DİYALOG MÜZESİ

HAMİD ALİOĞLU İLE


 

479. DİYALOG


Erkan YazarganHamid Alioğlu ile birlikte.

2 Kasım, 19:32 · 

Hamid Alioğlu İLE DİYALOGDAYIZ. SORULARINIZLA KATILABİLİRSİNİZ:

 

Merhaba Hamid Bey, Sanat görüşünüzden bahsetmek ister misiniz?

Sanat düşünebilen, gerçeği görebilen toplumun işidir. Toplum varsa, sanatta daima vardır. Benim görüşüm; sanat, sanatçıdan sanatçıya değişir. Her yaratıcı düşünce sanat olmadığı gibi, her yaratıcı insan da sanatçı değildir. Sanat nedir diye kendimize sual edersek, sanat demek üslup demektir. Üslup yoksa sanatta yoktur.

 

Her yaratıcı insan sanatçı olmadığına göre, sanat yaratımının farkları nelerdir?

 

İlk önce sanatçının hayata bakış tarzı değişmelidir. Ne zaman dünyanı farklı şekilde kavrarsan, farklı şekilde bir üslup yaratmış olursun. Çünkü farklılık bir tarz ve bir özgünlüktür. Yaratabilme aklın sanatıdır, akılda bir sanattır ama yaratıcıya nispet edilen bir sanat... Ahlaka nispet edildiği gibi.

 

Ahlak sorunu ile benzettiğimize göre; ahlak kurallarının evrensel doğrular olduğu bilinmesine rağmen ahlaksızlığın olduğu da kesinse, sanat yaratımının da akıllı bir üslüp olduğunu mu söylüyoruz?

 

Evet, akılda bir sanattır. Nasıl kullanabileceğinden aslıdır. Yaratabilmeğinden aslıdır.

Sanatında, eserlerinde, kültür ve ahlak varsa bu o demektir ki yaratabilme özgünlüğün vardır.

 

Bize sanatınızdan bahseder misiniz?

 

Ben soyut çalışan bir sanatçıyım. Soyut sanatı severim ve anlarım. Soyut sanat gelelekseli rededen zihinsel bir olay olup tabiatın taklidinden uzak durur.

Eserlerimde sadeliğe dikkat ederim. Bu yüzden dikkate alırım ki, "eserin asıl gücü sadeliğinde" yatıyor. Bir kaç yıl önce figüratif resimler yapıyordum. Zaman aşamasında figürleri soyutlaştırmaya başladım. Daha sonra tam soyut figürlere geçmiştim. Şimdi geometrik resimler yapıyorum.

 

Sanatçı zihninin işleyişine örnek ararken, sizde gördüğümüz farktan yola çıkarak, normal insan zihninde sanatın yer edinmesi, kendi sistemini / işleyişini kurması için gerekenler nelerdir, sanatçı olmayan sanatı anlayamaz mı?

 

Soyut sanat zihinsel ve kavramsal sanat olduğu için herkes bu kavramı anlayamaz ve sevemez. Kimbilir belki burda bir gerçek vardır. Doğanın ötesini görmek için bir deneyimin içindedir... O yüzden bu kavramı anlamakta zorluk çekiyorlar. Fazla düşünmek gerek.

 

"Fotoğraftan önce ve fotoğraftan sonra resim" dediğimiz zaman, bahsini ettiğiniz soyut resim sanatının gelenekseli reddetmesi gerçeğinden hareketle, Picasso' nun resim sanatını kurtaran, yeni bir yön veren sanatçı olması sizi nasıl etkiler?

 

Bu yüzeyin ortaya çıktığı sanat türü dünyanın görünüşünü bilerek arkada bırakıyor. Kendine has bir üslupla tanımlıyor. Bilakis soyut sanatçı "ben cevabı biliyorum, buda onun görünüşü" diye söylemez. Soyut sanatçı şunu söyler: "Bu bir deneydir. Size ne anlatıyor?"

Picasso' nun resme serbest yanaşması, tablo karşısında nasıl kendini ifade etmesi beni etkilemiştir. İyi sanatçı olmadan büyük sanatçı olamazsın ifadesi bunu kanitlamaktadır. İlave olarak bir resimde günlük gerçek görünmüyorsa artık o resim soyuttur. Sizinde söylediğiniz gibi soyutun fotoğraftan ve fotoğraf görünüşlü resimlerden farkı budur.

Bir sanat eserinde yenilikçi elementler yoksa, o eser soyut değildir. Picasso bunu başarmıştır.

 

Sahte, saçma, alakasız ile gerçek soyutu birbirinden nasıl ayıracağız, yoksa doğal / doğadaki gibi olmayan her sanat eserine soyut mu diyeceğiz?

 

Genel anlamıyla soyut sanat doğada var olan gerçek nesneleri betimlemek yerine, geometrik çizgi ve renkleri, düzenli biçimlerle bedii estetik ve duygusal heyacanı, yüzey üzerine yerleştirerek, kompozisyonlar elde etmekle anlaşılabilir. Soyut sanatın maddesel dünyada değil de, maddesel olmayan dünyada yaşıyoruz mantığını anlarsak soyut sanatın gerçeğini anlayabiliriz. Evet, her soyut resme soyut demek doğru olmaz, kendisini tanımlaması gerekir.

 

Renk ve tonlarından devam edersek soyutu diğerlerinden ayıran bir özelliğinin de bu konu olduğunu biliyoruz. Bilinen ve gösterilen 64 milyon ton' un tabloya uygulanması aynı zamanda eserin hem diğerlerinden farkını gösteriyor hem de değerinin artmasına neden oluyor. Siz ton çalışırken nelere dikkat edersiniz, eserin geometrik olması yeterli midir?

 

Desen de renk de birbirini tamamlamalıdır. Her ikisi gereklidir. Geometrik soyut resimlerde en esas, ışık yansımasıdır. Ana renklerin üzerine düşen ışık yansıması hangi renk yansıması olacak?

Mavi ile kırmızı rengin karışması ve yansıması magenta rengidir. Eserlerime dikkat ederseniz mavi tonlar görebilirsiniz. Ben genelde mavi tonlara dikkat ederim. Bazı eserlerimde başka renklerde kullanıyorum ama birbirine zıt olmadan... Ama aynı durumlarda istediğim zaman zıt renklerde kullanıyorum.

Geometrik soyutlama yapıldığı zaman geometrik cisimlerin evrensel olması, sahsiyetsizliğinden ötürü kişisel uslubu yansıtma güçleşir. Dolayısıyla otomatik olarak geri çekmiş olursunuz. Esas olarak sekil ve farklı renklerin, uyum içine alınarak renklerin ve ışığın yansımasını doğru biçimde tanımlamak lazım.

Bunlar bir arada yapıldıysa eserin tanım gücü artar.

 

Kandinsky' nin (1) "ben sadece denedim" sözü ile sizin "soyut çalışan sanatçı dener" sözü örtüştüğüne göre; sanat piyasasındaki etkin bireylerin, yeni etkin eserlerin önünü açmak için yapması gerekenler nelerdir?

 

İlk once ilave etmek isterdim ki soyut resmi 1910' yılında, Kandinsky sulu boya ile yapmış ve geliştirmeye başlamıştır.

Bütün soyut sanatçılar bir deneyimin içindedirler. Onlar sadece doğanın ötesini yaratmak için deneyimdedirler. Soyut sanatçı kalkıp derse ki "buda son, bu doğanın görünüşüdür" yalan söylemiş olur. Ben o sanatçıya şüphe ile yanaşırım. Pietr Mondrian (2) resimlerine baktığımızda biri dikey, biri yataydır. Doksan derecelik açı, evrenin dengesini temsil ediyor. Mondrian kalkıp söyledi mi ki, "ben doksan dereceklik açı yapmışım". Tabi ki söylemedi.

Resme baktığımızda görüyoruz. Sadece düşünmek gerek. Sanat akımları birbirinin içersinde oluşan akımlardır. Soyut sanat da modernizm içerisinde oluşan bir akımdır. Soyut sanat gerçekçi sanatı hiç bir zaman inkar etmemiştir. Aksine gercekçi sanat soyut sanatın gelişimine zemin hazırlamıştır.

 

Teknolojinin bu denli ilerlediği günümüzde; üç boyutlu yazıcı ile heykel, milyonlarca ton ile baskı, yapay zeka ile resim yapılabiliyorken özellikle bir ressam, sanatını nasıl korumalı ve güçlendirmelidir ki her zaman olduğu gibi diğer sanat dalı çalışanlarına da örnek olabilsin?

 

Tam doğru söylediniz. Dünyamız gelişiyor. Teknoloji ilerleyor. Bunlarin karşısinda durmak olmaz. Sadece doğru kullanmak lazım. Sanatçının bunlara uymaması lazım. Türkiye' de bazı sergilere bakıyorsun, sanatçıların %60 oranı baskı resim çıktısını alıyor ve üzerinde çalışıyor. Sonra sergilenmeye veriyor. Utanç verici bir şey... Bunlara sanatçı nasıl denilebilir!

Bu yakınlarda bir sergide oldum. Sanatçı bütün resimlerinin bilgisayar çıktısını alıp üzerinde renk kullanmış. Böyle şeylerden sakınmak lazım. O yüzden söylemiştim, sanat sanatçıdan sanatçıya değişiyor.

Sanatçı kendi üretmelidir. Kendi zihninin mahsulu olmalıdır. Bunlar yoksa sanatçı olamazsın.

Her yaratıcı düşünce sanat olmadığı gibi, her yaratıcı insan da sanatçı değildir. Yazmıştım.

Herkes resim yapıyor ama herkes sanat yapmıyor. Malesef böyle...

 

Zihnini bu yeni etkilere karşı nasıl güçlendirebilir, zihinsel işleyişini kaybetmemek hatta daha geliştirmek için ne gibi yeni yöntemler deneyebilir?

 

Hayat; modern, materyalist olduğu için, bu kavramı anlamanın yolu "sorgulamaktan" geçer.
O yüzden "yeni şeyler üretebilmen için, yenilikçi şeyler görmen şarttır". Yeni şeyler göremeyen yenilikçi eserler üretemez.

 

Diğer ciddi bir sorun, bizdeki bazı sanat çevrelerinin dışarda olup bitene gözlerini kapamaları hatta öğrencilerine veya etkiledikleri bazı sanatçılara da baskı yaparak, dışarıyı izlemeyi yasaklamaları gibi bir durum yaşıyoruz. Sanatçının dışarda olup biteni, yeni çalışmaları eserleri günügününe izlemelerinin zorunluluğunundan bahseder misiniz? Kapalı toplumlarda sanat gelişebilir mi, gelişirse ne kadar gelişir?

 

Toplum ortadan kalkarsa sanatta ortadan kalkmış olur. Sanatı geliştirmek lazımdır ki, gittiğin yere toplumu arkanca götürebilirsin.

Sanatçı özgürdür, baskıyı sevemez. Sanatçı özgür olmazsa eserler üretebilmen. Baskı ile üretilmiş resimler eser statüsünden alınır. Bütün dünya sanatını izlemek lazım. İzlemen lazim ki kendini fark edesin. Başkasının var olmasını bilmeden kendini fark edemezsin.

Kapalı toplumlarda sanat hiç bir zaman gelişmez. Sanatta toplum da sakat olur, kapalı toplumlarda. Simdi başka bir ülkeyi örnek getirirsem; Tebriz Minyatür Mektebi hangi toplumu hatırlayacağız? Tabi ki Azerbaycan. Neden öyle, eskiden Tebriz Azerbaycan toprakları idi. En büyük minyatür mektebi Tebriz minyatür idi. O zaman o toplumu hatırlayacağız.

 

Kültür ve baskı konusuna gelmişken, tarih boyunca ve özellikle din, devlet, ekonomi bağlamında İslam dünyasında sanata karşı tutumun etkisiyle geri kalmış toplumlar arasında yeralan toplumlarda yaşayan gerçek sanat insanları barikatları nasıl yıkar, hangi örnekleri verirsiniz?

 

Sanatla din hiç bir zaman bir arada olamaz. Bu özellikle Islam Dinini kast ediyorum. İslam Dini sanatı gelişmeye koymamıştır. Bazı özelikleri yasaklamıştır. Ben buna karşıyım. Sivil ülkelerde din devletten ayrı olduğu gibi sanatta dinden ayrı olmalıdır. O yüzden din böyle yasaklar koyduğu için tepki geliyor. Ülkenin kültürünü, eğitimini yıkmak istiyorsan mutlaka oraya din sokmalısın. Ülkeye, toplumlara din girdiyse her şey sakat olacaktır. İlk önce kültür ve eğtim sakat olacaktır. Okullarda eğtim vermek lazımdır ki, insanlar okuyup doktor olsun, topluma faydasi olsun.

Dini sokmuşlar herkes okuyup molla olur. Toplumda sakat zihinle sefa için doktoru bırakıp molla yanına şifa almaya gidiyor. Çok saçma. Şimdi böyle olaylarda kültür nasıl olabilir! Batı ülkesi dini şehirlerde var ama kültüre baksan müthiş.

El Greko (4) çok katı dindar idi, yobazdı. Ama ürettiği resimlere bakın. Hristiyan dininden ama güzel sanatçı idi. İslam' da böyle örnekler göremiyoruz çünkü haram...

 

Kadim Türk Töresinde; Mete' den, Attila' dan, Göktürklerden beri Anakarargah olarak kullanılan, Çin' den Avrupa ortalarına kadar gitmiş olsalar bile dönüp dolaşıp geldikleri mekan olarak Hazar Denizi kıyılarının özelliği nedir, geleceğin dünyasında Türk Kültürünü nasıl görürsünüz?

 

Türksoyun büyük tarihi ve geçmişi vardır ve çok büyük kültüre ve kültlere sahiptir. Biz Türkler bunu çok iyi biliyoruz. Zaten Hazar Denizi kıyıları biz Türklerin Atalar Kültü merkezidir. Zaten ipek yoluda ordan geçiyor. Çin Kültüründen de bir çok şeyler geldi. Türk Dünyasının büyük kültürü var ve ona yeniden sahip olacak ki dinin baskısını ortadan kaldırsın. Biz Türklerin kadim inancımız Şamancılıktır. Söylemiyorum ki Şaman yeniden dönsün. Sadece koydukları kültür ve kültlerin varlığı bilinsin.

 

Göçebeliği eleştiren bazı entelektüeller şehirleşme, medenileşme adına hareket ederken; dünyamızın en ileri bilim insanlarının, trilyon dolar bütçe ayırarak dünya dışı yerleşimlere göçmek için çabalamalarını nasıl karşılarsınız, sanat ve göçebelik denilince ne anlamalıyız?

 

Zihnimizi bir kaç yüz yıllara geri götürmüş olursak görürüz ki savaşlar yaparak, şehirler işgal ederek, mekânlar tutarak şehir salmışlar. Sonra kendi kültürünü, inancını, medeniyetini, adetlerini getirmişler.

Zaman gittikçe toplum olarak şehirlere ad vermişler sonra halk olarak toplumsallaşmışlar. İnsan gittiği yere kendini götürür yani kültürünü, medeniyetini, inancını...

Göçebelik olursa sanatta onunla olur. Şimdi bilim insanaları başka dünya dışı gezegenlere göçebelik yapmak istiyorlar. Yaşam tarzı el verirse neden olmasın. Ben iyi karşılarım, ne olursa olsun sonuç iyi olsun. Dünyamız gelişince sanatda gelişecektir. Zaten şu anda biz o aşamadayız. Ne zaman olacak belli değil. Biz ölmeyecegiz. Biz yeniden değişeceğiz, mecaz olarak yani, buna zuhur deniyor. Kainat değişecek. Bazısı buna reenkarnasyon da diyebilir...

 

Katkılarınız için çok teşekkür ederim. Arkadaşlarınızdan da gelecek ilgili sorularla diyaloğumuzu geliştirmek isterim.

Saygılarımızla.

 

Ben çok teşekkür ederim. Beni onurlandırdınız.
Saygılarımla.



İKİNCİ BÖLÜM

Anar MİRZOYEV: Hamid Bey, ilk önce 15, 20 yıl öncesinden konuşalım: Bir mahallede büyüdük. Bütün konuştuğumuz sohbetleri şimdiye kadar hatırlıyorum. Mahallede naturadan çizdiğiniz manzaralar ve portrelerinizi hatırlıyorum.

Gercekci sanattan soyut sanata geçiş yapmışsınız. İlk resimlerinizi hatırladığım için söylüyorum. Dialoğunuzda söylemişiz ki "Soyut Sanat zihinsel ve kavramsal sanat olduğu için herkes bu sanatı anlayamaz ve sevemez".

Ağırlıklı soyut çalışan sanatçıardan birisiniz. Zhinsel ve kavramsal sanat olduğu için toplum bu resimleri kabul etmeyebilir ve, sevmiye de bilir. Böyle durumlarla karşılaştığınızzda toplum bu sanatı sevmedikce, kabul etmedikce siz bir sanatçı olarak ne söyleye bilirsiniz?

Anar Bey, tâbi o günleri ben de hatırlıyorum, 15 yıl geçse de aklımdadır.

İlk önceleri yaptığım resimleri hatırlamış olman lazım; çizdiğim manzaraları, eskizleri, görmüşsündür. Evet, soyut sanatın başlangıcı doğadan geldiği için hiçbir zaman doğayı terk etmemiştir. Sadece doğayı başka türlü anlatıyor.

Evet, soyut sanat zihinsel ve kavramsal sanattır. Bu yüzden herkes anlayamaz ve sevemez. Bunu normal karşılıyorum.
Sanatçı (ressam) her zaman toplumun önünde olur. Toplumunun görmediği özelliği ressamlar görüp, anlayabilirler. O yüzden ürettiği sanat eserleri bilinç-altıdır. Toplum geliştikçe, böyle eserlerle karşılaştıkça, zaman sürecinde sevip anlamaya başlar. Toplum içerisinde çağdaş sanatı anlayan ve seven insanlar da vardır ki, onlar kendilerini geliştirmişlerdir. Bu gelişme eğitim ve kültürle bağlıdır. Yirminci Yüzyılda Amerikan sanatçılarının eserleri günümüzde gündeme yeniden gelmiştir.

Marcel Duchamp' ın (11) bisiklet tekerliğini (enstalasyon) söyleye bilirim. Kendi zamanında sergilenmiş, sonra ortadan kaybolmuş ve unutulmustur. Günümüzde bu eserin yenisini yapmışlar ama orjinali değildir.

Sanatçının sanat yaparken uyması gereken kurallar nelerdir?

Sanatcı için zaman ve ortam da önemlidir çünkü her sanatçının farklı anlatım gücü vardır. Sanatçıların hepsi farklı kaynaklardan beslenir ancak bu farklılıkları onların yollarınının da farklı olduğunu gösteremez. Sanat demek üslup demekdir. Uslüp varsa sanat da vardır.
Demek ki üslup sanatçının kimliğini öne çıkarıyor. Sanatçının bunları bilmesi için sanat tarihini ve sanat felsefesini iyi bilmesi lazımdır ve zorundadır. Bunlar da sanatçının en önemli şartlarından biridir.

Üslubun üç öğesi vardır:

1. Mekan boyutu,
2. Zaman boyutu,
3. Kişisel boyutu.

Sanatçı bu uygulamayı kendi resminde göstermiş olursa, karşı taraf bu uygulamayı sanatçının resminde sezmiş ise demek ki sanatçı "sanat nedir" ve "üslup nedir" sorularının cevabını iyi biliyor. Herkes bu uygulamanın teorisini bilemez hatta bazı sanatçılar var ki onlar da bilmiyorlar. Ben bunlara çok şahit oldum "boş laflardan başka, büyük konuşmaktan başka" bildikleri bir şey yoktur.

Ve demek istediğim budur ki iyi bir sanatçı olmadan büyük sanatçı olamazsın. Sanat aleminde yaratıcı uğraşla meşgul olan herkes ilk işe kopyalamakla başlar. Taklit ederek öğrenirler. Bu bir çıraklık işi gibidir. Öykünmeden önce kopyalaman gerekir. Temelleri iyi sağlayabilmek için bu dönem bir geçiş dönemidir. Önemli olan bundan sonraki dönemlerdir; ne çizdiğin değildir, nasıl çizdiğindir önemli olan!

Apple' ın kurucusu Steve Jobs (12) "iyi bir sanatçı kopyalar "diye ifade eder. Heykeltıraş Henry Moore da (13) biz Apple' den büyük fikirleri çalmaktan asla çekinmeyiz demiştir.
Bu fikirleri öne alırsak; sanata zararı dokunmazsa, hiç bir şeye zarar vermeden sanat adına çalabilirsin. Çalmak o demek degildir ki başka sanatçının resmini çalip (çizip) kendi adına çıkarmasın. Çalmak tam başka kavram; onu iyice bilmen lazım.
Çalmak, sanatın yasadışındaysa o zaman ondan çok çok uzak durmalısın. Sanatçıya yakışmaz böyle tavırlar. Sanatçı kendini bilmelidir, sanatı bilmelidir. Her gördüğünü yapamazsın ve çizemezsin. O zaman üretmiş olmazsın.

Sanatçı kendini bilmelidir ki ne yapacağı işi bilsin. Sanat adına gayrimeşru işlerden uzak durmasını bilmelidir. O zaman sanatçı olamazsın. Eduard Mone' nin (14) uzanmış kadın figürlerini götürüpte arka fonunu değiştiren ve İtalyan sanatçıların, kadın figürlerini götürüpte "ne bilim filan sanatçının anısına yapmışım" diye söylenen sanatçıya ne diye biliriz ki? Bu birebir çalmaktır veya Goya' nın (15) resimlerindeki toplu figürleri götürerek kendi çizdiği resimlerin arka planda görüntüleyerek çizmek ne demek! Bu hangi uygulamaya uygundur? Sonrada bazı şapursupucular böyle sanatçılarla övünürler. Bu nereye kadar devam edecek!

Sakınılması gereken şeyler bunlardır. Ben böyle durumlarda söylenirim ve konuşurum. Hiç söylenmekten sakınmam, söylenirim ki herkes haddini bilecek ve konuşurken kiminle konuştuğuna ve kendi konuşacağı laflara dikkat edecek...

-Öğretmenlerinizden Büyükaga Mirzazade ve Farman Qulamov' dan bahseder misiniz?

20. yüzyılın en yetenekli sanatçılarından biri olan, Avrupa ruhunu Azerbaycan' ın ulusal resim okuluna getirerek daha zenginleştiren Büyükaga Mirzazade (16) sanat adamlarındandır. Bu parlak fırça ustası çağdaş gelenekleri klasik geleneklerle birleştiriyor ve Avrupa resmini Azerbaycan sanatıyla başarılı bir şekilde birleştirmiştir.

Üstadın kendi söylediklerini birer birer nakil ediyorum: Babası onun doktor olmasını istiyordu. Sanatçının genç arkadaşları - daha sonra büyük bir Azerbaycan Halk ressamı olacak Mikayil Abdullayev (17) ve Muhtar Jafarov (18) gibi insanlar, belgelerini resim okuluna sunmaya ikna ederler.

Teknik eğitimden sonra Büyükaga Mirzazade, Surikov adını taşıyan Moskova Devlet Sanat Enstitüsü' ne (19) girdi. Ancak II. Dünya Savaşı'nın patlamasıyla, sanatçı eğitiminden ayrılarak Bakü' ye döndü. Sanatını üniversitede öğretmenlik yaparak birçok profesyonel ve halk sanatçıları yetiştirmiştir. Büyükaga hocamın çok güzel renk koleriti var.

Resmi iyi hissederdim. Onun hakkında çok şeyler söylenebilir ama saatlar lazımdır ki söyleyin, ben yeterince kısa ve net konuşacağım: Benim yetişmemde emeği geçmiştir. Onun ilk sınıfa dahil olması şimdiye kadar aklımdadır. Ben Güzel Sanatlar Üniversitesinde okuduğum zaman, okul o zaman akademi değildi, sonradan akademiye dönüştürüldü. Ben o zamanlar üniversitesinin 2. sınıfında, Qrafik Minyatür Fakültesi idi.

Resim bölümüne naklimi istedim. İkinci sınıf resim bölümünde öğrenci çok olduğundan nakil alamıyorlardı. O zaman Büyükaga Mirzazade 1. sınıflara ders veriyordu. Ben de 1. sınıfı yeniden okumak için rektörlüğe mektub yazdım. Fikrim değerlendirildi ve 1. sınıfta yalnız Büyükaga Mirzazade olduğu için bir yılı kaybetmeme rağmen bunu göze aldım. Çok mutlu idim, böğle bir sanatçının atölyesinde okumaktan dolayı.

Akademide bütün öğrenciler şaşkınlık içindeydiler; herkes benden soruyor, neden bir yılı yeniden okumak istediğim, herkes üniversiteyi bitirmeye az kaldığını düşünürken ben bir yılı kayıp saymadım, aksine çok mutlu idim. Teklifim onaylandıktan sonra bir kaç gün sonra 1. sınıfa dahil oldum. Öğretmenler odasında Büyükaga Mirzazade' ye öğretmenler söylemişler ki senin sınıfına bir yetenekli öğrenci dahil oldu, 2. sınıftan senin için 1. sınıfı okumak istiyor.

Bende sınıfta naturadan yağlı boya ile portre çiziyordum. Üstadım sınıfa girince, beni söveliyi önünde görüp, sen Hamid misin? "Evet". "Öğretmenler çok şeyler söylediler senin hakkında". Sonra benim renk paletimi ve firçalarımı, nasıl düzenli şekilde vazo içinde görünce, yüzünü öğrencilere çevirerek "böyle olmak lazımdır" dedi.

Her cuma günü beni atölyesine götürürdü. Resimlerine bakardım. Sohbet ederdik. Neyi yapacağımı değil de nasıl yapacağımı anlatırdı. Çok büyük ressam ve öğretmendi.

Bu arada Farman Qulamov' la (20) tanış oldum. Çok yetenekli ve profesyonel ressamdı. Öğretmenlerim resim üzerinde harikalar yaratmış hocalardı. Farman Qulamov' un kendine çok gizle renk koleriti vardı ve renk geçişleri çok mükemmeldi. Ben Farman Qulamov' dan özel dersler aldım. Beş yıl atölyesinde çalıştım. O zamanlar Büyükaga Mirzazade çok yaşlı ressam olduğundan beni Farman Qulamov' a tavsiye etmişti, benimle ciddi meşgul olsun diye… Büyükaga Mirzazade hatta benim babama da ders vermiştir. Babam da onun öğrencisiyim. Sonradan Büyükaga Mirzazade bana dedi ki senin babana da ders vermiştim, o zamanlar ben biliyordum zaten babam anlatmıştır bana. Onunla beraber bana bir çok Azerbaycan' ın usta sanatçıları Davut Kazimov (21), Oktay Şihaliyev (22), Rafik Mehtiyev (23) gibi halk ressamlarına ders vermişti. Ben onların atöleyelerine çok giderdim. Demek o ki onların atölyesinde yetiştim. Biz öğretmenlerimizle arkadaş gibi idik.

 

Bir başka öğretmenim de var idi isim yazmak istemiyorum reklam olur :) Ben o ressamdan da bir çok şeyler öğrendim. Onun da bana emeği çoktur. Sanat felsefesini, tarihi, edebiyatı, felsefeyi ondan öğrendim. Tabi ki o söyledikçe ilgimi çektiği şeyleri okumaya başladım. Şimdiye kadar kitap okurum. Kitapları çok severim. Bir müddet sonra araya kıskançlık girmeye başladı. En son durumda kendi çizdiği resmi benim resmimin karşısına koydu. Kendi ismimi söyleyerek "sen, ben olamazsın" diye söylenmeye başladı. Ben de cevabında tabi ki "ben, sen olmak düşüncesinde değilim" dedim. O zamanlar 23 yaşımdaydım. Onun atölyesini terk edip bir daha oraya gitmedim. Şimdiye kadar hala aramız soğuktur onunla, ama beni izlediğini de biliyorum

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

Sanat galerileri ile ilgili belirtmek istedikleriniz nelerdir? 

Sanat galerilerinin dört gurup öğesi vardır, bu öğeler dünya sanat galerilerini de kapsamakdadır.

Şu anda dikkat edersek, sanat galerilerine - dünya sanat galerilerinin batı ülkesindeki sanat galerilerilerini söylüyorum, bu gurup öğelerini hâlâ taşımaktadır. Türk Dilli ülkelerde sadece bir iki galeri olmak üzere bütün galeriler hiç biri bu öğeleri kendi içinde kapsamıyor. Sadece bugün ne kazanacaklarını düşünüyorlar. Dükkan gibi yani...

Sanatçıyı keşfedemiyorlar. Bence böyle durumlar bilgisizlikten kaynaklanıyor. Bir galerici ve kolleksinoner sanatçısını nasıl keşfedeceğini bilmelidir!

Az önce belirttiğim gibi sanat galerilerinin dört öğesi vardır, şimdi bunları inceleyelim:

ALFA:

Güvenilir, değeri ispatlanmış, satış halinde kâr getirmesi garanti olan sanat eserleri satan galeriler.

Vefat etmiş sanatçıların yüksek kalitedeki eserlerini satan galeriler. Eski ustaların tabloları, en iyi eserler ve yüksek kalitedeki antikalar. Özellikle önemli derecede tekrar satışı ve yatırım değeri olan eserler.
Bu galeri birinci kategoride bulunan galeridir.

BETA:

Güvenilir ve değerli eser satışı yapan galeriler. Yüksek kalitedeki çağdaş sanat eserleri, ikinci satışta tekrar satılma olasılığı ve yatırım değeri yüksek olan eserler.

GAMA:

Geleceği, değeri ve kâr oranı belirli olmayan eserleri satan galeriler. Değersiz olabilecek ya da Beta seviyesine çıkabilecek sanat eserlerini satan galeriler.

DELTA:

Sanat değeri olan ancak tekrar satım değeri olmayan eserleri satan sanat galerileri. Tablolar, heykeller veya düşük değerli antikalar.

Her bir galerinin kendi müşterisi ve işleyicisi ve koleksiyonerleri vardır. Onlar sadece bir galeri ile çalışırlar. Her zaman gittikleri galerinden resim alırlar. Nadir hallerde görebiliriz ki koleksinoner sürekli uğradığı ve resim aldığı galeriden ilave olarak başka galeriye gidip de resim alsınlar. Aslında bu belirttiğimi her koleksiyoner için söylemiyorum. Kişiden kişiye değişiyor. Bazı koleksionerler vardır ki topladığı resmleri müzeye dönüştürmüştür. Örnek olarak Peggy Guggenheim (24) söyleye bilirim. New York' ta açtığı modern sanat galerisi ve müzeye dönüştürdüğü Venedik' teki "Palazzo" su (25) ile modern resmin ölümsüz koleksiyonlarından birisini oluşturdu. Yakın arkadaşları Breton, (26) Duschamp (27) ve Ernist (28) ile sürrealizmi, keşfettiği ve büyük destek verdiği Pollock (29) ile de soyut resmi sanat dünyasına sunan bu ilginç galerici ve koleksiyoncu cesaretle avangart sanatın gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Peggy' nin yaşamını biliyoruz. Resimler nasıl müzeye dönüştü?

Bunlar birinci derece kategoride olanlardır. Duydugum kadarı ile Türk iş insanı Nakit Kabakcı' nında (30) iyi bir koleksiyonu vardır. Benim tanıdığım isimlerden resimleri vardır. Onun da nasıl kolleksiya oluşturduğunu biliyorum. Bazı kaynaklardan okudum, hemde benim öğrencilik zamanında güzel sanatlar akademisine misafir olarak gelmişti. Oradan, kendi ağzından konuştuklarını hatırlıyorum. İyi bir yardımseverdir. Bir çok öğrenciye burslar veriyordu.

Şimdi bazı galeriler sadece eserin tanıtım gücüne bakmıyorlar. Biraz bezekli olsun, insanlara beğendireyim diye satışı planlıyorlar. Bu zamanda sanatçıyı yüze çıkaramıyorlar. tanıtımını yükseltemiyorlar. Zamanı geldikçe bazı sanatçıların eserlerinin tanıtım gücü artıyor. Esas olarak bunu fark etmek lazımdır. Türkiye' de ve yahut Türk-Dilli ülkelerde malesef birinci katogori galerilere az sayıda karşılaşıyoruz.

Benim fikrimi sorarsanız Türkiye' deki bir iki galeri çıkmakla, bazı galeriler vardır ki, galerisini iyi yönetemiyorlar. Tabi ki bütün galerilerileri kastetmiyorum. Aralarında iyileride vardır.

Diyelim ki bir galeriye soyut resim götürüyorsun beğenmezler. Bu bizim galeri tarzımızdır veya değildir diye söylenirler. Pekiyi, sizin tarzınız ne? Bizim tarzımız realist resimlerdir. Gösterdiklerinde ise bilgisayar baskısı üzerinde çizilmiş resimleri görüyorsunuz.Yada resmi o kadar yormuşlar ki resim kendiliğinden yorgun halde görünüyor. Türkiye' de bazı realist sanatçılar var ki bende beğeniyorum. O demek değildir ki realist sanatçı ressam değildir ve yahut soyut sanatçı ressam değildir. Bunları birbirine kıyaslamak çok yalnış düşünce.

 

Böyle halleri kimse kıyaslamaya kalkarsa ben o insanın samimiyetine şüphe ile yanaşırım ve o adamı ciddiye almam. Ama böyle insanlar da vardır içerimizde gezip dolaşıyor. Bir şeyde söyleye bilirm ki mekandan mekâna sanat değişiyor. Ankara' da ve İstanbul' da sanat ortamına bakarsak faklıklar görebiliyoruz.Yada Türkiye ile Amerika' da ki sanat ortamına bakarsak tam farklı şeylere rastlanıyor. Azerbaycan' a baksak tam başka. O yüzden sanatçı için mekân da, zaman da, ortam da en önemli şeylerdendir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

-Göz, ışık, renk ve tonla ilgili belirtmek istedikleriniz nelerdir?

İlk önce bildirmek istedim ki insan gözü optik olarak her zaman ilgi uyandırmıştır. Şu anki teknolojiyle bile bazı konularda yanına yaklaşmaya çalıştığımız insan gözü özellikleriyle gerçekten büyülüyor. Aslında sorunun cevabı çok basittir: Gözün gerçek odak uzunluğu göz küresinin çapına yaklaşıktır. İnsan gözü için farklı olan bir noktada şunu da söyleyebilirim her odak uzunluğunda her uzaklığa odaklayamazsınız. Yani odakladığınız nesnenin gözünüze mesafesi değiştiğinde odak uzunluğunuz yani görüş açınız da değişir. İnsan gözünün en yakın netleme mesafesini 10 cm olarak varsayarsak göz merceğinin ve göz içi sıvısının havaya bağlı kırılma indisleri ile kalın mercek odak uzaklığı formülü kullanılarak bu görüş açısı da 18-20mm olarak hesaplanır ve ışık dalgasına göre de değişir. Işık, dalga boyuna göre de göze farklı renklerde gözükür. Temel ışık renkleri; kırmızı, yeşil ve mavidir. Bu söylediğim ışık renklerdir. Diğer renkler bu üç rengin karışımıyla elde edilir. Üç rengin aynı anda varlığı beyazı oluşturur. Hiçbir ışığın olmaması durumundaysa siyah oluşur. RGB Kırmızı-Yeşil-Mavi dışındaki renklerin diğer renk tonu oluşumu ise şöyledir: Kırmızı ile yeşil renk birleşirse SARI rengi, kırmızı ile mavi birleşirse MOR rengi ve yeşil ile mavi birleşirse TURKUAZ renklerini görürüz. Bu renklerin koyulaşması ya da patlaması durumunda diğer renk tonlarının çeşitliliğini görmüş oluruz.

1670 yıllarında İngiliz fizikçi Isaac Newton evinin karanlık bir odasına duvara beyaz bir perde yerleştirir. Odanın bir köşesinden güneş ışığını küçük bir delikten geçirir ve ışığın önüne üçgen bir prizma tutarak duvardaki perdeye yansıtır. Bu yolla aynen gökkuşağındaki gibi yedi rengi görüntülemeyi başarır. Bunun üzerine güneş ışığının renk skalasının gizemini çözmek için çalışmalarına başlar. Elmas prizmadan geçen güneş ışığındaki renkleri bir çok kez inceler. Newton beyaz perdenin üzerine düşen renklerin sıralamasına "Spektrum Solares" (35) adını vermiştir ve yedi renk böylece oluşmuştur.

Ressamlar da bu uygulamayı kendi tablolarında uygulamaya başlamışlardır.

Ton nedir, ton fikri sanatçıyı nasıl etkiler, gözümüzün görmediği tonlar var mıdır?

Aslında insan gözünün görmediği ton denilen bir kavram yoktur. Bütün tonlar insan gözüne gözüküyor ama beyin algılamıyor. Bunu sadece epifiz bezi algılayabiliyor. Oturulme dalgası bunu başardıysa demek ki tonları iyi algılayabilmiştir.

Ton günümüzde yaşanan sanat eserlerinde esas olarak öne çıkıyor. Ton fikri sanatçıyı nasıl etkiler diye düşünürsek tek sanatçıyı değil de dünya müzayedelerini, koleksionerlerini de etkilemistir.
Zaten o yüzden peşindedirler. Zaten sanat eserlerinin mükemmelliği, yüksek fiyatta değerlendirilmesi, tek tonda üretilmesinden ileri geliyor. İlave olarak birde söylemek isterdim ki, sanat Salvador Dali sayesinde değerlidir.

Günümüzde dünya o tonun peşinde, herkes o tondan konuşuyor ve o tonu arıyor. Öyle bir tonu arıyorlar ki, hiç bir sanatçının yapamadığı ve hiç bir sanatçının gözüne gözükmeyen bir tonun peşindedirler. Müzayedeler ve koleksiyonerler sanatçının eserlerinde yeni bir ton ve yeni bir şeyler görmek için çok ısrarcıdırlar. Sanatçıları örnek göstererek ünlü sanatçılardan Rothko, (37) Newman, (38) Yosef Albert (39) eserlerinde tonları profesyonelce kullanmışlar, ama tam olarak istedikleri tonu yeterince bulmayı başaramamışlar. Yaptıkları sonuçlar iyi de olsa tamamlayamadılar.

Yarım kalmış işi tamamlamak için, bir de dünya bu tonun peşinde koşarken ben neden bu tonun peşinde koşmayım ki! Kendime soru ettim. Evet, ben de bu tonu bulmada çok iddialıyım. Bir çok aşamadan geçtim, sonunda bulacağıma inanıyorum ve dünyaya göstereceğim. Göstereceğim ki aradığınız ton işte şudur. Bütün dünya müzayedelerini, koleksionerlerin dikkatini de kendi üzerime çekeceğime, kendime söz verdim. Buna da inanıyorum.

Amerika, Avrupa bu tonun peşindeyken Türkiye' de hala ressamı natürmort - manzara portre çizen sanatçı gibi anlıyorlar. Hatta galericiler de öyle anlıyor, enterasan bir şey… Galericiler, koleksinonerler hala anlayamadılar bunu. Az önce söylediğim gibi ton konusunda bilgileri bile yoktur. Ama büyük büyük, boş laflar etmekten başka bildikleri hiçbir şey de yoktur! Ben, acıyorum böyle insanlara. Yeter artık, gözünüzü açın, Dünya Sanatını inceleyin! Bazı zaman bakıyorum ki, bir eserin nasıl çizildiğini, tonlarını, eserin gücünü, sanatçının ne anlatmak istediğini değil de, eserdeki renk kullanımın az dışarıya akıntısını eleştiriyorlar.

Bunlar çok basit düşünceler.

O zaman Basguet (40) resimlerine baksınlar veya Newman' ın eserlerinde ki, çizgilerindeki dışarıya akıntı veren boyaları görsünler. Amerika' da böyle basit şeylere dikkat etmezler. Onların aradığı böyle şeyler değil, onlar ton peşinde.

Ne yaparsan yap eserde mükenmel ton, büyüleyici denilen bir şey, ''ton'' olsun.

Türk Dilli ülkelerde böyle durumlara rastlanmıyor. Soyut sanatın adı gelince ürküyorlar. Soyut sanatı pek sevmezler. Soyut sanatçıyım deyinde pekçok önemsemezler. Bunu başka soyut sanatçılardan da duyabilirsiniziz, sadece benim lafım değildir. Aslını söylersem Amerika her zaman bunun farkındadır. Farkında olmasaydı iyi sanatçılar bugüne kadar kelfedemezdiler. Hala etmekde de ısrarcılar. Bu iyi bir gösterge olmasaydı beni de arayıp bulamazdılar. Amerika demek ki bizleri izliyor, biz bilmeden keşfediyor. Bizimkiler keşfedemeden yabancı ülkeler keşfediyor. Bu da iyi bir şey. Hem de üzücü.

Amerika' da kişisel sergiye hazırlanıyorum ben. Çok memnunum ki Amerika bana değer veriyor, eserlerimden etkilenmisler, benim kişisel sergimi yapmak istiyorlar. Bunun da tek sebebi eserlerimdeki tonlardır, renk geçişleridir. Anakarada bazı kolleksionerler hala bunu fark edemediler. Ne zaman fark etmiş olsalar o zamanda resimlerime istedigim fiyatı ödeyemezler. Ancak Amerika fark etti. Demek ki benim söylediğim doğrudur; Amerika o tonun peşindendir.

-Rehim HEŞİMOV: Güzel diyalog olmuş. Ben de çok şeyleri öprendim buradan. Hamid Alioğlu bu eserleri işlerken nasıl düşündüğünüzü merak ederim: SIz dediğiniz gibi bu kompozisiyonlarda tonun artık tamamlanmasını hissedebilir misiniz ve size bir sanatçı gibi yaratıcılık eforu verebilir mi?
Bir insan natürmort veya manzara yaptığında konkret obje olduğunu görünce kendi uslubuyla benzetildikte bu eyforini alirsin ancag sizin eserlerde kendi dünyasını, kendi hayata farklı bakışı vardır yani resmin bittiğini, o eforunu alabilirsiniz misiniz?

Soyut sanat, dünyanın görünüşünü bilerek arkada bırakıyor. Bu bir kural ve üsluptur. Yani sanat demek üslup demektir. Bu bir sanat yapısıdır. Ben ilk önce her bir nesneyi beyaz tuval uzerinde düşünüyorum. Aslında nesneler dünyanın görünüşü değildir.

Sanatçılar dünyayı farklı şekilde görebilecek yapıdadırlar. İstediğimiz şekilde düşünebiliriz ve buna yeterince zekamız vardır. Her bir sanatçıda farklı yapıya sahiptir. O yüzden bu resim sanatı görsel sanatlar olarak adlandırılır.

Sanatçı o demek değil ki, gördüğünü çizsin. Sanatçı görüp nasıl hissettiğini yapandır. Bunlar benim hissettiklerim, sanat kavramımdır. Birde bütün kompozisyonları ruhun bilinçaltına alıyorum. İlk önce elimi beyaz tuvalin her yerine sürüyorum. Tuvali iyi hissetmek için bunu yapıyorum. İçimden geliyor. Benden aslı değil aynı zamanda resim çizdiğim zamanlarda elimi resmin üzerine sürüyorum. Tabi ki kurumuş hali ile:) Atölyeye sabah geldiğimde, resme baktığımda aniden elimi bütün resmin üzerinde gezdirerek geçiriyorum. Bu zevk verici bir şey...

His ve zeka yapısıyla ortaya çıkartırım resimlerimi. Birde göz iyi görmelidir. Renkleri iyi hissetmek lazım. Renk kurallarını iyi bilmek lazım. Bütün tonlarca, ışık renkleri kullanıp ortaya iyi bir sonuç çıkarabilirsin.

Evet, ben tonlar üzerinde çalışıyorum. Bir nesnenin rengi bozulmadan veyahut alt renkler kaybolmadan üzerine öyle renk kullanıyorum ki alt renklerde gözüküyor. Renkler birbirini bozmuyor. Bazı zamanlar resimlerimde bir ton kullanıyorum, farklı farklı renkler gibi gözüküyor, aslında bakarsan bir tondur. Şimdi bir tonun peşindeyim. Dünya da o tonun peşinde. Ben tecrübelere başladım. Bulmaya yaklaşıyorum. Hem de fizikle ilgili bir şey.
Fizik ile araştırıyorum.

Söylediğiniz gibi resimlerin bittiğini nasıl anlarım?

Bu sorunun cevabı: terazi ile biliyorum. Matematik terazi ile bütün her şey eşit olursa demek ki artık bitmiştir. O yüzden matematikten ressam anlamalıdır. Dikey - yatay çizgileri bilmelidir. Tek bir çizgiyle de resmi bitirebilirsin. Önemli olan tek bir çizgi değil, çizgiyi matematik olarak nerede kullanacağındır!

BEŞİNCİ BÖLÜM

Günaydın, nasılsınız? Bazen çok kızıyorum, hatırladıkça içim yanıyor. Şimdi yine hatırladım, içimdekilerini yazayım dedim: Öyle zamanlar olmuş ki para lazım olmuş, en güzel kitaplarımı satmışım, ekmek parası için. Hâlbuki para verip almıştım o kitapları. Şimdi o kitaplara ihtiyacım var ama satılmış. Devlet devlet olsaydı (Azerbaycan) kendi sanatçılarına sahip çıkardı. Petrolün çıktığı yerde eğitim olsaydı, sanat olsaydı, ne güzel olurdu. Ama maalesef, yok böyle durumlar. Bir sanatçı, yada yazar kendi aldığı, okuduğu kitapları satarsa ne demek bu? Acıyorum böyle durumlara…

-Evet, Hamid Bey. Ben de Almanya da iken sokaktan izmarit toplamıştım. Konsolosluğu aradığımda, "bize ne kardeşim, seni buraya biz mi çağırdık" demişlerdi hiç unutmam. Ama sen başardığın zaman, ilk önce konsolos gelip, senin atölyeni ziyaret edip tebrik eder, "Azerbaycan' ın evladı Hamid Alioğlu, çok takdir ettiğimiz bir sanatımızdır" der. Hep böyleydi. Onun için kendi ayaklarının üzerinde durup, bu günleri de asla unutmayacaksın. Dali (41)her zaman haklı çıktı.
Sen şimdi güzel yerde, cadde kenarında, lüx bir atölye tut, içinde sergi salonu da olsun, sonra sadece Azerbaycan değil bütün Ankara' daki konsoloslara davetiye gönderirsin. "Açılışımızda veya sergimizde bizi onurlandırırsanız seviniriz". Güzel bir kırmızı kurdele ile…Sana patlar tanesi on liraya ama onlar bir zaman senin gibi değerli bir sanatçının o davetiyesini, "bak bize davetiye göndermişti" diye müzeye koyarlar. Picasso' nun sıradan bir mektubu vardı, arkadaşına göndermiş. Onun sadece zarfını, üstünde Picasso' nun imzası adı var diye 24 milyon dolara alıp müzeye koydular.:)
 Şimdi ben bu bölümü alıp diyaloğumuzun 5. Bölümüne eklerim, değerlidir çünkü doğal, samimi, gerçek, yaşanmış bir yazıdır. Şimdi değil ama beş sene sonra birileri okuyup bakarsa, anlayacak ki sanat o kadar kolay bir iş değil ve sanatçı ne zorluklardan çıkıp gelmiş…

-Aydın ASGAROV: Həmid bəy, salam. Öncəliklə belə gözəl müsahibə ücün size ve "diyalogsanat" ın əməktaşi Erkan Yazargan' a cox təşəkkürümü bildirirəm. Soyut sənətinin incəliklərinə fərqli baxışda toxunmusunuz sizində dediyiniz kimi soyut sənəti zihinsel ve kavramsal sənətidir. Xatirlayiram tələbəlik illərindən akademik tərzindən soyut sənətinə vardigin tərzləri. Hər bir sənətdə olguğu kimi rəssaminda oz tərzi olmalidir ve men eminəmki soyut sənətində oz tərzini giometrik figurlarda tapmisan xususilədə mavi rəngin balansinda əsərlərin cox gözəl baxılır. Ugurlar arzulayiram! Müsahibəndə "yeni şeyler üretebilmen için, yenilikçi şeyler görmen şarttır" demisən. sənə gorə sənətində işlədiyin tərzdə giometrik figurlardan savayı gələcək ugurlarında yenicilik seylər şərtdimi? Əslində bəli şərtdi bununla raziyam. sizin buna bir soyut rəssami kimi fikirlərinizi dəyərləndirmık istərdim. Təşəkkurlər!

Aydin Asgerov, tabi ki şarttır, yenilikçilik etmek. Bunu sanat aşaması zamanı ortaya çıkan bir tarzıdır. Sanat eserlerinde yenilikçilik elementleri inkarcilık elementleri yoktursa o sanat eseri postmodern değildir.

Postmodern gelenekseli redd eder. Kendinden tarz oluşturur. soyut sanatta aynı tarzin içinde oluşmuştur.Ben yenilikçiliği severim her zaman çalıştığımla yetinmiyorum daha arayışlar bulmaya çalışıyorum.Yenilikci eserler her zaman dönem aşamasıdır o yollardan geçmek lazımdır.Nasil Rönesans döneminden Empresyonizm dönemine geçiş olmuş bir yeni tarz olarak kabul edilmiş şimdide bu dönemde de geçerlidir. 20 yüzyılda Amerikan modern sanatına bakarsak anlayabiliriz: ''Batıdan götürdükleri yenilikçiliğe birçok özellikler kattılar ve sonunda başardılar". Saygılarla

-Baxtiyar YUSUBOV(Azerbaycan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Yar.Doç.Dr. Felsefe İlimleri Doktoru) : Hamid Bəy, siz bu gözəl və anlamlı dialoqunuzda tam əhatəli, müasir modern sənət haqqında fikir və düşüncələrinizi düzgün şəkildə ifadə etməyi bacarmısınız. Sualım odu ki sizinlə 22 il oncə tələbəlik dönəmində təbiətdə etdiyimiz etudların rolu və indiki rəng duyumunuzda nə kimi əhəmiyyəti var?

Bahtiyar Bey, benimde hatırımdadır o günler; sizinle birçok yerlere gittik, doğadan çok etütler yaptık. Tabi ki bunların rolü çok büyüktür. Sebebini sorarsanız, bugün olanlar o günlerin değişimi ve yenilikçiliğidir. Yukarıda diyalogda belirttiğim gibi soyut sanatın başlangıcı doğadan geldiği için hiçbir zaman doğayı terk etmemiştir. Sadece doğayı başka türlü anlatıyor. Soyut sanatın kendine has özgürlüğü, kuralları ve renk felsefesi vardır. Tabi ki tabloda kullanmakta olduğum renkler doğada yer alan renklerdir.

Bu kuralları öne çıkarırsak tabloda en fazla 4-5 renk kullanılabilir, ötesinde olanları ise tonlardır. Ayrıca tek ton uygulaması da vardır. Bunu yeterince başarabildiysek bu kuralları tablo karşısında şartsız olarak uygulayabilirsek çalıştığımız eser estetik görünüşe sahip olacaktır. Özgün stili böylece yaratabiliriz.

Bahsini ettiğiniz yedi nota ve renk mucizesi aslında evrendeki her varlığın belli bir uyum içinde ve basit bir matematiksel hesapla çalıştığını savunan Pisagor, (50) astronomiden müziğe bu oranları her yerde aramıştır. Pisagor, farklı demirlerin art arda dövülürken bazen uyumlu sesler çıkardığını fark etmiştir. Bu seslerin kaynağını araştırdığında uyumun demir uzunluklarından kaynaklandığını da keşfetmiştir. İsimlerini unuttuğum iki filozof tarafından farklı olarak notalar isimleştirilmiştir. Galiba 1035' de son isimlendirilen notalar bugüne kadar gelen notalardır. Olduğu gibi değişmeden kalıyor bugüne kadar. Renkler konusunda bu deneyimi Newton ilk olarak karanlık odada kapı deliğinden güneş ışınını geçirerek üçgen prizmadan sonra ağ duvardan geçirip ışığın kırılmasından renkler oluşturmuştur.

Aramızda olduğun için teşekkür ederim.
Saygılarla dostum.

-Orxan NABİZADE: Sizi dünyada baş verən hadisələr isdər siyasi, isdər iqtisadi və məsələlərə münasibətiniz necədir və bunu bir rəssam profilindən təsvir etmək və bir mesaj ötürmək kimi narahat edir mi?

İlk önce belirtmek isterdim ki, bizim siyasetle işimiz olmaz. Ekonomi konulardan konuşulursa tabi ki ülke ekonomisi ister geçmiş zamanlarda olsun, ister kendi yaşadığımız dönemde fark etmez ilk olarak doğru biçimde yönetilmelidir. Aksi taktirde krize yol açacaktır. Bu ekonomik bir durum olduğu için sanata da büyük etkisi oluyor, etkilemekte kalmıyor hatta dünya sanat içinde girmiş oluyor.

Bir örnek vereyim; ABD nin New York kentinde düzenlenen müzayedede Pablo Piccaso' ya ait bir tablosu alıcı bulamadı. Diğer müzayedenin en büyük sürprizi ise gecenin iki büyük eseri olan, Picasso'nun kızı Maya' yı çocuk iken resmettiği tablo ile İsviçreli heykeltıraş Giacometti' nin (51) 1951 yılında bronzdan yaptığı kendi heykelinin satılmaması oldu. Her iki eserin de tam böyle söylesem 16 ile 24 milyon dolar aralığında bir fiyata satılması bekleniyordu. Bunuda söyleyebiliriz ki, ülkede kriz zamanı ve sonrası insanların sanata ilgisi azalmaya başlıyor. Çünkü boğuştukları birçok sorun var. Şu an ciddi bir ekonomik krizdeyiz. Krizde sanat ve sanatçılardan daha önemli şeylere odaklanır insanlar. Bu da sanatsal olayları takip etmelerini engeller. Tüm diğer sanat dalları gibi resim de bundan payına düşeni alır ne yazık ki.

Krizin sanatseverler kadar sanatçıların üzerinde de etkisi olduğuna dikkat çekmeliyiz. Eğer bir yandan faturalarınızı ödemek için çaba sarf ediyorsanız üretmek zordur. Sanatçının üretebilmesi için kafasının dinç olması, kendini özgür hissetmesi gerekir.

- Həmid bəy yaşadığımız cağdaş dünyada sizi ən cox narahat edən mövzu nədir?

Şöyle söyleyim bende dahil olmak üzere, herkesi narahat edecek konulardan biri de ekonomidir.
Hayatta her bir şey ekonomi üzerine kurulmuş.
Bir şeyleri yürütmek için, işlerini kolaylaştırman için elinde sermayen olması lazım. Sermaye denilince bir kısım paran olması lazım. Şu anda çağdaş kavramına bakılırsa bu bir uydurma kavramdır. Bu kavramı da biz insanlar yaraytık ve kendi hayat tarzımıza soktuk. İsmini de çağdaş koyduk. Tabi ki çağdaşın genel manası tarz olarak kabul edilebilir, ilâveten bunun insan yaşayışıyla hiç bir elakası yoktur. Biz insanlar o isimi öz hayatımıza sokmuşuz ve bunla yetinmeyerek kendimizi avutuyorum. Ama ki sanatta çok büyük rolü vardır ve kaçınılmazdır. Bir de dışarda olanları sanata sokarak yansıtmak da olmaz. Dışarıdaki olaylar hayat deneyimidir. Nasıl bir soyut sanatçının, ben burda cevabı biliyorum, buda onun görünüşüdür söylemediği gibi, bu bir deneyimidir. Demek ki bizde bir deneyimin içindeyiz.

-Bildiyimiz kimi bütün dovrlərdə rəssamların tarixi şəraitə və yaşadığı mühütə görə həyata baxışı formalaşır və öz əsərlərində bu və digər formada bu özünü gösdərir.

Şimdi öğle söyleyim ki hayatta her şahs özgür yaşama hukukuna sahiptir. Hiç bir şahsdan ne yaptıklarını sorgulayamaz. Ama bir takım ilişkiler vardır ki, insan kendi hayatını düzen içinde oluşturmasını da bilmelidir. Rönesans devrini incelemiş olursak 21. yüzyıla kadar insanların ve sanatçıların yaşayış tarzı - hayat tarzı çok değişmiştir. Bunun en başlıca sebeplerinden biri zamanın durmadan çalışmasıdır. Zaten zaman durursa hayat sönmüş demektir. Mekanı da buraya katmış olursak her memleketin tarihi, kültürü ve sanatçısı yaşadığı süreçlere göre hayatta olup bitenleri gördükçe, düşündükçe ve karşılaştığı her zorlukla veya rahatlara alışır. Bu da onun hayata bakışlarını hem pisikolojik hem sosyolojik olarak bütünleştirir. Bazı sanat adamları bunu kendi eserlerinde öne çıkartıyorkar.

-21. əsirin əvvəlində rəssamın insanlara örürmək isdədiyi mesaj nə olmalıdır?

Bütün dünya sanatçıları kendilerinden sonra topluma yapıtlarını bırakmaktadırlar. Zaten toplum kendisi sanatçının eserlerinden yıllar sonrada olsa bir şeyleri keşfedecektir. Bu kurallarda yıllardır bu geleneği kendiliğinde taşımaktadır. Biz şu anda teknolojinin bilimin geliştiği dönemdeyiz. Sanatla bilim her zaman bir arada olmuştur. Sanat bilimsiz sakattır.

ALTINCI BÖLÜM

-Işığın sanattaki yeri nedir, neden sanat insan duygularının eseridir?

Işık hayat kaynağı olduğu için resim eserlerine de ister istemez yansıyor. Resim eserlerinde önemli olan bir şeyde ışık ve gölgedir. Barok (42) döneminin en belirgin özelliklerinden biridir.
Caravaggio' nun (43) ve Rembrant' ın (44) eserlerine bakarsak bunu görebiliyoruz. Rönesans dönemindeki resim yapısında figürlerin ve formaların bütün olarak algılanmasını sağlayan yaygın ışık, simetri hakimdir. Işık, figür ve nesnelerin varlıklarını betimlemek amacı ile resim içerisinde düzenleyici olarak da yer alıyor.

Ürettiğim dört seri apartman eserlerindeki (13, 14 ve 15. resimler) derinlik algısı, koyu ve açık renk dengeleri ile sağlanmıştır. Gözümüzün izlediği çizgisel yapıların yanılsama yaratmak üzere kompozisyonlarımda yer aldığını görebiliriz. Üst üste gelen küplere, Necker kübünde olduğu gibi çizgiler iç içe girmiş, renk tonlamasındaki değişim sebebiyle öncelik sırasını düzenledim. Resim yapısı içindeki ışıklı alanlar resmin bir bölümünde ve ön planda yer alması, diğer bölümlerde arka plânda yer alması ve bu alanların diyagonal olarak yerleştirmemin sebebi dinamik bir etkiyi ortaya çıkarmaktır çünkü göz tarafından dinamik bir etki olarak algılanacaktır.

Newton (45) ışık ve renk kuramı ile birlikte, 17 yüzyılda ışık ve rengin kullanımını önceki dönemlerden farklılastırmıstır. Ama resimde yer alan gölgeler, renkler, renk tonları, figürler, nesneler genel anlamıyla resmin bütününün parçaları halindedir. Şöyle izah edeyim: Belirli bir yönden gelen ışık, noktalı ışık veya başka yönlerden gelen farklı ışıklar, resmin içinde gölgede kalan veya ışık altında ortaya çıkacak olan nesneler, tam halinde gözükmezler. Her yönden ışık kavramına bakarsak Newton başka kavramları savunmuş, Goethe (46) başka kuralları ileri sürmüştürler. Şimdi ben, tek tek açıklamış olursam çok uzun bir diyalog olacak, detaylı anlatırsam...

Sadece kısa özet veriyorum, ilgilenenler araştırıp okuyabilir. Bir de ışık titreşimi denilen usul var ki bunuda Monet' in (47), İzlenim Gün Doğumu (48) eserinde görmek mümkündür. Monet güneşi, gökyüzünü, deniz, kayık ve figürleri ışığın titreşimleri şeklinde resimleştirmiştir. Şimdi 21. yüzyılda ön planda Işık ve modern resimde Op Art sanatına da daha çok rastlanmaktadır. Bir de ışık yansımasını Victor Vasarely, (49) yapıtlarında gruplama yolu ile değişik biçimlerde algılanabilecek çok sayıda kompozisyonlara yer vermiştir.


YEDİNCİ BÖLÜM

 

POPÜLERİZM SORUNU VE SANAT

Dünya modern sanatını incelersek birçok sanatçının eserleri bugüne kadar gelmiş, öz tanıtım gücünü korumuştur ve şu anda kalıcı sanat olarak kalmıştır. Hatta 19-20. yüzyılının bir çok sanatçılarının eserleri dünya müzayedelerinde yüksek fiyatlarla satışa sunuluyor. Çağdaş sanatının özelliği kendinden öncesi değil kendisinden sonrakine bakmaktır. Bu o demektir ki yeniliği seven sanatçılar bu eserleri kalıcı olarak yaratıyorlar ve eserin asıl gücünü sadeliğinde gizliyorlar. Bu yüzden bu eserlerin müzayedelerde fiyat biçimi milyon dolarlara çıkarılıyor. Müzayedeler neden o fiyatlarla resimler satışa sunuyorlar? Onlar çok iyi biliyorlar ki, bu resimlerin hepsi aşamadan geçiyor, her bir detayını inceliyorlar ton kurallarını, boya kullanımını, hangi malzemeleri kullandığı gibi tek tek hesaba alıp satışa sunuyorlar. Öz döneminde yaşayıp yaratan modern sanatçılar çok iyi biliyordular ki onların ürettiği yenilikçi eserler kalıcıdır. Aslıda kendi özgüvenlerinden yarattığı eserlerden vazgeçmediler. Hiç kimse de onları fikirlerinden döndüremedi. Şimdi dünya müzayedelerinde Sothbey's de satışa sunulan modern sanatçılar, Basguiat, Gerhard Richard, Amadeo Modigliani, Mondrian v.b. eserleri yüksek fiyatlara satılıyor. Birçok popülizm hastası olan sanatçılar da vardır. ABD’de en çok satan sanatçıların çoğu kolayca nüfuz edilebilir eserler üretiyorlar ve bunlardan bazıları, popülist sanatın parlama yıllarıyla ilişkilendiriliyor. Bu gelişmeyi körükleyen aktörlerden biri de hâlihazırda çağdaş sanat müzayedelerinde yapılan satışlarda ABD’li sanatçıları da yer almaktadır. Bunlardan Michael Basquiat ve George Condo ünlülerin resimlerini yapan markalaşmış bir sanatçı Kanye West’le ortak iş yaptıklarını söyleyebilirim. Esas sebeplerden biri de, fazla vakit harcamadan kolay hazmedilir, gösterişli, markalaşmış sanata ulaşmak isteyen zenginlerin hem sayıca artması hem de servetçe büyümesini sağladılar. Artık bazı kötü işlerin gerçek değerini göstermenin zamanı geldi diye sözlerine devam eden Hickey’nin tepkisinden Tracey Emin, Antony Gormley ve Marc Quinn de nasibini alıyor: “Çok fazla şöhret, çok fazla başarı ve çok az eleştirel kıstas” nedeniyle bu noktalara geldiklerini ve haklarında inanılmaz bir abartı yaratıldığını söylüyor.

Para ve şöhret sanat dünyasına kara bir gölge gibi çökmüş durumda ve yeni düşüncelerin, tartışmaların önünü kesiyor ve ortaya çıkmalarını engelliyor diyen Hickey süregiden bu sistem içinde koleksiyoncuların, galerilerin, müzelerin ve sanat simsarlarının, sanat üzerine açık fikirli tartışmalardan kaçınan sanatçılara gereğinden fazla bir değer atfedilmesinde ortak bir düzenek içinde hareket ettiklerini söylüyor. Bu durumlara karşı Amerika’nın önde gelen sanat eleştirmenlerinden Dave Hickey’nin de çağdaş sanat dünyası karşısında sonunda sabrı taştı ve artık eleştirmenlik yapmayacağını açıkladı. “Batman çizgi romanı okumuş” olan herhangi birinin bu piyasada kariyer yapabilir hale geldiğini söyleyen Hickey, Observer’a yaptığı açıklamada sanat eleştirmenliğinin, sanat eserlerini riski olmayan birer yatırım aracı olarak gören zengin koleksiyonculara yatırım danışmanlığı yapmaya dönüştüğünü ve daha fazla buna devam edemeyeceğini belirtti. Esas sebeplerden biri de fazla vakit harcamadan kolay hazmedilir, gösterişli, markalaşmış sanata ulaşmak isteyen zenginlerin hem sayıca artması hem de servetçe büyümesini sağlarlar. Bunların parası var ama zamanı yok.

Bir seyi belirtmek isterdim ki Türkiye' deki bazı galeriler bana söylerler ki güzel natürmortlar, manzaralar çiz alalım ve satalım senin için. Ben de her zaman cevabında resim çizmek ve resim yapmak istemiyorum, ben sanat eserleri üretmek istiyorum ve üretiyorum, şu anda sizin yapmak istediğinizi ben istemiyorum ama zamanı geldiğinde benim istediğimi siz yapmak isteyeceksiniz. Su anda farkında bile değilsiniz. Türkiye' de popülerizmi destekleyen galericiler vardır ki (tabiki bütün galerileri kast etmiyorum) Hickey'in esas vurgulamak istediği durumu inceleyelim az önce yukarıda belirtmiştim. Bugün dünyadaki ve Türkiye'deki güncel sanatta sıklıkla rastlıyoruz. Birbirinin aynısı işler ya da hep aynı sanatçılar veya sergi bile daha açılmadan yazılan eleştiri yazıları ya da sergiyi görmeden eleştiri yazan kendini beğenmiş adı üzerinde olmayan eleştirmenler. Bir kavrama takılıp kalmış ve aynı şekilde durmaksızın birbirinin kopyasını yapan ve işler üreten sanatçılar… Bir bağlamı olmadığı halde farklı disiplinlerle sanatı taciz eden bir başka gruplar… Bunun dahilinde aynı şekilde birer değer metastazı yaratan, bu sanat eserlerini pazarlayan, sanatı sanat piyasasına dönüştüren galeriler, müzeler, müzayedeler, fuarlar. Bunlar Türkiye'deki güncel sanatın makus kaderidir.

Bugüne bakıyoruz ki Türkiye' de hala fotoRealist çalışan bazı sanatçılar var. Sanat tarihini incelersek 70' lerde bitmiştir bu akım. Türkiye'deki bazı galeriler bunun davasını ediyorlar hala, bir türlü anlayamadılar ki artık bitti bu akım. Dünyamız modern sanata girdi bütün yaşamımız artık modern. Moderni beğenmiyorlar ama bütün evlerini modern döşeyip hatta arabalarını bile son model araba alıyorlar. Oturdukları koltuğu ve içtikleri çay fincanı gibi hepsi modern. Neyin davasını yapıyorsunuz! Dönüpde kendinize ve ne yaptıklarınıza bir bakın.

Gauguien Tahiti' de sefalet içinde yaşayıp ölürken bir şeyi keşfetmişti ve mutlu öldü. Ben gerçekten çok büyük bir sanatçıyım dedi, farkına vardı kendisinin... Şimdi onu bir daha bulamayız fakat eserleri duruyor. O yüzden bu eserlerin müzayedelerde fiyat biçimi milyon dolarlara çıkarılıyor. muzayedeler neden o fiyatlarla resimler satışa sunuyorlar, onlar çok iyi biliyorlar ki, bu resimlerin hepsi aşamadan geçiyor, her bir detayını inceliyorlar ton kurallarını, boya kullanımını hangi malzemeler kullanmış diye tek tek hesaba alıp satışa sunuluyor. Öz döneminde yaşayıp yaratan modern sanatçılar çok iyi biliyordular ki onların ürettiği yenilikçi eserler kalıcıdır. Asla kendi özgüvenlerinden, yarattığı eserlerden vazgeçmediler. Hiç kimse de onların fikirlerinden döndüremediler.

Tabi ki günümüzde de çok değerli sanatçılar yaşıyor fakat onlar da sefil, yoksul, parasız. Önemli olan bu değil. Önemli olan sanatçı neden değerlidir?
Bunun sonucuna varmamız lazım.

Giacometti bir portresi 100 defa bozup yeniden yaptı neden? Model olan kişi anlasın, bu sanat yani resim sanatı başka bir şey. Adamın suratını tuale aktarmak değil, orada başka bir şey var. Yoksa kamera da aynısını çekiyor hem de video olarak, ses de alıyor ama arada bir fark var. Onu hissetmeyen sanatı anlayamaz. Resim ve çizimler yapmak, kameralarla imgeler üretmekle geçen yaşamı boyunca edindiği bilgi ve enerjiyle sanatçı Hockney, sanat eleştirmeni Martin Gayford’la birlikte bin yıl boyunca resimlerin neden ve nasıl yapıldıklarını araştırıyor. Düz bir yüzey üzerine yapılan işaretler neden ilginçtir? Hareketsiz bir resimde hareketi nasıl gösterirsiniz? Veya tam tersi, film ve televizyonu eski usta ressamlarla nasıl bağdaştırabilirsiniz? Zamanı ve uzamı tuval ya da ekranda statik bir imgeye sığdırmanın, indirgemenin yolları nelerdir? Resimler bize ne gösterir – yalan mı söyler, gerçeği mi gösterir? Fotoğrafların gösterdiği dünya yaşadığımız, deneyimlediğimiz dünya mıdır? Bunları iyice düşünmek lazım sanat bu söylentilerin gerçek yüzüdür. Sadece anlamak lazım ve sanatçının değerini bilmek lazım. O zaman sanat kalıcı olarak, sanatçı da değerli olarak hatırlanacaktır.


Zor zamanlarda sanat sistemi nasıl çalışır?

Söyleyebilirim ki, şimdi virüs dönemini yaşıyoruz dünya Karantin Döneminde herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor herkes zor dönemi atlatmak istiyor. Ükelerde  politika, ekonomi zararlar görmeye başlamış, bir çok iş yerleri kapanmış ülkeler kaos içindedir.

Tabi ki sanata da etkisi var ama bu etkilemek anlamına gelmez. 

Şimdi düşünelim; Dünya Savaşlarının etkilediği ve  verdiği zararlar kadar vermemiştir. Birinci Dünya Savaşı döneminde birçok sanat akımları ortaya çıkmıştır ama birinci dünya savaşı bu gelişmenin önünü kesmiş, ressamlar dağılmaya başlamışlar. İkinci Dünya Savaşı döneminde bir çok sanat eserleri Adolf Hitler'in Avusturya'nın Linz kentindeki Führer Müzesi'ni dünyanın en iyi resimleriyle doldurma girişimde bulundu. Bu amaçla Naziler işgal altındaki Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya, Çekoslovakya, Polonya ve Rusya'da bu tür eserleri yağmaladı, el koydu ya da satın aldı. 1939'da, 20 mart tarihinde 1004 adet resim ve heykel, 3825 adet suluboya, baskı ve çizim Berlin İtfaiyesi'nin bahçesinde ateşe verildi. Bir çok kütüphaneler yıkıldı kitaplar yakıldı yazarlar, şairler ressamalar görevlerinden alındı okul öğretmenleri işten atıldı. Şimdi bu zararı düşünelim, tabi şimdiki virüs salgını sanata zarar verebilmesede ülkeler ekonomi taraftan zarar görmeğe başlamış.

Ekonomi boyut üzere düzenlersek böyle sistemle karşılaşabiliriz.

1-Piyasa Mekanizması Boyutu. Bu boyut, bir sanat eserinin piyasa mekanizması tarafından mı yoksa devlet tarafından mı üretilir? 

2- Politiklik Boyutu. Bu boyut sanat eserlerinin politiklik derecesiyle ilgilidir. Politiklik derecesi yüksek/düşük olan sanat ürünleri. 

3-Sivil Toplum Boyutu. Devletin dışındaki, diğer kamu kuruluşları tarafından finansal olarak desteklenen sanat ürünleri. Bu kuruluşlara vakıflar, dernekler.

Dolayısıyla, sanatlardan bahsederken, politik boyutu yüksek sanatlar, devletin ürettiği sanatlar,  piyasa mekanizmasının ürettiği sanatlar, sivil toplum örgütlerinin ürettiği sanatlar türünden tabirleri kullanmak da çok yersiz olmayacaktır. Neoklasik kültürel ekonomi çalışmaları, sanatları daha değişik boyutlarıyla da sınıflamaktadır. Örneğin tiyatro, opera-bale, klasik müzik gibi sahne sanatlarını ve resim, heykel vb. türü sanatları “yüksek kültür sanatları”  diğerlerini de “popüler kültür sanatları” diye sınıflamaktadır.

Sanatların politik ekonomisini daha iyi anlamak için bir de sanatın işlevi konusunu göz önüne almak gerekmektedir.  Sanat ne işe yarar sorusunun yanıtı sanatın işlevini tanımlamaktadır. Sanatların politiklik derecesi ve yukarıda sayılan işlevleri dikkate alınır ve devletin politik bir aygıt olduğu da düşünülürse, devlet ve sanat üretimi arasındaki ilişki oldukça politik bir alana yerleşmiş olur. Burada devlet teorilerine girilmeyecektir. Bununla beraber devletin politik bir aygıt olduğunu belirten birden fazla teori mevcuttur.

Dolayısıyla, politik bir aygıt olan devlet ve belli bir politiklik derecesine sahip olan sanatlar, sanat üretimi açısından nasıl bir ilişki içinde olacaklardır? Bu soru devlet-sanat üretimi ilişkisini araştırmada sürekli akılda tutulması gereken bir sorudur. Sanat üretiminin politik ekonomisi konusunda hemen hemen aklımıza gelebilecek bütün sorular ya da araştırma konuları, doğrudan ya da dolaylı olarak yukarıdaki üç boyutla ve sanatın işlevleriyle yakından ilgilidir.  Örneğin çeşitli sanatçıların demokratik ülkelerde mi yoksa diktatörlüklerde mi daha çok kazandığı konusu da politik ekonominin konusuna girer. Sanatçının kazancının yanında bir ülkedeki sanatçı sayısı nüfusa oranla da politik ekonomiyle ilgilidir ve yukarıda üç boyut bu konuyu da anlamamıza yardımcı olur.

Ek:
SANAT GÖRÜŞÜ

Hamid Alioğlu eserlerinde, öncelikle plastik etkiye ve renk felsefesine dikkat eder. Metafizik felsefeye olan ilgisinden dolayı, sanat üzerine birçok çalışma yapmıştır. Sanat eserleri belli bir akıma bağlı ve ona ait olmak zorunda değildir çünkü sanat akımları, birbirinin içerisinde gelişen oluşumlardır. Modern sanatın içerisinde oluşan akımlara, post-modern ve empresyonizm ile birlikte, soyut sanat da dahildir.

Bir sanat eserinde yenilikçi elementler yoksa, o eser soyut değildir. Soyut sanat geleneksel içinde yer alan tüm özneleri inkar eder ve her şeyden evvel zihinsel bir olay olup, doğanın taklidinden uzak durur.

Alioğlu’nun sanatında asıl amaç, eserlerinde estetik duygu ve heyecanı ortaya çıkarmaktır. Hayat modern materyalist olduğu için, bu kavramı anlamanın yolu sorgulamaktan geçer. Bu yüzden herkes bu kavramı yeterince anlayamaz ve sevemez. Kim bilir, belki de burada bir gerçek vardır.

Soyut sanat, zihinsel ve kavramsal sanat olduğu için aklın sanatıdır çünkü akılda bir sanattır ama, yaratıcıya nispet edilen bir sanattır, ahlakın nispet edilmesi gibi. Bir sanatçının yeni şeyler üretebilmesi için, yeni şeyler görmesi şarttır. Yeni şeyleri görmeyi bilmeyen, yeni şeyler üretemez.

Bir sanat eserinde inkarcılık ve yeni elementler yoksa o eser soyut değildir. Soyut sanat gelenekseli reddeder, yeniyi oluşturma anlayışını benimser. İnsana özgü gerçekliği ve estetik kaygıyı yansıtır.

Soyut resim her şeyi söyleyebilme özgürlüğüdür, her şeyi yeniden yaratma özgürlüğüdür, yalnız kendinin olan bir üslup yaratabilme özgürlüğüdür.
Alioğlu’nun, resimlerinin soyut olabilmesi için doğa gerçeği ile tüm ilişkilerini kesmiş olmak onun temel kurallarından biridir. Bu da kendisini özgür hissederek olabilir.

Genel anlamıyla soyut sanat, doğada var olan gerçek nesneleri betimlemek yerine, geometrik çizgi ve renkleri, düzenli biçimlerle belli estetik ve duygusal heyecanları, yüzey üzerine yerleştirerek kompozisyonlar elde etmektir. Geometrik soyutlamalar gerçekleştirirken, geometrik cisimlerin evrensel ve kimliksiz olmasından dolayı, kişisel üslubu yansıtmak güçleşir. Otomatik olarak geri çekilme oluşur.

Bu durumda, işlenen nesneler, aslında nesne de değildir, esas olarak doğada yer almayan, şekil ve farklı renklerin, uyum içinde kurgulanarak, bunların örgütlenmesi, soyut kompozisyonları oluşturur. Esasında eserde günlük gerçek görülmüyorsa, artık o eser soyuttur.

Soyut sanat kavramında, sanat felsefesinin ne demek olduğunu ”maddesel dünyada değil de, metafizik dünyada yaşıyoruz” mantığını anlayarak, soyut sanatın gerçekçi olduğunu anlamak mümkün olabilir.

Soyut sanat, gerçeğin dış dünyada değil, insanın iç dünyasında olduğuna inanır. Bu nedenle psikolojik olana, bireyin ruhuna, bilinçaltına yönelir.
Alioğlu, madde ve enerji arasındaki ilişkiyi sorgularken, ruhun tanımını ve maddesel özelliklerini, kendine özgü soyut bir dille yansıtır.

Maddeyi daha kısa ve basitçe tanımlamak istersek, uzayda yer kaplayan, kütlesi olan her şeydir diyebiliriz. Sanatçı, düşünce ile maddenin bileşimini, plastisizm ile ifade etmeye çalışır.

Plastik sanatlarda bu iki çizginin, biri yatay diğeri dikeydir, bu iki çizgi her şeyi meydana getirmeye çalışır. Doksan derecelik açı evrenin dengesini temsil ediyor. Bu açı, en dengeli olduğu düşünülen açıdır.

ÖZGEÇMİŞİ

1980 Azerbaycan / Salyan’ da doğdu.
1995-1999 Güzel Sanatlar Lisesi.
1999-2004 Azerbaycan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi.
2004 – 2018 Bakü’ de Cumhuriyet Güzel Sanatlar Lisesi’nde, plastik sanat öğretmenliği.
2001 Azerbaycan Genç Ressamlar Birliği üyeliği.
2016 Azerbaycan Ressamlar Birliği üyeliği.

20’den fazla karma sergi ve etkinlikte yer almış olan sanatçının eserleri, Türkiye, Japonya, Belçika, Fransa, Rusya, Polonya, Kazakistan, Gürcistan ve Arjantin’ deki özel koleksiyonlarında yer almıştır. Alioğlu halen Ankara’ da özel atölyesinde çalışmaktadır.

KİŞİSEL SERGİLERİ

2019 ‘’Reenkarnasyon’’ Galeri Soyut / B Salonu – Ankara.
2018 ‘’Gökkuşağında’’ Galeri Soyut / C Salonu – Ankara.
2017 ‘’Transformasyon’’ Galeri 1969 – Bakü – Azerbaycan.

SÖZLÜK

1. Pablo Picasso, tam adı ile Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso, İspanyol ressam ve heykeltıraş. 20. yüzyıl sanatının en iyi bilinen isimlerindendir. Georges Braque ile birlikte kübizm akımının temelini atmıştır.

2. Vasiliy Wassilyevich Kandinskiy, ressam ve sanat kuramcısı. Teorileri ve uygulamalarıyla 20. yüzyılda etkin rol oynayan önemli bir kuramcı ve ressam olmuştur. Avrupa'da soyut sanatın öncülüğünü yapmıştır. Kandinskiy 1866'da Moskova'da doğdu. 1886 yılında Moskova Üniversitesi’nde hukuk ve ekonomi okumaya başladı.

3. Piet Mondrian, Hollandalı ressam Pieter Cornelis “Piet Mondriaan” 1912 sonrası Mondrian. Theo van Doesburg tarafından bulunmuş De Stijl sanat hareketi ve oluşumunun önemli bir destekçisiydi. Temsili olmayan ve Neoplastisizm olarak adlandırdığı stili yaratmıştır.

4. Sanal ortamda tasarlanmış 3 boyutlu nesneleri katı formda somut nesnelere dönüştüren makinelere 3 boyutlu yazıcı denir. 3D baskı teknolojisi ile ihtiyaç duyduğunuz bir aparat basabilir, 3D tarayıcı ile taradığınız bir cismin çıktısını alabilir, çizdiğiniz bir tasarımı prototipleyebilir, hatta kendi ürününüzü oluşturabilirsiniz. Kısacası 3 boyutlu yazıcılar ile dilediğiniz her şeyi basabilirsiniz.

5. Yapay zekâ, bir bilgisayarın veya bilgisayar kontrolündeki bir robotun çeşitli faaliyetleri zeki canlılara benzer şekilde yerine getirme kabiliyeti. İngilizce artificial intelligence kavramının akronimi olan AI sözcüğü de bilişimde sıklıkla kullanılır.

7. On üçüncü yüzyılın sonu, on dördüncü yüzyılın başlarında, Tebriz Minyatür Okulu'nun oluşumunda büyük rolü olan Tebriz minyatür sanatını "ana-mektep" olarak görmektedir.

8. El Greco Maniyerist ressam, heykeltıraş ve mimarı. O tarihlerde Venedik idaresinde olan Girit'te doğdu. Bizans sanatı üslubunda eğitim gördü. 26 yaşında Venedik' e, 1570' te Roma' ya gitti ve rönesans üslubunda da resim eğitimi aldı.

9. İnsanoğlunun soyundan geldiği kimselere karşı tabii ve fıtrî olarak her zaman duymakta olduğu saygı ve sevginin zaman zaman aşırı bir şekle dönüşmesi, ataları ölümlerinden sonra da çeşitli şekillerde yaşatma fikrini ve çabasını doğurmuştur. Atalar kültü ailenin ölmüş üyelerine karşı saygı, tâzim ifade eder.

11. Marcel Duchamp, Fransız-Amerikalı sanatçı. Asıl adı Henri-Robert-Marcel Duchamp' dır. Yirminci yüzyılda Avrupa ve Kuzey Amerika'nın en önemli sanatçılarından olmuş, II. Dünya Savaşı sonrası Amerika'da pop sanatı ve kavramsal sanat akımlarının temellerinin atılmasında etkili olmuştur.

12. Steven Paul Jobs, Apple Computer, Inc.'ın kurucu ortaklarından biridir. Ölümünden 5 hafta öncesine kadar yeni adıyla Apple Inc. de CEO olarak görev yapmıştır. Bilgisayar endüstrisinin önderlerinden olarak kabul edilir. Next Computer ve Pixar Animasyon Stüdyoları' nı da kurmuş ve yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır.

13. Henry Spencer Moore, İngiliz heykeltıraş. Taş ve tunçtan yaptığı soyut ama organik biçimli yapıtlarıyla, 20. yüzyılın önde gelen sanatçılarından biri olmuştur. Dünya üzerinde çeşitli yerlerde kamuya açık olarak sergilenen soyut anıtsal bronz heykelleri bulunmaktadır.

14. Édouard Manet, Fransız ressam. Ondokuzuncu yüzyılda modern hayatı konu alan resimler yapmaya başlamış ilk ressamlardandır. Manet, gerçekçilik akımından izlenimciliğe geçişte önemli bir rol oynadı. İlk dönem başyapıtlarından Kırda Öğle Yemeği ve Olympia, kendisinden genç ressamlara esin kaynağı oldu.

15. Francisco José de Goya y Lucientes, Romantizm akımının önde gelen isimlerinden olan İspanyol ressam ve gravür sanatçısı. İspanyol saltanatının saray ressamı olarak çalışan Goya'nın eserlerinin yaşadığı döneme ait bilgi veren önemli belgeler olduğu düşünülür.

16. Buyukaga Mirzazade(1921-2007) Azeri ressam. Boyuk Ağa Mirzazade, Bakü yakınlarındaki Fatmia köyünde, 1921 yılında doğdu. Ailesi sanata olan yeteneğini desteklemek için Bakü’ye taşındı ve o onur derecesi ile mezun olacağı Bakü Sanat Okulu’na devam etti. Moskova Sanat Koleji kabul edilebilmek için sınava girdi, kabul edildi .Fransız İzlenimciler ve Post-empresyonist ressamlardan etkilendi. 1941 yılında Bakü”ye geri döndü. Mezun olduğu,Bakü Sanat Okulu’nda ders vermeye başladı.Kent hayatını ve kırsal manzaraları resimledi.Çok sayıda portre yaptı.Sanat hayatı boyunca farklı konular ve canlı renklerle resimler yapmaya devam etti. Mirzazade Sovyet coğrafyasında Azerbaycan’ın yetiştirdiği önemli sanatçılardan biriydi.

17. Mikayil Hüseyn Oğlu Abdullayev (19 Aralık 1921, Bakü - 21 Ağustos 2002, Bakü) Azerbaycanlı ressam ve grafik sanatçısıdır. Azerbaycan SSR Şeref Sanatçısı (1955). SSCB Halk Sanatçısı (1963). SSCB Sanat Akademisi'nin tam üyesi (1988'den beri).

19. Moskova Devlet Akademisi Sanat Enstitüsü, Rusya'da sanat eğitiminin önde gelen merkezlerinden biridir. Enstitü beş fakülteden oluşur: Resim Bölümü; Grafik Sanatlar Fakültesi; Heykel Fakültesi; Mimarlık Fakültesi; Teori ve Sanat Tarihi Fakültesi. Resim Fakültesi, yedi atölyede eğitim gören 200'den fazla öğrencinin bulunduğu en büyük fakültedir: dört adet şövale resim atölyesi; anıtsal sanatın iki atölyesi ve tiyatro dekoratif resim atölyesi. Müfredatın yanı sıra, yukarıda belirtilen tüm atölye çalışmaları, modellerden resimler üzerine odaklanan ekstra müfredat aktivitesi sağlar. Anıtsal sanat öğrencilerinin atölyelerinde öğrencilerin mozaik, duvar resmi, vitray gibi teknikleri öğrenmeleri sağlanmaktadır.

24. Marguerite Guggenheim, Amerikalı sanat koleksiyoncusudur. New Yorklu ailenin kızı olarak doğdu. 1912'de Titanic kazasında ölen Benjamin Guggenheim'ın kızı ve Solomon R. Guggenheim Vakfı'nın kurucusu Solomon R. Guggenheim'ın yeğenidir.

25. Venedik'te bulunan Palazzo Ducale Venedik gotiği tarzında yapılmış bir saraydır. Saray Venedik dükalarının köşküdür. Sarayın iki tarafı daha çok Venedik logununa ve San Marco meydanına veya daha fazla Meydana bakar. Alt katta bir dizi kemer kullanımı "yerçekimine meydan okuyan" bir görüntü doğurur.

26. Şiir yazdığı da bilinen Breton'un bir ressam olarak hayatı ve kişisel olarak tanıdığı ressamların yaşamları ile ilgili düzyazıları da vardır. Katıldığı akımlar: Gerçekçilik.

27. Marcel Duchamp: Fransız Kübist Ressam, Heykeltıraş, Yazar Marcel Duchamp 1887’de Fransa Blainville’de dünyaya geldi. 1904 yılında lise öğrenimini tamamladıktan sonra Paris’te bulunan ağabeylerinin yanına giderek Julian Akademisi’nde eğitimine devam etti. Kariyerinin ilk dönemlerinde izlenimciliğin etkisinde kalan Duchamp’ın izlenimci tarzda yaptığı ilk eseri “Marcel Lefrançois’nın Portresi” adlı eseri oldu. 1908’de Paris’in yakınlarında bulunan Neuilly’ye yerleşerek 1913 yılına dek burada “Courrier Français” gazetesinde çalıştı.

28. Ernst Ludwig Kirchner (6 Mayıs 1880 – 15 Haziran 1938), Alman dışavurumcu ressam ve grafiker. Kirchner, dışavurumculuğu Katıldığı akımlar: Dışavurumculuk

29. 28 Ocak 1912’de Wyoming’de doğan Jackson Pollock, klasik resim tekniğini terk etmeden önce Thomas Hart Benton’un eğitiminden geçti. Çiftçi bir baba ile sanat duyarlılığı yüksek bir annenin çocuğu olan Jackson Pollock 5 kardeşten en küçüğüydü. Çocukken ailesinden sürekli isteyen, ancak bir türlü arzuladığı ilgiye kavuşamayan bir çocuktu. Kaliforniya’ya taşındı. Bu dönemde alkolik babası evi terk etti. Pollock’un abisi Charles ona babalık yaptı. Charles Pollock da sanatla ilgileniyordu ve kardeşi Jackson’un sanat kariyeri üzerinde derin izleri vardı. Aile Los Angeles’ta yaşarken Jackson, güzel sanatlar lisesine kaydoldu ve burada sanata olan tutkusunu keşfetti. Öyle ki sanat çalışmaları nedeniyle okulu aksattı ve iki kez sınıfta kaldı. 1930’da 18 yaşındayken abisi Charles ile New York’a taşınan Jackson Pollock, burada Charles’ın resim hocası Thomas Hart Benton ile çalışmaya başladı.

30. Nahit Kabakcı’nın 1980’lerden itibaren oluşturmaya başladığı Huma Kabakcı Koleksiyonu Türkiye’nin az sayıdaki bilinçli ve sürekliliği olan koleksiyonların en önemlilerinden biridir. Birbirini takip eden iki kuşak tarafından sürdürülen koleksiyon, 28 ülkeden ve 196 sanatçıdan eserler içermektedir.

35. Güneşten yayılan farklı dalga boylarına sahip elektromanyetik rasyasyonun bütünü Elektromanyetik Güneş Spektrumu olarak isimlendirilir.Bu spektrumda güneş ışınımı , dalga boylarına ve sahip oldukları enerjilerine göre sıralanır.Temel gruplar şu şekilde ifade edilir:
*Gama Işınları (En kısa dalga boyuna ve en yüksek enerjiye sahip) *X-Işınları
*Ultraviole (morötesi) Işık
*Görünür (visible) Işık
*Infrared (kızılötesi) Işık
*Mikrodalgalar
*Radyo Dalgaları (En uzun dalga boyuna ve en düşük enerjiye sahip).

37. Amerikalı soyut ekspresyonist ressam Mark Rothko (Marcus Rothkovitch) 25 Eylül 1903'te Dvinsk, Rusya'da doğdu. Çalışmalarıyla İkinci Dünya Savaşı sonrasının melodramatik Soyut Dışavurumcu ekolünü geliştirdi.

38. Barnett Newman Amerikalı ressam ve sanatçıdır. Soyut dışavurumculuk akımının önemli isimlerinden biri olan Barnett Newman bu akım içerisinde "renk alanı" diye adlandırılan akıma da öncülük etmiştir. 1940'larda, gerçeküstücü eserler üzerinde çalışmıştır.

40. Jean-Michel Basquiat Amerikalı graffiti sanatçısı ve yeni dışavurumcu ressam. Basquiat, önce New York'ta graffiti sanatçısı olarak ün kazandı, ardından 1980'lerde yeni dışavurumcu tablolar çizmeye başladı. Ressam, uluslararası bilinirliğe sahip ilk Afroamerikan ressam oldu.

41.Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech, kısaca Salvador Dalí, Katalan sürrealist ressam. Gerçeküstü eserlerindeki tuhaf ve çarpıcı imgelerle ünlenmiştir. En iyi bilinen eseri olan Belleğin Azmini 1931'de bitirmiştir.

Salvador Dali 11 Mayıs 1904’de Figueras’ın (İspanya’nın Kuzeyinde Pirienelere yakın bir kasaba) bir köyünde doğdu. 6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden 3 sene sonra dünyaya gelmişti. 1973 de şöyle yazacaktı:

‘Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu.. Babamın sevgisinin bu sınırları yaşamımın ilk günlerinde itibaren çok büyük bir yara oldu benim için. Ona koydukları isim; ölmüş kardeşinin ismiyle aynıydı: Salvador.

Günlük yaşamı; entelektüel bir söylemin ve lüks bir yaşamın çevresinde dönüyordu. Bunuel’le ‘Bir Endülüs Köpeği’ filmini sahneye konmasına yardımcı oldu. Garcia Lorca’yla çok yakın bir arkadaşlığı oldu. 1925-36 yılları arasında uyumlu bir dostlukları oldu.

Yeni İnsanın Doğuşunu İzleyen Jeopolitik Çocuk / Geopolitical Child Watching the Birth of the New Man Salvador Dali. 1943. Tuval üzerine yağlıboya. 45.5 x 50 cm. Gala-Salvador Dali Foundation, Figueras.

Dali’nin fikrini değiştiren olay 1926’da Gala’yla tanışmasıyla gerçekleşti. Gala; bir Rus avukatın kızı ve sürrealist şair Paul Eduard’ın eşiydi. Onu ilk defa Cadaquez’de Akdeniz’in Catalan kıyısında Hotel Miramar’ın karşı terasında gördüğünde eşiyle beraberdi. Ertesi gün saat 11’de plajda buluşmak üzere sözleştiler. Dali bu olayı tamamen sembolik bir biçimde hazırlamaya karar verdi.

İlk önce İspanya İç Savaşı’ndan daha sonra Dünya Savaşından kaçmak için tüm dünyayı gezdiler. Dali şöyle açıklar düşüncesini:

‘Her zaman anarşist ve aynı zamanda da monarşisttim. Her zaman burjuvaziye karşıydım ve hala da öyleyim. Gerçek kültürel devrim monarşist prensiplerin restoresiyle mümkündür.’

Ama 1934’te beş yıllık aktif bir işbirliğinden sonra artık eski sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanır olmuştu. Çünkü politikadan kaçıyordu:‘Beni ne Marksizm, ne de bir başka ideoloji bir parça bile ilgilendirmiyordu. Politika bir kansere benziyordu.’

Newyork’a yerleşti, ama arada sırada geri dönüyordu. Örneğin faşistler arkadaşı Garcia Lorca’yı öldürdükten ya da Nazilerin istilasından sonra. Mamafi, Kuzey Amerikalılar tarafından aranılan, sevilen, iyi ücret ödenen biriydi.

1966’da Newyork modern sanatlar müzesinde 1966’de ona bir retrospektif adadılar. Beuborg’daki bir diğer sergi için 1979’a kadar beklemesi gerekti. 3 sene sonra 1982’de Gala öldü. O zamandan sonra nerdeyse resim yapmayı bıraktı. Dali, Gala’nın mezarının olduğu Pubol’e yerleşti ve son eserlerini verdi.

Belleğin Azmi / The Persistence of Memory
Salvador Dali. 1931. Tuval üzerine yağlıboya. 24.1 x 33 cm. The Museum of Modern Arts, New York.

Bütün akımları tanıyıp; olası bütün etkilerden geçtikten, tüm çılgınlığıyla o devasa eseri ‘Babil Kulesi’ni oluşturduktan sonra; Salvador Dali sanatı boyunca uzayıp giden bir ipi farketti. Bu ip görünmez bir şekilde daha Breton’la bile değilken gerçekleştirdiği ilk sürrealist eseriyle, gerçek anlamdaki sürrealist eserlerini birbirine bağlıyordu.

Freud’un içten ve ve fanatik olarak tanımladığı, Dali’nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu. Dali hiçbir zaman taptığı esin perisi Gala’dan ayrılmadı, eve kendine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla bir ihtiyaçla ona bağlıydı.

Pubol Şatosundaki yangından kurtulduktan sonra; 23 Şubat 1989’da Figueras hastanesinde, 84 yaşında öldü. Cesedi ilaçlandı ve Figueras’daki müzesine hakim olan dev kubbenin altına gömüldü.

42. Barok, Avrupa'da yaygınlaşan sanatta bir anlatım biçimidir. Barok kelimesi, Portekizce düzensiz inci anlamına gelen barroco sözcüğünden türemiştir.

43. Michelangelo Merisi da Caravaggio, İtalyan ressamdır. Roma, Napoli, Malta ve Sicilya'da çalışmıştır. Barok sanat akımının ilk büyük sanatçısıdır. Caravaggio, ismini doğduğu kasabadan almıştır. "Michelangelo Merisi Caravaggio" gerçek ismidir.

44. Rembrandt Harmenszoon van Rijn, Hollandalı ressam ve baskı ustası. Avrupa ve Hollanda sanat tarihinin en önemli ressamlarından biridir. Hollanda'nın ticaret, bilim ve sanatta atılım yaptığı Hollanda Altın Çağında yaşamıştır. "Işığın ve gölgelerin ressamı" olarak da anılır.

45. Isaac Newton, İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı. 1687’de yayınlanan kitabı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica, klasik mekaniğin temelini atmıştır ve tarihin en önemli bilimsel kitaplarından biri olmuştur.

46. Alman edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe, 28 Ağustos 1749 tarihinde, Frankfurt Großer Hirschgraben caddesindeki bugünkü Goethe Evi'nde dünyaya gelmiştir. Babası Johann Caspar Goethe (1710 -1782), bir hukukçu olmasına rağmen, mesleğini icra etmemiş, fakat oğluna da, maddi sıkıntı çekmeden bir hayat sağlayan imkânlarıyla yaşamını sürdürmüştür.

47. Claude Monet, Fransız empresyonist ressam. Oscar-Claude Monet veya Claude Oscar Monet olarak da bilinir. İzlenimcilik terimi, Monet'nin İzlenim: Gün Doğumu adlı resminden gelmektedir. İzlenimcilik, modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci harekettir.

48. İzlenim: Gün Doğumu, Claude Monet'nin izlenimcilik akımına adını veren resmidir. İzlenim: Gün Doğumu, ilk kez 1874 yılında, Paris'teki La Salon Galerisi’nde düzenlenen ilk izlenimcilik sergisinde sergilendi. Tabloda resmedilen manzaranın genel havası sislidir. Sislerin arasından güneş ışığı etrafı aydınlatıyor.

49. Victor Vasarely, Macar asıllı Fransız ressamdır. İç içe girmiş kareler, yuvarlaklar, elipsler, yamuklar ve çokgenler ile çok renkli bir soyutlamaya ulaşarak Op Sanatı'nın en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Yapıtlarında görsel bir devinim egemendir.

50. Pisagor ya da Pythagoras, MÖ 570 - MÖ 495 yılları arasında yaşamış olan İyonyalı filozof, matematikçi ve Pisagorculuk olarak bilinen akımın kurucusudur. En iyi bilinen önermesi, kendi adıyla anılan Pisagor teoremidir. "Sayıların babası" olarak bilinir.























 





 









Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol