DİYALOG MÜZESİ

BİRLEŞTİRİCİLİK





İHSAN ARI İLE


-Merhaba İhsan Bey,

Sanatınızdan, eserlerinizden bahsetmek ister misiniz?


İHSAN ARI

Karada, kayada doğmuş deniz aşığı bir adamım. 


Boş, beyaz kâğıtların peşinde, karşısında oldum, hayatımın büyük bölümünde. Defter sayfaları. 

Tuvaller…


Bulutsuz, boş gökyüzünden yağmur beklemektir bu. Bekledim. Islanmak öyle güzel ki. Kendi yağmurunda.


Göze bağırmaz resimlerim. Ne gizli bahçede haşhaş çiçekleridir, ne de yer elmas/ıdır bir tarlada. Bence inci/r ağacıdır benimkiler. Ya da üzüm asmasıdır. Yemişinde, salkımında saklıdır söylediklerim. 


Anama yazdıım mektuptan:


Resmi ne zaman, niçin, nasıl sevmeye başladığımı hiç anlatmadım. Hiç insan sesi çıkmayan, birkaç kısrak, bir iki eşekle ya da koyunla, kuzuyla, çocuk başıma olduğum ve adına yalnızlık dediğim –şimdi olsa demem- zamanlarda geceleri Allah’ın her şeyi siyaha boyadığını düşünürdüm. Hatta güneş doğarken boyamaya başladığını, akşama doğru diğer boyalarının bittiğini, elinde kalan siyahı resminin her yerine sürdüğünü düşünürdüm. Çalıların karaltıya, karaltıların canavarlara dönüştüğü dolunay akşamlarında, gözlerimle çalıları silmeyi, gölgelerinden gözleri ve yüzleri olmayan binlerce anne boyamayı denedim. 


Uçsuz maviyi izleye izleye Allah’ın yüzünün mavi olduğuna karar verdim. 

   

Renk, resim, ressam kelimelerini duymamıştım o zamanlar. O zamanlar ve şimdi de Allah’ın gözü olan güneşin suretçi olduğuna karar vermiş ve "ah ben de suretçi olabilsem" diye dilekte bulunmuştum.


Yine anama yazdığım mektuptan.   

“Şimdi ana, bu adam sürekli okuyor, yazıyor, boyuyor diye kızma bana. Sana, neden resimlerimin su içinde bulutlara benzediğini. Neden hemen hemen hepsinin mavi olduğunu. Neden hepsinde gözleri kapalı kadınlar bulunduğunu. Neden hepsinde yıldız renginde noktalar bulunduğunu… 


Senin anlayamayacağından değil benim anlatmayı asla beceremeyeceğim için resimler yaptığımı sana, kendime, herkese açıklayabilmenin bir yolu olsa çizer, boyar, yazar mıydım?

   

İçimde yaşadığım dünya kanadıkça içim kanıyor. Canı yandıkça canım yanıyor. 

   

İçimde yaşadığım dünyanın dağları, köyleri, kentleri bombalanıyor. Ağaçları yanıyor. Çocukları parçalanıyor. İçim parçalanıyor. 


Adlarını yüksek sesle söylemeye kıyamadığım çocukların parçalanmasına nasıl katlanabilirim?


Bir çocuğun, parçalanmış bir çocuk bedenine bakarkenki sessiz çığlığına nasıl dayanabilirim?


Onca bilgisayar oyununun savaşlara, savaşların bilgisayar oyunlarına dönüştüğü cümlesini yazarken, kendime insan demenin utancını nasıl anlatabilirim? 


Her gün ölü asker, ölü baba, ölü anne, ölü çocuk, ölü doğa filmleri(!) izlemenin insaniliğini nasıl anlatabilirim?


Hiçbir özel, özgür yaşamımızın kalmadığını, hep gözetlendiğimizi kızlarıma nasıl açıklayabilirim?


Kızlarımın, benim dilimi unuttuklarını, hiçbir kır bitkisinin adını bilmediklerini ve buna hiç engel olamayışımın çaresizliğini nasıl anlatabilirim?


İçimde yaşadığım dünyada sınırların, haritaların, memleketlerin hatta insan isimlerinin bile olmadığını ama gerçeğin öfke kadar çıplak, yalın ve sert olduğunu kendime nasıl açıklayabilirim?


-Sanatın gizler, gizemleri hep merak edilir durur. Bakakalanlar da ilk önce sanatçının içinde ne var sorusuna yanıt arar kanımca. Sizde, içinizde farklı olan nedir?


Y A L N I Z L I K   !


Resim çizmeye başladığımda (çocukken) renk sözcüğünün anlamını bilmezdim. Köstebek toprakarına çöplerle çizerken de aşıktım resme. Renk sözcüğünü ilk kez  bir türkü dizesinde duyduğumda (neden rengim sararmış solmuş) anlamamış ve beniz olmalı diye düşünmüştüm.


Sonra okullarda çizip boyadığım resimlerin beğenilmesi, Almanya’daki atölye çalışmalarım, kurslar ve açtığım karma ve kişisel sergilerin her biri birer gayretlendirici oldu benim için.


Bence her sanatçı kendi kültürel genetiğini taşır. Ben de bu güzel ülkemizin zengin kültürüyle beslenip geliştim. Sırtımı yaslandığım, arkalandığım yer elbette kendi kültürümdür... 


Efsanelerimiz kültürümüzün ana dokularıdır. Sanat bu derin kültürden beslenmelidir, beslenir.


-Sanatın içine girince bütün kavramların, prizmada değişme gibi değiştiğini biliyoruz. Bahsini ettiğiniz YALNIZLIK bizim bildiğimiz yapayalnızlık değil herhalde..? Bencillik örneğini sıkça veririz burada. Sanatçı bencilliği o bildiğiniz bencillik değil deriz.


Bildiğiniz gibi bir başınalık, yalnızlık değil benimkisi: YALIN/IZLIK.


-Sanat severlere sanatçıyı daha iyi tanımaları için önerileriniz nelerdir?


Dünyayı içinde yaşamak cümlesi içime girdi gireli kitaplara neredeyse saldırıyorum. İçimde yaşadığım bu dünyada, çiçekler, çocuklar, dağlar, bulutlar, renkler, harfler, şiirler, müzikler, kadınlar, başka başka güzellikler var tabi ki… Böyle kalabilse içimin dünyası çizer, boyar, yazar mıydım? 


Can veriyor zaman. Kalem/im canıma dürtüyor. Dalını yaramamış tomurcuk. İçimin harfleri. Kendini zehirliyor.


Her şey katil. Zanlı zaman. Süt ve kandır bu memleket diyerek meydanlara çıkmak istiyorum. Üfle diyor bir aynasız. 


Sanat olmasaydı neye tutunabilirdim ki?


-İnsan duygularının genelinin öfke, korku, tiksinme, üzüntü gibi olumsuz olmasına rağmen insan denen varlığın bütün bu olumsuzluklara rağmen nasıl olupta sanat ürettiğini hep sorarız, sizce nasıl?


Yaptığım bunca resme, yazdığım onca yazıya olumsuz, iç karartıcı, mutsuz edici durumlar sokmamaya çalıştım, uğraştım. Yapmadım. Eğer bir kara mizah yazarı olsaydım içimin şişliğini, bu şişliğin beni kıvrandıran acısına, ıstırabına dayanamaz olduğumu ve kalemimi karnıma batırıp harflerimi defterime boşalttığımı yazardım.

   

Bazen şövalemle, tuvalimle, boyalarım ve defterlerimle konuşurum, bir kadının gözlerini okurcasına... Ve o hayal kadına söyleyeceklerimi sayıklarım atölyemin kuytusunda. Ve karşımdaymışçasına konuşurum onunla.


Yazmaya eğilip de yazamamak geciken doğuma benzer. Resim de öyle. Kürtaj da, kolaj da yasak. Derim.


Bakışlar ki renkleri, figürleridir gözlerin. Boş tuvallerce bakma bana. Resim yapmaya değil resim olmaya geldim. Derim.


Yaralı bakışından de’sen almaya geldim. De’sen olmaya geldim. Derim.


-Sanatçının bizzat sanatın kendi olması nasıl bir şeydir, mümkün müdür, nasıl başarılır, örnekler kimlerdir?


Çıkarsız, sınırsız, hesapsız, haritasız ve sonsuz ne olabilir diye sorsalar hemen ve irkilmeden SANAT derim.


Herkes kendi anadilinde sever. 


Herkes kendi diliyle ağlar. Çoğunu unuttum anasız çocukluk dilimin.


Benim ağlamalarım ağıtsal olmaz hiçbir resmimde. Hüznümü incelttiğim ince bir dille içime ağlarım. Bu ağlamaklı dil yine nazlı ve yumuşacık gülümsemelerle akar tuvallerime.


Yaşanan her şey yaşanacaklarınıza ve yapıtlarınıza sindirilmiş olarak geçer. Hala annemizin sütünü taşımıyor muyuz hücrelerimizde? 


Ben Anadolu’mun insanlarından, özellikle öğrencilerimden gönül temizliğini, duruluğu ve özgür düşüncenin ne olduğunu öğrendim. Daha kirlenmemişlerdi.


ARI’nım kirliliğe karşı duran bir tin çevreciliği olarak oluştu benim sanat çalışmalarımda.


Yazmak, meme teri, koyun kiri, domates ilişesi, azık heybesi, katran pisesi kokuları serpmektir harf diplerine, satır arkalarına… Koklamasan da…

Yazmak, yaşanmış hayattan yaşanacak hayata harfler serpmektir… Toparlayamasan da…


Yavşanların kokusu insanı yasadışı eyleme davetledikçe içimin memleketlerinde komünist bayrağı çeker gelincikler, yayla yala… Dağ dağ… Korksan da, korkmasan da.


Gelincikler büyüyüp, gelin olmadan doğururlar, tıpkı sen.  Ve ülkemin sarı kalpli papatya gelinleri… Kiralık duvakları… Gelinlikleri… Yolunur kaderleri… 


Yazmak, çünkü yaşamak… İçimin yeşilken derilmiş yaralı kelimeleri…


Peşine düştüm kelimelerin, renklerin… 


YALIN HALE GELMEK SANATIN KENDİSİ OLMAKTIR. ARINIP YALINLAŞABİLİR MİYİZ? Bilemiyorum.


-Disipliner olarak sanatın ekonomi, devlet, inanç, felsefe, tarih, zaman mekan, bilim gibi diğerlerinden farkları nelerdir, nasıl olupta kire, çamura, lekeye, pasa bulaşmadan hayatiyetini sürdürebilme başarısı göstermektedir?


Böyle ağır sorulara tanıma dayalı hafif yanıtlar vermek bence olanaksız. Ben de kendi sorularımı sorarak yanıtlamaya çalışacağım.


Sürekli taşıdığımız, çokça da soramadığımız sorular olarak düşünebilir miyiz sanatı?


Cevaplarını bildiğimiz sorular değil mi genelde sormayı tercih ettiklerimiz?


Varolmanın duyarlı bilinciyle, varkalma çabası olabilir mi sanat?


Bilmeseydik ölümün kaçınılmazlığını, varolur muydu sanatsal eylemler?


Her sanat yapıtı, ölümlülüğe duyulan derin öfkenin yansıması olabilir mi Tanrı’ya ya da doğaya karşı?


Sanat yapıtları, geride bıraktığımız ölü parçacıklarımız olabilir mi?


Sanat, şeyleri (acı, mutluluk, korku, kaygı, çözümsüzlük…) başka bir dile (renk, sözcük, melodi…) dönüştürme biçimi olabilir mi?


Varkalmak için, bu çözümsüzlük batağında debelenmek, gelişmiş bir bilincin işi midir yoksa bir delilik düşü müdür?


Sizce?


Okuryazarlığın olayım derdim içimden. Bir faşist devlet, bir müfettiş, bir siyah araba dayanırdı kapıma. Ceza alırdım okuduğum için. Ve yasaklanırdı okumak.


Cehaletin ve cahillerin başları hep dik kalıyor bu ülkede.  Kim biraz aydınlanmış, kim biraz aydınlatıyorsa eğiveriyorlar, büküveriyorlar boynunu. Yere bakan sokak lambalarınca mahcup…


-Daha dünkü diyaloğumuzda damıtılma süreci olarak bahsettik ve imbikten geçen sanatçının farklı bir varlığa dönüştüğünü örnekleriyle vermeye çalıştık. Çoğu vazgeçmiş; kimi tacı tahtı bırakmış kimi aklını, canını. Daha değerli bir şey bulmuşlar. Bu enerji yoğunluğunu taşımak nasıl bir şeydir, nasıl bir bedene ihtiyaç vardır?


Öyle güzel ki yaklaşımlarınız, sorularınız. 


Kendimce resim yapmaya, tuhaf tekerlemeler uydurmaya başladığımda ne sanat bilirdim ne de sanatçı. Dağlar ve yalnızlık arkadaşımdı altı, yedi yaşlarımda at çobanıyken. 


Büyük sanatçının yani Tanrı’nın doğa resimleri hem büyüler hem korkuturdu beni. Bence sanat yine tekerlemeler uydurduğum saf çocukluğa götürüyor insanı. O çocuk bir çuval altınla bir çuval oyuncaktan hangisini alır sizce?


-Yurtdışı tecrübelerinizden bahsetmek ister misiniz, kıyas mümkünse ülkemizin sanatını nasıl değerlendirirsiniz?


Özellikle Almanya’nın güneyinde, Bavyera bölgesinde öyle çok dostum, aillem, evim var dersem abartmış olmam. 


New York’ta, Sidney’de, Avrupa’nın birçok ülkesinde, Taiwan-Taipei’de çocuklarım yaşıyor gibi gelir bana. 


Taiwan-Taipei Wingrow Art Gallery internetin iletişimde sınırsızlık ve haritasızlığına çok güzel bir örnek. Resimlerime internette rastlamalarıyla başlayan, Altınoluk’ta buluşmayla devam eden, Taipei de adıma bir salon açılmasına kadar giden güzel ve heyecanlı bir süreç. Ve elbette gittikçe sıkılaşan bir DOSTLUK...


Ülkemizin sanatını nasıl değerlendirirsiniz?

Sanat ve sanat eserleri ülkelere özel değildir bence. MEVLANA RUMİ nasıl herkesinse, MARC CHAGALL da DAVİNCİ de yani bütün sanatçılar herkesindir. Büyük sanatçı TANRI'nın sanatları gibi.


-(Yukarıdaki bir önceki soru çağdaş evrensel sanata günümüzde ülke olarak Katkılarımız bakımından sorulmuştu). 


Bizim sanatımız yönetenlerle anlaşamıyor. Bu kötü gibi görünse de iyi çünkü sanat yönetenlerle anlaşamaz. Bir ülkede sanatçılar hapse atılıyorsa sanatta yönetenin iktidarına kafa tutuyor demektir. Ölüme kafa tutan sanatçı elbette dayatılan yönetenler sanatına da kafa tutacaktır.


Memuriyetle ilgili; onlar ödül alırlar. Alkışlanırlar. Para kazanırlar. Tek tiptirler. Düzenle çatışmazlar. Oysa Sanat özgün ve düzenin iktidarına kafa tutan olmalıdır. 


Yönetenler güzelliği bile formüle etmişlerdir. Memur sanatçılar dayatılan düzen formüllerine göre üretirler. Yaratamazlar onlar. Bu da sanat değil zanattır bence.


-"İnsanlığı sanat kurtaracak" sözü klişe midir, klişelerle aranız nasıldır?


Her klişeye taraf değilim ama "insanlığı sanat kurtaracak"... buna tarafım. Sanat felsefenin, bilimin, önünü açtıkça insanlığı kurtaracak. koronadan bile insanlığı sanat ve bilim kurtaracak.


-Son üç yanıtı bütünleştirmek için; sanat istismarı ile ilgili belirtmek istedikleriniz nelerdir, bu kadar kıymetli olduğu apaçık bilinen ve görülen sanatı istismarcıların elinden kurtarmak gerekiyor mu ve nasıl?


İstismarcılar sanata egemen olamazlar. Onlar var kalamazlar. Günübirlik bir şeyler üretirler.


SANAT/ÇI bunlarla uğraşmaz. SANAT, sonsuzluğun sonunu arar. 


Hepsine cevabım VAN GOGH' tur. Sanat kendi ışığıyla, geleceğin yolunu açar. Engel Tanımaz.


Ve nasıl tabii, önemli olan nasıl sorusudur her zaman.


Düzenin dayattığı sanat iktidarına kafa tutarak elbette.


-Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE


Teşekkür ederim. 

Esenlik, sevinç ve huzur dilerim.



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

359. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 11)

Sanatın "birleştiricilik ve aydınlatıcılık" temel ilkesini nasıl güçlendirebiliriz, önerileriniz nelerdir? (ArtCRITICS)

Aleyna Tuana: Bir toplumda sanat her şeyin en önüne geçmelidir... "Sanat bir toplumun şah damarını oluşturmaktadır", bu asla göz ardı edilmeyecek bir gerçektir... Burada elbette hem sanatçıya, hem de sanat severe eşit payda görev düşmektedir...

Sanatçı sanatını sunmada, sanatseverde bu sunumu kabulde cesur ve atak olmalı... Sindirilmişlik girerse sanatın içine, umutsuzluklar asla peşimizi bırakmayacaktır... Gençlere geçit verilmeli çünkü sanat daima taze kanla beslenmelidir... Onların başarılı olabileceklerine dair olumlu örnekler verilmeli, yüreklendirilmeliler...

Sanatçı, sanatını icra ederken özgür olmalı özgür bırakılmalı ki, sergilemek istediği sanata o ruhu verebilsin... Sanatta kıskaç olmamalı... "Falanlar filanlar" yer almamalı, açık ve net, verilmek istenen direkt sunulmalı topluma. Bu da ancak güzel bir ekip çalışmasıyla olur...

 
Memo Kosemen: Bence bu iş sanatı açık ve kolay anlaşılır kılarak olur... Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sanat, dışlayıcı bir "sofistike olma", ya da rahatsız edici bir "sınıf atlama" aracı.

Halbuki sanatın esas rolü büyüleyici olmaktır, insanları merak ettirmektedir. "Kavramsallık" belası bittiği zaman, sanat daha birleştirici ve aydınlatıcı olabilir

Hüseyin Şahbudak: Öncelikle samimi ve dürüst bir ortam yaratmak, işe buradan başlamak gerekir. Bu da bana çok olmazmış gibi gözüküyor.

Erkan Yazargan: Öncelikle zihinlerde var olan ve sanattan daha güçlü olduğu işlenmiş ekonomi, siyaset, egemenlik arzuları, ihtiraslar, inanç, korku ve diğer insani negatif zihinsel işleyişlerin yerini sanatın gücü almalıdır.

Bu ortak paydada birleşebilen sanat sever ve sanatçı kişilikler daha sonrasında zihinlerinde parlayan o muhteşem kıvılcımları gizlemeden, alabildiğine açıklıkla, anlaşılır, evrensele hitâp edecek biçimde, esnek planlamalarla sunmalı, paylaşmalıdırlar. Paylaşım esnasında ve sonrasında beğeni beklenmemeli o kıvılcım veya çekirdeğin harekete geçmesi gözlenmelidir.

Daha sonrasında herkes kendi kapasitesi ve çevre koşullarına uygun süreç / süreçler geliştirmeli ve en özde / tepede zaten var olan sanat sistemine eklemlenmelidir. Değer tespit, oluşum veya yaygınlaşmalarında %50 gibi olumsuzlukları zaten kabul ederek varolanın daha parlak, temiz, saf, arı - duru canlılığını sürdürmesine olanaklar sağlanmalıdır. Her sistemde olduğu gibi bu sistemin de en önemli parçası denetim makanizması / mekanizmalarıdır. Denetçiler bilinmemeli gözlemciler ve katılımcılar bulundukları yer itibariyle başkalarının işine karışmadan işlerini yapmalıdırlar.

En tepedeki yönetim mekanizması gerektiğinde acımasız, anlık tepkilerle sistemlerini sürekli yenilemeli aksaklıkları giderirken zararlıları sürekli ayıklamalıdırlar.

Gençlerin önü açılmalı, cesaretlendirilmeli, ara ara da uyarılmalıdırlar.

Her sistem kurucu kendisinden sonra sisteminin nasıl işleyeceğini merak eder dolayısıyla ölmeden önce olup bitenleri / olup bitecekleri görmek ayrı bir sanattır.

Barış Tetik
: Din ve siyaset karıştırmayarak

Ertuğrul Erdoğan
:: İnsanlarımız fazlasıyla siyasetin çıkmazına sürüklendi. Onları kurtarmanın yolu önce ekonomik ferahlıktan gelir. Evlerine kapatılan insanlar TV'lerin absürdlüğüne mahkum edildi.

Sanat önce evlerde daha sonra okullarda "özverili veli ve öğretmenlerin" çabalarıyla olacak bir uğraş. Büyük holdingler de buna mali ve yer açısından destek vermelidir. Ne bileyim hiç tiyatro ve sinema görmeyenlere sponsor olmalıdırlar. Önce iktidarlar sanatı siyasetleştirmeden sanatı ve sanatçıları desteklenmelidir.

Çok sesli sanat, ülkeleri medeniyete taşır. Sanatçılar korkmadan sanatını her şartlarda sanat severlere ulaştırmalıdır.

Yazılacak çok şey var.

Selda Onder: Sanatci hicbir izm' in esiri olmamali. Toplumu kucakliyici olmali ama kendi dusuncelerini yansittigi eserini sunarken hicbir kaygi tasimamali.tamamen ozgur fikirlerle uretmeli.kaygilarla dolu bir sanatin varligindan ve birlestiriciliginden sozedilemez. Sanat sanat icin olmalı.

Sanatçı farklı çevreye, zumreye, kişiye göre sanat icra ederse bu sanat olmaktan çıkar düşüncesindeyim.

Ferda Küçükçavdar: Sanatçılar daha entelektüel bir seviyeye cekilebilirlerse belki. Ama bu maalesef çok zor diye düşünüyorum.

Nur Dogan Sonbahar: Bu mesaj bana iki gün önce whatsapptan gönderildi... Maalesef Türkiye'de Sanat can çekişiyor!!!

KOPYALAYIP YAPIŞTIRIN LÜTFEN! Arkadaşlar merhaba, Aşağıda yer alan metni mümkün olduğunca çok yere ulaştırmayı hedefliyoruz. Lütfen listenizdeki herkese yollar mısınız? Sevgiler ve teşekkürler. Değerli Basın Mensupları; Hükümetin başta Devlet Opera ve Balesi ,Devlet Tiyatroları, Devlet Senfoni Orkestraları, Devlet Halk Dansları Topluluğu, Devlet çok Sesli Korosu olmak üzere toplam 52 sanat kurumunun kapatılmasını öngören yasa tasarısı bizim ve çocuklarımızın geleceğini yok ediyor. Bizler Cumhuriyet'in kültür-sanat kurumlarının kapatılmasına sonuna kadar karşıyız. Yapılması planlanan model baskıcı ve gerici bir modeldir ve sanatın özgürlüğünü elinden almaktadır. Bunun yanı sıra Eğitim fakülteleri, güzel sanatlar liseleri, konservatuvarlar da topun ucunda. Türkiye'de sanatın ölüm fermanı olan 52 sayfalık yasa tasarısı mecliste yarın, öbür gün onaylanabilir. Cumhuriyet'in çağdaş sanat kurumları tek tek yok ediliyor. Esasında hepimizin bildiği gibi asıl yok edilmek istenen laik Cumhuriyetimizdir.

Cabbar Kaygısız: Uzun yıllardan beri DT (devlet tiyatrolarının) kapatılması, özerkleştirilmesi, özelleştirilmesini savunanlardan birisiyim ve bu ve benzeri direnişlerin sanata yarar değil zarar verdiği inancına sahibim cünkü bana / bize göre memurdan sanatçı olmaz.

Ne dersiniz?

Nur Dogan Sonbahar
: Bu konuda size hak veriyorum. Üretmeyen, paylaşmayan bildiğim, tanıdığım birçok bankamatik sanatçısı var. Ancak yıllarını sanata vermiş o sahnelerin tozunu attırmış ancak hala ayakta durmaya çalışan sanat emekçisi arkadaşlarım da var.

Devlet ya da sponsorlar yardım etmediği sürece kaliteli ve özgün ve gişe endişesi taşımayan sanat eserleri sahneye konamaz. Devlet bu silahını kullanarak sadece kendi yandaş tiyatro sahiplerini ve sanatçılara destek olabilir ama özerk bir DOB ve DT olsa o zaman büyük prodüksiyonların da üretilme şansı doğar ve o zaman gerçek emekçiler de kendilerine sahnelerde daha çok yer bulur.

TC Başak L. Seyhan
: Daha yoğun ve küçük bölgelere kadar yayılmış lokal workshoplar ile sanatçı izleyici buluşması, görselleri, eserin yapılış aşamalarının izlenmesi ve sanatçı ile soru, sohbet v.b. etkileşime geçmenin etkili olacağını düşünüyorum.

Bunun için belediyeler işbirliğine ne kadar yanaşır bilemem fakat belediyelerin kültür sanatla ilgili birimlerinin desteği, yer tahsisi ve halka ücretsiz ya da düşük ücretle katılım, tanıtım, belli merkezi noktalarda video sunum v.s. olabilir. Çünkü topluma en fazla içli dışlı hizmet veren ve hoşumuza gitsin gitmesin toplumca seçilen ve destekleri için o kanal üzerinden geri dönüt kültürel etkinlik aldığında zihinsel açıdan onaya çok daha yakın bir düşünsel hazır oluşla sanatçı toplum buluşmaları sağlanabilir.

Bu da birleştiricilik ve devamında sanatın aydınlatıcı yönüne belki toplumun geniş kesimlerinin aşina olmayıp yadırgayabileceği noktalarda bile daha kolay kabül ve kültürel alış-veriş ile aydınlanmaya katkıyı sağlayabilir.

Tevfik Yener: BİLMEYENLERE ANLATARAK.

Harun Gencer: Sanatın birleştiricilik ve aydınlatıcılık gibi ilkelerine ilk önce temel eğitimini sanat ve sanatla almış insanların saygı göstermeleri gerekiyor.

Bugün bir resim sergisinde sayılı bir kaç isim dışında farklı disiplinlerden pek az sanatçı görebiliyorsunuz. Mimar, kompozitör, sinemacı, fotoğrafçı, tiyatrocu, şair, yazar, hatta heykeltraşlar bile göremediğimiz gibi onların aktivitelerinde de ressamlar olmuyor.

Oysa Antik Yunan'dan rönesansa sanat, bir çok disiplinlerin görüşlerini paylaştıkları veya tartıştıkları, felsefecilerin de buradan ilham alarak politik kavramlar ürettikleri bir alan değil midir?

En basitinden benim okuduğum İngiltere'de ki sanat okulunda abstre işler yapan ressamın bir tablosu tartışma öncesi bilhassa ters asılır ve gelen tepkilerden çıkan motivasyonlarla farklı disiplinlerden genç öğrencilerin iletişime geçmeleri hedeflenirdi.

Bizde ise tuhaf bir snobizmle karışık eleştiri kabul etmeme ve hatta red ederek düşünceleri önleyici tavırlar alma söz konusu olabiliyor. Oysa sanatçının tartışma ortamını bir şekilde motive ederek, inovasyona yol açabilmesi lazım ki "olay" hem daha heyecanlı olsun hem de işler salt müzelik ve sergilikten çıkarak fonksiyonellik kazansın. Tabii sanat adına.

Saygılarımla. HG


 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol