Nakşibendî şeyhi Abdullah-ı İlâhî’ye göre bu “kilit” mesele bazı nüshalarda yer almamaktadır. Bununla birlikte müellif bu cümlesiyle âlemin dışta zuhur etmeden önce Allah’ın ilminde ezelî ve kadîm olduğunu, Allah’ın varlık vermesiyle varlık sahasında göründüğünü, bu anlamda âlemin hudûsünden bahsedilebileceğini kastetmiştir.
 
Sûfîler arasında Vâridât’a en ciddi tenkit Halvetî şeyhi Nûreddinzâde Muslihuddin Efendi’den gelmiştir. Muslihuddin Efendi, er-Red ʿale’l-Vâridât adlı eserinde Şeyh Bedreddin’i dört konuda eleştirir: Nasların te’vili, âhiret, melekler ve mücerred varlıklar, varlık anlayışı. Ona göre Şeyh Bedreddin, Gazzâlî’nin eleştirdiği şekilde bir tür Bâtınîliğe sapmaktadır. Vâridât’ın hemen başında zikredilen, “Kur’an’ın zâhiri, bâtını vardır” hadisinden hareketle bâtın anlamın çocuk mürebbisi konumundaki peygamberler tarafından gizlendiği iddiası kabul edilemez bir yaklaşımdır. Te’vilde zâhirî anlamla çelişen bir bâtınî anlama ulaşmak nasta amaçlanan ilâhî muradı yanlış anlamaktır. Nûreddinzâde, Şeyh Bedreddin’in âhiret meselesinde kavram kargaşasına düştüğünü, insanların zihinlerindeki âhiret mefhumunu yıkıp dünyevî hayatta ahlâka ve şeriata karşı ilgisizliğe yol açtığını söyler. Ona göre Şeyh Bedreddin melekleri salt kuvvelere indirgemekle onların objektif gerçekliklerini de ortadan kaldırmıştır. Vâridât’ta geçen vahdet-i vücûdla alâkalı kısımların Abdullah-ı İlâhî ve Şeyh Yavsî tarafından İbnü’l-Arabî’nin fikirleri doğrultusunda keyfî biçimde açıklanması Nûreddinzâde’nin bir başka eleştiri noktasıdır. Eser ulemâ kesiminin de şiddetli hücumlarına mâruz kalmıştır. Şeyhülislâm Alâeddin Arabî (ö. 901/1496) “kötü koku” yaydığı düşüncesiyle kitabı yaktırmaya kalkışmış, Ebüssuûd Efendi, Şeyh Bedreddin’in yolundan gidenleri tekfir etmiştir. Vâridât’a yönelik tepkilerin XIX. yüzyılda da devam ettiği anlaşılmaktadır.
 
İstanbul’da Vâridât nüshalarını bulmanın güç olduğunu, zira Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey’in insanların inancına zarar vereceği endişesiyle kitabı satın alıp yaktırdığını söyleyen Ahmed Cevdet Paşa’ya göre Vâridât, Fuṣûṣ’u taklit yoluyla yazılmış bir risâledir (Kısas-ı Enbiyâ, XX, 1746)
 
İSTİSNASIZ
AYSUN DEMİRTAŞ 
Pt, 15 Ocak 2024 - 23:37

PEKÇOK SORUNA BİRDEN ÇÖZÜM
"bir örnek"
 
Benim ismim Aysun Demirtaş. Erkan öğretmenimin öğrencilerinden birisiyim. Kendisini ilk gördüğümde bıyığı yeni terleyen bir köy öğretmeniydi. Ona göre Dağ Başı, bana göre benim köyüm olan yere öğretmen olarak gelen onlarcadan birisiydi. O gün bugündür iletişimimiz kopmadı, sürekli haberleşiriz. Onun yönlendirmesiyle Fransa' da Uluslararası ilişkiler ve Hukuk okudum. Şimdi BM Newyork ofiste çalışıyorum. Emekli olunca.köyüme döneceğim. Batman ilinin Kozluk ilçesinin İnişli köyü.
 
Okuma, anlama, anlatım, yazma, düşünme dediğimiz konular dil biliminin alanına girip felsefe ve sanatla ilerlerken bilimin de aracıdır.
 
Günümüz dünyasında her yönden ve her türlü etki altındaki insanın yaşadığı şaşkınlık odaklanamama sorunu ile ilgilidir. Anladın mı, anlatabildim mi, anlıyor musun sorularını sormak zorunda kalırız. İnsan böyledir. "Seçim yapıp kararlı davranmak ve odaklandığımızın dışında kalanlardan vazgeçip yola devam etmek" pekçok sorunumuzu birden çözer. Çevremizde o kadar çok seçenek vardır ki tümünü birden seçmemiz olanaksızdır. Zaman değerine sahip olmayan insan sermaye bilincine sahip olmayan insan gibi ömrünü; daldan dala hoplayarak geçirir, önüne her geleni yiyip tüketir, şaşkındır aslında... Bugünlerde Ölü Toplum Eleştirisini okuyorum. Her zaman olduğu gibi anlaşılması kolay, özellikle "aptala anlatır gibi", herkesin kolaylıkla anlayacağı bir dili var. Kelimeleri bir kağıda yazıp masanızın üstüne yayın ve rastgele seçin bakalım neler çıkacak. İster inanın ister inanmayın yaşam bu kadar kolaydır. Bunu sevgili öğretmenimden öğrendim.
 
DAĞ BAŞI
 
...
Aysun vardı. Birinci sınıf öğrencim
En zekilerinden çocukların
Deneyeyim dedim, bakalım ne tepki verecek:
“Ne işiniz var bu dağ başında,
Ovalar boş dururken ha Aysun?”
Konuşmadı bir daha benimle uzunca
Gönlünü alıncaya kadar neler çektim.
 
Camları kırık okul
Tabanı beton
Bir sınıfta altmış öğrenci, o zaman
Birleştirilmiş sınıf
İlk üç sınıf bende
Dört beşler Ahmet öğretmende
Lojmanın iki odası var, biri depo
Birini biz kullanıyoruz ortaklaşa
Karşında çeşme, suyu taşıyoruz tenekeyle
Ahmet muhasebeci aslında
Bursa’dan gelmiş iş bulamayınca
Uydu alıcımız var ama
Suyu yine ısıtıyoruz, ısıtıcıyla
Haftada bir alış veriş, ekmek sigara
Komşumuz Ali. Keçileri var, hindileri var
Hafta sonu giderdik ona
Kışın iki metre kar
Çocuklar yine gelir
Elektrik bazen var, bazen kesilir.
Lafı dolandırmadan fazla
Bitirelim artık, sonu gelsin
Aysunun bu toprak, bu vatan.
 
20.04.2011
TOKAT
Erkan YAZARGAN
 
Herkese istisnasız sevgi ve saygılarımla
 
 
 
NAZIM MESELESİ
 
ERGÜN UYMAN 
Sa, 16 Ocak 2024 - 03:05
DÜZEYSİZ TOPLUM ÖRNEKLEMLERİ
 
Tartışmayı başından beri takip ediyorum. Burada olup bitenin dışında etkileriylede ilgilendim. Kendi arkadaş çevremdeki şair, yazar vs ilgili yazı ve paylaşımlarınıda irdeledim.
 
Bence buradaki 4 şiir bütünlüğü birbirini tamamlayan özellikle sürdürülen kurgu niteliğinde. Canlı puzzle denilen örnekte puzzle parçalarını alıp yeni bütünlüklerde oluşturulabiliyor! Yine bana göre Yazargan bu bütünde ve örneğini gördüğüm başka örneklerinde Nazım' a ve Ona canla başla sadık yoldaşlarına veya takipçilerine haydi sevenlerine diyelim toptan meydan okuyor/okumuş. Lütfen, dikkat edelim; dil ve kelime kullanımında "bir kullandığım kelimeyi bir daha kullanmadım" diyebilen yazar neredeyse yoktur. Tarihte bir kaç örnek vardır ama buradaki iddia kelimeden çok anlamla ilgilidir. Yazargan asla ve asla Nazım gibi "ben komünistim" veya "beni Stalin var etti" gibi bir cümle kurmaz. Yazargan kendi geliştirdiği inanç>felsefe-sanat>bilim çizgisinde mantığın dördüncü evresini quantal algılayıp anlatan bir öğretmendir. Yani Kültür Bakanlığı Yazarlar Listesini taratırsanız Onun ismi official yoktur. Kendi deyimiyle "Necip Fazıl şairüşşüera ilan edildikten sonra şiiri bırakmıştır". Bin şiiri düzenli, programlı, önceden belirlediği şartlar altında, sonucu belirsiz ve önemlisi hiçbiri kağıda dökülmeden yani basımı yapılmadan ki kendisi bunu yasaklamıştır, başka örnek bulamazsınız. Şimdi soru şudur; böylesi insanları bu hale getiren nedir? Piyasayı işgal eden ve kendilerine yazar, şair, düşünür, aydın, mücadeleci, direnişçi, idealist veya her neyse o sıfatın sahibi, sahiplenici, kapıcısı, kapıp üzerine çöreklenicisi hiç kimse bu dem'e yükselemez. Yazarlık değil eleştirmenlik yapıyor. Eleştirdiği için taşlanıyor. Taşlanıyor ama gülüp geçiyor. Şöyle bir şey oluyor, olacak; kütüphanenizdeki bütün kitapların kağıt yığınından başka bir şey olmadığını anlayacaksınız ve geçen bütün yaşantınız ve kazancınız gözünüzün önünden geçecek. Sonra o kadim soruyu sorup "bütün bunlar boşuna mıydı" diyeceksiniz. İşte bu gerçek dönüşümü yaptırabilirlere hayret edip takdir ederiz çünkü onlar bireydirler ve birey olabilmenin sırrına bizzat yaşayarak ulaşmışlardır. Düzeysizler bunu anlayamaz. 
 
Teşekkürlerimle
 

TÜRKLÜK

Yanıtla


FATMA DİLEK ERKOÇ
Per, 18 Ocak 2024 - 09:59

TÜRKLÜK BİLİNCİ VEYA GERÇEĞİ
"tüm diğer ulus bilinçlerine uygulanabilir"

Ocak 2024' itibariyle ZorbaTv&Dergi' de devam eden tartışmalar bütününden takip edebildiğim kadarıyla gelinen aşamada Erkan Yazargan' ın mantık kurgusu, felsefenin hayâlilikten değer yaratımına ve dini kavramların bulanık karmaşasının yarattığı sorunlara çözüm önerilerine gelinmiş durumda. Kendimce bu aşamada "Türklük bugüne nasıl geldi" sorusuna Yazargan' dan örnekler vererek katılmak istiyorum. Araştırılarak kayıt altına alınacak bir durumla karşı karşıyayız. Bu yazımda kayıt altına almanın bir başlangıcı olabilir.

Yazargan aslında öğretmendir ama öğretmenliği bıraktıktan sonra kendi online eğitim sistemini kurup "Bilimsel Düşünme" ile birlikte Temel Bilimler dersleri vermiş Seçmeli Dersler olarakta felsefe ve sanat ekolleri okutmuştur. (tebder.tr.gg)

Bin şiir dizisinde doğumdan ölüme bir insan yavrusunun yaşamını damla damla işlerken Türk Töresinin maddelerini siirlerine sırasıyla yerleştirmiştir. Mantığın bilinen işleyen kurallarını irdelerken günümüz mantığını öğretir ve ilkel mantıktan kurtarır kursiyerlerini.

Sade Yazılar şiir kitabından başlayarak saflık kavramını oluşturur ve üzerine kurar her şeyi. Şiirle Dans şiirinde;

"İyice dolmalı şair

Keseleri patlamaya varıncaya kadar

İşte o zaman belki

Göğün katlarına çıkar.

Kimi ayda, kimi her gün

Bir şeyler karalasa da

Hangisi daha lezzetli,

Kahkaha, hıçkırık, tıslama..

Bu şiir değil örneğin

Şiir gibi kelimeler

Yan yana eklemek devrik.

Şiir olsun istiyorsan

Sende katılmalısın."

Çözüm: Türk Olamayanlar çalışmasının son bölümünde yazı ile sözü ve aslında İbrani kültür etkisiyle Türklüğü kıyaslayıp varoluş sırrımızı ifşa eder: "Diğer tüm insanlık alemlerinin içinde yazı yerine sözü tercih eden tek millet Türklerdir derken sırrını bulup gerekirse ifşa etmeliyiz, neden?

Yine Yahudilerden gidelim (burada antisemitik bir durum değil karşılaştırarak bulma esası güdülüyor) onlar törelerini hikaye formunda yazıp kutsayarak korumalarına rağmen amaçları hasıl olmamış aksine ciddi bozgunculuğa sebep olmuştur. Türk bilgeleri öngörüleri ile olabileceği tahmin ettikleri için sırrı yazının önüne geçirip sözü değerli kılmışlardır. Günümüzde bile tüm teknolojik imkanlara ve devlet gelişimlerine RAĞMEN Türklerin doğru dürüst okur yazar olmamalarının temel nedeni budur. Çelişki ve dayanaksızlık bulup saçma damgalayacak olanlar metnin bütününe ve sürecine dikkat etsinler lütfen. Soru: Nasıl oluyorda yazılanlar ilginç bir şekilde çıkıyor. Çıkıyorsa nasıl çıkıyor? Bu deneyime sahip olabilmek için törenin içinde uzun yıllar yoğrulup öngörü geliştirmeniz ve önemlisi alana hakim olmanız gerekiyor. Etki ve etkileşimler dünyası dışardan daha eğlenceliyken içeride yıpratır insanı. Ozan, çalıp söylediği destan veya türkülerde sürekli bir saf duygu işleyip durur. Türkçe bilmeyenlerin anlaması zaten imkansızdır. Sırrını sazına söyleyen ozan başkalarına duyumsama bakımından örnektir." der/yazar.

Dolayısıyle görevi araştırma olan akademisyen ve meraklı okur, anlamadığı yeri sormak ve aslında her şeyden önce iyi okumak zorundadır.

Azizim Erkan Yazargan …

Zorbatv 
Çar, 20 Aralık 2023 - 09:25

Yorumunuzun/ denemenizin özeti "aslında hepimiz Türküz diyen filozofun derdi ve gelecek kurgusu bambaşkadır.  Bunu anlatamadığımız büyük kitlenin varlığına mı üzülelim, yoksa filozofun "efradını cami ağyarını mani- Ne eksik ne de fazla, artısı eksisi olmayan"  aforizmasına mı sevinelim. Başlı başına bir tartışma ve yazıya konu. 

Bu yorum sayesinde Şeyh Bedrettin şiiriniz için içtenlikle kutlarım. Onun külliyatını günümüz Türkçesine kazandırmış olmanın mutluluğu ardımda bırakacağım izlerden birisidir. 

Düşüncenin aydınlattığı sevginin, sanatın ve yazının ışığında buluşalım.

Tamamlayıcı yorumunuza yürekten katılmamam olası değil. Toplum olarak temel sıkıntımız aydınlar. Eleştirel düşünemeyen kitle, düşünenlerin üzerinde hükümranlık kurma uğraşısında. Şeyh Bedrettin'in yaşadıkları ile bizim ayrık otu gibi kalmamız arasındaki temel fark henüz boynumuzun vurulmamış olması.

Yıllar önce bir panelde ilahiyatçılarla konuşmacıydım. Kelam, fıkıh alimi diye ortada dolaşıyorlardı. Ortamı sarsan benim olağan bulduğum bir kaç  soru sormuştum:

Şey Bedrettin ismi size ne ifade ediyor, ilahiyat camiasında fıkıh ve kelamda onu dipnot olarak veren kimseye rastladınız mı..? 

Cami imamlarının Onu bilmemesini anlarım çünkü Bedreddin'i anlamak epey birikim gerektiriyor. Bu adamın tabir yerindeyse "ser'ini verecek bir derdi varmış, bir bakalım nedir "diyen birisinin çıkmamış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sizce  Platon ve Devletini bir yana bırakırsak, ilk sosyalist düşünür 14. Asrın sonunda bu topraklarda yaşamış olabilir mi? Thomas More ve Saint Simon'dan önce Simavna Kadısıoğlu olabilir mi?

Orada anladım ki külliyattan haberdar olmayan büyük bir kesim ve de onun ötesinde dokunursak yanarız diyen eyyamcı bir grup var. Bunun adına da bilim insanlığı diyorlardı. O zaman karar verdim Şeyh Bedrettin külliyatının günümüz Türkçesine aktarılmasına.  Günü geldiğinde   Şeyh Bedrettin düşüncesinin Nazım Hikmet'in "ucundan bucağından" toplumu haberdar ettiği  platonik söyleminin ötesinde İslam üzerine derinleşmiş bir alim olduğunu gösteren külliyatını 50' ye yakın farklı alan uzmanıyla birlikte günümüz Türkçesine aktarma başarısını göstermek nasip oldu. Yoksa sonsuza kadar tarihin tozlu raflarında kalacaktı... Pekiyi  neden? Basit ama girift yani tam bir şark kurnazlığı. Başlı başına bir kaç yazı konusu. 

Cehaletle savaşan her birey ve kurumun gönüllü destekçisi olmayı seçmemin ardında yatan gerçek budur.  

Ümit Yaşar GÖZÜM



Eğlenceli Bir Yorum

Yanıtla
ELİF ARAL
Cu, 19 Ocak 2024 - 23:21

Size antolojilerde, dergilerde, kitaplarda veya başka basılı kaynaklarda bulamayacağınız ilginç bir kaç Erkan Yazargan şiiri örneğinden kesitler sunmak istiyorum. Şeyh Bedrettin ve Savaş başlığını incelerken bunları da göz ardı etmeyin.

Katile ithaf edilen Kandırmaca Hayat şiirinde:

"...
Gerçek bir mezar taşı olanlardan değil
Suratı değiştirildiğinden beri
Oda tanımıyor kendini.
Bazı geceler kâbuslarla uyansa
Depresyon haplarına bağımlı kalsa
Cehennemi ensesinde bilse de...
Kahraman, yiğit, delikanlı, vatansever
Ülkücü, devrimci, mücahitti!
Kandırıcıların oyununa geldi
Bir çeşit tecavüze uğradı
Kandırıldı.
03.04.2011" derken, uyanıklığa ithaf ettiği Uydurma Kandırma şiirinde:

"...
Bilseydin zaten bilirdin.
Bilmediğin için kandırıyorlar seni.
O ünlü üç kişi var ya
Üçünü de
Az önce ben uydurdum. Yok, bunlar.
Yokları, var diye sana yutturuyorlar.
15.05.2011" der.

Yalnıza ithaf ettiği Tarlada Çocuk şiirinde ise;

"...
Agop veya Gregor ilk adı bilinmiyor
Anadolu’da yine kanlı boğuşmalar
Bin sene önce Horasan
Beş yüz sene önce Bozok
Yüz sene önce Tozanlı
Taş bina, bahçesinde hem nar, hem çınar
Çocuk küçük konuşmaya yeni başlıyor
Babası ölmüş hastalıktan
Dedesi bakıyor."

Anlatı, kurgu, gerçeklik, saflık, dil zenginliği, sadelik, anlaşılabilirlik, derini anlatırken basit dil kullanımı, her insanın içinde bir yerlere dokunurken kâh gıdıklama kâh iğneleme, kâh alay edercesine coşkuya kaplama örneğini başka yerlerde bu naiflikte bulamazsınız. Bulamazsınız çünkü benim kütüphanemde 10.000' den fazla kitap var ve hiçbirinde bu tat yok... Çok merak ettim ve çevremdeki özellikle şiir uzmanlarına da sordum. Önce bir yoklama çekip bu kişiyi okudunuz mu dedim, sonra bir kaç örnek gösterdim; çıktısını aldığım şiirlerden. Sonucumu buraya yazmayacağım. Herkesin kendinin araştırmasını istiyorum çünkü kendisini aradığımda kısa sohbetimizden bu sorumluluk hissine kapıldım. Doğru ya söylenmesi gereken bir şey varsa kendisi söylerdi zaten benim üzerime vazife değildi, işgüzârlığa gerek yoktu. Kendi deneyini yapan insanlara her zaman hayran olmuşumdur hele deney sonuçlarını olduğu gibi kabul edip eyvallah diyenlere daha bir ayrı gözle bakarım.

"ÇOK YÜZLÜ SEYİS
siyasetçiye ithafen

Siyaset, seyislik
At terbiyeciliği yani.
Rodeo, vahşi ata binme sanatı.
"Şeytan işidir" derler
İnsandan en iyi O anlar.
Hele toplulukları idare
Bir o yöne bir bu yöne sürme.
Menfaat, çıkar, fayda
Taraftarlık mı yoksa
Takım tutmak mı
Yüzde kaçın ilgisi var.
Kaç senede bir oyun, milyonda bir
Cambaza bak, cambaza
Bir o şapka, bir bu takke
Politikaya gelince, çok yüzlülük.
..."

Bu daha başlangıç. İki paragrafı daha var. Önce nasıl devam edebilir diye tahmin edin ve sonra arayıp bulun

Herkese iyi eğlenceler...


Barbaros İRDELMEN
23.01.2024 Salı

Değerli Erkan Yazargan Hocam, 
Şeyh Bedrettin ile ilgili yorum yapacak kadar derin bilgim yok ancak bildiğim kadarıyla ve iftiharla her zaman anlattığım şu konuyu paylaşmak isterim: İyi eğitimli aydın bir kişi olarak, yaşadığı dönemde savunduğu fikirleri, birlikte çalışalım ve birlikte paylaşalım. Komünizm ve sosyalizmin temel ilkeleridir. Bu fikirlerin ilk bu coğrafyadan çıkması elbette binlerce yıllık Türk Kültürünün ürünüdür. O dönem fikirleri mevcut monarşi rejiminin işine gelmediği için idam edilmiş. Matbaa da olmadığından ve yasaklanan fikirlerine sahip çıkılamamış, bu fikirlere, daha sonra, Karl Marx ve Engels’ in fikirleri olduğu söylenerek Batı dünyası tarafından sahip çıkıldı.
 
Hocam, bu platformda paylaştığınız şiirlerinizden bazılarını okudum, kutlarım, beni cesaretlendirdi. Siz ve kıymetli okurlarınızla iki şiirimi paylaşmak istiyorum. 
Keyifli okumalar...
1.
Dünya ve İnsan

Tanrı insanı yaratırken
Önce ol dedi galaksilere
Ol dedi gezegenlere
Hepsi oldular

Güneş
Dağlar akarsular dereler
Ormanlar da olsun
Okyanuslar da olmalı
Donattı çiçeklerle
Çok ta güzel oldu dünya

Düşündü sonra
İnsan olursa
Dünya nasıl olacak acaba?
Kararını verdi
Balıkla başlayayım
Sonra sürüngenler ve böcekler
Uçan kuşlar da lazım
Memeli hayvanlar olmalı

Eh şimdi! Biraz da eğlenelim
Ol dedi maymuna, ama
Maymun eğlendiremedi
Komik değildi yeterince

Çeşitli duygular yükleyeyim
Maymundan daha komik olsun
Ol dedi ve oldu insan

Ahlak inanç insanlık
Zorlansa da insan
Eğitimle öğreniyordu
Ama, çıkarı olduğunda
Tüm öğrendiklerini
Unutuyordu anında

İnsan, gerçekten
Çok daha komikti maymundan...
 
2.
İnsan

Diğer canlılardan farklı
Bitmez tükenmez umuduyla
Müşfik cömert merhametli vefalı
Sevgi ve aşk dolu, kıymetli bir varlık

Öyle anlatılıyor insan

Oysa
Yağmacı, ırz düşmanı
Ordularla yapılan o vahşi savaşlar
Yüzyıllardır tekerrür eden katliamlar

Tarih
Ne kadar farklı yazıyor aynı insanı

En çok korkulan
Bilgisiz ama kurnaz
Kalleş zalim ve en kaltak
İnsan, acımasız bir yaratık

Kurbanlarını ve
Günahlarını savcı saydı
İdamına karar verdi hakim
İnsan, dünyadaki en vahşi varlık…

Barbaros İrdelmen

Saygı ve selamlarımla


KİM BİLİR NELER SÖYLERDİ
İsmail EYÜBOĞLU

Yazargan' ın deyim kullanımlarına dikkatinizi çekmek isterim. "Tercümesi kolay olsun diye basit/anlaşılır bir dil tercih ettiğini ama şiirin tercümesinin olmayacağını" söyler. Her şiirinin hassas bir noktasına illa en az bir deyim yerleştirerek Türk Dilinin içsel gücünü de gösterir. Buradaki kim bilir neler söylerdi deyimi bir kaç kelimelik basit bir ifade olsada  hem felsefî hemde filolojik bir meydan okumadır yani hangi dile tercüme etmeye çalışırsanız çalışın, meallendirirseniz meallendirin asıl anlamı asla ifade edemezsiniz.
 
Sanata İzin şiir kitabının ana sayfasında dublaja ithaf ettiği Hapishane şiirinin tamamı bir kaç yabancı film diyaloğundan oluşur ama en sonuna "anladın mı bu dili" sorusunu sorarak şiiri kendininleştirir. Yazıldığı dönemde de tartışılan bu tarzına "ben asla kitabını bastırmadım ve bundan sonra da basılmasına izin vermeyeceğim" diyerek yepyeni bir boyut, anlam ve meydan okumayla karşılık verir. Hakikaten, bir yazar veya şair neden kitaplarının veya şiirlerinin basılmasını istemezde tümünü kendi imkanları ile -yeni gelişen teknolojileri kullanarak, yayımlar ve dağıtır? 750.000 adet gibi Türkiye koşullarında muhteşem dağıtım rakamına ulaşan çok az yazar vardır ve çoğu da ölmüştür zaten. İşin daha ilginci yazılarıyla ilgili tüm deneyleri yine kendisinin yapıp değerlendirmiş olması ve 16 farklı internet sitesi ile yaşatmasıdır. Yurt dışındaki işleri buradakilerin on misli daha fazla, yaygın, tanınır, bilinir, okunur ve okutulur olmakla birlikte yapılır işlerdir. Onun sahasına/evrenine girdiğinizde her yerde onu ve izlerini görürsünüz. Farklı baktırır, farkı gösterir, basitçe yapar. Süt süttür, su ise su. Süte su karıştırmak deyimine bakalım:
 
ÇİT SÜT VE SU                        
“Süte”

Bizce toprak ağaları
Onlarca derebeyleri, voyvodalar
Uçsuz bucaksız toprak.
Lordlar kamarası, babadan miras vekâlet
Sermayenin gücü
Koç oğulları, bir telefonluk uzaklık
Yâni ilişkiler ağı
Denge ve karşılık. Paylaşım veya
Ayakkabıcının oğlu ayakkabıcı olacak
Hırsızlar Kralı, Kayıp Prens
Göçebe Türkmene anlatamazsın
Toprağın etrafına çit çakmayı
Onun ördüğü taş duvar
Keçileri kaçmasın diye
Alabildiğine geniş bozkır
Sür sürebildiğince atı
Nerede dilersen, orada kur obanı.
Su katmayı anlatamazsın süte
Süt süttür, su ise sudur
Karıştırmak hem ayıp hem de günahtır
Anlaşılmaz
Yapılamazdır.
 
25.11.2011
TOKAT
“Semaha Şiir kitabından”
 
Bin şiiri irdeledikten sonra Türk Olamayanlar parçalar bütününü okuyup daha önceki 33 kitabıda hiç olmazsa biraz karıştırdıktan sonra filmler, film serileri, akademik uluslararası yazılar ve önemlisi en kıymetli uluslararası değerlendirme kuruluşlarının değerlendirme notları... 
 
Süleyman olmayan
Âsâfın kıymetini bilemez. 
 


MAHARET BİRLEŞTİRMEK          
“Geceye”


Geleceği merak eder insan, ne olacak
?

Cem'in camı efsanelerde

Üzerine ne kadar yazıldıysa da!

Anlatıldığına göre

Camdan bir küre geleceği gösteren

Televizyon ondan mı ilham alındı acaba?

Büyük Kral Süleyman zamanı

Maharetli bir vezir,

Belkıs’ın tahtını getirebileceğini

Haber verir

Göz açıp kapayıncaya kadar...

Meryem’in oğlunun

Babasız doğması.

Yine Süleyman zamanı bir kuyu

Halka sihir öğreten melekler

Ama şartları var.

Hepsi geçmişten haber

Geleceğe dair. Çoğu oldu
Ya olmayanlar?

En merak ettiğim, adâletin te'sisi:

Bunca karmaşa varken;
Kavimler, inançlar, kültürler, diller
Daha neler ve neler
Hepsinin üstüne ne ile çıkılacak?
Hepsinden daha üstün, daha yüce bir bilgi
Belki. Yeni Varlık nasıl kurulacak?
Aslanla ceylanı kucağında barındıran
Veli
Kurtla kuzuyu birlikte güden.
Yani zıtları, zıtlıkları mezceden
Kavga ettirmeden, boğuşturmadan
Şimdi olmadığına göre
Gelecekte olmalı.

Bu günkü kelimem “gece” idi

Her gün yaşadığımız
Sessiz olması daha hoşuma giden
Karanlığından öte.
Bir Mezopotamya atasözü
Kaç bin yıllık kim bilir
Derki:
“Soğuk bir kalp pırlanta değerindedir
Sıcak kalp ise hastalıklarla dolu.”
Gece, kurt, hastalık, gelecek
Sıra şimdi birleştirmede
Ama gecenin etrafında dönecek bu defa
Hepsi
Mahâret bir birine bağlamada;
Gece, diyelim şimdi
Kurt, diyelim kötülük
Hastalık zaten belli
Gelecekte bunlar olmamalı
Kabulleniyorum, kabul ediyorum yani
Şimdi gelecekten çok geri.

Ben bıraktım, sizde bırakın

Hayat, yaşamak için daha güzel
Yani kavgasız, belasız
Becerebilirsen tasasız
Eski defterleri, günleri, geçmişi
Deşeleyip durmanın anlamı yok
Ders almıyorsak
Ders aldıysak tamam, yeter
İleriye, ilerlemeye, birlikte el ele
Ayrımsız, farksız, bensiz, sensiz birlik.

18.04.2011

TOKAT


BAĞIRIR BAĞIRIR SUSAR SUSMAZSA DA KENDİ BİLİR
Bilun KILIÇ
17.02.2024

Dedem bilge adamdı. Bir kaç dili hem okur hemde yazardı. Kapısı hiçbir zaman kilitli değildi. Herkes babasının evine girer gibi gece gündüz girip çıkardı. Türkiye nin her yerinden misafirleri gelir mutfak masasının üstü sürekli yiyecek dolu olur ocakta sürekli bir şeyler pişerdi. Kendi elleriyle yaptığı ahşaptan bir sandık vardı. Odasında yatağının bitişiğinde duran sandığı ara ara açıp içindekileri karıştırır defterine bir şeyler yazıp yerine geri koyardı. Şakacı bir insandı ama asla alay etmez konuşurken insanın gözünün taa derinlerine bakardı. Ne sorarsan cevaplar illa bir şeyler söyler ama iyi bilmediği konularda "bunu iyi bilmiyorum ama" derdi. Kimseyi eliboş çevirmezdi. Kadın, erkek, çocuk, akıllı, deli, yerli, yabancı herkese söyleyecek bir şeyleri vardı.

Şimdilerde yeryüzünü kaplayan bir İtiş kakıştır gidiyor ya şucu bucu insanların senlik benlik davaları... Umurunda bile olmazdı.

Yaklaşma Yezidin yanına
Kokusu siner canına.

Bağırtı, böğürtü, çığırtı, inim inim inletmeler bizim köye de musallat olduğunda Erkan hoca bir grup arkadaşıyla gelip ziyaretçi olmuştu. Aynı dedem gibi güleryüzlü bir insandı hatta annem "bu bizden, sürekli gülümsüyor" demişti hiç unutmam Mahkelik olduk devletle. Kaymakam -sonradan FETÖCÜ olduğu ortaya çıkıp cezaevine gönderildi, "siz Müslüman değil misiniz, ezana neden karşı çıkıyorsunuz" dediğinde "500 senelik Alevi Ocağı olan bu köyde şimdiye kadar hiç kimse ezan okumadı. İhtiyacımız yok bizim" demiştik. Adam (kaymakam) bizi fethedilmesi gereken, imana gelmesi lâzım gördüğü için, belki de sevâbıyla cennete gideceği zannıyla işi gücü bırakıp ikide bir köye geliyordu. Sonunda türbenin duvarına hoparlörü çaktırdı. Birde hoca getirip burada beş vakit ezan okuyacaksın dedi. O zaman söylemişti dedem "bağırır bağırır susar" lafını. Hoca arabasıyla gelip ezan okuyup gidiyordu. Kimse ne selamını aldı nede selam verdi. Neyse iki üç ay sonra gelmemeye başladı. Köyün gençleri de hoparlörü söküp attılar.

Şimdilerde İslam coğrafyası dedikleri yerlerin baştan aşağı her yerinde bir yangın bir kasırga bir bitmez savaş hâli yine bağırıp duruyorlar.

Kendileri bilir.

                                  

SEN DE BİLİRSİN

"Tekeli'ye İthafen"

 

Yeni bir sabah

Aynada gözünün içine dikkatlice bak
Okyanusları, evrenin diğer ucundakileri,
Hücrelerindeki ışığı
Görürsün.
Bir gösteri bir film gibi ama sessiz...


GEÇEBİLİRİZ (YOLCULUKII)                    

“Ortak bilince”

 

Dünya denen araçla bir yolculuktayız

Gündüz, gece. Binlerce yıldan beri.

Ortak bilince ulaşırsa insanlık

Sarsılmadan, çarpmadan sağa sola
Başka gezegenlere veya
Yoğun enerji kütlelerine
Geçivereceğiz ince delikten
Yarasız, beresiz.
İşte sana kayıp kitap.


ZIRILTI                                 
“Zırıltıya”

 

Dert yanıp duran adam durmadan

Şükredemez bir türlü
İsteği bitmez, hep dertli
Zırla ha zırla
Tırmala kulakları.


BİLGE İLE CAHİL

"Gözyaşına"

  

Baldıran zehiri, arkadaşlarının arasında
Bir kupa içti. Yığıldı oraya
Suçu: İnsanları konuşturmak
"İçinizdedir doğrular" diyordu
Af dilemedi, başka yere gitmedi
Terk etmedi, ölümü tercih etti
Sokrates oldu.


BEKTAŞİ BABA VE SİNYAL

"ilhama"

 

Tül perdenin üstünde, uğur böceği

Kanatlarında siyah noktalar
Rengi turuncu, mercimek kadar
Hareket ediyor, canlı
Onu gördüğümü fark etti mi?
Varlığımdan haberi var mı?
Balkona çıkarken rastladım
Bir an farkına vardım.

 


ALAMUT’TA BİR GECE                     

“Kaynağa”

 

Hoş geldiniz Beyler!

Bu kandillerle ışıl ışıl salon sizin
Pencerelerinden dağ başları görülen
Ve su kanallarıyla süslü
Gül bahçeleri
İpekli giysiler renkli ve parlak
Şerbet, güzel kokular
Kırmızı yanaklar, esintiler
Hepsi sizin.


ASAF                       

“Farka”

 

O gün bende oradaydım

Süleyman’ın sarayında
Karışmıştım kalabalığa
İzliyordum olup bitenleri
Bilemezdim ki
Bu kadar meşhur olacağını
Büyücüler, tılsımcılar, kahinler
Vardı o zamanlarda
Sopadan yılan yapan
Soğan kabuğu dumanından
Güvercin, beyaz güvercin uçuran
Karman çormandı her şey
Konuşmalar anlaşılmaz
İstekler bilinmez
İşaretleydi her şey
Açlığı gidermek tek dertti
Bir de susuzluk

 

Âsâf, kısa boylu adam
Sarı işlemeli atkısı sırtından

Önüne doğru uzanan
Etekleri yerde, başında yine sarıdan
Bir tuhaf başlık taşıyan
Güler yüzlü adam

Hikmet Damlaları kitabından


Kant Eleştirisi
“Deutschstunde / Almanca Dersi”
Erdoğan Mitrani
 
1978 doğumlu Alman yazar yönetmen Christian Schwochow, özellikle televizyonda çok sayıda dizi ve film çekmiş. Bugüne kadar, senaryolarına da katkıda bulunduğu, bazılarını 1953 doğumlu annesi Heide Schwochow’un yazdığı 5 uzun metraj film çekmiş. 2019 yapımı altıncı uzun metrajı “Deutschstunde / Almanca Dersi”nin senaryosunu da annesi Heidi, Siegfried Lenz’in aynı adlı romanından uyarlamış.
 
Alman ressam Paula Modersohn-Becke’nin yaşamına odaklanan bir önceki filmi “Paula” (2016) ile XIX. ve XX. Yüzyıllarda yaşamış bir kadın sanatçının özellikle yaşamak zorunda bırakıldığı ayırımcılığı yansıtmış olan Schwochow, “Almanca Dersi”nde bu kez resim sanatına karşı yapılmış bir ayırımcılığa Nazilerin modern resmi “Entartete Kunst / Dejenere Sanat” olarak nitelemesini ele alıyor.
 
Max Ludwig Nansen (Tobias Moretti), Siggi Jepsen (Levi Eisenblätter)
 
Sanata haşin eleştiriler getirmiş olan Nasyonal Sosyalistler 1930’lu yılların ortalarında Nazi Almanya’sında modern sanatı yasaklamışlardı. Bu yasaklamada büyük olasılıkla, yeteneksiz bir ressam olan Hitler’in modernizmi akıl hastalığı olarak görmesinin de etkisi vardır. Bu dönemde “dejenere” olarak görülen sanatçılar profesyonel güçlükler ve hatta ciddi kişisel tehlikelerle karşılaşmışlardır. “Almanca Dersi”nin başkarakterlerinden ekspresyonist ressam Max Ludwig Nansen (Tobias Moretti) de böyle bir sanatçıdır. Nasyonal sosyalistlerin getirdiği resim yapma yasağını kendisine yaşadıkları küçük köyün yetkililerinden, çocukluk arkadaşı, en yakın dostu olan polis şefi Jens Ole Jepsen (Ulrich Noethen) resmen tebliğ eder. Görevini her zaman ciddiye almış, kendini öncelikle görevine adamış biri olan Jens’in resim yasağını aşırı bir ciddiyetle uygulamasının yarattığı kızgınlık ve kırgınlıklar ikilinin tüm etrafını etkileyecek, kimi zaman trajik boyutlara erişen olaylar özellikle Jepsen’in oğlu Siggi’nin yaşamını altüst edecektir.
 
“Almanca Dersi”, İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında bir genç tutuklu evinde başlar. Buraya kapatılmış olan 17 yaşlarındaki Siggi Jepsen (Tom Gronau) Almanca dersinde yazması istenen “Görev Sevinci” üzerine makaleyi bir türlü yazamaz. Sebebi sorulduğunda, çok fazla şeyi olduğunu söyleyen Siggi, ceza olarak alıştırmayı bitirene kadar bir hücreye konur. Atıldığı hücrede genç adam takıntılı bir tutkuyla, durmaksızın, zincirlerini kırmışçasına Kuzey Almanya’da küçük bir köyde geçen çocukluk anılarını yazmaya başlar.
 
Siggi savaş yıllarına odaklanarak giriştiği anlatısında, babasının resim yasağı tebliğiyle başlayarak bir zamanlar çok yakın arkadaş olan, Jens Ole Jepsen’le çocukluğunda onun hayatını kurtarmış olan Max Ludwig Nansen’in dostluklarının, zorla getirilen resim bu yasağı yüzünden nasıl bozulduğunu aktararak devam eder. Max’ı titizlikle denetleyen Jens, kontrol için 11 yaşındaki Siggi’nin (Levi Eisenblätter) kendisine yardım etmesini ister. Ancak Nansen de direnir ve için bir oğul gibi olan Siggi’nin yardımını ister. İki adam arasındaki çatışma sürekli arttıkça Siggi babasına itaat duygusuyla vaftiz babası Max’a sevgisinin arasında kalan Siggi, elinden geldiğince Max’a destek olmaya, onun resimlerini saklamaya gayret eder. Jens’in tutkuyla görev ve sadakat kavramlarına Nazilerin otoriter bakış açısıyla sarılması iki eski dostun arasını iyice açarken ergen Siggi’nin de “görev” sözcüğünün ifade ettiği kavramla sorunu anlaşılır hâle gelmeye başlar.
 
Bu Kuzey Alman sahil köyünde, özellikle Jensen’in ailesinin geri kalanının Nansen ve hasta karısıyla sımsıcak ilişkilerini sürdürdükleri de göz önüne alındığında iki adamın ilişkisi belirli bir seviyede devam eder; ta ki Jensen, Nansen ve ailesinin Siggi’nin asker kaçağı abisini saklamış olduklarını fark edene kadar. Kurşuna dizileceğini bile bile oğlunu gözünü kırpmadan yetkililere teslim eden Jens bundan böyle görevini de aşan bir tutkuyla Max’a karşı çıkacak, savaş bittikten sonra bile bunu kişisel bir hesaplaşmaya dönüştürerek, hem Max’a hem de onu destekleyen ergen oğlu Siggi’ye karşı saldırgan davranacaktır.
 
Tabii ki Siggi’nin babasından çok hem kendisine hem de etrafındaki herkese gerçekten sevgi gösteren Max’a düşkün olması çocukluğundan beri iki arada bir derede kalmış olan gencin akli dengesinin giderek bozulmasına ve suç sayılabilecek beklenmedik bir eyleme yeltenmesine sebep olacaktır…
 
Müthiş etkileyici bir görsellikle aktarılan öyküyü iki büyük oyuncu Ulrich Noethen ve Tobias Moretti sürükler. İkilinin olağanüstü yorumu, öykünü bireysel yönünü de aşarak Savaş içinde bir Almanya’nın iki karşıt tarafını, bir madalyonun iki yüzü gibi ortaya koyar. Bu iki müthiş performansı Siggi’yi iki yaş döneminde canlandıran Levi Eisenblätter ile Tom Gronau büyük başarıyla tamamlarlar.
 
Johanna Wokalek’in Max2ın eşi Ditte’ye getirdiği sımsıcak yorumu da unutmayalım.
 
Sonuç olarak çok katmanlı bir içsel ve dışsal hesaplaşmalar yumağını 2. Dünya Savaşı ve sonrasının fonunda aktaran çok başarılı bir dönem filmi. 2018’de çekilmiş ve 2019’da dijital olarak vizyona girmiş olduğundan internet ortamında kolayca bulunabiliyor. Mutlaka izleyin derim.
 
Yönetmen : Christian Schwochow
Senaryo : Heide Schwochow
Görüntü Yönetmeni : Frank Lamm
Kurgu : Jens Klüber
Müzik : Lorenz Dangel
Oyuncular : Ulrich Noethen, Levi Eisenblätter, Tobias Moretti, Johanna Wokalek, Sonja Richter, Maria Dragus, Louis Hofmann, Mette Lysdahl, Artus Maria Matthiessen, Klaus Peeck, Frank Genser
Almanya / Tarihi-Dram / 125 Dk.

Kafkavâri Varlık ile Gerçek Farkı
SPACEMAN: Kontrol Altına Alınmış Saf Aklın Alegorik Esrarengiz Figürü
Burcu Meltem TOHUM

3 Mart 2024

Johan Renck
’in kendi sanatsal ve yaratımsal aurasından ilham alarak yönetmiş olduğu Spaceman (2024), yalnızlık için yazılmış sonlu bir şiir havasını taşıyor. Bir astrofizikçiyi canlandıran Adam Sandler (Jakub Prochazka) tam anlamıyla gerçekçi ve sembolik olanın, tanınabilir ve gizemli olan ile yerlerini değiştiriyor. Kendini evinde hissetmek üzere kurulmuş olan kendi anı dünyasına istemeden son derece sadık kalan Jakub, özünde anlaşılmaz olanla değil hepimize tanıdık gelen bir yalnızlığın pençesi ile tanışıyor. Anıların hayal dünyasına evrilmesi ve gerçeklik ile olan bağların zedelenerek yeni bir gerçeklik alanı yaratıyor olması Spaceman’e özünde sahte bilimsel bir tonalite özelliği yüklüyor. 74. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde yarışma dışı kategoride gösterilmiş olan film Jaroslav Kalfar’ın Spaceman of Bohemia (2017) adlı kitabından esinlenilmiş, senaryo koltuğunda ise Colby Day oturmakta.

Uzay Tozuna Karışmış Duygusal Travmaların Tadı

Tuhaf, alışılmamış ve kayıp bir atmosferin içine hapsolmuş bir varlık olarak zihnini ayık tutmaya çalışan Jakub, bu anlamda günümüzün modern yalnızlık fantezisine de hafifçe dokunuyor. O ve Hanuš,(Paul Dano – seslendirme) kaybedilmiş benliğin ufkunu büyük küreklerle kazmaya çalışırken filmin atmosferik dili görsel kompozisyonun tekinsiz bir hava solumasına izin veriyor. Geminin atmosferinde nesnelerin birbiri ile anlamsız bir şekilde iletişim halinde olması, birbirlerine değip yer değiştirmeleri dahi Jakub’un yalnızlığını dindirmek için tadabildiği bir olasılık değilken bireyin karanlık yalnız tarafı filmde en gerilim yaratabilen güç olarak karşımıza çıkıyor. Alışılmışın dışında ve aynı zamanda mizahi yanı da yüksek olan bir anlatı sunan Spaceman,tıpkı Jakub’un Hanuš’a ikram ettiği büyük boy nutella kavanozunun saldığı hissiyat gibi izleyicinin göz kapaklarında davetsiz bir tat bırakıyor.

Kapitalizmin Havarileri

Varoluşsal enerji Jakub’un anılarının başlangıç noktasından akıcı bir şekilde Hanuš’un kaçınılmaz rotasına girdiğinde artık hepimiz Jakub’un her anlamda parçalara ayrılmasına hazır halde bekleyebiliriz: Kaçınılmaz bir arayış olan bu patlamanın niteliksel temsili kişiselleşmiş korkunun gerçekliğini dondurup onu lime lime ediyor. Şiirsel çağrışım etkisi yaratan yalnızlığın filmde tematik ve görsel olarak kullanımı bilinmeyene, anlaşılmaz olana daha etkin bir şekildedokunuyor. Spaceman’in Kafkavari bir yaklaşıma da sahip olması kompozisyonun yalnızlık temasını daha da güçlendiriyor ve serbest çağrışıma yakılan yeşil ışığı söndürüyor. Başlangıç noktası bulanık olan Jakub’un uzay gemisindeki Hanuš ile olan deneysel eğilimdeki gerçeklik atmosferinde başlangıç ve bitiş çizgisi aynı noktayı temsil eder vaziyette  konumlandırılıyor.Özellikle Hanuš’un baş aşağı duran hayata bakış merkezi Jakub’un onun ağlarına kapılmasında etkin bir güç görevi görüyor. Bu şekilde kapana kısılmış bir dünya modellemesi birçok kez mutasyona uğrama tehlikesi geçirerek Sisyphos tarzında kendi kendisini takip ediyor.

Varlığın Rahimdeki İstemsiz Kökeni Hayalet Bir Varlığı Temsil Eder

Jakub’un içerisine uyandığı gemiyi bir nevi rahim sembolü olarak görmek onun henüz işlenmemiş olan ve daha önce üzerine kazınmış olan kimliği ile mücadelesini ortaya rahatlıkla koymaktadır. Dışarıdan arınmış, tonları mekanik olana hapsolmuş, ebedi yaşam garantili, kendi içerisine sıkışmış olan içsel dünya modellemesi filmde mekân olarak oldukça karakterli bir duruş sergiliyor. Aynı mekânın içerisinde defalarca kez kaybolup tekrar tekrar bulunmuş benliğin anatomisi ise suyu sıkılmış portakalın posasını andırıyor. Herkesi bir nevi muhtemel savaş suçlusuna dönüştüren kimliğin kaybı bir noktadan sonra içsel olanı kaybetme savaşına evrilirken Jakub dünyanın atmosferi tarafından ele geçirilmiş oluyor. Onun anılarından kalan parçacıklar ise savaşın göz yaşları olarak ekrana yansıyıp duruyor.

Filmdeki anlatımı spontane hale çeviren her ne kadar Jakub’un baskın anıları olsa da her zaman alıştığımız mekândan bedenlerimizi ayrı tuttuğumuzda hiç kimse olmamanın vermiş olduğu ağırlık, anıları kuleden sarkan ipler niteliğinde kullanıma açıyor. Birini soyutlama eylemi bağlamında güçlü bir yanı olan Lenka (Carey Mulligan), Jakub’un varoluşsallığını ince bir çizgide oynatan önemli bir etmen olarak kendini var ediyor. Bir anlamda psikoterapist rolü üstlenen Hanuš’un Jakub’un varlığına koşut yanı, ton değişimi olmaksızın bireyin kendisini çözümleme hali, aile bağları, kimlik sorunsalı ve kapalı alanda yalnızlık çekme buhranı Spaceman’in temel olarak yansıtmış olduğu başlıklar diyebiliriz.

Bir Hayaletin Rüyası

Dünyanın alışılmış düzeninden kopmuş olmak ve daha uzun bir süre yerkürenin atmosferinden uzak olacağını bilme duygusunun yaratmış olduğu buhran karmaşası Spaceman’in direksiyonuna aldığı önemli bir güç. Öte yandan tanıklık ettiğimiz görsel düzlemdeki akışın içine davet edilenlerin halüsinasyon olup olmadığına dair de belli bir noktaya kadar değerlendirme yapmak mümkün olmayabiliyor. Jakub’un gerçeklik ile bağlantı noktası Lenka ve Hanuš dışında Tuma (Isabella Rossellini) ve Peter (Kunal Nayyar) aracılığıyla gerçek kılınabiliyor. Kendi mekânının kaçağı şeklinde çizilen Jakub’un kimlik yapısı filmin en başından itibaren kopmuş olduğu için anlatının öncesine dair sadece birtakım temel tahminler yürütmek mümkün gözüküyor. Mevcut anlaşmayı kendi kendine bozan Jakub’un mekikte günlük yaşamı bireyin temel trajedilerine odaklanarak fütürist diliyle mekanik bir görsel ritüel yakalıyor.


KABULLENEMEDİĞİMİZ SÜRECE HEPİMİZ ZAVALLIYIZ
 
POOR THINGS (2023) İNCELEME
Yazan: Beyzanur Ak
13 Şubat 24, Salı
 
Yorgos Lanthimos’un son filmi “Poor Things”, sinema dünyasında bir usta olarak adını duyuran yönetmenin kariyerindeki yetkinliğini bir kez daha kanıtlıyor. Alasdair Gray’in aynı adlı romanından uyarlanan film, Lanthimos’un imzasını taşıyan alışılmadık ve estetik bir yaklaşım ile kadınlığın karmaşıklığını, cinselliğin özgürleştirici yönlerini ve eğlenceli bir atmosferi bir araya getiriyor.
 
Hikaye, Victoria’nın intihar girişimi sonrasında Dr. Godwin Baxter tarafından hayata döndürülmesiyle başlıyor. Ancak burada sıradan bir hayata dönüş hikayesi değil, bilim kurgusal ve fantastik unsurların entegre edildiği bir yolculuk başlıyor. Victoria’nın hamile olduğunun ortaya çıkması ve Dr. Godwin’in bebeğin beynini Victoria’nın beyniyle değiştirmesi, izleyiciyi derin bir düşünce seline sürüklüyor. Film, bu noktada Victoria’nın Bella Baxter olarak yeniden doğuşunu ve onun dünya ile tanışma sürecini mercek altına alıyor. Dr. Godwin ile birlikte yaşarken, Bella’nın kendi varoluşunu ve cinselliğini keşfetme arzusu, filmi sadece bilim kurgu değil, aynı zamanda içsel bir keşif yolculuğu haline getiriyor. Duncan Wedderburn ile yaşadığı cinsellik odaklı kaçış, Bella’nın yeni keşfettiği dünyanın etkisiyle şekillenir. Ancak Bella’nın özgürlüğünü koruma arzusu, filmi feminist bir perspektife yönlendiriyor. Max McCandles ile evlenme baskısına karşı koyan Bella, kendi benliğini bulma yolunda Paris’teki bir genelevde çalışmaya karar verir. Bu noktada, Yorgos Lanthimos’un kadın bedenini özgürleştirici bir şekilde işlediği sahneler, filmi güçlü bir feminist mesajla donatıyor. Bella’nın kendi keşifleri, sadece cinselliğin değil, aynı zamanda kendi özgürlüğünün ve bağımsızlığının peşinde koşan bir karakterin portresini çiziyor.
 
OSCAR BOY
 
“Poor Things”, sadece bir film değil, aynı zamanda kadınlığın, cinselliğin ve özgürlüğün karmaşıklığını ustalıkla ele alan bir sinema şaheseri olarak karşımıza çıkıyor. Lanthimos’un yönetmenlik zekası, hikayenin derinliklerine inerek izleyiciyi düşündürüyor ve etkileyici bir deneyim sunuyor. Filmi herhangi bir an duraklatabilir ve yılın en etkileyici karelerinden birini yakalayabilirsiniz. Renk ve mekan kullanımı konusunda yılın en üst düzey örneklerinden biri. Lens seçimlerini ve bunların film boyunca nasıl değiştiğini oldukça takdir ettim; adeta bir hareket eden tablo izliyormuş hissiyatını veriyor. Genellikle, filmi tam anlamıyla büyüleyici buldum. Feminist özgürlük eleştirisi biraz eril bir bakış açısına sahip olabilir, Bella’nın genç bakış açısı aracılığıyla toplumun dokusunu sorgulama başarılı bir perspektif sunsa da, açıkça bir erkek tarafından kaleme alınmış gibi görünüyor. Belki de yüzeysel olabilir, ancak animasyon tarzı ve çekiciliği beni tamamen kendisine çekti.
 
Oyunculuklara gelirsek eğer, kesinlikle Emma Stone’un bu filmle yeni zirvelere ulaşacağına inanıyorum, aynı şekilde Mark Ruffalo’nun da. Willem Dafoe ve Ramy Youssef da oldukça sağlam performanslar sergiliyor ancak ikinci yarıda biraz daha arka planda kalıyorlar. Yardımcı oyuncular arasında Christopher Abbott, Jerrod Carmichael, Kathryn Hunter, Margaret Qualley ve daha fazlası bulunuyor.
 
Poor Things, toplumu sorgulayarak kabul edilen normlara eleştirel bir bakış açısı getirerek dünyayı farklı bir perspektiften keşfetmeyi amaçlayan bir keşif filmi. Sinematografisi, Robbie Ryan tarafından muazzam bir şekilde sunulurken, renk kullanımı adeta film okullarında incelenmeye değer bir görsellik sergiliyor. Özellikle açık havadaki sahnelerde kullanılan benzersiz lens teknikleri ve üretim tasarımı estetik bir atmosfer yaratıyor.
 
Filmin son sahnelerinde karşımıza çıkan Bella, dramatik bir dönüşümden geçmiş bir karakter olarak seyircinin karşısına çıkıyor. Bu noktaya gelmek için attığı adımları izleyerek, seyirciyle duygusal bir bağ kuruyor. Film, kadının içsel keşif yolculuğunu ve yaşadığı dönüşümü derinlemesine işleyerek, karakterin iç dünyasını izleyiciye aktarıyor.
 
Eşsiz bir şekilde garip ve derin bir ataerkil eleştiri, filmi karanlık bir şüphecilik ve keşfetme arzusuyla dolduruyor. Bu eleştiri, şüphesiz ki daha fazla konuşulacak ve fikrimce Oscar başta olmak üzere birçok yerde adından sıkça söz ettirecek bir rota çizecek. Poor Things, sadece görsel açıdan değil, aynı zamanda içeriğiyle de izleyiciyi etkileyen bir sinema deneyimi sunuyor.
 
Feminist Frankenstein diye basite indirgeyerek özetlediğimiz Poor Things’in merkezinde dış etkenlere dur diyebilen bir kadının yeniden doğuşu var. Dünyadaki güç dengeleri sebebiyle ezilmiş halklara, azınlıklara ya da bu durumda kadınlara ikinci bir şans vererek tarihi tersine çevirme imkânı var elinde. Bella da bu fırsatı bilinçsiz bir biçimde en doğru hâlinde kullanıyor. Ona buyrulanları kendi dışında hiçbir hemcinsi için değiştiremeyecek olduğunda bile çomak sokuyor, seks işçilerine seçme hakkı tanıyor, Tanrı’sının emirlerini yerine getirmiyor, kağıt üzerinde normlara uymuyormuş gibi gözüken ama tekerrür eden kaderini yeniden yazıyor. Hepsinden önemlisi insanın var olduğu günden beri üzerinde hak iddia edilen kadınlar için bedeninin iplerini eline alıp düzeni lehine çeviriyor.
 
Emma Stone’un Julliard gibi okullardan mezun olmuş, oyunculuğun teknik tarafına bir hayli düşkün meslektaşlarını kıskandıracak lezzetteki rolüyle çıktığı yolda kreatif olarak paslaştıklarını her fırsatta belirttiği Yorgos Lanthimos da bir yeniden inşaya girişiyor aslında. Kendi sinemasında verdiği görsel referanslarla ilham kaynağı olarak kullandığını sakınmadığı bütün sinemacılara da bir geri dönüş var. Onlardan öğrendiklerini yine sıfırdan bir dünya kurmak için kullanmış. Ama elini hiç korkak alıştırmamış bu defa. Bella’nın öyküsü olsa da kondüktörümüzün, bu öykünün Tanrı’sının varlığını filmin her ayrıntısında hissediyoruz. Bella’nın sömürüden, açlıktan, toplumsal acıların her türünden hicap duyan ve buna karşı bütün saflığıyla harekete geçen tavrını bir yönetmen olarak ondan da görüyoruz denebilir. Formüllerden, denenmişin yeni nesil teknolojilerle gelen özelliksiz yorumlarından, salonları işgal eden birbirinin aynı üretimlerden yılmış bir sinemacının hicap dolu ve tertemiz hislerle direksiyonu geçmesi bence Poor Things.

Kafaları karıştıran kısım hiç kuşkusuz ki romanın sahibi Alasdair Gray’in, uyarlayan Tony McNamara’nın ve ustalık mertebesine her filmiyle daha da yaklaşan Yorgos Lanthimos’un cinsiyet kimliği. Neticede Bella’nın esiri olduğu fanteziler yine erkeklerin ellerinden çıkma. Ama varlığının sınırları zorlayan, düpedüz korku salan tarafı da bu sayede oluşuyor diye düşünüyorum. Erkekler tarafından kurulmuş bir dünyayı yıkmak için önce o fantezileri delik deşik etmek gerekiyor her şeyden evvel. Bütün mizansenleri, seti, kostümü, müziği, Emma Stone’undan Mark Ruffalo’suna barındırdığı kusursuz performansları, sınırsız ve alternatif bakış açısıyla sinemaya duyulan heyecanı kullanmak, seyircisine gardını düşürmek ve sonrasında da etli cümlesini orta yere bırakmak Lanthimos’un en iyi bildiği iş. Poor Things de tezatlarının bağrında onların iyiliği için dönmediği her hâlinden belli bir dünyanın kadınlarına, erkek eliyle de olsa alan açıyor.


     Üç Cisim Problemi İncelemesi
     Ahmet Boyraz
     26 Mart 2024

3 Cisim Problemi’nde olaylar bir grup bilim insanının etrafında şekilleniyor. Ama gelin önce olayların başlangıcına gidelim. Tıpkı kitabında olduğu gibi dizi de etkili bir şekilde başlıyor. Hem dizinin hem de kitabın ana karakterlerinden biri olan Ye Wenjie’nin babası isyancılar tarafından halka açık bir şekilde dövülerek öldürülür. Bu olay daha sonra gelişecek her şeyin bir tohumu gibi adeta çünkü Ye Zhetai’nin öldürülmesi ile başlayan hikâye, Ye Wenjie’nin içinde büyüttüğü intikam ateşi ile daha da harlanacaktır.

Tıpkı annesi gibi kendisine de boyun eğmesi için fırsatlar sunan isyancı gençliğe istediklerini vermeyen Wenjie, aile geçmişi nedeniyle askeri bir merkeze gönderilir. Bu askeri alan çeşitli silah araştırmaları ve geliştirmeleri üzerinde odaklandığını söylese de kahramanımız çok geçmeden gerçeklerin farkına varır. Merkezdeki devasa çanak antenin gönderdiği sinyallerin aslında bir iletişim kurmak için kullanıldığını öğrenen Je Wenjie zamanla üzerindeki dikkatlerin dağılmasını sağlar. Bunu da gönderilen mesajın zayıflığını tespit etmesiyle ve Güneş’i bir yansıtıcı olarak kullanmaları gerektiğini söylemesiyle başarır.

Uzay Yarışının Karanlık Yüzü: İlk Temas

Dünya ülkelerinin uzay alanındaki yarışlarını arka planda işleyen yapım, yetkililerin bilinçsiz bir şekilde ne kadar ileri gidebileceğini de yüzümüze çarpıyor. Bunu ilerleyen bölümlerde daha net bir şekilde görmek mümkün. Çin’in ilk temas arayışında önemli bir rol oynayan Ye Wenjie yıllar sonra gelen, “Mesajınızı aldık. Ama sakın cevap vermeyin. Cevap verirseniz oraya geliriz,” uyarısını dikkate almayarak, “Gelin. Biz kendimizi kurtaramayız,” yanıtıyla kaosun fitilini ateşler.

Aslında bu kısımlar dizinin ikinci bölümüne kadar sürse de dizi iki farklı zaman çizgisinde ilerliyor. Biri Ye Wenji’nin gençlik yıllarına ve aldığı önemli kararlara odaklanırken diğeri günümüze ve alınan kararların sonuçlarına değiniyor. Günümüz çizgisinde ise hikâye kitaptan farklı olarak İngiltere’de geçmekte. Bilimin çeşitli alanlarında adını duyuran bir arkadaş grubu, Vera Ye’nin intihar etmesi sonucu birbirlerine daha çok yaklaşırlar. Elbette Vera Ye’nin intiharı sıradan bir olay değildir. Vera gibi daha onlarca bilim insanının intihar etmesi ya da öldürülmesi yetkililerin dikkatini çeker. Bu noktada 3 Cisim Problemi’nin polisiye dahil birçok farklı temayı başarılı bir şekilde işlediğini reddedemeyiz.

İki tarihte geçen yapım, bunu hakkıyla yapmayı biliyor. Dizinin başarılı olduğu alanlar bununla da kalmıyor. Yazar Cixin Liu’nun ne kadar iyi bir araştırmacı olduğunu ve bunları bilimkurguyla harika bir şekilde uyarlamasını tüm bölümlerde görebiliriz. Bu noktada hayati diyebileceğimiz ve hikâyenin can alıcı kısımları kitabına sadık kalarak ekrana getirilmiş. Böylece kitap ve dizi arasındaki karakter ismi, eklenen ya da çıkarılan karakterler ve olaylar sıralaması gibi ufak farklılıklar da haliyle önemsizleşmiş.

Sanal Gerçeklikten Öte Gezegenlere

Vera Ye’nin intiharı sonucu taziyeye giden Jin Cheng arkadaşının ölmeden önce bir başlık sayesinde video oyunu oynadığını öğrenir. Başlığı alır ve evinde denemeye karar verir. Anlatının en albenili yerlerinden biri olan sanal gerçeklik oyununun devreye girmesiyle dizimiz çok daha ilginç bir hale gelir. Hem kitaba ismini veren hem de olayların temeli olan bu kısımda 3 Cisim Problemi kavramını yavaş yavaş tanıyor ve öğreniyoruz. Dizi bu dakikaya kadar bilimkurgu görselliği açısından pek bir şey vermese de bundan sonra ortaya koyduğu efekt performansıyla takdiri hak ediyor.

3 Cisim Problemi, kurgu anlamında da sınıfı geçti diyebiliriz. İlk dört bölüm olaylar hızlı gelişse de aksiyon, gizem ve gerilim unsurlarının zamanlaması bunun önüne geçiyor. Ayrıca kalan dört bölümün ayakları yere daha bir sağlam basıyor.

Yönetmen ve senarist çokluğunun bu konudaki etkisi bir gerçek ama büyük resme baktığımızda kullanılan renklerin birbiriyle uyumu oldukça başarılı. Ek olarak dizinin bilimsel yönünün basit açıklamaları da kurgunun akışına ve hikâyenin anlaşılmasına katkı veriyor.

“Game of Thrones” Rüzgârları

Oyuncu kadrosunda Liam Cunningham, Benedict Wong, Eiza Gonzalez, Jonathan Pryce, Thomas Wade ve John Bradley’nin olduğu dizide dikkat çeken şey Game of Thrones dizisinden üç önemli oyuncunun (Cunningham, Seaworth ve Wade) da bu yapımda beraber olması. Dizinin yaratıcılarından David Benioff ve D.B. Weiss’ın oyuncu seçimlerindeki etkisi ne kadar bilinmez ama akıllara ateş olmayan yerden duman çıkmaz sözünü getiriyor.

Oyunculuklar genel anlamda iyi olsa da ön plana çıkan bir isim var ki dizinin tüm dram yükünü tek başına sırtlıyor: Will Downing karakterini canlandıran Alex Sharp. Oyunculuk kariyeri pek uzun soluklu olmasa da Sharp rolüne çok iyi bürünerek gelecek çalışmalarında adından söz ettirecek bir potansiyeli olduğunu gösteriyor.

Bilimkurgu, Polisiye, Aksiyon ve Gerilim Dolu Bir Macera

İlk temas konusunun zekice işlendiği dizide Jin ve Jack, üç güneşli bir gezegende hayatta kalmaya çalışan topluluğu kurtarmaya çalışırken ve oyunun seviyelerini bir bir aşarken problemin çözülemez olduğunu öğrenir. Çözümün de gezegeni değil halkı kurtarmak olduğunu çok geç olmadan anlarlar; öyleyse çözüm, Tri San halkını yaşanabilir bir gezegene transfer etmek. Ve bu gezegen de Dünya olmalı. Dizinin kalan geri bölümlerinde Tri San ve Dünya yetkililerinin karşılıklı hamleleriyle geçerken tempo hiç düşmüyor. Gereksiz sahneler ve dram ve psikolojik unsurlar en düşük seviyesinde. Bilimkurgu, aksiyon, gizem ve gerilim unsurlarının eşit bir şekilde kurgulandığını söylemek de mümkün.

Toparlayacak olursak; kitabına ne kadar sadık kalınabiliyorsa o kadar sadık kalan, ekrana ne kadar yansıtılabiliyorsa o kadar yansıtılabilen, temposu yüksek, gerilimi ve gizemi yeterli, bilimkurgu yönü oldukça kuvvetli olan 3 Cisim Problemi dizisi, izlenilesi bir yapım. Kitap serisini okuyanları tatmin edebilecek, seriyi okumayanları ise mest etme olasılığı yüksek olan yapım, Tri Sanlıları 3 güneşli kaostan kurtarırken bir yandan da şunu soruyor; peki insanlık kendi kaosundan kurtulabilecek mi?


3 Cisim Problemi: Biz mi kendimizi yok edelim, dünya dışı varlıklar mı
?

Vildan Çetin
3 Temmuz 2023

Çinli yazar Cixin Liu’nun Dünyanın Geçmişi Üçlemesi’nin 2015 yılı Hugo ödülü sahibi ilk romanı Üç Cisim Problemi ismini henüz çözümü bulunmamış bir matematik probleminden alıyor. Kitap aynı zamanda: 2017 En iyi yabancı bilimkurgu kitabı için Kurd-Laßwitz-Preis, 2017 En iyi yabancı roman için Premio Ignotus Ödüllerine de sahip.  Cixin Liu Dünyanın Geçmişi Üçlemesi’ni; Karanlık Orman (Fermi Paradoksu)* ve Ölüm’ün Sonu romanları ile tamamladı.

Dijital yayın platformu Netflix tarafından yayın hakları satın alınan ve Game Of Thrones’un yaratıcıları David Benioff ve D.B. Weiss’le birlikte senarist Alexander Woo tarafından hazırlanan fragmanı bir süre önce yayınlanan kitabı anlatmaya başlamadan önce Üç Cisim Problemi nedir onu açıklayalım. Dünya, güneş ve ay arasındaki etkileşim örneğinde olduğu gibi, yerçekimi kaynağına sahip üç gezegen, üç yıldız veya üç uydu kombinasyonun dış kuvvetlerin mevcut olmadığı kapalı bir sistemdeki konum ve momentum değerlerini verecek bir çözüme ulaşmanın çözülemeyen matematiğinin adıdır Üç Cisim Problemi. Varsayımının geçerli olduğu gösterilse de matematik aleminin dahi beyinlerince çözümü hâlâ bulunamamış, gizemini koruyan pek çok problemden biridir. 

İnsan ırkının canavar ve şeytanları: Hep değişir

Çin’de yaşanan kültür devrimi sırasında, ülkenin büyük bir kısmı hareketi destekleyici olsa da ‘canavarlar ve şeytanlar’ olarak anılan ve yok edilmesi şart görülen karşı devrim düşmanlarının yanında, tutucu bir duruş sergileyen 1700’den fazla akademisyen de dövülerek öldürülmüştür. Bu sondan kurtulmak isteyen çok sayıda akademisyen intihar etmiştir. Olaylardan sağ çıkmayı başaranlar ise uyum göstermek adına ya sessizleşmiş ya da suçlu olduklarına inandırılarak, devrime zarar verdikleri inancıyla etkisiz hale getirilmiştir. Kızıl Muhafızlar tüm bu akademisyen grubu içinde ünlü bir fizik profesörü olan Ye Zhetai’ye kendini ifade etme hakkı tanısa da kızı Ye Wenjie’nin de olduğu bir oturumda, devrime destek veren karısı Shao Lin’in yaptığı suçlayıcı konuşmadan sonra, 4 kadın Kızıl Muhafız tarafından acımasızca öldürülür.

Astrofizik alanında yüksek lisans yapan Ye Wenjie, bu olaydan sonra artık devrime ihanet eden bir babanın kızı olarak mimlenmiştir. Babasını kaybeden ve uzak bir bölgedeki İnşa Kolordusu’na sürülen Ye Wenjie burada kendisine hediye edilen ‘Rachel Carson’ın Sessiz Bahar isimli kitabından ve okuduğu bir bölümden çok etkilenir. İnsanlık ve kötülük arasındaki ilişkiyi okyanus üstünde yüzen buzdağına benzeten bu bölümün sonunda: Ahlaki bir uyanış için insan ırkının dışında bir kuvvet gerekir, yazmaktadır. İşte bu cümle kitabın ilerleyen bölümlerinin şekillenmesini de sağlayacaktır.  Ye Wenjie’nin kitabı edinme süreci konusunda uğradığı haksızlıklar da eklenince insan ırkına nefreti artmıştır. Hapishaneye düşme tehlikesi yaşarken yetenekleri sayesinde Lei Zhicheng isimli siyasal komiserin isteği ile Çanak Tepesi’nde kurulu gizli bir askeri üstte çalışmaya başlar. Kızıl Sahil Üssü adı verilen bu yer, dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak amacıyla uzaya frekanslar göndermektedir.

Kitabın bir diğer ana kahramanı ise Sinotron II isimli yüksek enerjili parçacık hızlandırıcı/nanomateryal projesinin de sahibi Prof Wang Miao’dur. İçlerinde yakın arkadaşlarının da bulunduğu Bilimin Sınırları yapılanması örgütü üyelerinin art arda intiharının ardından kötü ruhlu bir polis olan Da Shi tarafından sorguya çekilir. İntiharlarının esas nedeninin zihnini meşgul ettiği sıralarda, ilginç tesadüflerle Lecia markalı fotoğraf makinasının bir geri sayım aleti gibi çalıştığını fark eder. Bu konuda danışmaya gittiği profesör arkadaşını özel V kostüm ve bir başlıkla oyun oynarken görür. İnternet adres çubuğunda www.3cisim.net yazmaktadır. Geri sayımı durduramayan Wang, entelektüeller için hazırlanan ve çok merak ettiği oyuna girer. 

Güneş öldürür, su Yaşatır: Ama nereye kadar?

Wang oyuna girdiğinde karşısına Trislaris isminde yepyeni bir gezegen çıkar. 3 Cisim oyun evreninde, dengeli çağ dışındaki tüm zamanlara kaos çağı adı verilmektedir. Kaos çağında güneş her zaman doğmaz. Aşırı sıcaklıktan dolayı ölmemek için insanlar kendilerini kurutarak denge çağı gelene dek özel depolarda beklerler. Daha sonra sulanarak tekrar canlanırlar. Denge çağının ne kadar süreceği ise kimse tarafından bilinmemektedir. Uçan yıldızların sayısına ve havadaki hareketlerine bakarak hangi çağın geldiğini tahmin etmeye çalışırlar. Oyunun da amacı budur: Güneşin hareketindeki düzeni anlamak. Çünkü insanlığın geleceği buna bağlıdır. Kaos çağında herkes kurutularak unutulduğundan Kral Wen yeraltına inerek dünyaya göz kulak olur.   

Wang, gizemli Trislaris gezegeninde geçen Üç Cisim oyunundan çok etkilenmiştir. Kozmik mikro dalga arka plan ışıması ekseninde geri sayım ile ilgili araştırmalarına, bir süre önce intihar eden Sicim Kuramı Teorisyeni Yang Dong’un annesi Ye Wenjie’yi ziyaret ederek devam eder. Bu vesile ile Ye Wenjie’nin yaklaşık 20 yıl boyunca, evrenin gizli köşelerinden gelebilecek mesajları inceleyen Kızıl Sahil Üssü’nde çalıştığını öğrenir. Burada geri sayımın tüm evreni kapsadığı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalır. İşin kötü tarafı: Oyunda Trislaris olarak geçen gezegen gerçekte de vardır ve adı Trisolaris’tir. Gezegene bağlı üç güneşin hareket modeli çözülemediğinden, üç cisim probleminin de bir çözümü olmadığını anlamışlardır ve gezegenleri yok olmak üzeredir. Yevgeni Zamyatin’in Biz adlı romanında değindiği entropi kavramından ilhamla üç cisim bir kaos sistemi olarak tanımlanır. Düzensizlikler gitgide güçlenmektedir. Bu da başa dönmek yani sonsuz yıkım anlamına gelmektedir.  

Oyununu bitiren Wang’in karşısına, ürkütücü bir metin metin çıkar. Trisolaris’ten kalkan filo yeni dünyalar keşfetmek amacıyla dünyaya doğru uçuşuna geçmiştir. Oyuncular, Dünya-Trisolaris Organizasyonu’na (DTO) katılmaya davet edilmektedir. Bu çağrıyı Wang ile birlikte çok sayıda entelektüel de ciddiye almıştır. Oluşan topluluğun başında dünyanın en zengin adamlarından birinin oğlu, eski doğa sevdalısı ve yeni insan ırkı düşmanı Mike Evans vardır. Fahri kumandanı ise, Trisolaris’ten gelen mesajı tüm karşı uyarılara rağmen cevaplayan Ye Wenjie

Sonsuza dek hayatta kalmak

Kitap geri dönüşlerle olayı anlatırken, sonlara doğru açılımını daha net anladığımız Dünya-Trisolaris Organizasyonu (DTO) büyümeye devam eder. Büyüme esnasında ise kendi içinde gruplaşmalar oluşur. Trisolaris dinine inanan; Kefaretçiler. Trisolaris’in dünyayı tamamen değiştireceğine inanan Adventistler ve çok insan kaybedilse de hiç olmazsa torunlarının torunlarının yaşamlarını sürdüreceğine inanan alt sınıf mensubu Hayatta Kalanlar. Kitapta kısa değinilse de Dünya-Trisolaris Organizasyonunda (DTO) olduğu gibi Trisolaris gezegeninde de dünyadaki uygarlığa hayranlık besleyen bir grup insan vardır. Onlar da aynı şekilde, kendi ırklarından nefret etmektedirler. Trisolaris’in yok olmasının suçunu kendi ırklarında bulmaktadırlar. Dünyadakileri manevi liderleri seçmişlerdir. Dünya dinine inanırlar. Kurtarıcı olarak görürler. Trisolaris’in teknolojik anlamda çok ileride olduğu için üstünlük sağlayarak Dünya gezegenindeki insanların üremelerine engel olacağını ve soylarını tüketeceğini bilen bir başka grup ise, filonun uçuşuna engel olmak istemektedir. Trisolaris’in yöneticileri, asi olarak niteledikleri bu insanları zorbalıkla durdurmaktan çekinmez. Her ırk için asıl olan hayatta kalmak ve bunu sonsuza dek sürdürmektir. İnsan ırkının yok edilmesine yönelik planlarını gerçekleştirmelerine engel olacak tek şey ise, Trisolaris filosunun dünyaya ulaşması için geçecek sürede, dünyanın teknolojik olarak üstünlük sağlamasıdır. Böylece, gerçek amaçlarını anladıkları anda Trisolarislileri tamamen yok edebilecek güce sahip olacaktırlar. Bu amaçla filodan önce dünyaya, yüksek teknolojiye sahip 2 proton gönderirler.  Amaç, dünyanın teknolojik gelişimini durdurmaktır. Dünya-Trisolaris Organizasyonu (DTO) ilk başlarda ciddi bir tehlike olarak görülmese de karşılıklı mesajların gerçek olduğunun anlaşılmasından sonra dünya devletleri bir araya gelir. Bir masaya oturarak istilayı nasıl durduracaklarını tartışmaya başlarlar. Dünya ciddi bir yok oluş tehdidi altındadır. Çünkü Trisolarisliler insan ırkını ‘böcek’ olarak görmektedir.

Edebiyatın öngördüğü gelecek: Hep gelecek!

Kitapta beni etkileyen bölümlerden biri de dünyadan gelen sinyalleri ilk alan Trisolaris’teki İstasyon 1379’un dinleyicisinin gönderdiği mesajdı. Mesajın başında 3 kez: Cevap vermeyin! Cevap vermeyin!! Cevap vermeyin!!! yazıyor ve metnin devamında tehlikeli bir uygarlıkla karşı karşıya olduğumuz uyarısı yapılıyordu.  Bu yanıt, Stephen Hawking’in dünya dışı medeniyetler hakkındaki çarpıcı uyarısını aklıma getirdi. Hawking, 2015 yılında katıldığı bir etkinlikte dinleme yoluyla uzayda yaşamı bulma çabalarını desteklediğini söylemesine karşın, uzaylıların arkadaş canlısı olmayabileceklerini belirterek, bu tarz işaretlerle insanlığın evrendeki konumunun ve yaşantısının belli edilmesine kesinlikle karşı çıkmış ve "Tarihe bakarsanız, insanlar ve daha az zeki organizmalar arasındaki iletişim, onlar açısından genellikle felaketle sonuçlanmıştır. Gelişmiş teknolojilere sahip medeniyetler ile ilkel teknolojilere sahip olanlar arasındaki karşılaşmalar, daha az gelişmişler için hep kötü gitmiştir" demişti. Hawking’e göre uzaylılar bizden çok daha güçlü olabilir ve 'bizi, bakterileri gördüğümüzden çok daha değersiz görebilirlerdi' 

Kitapta da anlatıldığı üzere yok oluşa uzanan bir felaket yaşama ihtimalimiz büyük olsa da insan ırkının dünya dışı varlıklarla temas tutkusu son bulmayacak gibi. Mayıs 2022 tarihli Sputnik Haber portalındaki habere göre: Bilim insanları, Stephen Hawking'in uyarısını yok sayarak akıllı bir uzaylı uygarlığı tarafından alınacağını ve anlaşılacağını umdukları, Dünya'nın konumu ve insana dair birçok bilgiyi içeren radyo mesajı tasarladı. Mesajın, Çin'deki Küresel Radyo Teleskobu ve ABD'deki SETI Enstitüsü'nün Allen Teleskop Dizisi'nden gönderilmesi planlanıyor. Öte yandan içinizden, insan ırkının kendini yok etmesi için başka varlıklara ihtiyacı yok diye düşünüyor da olabilirsiniz. Haydi bu fikir de başka bir kitap yazısının konusu olsun. Çünkü yüzyıllar geçtikçe insan ırkı ne yaşarsa yaşasın, Edebiyatın Öngördüğü Gelecek: Hep Gelecek!
























 


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol