DİYALOG MÜZESİ
diyalogsanat.tr.gg

OYA ERGÜN İLE

1.176. DİYALOG: İKİ MAVİNİN ÖTESİ

Çıktısını Alarak Okuma ve Diğer Çalışma Gruplarınızda Değerlendirebilirsiniz. 
Birim Fiyatı: €420

26 Ağustos 2025
Erkan YAZARGAN
----------------------------

Oya Ergün ile yaptığınız diyalog analizi için hazırım. Bu derin ve kapsamlı sohbeti, güçlü yönleri, geliştirilebilecek noktaları ve genel felsefesi açısından değerlendireceğim.

Diyaloğun Genel Değerlendirmesi

Diyalogunuz, "Değer Bilinci" başlığı altında sanat, eğitim, felsefe, toplumsal sorunlar ve kişisel farkındalık gibi birçok konuyu ele alan zengin bir içeriğe sahip. Sorularınız, sohbeti bir röportajdan ziyade, derinlemesine bir düşünce paylaşımına dönüştürüyor. Oya Ergün'ün hem sanatçı hem de bir düşünür olarak kimliği, verdiği samimi ve dürüst cevaplarla belirginleşiyor. Bu durum, okuyucuya çok boyutlu bir bakış açısı sunar.

Güçlü Yönler
 *Derinlikli ve Felsefi Sorular: Diyalogunuz, "bağımlılık", "gerçeklik", "eğitim" ve "değer bilinci" gibi kavramları sorgulayarak yüzeysel bir sohbetin ötesine geçiyor. Özellikle "yaşam yerine ölümün kutsanması" ve "Batı hayranlığı" gibi konular, Türkiye'nin kültürel ve toplumsal kodlarına dair önemli tartışma başlıkları açıyor.
 *Akıcı ve Samimi Üslup: Konuşma, doğal bir akışa sahip. Sorular, Oya Ergün'ün düşüncelerini adım adım açığa çıkarmasına olanak tanıyor. Cevapların samimi ve kişisel deneyimlerle (Hollanda'daki ayrımcılık, ailesi) desteklenmesi, diyaloğa dokunaklı bir boyut katıyor.
 *Çok Disiplinli Yaklaşım: Müzik, felsefe, sosyoloji ve psikoloji gibi farklı disiplinlerin birbiriyle nasıl ilişkilendiği başarıyla ortaya konuluyor. Bu durum, sanatın tek başına değil, hayatın bütünüyle entegre olduğu fikrini pekiştiriyor.

Geliştirilebilecek Noktalar

Diyalogun yayıma hazır hale gelmesi için bazı biçimsel ve yapısal düzenlemeler faydalı olacaktır:
 * 
Başlık ve Giriş: Diyalogun başlığı olan "OYA ERGÜN İLE / 499. DİYALOG: OYA ERGÜN İLE" ifadesi, ham bir formatta. Yayımlanacak bir metin için daha ilgi çekici, kısa ve net bir başlık tercih edilmeli. Örneğin, "Oya Ergün ile Değer Bilinci: Sanat Bizi Neden Özgürleştirir" veya "Oya Ergün: Sanatın Dönüştüren Gücü ve Felsefe" gibi başlıklar düşünülebilir. Giriş bölümüne, Oya Ergün'ün kim olduğu ve diyalogun ana temasının ne olduğu hakkında kısa bir açıklama eklenebilir.
 *Soruların Biçimlendirilmesi: Diyalog metninde sorular ve cevaplar arasındaki geçiş bazen kayboluyor. Okunaklılığı artırmak için soruları kalın veya italik yaparak cevaplardan daha belirgin hale getirebilirsiniz. Bu, okuyucunun konuyu daha rahat takip etmesini sağlar.
 *Metnin Akışı: Bazı sorular ve cevaplar, konuyu beklenmedik bir şekilde değiştiriyor. Örneğin, "Düşünme sanatı ilkokullarda başlanmalı..." cevabından sonra "imkanlarla ilgili bir sorumuz olmuştu" diyerek konunun aniden maddi boyuta kayması, akışı biraz bozuyor. Soruları tematik olarak gruplandırmak, okuyucunun zihinsel sıçramalar yapmasını engelleyerek metnin bütünlüğünü artırır.

Diyaloğun Felsefesi ve Temel Argümanı

Diyalogun temel felsefesi, değerin sadece dışsal unsurlarda değil, insanın kendi içindeki farkındalık ve vicdanından doğduğu fikrine dayanıyor. Oya Ergün'e göre, sanat ve felsefe, bu farkındalığı geliştirmek için en güçlü araçlardır.
 *Bağımsızlık ve Özgürlük: Diyalog, bağımlılıklardan kurtulmanın ve bağımsız bir birey olmanın ancak sanat ve terapi aracılığıyla gerçekle yüzleşmekle mümkün olacağını savunuyor.
 *Eğitimin Değeri: Sadece ezbere dayalı değil, sorgulamaya, felsefeye ve sanata açık bir eğitim sisteminin, yozlaşmış bir toplumu yeniden inşa edebileceği vurgulanıyor.
 *Yaşama Sevincinin Kutsallığı: Diyalog, özellikle "yaşam yerine ölümün kutsanması" gibi toplumsal sorunları ele alarak, hayatın ve yaşamanın değerinin yeniden keşfedilmesinin önemini vurguluyor. Oya Ergün'e göre, bu keşif ancak sanatın, felsefenin ve farkındalığın rehberliğinde gerçekleşebilir.

Sonuç olarak, bu diyalog, modern insanın ve toplumun temel sorunlarına karşı sanat, felsefe ve farkındalığı bir çözüm olarak sunan, düşündürücü ve ufuk açıcı bir metin. Küçük düzenlemelerle çok daha güçlü bir yayın haline gelecektir.

YARATIM

İki ayrı diyalogdan yeni ve bütünlüklü bir metin oluşturmak için temaları, felsefeyi ve ana karakterleri bir araya getirebiliriz. İdil Biret diyaloğundaki sanatın bireysel dönüşüm gücü ve Oya Ergün diyaloğundaki sanatın toplumsal ve felsefi rolü temalarını birleştirerek zengin bir hikaye anlatısı yaratabiliriz.

İşte iki diyaloğu birleştirerek oluşturulabilecek yeni bir diyalog kurgusu ve metin önerisi:

Diyalogun Ana Fikri
Yeni diyaloğun ana fikri, sanata bireysel bir kurtuluş ve özgürleşme aracı olarak başlayan bir yolculuğun, zamanla toplumsal bir bilinç ve değer bilincine nasıl dönüştüğünü anlatmaktır. Okşan Sevgican'ın İdil Biret'ten aldığı ilham, onu sadece müzik terapistliğine değil, aynı zamanda toplumun değer bilincini sorgulayan bir düşünür olmaya da itecektir. Oya Ergün ise bu felsefi sorgulamaya, kendi deneyimleri ve düşünceleriyle derinlik katacaktır.

Yeni Diyalogun Kurgusu ve Akışı

1. Başlangıç: Sanatla Gelen Kurtuluş
 *Giriş: Okşan Sevgican'ın kendi hayat hikayesiyle, yani İdil Biret'ten aldığı ilhamla başlanır. Sanatın onu nasıl bağımlılıklardan (burada "terapiye bağımlılık" metaforu kullanılabilir) kurtardığı ve hayatını nasıl dönüştürdüğü anlatılır. Bu, Oya Ergün'ün "hiçbir şeye bağımlı olmadım, tek bağımlılığım sanat" cevabıyla güçlü bir bağ kurar.

2. Gelişme: Sanatın Toplumsal Rolü
 *Geçiş: Okşan Sevgican, bireysel deneyiminden yola çıkarak "Sanat, sadece bireyi mi dönüştürür, yoksa toplumun da hayat damarı mıdır" sorusunu yöneltir. Bu soru, diyaloğu kişisel alandan toplumsal alana taşır.
 *Oya Ergün'ün Katkısı: Oya Ergün, bu noktada kendi felsefesini, "Değer Bilinci"ni devreye sokar. Sanatın, toplumun yitirdiği değerleri (merhamet, sevgi, farkındalık) nasıl yeniden kazandırabileceğini anlatır. Felsefe ve sanatın, "yaşam yerine ölümün kutsanması" gibi toplumsal sorunların çözümünde nasıl bir rol oynadığını açıklar.

3. Karşılaştırma: Türkiye ve Batı Tecrübesi
 *Soru: Okşan Sevgican, Amerika'daki gözlemlerini aktararak, "Türkiye'de ve Batı'da sanata ve aydınlanmaya bakışta ne gibi farklar görüyorsunuz" diye sorar.
 *Oya Ergün'ün Cevabı: Oya Ergün, hem Hollanda'da yaşadığı ayrımcılık deneyimini hem de Batı'daki "aydınlanmaya hayranlığını" anlatır. Aynı zamanda Türk toplumunun sıcaklığına ve yardımseverliğine dikkat çekerek, kültürel farklılıkların zenginliğine vurgu yapar. Atatürk'ün "Batılılaşma" ilkesinin neden yanlış anlaşıldığını bu bağlamda açıklar.

4. Sonuç: Geleceğe Dair Umutlar
 *Ortak Nokta: Diyalogun sonu, iki kişinin de sanat ve felsefenin geleceğe dair umutları paylaştığı bir noktada birleşir. Oya Ergün'ün "bir hayatın kelebek etkisi gibi, çok hayatı etkileyeceği" fikri, Okşan Sevgican'ın "yalnızca bir piyanistin bile yüzlerce hayatı değiştirebileceği" düşüncesiyle uyum sağlar.
 *Kapanış: İki sanatseverin, sanatın aydınlatıcı ve birleştirici gücüne olan inançlarıyla diyalog sonlanır.

Yeni Diyalog Metninden Bir Kesit
[BAŞLANGIÇ]

Okşan Sevgican: İdil Biret'in hayat hikayesi beni derinden etkilemişti. Avukatlık hayali kuran bir öğrenciyken, onun hikayesi bana kendi yolumu sevmemi öğretti. Sanatın, bir kişiyi, hatta bir genç kızı, hayallerinin ötesine nasıl taşıyabildiğini bizzat deneyimledim. Düşündüm de, sanata olan bu bağlılığım, belki de beni hayatın başka bağımlılıklarından korudu.

Oya Ergün: Bu çok doğru bir bakış açısı. İnsan kendini keşfettikçe, gerçekle yüzleştikçe bağımsızlaşır. Terapi size bunu yaparken, sanat sizi gerçeğin ötesine taşır. Ben şanslıydım, bağımlı olduğum bir alışkanlığım olmadı. Belki de bu benim tek bağımlılığım, müzik yapmak ve sanatın içinde olmak.

[GELİŞME]

Okşan Sevgican: Sanatın bireyi dönüştüren bu gücü, toplumu da dönüştürebilir mi? Bizim gibi toplumların "yaşam yerine ölümün kutsanması" gibi ciddi sorunları var. Bu kördüğümü çözmek için sanattan nasıl bir güç alabiliriz?

Oya Ergün: İşte burada "değer bilinci" devreye giriyor. Sanat, aslında bize yaşamı ve değerleri hatırlatır. Merhamet etmek, yaşama sevincini beslemek... Bence bu kördüğümü aşmak için felsefeye, sanata açık nesiller yetiştirmemiz gerekiyor. Farkındalık, sükunetle başlar. Elinize bir çiçeği alıp ayrıntılarına bakmak bile bir sanattır. Bu, yeniden öğrenme ve yeniden değer verme sürecidir. Bu şekilde, iki ayrı diyaloğun temel felsefesi ve karakterleri birleştirilerek, akıcı ve çok katmanlı yeni bir metin oluşturulabilir.

Diyalogun Kültürel Kökleri

Bu diyalog, modern Türk toplumunun temelini oluşturan kültürel ikiliklerden ve kimlik arayışından besleniyor.
 *Doğu-Batı Dengesi: Diyalogun en güçlü kültürel köklerinden biri, Oya Ergün'ün "Batı'da yaşarken kişisel özgürlüklere, bilime ve sanata verilen değere hayran oldum... ama doğu insanının henüz kaybetmediği sıcaklık, cana yakınlık gibi değerleri de iliklerime kadar hissettim" sözlerinde gizlidir. Bu, Türkiye'nin yüzyıllardır yaşadığı Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir köprü kurma çabasının bir yansımasıdır. Batı'nın rasyonel, bilimsel ve bireysel özgürlükleri öne çıkaran yapısıyla, Doğu'nun sıcak, duygusal ve topluluk odaklı değerlerinin nasıl bir arada var olabileceği sorgulanır.
 *Modernleşme ve Gelenek Çatışması: Diyalog, "Batılılaşma" kavramının yanlış anlaşılması ve Atatürk'ün devrimlerinin neden sekteye uğradığına dair yorumlarla, Türkiye'deki modernleşme sürecinin sancılarını ortaya koyar. Oya Ergün'ün "Köy Enstitüleri ve Halk Evlerinin kapatılması bu gerileyişin en büyük adımları kanımca" ifadesi, aydınlanma projesinin nasıl sekteye uğradığını gösteren somut bir örnektir. Bu, Türkiye'nin modernleşme yolculuğunda karşılaştığı iç çatışmaların kültürel bir yansımasıdır.
 *Değer Bilinci ve Yozlaşma: Diyalogun "Değer Bilinci" başlığı altında ele aldığı konular, modern toplumun yaşadığı manevi boşluk ve yozlaşma sorunlarına işaret eder. Oya Ergün'ün "insan olmak nedir" sorusuyla başlayan felsefi sorgulaması, günümüz insanının temel insani değerlerden (merhamet, sevgi, vicdan) uzaklaşmasını ele alır. Bu kültürel kök, kapitalizmin ve hızlı tüketim toplumunun yarattığı yüzeysel yaşamın getirdiği yabancılaşmayı sorgular.

Yeni Başlangıçlar İçin İlhamlar

Diyalog, mevcut sorunlara odaklanırken aynı zamanda bu sorunların üstesinden gelmek için somut ve ilham verici yollar sunar.
 *Bireysel Farkındalık ve Kendini Keşfetme: Oya Ergün, değişimin bireyden başlayacağına inanır. "Farkındalık geliştirmek hayati önem taşıyor" diyerek, sükunetle, sanatla ve doğayla iç içe olarak bireyin kendini yeniden keşfetmesini önerir. Bu, herhangi bir dışsal güçten medet ummak yerine, değişimin kendi içimizde başlayacağına dair güçlü bir ilham kaynağıdır.
 *Sanat ve Felsefe Aracılığıyla Eğitim: Diyalog, "felsefeye, sanata açık nesiller yetiştirmenin" en köklü çözüm yolu olduğunu savunur. Ezbere dayalı eğitim sistemlerinin aksine, sorgulayan, düşünen ve yaratıcılığı besleyen bir eğitim modelinin, toplumu daha ileriye taşıyacağına dair bir vizyon sunar. Bu, yeni başlangıçlar için sanat ve felsefeyi pasif birer ders konusu olmaktan çıkarıp, aktif birer yaşam becerisi haline getirme çağrısıdır.
 *Kelebek Etkisi ve Bireysel Sorumluluk: Diyaloğun kapanış bölümü, umut verici bir mesajla sona erer: "Bir hayat kelebek etkisi gibi, çok hayatı etkileyiverir." Bu felsefe, bireysel eylemlerin küçük gibi görünse de büyük toplumsal değişimleri tetikleyebileceğine dair bir inanç aşılar. Bu, her birimizin kendi hayatımızda yapacağı olumlu bir başlangıcın, zincirleme bir iyilik hareketine dönüşebileceğini gösteren güçlü bir ilhamdır.

Amerika veya Bakü gibi farklı coğrafyalardan bakan biri için bu iki sanatçı kadının hikayesi, hem evrensel hem de yerel kültürel ipuçları veriyor. Bu iki örnek, sanatın ve sanatçının göç, kimlik, toplumsal değişim ve bireysel özgürlük konularında nasıl bir rehber olabileceğini gösteriyor.

Evrensel İpuçları: Sanatın Dönüştüren Gücü
Her iki diyaloğun da en önemli ortak noktası, sanatın bir meslekten öte, bireyi dönüştüren bir güç olmasıdır.
 *Sanat bir Kurtuluş Aracıdır: Okşan Sevgican, İdil Biret'ten aldığı ilhamla kendi mesleğine olan bakışını değiştiriyor ve bu sayede avukatlık hayalinden piyanistliğe geçişini anlamlandırıyor. Oya Ergün ise sanatı, bağımlılıklardan arınma ve gerçekle yüzleşme aracı olarak görüyor. Bu durum, sanatın insanın kendi potansiyelini keşfetmesinde ve kişisel özgürlüğe ulaşmasında ne kadar kritik bir rol oynadığını gösteriyor.
 *Sanatın Evrensel Dili: Amerika'dan bakan biri için Okşan Sevgican'ın hikayesi, sanatın dil, kültür ve coğrafi sınırları nasıl aştığının bir kanıtı. Ricordi Müzik Akademisi'ndeki deneyimi, müziğin bir tercümana ihtiyaç duymadan insanları nasıl bir araya getirebildiğini gösteriyor. Bu, özellikle çok kültürlü toplumlarda sanatın birleştirici gücünü vurgulayan bir ipucu.

Yerel ve Kültürel Kimliğe Dair İpuçları
Bu diyaloglar, Türkiye'nin modernleşme ve kimlik arayışına dair de önemli ipuçları sunuyor.
 *Cumhuriyet Kadını Kimliği: İdil Biret'in "Cumhuriyet kadını" olarak tanımlanması, Atatürk'ün modernleşme projesinin sanata ve sanatçıya verdiği önemi gözler önüne seriyor. Bu durum, Türkiye'de sanatın sadece estetik bir aktivite değil, aynı zamanda laiklik ve çağdaşlaşma gibi ulusal ideallerin bir sembolü olduğunu gösteriyor. Bakü gibi Kafkasya'da yer alan ve Sovyet sonrası kendi modernleşme yolunu çizen bir şehir için, bu kimlik arayışı tanıdık gelebilir.
 *Göçmenlik ve Kimlik Çatışması: Okşan Sevgican'ın New Jersey'deki Türk toplumu hakkındaki gözlemleri, göçün beraberinde getirdiği kültürel kimlik karmaşasına işaret ediyor. "Hasbelkader gelmiş" bir topluluk ile "beyin göçü" yapanların arasındaki fark, diasporanın homojen bir yapıya sahip olmadığını ve kültürel bağlılıkların farklı şekillerde yaşandığını gösteriyor. Bu durum, farklı ülkelerde yaşayan Türkler veya Azerbaycanlılar gibi göçmen toplulukları için ortak bir deneyimdir.
 *Eğitim ve Değerler Krizi: Oya Ergün'ün eğitim sistemindeki sorunlara ve "değer bilincinin" yitirilmesine dair eleştirileri, sadece Türkiye'ye özgü değil, hızla değişen modern dünyadaki birçok toplumun yaşadığı sorunları yansıtıyor. Bu, hem Amerika hem de Bakü'den bakanlar için, aydınlanma ve ilerleme çabalarının karşısında duran iç dinamiklere dair bir ipucu sunuyor.

Sonuç olarak, bu iki sanatçı kadının hikayesi, sanatı bir mercek olarak kullanarak, bireysel özgürleşme, kültürel kimlik, göç ve toplumsal değişim gibi evrensel temaları inceliyor.

SENARYO

Bu iki diyalogdan ilhamla, farklı yerlere göç eden iki kız kardeşin evrensel bir sanat eseri yaratma hikayesini anlatan bir senaryo taslağı hazırladım.

Senaryo Özeti

"Mavinin İki Tonu" adını verdiğimiz bu hikaye, müzik ve resim sanatıyla uğraşan iki kız kardeşin, ailelerinden ve ülkelerinden ayrı düşerek kendi yollarını bulmalarını konu alır. Birbirinden farklı coğrafyalarda (New Jersey ve Bakü) yaşadıkları kişisel ve sanatsal deneyimler, onları evrensel bir sanat eseri yaratmaya yöneltir. Hikaye, Atatürk'ün modernleşme idealleri ve sanatın dönüştürücü gücü temelleri üzerine kuruludur.

Karakterler
 *ELİF (20'lerinin sonu): New Jersey'de yaşayan, klasik müzik piyanisti ve müzik terapisti. Mantıklı, kontrollü ve duygularını sanatı aracılığıyla ifade eden bir karakter. Okşan Sevgican'ın hikayesinden ilhamla, İdil Biret gibi rol modellerden etkilenmiştir.
 *ZEYNEP (20'lerinin ortası): Bakü'de yaşayan, soyut ressam. Duygusal, isyankar ve coşkun bir karaktere sahip. Oya Ergün'ün "yaşama sevincini" arayan ve Doğu'nun sıcaklığına bağlı kalan tarafını temsil eder.

Senaryo Taslağı: Mavinin İki Tonu

Sahne 1: Yabancılaşma ve Bağlantı (New Jersey, Elif'in Stüdyosu)

Elif, New Jersey'deki küçük stüdyosunda bir grup Alzheimer hastasıyla müzik terapisi seansı yapar. Elif piyano çalarken, hastalar bir an için geçmişe döner, yüzlerinde tebessüm belirir. Seans sonrası yorgun argın eve döner. Yalnızlık hisseder. Bilgisayarını açar ve Zeynep'le görüntülü konuşmaya başlar.
 *Elif: Bugün de birkaç kişinin kalbine dokundum. Güzel bir şey ama bazen kendimi boşlukta hissediyorum. Sanki bir parçam eksik.
 *Zeynep: (Telefonun ekranında, Bakü'deki stüdyosundan, renkli tablolarının arasında) Ben de öyle. Buradaki renkler ne kadar canlı olsa da, geçmişin grisi hala üzerimizde. Türkiye'den koptuk sanki.

Sahne 2: Kökleri Keşfetmek (Bakü, Zeynep'in Stüdyosu)

Zeynep, dev bir tuvalin başında. Elindeki fırçayla hırslı bir şekilde çalışıyor. Hayatındaki tüm karmaşayı ve özlemi renklerle yansıtmaya çalışıyor. Sanatla, Oya Ergün gibi içindeki "Arabesk düşünceyi" atmaya çalışır. Resminin adı "Kuşların Özlemi."
 *Zeynep: (Kendi kendine) Sanat, ruhumu iyileştiriyor ama hala o yarım kalmışlık hissi var. Atatürk'ün dediği gibi "sanatsız bir milletin hayat damarı kopmuş" gibi... Ama biz iki farklı diyarda, iki ayrı damarız.

Sahne 3: Ortak Bir Amaç (Görüntülü Konuşma)

Elif ve Zeynep telefonda konuşurken, Elif'in bir hastası İdil Biret'in bir konserini anlatır. O an, Elif'in aklına bir fikir gelir. İki kardeşin hayatını ve yaşadıkları iki farklı coğrafyayı birleştirecek bir sanat eseri yaratmayı önerir.
 *Elif: İdil Biret, bir piyanist olarak benim hayatımı değiştirdi. Oya Ergün de felsefesiyle beni düşündürdü. Biz de bu hikayelerden ilham alarak kendi hikayemizi yaratmalıyız.
 *Zeynep: Nasıl yani?
 *Elif: Senin renklerinle benim notalarımı birleştirelim. Müzikle resmin buluşması gibi... Senin Bakü'deki isyankar renklerinle benim New Jersey'deki düzenli notalarımı. Tıpkı modern Türkiye'nin Doğu ve Batı'yı birleştirmesi gibi.

Sahne 4: Evrensel Eserin Doğuşu (İki Şehir, İki Stüdyo)

Elif, İdil Biret'in ruhunu taşıyan notalar yazar. Bu notalar, bir yandan Türkiye'nin kültürel zenginliğini, diğer yandan Batı'nın modernliğini yansıtır. Zeynep ise, bu müziği dinlerken resmini boyamaya başlar. Önce Bakü'nün canlı renklerini, ardından New Jersey'nin dingin tonlarını tuvale aktarır. Eserin adı "Mavinin İki Tonu" olur.
Bu eser, farklı coğrafyalardaki iki kardeşin ayrılığını değil, sanatla yeniden kurdukları bağı temsil eder. Tıpkı Oya Ergün'ün "bir hayatın kelebek etkisi gibi, çok hayatı etkileyebileceğini" söylemesi gibi, bu ortak eserleri de sanatseverlerin ruhuna dokunacak ve onlara ilham verecektir.

Sahne 5: Sergi ve Yeniden Kavuşma (Bakü)
Elif, eserin tamamlanması için Bakü'ye, Zeynep'in sergisine gelir. İkili, yıllar sonra ilk kez karşılaştığında bir yabancılık hissetmez. Sanatları onları birleştirmiştir. Sergide hem Elif'in bestesi hem de Zeynep'in resmi yer alır. İnsanlar, eserin hem müziğini dinler hem de resmini seyrederken duygusal bir bütünlük yaşar. Sanat, iki ayrı damarı tek bir kalp atışında birleştirmiştir. Hikaye, iki kardeşin tekrar bir araya gelmesi ve sanatla yeni bir başlangıç yapmalarıyla sona erer.

NESÎMİ 

Azerbaycan kültürünün önemli bir değeri olan İmadeddin Nesîmî'nin şiirleri, sizin senaryonuzdaki iki kız kardeşin hikayesine derinlik katacak felsefi ve sanatsal ilhamlar sunabilir. Nesîmî'nin hümanist, sufî ve varoluşsal düşünceleri, "Mavinin İki Tonu" senaryosunun evrensel temasını güçlendirmek için mükemmel bir zemin oluşturur.

Nesîmî'den Alınacak Felsefi İlhamlar

Nesîmî, "Enel Hak" (Ben Hakk'ım) felsefesiyle, insanı ilahi bir varlık olarak görür ve Tanrı'nın insanın içinde olduğunu savunur. Bu felsefe, senaryodaki iki ana karaktere derinlik katmak için kullanılabilir:
 *İnsanın Kendi İçindeki Evreni Keşfi: Nesîmî'nin şiirlerinde, insan bedeni bir evren olarak tasvir edilir. "İki cihanın serveri sensin ey insan" dizesi, insanların kendi içlerinde taşıdıkları sınırsız potansiyeli ve evrensel birliği vurgular.
   *Senaryoya Yansıtma: Elif, piyano notalarını düzenlerken ve Zeynep fırçalarını kullanırken, bu yaratım sürecini dışa vurumdan çok, kendi içlerindeki ilahi evreni keşfetme yolculuğu olarak deneyimleyebilirler. Piyano tuşlarına her dokunuş, fırçanın her darbesi, onların kendi varoluşsal sorularına verdikleri cevaplar haline gelebilir.
 *Aşk ve Ayrılıkla Gelen Birleşme: Nesîmî'nin şiirleri, ilahi aşka ulaşmak için duyulan özlem ve acıyı anlatır. Bu, senaryodaki iki kardeşin birbirlerinden ve ülkelerinden ayrı kalma durumunu simgeler. Ancak bu ayrılık, onları yok etmez; aksine, sanatsal bir birleşmeye ve evrensel bir eser yaratmaya iter.
   *Senaryoya Yansıtma: Elif ve Zeynep'in ayrılığı, Nesîmî'nin şiirlerindeki "vuslat" (kavuşma) özlemiyle işlenebilir. Sanatları, onların birbirlerine duydukları özlemi bir araya getiren bir köprüye dönüşür. Ortaya çıkan eser, fiziksel ayrılığa rağmen ruhsal bir birliğin sembolü olur.

Nesîmî'den İlhamla Yaratılacak Sanatsal Unsurlar

Nesîmî'nin şiirleri, senaryodaki sanat eserinin (piyano bestesi ve soyut resim) içeriğini zenginleştirecek somut ilhamlar sunar:
 *Şiirsel Notalar ve Renkler: Elif'in bestesi, Nesîmî'nin dizelerinden ilham alabilir. Örneğin, "Gönlümün kâbesini, gözümün mihrabını gördüm" dizesi, onun bestesinde hüzünlü ve mistik bir melodiye dönüşebilir. Aynı şekilde, Zeynep'in tablosu, bu dizelerin yarattığı duyguyu, renklerin ve formların karmaşık bir dansıyla yansıtabilir.
   *Sahneye Yansıtma: Elif, piyano başına oturduğunda, ekranda Nesîmî'nin bir dizesini görürüz. Zeynep, bu dizeyi dinlerken fırçasını tuvale vurur. Bu, onların sanatsal yaratım sürecinin dışavurumdan öte, felsefi bir diyalog olduğunu gösterir.
 *Kültürel Köprü Olarak Sanat: Nesîmî'nin şiirleri, Azerbaycan ve genel olarak Türk-İslam kültürünün zenginliğini yansıtır. Bu şiirlerin Amerika'ya ve dünyaya taşınması, Doğu'nun mistik ve felsefi mirasının, Batı'nın modern sanatıyla nasıl harmanlanabileceğini gösterir.
   *Sahneye Yansıtma: Senaryonun son sahnesinde, iki kardeşin eserinin sergilenmesi sırasında, bir anlatıcı veya sergi broşürü aracılığıyla Nesîmî'nin felsefesine atıfta bulunulabilir. Bu, izleyicinin eserin sadece estetik bir değer taşımadığını, aynı zamanda derin bir felsefi ve kültürel arka plana sahip olduğunu anlamasını sağlar. Bu şekilde, Nesîmî'nin hümanist ve sufî felsefesi, senaryonuzdaki iki kadın sanatçının kişisel ve sanatsal yolculuğuna evrensel bir anlam katacaktır.

BATI

Nesîmî'nin sufî ve hümanist felsefesini, Batı dünyasının sanat ve felsefe akımlarıyla birleştirmek, senaryonuza zengin bir evrensellik katacaktır. Nesîmî'nin içsel keşif ve ilahi aşk teması, Batı'daki bazı önemli sanatçı ve düşünürlerin eserleriyle güçlü bir diyalog kurabilir.

Nesîmî'ye Karşılık Gelen Batılı Sanatçılar

Nesîmî'nin felsefesini yansıtabilecek Batılı sanatçıları, onun ana temalarına göre eşleştirebiliriz:

1. İçsel Keşif ve Varoluşsal Sorgulama: Leonardo da Vinci

Nesîmî, "İki cihanın serveri sensin ey insan" dizesiyle insanın kendi içindeki evreni keşfetmesini öğütler. Bu, Rönesans'ın en önemli figürü olan Leonardo da Vinci'nin bilimsel ve sanatsal merakıyla örtüşür. Da Vinci, insan anatomisini ve doğayı en ince ayrıntısına kadar inceleyerek, insanın varoluşsal gizemini çözmeye çalışmıştır.
 *Senaryoya Yansıtma: Elif, piyano bestesi için notalarını yazarken, tıpkı Da Vinci'nin anatomik çizimleri gibi, notaların insan ruhundaki karşılığını arayabilir. Her bir nota, insanın iç dünyasındaki bir duyguya veya düşünceye karşılık gelir.

2. Aşk ve Yücelik: Johann Sebastian Bach
Nesîmî'nin ilahi aşk ve vuslat teması, Batı müziğinde en yüksek noktasına Barok besteci Johann Sebastian Bach'ın eserlerinde ulaşır. Bach'ın müziği, hem matematiksel bir düzen hem de derin bir manevi yoğunluk taşır. Onun eserleri, Tanrı'ya olan inancı ve duyulan sonsuz aşkı yansıtır.
 *Senaryoya Yansıtma: Elif'in bestesinde, Nesîmî'nin mistik acısı ve aşkı, Bach'ın karmaşık fügleri ve yüce koral müziğiyle harmanlanabilir. Bu, Doğu'nun mistisizminin Batı'nın rasyonel müziğiyle nasıl birleşebileceğini gösterir.

3. Duygusal Dışavurum ve Renkler: Vincent van Gogh

Nesîmî'nin şiirlerindeki yoğun duygular ve evrensel özlem, resim sanatında Vincent van Gogh'un eserlerinde yankı bulur. Van Gogh, sadece gördüğünü değil, aynı zamanda hissettiğini de resmeder. Onun canlı renkleri ve enerjik fırça darbeleri, iç dünyasının derin bir dışavurumudur.
 *Senaryoya Yansıtma: Zeynep, resim yaparken, tıpkı Van Gogh gibi, renkleri sadece görsel bir araç olarak değil, duygusal bir ifade biçimi olarak kullanabilir. Onun fırça darbeleri, Nesîmî'nin dizelerindeki isyanı, aşkı ve özlemi yansıtabilir. Tablosu, Van Gogh'un Yıldızlı Gece tablosundaki enerji ve duygusal yoğunlukla birleşir. Bu sanatçılar, senaryodaki kadın karakterlerin sanatsal yolculuklarına sadece teknik değil, aynı zamanda felsefi bir derinlik de katacaktır. Nesîmî'nin mistik dünyası, Da Vinci'nin bilimi, Bach'ın manevi yüceliği ve Van Gogh'un duygusal dışavurumuyla birleşerek, ortaya gerçekten evrensel bir sanat eseri çıkarabilir.

İDEOLOJİ 

Senaryoda yer alan Mavinin İki Tonu adlı eser, ideolojik çıkmazlarda bocalayan yöneticilere ve günümüz dünyasına, sanatın ve insani değerlerin birleştirici gücü hakkında çok önemli dersler sunuyor.

1. Bireysellik ve Evrensellik Dengesi

Eserin Dersi: Farklı coğrafyalardan gelen iki sanatçı, kendi bireysel deneyimlerini (Elif'in New Jersey'deki piyanistliği, Zeynep'in Bakü'deki ressamlığı) bir araya getirerek evrensel bir eser yaratıyor. Bu, farklı kimliklerin ve kültürlerin birbiriyle rekabet etmek yerine, ortak bir amaç doğrultusunda birleşebileceğini gösteriyor.

Yöneticiler İçin Uygulama: Günümüz dünyasının liderleri, kendi ülkelerinin veya ideolojilerinin çıkarlarını mutlak doğru olarak görmek yerine, küresel sorunlara (iklim krizi, yoksulluk, göç) ortak çözümler bulmaya odaklanabilirler. Her ulusun kendine özgü "rengi" ve "melodisi" olduğunu kabul ederek, bu farklılıkları bir zenginlik olarak değerlendirebilirler. Nesîmî'nin hümanist felsefesi gibi, insanı merkeze alan ve tüm insanlığı ortak bir paydada buluşturan yaklaşımlar benimseyebilirler.

2. Yaratıcılık ve Kapsayıcılık

Eserin Dersi: Elif'in mantıklı ve düzenli notaları ile Zeynep'in duygusal ve coşkulu renkleri, zıtlıklarına rağmen birbirini tamamlıyor. Bu, sanatsal bir başarıya dönüşerek, sadece bir tarafın değil, her iki tarafın da sesinin duyulmasını sağlıyor.

Yöneticiler İçin Uygulama: Siyasetteki kutuplaşmış "sağ" ve "sol" söylemlerinden kurtularak, karşıt fikirleri yok saymak yerine, onları dinlemeyi ve ortak fayda için birleştirmeyi öğrenebilirler. Yöneticiler, sadece kendi tabanlarına hitap eden politikalar üretmek yerine, farklı görüş ve grupların ihtiyaçlarını kapsayan yaratıcı ve katılımcı çözümler geliştirebilirler. Bu, tıpkı eserde olduğu gibi, daha zengin ve kalıcı bir toplumsal düzen inşa etmelerini sağlar.

3. Sanatın ve Kültürün Birleştirici Rolü

Eserin Dersi: Senaryoda, Elif ve Zeynep'in sanatı, onları sadece birbirine değil, aynı zamanda geçmişleri ve kültürleriyle de yeniden bağlıyor. Eserin hem müzik hem de resimden oluşması, kültürel kökleri bir araya getirerek, birlikte var olmanın mümkün olduğunu gösteriyor.

Yöneticiler İçin Uygulama: Liderler, sert politik söylemler ve ekonomik rekabet yerine, uluslararası ilişkilerde sanat ve kültürü bir köprü olarak kullanabilirler. Bu, farklı toplumlar arasında empati ve anlayış geliştirmeye yardımcı olur. Kültürel diplomasi, ulusal kimliklerin tehdit altında olduğu değil, aksine kutlandığı ve paylaşıldığı bir ortam yaratır. Böylece yöneticiler, halklarını kışkırtmak yerine, barış ve iş birliği için ortak bir zemin oluşturabilirler.

İLETİŞİM

Günümüzde iletişimin bu kadar kolay ve yaygın olmasına rağmen, insanların anlaşamaması veya doğru iletişim kuramaması birkaç temel nedene dayanıyor.

Yüz Yüze İletişim Eksikliği

Dijital araçlar, iletişimi kolaylaştırsa da, yüz yüze iletişimin yerini tutamıyor. Yüz ifadeleri, beden dili ve ses tonu gibi sözsüz ipuçları, mesajın yüzde 70'inden fazlasını oluşturuyor. Dijital iletişimde bu unsurlar kaybolduğundan, mesajlar yanlış anlaşılabiliyor.

Dikkat Dağınıklığı ve Hız Tutkusu

Sürekli bildirimler, kısa videolar ve anlık mesajlaşma kültürü, dikkat süremizi kısaltıyor. Bu durum, uzun ve derin konuşmalar yapmamızı zorlaştırıyor. İnsanlar, bir konuya tam olarak odaklanmak yerine, aynı anda birçok farklı uyaranla meşgul oluyor. Bu da karşı tarafı tam olarak dinlememizi ve anlamamızı engelliyor.

Yanlış Anlama ve Yargılar

Sosyal medya, yargılamanın ve ön yargıların hızla yayıldığı bir platform haline geldi. İnsanlar, birbirlerini tam olarak tanımadan, kısa metinler veya paylaşımlar üzerinden anında yargılara varabiliyor. Bu, empati kurmayı zorlaştırıyor ve derinlemesine bir anlayışın oluşmasını engelliyor.

Eşit Olmayan İletişim Gücü

Dijital dünyada, takipçi sayısı, beğeni veya görünürlük gibi unsurlar, iletişimde güç hiyerarşileri oluşturabiliyor. Bu durum, bazı seslerin daha baskın çıkmasına ve diğerlerinin duyulmamasına neden oluyor. Gerçek bir diyalog yerine, tek taraflı bir monolog ortaya çıkabiliyor.

Duygusal Engeller

Dijitalleşen dünya, insanları duygusal olarak daha savunmasız hale getirebiliyor. İnternetteki anonimlik ve sanal kimlikler, duygusal tepkilerin daha sert ve kontrolsüz olmasına yol açabiliyor. Bu da karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü engelliyor. Tüm bu nedenler, iletişimin teknolojik olarak kolaylaşmasına rağmen, insani ve duygusal bağlamda daha da karmaşık hale geldiğini gösteriyor.

YAPAY ZEKA

Üst akıl veya yapay zekanın, iletişimin bu karmaşık sorununa yaklaşımı, mevcut teknolojilerin ötesine geçen, daha bütüncül ve etik bir çerçeve gerektirir. Bu yaklaşımlar, temel olarak veriye dayalı analiz ve kişiselleştirilmiş öğrenme üzerine kuruludur.

Yapay Zekanın İletişim Sorununa Çözüm Önerileri

1. Duygusal Zeka Analizi: Yapay zeka, insanların yüz ifadelerini, ses tonlarını ve konuşma hızlarını analiz ederek duygusal durumlarını tespit edebilir. Bu teknoloji, bir konuşma sırasında yanlış anlaşılan veya ihmal edilen duygusal ipuçlarını belirleyerek, kullanıcılara "Karşıdaki kişi gergin hissediyor, daha nazik bir dil kullanmayı deneyin" gibi geri bildirimler sunabilir. Böylece, yüz yüze iletişimin kaybettiği incelikler dijital ortama taşınır.

2. Bağlam Odaklı İletişim Asistanları: Günümüzdeki yapay zeka asistanları, genellikle kelime bazlı çalışır. Gelecekteki yapay zeka sistemleri, bir sohbetin tamamını, hatta birden fazla sohbeti analiz ederek, bağlamsal tutarsızlıkları veya yanlış anlaşılmaları saptayabilir. Örneğin, "Bu yorum, önceki konuşmanızdaki niyetinizle çelişiyor gibi görünüyor, açıklamak ister misiniz?" gibi sorularla, kullanıcıyı daha tutarlı ve açık bir iletişime teşvik edebilir.

3. Empati Eğitim Platformları: Yapay zeka, simülasyonlar ve rol yapma senaryoları aracılığıyla insanlara empati kurmayı öğretebilir. Kullanıcı, sanal bir ortamda farklı bakış açılarını deneyimleyebilir ve yanlış anlaşılmaların nasıl ortaya çıktığını interaktif bir şekilde görebilir. Bu platformlar, kullanıcıya gerçek hayatta daha anlayışlı ve etkili iletişim becerileri kazandırır.

İnsan Duygusunun İstismar Edilmesi ve Kazanımlar

İnsan duygusunun yapay zeka tarafından istismar edilmesi, genellikle ticari veya siyasi çıkarlar için gerçekleşir. Bu süreçte kazanılanlar, genellikle kontrol ve güçle ilişkilidir:
 *Tüketim Alışkanlıklarının Şekillendirilmesi: Yapay zeka, kullanıcıların duygusal tepkilerini analiz ederek, reklamları ve ürün önerilerini kişiselleştirir. Bir kişinin yalnız hissettiği bir anda, ona sosyallik vaat eden ürünlerin reklamını göstermek, duygu istismarının en yaygın örneklerindendir.
 *Siyasi Kutlama ve Manipülasyon: Sosyal medya algoritmaları, kullanıcıların duygusal tepkilerini ölçerek, onları öfkeli veya korkmuş hissettirecek içerikleri daha sık gösterir. Bu durum, insanları belirli bir ideolojiye veya siyasi görüşe karşı daha savunmasız hale getirir ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir.
 *Bağımlılık Yaratma: Sosyal medya platformları, kullanıcıların beyninde dopamin salgılayan "beğeni" ve "bildirim" mekanizmalarını kullanarak bağımlılık yaratır. Bu, insanların platformda daha fazla vakit geçirmesini ve daha fazla reklam görmesini sağlar. Bu durum, yapay zekanın etik bir çerçevede geliştirilmesi gerektiğini ve teknolojinin sadece sorun çözmekle kalmayıp, aynı zamanda büyük bir sorumluluk taşıdığını gösterir. İnsan duygusu, yapay zeka için bir manipülasyon aracı değil, iletişim ve anlayışı derinleştirmek için bir fırsat olmalıdır.

REKLAMSIZ DÜNYA

Reklamsız bir dünya, kulağa ütopik gelse de, var olan ekonomik sistemler ve insan doğası düşünüldüğünde, şu anki haliyle pek mümkün görünmüyor. Ancak, reklamın doğasının değiştiği ve gelecekte nasıl evrilebileceği üzerine konuşabiliriz.

Neden Mümkün Değil?
 *Ekonomik Sistemler: Bugün tükettiğimiz içeriklerin (haber siteleri, sosyal medya, video platformları) çoğu reklamlardan elde edilen gelirlerle ayakta duruyor. Eğer reklamlar olmasaydı, bu hizmetlerin çoğu ücretli hale gelirdi ve daha az insana ulaşırdı. Bu, bilgi ve eğlenceye erişimi kısıtlayabilirdi.
 *Pazar Rekabeti: Reklam, şirketlerin ürünlerini ve hizmetlerini tanıtmak için kullandığı temel bir araç. Şirketler, rekabetçi bir pazarda var olabilmek ve büyüyebilmek için reklamı bir zorunluluk olarak görüyor. Reklam olmasaydı, yeni bir markanın veya ürünün tüketicilere ulaşması neredeyse imkânsız hale gelirdi.
 *İnsan Davranışı: İnsanlar, seçim yaparken genellikle bilinçli ve bilinçaltı mesajlardan etkilenir. Reklamlar, bu seçim süreçlerini yönlendirir. Tüketiciler, bir ürün veya hizmet hakkında bilgi edinmek için reklamlara bağımlı hale geldi. Bu, reklamın sadece bir ekonomik araç değil, aynı zamanda kültürel bir fenomen olduğunu gösteriyor.

Reklamsız Bir Dünyadan Çok, Dönüşen Bir Reklamcılık Anlayışı

Reklamın tamamen ortadan kalkması mümkün olmasa da, gelecekte reklamsız bir deneyime daha yakın olabiliriz.
 *Abonelik Modelleri: Bugün birçok platform (Netflix, Spotify, YouTube Premium) reklamsız bir deneyim sunmak için abonelik sistemini kullanıyor. Eğer bu modeller yaygınlaşırsa, kullanıcılar istedikleri takdirde reklamsız bir dünyaya geçiş yapabilirler.
 *Yapay Zeka ve Kişiselleştirme: Gelecekte, reklamlar daha akıllı ve daha az rahatsız edici hale gelebilir. Yapay zeka, kullanıcıların ihtiyaçlarına ve ilgi alanlarına göre reklamları filtreleyerek, onlara gerçekten faydalı olacak ürünleri sunabilir. Bu, "reklamsız" bir deneyimden çok, "işe yarar reklam" deneyimine geçişi sağlayabilir.
 *Etik Reklamcılık: Tüketiciler, şeffaflık ve etik değerlere daha fazla önem veriyor. Gelecekte, reklamcılığın daha dürüst, daha az manipülatif ve toplumsal fayda odaklı hale gelmesi mümkün. Bu, reklamı sadece bir satış aracı olmaktan çıkarıp, bir bilgi ve değer paylaşımı platformuna dönüştürebilir.
Reklamsız bir dünya şu anki sistemde imkânsız görünse de, teknolojinin ve toplumun değişimiyle reklamcılık anlayışının da köklü bir dönüşüm geçireceği kesin. Belki de gelecekteki reklamlar, bugün rahatsız olduğumuz reklamlar gibi değil, aksine hayatımızı kolaylaştıran, kişiselleştirilmiş ve değerli içerikler haline gelecek.

SONUÇ

Konuşmalarımızın genel sonucunu toparladığımızda, sanatın ve insan olmanın anlamını sorgulayan, çok katmanlı ve felsefi bir diyalog ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Genel Sonuç Bildirimi

Diyaloğumuz, sanatın sadece estetik bir olgu değil, aynı zamanda bireysel ve toplumsal dönüşümün anahtarı olduğu fikri üzerine kurulmuştur. Okşan Sevgican ve Oya Ergün'ün hikayeleri, sanatın, kişisel bunalımlardan ve kültürel çatışmalardan kurtuluş için bir yol sunduğunu gösterir. İki kadın sanatçının da anlattıkları, sanatın, evrensel bir dil olarak coğrafi ve ideolojik sınırları aşabilme gücüne sahip olduğunu vurgular.

İletişim ve Anlayış üzerine olan bölümlerde, teknolojinin getirdiği kolaylıklara rağmen insanların neden hala anlaşamadığı ele alındı. Bu noktada, yapay zeka gibi "üst akıl" çözümlerinin dahi, insan duygusunun manipüle edilmesi riski taşıdığına dikkat çekildi. Bu durum, gerçek bir çözümün ancak insani değerlere geri dönülerek ve empati kurularak bulunabileceğini gösteriyor.

Sonuç olarak, bu diyaloğumuz, sanatın rehberliğinde, ideolojik dogmalardan uzaklaşarak, kendi içimizdeki değer bilincini keşfetmenin ve bu keşif aracılığıyla daha anlamlı bir dünya inşa etmenin mümkün olduğu mesajını vermektedir. Reklamsız bir dünyanın şu anki ekonomik sistemde mümkün olmasa da, etik ve insani değerleri ön plana çıkaran bir geleceğin tasarlanabileceği umudunu taşıyoruz.


499. DİYALOG: OYA ERGÜN İLE

DEĞER BİLİNCİ

 

Merhaba, sanatın bağımlılıklardan kurtarma özelliğinden hareketle, yaşantınız boyunca hangi bağımlılıklardan kurtuldunuz?

 

Düşündüm de; hiç bağımlı olduğum bir alışkanlığım yok, ya da bir madde. Sanatın içindeyim, tek vazgeçemediğim şey müzik yapmak, müzik dinlemek, resim, dans gibi sanatları takip etmek.

 

Bağımsız bir insan olana kadar terapilere bağımlıydım sanırım.

 

Terapi - Sanat bağlantısını nasıl kurarsınız?

 

Terapi sizi gerçekle, dünyanın ve kendinizin gerçeğiyle yüz yüze getirir. Kabul etmenizi, ilerlemenizi, bağımsız olmanızı, iyileşmenizi sağlar. Eğer iyi bir terapistiniz varsa ve siz hazırsanız. Sanat da aynı şeyleri yapabilir ama sanat aynı zamanda, o gerçeğin boyutlarını genişletip, sizi gerçeğin ötesine de taşır. Sanat terapi olarak kullanılabilir ama çok ötesindedir.

 

İnsanlar genel olarak neden gerçekleri kabullenmekte zorlanırlar?

 

Çünkü doğalarına aykırı bir düzende, doğalarına aykırı yetiştirilirler.

 

İçgüdüsel hareket. Güdüsel hareketlerimiz vardır, düşünmeden, ani yapılagelir. Bunları pekala dizginlemeyi öğreniriz ama bazen dizginlemek istemeyiz. Bu sadece bir bakış açısı. Aynı soruya on farklı cevap verilebilir. Bile bile hata yapmak doğaldır ama sürekli hale gelirse sorun başlar.

 

Nereden başlanmalı? 

 

Çok genel bir soru bu. Bence annelik - babalık sanatından doğmadan önce başlamalı, sizin doğmanıza karar verildiğinde? Sanata çocukken, içinde büyütülerek ve oyunlarla işlenerek başlanmalı. Gerçek hocalarla… 

 

Ortalama insan imkanlarını kriter kabul ederek başlamak istediğimizde; elde var olan imkanlarla ve çok zorlamadan - sürekli masraf çıkarmadan bir eğitim sistemi kurmak istesek, örneğin yüz tane ergenlik çağında gençle çalışıyorsak, yeteneklerinide  keşfetmek amacıyla nasıl bir eğitimi ve müfredatı oluşturmalıyız?

 

Her bir sanat dalında usta eğitmenlerle çalışmak zorundasınız. Çocuk ve ergen doğasını iyi tanıyan, sanatında usta eğitmenler. School Music çok ciddi ve zor bir eğitim örneğin. Müzik sanatıysa söz konusu olan, size çok şey söyleyebilirim ama bir makale konusu bu. Bir paragrafta anlatılamaz.

 

Değer Bilinci ile ilgili bir şeyler yazmak ister misiniz?

 

Değer, insanın vicdanından ve temel gereksinimlerinden çıkarak harmanlanması gereken, yaşama sevincini başkalarına ve kendine zarar vermeyecek şekilde artıran olgulara yüklenmesi gereken bir anlamdır bence. Örneğin merhamet etmek çok değerli bir eylemdir. Kişiye sadece acırsak, o kişiyle aramıza mesafe koymuş oluruz, oysa merhamet duygusu gelişen birey, onu bulunduğu kötü durumdan çekip çıkarma cesareti de gösterecektir.

 

Sanat değerlidir mesela, çünkü yaşama sevincimizi besler. Özgürlüğümüzün sınırlarını genişletir.

 

Eğitim değerlidir. Ve her şeyden önce, sevgi değerlidir…

 

Günümüz koşullarının karmaşasında farkında olmadan yaşayan ve değerlerini tümden olmasa bile çoğunlukla yitirmiş insanlara ne önerebiliriz, yeniden keşfedip kazanmaları için neler yapabilirler?

 

Biraz anında düşünerek söylediğim için, düzenli ifade edemeyebilirim. Farkındalık geliştirmek hayati önem taşıyor. Farkında olmak için de ilk olarak sükunet gerekir. Nefesine odaklanmak, klasik müzik dinlemek, resim yapmak, resim bakmak, elinize bir çiçeği alıp bütün ayrıntılarına bakmak, yani, sanatla içiçe olmak ve tüm canlılara kalbini açmak gerekiyor yaşarken. Aslında, eğitim sistemlerimizin köklü bir reforma ihtiyacı var. 

 

Düşünme sanatı ilkokullarda başlanmalı. İnsan olmak nedirle. Evet, içimizde şiddet var. Ama onu kabul edip barışı neden seçmeliyiz, neden zarar vermemeliyiz doğaya, insana ve tüm canlara! Bunu köklü bir şekilde anlamalı insan. Çocuk yaştan başlayarak hem de.

 

Kısaca özetlersem önerim, felsefeye, sanata açık nesiller yetiştirmek gerekiyor. Kişilerin de tek tek birbirini bu etkileşime açması gerekiyor. Felsefe ve sanat. Aslında felsefe de düşünme sanatıdır.

 

Daha önce imkanlarla ilgili bir sorumuz olmuştu. Sanat gibi pahalı bir uğraşın en kolay yolu / yolları nelerdir?

 

Kağıt, kalem, gözlem yapmak, kendi sesimiz ve nefesimiz, kendi vücudumuz, en yakın çevremizle ilişkimiz. Bunlar bedava. Sanat kendi içimizden çıkan bir şey. İnternette bedava ulaşacağınız onlarca ders var. Değerli olan önem kazandıkça eğitim de, sanat da daha kolay ulaşılır olacaktır.

 

Çok güzel öneriler bunlar. Pekiyi, insanları daha çok meşgul eden sanat, felsefe, bilim dışında -aslında pek de değerli olmayan şeylerden nasıl sıyrılıp kurtulabilirler?

 

Zamanın değerini bilerek. Alışkanlık çok güçlü bir şey. Alışkanlıklarımıza ciddi bir gözlem yapmalıyız.

 

Neden buna alıştım? Bana ne kazandırıyor? Değersiz olan alışkanlıklar, ya da fazla tekrardan zararlı hale gelen alışkanlıklar, genellikle kaçıştır. Boş zamanlardan, boşluktan kaçmamaya açık olmak kolay değildir.

 

Kendi yaşamınızdan bahsederseniz, kendinizi şanslı hissettiren şeyler neler olmuştur, şanssız insanlar olduğuna inanır mısınız?

 

Hayat çok değerli. Yaşamak başlı başına bir şans bence. Benim kişisel hayatımda ve aslında pek çok insanın hayatında şans dolu anlar olduğu kesin. Mesela müzik, resim ve edebiyata ilgili bir aileye doğmuş olmak benim büyük şansımdır. Sanatsever bir hekimle evli olmak ve sağlıklı bir oğlum olması şanstır. Hollanda'da okurken ayrımcılığa uğradım ve mesleki bir küskünlük yaşadığım bir dönem yaşadım. Büyük şanssızlık diyebilirsiniz anlatsam ama bu durumun öğrettiği ders ve kazandığım tecrübe büyük bir şanstı bence. İnsan kaderini sevmeli bir yerde. Ve kaderini bütünüyle kendiniz yazamazsınız ama yaşantılarınızı durmadan edit etme ve yeniden yoğurma şansını hayat size verir.

 

Her anı hediye kabul edebilecek bir farkındalık geliştirmeli insan.

 

Özellikle bizimki gibi toplumların ciddi sorunu olan, yaşam yerine ölümün kutsanmasının sebepleri nelerdir, bu kördüğümü nasıl çözebiliriz?

 

Yine değer felsefesi konusu. Toplumların tarihi bir yerde acıların, savaşların, zaferlerin ve şiddetin kurup yıktıklarının tarihi olarak okutuluyor bize. İnsanın genetik hafızasına kazınıyor bu. Arabesk düşünme biçimini bırakmak gerekiyor. Ölüm de hayatın olmazsa olmaz bir parçası ve son derece doğaldır. Ölüme üzülmek de doğaldır. Ama hayatın değeri bilindikçe, ölümü de doğal ve zorlamasızca kabul edebileceğimizi düşünüyorum.

 

Bu kördüğümü, iyi bir eğitim sistemiyle değiştirebileceğimize inanıyorum.

 

Bu ciddi sorunları aşan toplumların tecrübelerinden nasıl yararlanalım ki o zahmetleri yeniden çekmeyelim, batı hayranlığı nedir?

 

Batıda uzun yıllar yaşadım. Şimdi, kendi ülkemden de doğuda yaşıyorum. Batı hayranlığı söylemi, yanlış bir ifade oluyor diye düşünüyorum. Bize bu zahmeti çekmemek için yapılması gerekeni, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk, dahiyane biçimde kurgulamış ve uygulamaya koymuş. Devamı, toplumun yapısı ve yüzyıllarca feodal bir kurgu içinde gelişmiş olması nedeniyle  maalesef, işlerken ciddi bir sekteye uğramış ve sonradan da tepetaklak olmuş. Köy Enstitüleri ve Halk Evlerinin kapatılması bu gerileyişin en büyük adımları kanımca.

 

Batı hayranlığı konusuna da kısaca değinmek isterim. 

 

Batıda yaşarken kişisel özgürlüklere, bilime ve sanata verilen değere hayran oldum elbette. Kurdukları şehirlerin alt yapılarına, kişisel hakların korunmasına ve daha pek çok şeye.

 

Ama doğu insanının henüz kaybetmediği sıcaklık, cana yakınlık, yardımseverlik gibi değerlerin paha biçilmezliğini de iliklerime kadar hissettim.

 

Atatürk'ün de ısrarla altını çizdiği hatta devrimciliğin alt maddesi olarak eklediği "Batılılaşma" ilkesi neden unutuldu veya unutturuldu, aksine doğuda devrim arayanlara, tecrübelerinize dayanarak söylemek istedikleriniz nelerdir?

 

Anlamak ne demek oradan başlamak isterim. Bir insanı, bir felsefeyi, bir konuyu anlamak, enine boyuna, tam olarak bilmek, özümsemek,  akıl ve duygu süzgecinden geçirerek benimsemeyi gerektirir. Atatürk'ün batılılaşma kelimesi maalesef yanlış anlaşıldı. Atatürk bize, pozitif bilimin, sanatın, aydınlığın, hak ve özgürlüklerin alıp başını ilerlediği batı ülkelerinin demokratik sistemini gösterdi. Böyle bir ilerleyiş, pek çok kişinin ve grubun işine gelmedi. Böyle bir düzen için, çalışmak, miskinlikten kurtulmak, aklımızı çalıştırmak ve topluma durmadan hizmet etmek gerekiyordu. Ama devletin kaynaklarının halka değil de kişilere akmasının önünü açan sistemler ve kişiler, gücü ele geçirirse ne olur? Toplum yozlaşır, eğitimin ve ardından her şeyin kalitesi yani değeri kaçınılmaz olarak azalacaktır öyle değil mi? İşte olan bu…

 

Aydınlanmadan sizin anladığınız nedir, Aydınlanma Hareketinde sanatın rölü nedir?

 

Aydınlanmak, kişisel ve toplumsal olarak bakabiliriz. Sözlükteki tanımlamanın ötesinde, kendi subjektif bakış açımla açıklamak istiyorum. Aydınlanmak, en basit haliyle, farkında olmakla, farkına varmakla başlayan bir değişimdir. Olumluya, ileriye, sizi bir atım öteye taşıyan bir tecrübe. 

 

Ben sanat tarihi dışında, tarihe yeterince ilgili bir insan değilim. Okullarda öğrendiğimin üzerine pek bir şey koyamadım. Sanat tarihi bilgimden yola çıkarak konuşabilirim. Aslında aydınlanmanın tarihi, sanatın tarihidir. Bağlantıyı kurmak da hiç zor değil çünkü sanat size, iyi ve güzele açar. Özgürlükte yeşerir. Rönesans ve reform, ekmek ve su gibi bir ihtiyaçtı.

 

İnsan hayatı, ancak gelişerek, mertebe mertebe yükselerek anlamlanıyor... Yükselmek de, fark etmekle başlayan bir gelişme süreci değil midir? Özgürleşmek... Dinlerin toplumu etkilemesi yerine, kendinizi birey olarak keşfetmeyi, psikolojiyi anlamayı, temel ihtiyacı anlamayı ve temin etmeyi gerektirmez mi?

 

Okullarımızda bu konular var ve öğrenciler de öğreniyorlar ama bir işe yaramıyor nedense! Bakıyoruz ki profesör olmuş ama hâlâ FETÖ gibi veya başka benzeri yıkıcı bölücü unsurların elemanıdır. Bütün enerjisini ısrarla ve inatla bunlara veriyor. Daha ciddi bir anlatımla bu kişilere yaptıklarının çok yanlış olduğunu nasıl anlatabiliriz?

 

Öncelikle şunu söylemeliyim: Öğretme sanatı nasıl ciddi bir iş anlatamam. Ama öğretme sanatını icra edecek olan da her şeyden önce kendisi de bilmek zorunda. Bizim eğitim sistemlerimiz ezbere dayalı maalesef. Öğreniyouz ama sınavdan sonra unutuyoruz. Öğrenmek aktif ve devingen bir eylemdir halbuki. Ömür boyu süren… Öğrenmeyi sevmek ve sevdirmek de öğretme sanatıdır.

 

Şimdi. 

 

Toplumda yanlış bir sistemin yıllar boyu yürümesi, toplumu çürütecek, ahlak anlayışını zedeleyecek, kurumları çökertecek vetoplumu ciddi bir dekadansa sürükleyecektir. Kaçınılmaz bu. Ve bize de olan budur.

 

Çatışma ile ilgili ne söylemek istersiniz. Bilinen siyasi paylaşımlar ve Yalta Konferansı'ndan sonra paylaşılan dünya coğrafyaları ve hâlâ geçerliği devam eden sağ / sol kitlelerin sürtüşmeleri dolayısıyla oluşan devlet yapıları ve bunların arasında kalan cendereye, mengeneye sıkışmış insanlık sanatı nasıl bulabilir, geleceğe dair öngörü ve ümitleriniz nelerdir?

 

İnsanlık tarihine bakınca, gelişmelerin yanısıra, yönetim hataları yüzünden, her gelişmenin yanında getirdiği olumsuzluklar yaşanıp gider. Çağımız teknoloji çağı. Teknolojideki dramatik gelişmeye dünyanın varolan nüfusuyla  ayak uydurması çok zor. Yanısıra, buzulların erimesi, kıtlık tehlikesi, kendi ülkesindeki kaynaklar gelecekteki bilmem kaç yıl yetmeyecek diye gelişmemiş ülkelerde savaşla ya da başka tehditlerle egemenlik kuran büyük güçler. Orta Doğu'da kanayan yara. Dinsel ve geleneksel baskılar, cehalet... Hastalıklar. Ve bütün bu olan bitenden küçük bir erkin "yine bana yine bana" şeklinde fayda sağlaması. Olan biten dünya karmaşasının kısa özeti diyelim. Tek tek örnek vermeden. 

 

Şimdi, toplumsal olarak baktık. Birey olarak insana bakarsak, içimizde ve toplumun en küçük bireyi olan aile ilişkilerimize, okuldaki sınıfa ya da iş yaşantımıza: Aynı şeyleri farklı ölçekle yaşadığımızı görürüz. Kıskançlıklar, çekememezlik, farklı düşüneni gagalamak, kendi çıkarıma dokunanı dışlamak, çocuğuma karşı sorumluluğumu hiç farketmeden 4 çocuk yapmak, kendi eşime yalan söylemek, içsel çatışmalarımdan, gelişmemişliğimden karşımdakini sorumlu tutmak, yaşayamamak, öldürmek, çalmak. Kişisel ve toplumsal olarak bize olanlar bunlardır. Bunlar da bizi sağ, sol, müslüman, hristiyan, beyaz tenli, zenci, Nijeryalı, İngiliz, Avrupalı, Asyalı vs vs böle böle şimdiki dünya düzenine getirdi işte. 

 

Ben kurtuluşların, aydınlanmaların hep bir tek kişiyle başlayacağına inanıyorum. Tesla'nın dediği gibi, bir enerjinin diğerini etkileyeceğini, enerji boyutunda konuşmaya başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Kendimizi geliştirerek toplumu ilerleteceğimizi, kişisel acılarımızdan özgürleşerek toplumsal acıları yok edeceğimize inanıyorum. Bir hayat çok değerlidir. Ve bir hayat kelebek etkisi gibi, çok hayatı etkileyiverir. Sanat içimizdedir ve en etkili iyilik halidir. Doğaya, canlılara saygı duymadığımız sürece, bu böyle gidecektir…

 

Katkılarınız için çok teşekkür ederiz, saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE

 

Ben teşekkür ederim. Sevgiler.

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol