DİYALOG MÜZESİ

İSMET YAZICI İLE



 

497. DİYALOG: İSMET YAZICI İLE


Merhaba

Gerçekleştirmek istediğiniz projelerinizden bahsetmek ister misiniz?


Günaydın, öncelikli olarak bir kitap dosyam var onun basılı hale gelmesini arzu ediyorum.


Sanıyorum belgesellerimi biliyorsunuzdur, basılması için arayışta olduğum dosya da biraz onların ruhunu yansıtıyor, bütün o anlatılanları anlatanın dolaştığı kapılar, kendi varlık anlamını arayış… Aslında şiir düzeniyle yazılmış görünse de şiir değil, öykü değil, roman değil, bir türün içinde görmüyorum, kendi bağımsızlığında pasajlar. Daha önce yayınlanmış olan BİLİNCİN HARİTASI kitabımda da aynı şey geçerliydi.


Belgesel gibi derinlere dalıp detaylarda öz arayıp bulan ve bunları kendi düzeni içinde sıralayarak belgeleştiren yapımların bilimsel, labaratuar, kesin bilgi ile denenerek sınanmış sonuçlardan farkları nelerdi?


Belgesel kuşkusuz, önce bir hayalle başlar ki bu kurduğunuz hayal sizin "anlatmazsam ölürüm" diyecek kadar tutkuyla peşine düştüğünüz bir şeydir ama hayalin hemen ardından da ciddi bir araştırma safhası vardır. Bilimsel bir safhadır; peşine düştüğünüz hayal için anlatılmışlar, araştırılmışların bulunup bilinmesi gerekir. Bu aşamada aynı zamanda sizi, anlatmak istediğiniz özü iyi ve hızlı kavrayacak danışmanlar projeye dahil olur. Onların bilgileri ve önünüze serdikleri çok önemlidir kuşkusuz. Asıl belgesel üretimi, size sunulan, sizin öğrendiğiniz her şeyi özümseyip bir kenara bıraktığınızda, onu bir anlamda ruhunuzun süzgecinden geçirip yeniden hayatlandırdığınızda başlar. Bilgi döngüsüne ilişkin anlatılan çok sevdiğim bir çevrim vardır, ben biraz üretirken farketmeden o döngüyü kullanıyorum galiba: Derler ki bir şeye başladığınızda önce hiç bir şey bilmiyorsunuzdur ve de farkında değilsinizdir. İkinci aşamaya geçtiğinizde artık biliyorsunuzdur ama farkında değilsinizdir. Üçüncü aşamada artık biliyorsunuzdur ve farkındasınızdır. 


En kıymetli aşamaya, dördüncü aşamaya geldiğinizde artık hiç bir şey bilmiyorsunuzdur ama farkındasınızdır. Benim de tercih ettiğim aşama bu kıymetli dördüncü aşama... Çünkü İSMET olarak o aşamadan sonra artık bütün söylenmişlerin üzerine yeni bir şey söyleyebilirim. 


Farkında olmadığımız ama bizi derinden etkileyen hatta oluşumumuzda, varlığımızda en temel yapı taşlarından olan, mayamız diyebileceğimiz sedece bize has kültürleri arayıp, araştırıp, bulup, görüp, gösterirken yanlış aktarım riskleri var mıdır, sağlamasını nasıl yaparız?


Açıkçası bütün ürettiklerimizde, sadece bize has kültürleri arayıp anlattığımızı düşünmüyorum. 1999'dan beri yaptığımız işlerin önemli bir bölümünde kültür arası dolaşıyoruz, dolayısıyla da evrensele ilişkin bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Bize özgü dediğiniz şeye belki şöyle yaklaşabiliriz, sonuçta Anadolu coğrafyasında mayalanmış biri olarak bu belgeselleri üretiyorum ne mutlu ki bu coğrafyanın belki de en kıymetli yanı, hem evrensel bir mayayı tutturmuş olması hem de biricikliğin peşinde dolaşanların kendi cevaplarını ararken bütünün bilgisi içinden kendince çiçek açması. Dolayısıyla anlatılanlar ne sadece benim ne sadece evrenselin hikâyesi, zaten bu ikili yan birbirinden koparılamaz, en güzel tanım belki de hem hem de diyebiliriz…


Bizden başlayarak devam etmenin normalliği hem işleyiş, hem ürün ve sonuçta önerilerinin anlaşılır olması bakımından doğaldır ve hiç kimsece yadsınamaz / yadsınmamalıdır kanımca.

Kendimizden başlayarak tanımaya çalışırken diğer kültürleri de kavramak için sürdürdüğümüz bu yolda sizin en çok ilginizi çeken, büyüleyici bulduğunuz şeyler nelerdi? (Örneğin; Gğney Amerika'daki bir yerli toplumu ile Anadolumuzun bazı yörelerindeki kültürlerin, renklerin, motiflerin neredeyse aynılığı büyüleyici gelir mi?)


Sanıyorum, sözlerin, seslerin ortaklaşalığı. Bizim anlatmaya çalıştığımız biliyorsunuz biraz insanın anlam arayışı, kendini farketmeye çalışış hikâyesi... Dolayısıyla sanıyorum bu acılı dünyaya bir farkediş katmak, kendi farkedişlerini yaşamak için insanlığın biriktirdiği, yaydığı bütün o kadim sözler, anlamlar bin yıllardır aynı özün etrafında dönüyor. Sadece belki mekânlar ve tarihler değişiyor ama kendi hakikatini aramaya çalışan insanların her coğrafyada kaynağı Bir.


"Anadolu Medeniyetler Beşiği" başlığı kendini kabul ettirmişken günümüzde süren iç çekişme, itiş kakış, kavga, boğuşma gibi pekçok olumsuzluğu nasıl bağdaştırırsınız?


2. Kültür, inanç ve ideolojilerin farkları nelerdir?


Günümüzde bütün dünya itiş kakış içerisinde maalesef, aslında tabi ki sadece günümüzde mi? Bütün zamanlar boyu böyle oldu. Dünya bir sükûnet denizi değil kuşkusuz. Her şey sükûnet içinde olsaydı zaten oraya Cennet derdik Cennet'ten düşüp bir diyara, bir tecrübe için gelmişiz. Bu tecrübe için büyük laflar etmeyi tercih etmiyorum ama zaten önemli olan bu Sır'at'ın içinde dengede kalabilmek ve o dengede olup biteni tartıp kavrayabilmek. İnsan olmaya çalışanı sanıyorum güçlü ve önemli kılan da bu. Aslında gelişimin, dönüşümün de bir yolu bu. Niyazi Mısri'nin bir sözü var çok çok severim: "Derdime derman arardım, derdim bana derman imiş…" Bütün yaşadıklarımızın içinde halimizi mayamızı yoğura bilmek çok değerli. Düzen ve kaos birbirinin içinde, birbirinden doğan, birbirindan ayılamayan ikililer biliyorsunuz. Anadolu bana hep ümit vermiştir. En sevdiğim zamanı 13. yüzyıl. Biliyorsunuz en kanlı zamanlardan da biri savaşlar, kıyımlar,... Ama tam da o zamanda çok önemli sıçramalar yaşandı, o sıkıntılı zamanlarda biz Anadolu'da İbn'ül Arabi'lerin, Mevlana'nın, Hacı Bektaş-ı Veli'nin, ve daha pek çok anlam inşacısının bereketini yaşadı Anadolu ve dünya, o sesler bugün de hem bize hem de dünyaya ilham oluyor, Açıkçası ben Anadolu'nun bu zamanını belki biraz umut duymak için o yüzyıla benzetiyorum, önemli bir kutup olarak dünyayaya birliği aşılayacağız yeniden.


İdeolojiler insanı bölendir diye düşünüyorum, kültürler tanıştırabilir, inanç ise eğer özdeki bilgiyi farkedersek, onun aynı kaynağın sesi olduğunu farkedersez, şekillerin ve inancı ideolejileştirmeye çalışanların peşine takılmazsak birleştiricidir. Aksi halde böler parçalar. Biz insanı arıyoruz, bütün öğretilmişlerin dışına taşmaya ve Bir'de buluşmaya çalışan insanı...


Sizce medeniyet şehirleşme mi, sivilleşme midir neden..?


2. Tümünden sonra sanata dair belirtmek istedikleriniz nelerdir?


Medeniyet özgürleşmedir bence, özgürleşmiş zihinlerin yaşatmadığı hiçbir şey bizi uygar yapmaz. Belki yaşamlar kolaylaşır, sterilleşir ama medeni olanı kuracak olan insan kendini inşa edememişse yıkım-kurulum-yıkım-kurulum arasında dolanıp dururuz.


Ursula K. Leguan'ın Mülksüzleri'nin finali şöyle biter hatırladığım kadarıyla: Vermediğiniz şeyi alamazsınız, devrimi yapamazsınız; devrim ya içinizdedir, ya da hiç bir yerde... Ben bu finale inananlardanım, farklı farklı telafuzları yapılmıştır çok kişilerce ama hayatın özü budur. Hiç kimse hiç kimseyi ne değiştirebilme gücüne ne de değiştirebilme haddine sahipti. Ancak her birey kendi dönüşümünü kendi yapar, kendi inşasını kendi yapar. Bunun da bir tek yolu var insan olmayı ne kadar istiyoruz, bu makama ne kadar talibiz? İnsan olabilmek ve insan kalabilmek sadece bize bağlıdır. Bunun da tek bir getirisi var iç huzuru o zaman işte dış dünyada yaşanılan her türlü acıya, yıkıma rağmen ayakta kalabilmeyi, birbirimize tutunarak var olabilmeyi becerebiliyoruz. Ve sayının çok da az olmadığını görebiliyoruz


Sorular da çok güzeldi. Dünya bu sert zamanlardan geçerken sanıyorum tutunacağmız iki şey var bilim ve sanat. Aslında hep böyle oldu. Dilerim bilimin ışığı yolumuzu açsın, tüm yaratıcılar da yorgun ruhumuzı onarsın.


Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE


? selam ve sevgilerimle


İKİNCİ BÖLÜM

Özellikle belgesel sinemayı amaç edinen sanatçı adaylarına, tecrübelerinize dayanarak ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz?

Ben gerçekleştirdiğim bütün atölye ve derslerde genç arkadaşlara "BİR PROJENİN ZİHİN HARİTASI: Kendini Hatırlamak" diye dersin başlığını atıp bir şeyler anlatmaya çalıştım. Bu başlığın ikili yanı çünkü benim için çok önemli. Bütün projeleri de bu dengeye oturtarak yapmaya çalıştım. Noktalı virgülle bölünmüş başlığın bir yanı beni topraklayıp zemine bağlayan, diğer yanı da düşüncelerimi boşluğa bırakıp kendi kazımı yaptığım alan. BIR PROJENİN ZİHİN HARİTASI'nı çıkartıp, yapmayı tasarladığınızı bir merkeze bağlı (topraklanmış) açılımını yapmaz ve yol alacağınız haritayı çıkaramazsanız (ta başında) savrulursunuz. Ve bilgiler denizinde kaybolup bütünlüklü bir anlatım çıkaramazsınız. KENDİNİ HATIRLAMAK dediğim kendi göğünüze uzanan kanadınızı ihmal ederseniz, biricikliğinize ihanet etmiş olursunuz. Ancak bütün bilgilerin boşluğa bırakılarak, bir farkındalık aşamasından sonra gerçekleşebilecek bu kazı, hem üreteni, hem izleyeni dönüştürür. Ve ancak o zaman, belki binlerce kez söylenmiş o sözü, duyguyu, bir benzeri olmayacak şekilde ve özgünlükte anlatabilirsiniz. İşte bu iki kanat sizi özgürlüğe, özgünlüğe ve dokunulmazlığa götürür. Çünkü yapılmış olanı, yeryüzünde ve bütün zamanlarda biricik kılarsınız…

Kendini Hatırlamak ile devam ederken; (ArtCRİTİCS) ve DİYALOG SANAT olarak bundan seneler önce yaptığımız iki çalışmadan biri Köroğlu diğeri ise "Tuna' dan Tuna' ya Attila" başlıklı çalışmalardı. UNESCO Yaşayan Kültür Mirası listesine giren 34 Varyantı ile Köroğlu, başarılı olurken Attila' da bu başarı sağlanamadı. Kendi ülkemizde bile Attila, tarihe, Avrupa'ya, günümüze ve önemlisi Türk Kültürlerine etkileri hâlâ bilinip değerlendirilemiyor. Sizce iki farklı çalışma arasındaki fark ne olabilir, başarı ve başarısızlığın sebepleri nelerdir?

Uluslararası alan, fonların yönlendirilmesi, hatta ulusal alandaki yarışma, etkinlik vb. politik tercihlerle olabiliyor maalesef, projelerin kıymeti kimi zaman gözardı edilebiliyor…

Attila'nın adı yetmiştir☺ projeye belki bakmamışlardır bile.

Reyhan Karagöz ÇETİN: Öncelikle başarılı çalışmalarınızdan dolayı kutluyorum sizi. Gezi Belgeselleri nasıl yapılmalıdır desem kısaca anlatmanın bir yolu var mıdır acaba?

Çok teşekkür ederim. Maalesef, benim bir kusurum var hiçbir şeyi kısaca anlatamıyorym☺ Ama açıkçası "belgesel" son yıllarda merkezinden kaydı. 

Gezi Belgeseli diye tarif edilen şeye biz eskiden "program" derdik. Çok hızlı çekilebilen, biraz vur kaç işlerdi bizim için çünkü… Oysa belgesel, ciddi zihinsel isteyen işlerdir. Tıpkı bir üniversite tezi hazırlamak gibi. Ama şimdi maalesef belgesel diye üretilen şeyler; magazin programı, en fazla kültür programı tadında. Kuşkusuz gezi üzerine ve o yolculuğun dönüştürücülüğü üzerine de belgeseller yapılabilir ama bir bağlama oturtmak önemli. Yoksa, şimdi yapılanlar, tur rehberi eşliğinde hızlı, kuşbakışı bakıp kaçma projesinden öteye geçemiyor...
Hamid ALİOĞLU: Bir ressam belgeseli nasıl yapılmalıdır?


Böyle genelleme yapılacak bir konu değil tabi, tercihler çok değişik olabilir. Her yönetmenin anlatım dili farklıdır. Geçmişte yaklaşık 150 bölümlük bir seri yapmıştım; ben sanatçının kurgulamaya çalıştığı anlam dünyasını önemsemiştim örneğin… Bir reçetesi yok bildiğiniz gibi bu işlerin, pek çok farklı üslupla yapılabilir. Hatta bugün ben böyle bir proje yapsam bambaşka yapabilirim. 


Bahsettiğim projemi bir bölümünde Setenay Özbek'i anlatmıştık örneğin, bağlantısı burada. 


DÜŞLERLE GELEN


Asuman ATAKUMAN: Sayın İsmet Yazıcı, hayli uzun bir zaman TRT yayınları sanatseverlerin sığınağı gibiydi. Sonra varlık amacı bir kesimin tanıtım, yayılım amacı olmaya ve üstelik toplumun bütününden alınan vergilerle buna devam ettiği için vazgeçtik. Ta ki Corona günlerinde yeniden TRT2'  yi keşfettik. Bu nedenle uzun zaman çok güzel işlere imza atmış olduğunuz halde sizi anca bu diyalogla tanıdım. (Çok Yazık)

Bir de zaten sinemada, tiyatroda yönetmenin adı akılda KALMAZ. Hayranlıkla, defalarca izlediğimiz filmler, oyunlar vardır; oyuncularını biliriz de, yönetmenlerini nadiren biliriz. Yabancı kanalların da yayın şebekelerini istilası nedeniyle binlerce yabancı belgesel izledim ve hiç birinin yönetmenini bilmiyorum. Bizden bir tek Tolga Örnek’ i biliyorum mesela. Onun bu kadar öne çıkarılma nedenlerini tahmin edebiliyorum.

Sorum şu: Yönetmenin perde arkasında kalma gibi bir arzusu mu var, değilse yönetmeni öne çıkarmanın tanınır, bilinir hale getirmenin bir yolu var mı?

Biz, daha doğrusu burada ben demeliyim galiba, çünkü kişisel tercihim işlerimin izlenmesinden o kadar haz duydum ki suretimle ortada olmayı hiç tercih etmedim. Zaten çok uzun yıllar o kadar yoğun ürettim ki geriye dönüp bitirdiğim projeye bile bakma ihtiyacım ve zamanım olmadı. Hep o an ürettiğime konsantre olup yaptığım projenin hakkını vermeye çalıştım. Hem her üretimde olduğunuz proje biraz sizin dostunuz, arkadaşınız olur, onunla öyle yoğun, kalabalık bir iletişim ve sohbette olursunuz ki diğerlerine, insanlara dağılmak istemezsiniz. 

Benim için üretmek biraz mağaraya çekilmek gibi. Hem kendinizi, hem de ürettiğinizi bir koruma alanı içinde tutarsınız. Bu yoğun süreçte ortalarda olmak, enerji dağıtıcı bir durum. Ben de ancak anlatmam çok gerektiğinde ya da ısrarlı bir teklif geldiğinde ortalarda olmayı kabul ettim. Şimdilerde üretim aşamamız -maalesef ve ne yazık ki biraz sekteye uğratıldığı için hiç olmadığım kadar meydandayım? Tabi ki bu kapalı olmak, yalnızca işlerimle olmak benim kişisel tercihim -çünkü zaten söyleyeceklerimi ürettiğimle söylüyorum, daha fazlasına ne gerek var diye düşünenlerdenim- bazıları da çok ortada. Bu bence kimi zaman ürettiklerini daha fazla açıklama ihtiyacından, ya da suretini göstermekten hoşlanmaktan kaynaklanabilir? Çok yoğun üretiyorsanız, ortalarda olmayı pek tercih etmezsiniz gibi geliyor. Dediğim gibi tercihler, tarzlar, ruhlar başka başka. Güzel sözleriniz ve ilginiz için çok teşekkür ederiz❤


Ek: İSMET YAZICI


Samsun’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Samsun’da tamamladı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi Radyo Televizyon Bölümü’nden mezun oldu. Aynı bölümden 1996 yılında master derecesini aldı. “Kitle İletişiminde İmaj” başlıklı tezi, 1997 yılında Bilim Yayınları tarafından yayımlandı. İkinci basımı 2003 yılında İm Yayınları tarafından gerçekleştirildi. İkinci kitabı olan “Bilincin Haritası” yine 2003 yılında İM Yayınları tarafından yayımlandı.


Bir dönem gazetecilik yaptı, Veri Araştırma Merkezi’nde araştırmacı olarak çalıştı. Çeşitli özel kanallarda ve TRT’de programlar hazırladı. 2008-2009 yılları arasında iki dönem İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ‘Televizyon Yönetmenliği’ dersi hocalığı yaptı. Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nde aynı başlıkta seminer verdi. Halen TRT İstanbul Televizyonu bünyesinde yapımcı ve yönetmen olarak çalışmaktadır.


İsmet Yazıcı, 1999 yılından buyana, TRT Kurumu’nda, ‘semboller-kavramlar-mânâ’ üzerine dizi belgesellerin yapımcılığını, yönetmenliğini ve metin yazarlığını yapmakta.


 1999 yılında hazırladığı, SURETTEKİ SIR adlı belgesel dizide, Nesneler ve onların çağrıştırdığı anlamları ve kültür tarihindeki sembolik karşılıklarını anlattı. Onüç bölüm olarak gerçekleştirilen belgeselde sırasıyla Maske, Para, Ev, Ayna, Merdiven, Harita, Kapı, Anahtar, Uçak, Yazı Araçları, Pencere, Köprü ve Saat sembollerine yerverdi.


2000 yılında yayına giren, YEDİ-VEREN DÜŞLERİ adlı belgesel program, 7 bölüm olarak hazırladı. Her bölümünde bir rengin anlatıldığı belgeselde, sırasıyla "kırmızı", "beyaz", "mavi", "sarı", "yeşil", "siyah" ve "mor" renklere yer verdi. Bu renklere felsefede, psikolojide, mitolojide, teolojide, tarihte, sanatta, kısacası evrensel kültürün içinde yüklenen anlamları inceledi.


2002 yapımı olan BİLİNCİN HARİTASI doğumla başlayıp, çocukluk ve gençlik, olgunluk, yaşlılık ve ölümle devam eden insanın dört zamanını, geçiş kapısını inceledi. Bilincin haritasını oluşturan bu dört kapının, hayata aktardığı anlamlar ve kültürlerdeki, inanç tarihindeki izleri, belgeselin konusunu oluşturdu.


2004 yapımı YOLCU’da, hazırlanılan 4 bölümde, ‘yolculuk’ teması, yaşamı vareden 4 elemente, toprak, su, ateş ve hava zeminine oturtuldu. Bu dört temel kavramın, sembol olarak insanı taşıdığı fikri ve fiziki yolculuklar anlatıldı.


2007 yapımı KÜLTÜRLERDE KURBAN, bir bölüm olarak ekranlara geldi.  İnsanın binlerce yıllık serüveninde bilinçaltına yerleşmiş, kültürü yoğurmuş en önemli sembol ritüellerden biri olan ‘kurban’ anlatıldı.


2010’da 4 bölüm olarak yayına giren SAKLI KENTİN SIRDAŞI, kalem ve kağıt üzerine bir belgeseldi. Bu iki nesne üzerinden, bu iki nesneyi anlamlı kılan, ‘insan’; onları buluşturup ‘zamanın şahidi’ yapan insan anlatıldı.


2013’de 3 bölüm olarak hazırladığı İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERDE adlı belgeselde, “ikilikteki bütünlüğün, çokluktaki birliğin” kavranışı için yolaldı. Yirmibirinci Yüzyıl, bir yanıyla karmaşanın zamanı; toprağın kanla sulandığı bu yüzyıl, bir yanıyla da insanın, insan olmaya dair bulduğu cevaplarını, yeniden sorgulamaya başladığı durup-düşünme vaktinin adı. Bu hatırlama durağında, insanların binlerce yıldır yarattığı sembollerin izini sürmek ve onlarla oluşturduğu anlam dünyasının ipuçlarını görebilmek önemli. Çünkü, kültür ve inanç tarihi, ikiliğin perdesinin ardında saklı, ‘bütün’ün ve bütünselliğin dokusuyla örülüdür. İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERDE, 3 bölüm boyunca bu izin, bu bütünselliğin izini sürdü.


2013 ve 2015 sezonlarında, 5’er dakikalık 49 bölüm olarak hazırladığı SIR adlı belgesel seride, Sır’da, dünya toprağında mayalanmış, varlık ve birlik bilinci, insanlığa ayna olup sesleri ve aktardıklarıyla ölümsüzleşmiş Doğu’nun 49 bilgesini anlattı.


2016 yapımı olan ZAMANIN ŞAHİDİ, 5’er dakikalık 7 bölüm ve ayrıca 30 dakikalık bir özel bölüm olarak hazırlandı. Tasavvuf kavramlarından yola çıkılarak hazırlanan belgeselde, 7 bölümde 7 kapı ZAMANIN ŞAHİDİ’ne rehber oldu: Aşk, Yol, İnsan-ı Kâmil, Tevhid, Dünya, İrşad, Varlık…


​Yönetmenliğini yaptığı programlar arasında ayrıca, “Sesler Kalır”, “Düşlerle Gelen”, “Erol Akyavaş”, “Kurtuluş Savaşı’nda Donanmamız”, “Barbaros Hayreddin”, “Ateşi Çalmak”, “Metalin Dansı”, “Bulmaca Maratonu”, “Ah Bir Kahve Olsa”, “Sonsuz Yarış”, “Sinevizyon” yeralmaktadır. 2010 – 2011 yılları arasında TRT Haber Kanalı’nda hafta içi beş gece canlı olarak yayınlana kültür-sanat kuşağı “Hayat +”nın Genel Yönetmenliğini yaptı. 2012 yılanda, TRT – EBU (Avrupa Yayın Birliği) ortak yapımı olan City Folk adlı projenin, Türkiye ayağının yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptı.


Ödülleri:


“Suretteki Sır” adlı belgesel programı, Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nce verilen belgesel dalında 1999 TV Oscar’ı ödülünü aldı.


“Yedi-Veren Düşleri” adlı belgesel programıyla, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce 2000 yılında, Televizyon (Kültür-Sanat Programı) Dalında, Yılın Gazetecisi seçildi.


“Bilincin Haritası” adlı belgesel programına, 2002 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Ödülleri’nde Televizyon Dalında Jüri Özel Ödülü verildi.


“Kültürlerde Kurban” adlı belgesel programına, “Safranbolu Uluslararası 9. Altın Safran Belgesel Film Festivali”nde (2008) profesyonel dalda En İyi Üçüncü Film Ödülü verildi.


Genel Yönetmenliğini yaptığı “Hayat +” adlı kültür-sanat programı VI. Anafen Sanat Günleri’nde (2010) yılın en iyi kültür-sanat programı seçildi.


Ek'in Kaynağı: İSMETYAZICI























Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol