DİYALOG MÜZESİ

SANAT VE



 

NAYAD BAL İLE

SAFLIK


Sanata bakış kişiden kişiye göre değişir. Cevabım ise bana göredir ve sanat az ile çok şey anlatmaktır. Dolayısıyla yanıt da az ve öz olmalıdır. Sanat SEVGİDİR. SEVGİ BİRLEŞTİR. 


Bu dualiye dünyasında sanat birleştirir de böler de. Çoğu akım bir önceki akıma cevaben ortaya çıkmıştır. Yani bir nevi bölmüştür. Çoğu akım da kendi içinde hemfikir olanları birleştirmiştir. Bu sanatın her dalında böyledir. Sanat süreklilik ister, çabuk sıkılır, yorulur, yenilenmek ister. Özgün olmak ister. 


Sanat bir şey söylemek ister. Her kulak her kalp duymaz. Sanatın birleştiği yer devrim yaratmasıdır. Bireysel devrim, sanatçının ortaya çıkardığı eser karşısında kendi nefesinin kesildiği devrimdir. Bazen sanatçı bile bakakalır kendi eserine. Yola çıkmadan bilmez, bazen de bilir ve beklemediği bir sonuçla karşılaşır.


Toplumsal devrim aynı gönülde birleşen sanatçıların ortak akım eserlerinde meydana çıkmıştır, dönemini yansıtır. Aynı gotik mimari dönemi ile rönesans mimarisinin kendilerini dönemsel olarak belli etmesi gibi.


Sanat nefestir. Nefes alma biçimidir. Sanatçı sanatını yapmadan eksik ve paniktedir. 


Kuluçka dönemi karın ağrısıdır, başlayana kadar. Başlar ve bitirir. Bazen de bitiremez yarım kalır ama eylem sanatçıyı rahatlatır. Eylem, her zaman ölü sessizlikten iyidir. Sanat eylemseldir. Eylemdir. 


Seyir edenler, aynı duygu altındalar ise birleşirler. Ayrı duygu altındalarsa bölüşürler. Burda sanat subjektiftir. Sen sanatını ortaya koyarsın kendi frekansındaki insanları çekersin. Birleşirsin. Başkası sanatını ortaya koyar, o da kendi frekansındakileri çağırır ve o alanda birleşir. Şu durumda birleştiricilik veya bölücülük tartışılmaz gerçeğin iki ayrı yönüdür.


Sanat ben kimim sorusunun cevabıdır. “Who am I“ dediğinde “I“ ı tanımlar. O hakiki “I“ ı bulana kadar uğraşırsın. Kendi yolculuğundur. Karanlık ve aydınlıklarının keşfidir. “I“ dönem dönem değişir. Aynı Picasso'nun mavi dönemi, kübik dönemi gibi.


Sanat kişinin kendine meydan okumasıdır. Sanat putlarını yıkıp, halatlarını koparıp, deryaya karışman, özgürleşmendir. Çok ciddi bir iştir. O kadar ciddidir ki aynı bir cerrahın incecik aletiyle bedeninden habisini sıfır hatayla çıkarması gibidir. Sanatını seyredenler onda kendilerini bulurlar ve seninle özgürleşirler. Kendi içindeki habisini çıkarıp kendi ameliyatını yapana sanatçı denir. Cesaret ve maskesizlik gerekir.


-Kendinizden ve sanatınızdan bahsetmek ister misiniz?


Dedem Nubar Bayvertyan opera sanatçısıydı. Atatür Kültür Merkezi ilk tenorlarından. Dayılarım da Bariton. Viyana'da yaşıyorlar. Oradaki Devlet Opera ve Balesinde opera sanatçısı her ikisi de. 


Annemin sesi güzeldi. Sopranoydu. Dedem operacı olmasına izin vermemiş. Ailemiz müzisyen, babam Sivaslı aşıklardan. Ozan.


Genetikte var. Ermeni asıllı da olunca, biliyorsunuz bizim işimiz sanat ve zanaat. Ticaretten anlamayız .

Ben mimar oldum. İTÜ mezunuyum. Seramik ve takı tasarımıyla ilgilendim. Dönemlerim oldu her sanatçı gibi. Seramik yaparken uzun bacaklı içe dönük kadın heykelleri yapıyordum. Kendimi yansıtıyordum. Acılıydı kadınlar. Resimlerimde de acı vardı. Sonra değişti. Yaşadıklarımla beraber yansıttıklarım da değişti. 


Takı tasarımları yapmaya başladım. Takılarım dinamik, modern ümit dolu. Takana şifa, yapana şifa oldu. İyi hissetme alanına yöneldim. İyileşme alanına. Şifaya, ümide, sevgiye. On iki sene Hindistan seyahatlerim oldu. Yaşamı, kendimi varoluşu sorguladım tabi. Yaratıcıyla olan bağımızı. Yansımamızı, amacımızı. Kendimi gerçekleştirmeye odaklandım. 


Hangi tarafta olmalıydım? Pozitife yöneldim. Negatifi reddetmeden, kabulde ama pozitife odaklanarak. Kelimelerin ve düş kurmanın gücünü keşfettim. Sanat büyülüdür. Seyredeni etkilersiniz. Pozitif veya negatif. İnsanı kendisiyle buluşturursunuz. Ben pozitif buluşmalarla ilgileniyorum.


-Farkınız açıkça ortada. Kutlarım. Öncelikle bir kadın olarak bu denli güçlü kültür kökleri ve gezilerden sonra evrensel sanat için altını çizmek istedikleriniz nelerdir?


İyi olma. İyi hissetirme. İyiyi salık verme. GİK dediğim kuram: Güzellik, iyilik, kolaylık. Fırsat eşitliği. Motivasyon. Ümit. Saygı çerçevesinde özgürce kendini gerçekleştirme hali olsun. Dünyamızın geçtiği bu süreçte, aydınlık ve karanlığın daha belirgin ayrıştığı kutuplarda iyi olma hali ile varolunmasını ümit ediyorum.


Sabah uyandığınızda ilk düşünceniz, gününüz genelini etkiler. Orkestra şefinin ilk hamlesidir o. La' dan mı Do' dan mı başlayalım? Hepsi güzeldir elbette ama insana faydaya odaklanmalıyız. Ölürken 3 soru soracaklar:


Güzel sevdin mi?

Kendini gerçekleştirdin mi?

Hizmet ettin mi?


İçiniz rahatsa iyi. Bu üç soruyu her an kendimize sorup, sorumluluğunu alıp, o şekilde mesaj vermenin önemli olduğunu düşünüyorum.


Her sanatçı kendi bacağından asılır. Beni böyle assınlar.


Bu farkındalıkla sanat eserleri üretilmeli diye düşünüyorum. Her alanda.


-Sizi evrenselde etkileyen ve takip etmezseniz eksik kaldığınızı hissettiğiniz sanatçılar kimlerdir, neden? İsim istiyorum. Sorun değil. Mahkeme masraflarını karşılarız


İçsesim.

Hepsine saygı duyuyorum - ama “izm“ lerden etkilenmiyorum. Israr edecek olursanız, mimari alanda Japon mimar Tadao Ando. Zaha Hadid. Resimde Modigliani. Müzikte Beethoven, Soad, 

Edebiyatta Herman Hesse, Papaji. Insan olarak Gandhi. Tabii Ermeni müzisyenlerden Udi Hrant, Bimen Sen, tiyatroculardan Satenik. Ressamlardan Ayvasovski. Edebiyatçılardan Baruyr Sevag. Ama en önemlisi iç sesim.


-Tıkandığımız zaman genellikle şöyle bir şey oluyor: Okulda veya çevremizden, arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz bilgi kırıntılarını ezber haznemizden çıkarıp, hazırcevap yapıştırmak istiyoruz. Oysa sanat gibi yaratımın zirvesindeki bir alanda hareket ederken daha rahat, alabildiğine serbest, üretken, spontane, doğal, içten, sizin deyiminizle pozitif olmamız gerekmiyor mu?


Baskıları bırakın! Kabulde doğal, spontane, barışık, şefkatli, zarif, latif, gönülden sanat yapın. Önce şefkat kendine… 


-Baskı değil rahatlatma çabası. 


Yoganın ilk kuralı AHİMSA (şiddetsizlik) dır. 

Kendinize şiddet etmeyin. 


-Biz bizeyiz burada. 

Siz de bana sorun bakın ne doğal şeyler anlatırım size. 


:) 

Rolleri mi değiştik! Yaşam nedir? Sanat diyorlar. Yaşama sanatı hakkındaki görüşleriniz nedir? Yaşam sanatıyla ezberci sanat anlayışını karşılaştırmanız mümkün müdür? Sanatta başarı nedir?


Şimdilik benden bu kadar. Tokat yaprağıyla yaptığım dolma üzerine dökmek için yoğurt almaya gidiyorum.


-Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.


Yaşam sorusunu bana sormakta iyi ettiniz çünkü çocukluğumdan beri o kadar meraklıyım ki yaşantım boyunca hiç kimsenin kolay kolay deneyimleyemeyeceği şeyleri tattım, tadına baktım, yaşadım, ders aldım, ders almaya devam ediyorum. İlgili bir şiirim vardı yıllar önce yazılmış: Baba Bu Ne. Burada kısaca oğlumun bana sorduğu ilk sorulardan başlayarak "bu ne" sorularının cevabını veriyor fakat en sonunda "ben de sorardım babama, o da anlatırdı bana ama yaşadım o'lum" diyordum yani ne kadar bilirsen bil yaşamadıkça hiçbir şey bilmiyor gibisindir. Pekiyi, yaşamak nasıl bir şey derseniz işte o merakla başlıyor. Tüm olumsuzluklara rağmen merak etmek ve merağı korumak, kaybetmemek. Cesur olmak. Sürekli araştırma ve deneyimlemeyi öne çıkarmak, uyanıklık. Ne ister insan? Para. Çok param oldu. Bir insanın isteyebileceği her şeye sahiptim. Ama bir an geldi ve hepsini bir anda kaybettim. Sonra yalnız kaldım. On seneden fazla. Herkes benden ümidini kesti. Artık bundan adam olmaz, tümüyle kendini kaybetti dediler. Koskoca evrende boşluktan ibarettim. Başka hiç bir şey yoktu. Ne duyan, ne konuşan, ne anlayan hiç kimse... İçimdeki enerji tümüyle tükendi. Bir an balkonda bir uğur böceği ile kendime geldim. Bahardı. Çok güzel temiz bir hava vardı. Yeniden canlanmaya başladığımı hissettim. Hoşuma gitti. Komik ve eğlenceliydi her şey. Sürekli gıdıklanma hissi gibi bir şey sürekli tebessüm ettiriyordu. Bütün bunların mistik, uyduruk, saçma sapan dini inançlara veya kişisel gelişim zırvalarıyla uzaktan yakından bir alakası yoktu. Sadece bana has, benim keşiflerimdi. Kimseye böyle yapın diyemeyeceğim incelşkte ve özel şeyler. Diğeri sahtekarlıktan başka bir şey değil. En büyüğünden en küçüğüne kadar tüm peygamberlerin zordeli şizofren olduklarını çok iyi biliyorum. Onlar bencildir. İsa da, Musa da, Muhammet de aşırı bencil insanlardı. "Ben olmasaydım alemler yaratılmadı" diyen biri sadece bencildir. O bencillikler dünyamızı yakıp kavırdu. Yakmaya da devam ediyor. İşte sanat budur. Gerçeği en berrak, alabildiğine saf ve anlaşılır yaşayıp aktarmaktır sanat.





MİNE BOZOĞLU

ELLİ İKİNCİ DİYALOG
(SAHNENİN GÜCÜ ÜZERİNE)

Merhaba Mine,

 

Merhaba

Vaktin var mı?

 

Sahne sanatları üzerine konuşalım biraz, ne dersin, gününüz iyidir umarım Mine?

 

Valla yoğun başladı, çocuklarda olunca...

Kolaylık diliyorum.


Tşk ederim.

Sahne üzerine birşeyler yazışmaya ne dersin?
Çok kısa en fazla on dakikanı alırım.

 

Buyurun!

Tabiki

Sahnede kendinizi nasıl hissedersiniz?

 

İyi ve güçlü.

Herkes sizi izliyor izlenimi yorucu mudur? Gözlerin üzerinizde olması filan...

 

Pardon telefon geldi, özür...

ok


Geldim kusura bakmayın!

Rica ederim!

 

Bence yorucu değil çünkü sahnede çok rahatım. Espriliyimdir ve çenem düşüktür. Diyalogum da iyidir.

"Gözleriyle yiyip bitirdiler" türü rahatsız edici durumlarda ne yaparsınız?
Kendinizi nasıl korursunuz?


Şu ana kadar olmadı. Olsa da kör bakan gözlerle baktığım için ve genellikle "aile" tarzım olduğu için...

Sahnede amacınız nedir?


İnsanları eğlendirmek ve dinlendirmektir amacım, başka birşey de olamaz sanırım... Varsa da bilemem.

Elbette sizin açınızdan soruyorum. Ne tür bir sanat sizin uyguladığınız?


Solistim. Sahne programı yapıyorum.

Müziğinizin hangi türü?

 

Popüler fantazi.

 

Kendi CD' nizi çıkardınız mı?

 

Hayır.

Düşündünüz mü, şimdiye kadar?


Çok

Neden olmadı?

 

İmkanlar tabiki...

Umarım dileğiniz gerçekleşir.

 


 

376. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 20)

Sanat ve ateş, hava, su, ışık, enerji teşbih (benzetme)' lerinde hangini kendinize daha yakın hissedersiniz, neden? (ArtCRITICS)

Semah Tuğsel: Sanat ve ateş bence aynı değerde...
 
Artı enerji bana yakın. Sanat + ateş = enerji zaten. Sanat da resim, müzik... bence tüm disiplinler -özellikle de tiyatro direkt bedenle yapıldığı için, hepsi vücut da adrenalini çoğaltır dolayısıyla enerjiyi... Ölüm anında biliyorsunuz adrenalin iğnesi son çaredir ve de ateştir.

Bizim işimizde adrenalin normal seviyesine zor iner, oyundan sonra o yüzden sakinleşmek için dozunda içki işe yarar yoksa ölümcül yorgunsanız bile uyuyamazsınız.
Kubilay Aktulum: Işık ve enerji. Yerine göre ateş, su... Bachelard aklıma geldi.

Sukru Mehmet Omur
: Sanatçı gözü ile bakıp düşündüğümde sanatla enerjiyi birleştirmeyi yeğlerim. Yaratmanın kaynağında enerjinin varlığına inanıyorum.

Fotoğrafçı olarak baktığımda ise ışık tabii ki...

Saime Uyar: Hava, su, ateş...

Siret Uyanık
: Ateşin diğer elementleri aydınlatan ve ısıtan bir element olduğunu varsaydığımızda sanatla özdeşleştirildiğinde insan yaşamındaki yeri insanın ruh dünyasını ışıklandıran ve aydınlatan bir ögedir.

Ateş ışıktır, enerjidir. Sanat estetik dünyanın havası ve suyudur. İnsanın duygu dünyasını zenginleştiren kişiyi maddeden alıp düşünsel dünyanın ufkuna sürükler.

Sanat ışıklı bir yoldur, benim içinse ışığa yolculuktur.
Reva Kabael: Işık: Işık benim yaşam kaynağımdır. Işığa yakınlaştıkça sevgiyle dolarım.

Işık sevgidir. Işık aşktır. Işık sonsuzluktur.
Serap Yenici: Sanat ve ateş çünkü onu yapıyorum, sanatla ateş yakıyorum. Şarkılarıyla küllenmiş sayfaları ateşliyorum.

Nuray Özyalçın
: Tek başına biri öne çıkan kelime değil bence birbirini tamamlıyorlar tek bir tane seçilmesi gerekirse bana en yakın olanı hava, hava varsa yaşam da vardır diye düşündüm.

Gülseren Sönmez
: Hepsi benim için gerekli. Neden birimi tercih edeyim.

Yalçın Polat: Sanat ve ateş. Sanatta; ateş, su ... mu demek istediniz?

Ben küçük atölyesinde çekiç sallayan, cama üfleyen, ateşi körükleyen, suyla demiri sertleştiren, enerjimle ışık saçan, sonsuzluğu birgün zanneden yalnız bir ustayım.

Saydığınız teşbih vasıflarını sadece eserlerim taşır. Eser, tamamen ustanın kattıklarından meydana gelir. Yoksa adı eser olmaz. Kimi su gibidir... Kimi ateş... Kimi enerji verir, kimi alır... Kimi sanatsaldır, kimi anarşist, kimi havanızı değiştirir, kimi suyunuzu. ..

Creative directorüm, söz yazarı ve besteciyim, ressam ve şairim, senaryo yazarıyım, heykel ve değişik sanat dallarında denemelerim vardır. Neticede dosttumdur herkes.

Evet, sanatçı politikadan uzak kalamaz, halkın bakmadığı göremediği detayları ve tehlikeleri görür, ses çıkarır, ansızın uyandırır, en azından çekindirir, arsızı utandırır. Ben o yüzden sadece birini yapıyorum, 32 yaşına kadar ben de o işsiz gençlerdendim. Öğretmen atanamadık, senaryolarımı resmen çaldılar, şarkılarımı sahiplendiler v.s.

Para olunca hepsini rahatlıktan yaparsınız... Neticede Türkler kombine yetenekli bir halk topluluğudur.

Süheyla Akman
: Bana en yakın hava, su, ışık ,enerji, ateş zaten enerjide var . Resimlerim de bunları hissederek çalışıyorum .
Gülgökçe Korkmaz: Sanat ve su teşbihi bana göre daha benzerlik uyandırıyor. Sanat, su gibi berrak , akışkan ve yoğun olmalı...

Su , evrensellik ve sonsuzluğu çağrıştırıyor. Benim için sanat günden güne su kadar ihtiyaç halini alıyor. Doğru yerlerde ve doğru şekilde icra edebilme şansımız her zaman olamasa bile Sanatsal bir düşünce yapısına engel değil.

Su ile benzeşmesi siyaset, ticaret politaka ve kurumsal mertebelere göre daha şeffaf daha insan ihtiyaçlarına dair ve daha saflık, temizlik çağrışımı yapıyor.

Fatoş Mazhar
: Aşk. Açılımı çok geniş ama benim için tutku, sevinç, hüzün gibi bir çok duyguyu içinde barındırıyor -yada bana o hissi verdiği içindir bilemiyorum, benim için aşk. Her zaman bir heyecan, bir tutku, arada stres, üzüntü... yeni baslayacağınız resimde iç kıpırtısı yani bir çok duyguyu yaşıyorsunuz.

Takipçilerimle fikir olarak ayrılıklara düşebilsekte genel olarak olumlu tepkiler alıyorum.

Aynur Başgök
: Enerji. Aaa, bir de neden demissiniz; "yasam nefesi" diyelim.

Ben 51 yaşıma yeni girdim ve 30 senedir sinema - TV sektöründeyim.

Tomur Atagok
: Hava! Sanat da hava almak gibi, sanat yaparken nefes alıp vererek yaşama devam ederiz...

Deniz Donmez
: Pardon bir şey sormak istiyorum, "gönderilerinizin altındaki yorumları göremiyorum, sadece sizin verdiğiniz cevaplar gözüküyor, neden acaba?

Tartışmaya katılmak istemiyorlar genellikle ve etiketliyorum sadece.

Erkan Yazargan
: Günaydın canım Kabi, bu sabah bir türkü dinledim halâ zihnimde dolaşıp duruyor:

Çok güzeller kandırdım
Sancak saçlı Fadimem
Bir oyalı yazma ile...

İtiraf mıdır, ilân mıdır, çaresizlik midir, sızı mıdır, ağrı mıdır, kıvranma mıdır nedir veya tümünden başka bir şey midir? Örneğin bugün ateşi hafiften sönmüş yine de ısıtan bir benzetme benim için sanat, dün başka bir şeydi, ondan önceki gün başka bir şey hatta şey olmayan bir şey.

Geçen gün yine bir hanfendi akademisyemizle takıştık sırf buna benzer bir konu yüzünden "Çimento Sanat Lisesi" diye bir serginin tanıtımı vardı ve kendisine şunu dedik: "Sanatı kurban edemezsiniz ancak kendinizi kandırırsınız".

Sevgi ile ve bol bol türkülü günler...

Rabia Aydoğan: Aslında zor bir soru... Üzerinde biraz düşünmemi gerektirdi. Fakat sanırım cevabım ateşten yana olacak.

İçimdeki bastırılamaz sanat heyecanını en kuvvetli yansıtan o çünkü. Fırçayı elime almadan önce, ne cizecegimi düşünürken, çizime başladığımda ve bitirdigimde neredeyse her an icimde kor gibi bir coşku oluyor. Çoğu zaman vücut ısım yükseliyor. Sinirli bir ruh haline girdiğim anları da en iyi ateşle ifade edebilirim.

Fırçayı bıraktığımda su hava ışık hepsi icime dolusuyor ama o ana kadar ateşten bir sanat kavuruyor içimi. Genel olarak çalışmalarımla ilgili yorumlar alıyorum ve bunların hemen hemen hepsi olumlu tepkiler oluyor. aslında bu bir bakıma düşündürücü... bir çalışmayı herkesin beğenmesi mümkünatı çok zor bir olay sonuçta olumsuz tepki aldığım tek nokta sanırım fiyat noktasında oluyor. ben de bu kutuplardaki eleştirileri değerlendirdiğimde takipçi kitlemi estetik analiz bakımından gözden geçirmek mecburiyetinde kalıyorum. Keza benim çalışmalarım ne herkesin beğenebileceği kadar mükemmel ne de baskı resim fiyatına satılacak kadar düşük değil kanaatindeyim.

Zeynep Yalçın: Sanat ve ateş. İçimden geldi, yakın hissettim.

Semiha Güneş
: Ateş hariç hepsi.

Sanat kendimi iyi hissetmemi, hava ve su yaşamdaki etkenlerden en önemli iki maddeyi... ışık, bazan iç dünyamdaki yolculuğumda dinginliği, gücü, yaratıclı, düşünsel ve düşsel yolculuğu vb..etkenlerden dolayı..

Ateş bana şiddeti ve ucta olan kavramları cagrıştırıyor..Tehlıkeli buluyorum yani. Ateş yerine güneş gibi kavramlar degerlendirilseydi ben de çoğunluğa katılırdım.

Yarıdan fazlasının "ateş" demesi aslında çok az bir fark. Bence çoğu karar verememiş veya kavramsal karışılıklık yaşamış.

Klişeleşmiş yani bilinen kavramlar olunca düşünsel değil de duygusal davranışlarla verilen yanıtlar, kolayına kaçma gibi davranışlar olabiliyor.

YAŞAM, BİREY, SARTRE

YAKUP KUYUCU İLE


-Merhaba,

Sizce yaşamak nedir, detaylı yanıtlar mısınız?

DİYALOG SANAT


Yaşamak bu dünyaya fırlatılmışlık. Ponty’nin (1) bakışıyla bir zaman, mekân ve nesne feneomolojisiyle kendi bedeninde sürekli şimdide olmak.  Salt bilinç. Sürekli şimdi de olmanın bilinci. Ölümü bilmiyoruz. Doğumu da. Yaşamak nedir diye, bir ölüye soramıyoruz. Dünyada olmanın , dünyaya fırlatılmış olmanın içinde olan her şey,  bütün zaaflarımızla, insani duygularımızla. Adları olmayan sözcüklerle. Zamana sıkışmış adları olan ya da olmayan sözcüklerimizle. 

Çok yakın bir dostumu kaybettim birkaç gün önce.  Anıları hep şimdi de yaşıyor. Yaşamak hatırlamak belki de. Fizyolojik olarak bir gövde olarak onunla artık olamayacağım.  Ölümsüzlüğü bedenlerini mumyalayarak arayan Mısırlılar gibi ya da ölümsüzlüğü arayan bir ölümlü olan insan Gılgamış’ın bulduğu şey bu dünyada olmaktı. Ölümsüzlüğe savaş açmak değildi. Ama bedenimiz bu dünyayı terk etmiyor sadece dönüşüyor. Yolda olmanın,  kendine dönmenin yolculuğu bu. Simurg’u arayan kuşların yolda olmalarının hikayesi yaşamak sonunda kendilerine varıyorlar aynada kendi özlerini görüyorlardı. Simurg kendileriydi. İnsan kendisi olabilir mi kendi olmanın dinginliğinde huzur bulabilir mi? Bu dinginlikle başka insanların benliklerine dokunabiliyoruz, o insanlarla gerçekten yaşama katılabiliyoruz belki de. 

Arzuların hırsların saplantıların kötülüklerin olduğu bir dünyada  kendi olmanın bilincine, deltasına varmış bir akışkan ırmağın o büyük denize  kavuşması mı? 

Bütün insanı zaaflarımla bu denize ulaşmaktan çok yolda kendime varırken kendimi başkalarında da görebilmeyi  tasavvur ediyorum. Bu sevgi, aşk… umut hangi sözcükse bu sözcüklerin bir anlamı olmalı. Bu bir soruya cevap değil, ve soru değil,  şu an içinde olduğum hal. 

-Detaylı yanıtlarsanız seviniriz: Sizce birey nedir?

Cevabı olmayan. Belki yaşam içinde kendi kendine verilebilen ya da farkına varılan olgusallıklar. Kendimizi başka insanlarla olan ilişkilerimizde, bakışlarımızda, düzenlerde, dengelerde varedebiliyoruz ancak. Toplumsal normlar o kadar değişken ki. Kültürden  kültüre, zamandan zamana, tarihten tarihe, coğrafyadan coğrafyaya. Bu normlarda, yaşayan normlarda denge kurabilmektir bireyin klasik cevabı. Ama bu normlar ne ifade eder. Her şey süzülmüş ve kristalize edilmiş midir hayır. Belli bir toplumsallığın içinde yaşıyoruz.  Günümüzde hem bireyciliğin hem de yalnızlığın gövdemize çarptığı koskoca bir muğlaklığın içindeyiz. Birey olmak için önce kendimize olan yaşamsal tanıklığımızda bir doyuma ve dengeye ulaşmamız gerekmez mi? Bu dengenin bilincinde olmasak bile varolmakla bu dünyaya doğmakla başlar bireyselliğimiz. Aile toplumsallık önce kucaklar bizi. Ama kendimizi keşfedip kendi kozmozumuza ulaşmamız bir ömür alır ve bu yolculuğun sonu yok gibidir ölüme kadar. İnsan kendini nasıl tanıyabilir. Bilebilir. Kendini bilmek tanımak nedir? Doğal olabilmektir her türlü insani zaafını, karanlıklarını, aydınlıklarını keşfederek. Kendindeki ışığı ancak kendini bularak ortaya çıkabilir insan.  Bu bize belki toplumsal bir mirasmış gibi gelebilir ama bunun da ötesinde bir şeydir birey olmak. 

Kendi olmanın,  var olmanın bilinci. Bu varoluşta ki insani denge. 

Çok zor sorular yaşam ölüm birey olmak. Yaşamlarımızda kendi içimizde gizli. Kristalize olabilmek. 

-Sorular neden zor olsun ki yoksa biz mi zorlaştırıyoruz bu kadar basit, gözümüzün önünde duran, zaten var olan; yaşam gibi, birey gibi, ölüm gibi şeyleri anlamak neden zordur veya birilerine zor geliyor?


Cevap verme nezaketiniz için teşekkür ederim. Yaşam ve birey olmayı kendi içimde çözümlemeye çalıştığım belki bunun içinde olduğum için yaşam yada birey olma olgusunun içinde olmak zor. Bu zorluk benim kendime olan sorularım, cevabım. Yaşadığım için zaten bunun içindeyim. Bunun bir soru yada cevap olmasının zorluğu değil. Yaşıyoruz çünkü… 


-Bu soruları sorduk ve genellikle yanıtsız kaldı hatta beş kitabı olan bir arkadaşım "inan, şimdiye kadar hiç düşünmedim" dedi. Durum bize tuhaf geldi. Ayrıca nezaketiniz için de teşekkür ederim çünkü en çok ihtiyacımız olan davranışlardan biri de o sanırım. Eserlerinizden örnekler görmemiz mümkün mü, belki orada yaşamı ve bireyi görebiliriz..?


Güzel bir paylaşım oldu. İlhan Berk Defterleriyle ilgili bir tez çalışmam vardı. Yaşama dair defterlerde izler mevcut. Bu izler İlhan Berk'e ait. Yök Sitesinden Berk taraması yaptığınızda ulaşacaksınızdır. Şiirlerimden ve Günlüklerimden bir parça gönderiyorum.


KÖR KASIM

Selaa rengi diker papatyadan

Ayakkabısı iğde kokulu

Kayısı çekirdeği, kuzu yünü

Kasımyolu topraklı buğdaydır arzusu

Su tabancası gazoz gofret ve balonla değişir

Göğü aynı gök uçurtma ipi küllüklerde bulduğu

                                      Yakup Kuyucu    Gard ‘16


Blind November

He sews colour salah with camomile

His chaussure is scented elaeagnus.

Apricotseed, lamb’s wool

November road is earthed

And wheat is his desire

He trade swith water pistol

Lemonade, wafer and balloon.

His sky is the same blue

The kite ropespotted in ashpiles.

                                 Çeviri: canan gezici


BAĞA GİTMEK

Sonsuzluğun badem ağaçları

Taş duvarları yıkık

Hiç kimsenin meyve bahçesi


Sonu yıkılmış ikindinin kırları

Taşlıklı yolda at izleri

Tekerleri eğik , bademi eski

Yosun yeşilinin göğeren tadı


Zerdali ekin sararır, canlanırım

Tepeyi aşıp ilk ağacı gördüğümde


Yarpuz kokulu dere,  yosun tadı dere

Söğüt dallı dere,  kurbağa kokulu dere

Kazayağının dumansı tadı

Ötenden berine geçtim


Günler kazağımın torbasından da uzun

Günler hiç bitmeyecekmiş gibi uzun

Terk edilmiş bağda çocuklar için büyür

Ağaçlar,  gökyüzü uzun


Sesler kayalarda yankılanır

Yüzüme çarpar su

Kirpik tacımın pul pul damlası toplar

Gözlerimde dokuz güneşi

Sonsuz bağda büyür çocuklar

İnler ve cinler top oynar

Ters eşeğe binmiş ayakları gelir

Ve tepelerin ufku yanar sicim sicim

Kalır gözlerimde oynaşan saydam hayvan


Yalnızlık sessizlik ve böceklerin vızıltısı

Kırlarda savaş bitmiştir yunanın yeşil rengi

Dallarda duldalar siner

Kalır ikindi ezanları, sürü çıngırakları

Rüzgarlı kaya mezarları


Ve bilirim tepelerdeki yolları

Dağların kestirmesini

Kıvrımlaşır yılanlı

Mağaralar oyuncaklanır

Güneylenir çiğdemler


Cennetin gölgesi olduğunu hatırlar ağaç

Mağaranın tepesindeki

                            Yakup Kuyucu 

                             8 Mart 2018


YARPUZLARIN UNUTTUĞU GÜNLÜ GÜN


Burası usul eskir 

Yaklaştıkça dağların nefesine  

                                Yağmur


Varır güney sırtlarından

Düşünür kasketli kaya, yosun

Çiçekleri serin mavi

Nefesim rum yeşili


Burası eski usul  ikindileyin

Unutulmuş ören böceği


Uçuşur  gözleri dağlarda

Öteberisi yeşil çuha

Denizi düşünür mutlu oldukça

Yıkıntılarını sisli İstanbul’un


Mavi atlas, güneş pul pul

Sarışınlıktır kirpikleri

Akdeniz yeşilini bilir 

Yosunlaşır böceği


Ötegeçelerde Yakup 

Yeşil yeşil, yeşilinde  camşekeri

Sorma şekeri, öteberi, yeşil çuhadır ebem

Yarpuzların unuttuğu günlü gün


Yalnızlığım,  Rum evi, Acer Köyü

Ankara  Denizciler’de

İkindil ahşap evim

Tek bir anı yaşayan ömrümce

Kilim yollarında emeklemesi

Bademlerimde  çocukluğun


Sandık tenekesindeki resim

Yaşlı esmer kız, annemin anası

Gözleri zeytin, ufak

Sanki su kuyusunda kayış kova

Sandık kapağına boyadığım 


bir esmerde şimdi resim

Kaybetmiş  akşamında 

yüzü Maral 

Su duruluğunda  sarin kız


Yanık kibrit, köy  mutfağı

Motor kokusudur oyuncak

Ve sinekleri duyarım 

sessiz kırlarda gezer


Güneş , çocuk 

Çıtak sarı

 Yağmur, Ören 

Ölen sarı


Seslenirler  göğ , ekin 

Güneş , çocuk 

Çıtak sarı

yağmur , Ören 

Ölen sarı


Damların çorağı

Çörtenlerin suyu 

Güneş , çocuk 

Çıtak sarı

 yağmur,  Ören 

Ölen sarı


Kirman gönül, saati elimde

Solmuş bir siyah, dedem


                    Yakup Kuyucu   Japonya Şiir Dergisi ‘16  


BEYAZ KUTU

İki sene önce Riva kıyısında buldum bu beyaz kutuyu, dibinde bir teknenin boya kalıntıları vardı. İçi masmavi, dışı bembeyazdı. Beyaz, beni bir güvercinin ve bir geminin göğsü ve uzaktaki bir evin beyazlığı kadar çekti. Bu kutuyu iki sene seyrettim pencere kenarında.  İçine sular koydum, yosunlar yaşattım. İçinde deniz diplerini minyatürleştirdim, oyuncağım oldu. Sudaki güneşin tavandaki şavkından rüzgarın suda nasıl döndüğünü, oynaştığını seyrettim.

Bu nesnenin dış yüzeyinde ben hep bir resim görüyordum. Ama onu yapmadım, sadece seyrettim. Bir gece elim boyalara değdi, gördüğüm resme benzetmeye çalıstığım bir resim yaptım. Ve yine zamana bıraktım nesneyi. Bir süre daha çürümenin zamansal estetiğine. Benim yaşama bir nesneyle birlikte böyle katıldığımı bildiğimden. Zaman hala kendi aurasını içinde taşıyor. Zamanın aurası suyun akışındaki yavaş bekleyişin bir yerlerde aniden döküldüğü o an. Yaratmanın ritimsel bir disiplin olduğunu biliyorum. Ama yavaşlık çok zor görülüyor. Kopuk gibi gözükse de akış bir yerlere sızıyor sonra tekrar yüzeye çıkıyor. (Buzun altından akan kar sularını hatırladım birden, baharda karlar eridiğinde güneşli günlerde bunları seyrettiğimi).

2
Sukulentin taçları köklenip kendini toprağa bırakıyor. Suya düşerse batmadan suda kökü dipte olacak şekilde zambak gibi kalabiliyor. Birbirine yakınlaşan bu taçlar su kıyısına savrulduğunda oraya yapışıp hemen kök salıyorlar. Kendi minik bir yosunlu kutumdaki bu oyunu seviyorum. Yosunlu kutunun etrafı kıyıya yapışmış sukulentlerle kaplı ve büyümeye başladılar oraya tutunup. İçi su dolu bu kutudaki sukulent yapraklarına üfleyerek onlarla oyun oynuyorum kimi zaman bir harfe ya da şekle benziyorlar birbirlerine yaklaştıklarında ya da uzaklaştıklarında. Ve suyun dipindeki yosunlar güneş parıltısında minyatür bir deniz dibini andırıyorlar.                                                                                                           Yakup Kuyucu                                                                                                                24 nisan 2020


-Bugün yazdığım kısa yazı ile ilgili ne söylemek istersiniz:

Sartre' in hakikati varoluşta arayıp bulma fikri kendi içinde bile sonu dayatmaya dönen 360 dereceden sadece biri iken; Dali' nin deyimiyle "işgal günlerinde Paris lağamlarında, buldukları kadar şarap içip sevişmekten başka bir gerçekliğe ulaşmamıştı" eleştirisine tahammül gösteremeyen inatçı kalıplar savaştan sonra "demek ki haklı olan bizmişiz" ilkelliği ile hayvani üstünlük baskılarını sürdürme derdindeydiler. Verilen emek bunu gerekli kılıyordu. Düşünmedikleri veya düşünmek istemedikleri şeyse kendi dışındakilerin en az onlar kadar yığıp biriktirdiği şimdi raflarda tozlanan düşünce kırıntılarının da varolduğuydu. Digital devrimle tüm veriler toplayıp yayılmaya, arama motorları ile bulma isteğinin gerçekleşmeye başlaması yeni deneycilerin işlerini kolaylaştırdı. Yapay zeka gibi kendi kendine işleyen buluş çıldırma / çıldırtma düzenine vurulan en ciddi darbe gibi.

Bizimki gibi ülkelerde ise bütün bu karmaşanın bile dışında düzlemin yüzeyselliği ile ikiden biri seçimine zorlananlar dünya düzenindeki paylaşım gibi alanlarını işgal edip korumadan başka bir işlev göremezler. Biraz derine dalıp en özdeki gerçeği işaret edenler bile dışlanmanın ötesinde cezalandırılmışlardır bile. Kalıp insanı öldürür. Kalıp insana dar gelir. Kalıp insani değildir. Mutlak diye bir şey hiçbir zaman olmamıştır bundan sonra da olmayacaktır çünkü hareket daimidir. Öncesini bilmeyenler varolanın başlangıcı sonsuz önce olsa bile durağana hapseder. Bu ölümdür. Beyni çıkarılmış güvercin deneyinden bildiğimiz güvercinin sonu ya bir araba tekerinin altında ezilmek ya bir avcı kedi tarafından avlanmak yada başka bir olumsuzluktur. Negatiften pozitif çıkmaz. Bir yerlerde çıksa bile düşüncede çıkmaz. Negatifi tersi ile tedavi edebilirsiniz ama buda ezberlerle olamaz. Duygunun imha edildiği geçen yüzyıldan bize kalan büyük savaş ve yıkımlardan başka bir şey değildir. Bilim bugün insana o duyguları nasıl yeniden kazandırabiliriz'in telaşındadır. Tepkisiz, eylemsiz, hareketsiz, durağan, ceset, inat, zombiden yaşam çıkmaz. Bu yaşam değildir. Yaşamın olmadığı yerde bireyden bahsedilemez. Bu ülkede hayat yok. Bu ülke, insanı öldürüyor.

Çok güzel saptalamalar. Bakışlarımız aynı sözcüklerimiz farklı olsa da. Adorno’nun, (2) Auschwits’den sonra şiir yazmak barbarlıktır, sözleri geldi aklıma. İmgenin pornografikleştiği, sanatın Pornografikleştiği bir zamanda insani olan özü nerede bulabileceğimiz konusunda çok yönlü bir sorgulamaya itiyor acılar ve yıkımlar sonrası zamanlar. Geriden gediğimizde sanatın hep bir para ve dil terminolojisi tekeli ile yürüdüğünü düşünüyorum. Sadece zamanlar,  figürler, coğrafyalar yer değiştiriyor. Paris’ten, Amerika’ya oradan Hongkong’a değişen bir merkez bu. Topyekün böylesi bir bakışı da yine de sıkıntılı buluyorum. Sömürgeciliğin en yoğun olduğu bir dönemde Hollanda limanlarına yığılan zenginlik sanatı varediyordu. Tek tanrılı dinlerin ve soyluluğun koruyuculuğunda bir tarih yazımı ilerlerken dünyanın geri kalan yerlerinde neler oluyordu. Güney Afrika Kültür bakanının Picasso’ya olan öfkesinin nedenini çok açık anlıyorum. Ya da Senagalli yönetmen  Ousmane Sembene’nin İngiliz Kraliçesine olan sözlerini.  

 

Kendi b*kunu konserve kutusunda sergileyen ama bunu kendi içinde bulunduğu gemiye bir saldırı olarak yapan sanatçılardan bahsetmemize gerek var mı?  Daha sonra geriye baktığında kendini taşa döndüren bir mitoloji büyüsüyle bu kutuda milyon dolarlık bir sanat nesnesine dönüşmedi mi. Estetik, ya da sanatsal öz dediğimiz kavramların yıkıma uğradıkları bir zamanda roller terminolojiler nasıl değişti?

 

Soğuk savaş dönemlerinde iki dünya gücünün kültür endüstrisi tekeli savaşlarından sonraki dönemlerden sonra her şey daha da muğlaklaştı. Similasyonlar, Sosyal Medya, Dijital çağda neyi nereye koyacağız peki. 

 

Aslında sizin yolladığınız metinle aynı şeyi söylediğimizi düşünüyorum. İnancım yüzyıllarca halkın dilinde söylenen şarkılarda şiirlerde varolan sanatın, içindeki sevgi, aşk, ölüm gibi olumlu yada olumsuz yüzyıllarca değişmeyen insani özlerle kendine renkler katarak süreceği. Bu akış kendiliğinden olacaktır. Her türlü manipülasyonlar ve bu manipülasyonların yapay patlamaları eninde sonunda kendi kendini yok edecek. Başak alttan alta kendi özümüzde büyük bir akış var. Belki bütün çabamız bu akışın izini sürmek olmalıdır. İyi bir şiir, resim.. kendisine her bakıldığında ışıldar. Ve her bakışta yeniden farklı özlerle kendini var eder. Sadece yüceltilen bir kaleye bakmak değil kendi içimize bakmak gerekiyor. 

 

Sanatın yeni medyalarından uzaklaştım. İçlerindeki çöplükten bu çöplüğün manipülasyonlarından tiksiniyorum. Yine de gerçek bir öze sahip olan her şeyi arıyorum. Dijital çağda da olsak bunun da bizleri bize katan çok güzel yanları var. Kültürler Afrika haritalarındaki gibi cetvelle çizilmiş bir şekilde birbirlerinden kesilip atılmıyorlar hepsi de birbirine değen yapraklar gibi birbirlerine yaklaştıkların da kaynaşıyorlar. Yeter ki içi boş her türlü dayatılan tektipleştirilen manipülasyonlarla şişirilen sahte olanla gerçek olanı ayırt edebilecek bir göze öze sahip olalım.   Bunun yolu da uzun. 


-Yolun uzunluğu anlaşılmış ve altı kalın çizgilerle çizilmişken; günümüz insanının genel olarak duygularının çoğunun korku, öfke, tiksinme, küçümseme, üzüntü gibi olumsuz olduğu ve bunun kaynağının yine geçirdiği sürede yaşadığı çok acı tecrübeler, travmalar, hastalıklar olduğu belirtiliyor. Bu durumda yine genel olarak bu negatif duyguların pozitife dönebilmesi için sanatın elinde bulunan ve başkasında olmayan imkanlar nelerdir?

Öncelikle  başkalarını anlamamız için kendi bireyselliğimizi, duygularımızı, kendimize ait olan her şeyi keşfetmemiz bununla yüzleşmemiz gerekiyor. Kendimizi  tanımanın yolculuğu bu. Kendimizi tanıdığımız kadar insanlara bakışımız genişliyor. Sanat kendini tanımada bir araç hatta bazen insanın kendisine dönüşebiliyor. Bu yüzden kendisine barış ilan eden kimse ancak başkalarıyla barışabiliyor. 

Ek


1.Hem Fenomenoloji hem de Varoluşçuluk içinde önde gelen isimlerden biri olarak anılır. Bilinç ve ahlakla ilgili problemler üzerinde duran Merleau-Ponty, bilinçle dünya arasındaki ilişkiyi ele almıştır. Ona göre, algı alanımız, duyumlardan oluşmaz, fakat aralarındaki mekânlarla birlikte, şeylerden meydana gelir. Merleau-Ponty, "Varoluşçu fenomenoloji" olarak bilinen eğilimin yetkin bir temsilcisidir. Bu apaçıklık soyut formülasyonlarda degil, deneyimlerimizde, yani "düşünen ben"in deneyimlerinde ortaya çıkar. 20.yüzyıl düşüncesi genelde deneyim ve duyum gibi kavramların yoğun eleştirilerle dışlandığı, önemsizleştirildiği bir dönem olmuştur Felsefe Tarihinde, ancak Merleau-Ponty aksi bir yönde deneyim ve duyum kavramlarını yeniden itibarlandırır. Bu nedenle Merleau-Ponty, Husserl'in varlıklara yönelmişlikten söz etmesi gibi bir yönelimden söz eder. Merleau-Pont için insan demek, "dünyayı kendi gözleriyle gören bir varlık" demektir. Yaşayan, kendi gözleriyle gören ve anlayan bir varlık.


Merleau-Ponty'nin bu yönelmişlik kavramını kullanmasının ardında izini sürdüğü felsefi problematik, yani bir anlamda onun düşünsel etkinliğinin ana teması, Sartre ve diğer Varoluşçularda da görülen, Deskartes'çi felsefenin doğal ögeleri olan Özne-nesne ikiliğidir. Tam bu noktada, Merleau-Ponty'nin temel kavramlarından olan Beden kavramı devreye girer. Beden, burada salt bir biyolojik konu olmaktan çıkarılıp felsefi tartışmanın merkezine yerleştirilir. Başkasının varlığı, düşünceyi mümkün kılan fakat nesnel düşünceyi zora sokan bir öğedir. Merleau-Ponty bu zorluğu, Beden ve Ten gibi algıyla, duyumla, deneyimle bağlantılı kavramları felsefi alana taşıyarak aşmaya çalışır. Felsefi düşüncede bütün her şeyin karşısında algıya verilen öncelikli rolün sonucu olarak Merleau-Ponty, beden'i değerlendirir; Beden kavramı üzerinden özne-nesne ikiliğini yeniden değerlendirmeye sokar.


2. Adorno, sosyoloji ve felsefe profesörüydü. Aynı zamanda kompozitörlük de yapan bir müzikolog ve eleştirmendi. Düşüncelerinin ağırlık noktası toplumsal kritiğin bütününü oluşturduğundan bir toplum bilimci olarak da anılır. Nesnel olanın özdeşleşmesindeki "düşüncenin ilk ortaya çıkış formu" onun ideoloji kritiğinin diyalektini temsil ederken aracı olmaya çalışarak paylaştığı görünen dolaysızlığın ki bütün aşamalarında yine kendine dağılan değişkenliği, doğru düzleminde aracısız olarak varlığını kabullenmeliydi. Sanki kendi içinde, mantık sınırlarını aşmadan gelinen felsefi bir kritik noktada istençle yoğrulmuş, geriye bakmadan objektif verilerle beslenerek sakinleştirici özellik taşıyan bir denemeyi, düşüncenin asıl çıktığı yerin dışına taşırmak gibi.


Bir filozof ve toplum bilimci olarak Adorno'nun, Institut für Sozialforschung (Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Frankfurt Okulu) 1950'lerdeki totaliter antisemitizm ve üniversite öğrenci hareketinin kültürel kimliği ve kritiği bağlamında bütün nesnelliğinde objektifleştrmeye çalıştığı "Vatandaşlığın körleşen birlikteliği"ndeki değerlendirmesi günümüzde önemini hâlâ yitirmemiş olması açısından önemlidir.


Diyalektik der Aufklärung: Philosophische Fragmente (Aydınlanmanın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar), 1947, Max Horkheimer ile beraber yapılmış, kültür endüstrisi üzerine başlık taşır, Minima Moralia Reflexionen aus dem beschädigten Leben 1951 (Asgari Etik, hasar görmüş yaşamdan yansımalar), Ästhetische Theorie (Estetik Teorisi) 1970 posthum, Modern Müziğin Felsefesi 1949, Otoriter Kişilik, (Adorno yönetiminde bir çalışma grubu tarafından 1950'de hazırlanmıştır), Negative Dialektik (Negatif Diyalektik) 1966'da yayınlanmış başlıca eserleridir.

 
Sanatı ve sanatçıyı politika girdabından nasıl kurtarabiliriz veya sanat kendini bu tür girdaplardan nasıl korur?

Nur Türk Sanatçı siyaset üstü düşünüp , yaşamını sevgi ve özgür düşünce uğruna kurarsa,menfaatlerden uzaklaşırsa....sanatçılar arası birlik,beraberlik sağlanırsa bu dediğiniz olabilir.

Erkan Yazargan: Politika sorununu baz alırsak asıl sorunun politikayı da aşan -özellikle ülkemizde, bir şekilde kurulu ve işleyen tuhaf ilişkiler ağlarıdır sanatımız ve sanatçımızın hareket etme kaabiliyetini dizginleyenler. Ne gibi derseniz Örneğin herhangi bir biçimde (genellikle başkalarını aşağılayarak oluşmuş) baskı grubu oluşturup kendi arzularını yerine getirmeyen sanatçılar veya sanat arzuluları inanılmaz ABONDONE yaşama zorlanıyorlar.

En basitinden ve kendi tecrübelerimizle / yaşanan gerçeklerle değinecek olursak konunuza; atölye ve sanatçının kendisini merkeze oturttuğumuz (ArtCRITICS) programımızın halâ neden anlaşılmak istenmediğinin delilleridir bunlar. Çok basit bir sistem ve engelleyicilerin de gayet net bir biçimde anladıklarının farkındayız Fakat kendilerine pastadan pay düşmeyeceği gibi kötü bir yanılgı ve kötü bir dedikodunun kurbanıdırlar onlar.

O halde dedikoducular cezalandırılsın

Ferda Küçükçavdar: Sanatı ve sanatçıyı politika girdabından korumak, sanatçının kendi asli görevidir ve olmalıdır. Kim bir sanatçıya "aman politikacılara yaklaşma " diyebilir ki? Böyle olunca politikacıların sanatçısı(!) olur, sevilmeyenlerce yargılanır. "Evrenselliğini kaybeder, o politikacıların ömrü bittiğinde, o sanatçı da ait olduğu çöpe atılır" diye düşünüyorum.

Kendini koruyamayan zaten sanatçı ve de evrensel değildir. Olmasındır bence!


Betül Aşık
: Sanat, insanların ortak paydası olmalı ve sanatçı siyasetle ilişkide olmamalı, yansız davranabilmeli ama malesef çoğu insan çok kolay politize olabiliyor.

Erhan Atabay
: Becerebilene sanat estetiktir. Beceremeyenler de araya siyaseti sokar / sokuyor zaten...

Cengiz Tuzgen
: Birgün atölyemde oturuyorum, biri geldi harâretle bir şeyler soruyor Konuşma tarzını beğenmediğim için ilgilenmedim. "Hey ben falanca yerde daire başkanıyım" dedi. Ben de "benim dayım müsteşar yani sen ondan daha mı üst mevkîdesin" dedim. Arkasına bile bakmadan kaçtı. Bu da öyle bir cevap olsun işte...

Art Eldar Orujov
: Politikacılar toplumu yanlış yönəltən toplum duşmanlarıdır. Dünyayi düşünən, politikanın üstündə olan kişilerdir...

Cem Cücenoğlu: Kurtaramayız!!! Para meselesi Mesela "çözüm süreci" boyunca "akil" lik yapan sanatçı bozuntularına bakın. Neredeler şimdi? i" boyunca "akil" lik yapan sanatçı bozuntularına bakın. Neredeler şimdi?

Erkan Bilgütay
: Yorum yapmayacak uzak duracağız. Biz oyuncular siyasetle değil yaptığımız işlerle anılmak zorundayız...

Cabbar Kaygısız
BİR DİĞER TUHAFLIK DA BU BİÇİMİYLE GELİŞİYOR > Bir - Siz sanatçısınız dolayısıyle yaptığınız işle öne çıkmalısınız, İki - Siz sanatçısınız sözleşmelerinizin dışına çıkmamalısınız... Tam da burada "iki arada bir derede" kalan arkadaşlarım - sanatçı dostlarımız genellikle TEPKİ VERMEMEK gibi bir ERDEM! geliştiriyorlar. Ne yapsın zavallıcıklar ? Çok basit çözüm sevgili dostlarım: "Tepkinizi sanatınızla ve herkesin anlayacağı basitlikte vereceksiniz. Zaman hızla akıp gidiyor ve fırsatlar kaçıyor, değil mi! Dolayısıyla haydi, biraz daha cesaret"

Burcu Adal Köse
: Sanatçıların da öncelikle ego'dan arınması gerekiyor çünkü ego tehlikelidir. Ego'yu zihinsel şuursuzluk olarak algılıyorum. Sanatçı ego'sunun esiri olabiliyor. Salt gündem olmak ya da ekonomisini garantilemek için malesef kişiliklerinden ödün verenleri dâhi görebiliyoruz.

İkili oynuyorlar böylesi durumlarda. Bu çok kötü bir vaziyet. Toplum bilinçli değil zaten. Her ne görürse ya da duyarsa inanabilecek durumdalar... Herkes için söylemiyorum bunu ama çok farkındalıklı bir toplum olduğumuzu düşünmüyorum.

Daha dürüst, daha yansız, daha reel bakabilmeliler. Kendi çıkarlarını düşünmeyen daha soft bir politika anlayışları olmalı... Toplum mu? Millet karnını doyurmayı düşünmekten başka düşündüğü yok... Onlar da bırakmışlar artık, "yaşıyoruz işte bir şekilde filan... modu herhalde". Zaten TV' da ajitasyonla uyutuluyor toplum, her türlü yayında...

Haydar Ekinekk Evet çok doğru sanatı ve sanatçıyı bu politikada kurtarmak için sanat ahlakında ve sanat ışığında yol almak önemli gelişmiş ülkeler bunu yapıyor önce sanat ve sanatçıyı dinliyor.

Mihriban Yilmaz Art: Sanat içsel bir disavurum olsa da toplumsal bir olgunun yansımasıdır. Toplulukları yönlendiren, beraber hareket etmelerini sağlayansa fikirlerdir. Sanatçı hisseden, duygu durumu farklı bir bireydir.

Toplumsal olaylara nasıl tepkisiz kalabilir! Kendini koruması gerekmemeli korunmalıdır. Tabi eylemleri toplum normlarına zarar vermiyorsa...

Sanat toplumda şekillenir. Politikada o topluma yön verir yani direkt olmasa da varlığı devletlerdeki ekonominin yapısına bağlıdır. Ekonomisi kötü topluluklarda sanat yapaydır, ucuzdur, basittir, taklittir. Kötü ekonomili yapılarda sanat politika için oyuncaktır. İsteyen istediği yere koyar, görmek istediği hayali yaratır ve inanmaya çalışır. Acaba sanat var mıdır, yok mudur?

Cabbar Kaygısız: Şuraya takılıp kalırım sürekli: "Ekonomisi kötü topluluklarda sanat yapaydir, ucuzdur, basittir, taklittir"... kötü bir klişe olmasın sakın, birileri bizi çok fenâ kandırıyor olabilir mi?

Mihriban Yilmaz Art: Birilerinin sözü beni bağlamaz. Fakat 50 yıl önceye kadar. toplumlar da gelir düzeyi dusukte olsa kültürler bu kadar yozlasamiyor etkileşimi çok yavaş oluyordu.ama şimdi hangi kultur varlikliysa digerine baskin cikiyor.bambaska bir cagdayiz.Kulturler izole değil ki. benzeşiyoruz.

Güçlü baskın toplulukların kültürü sanata yön veriyor ve onun kültürü yayiliyor.En basit bir örnek vereyim eser altına ana dilini yazarsın diğer yanına ingilizcesini çünkü kültürünü yaymak için bile başka bir kültürün etkisinde olursun.

Cabbar Kaygısız: Eserinizin altına günümüzün neredeyse evresel dili kabul edilen İngilizce yazmaktan neden şikâyetçisiniz ki anlamadım. Dünyanın en kolay dillerinden biri olmasına rağmen bizde yirmi sene okutulur kimse bilmez, nedense! Burada bir sorun yok mudur, acaba bahsettiğim tuzaklardan bir tanesi de bu olabilir mi, yani birileri bizleri çok fena kekliyor olabilirler mi?

Mihriban Yilmaz Art Ingilizceden şikayetçi degilim burada baskın kültür örneği verdim ☺

Cabbar Kaygısız Örneğin ben (...)'a senaryo konuları yazıyorum ve kendi kültürümüzü işliyorum aralarda Fakat bizim insanımız kendi kültürümüzden bile habersiz. Anlamıyor, anlamazlıktan geliyor, aval aval bakıyorlar. Fakat bizim kültürümüze dışardan bakan bir yabancı hayranlığını gizlemiyor. Sizce burada sorun yok mudur?

Cabbar Kaygısız Sevgili dostlar, bu ülkede halâ "alevileri bir numaralı düşman gören" Türk - İslamcı Kuduz bir ideoloji hüküm sürüyor. Bu kuduz ideolojiye karşı ne CHP'nin ne de diğer herhangi bir yapının en küçük bir eleştirisi bile yok. Gerçekleri söyleyemiyorsanız yaşamanızın anlamı nedir, kültürümüz nedir, biz neyiz, Türk Dili nereden geliyor...? Alın size bir dolu gerçek soru

Bana zengin kültürlerin egemenliğinden bahseden şapşalın taa kendisidir. Lütfen biraz daha kültür...

Saime Uyar: Sanat kendini kurtaramaz Sanat eğer var olacaksa politikanın içerisinde de varlığını gösterebilmeli. İnsanlar, doğa neyi yaşıyorsa sanat da o ortamdan nefes alıyor olmalı. İnsanların acı çektiği bir ortamda kalkıp çiçek böcek veya güzel kadın resimleri yapamazsınız.

Sanat, dönemiyle yaşayabiliyorsa sanattır yoksa vitrin süslerinden öteye gidemez...

Cabbar Kaygısız: Sanırım sanatı varlık felsefesi içine koyanlardansınız?

Saime Uyar: Evet.

Cabbar Kaygısız: Sanat Felsefesi nedir o halde?

Mihriban Yilmaz Art: Ha işte... Herkes kendinde olmayanı alır. Bizde yoksa alacağız Bizde elbette vardı Ama biz daha karnimizi doyurmaya çalışırken aramızda çağ farkı oluştu. Bizim kültürümüz bir yerler de belki de sehirlere gocerken sandıklarda kapattik... Ya, aslında bu konu Osmanlıya kadar bağlantılı. Hangisini yazayım ki kafam karıştı.

Emel Gülçin Ülker Ülker: ÇAĞDAŞ TASARIMLAR GELİŞTİRİLMELİDİR.

ALEV BAŞARAN İLE

Aristotle University of Thessaloniki'de çalışıyor. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'de A.Ü. DTCF Klasik Arkeoloji okudu.


"Sanal ortama bağdaş kurmuş, gelene gidene ahkâm kesen - akıl veren, aklını yitirmiş, bunak takımı, dinazor, yurtdışına filan kaçkın, beyni yosunlanmış, kinleriyle geberip giden, yenik, bitik, yıkık... sosyalist takımı var ya! İşte onları "sittir edin" gitsinler.

Ben öyle yapıyorum." Paylaşımım üzerine:


--Aynı fikirdeyiz sanırım?

Doğrudur, kendisinden başkasının bildiklerini hiçe sayıp ahkam kesenlerden hoşlanmam Her insanın bir diğerinden öğreneceği mutlaka vardır ve bilmediğimiz bir çok bilgi de mevcuttur.

--Sizce neden bu şekilde davranıyorlar ve bir türlü değişip uyum sağlayamıyorlar?

Sanırım kolaylarına geliyor ve ezberci bir tutumla yeni idelerle ilgilenmiyorlar.

--Ezbercilik ve yeni ide'ler konusunu açmak ister misiniz?

Yani zamanında belledikleri şeylere yenilenen dünyaya dair değişimleri ekliyemiyorlar. İde derken -izmleri kastetmiyorum, derinliksiz ve katı bir bakış açısı... Bunun kendilerine bir hava verdiğini düşünüyorlar üstelik.

--Anlıyorum. Nasıl kurtulabiliriz bunlardan?

Kurtulmak zor, çok varlar. Hiç bir yöne eğilmemiş birini eğitebilirsiniz ama saplantılı olanları sil baştan eğitmek imkansız gelir bana.

--Gençlerimize bunlarla ilgili tavsiyeleriniz olabilir mi?

Öğrencilerimle pek klasik hoca öğrenci gibi değilizdir, sıkça konuşuruz her konuda.

--Tepkileri ne yönde oluyor?

Çoğu eski günleri yaşamadan aktarma yoluyla veya taraflı yazılarla öğrendiğinden, bazen "ama hocam" diye başlıyor sonra karşılıklı konuşunca daha ikna oluyorlar.

--Kalıp oluşturduğu ve dışına çıkılamaz kurallar koydukları doğru mudur zamanla, eleştirdikleri dogma değil mi bu?

Ben sizin söz ettiğiniz tiplerin de bu ülkeye faydası olduğunu düşünmüyorum. Evet, öyle bir kesim de var. Onlar konuştuğumuzda sadece dinliyorlar.

--Özellikle bugünlerde öne çıkma çabalarının nedeni olabilir?

Sanırım, kendilerine bir yer edinme umudu var.

--Bir de beni en rahatsız eden "Atatürk Devrimlerini içselleştirerek aşacağız" cümleleri. Nedir aşmaktan maksatları?
Onlara "İran Devrimini de içselleştirebiliyor musunuz?" diyorum.


Atatürk devrimlerine çoğu sıcak bakmıyor. Sadece kendilerini bu anlamda açık etmiyorlar. Enteresan aynı örneği (İran Devrimi) verdiğim oldu.

--Sizce de bu konu ve bu tipler irdelenmeli değil mi, nasıl bir yol izlemeliyiz?

Evet, aslında cidden uğraşılmalı ama çok umudum yok onlardan yana hatta garip bir şekilde bazen bu iktidarı onaylayan ya da bir yerde kesişen yanları bile çıkıyor.

--Devletçiler zaten. İflah olmaz, ilkel, baskıcı, kuşatıcı, söz hakkı tanımayan, tahkir eden sağlam bir devletçilikleri var.

Bizim gençliğimizde sol içinde fraksiyonlar olurdu, şimdi de nereye yanlayacakları belli olmayan ve kendilerine aydın diyenler bazı gruplaşmalar içindeler.

--Özellikle yurtdışındayken bana sorulan enteresan sorulardan bir tanesidir: "Bunca gizli - açık saldırı altındayken" halâ nasıl ayakta kalabiliyorsunuz, Atatürkçülüğün sırrı nedir", sizce nedir?

Bence en büyük sırrı o günün şartlarından doğmuş olması. İlerleme yenileşme gibi insanın doğası gereği karşı koyamayacağı hedefler koyması ve bunları gerçekleştirmesi.

--Detaylandırmak isterseniz sevinirim. Yazıştıklarımızı sitemizde yayınlıyoruz. Kendi düşünce gelişiminizden örnekler verir misiniz?

“Bir millete ait olma" duygusunu vurgulayıp bir yandan da etnik köken vurgusunu kontrol etmesi. Kendi düşünce gelişimimi de uzun uzun yazarım ama şimdi derse girmem gerek, daha uygun bir zamanda olabilir...

--Dersten sonra" diyelim o halde?

Yok, yayınlamaya değer cümleler değil benim için. Sordunuz söyledim. Üstelik an'lık bir yazışma da... Yayınlanabilir değerde değil.

Görüşmek dileğiyle.

  

Devletle aranız nasıl, özel teşebbüsten ne anlıyorsunuz? 

 

HAKAN SOLMAZ:

 

Devletle aram hiç iyi değildir. Yalaka olamıyoruz. Beynimiz, geçmişimiz reddediyor yalakalığı. Özel teşebbüs olmazsa olmaz, ekonominin kalkınmasında.... Herkes özgür olmalı, soruya cevap verip vermemek kişinin kafa yapısı ile alakalıdır. Devlet sadece denetleyici olmalı ve kimseye ayrıcalık vermemeli mütesebbisleri desteklemelidir. Bizde ıse yalaka ol hayatını kurtar, yönetim giderse aç kalırız mantığı yerleştirdiler. Tembel milletiz çünkü memur ol devlet baksın mantığı ile yaşıyoruz. Onlar da hayatlarında hiç müteşebbis olarak düşünmemişler. Toplum ne isterse oy için onu yaparız, yeter ki oy verin havasındalar. Devlet ile hükumeti karıstırmamak lazım. Büyük ayrım var arada. Aynı hamam aynı tas değil. Bugğn aynı gibi yapmaya çalışıyorlar ama bu cumhuriyetin kuruluşunda bile bu ayrım var. Bir dönem sonra bunlar gider yine devletin ne olduğu ortaya çıkar. 20 yıldır devleti yıkmaya çalışıyorlar ama ne yaparlarsa yapsınlar kurulan sistemi yıkamıyorlar. Yıkabılseler simdi İran olmuştuk. İran'ı baskı rejimi ile örnek olarak yazdım. Bu şekilde bır sürü ülke adı yazabilirsiniz. Erkler ayrılığı olan yönetim şekli lazım. 
A. K. :

 

Devletle aramız genelde iyi değil. Eli sopalı haraç toplayan bir yapıyı sevmek olanaklı değil. 

 

Herkeste memur olma isteği,  aslında ülke olarak ekonomik bir çöküşün ve işsizliğin hat safhada olduğunun bir göstergesi gibi. Devlet vatandaşa eşit hizmet götüremiyorsa, adalet sağlayamıyorsa, sağlık hizmeti veremiyorsa, eğitimde her bireye fırsat veremiyorsa… İnsanlar kendini devletin şefkatli kollarına atmak istiyor gibi ama bu durumu da yaratanın kendisi olduğunu unutuyor. Devlet kararında devletçi olmalı, sosyal devlet anlayışı ile de adaletli olmalı, sağlıkta eğitimde ticari düşünmemeli bu anlamda devletçi olmalı,  devlet özel sektöre müdahale değil düzenleyici, bireyleri koruyucu olmalı, bunun için tedbirleri almalı. 

 

KUZEY VEDAT KORKMAZ:

 

Merhaba, devletle aram ne sıcak ne soğuk. Bir beklentim de yok açıkcası.

 

"Özel teşebbüs" bana çok ticari bir terim olarak geliyor. Dışardan ben de bu durumun içinde görünüyor yada oluyor olabilirim ama bu bilinçli bir durum değil. Ben sadece bir şeyler yaratmak, denemek istiyorum. Bunun için de yapmaktan hoşlandığım tiyatro ve dansı kullanıyorum.

 

Belki de sanat özel bir teşebbüstür doğrusu o terim pek hoşuma gitmiyor. Ben sadece istiyorum ve yapıyorum o kadar, önce kendim için, sanat… Yerine yakışan bir terim var mı gerçekten bilmiyorum. İsimsiz kalmasının bir mahsuru yok bence.

 

EMRAH IŞIK:

 

İlkokula başladığımda sınıfın içinde ilk sınav ve puanlamadan sonra aldım kokuyu. Hırs aşılanıyordu. Sınıftakilere baktığımda parmak kaldıran arkadaşlarım ürkütmüştü beni, bir şey gördüm yüzlerinde. Sonra aynı hırs beni de dürttü, okuldan - onun verdiği bilgiden kademe kademe soğudum ve lisenin biteceği günü iple çektim. Ailemin ısrarı üzerine hiç istemedim bu sistem içinde bir yer ve makam edinmek. Olduğum gibi bıraktım kendimi, zamanı ve yeri geldiğinde deneyimleyerek öğrendim her şeyi. Devlet işleri de hep itici geldi. Haberleri zorlanarak izlemeye çalıştım fakat dikkatimi çekmediği için hiç ilgilenemedim. Saçma ve korkunç geldi. İzlediğim her haber yıpratıcıydı. İşim olmaz.

 

İnsanlara güç ve para bağımlılığını aşıladılar. Şimdi durum rezil, çoğu yerde ülkede. Değişmesi gereken çok şey var, robota bağladı insanlar. Çoğu kişi birbirini düşünmüyor. Çoğu şey bana yalan, gösteriş ve vicdan tatmini geliyor. Bunun dışında kalan insanlarda var ama sayı olarak azlar ve şimdi bu virüs… Gelecek ile ilgili hayal ve planım yok, hepsi eriyip gitti.

 

Dilerim ölmeden güzel bir şeyler görürüz.

 

ERKAN YAZARGAN:

 

"NewYork'un sokaklarında ekmek arası sosisli satan yeni gelmiş, okuma yazma bilmeyen bir göçmen bile bizdeki üstdüzey devlet memurundan daha çok para kazanır, daha özgürdür" sözü memurları sinirlendiriyor tabi ama doğru.

 

İktidar veya muhalif hangi cenahtan olursa olsun, çocukluğundan beri zihnine çakılan bir cümle vardır bizde "evladım devletten bi koltuk kap"

 

Çünkü devlet bizde ağadır, her şeyin sahibidir. Üşütük dinciler bile bunu anlayıp sinsi FETÖ yapılanmaları ile devleti ele geçirme çabasındadırlar tıpkı Üşütük komünistler gibi.

 

Evet, burada ciddi sorunlar var ve öyle kolay çözülecek gibi de durmuyor!

 

ZAFER AKGÜMÜŞ:


Merhaba, 

 

Devlet dairelerinde, özveriyle çalıştım, 10 yıl. Geri kalan hizmeti, isteğe bağlı sigorta şeklinde ödedik. Emekli oldum. İkramiyeyi hak kazanamadım. Sonra, bir yasa çıktı. Çalıştığımız yılları hesap edip ödeyecekleri hakkında. Biz de bizim durumumuzaki arkadaşlarımızla, haberi paylaştık. Kimimiz daha erken aldı ödemeyi. On yıl önceydi sanırım. Sevindirebilecek, ödemeler olunca, biz de ümitlendik.

 

Tam hatırlamıyorum, 166₺ filan. Eşime de benden fazla emeği olmasına rağmen çok komik, bir rakam geldi. Biz olanı, bankadan çektik. Bir yazıyla eşime yaptıkları ödemeyi geri istediler. Diğer  yaşadıklarımı hiç anlatmayayım... Biz Devlete sırtımızı dayadığımızı hatta sığındığımız zannettik. Bütün olanların, ZAN olduğunu anladık. Şimdiler de siyasete hiç girmem, ilgilenmem. Platon' un, Devlet adlı kitabını okumalarını tavsiye ederim.

 

Siyasetin, siyasetçilerin nasıl olması gerektiğini, ehil insandan okunması aydınlatır bizi. Hiçbir şey zannettiğimiz gibi değil. Bana rica etsem bu konularda, soru sorulmasın.

 

Yazanlar, çizenler tarihe tanıklık edenlerdir. 

 

Sevgiler saygılar...


1072. DİYALOG: KARAR

"Bu diyalogdan zekanın değil, aklın ve duyguların geliştiğini öğrendik."


1. Kararınızı hangi kriterlere göre alırsınız, detaylandırır mısınız?


2. Zekamızı nasıl geliştiririz? 


YANITLAR


Kuzey Vedat Korkmaz


Ben karar verirken hiç düşünmem. Direkt ilk aklıma geleni seçerim. Eğer bir onaya ihtiyaç duyarsam yazı tura atarım yada saate bakarım mesela, çiftse yaparım tekse yapmam. Sonuç ne olursa olsun bana yararı olacaktır, beslenirim. 


Zekâ konusunda net bir şey söyleyemem. Ben zekiyim, şu aptal, şu daha zeki gibi bir yapının içinde bulunmayı hadsizlik olarak düşünürüm. Ama genel bir gelişım, beceri, hızlı düşünme vs. gibi etkenleri destekleyen şeyler diye düşünürsek denemek derim. Ne olursa olsun dene! 


Anladığım kadarıyla şimdiye kadar önemli karar aşamalarına gelmemişsiniz. Hayatınızda aldığınız en önemli kararın ne olduğunu merak ettim şimdi ikinci olarak deneyerek zeka gelişimi zaman kaybı değil mi..?


Kime göre, neye göre önemli karar?  Bunu siz belirleyemezsinizki. Kimse belirleyemez. Benim de anlamış olduğum sizin anlamamış olduğunuz. Sizin veya düşünce biçiminiz çerçevesinde almak zorunda değilim ki ben kararlarımı. 


İkinci olarak denemenin ilk önemli olan tarafı sonucu değil heyecanı, yolu, gidişatı, yolda karşılaştıkların. Bunlardan bir şeyler öğrenirim çünkü sürekli akar, hiç durmaz ve sürekli öğrenirim.


Ersin Uçak


1. Düşüncelerime objektif olarak bakarım, 

2. Küçük kararlar almayı rutin haline getirmeye çalışırım, 

3. Duygularımı ve vicdanımı dinlerim, 

4. Ani kararlar vermem çok gerekmedikçe, 

5. Her zaman kendimi yenilemeye çalışırım.


Zeka okuyarak, araştırarak gelişir. Bilmediğimiz bir konuda düşünemeyiz, yorum yapamayız zekamızı kullanamayız; o yüzden önce öğrenip araştırıp sonra zekamızla tartışacağız.


Nazan K. Kuscu


1 - Bazen akl-ı selim bazen de hevesler ve uçuşan arzular üzerine


2- Zeka ... Benim yaşımda ne kadar gelişir bilmem. Umarım günlük hayatım ve heveslerim çok gerilemesine mani olur.


Ramazan Şaşmaz


Kararlarımı sağduyuya, yaşanılan dönem ve çevre şartlarına, aklın ve mentalitenin terazisine, ortak aklın gereklerine ve yerleşmiş teamüllere göre alırım. 


Zekayı bilemek, keskinleştirmek, geliştirmek için kitap okurum, tabiatı inceler, tefekkür ederim. Bulmaca, su doku çözerim. Şiir yazarım.


Son şiirlerinizden birkaç örnek görebilir miyiz?


HİSLERİMİ LİBAS YAPTIM 


Ruhumun heykelini aşkımdan karıverdim,

Hicranla yüreğime vuslattan harı verdim,

Şiir serenatla sokağını sarıverdim,

Üşüyen gönlüme hislerimi libas yaptım.


Hislerimin penceresi hep sana açılır,

Yokluğunda, hayalle iklimine kaçılır,

Figane kalpden, üşüyen ateşim saçılır,

Üşüyen gönlüme hislerimi libas yaptım.


Dışarda harp, ülkede salgın; ben sana vurgun,

Sensizlik sessizliğinde kalbin nabzı durgun,

Vefasızlık girdabında, gönlüm sana kırgın,

Üşüyen gönlüme hislerimi libas yaptım.


Yumuk göz, seni dinlesem; fonda mahur beste,

Dilde sana yazdığım şiirlerden berceste,

Elde sevdamız  tüten dizelerden bir deste,

Üşüyen gönlüme hislerimi libas yaptım.


17.12.2020  KOCAELİ 


KALPTEKİ SEN


Kifayetsiz sözler; kalbin bağlıdır dili,

Yetmiyor ses, soluğum; şahit buna ili,

Ruhun heykeli aşk; kaidesidir kili,

Gel kendin seyreyleyiver; kalpdeki seni.


Bir gece ansızın, kalbime de beklerim,

Sensiz bu yollarda, aksak ayak teklerim,

Sana şiirler okur,  şarkılar eklerim,

Gel kendin seyreyleyiver; kalpdeki seni.


Bu dünya çölleri, sensiz gönlüme dardır,

Lalezarlar, gülistanlar kalbime hardır,

Hicranın, firakın perişan kalbe bardır,

Gel kendin seyreyleyiver; kalpdeki seni.


Şirin'imsiz bütün saraylar viranedir,

Yürürüm yana yana; gönlüm divanedir,

Yürekteki ateş üşür; kalp figanedir,

Gel kendin seyreyleyiver; kalpdeki seni.


16.12.2020  KOCAELİ    


ÖPÜLÜR 


Ayaklar bilirim; altı Öpülesice,

Kendilerine Cennetler serilesice,

Fedakarlığa, ömürler verilesice,

Mübarek anaların ayağı öpülür.


Vatan, millet için savaşır; ercesine,

Bir kurşunla göz kapatır; sönercesine,

Gül yüzle, Cennetlere dönercesine,

Mübarek şehidlerin ayağı öpülür.


Nöbetler tutulur; hududun boylarında,

Adımlar atılır; gecenin koylarında,

Bacaklar verilir; hayatın toylarında,

Mübarek gazilerin ayağı öpülür.


Bir harfi için, kırk yıl kölesi olunur,

Mumdur; etrafı aydınlık, kendi yolunur,

Atmosferinde ilim, hikmetler solunur,

Mübarek öğretmenin ayağı öpülür.


Bir çınar gibidir; gölgesi bile yeter,

Evlâtları için, kendini eder heder,

Her evin direğidir onlar; denir peder,

Mübarek babaların ayağı öpülür.


16.12.2020  KOCAELİ     

RAMAZAN ŞAŞMAZ


Selim Gürcan


Mantık dahilinde kararlar alırım. Gerçeklik önemli bir olgudur kararlarımı alırken. 


Sanat ve Bilim ile ilgili okumalar yaparak, farklı düşünce şekillerini öğrenerek zekamızı geliştiririz.


Mantık dediğimiz zaman bile evrimine şahit oluyoruz, gerçeklikle de bütünleşince hele bir de sanata dair bir şeyler yapıyorsanız işiniz baya zorlaşıyor. Müziğin zeka açıcı yanı nereden kaynaklanıyor?


Erdal Azmi Gurel


Karar alırken hedeflerimive olanaklarımı gözönüne alırım.Tecrübeler önemlidir. Zeka çoğunlukla genetık bir mirastır . Yenilen Kazıkarın Bileşkesi olan tecrübe zekaya da katkı yapar.


Zeka ve akıl farklı olgulardır. ben zekı değilim ama akıllı sayılırım. Tecrübelerimi unutmam, değerlendiririm. Zeka  ani tepki verme ve çözüm bulma yeteneğidir ama akılla teçhiz edilmeyince kalıcı çözümler yaratmaz. Eğitimle akıl geliştirilebilir, zeka da yaşanmış tecrübelerle  artabilir. 


Nilüfer Kutluer


Kararımı tek başıma almam bir bilene danışırım. İstişare yaparak karar almaya çalışırım çünkü tek başıma aldığım kararlarda hep hüsran yaşadım. O yüzden yaşam tecrübesi olarak bir bilene danışarak karar almak en mantıklısı.


Zekamızı çok kitap okuyarak ve bulmaca çözerek geliştirebiliriz.?


Fatma Keskin


Sorularınızı çok beğeniyorum, pek yazmam yoksa düşüncelerimi...


Yaşam süreci içerisinde tavırlar ve tutumlar geliştiririz. Tavır ve tutumlarımız olan bir olayı nasıl gördüğümüzü belirliyor bu belirlemede bizim davranışlarımızı... Bunları genelleştirirsek ilkelerimiz diyoruz.


Yani en kısa cevap olarak ilkelerim var onlara göre davranırım, anlık tepkisel - reflekler, davraşlarım dışında.


Nazmi Nalbant


Zeka doğuştan gelir, değişmez.


Akıl geliştirilebilir. Aklın içinde bilgelik, bilgiler, deneyimler ve öğrendiklerimiz vardır.

İnsanın aldığı kararların %99’u bilinçaltını yönlendirmesiyle olur. Bilinçaltı da çocukluktan bugüne kadarki yaşadığımız travmalar, duygular, vb. olaylarla oluşur.


Biz sadece kararlarımızın %1’ini bilinçli zihnimizle veririz.


1073. DİYALOG: GÜVEN 


Dijital platformlara ne kadar güveniyorsunuz, sanatla ilgili yararlandıklarınız hangileridir?


Nurdane Özdemir Sağkan


Ne kadar derken bunun ölçüsü olduğunu sanmıyorum. Düzenli bir emek, çaba, süreklilikle yürütülen platformlar içinde, ulaşabildiklerimden yararlanıyorum. Utku Varlık'ın web sitesi de oluyor bu, Michigan Üniversitesinin web sayfası da.


Ali Fidan


Sanatın yayılabilmesi için güveniyor ve destekliyorum. Müzik için spotify kullanıyor ve benzer uygulama ve platformlara da sıcak bakıyorum. Güvensizlikle ilgili, sanattaki emeğin kolay tüketilmesi ve bedavaya yayılmasından kaynaklı korku olabilir, haklı olarak. Gelir elde edenlerin sırrı, yeteneğe ek olarak biraz şans ve yatırım gerekiyor. Elbette 'parası olan reklam yapar ünlü olur' demek doğru değil fakat tek başına yetenek de ne yazık ki yetmiyor, kitlelere ulaşabilmek için. Plak şirketleri ile anlaşabilmek için de para gerekiyor. Plak şirketi olmadan bağımsız distribütörlük aracılığı ile spotify'a albüm eklediğiniz zaman, hiç bir 'önerilen' listeye girmezsiniz. Sizi hiç tanımayan insanların karşısına 'önerilen' müzik olarak çıkabilmeniz için de malesef bir miktar yatırım gerekiyor.


Sevda Mengi


Artık hemen her şey dijital platformlarda. MimiZan, KapıAralığı kimi zaman haberdar edici. Çoğunlukla güvenilir. Çok azı güven vermiyor. Bunu da zaten kolaylıkla ayırt ediyorsunuz. Ben sunum, kullanılan kelimeler ve ilgilenen şahıslarla ayırdedebiliyorum. Popüler bir yaklaşım gibi görünüyor ama ince bir çizgisi var diyelim. Popülerin sorunları nelerdir, kıyıda köşede kalmış şaheserlere nasıl ulaşılır sorusu zor bir soru. Belki de popülerliği sağlayabilmek de ayrı bir beceridir. Kıyıda köşede kalanlar, teknoloji, ilişkiler vb beceremiyordur. Kimbilir belki ben de öyleyimdir. Ben de 8 milyar insana birden ulaşmak mümkün mü, mümkün olsa bile ne kadar yararlı olabilir diye düşünüyorum. Beni bin kişi tanısa ne olur on bin kişi tanısa ne olur...! Anlaşılma, beğenilme, onaylanma isteği öne çıkıyor. Cazibeye kapılmak, bu da sanırım her şey olduğu yanılgısıylakendini kandırmak olur. 


Genel bir cevap olsun o halde: Dijitalden kaçış yok, bunu kabullenmek lazım ama dijitali, popüleri her şey gibi görmek hata olur.

Popülerin saman alevi gibi gelip geçici olduğunu kesin bilmemize rağmen neden cazibesine kapılırız sorusunun yanıtı araçlardan biri olarak görüldüğü sürece sorun yok bence. Cazibeye kapılmak, bu da sanırım her şey olduğu yanılgısıyla kendini kandırmak olur. Ben kalıcı eser üretebilmek için kendimi arıyorum.


1074. DİYALOG: DUYARLIK


Sanatçı duyarlığından ne anlamalıyız, örneklendirir misiniz?


Birgen Güzeliş


Sanatçı duygulara önem veren hassas  bir insan olduğundan bulunduğu çağın sorunlarına ilgisiz olamaz. Bu etkileşimini eserleriyle ortaya çıkarır, örneğin Pablo Picasso 'nun Guernica tablosu. Bu tabloda İspanya İç Savaşın' da Nazilerin bombaladığı Guernica şehrini  ele almıştır. Sanatçının özünde bu başkaldırı vardır ve bunu fırçasıyla, boyalarıyla, edebiyatıyla yapar. Balkan Naci İslimyeli örneğin, hapise girmiş 1970' yıllarında. Aklımda öyle kalmış olabilir, bakmak lazım. Doğan Kuban hocam sanat tarihçisi, mimar bilim ve teknoloji dergisinde topluma duyarlı yazılar yazar. Arkadaşız Facebook' ta her zaman günü sorgulayan yazılar yazar çok beğenirim. Yaşadığım anı daha bilinçli algılıyorum onların sayesinde. Bugünlerde pandemi, deprem ilgimizi daha çok çekiyor; doğayla insanın oyununun sonu gibi geliyor bunlar. Doğayı tahrip konusunda mutlaka farkında olmadan alet oluyoruz. Ben doğayla çok beraberim, onun güzelliğini çok iyi biliyorum.


Ekonominin adil bölüşülmemisi, eğitimin gücünün politikacılar tarafından bir türlü anlaşılamaması, coğrafi koşullar vs. yoksulluk sebeblerinden bir kaçı. Zenginin daha zengin olması. Aradaki uçurumun artması.


1075. DİYALOG: HAK, ADALET


"Hak adalettir, şikayetten vazgeçmekse adalete zulüm..." sözünden ne anlamalıyız, yaşamınızdan örneklerle anlatır mısınız?


Sevgül Hasırcı Oral


Şu an tam da benim durumumu anlatıyor. Sağlık sektöründe 23 yıl idareci mobingi, oturduğu yerden maaş alan hemşire, doktor mobingi ücret adaletsizliği, hasta ve hasta yakını şiddeti... Hem sendikal, hem bireysel anlamda her şekilde mücadelemi verdim. Sonuç mu tamamen siyaset ve torpil. Bu ülkede arkan sağlam değilse hiç bir şey olmuyor. Ben de vaz geçtim. Bu da adalete zulüm oluyor galiba.


Kodlanmış birer robota dönüştük. Kalk diyorlar kalkıyoruz yat diyorlar yatıyoruz. Şikayet bile edemiyoruz artık. Bu kişiliğimden vazgeçmek mi, adalete zulüm etmek mi?


Bimen Zartar


Hak adalet değildir çünkü her hak adil değildir ama adalet haktır. Hak eğer burada Allah anlamında kullanılmışsa gene durum değişmez. “Şikayetten vazgeçmekse adalete zulüm”. Hayır, şikayetten vazgeçmekte adalete zulüm değildir çünkü şikayetin sebebi olan kanun ve yasaların kendileri her zaman adil olmazlar.


Ben zamanında üniversitede verdiğim bir tez yüzünden mahkemelik oldum. Türklüğe hakaret maddesi yüzünden yargılandım. Hrant Dink Türklüğe hakaret maddesi yüzünden yargılandı ve bu sebeple öldürüldü. Türklüğe hakaret yasası Türklere bir hak verirken diğer kültürlere yapılan hakareti koruyan bir kanun yok. Bu durumda her hak adil değildire güzel bir örnektir.


Türklüğe hakaret yasası Türkler için geçersiz değil. Adı üstünde “Türklüğe hakaret”. Neden bu yasa adil değil çünkü diğer kültürlere edilen hakaret yasalar tarafından korunmuyor. Mesele ülke Cumhurbaşkanı “Afedersiniz bana Ermeni” dediler yerine “ Afedersiniz bana Türk” dediler deseydi Türklüğe hakaretten hakkında soruşturma başlardı çünkü böyle bir yasa var.

Yasa Türklüğü ve devletin öngördüğü Türklüğü kabul eden insanları koruyor. Demek ki siz devletin Türkü değilsiniz benim gibi.

?


Çıkmaza mı girdik yoksa manipülasyon mu var! Sizin şikayet ettiğiniz Türklüğün aksine ben, benim gibi Türklerin haksızlığa uğradığı, sırtlarından geçinildiği, gereği gibi haklarının verilmediği, haklarının yenildiği, örf ve kültürlerinin Türklük adına imha edildiği, Türklüğün bu olmadığını yazıp çizdim - savundum Şimdi ne diyeceksiniz? 


Ortada bir  manipülasyon var onu da siz yapıyorsunuz. Nerede ben Türklükten şikayet etmişim!  Hangi cümlemden bu kanıya vardınız? Yukarıda yazdığım gibi ben anlattığımdan sorumluyum karşımdakinin algıladığından ve anladığımdan değil. 

Benim Türklükle ilgili bir şikayetim yok öncelikle ben Türküm. Neyse bu saçma tartışmaya daha fazla devam etmek istemiyorum.


Öncelikle saçma etiketiyle varlığın üzerini tümden çizdiğiniz için üzgünüm. Meseleye dönebilirsek: HAK ve adalet arayışımızda sizin örnek gösterdiğiniz; "neden Türklüğe hakaret diye bir kanun var da başkalarına hakaret diye bir madde yok" sorusuna ben, "Türk olarak asıl şikayetçi olan benim çünkü Türklük kanunu adına benim hakkım gasbediliyor, kültürüm imha ediliyor dedim. Bunun neresi manipülasyon?


Demogoji yapmayın, size yukarıda nasıl bir manipülasyon yaptığınızı belirttim. Tekrarlamam gerekiyormuş demek ki. Ben nerede Türklükten şikayet etmişim? Hangi cümlemden bu kanıya vardınız?


“Çıkmaza mı girdik yoksa manipülasyon mu var! Sizin şikayet ettiğiniz Türklüğün aksine”

Ayrıca en başından beri üst tondan bir hesap sorma peşindesiniz. “Ne diyeceksiniz? Şimdi ne diyeceksiniz” nasıl bir sorma şekildir? 

Siz neyin peşindesiniz anlamıyorum?


Siz bir soru sordunuz ve bir örnek istediniz.

Ben de cevap verdim ve başımdan geçen bir olayı isteğiniz üzerine paylaştım. Bence siz milliyetçi duygularınıza biraz gem vurun çünkü o duygular sizi öyle ele geçirmiş ki sorduğunuz soruya verilen cevaptan bile “ Türklükten şikayet” algısı çıkartıyorsunuz. Neyse daha önce dediğim gibi bu anlamsız ve gereksiz tartışmaya bence devam etmenin bir anlamı yok. Siz kendinizce bir yargıya varmışsınız.


Rica ederim bir daha bana mesaj atmayın.

Ben görürsem kendim yorum yaparım çünkü verdiğim cevaplar için sorguya çekilip, yargılanıcaksam tartışmaya gerek yok. 


İyi akşamlar. 


Mualla Yerli Gökdemir


Degerli arkadaşım, 

Hak adalettir  diyorsak, adalet  hakkın temeli olmalıdır. Adalet'ten   vazgeçme diye bir kavram olmamalı insan hayatında. Yapılan haksızlıklar, hukuksuzluklar affedilirse; hak, hukuk,  adaletten sözedilemez. 


Sevgiyle  kalın...


Arzu Su Bzgyk


Eski eşimden şiddet gördüm geçtiğimiz aylarda barışmak istemiyorum diye şikayet ettim darp raporu aldım şuan bana yaklasamıyor. Vazgeçersem o şikayetten, bu ona ödül bana zulümdür.


 Öztürk Nuh


Hakkım olanı almak için  çabalayan bir insanım, hayvancılık da yapıyorum.  Hakkım olanı hep ararım, bu uğurda hakkımı ararken şikayet etme doğaldır . Mesela hakkım olan  ödülleri, sertifikaları sorgularım.


Bence hak ve adalet yoksa yaşamın siyah tarafı kendini gösterir. Bu da insanları hiç hoşnut etmez. İnsanın yaşam, savaş duygusunu zayıflatır ve sadakat inancını yok eder...



1076. DİYALOG: YENİ İNSAN 2.0

"Bu diyalogdan yeni insanın yaratan insan olduğunu öğrendik".


Sizce yeni insanın özellikleri nelerdir, kendinizde ne gibi değişimler görüyorsunuz?


Esra Nişancı


Minik bir dilde bile geçmişten günümüze  değişim kelimesi nasıl farklı dillerde, kültürlerde, şivelerde, ağızlarda da atharrachadh  gösteriyorsa biz bir ruha sahip beden olarak, Mycoplasma Gallicepticum çıplak gözle gördüğümüz vakit kendi değişiğimizi belki %13  fark edebiliriz.


Felsefe ile bakarsak doğduğumuzdan beri dökülen saçlardan yola çıkabiliriz. Saçımızı tararken taraktaki saçlar, saçımıza dokununca dökülen kırılan elimizdeki  saçlardan ibaret yani saç telinin kopmasındaki canımızı yakan his, elimizdeki saçta görünen rengi, saçımızı tararken ki şampuanımızın kokusu, saçımızın elimizde kopmuş durmasın daki içimizdeki düşünce ve buna rağmen başımızda kalan her bir telle yola devam etmemiz.


Demem o ki bazı saçlar kesilip çöpe gider unutulur. Uzun yıllar uzatmaya çalıştığına rağmen bazı saçlar bir ressama fırça olur, boyalarla buluşup ölümsüz bir şaheser ortaya çıkarır. Fark edebildiklerim  başımdaki saçlarla , ruhumu sanatla doyurabilme iç güdüm .


Erkan Yazargan


Bu tür soruları "şimdiye kadar" ve "şimdiden sonrası" şeklinde yerleştirerek yanıt bulmaya çalısırsak; yaşam tecrübelerimiz, okumalarımız, gözlemlerimiz, notlarımız, masa üstünde ve zihnimizde biriktirdiklerimizden sonra damıtım sürecinden geçirip sonuca gidebiliriz. Aslında zaman alıcı gibi dursa da insan beyni bu tür faaliyetleri zaten dursuz dıraksız yapmaktadır. Önemli olan bunu bilip netice alabilme yeteneği, alışkanlığı, verimi olmalı. Odun ocağı, gaz lambası ve floresan lamba dönemlerinin üçünü de yaşamış bir insan olarak; kendi yaşamındaki değişim gerçekten de insan tarihi boyu en akılalmaz hız ve yaygınlıkta geliştiğinden benim sürekli verdiğim iki örnek var: Birincisi CERN gibi dev labaratuarlarda yaratılmaya çalışılan yeni elementler ve pekçok farklı diğer labaratuarda yaratılmaya çalışılan yeni gen dizilimleri. Bu bakış bizi teknoloji korkusundan uzaklaştırır. Teknolojinin insan ürünü olduğunu anlayıp yerimizi buluruz. 2.0 yeni insan, yaratan insandır kanısındayım. Geçmişte tek tük Örnekleri görülen bu insan artık daha çok ve yaygın. 


Yaşar Kalafat


Soru cümlenizin birinci yarısı beni farklı bir dosyaya diğer yarısı apayrı bir dosyaya götürüyor.


İlk kısmı ile ilgili bir açıklama yapmamış olayım zira hangi ortamda hangi vasatta yeni insanın…. Kendimdeki değişikliklere gelince sürekli yanlışlarımı, hatalarımı, ertelemelerimi, önemsemezliklerimi hatırlıyorum, acı çekiyorum, “doğaldır”, “tabiidir”, “sıradandır”, “maksatsızdır”, "art niyet yoktur ki” ”masuma nedir” “kaçınılmazı” dediklerimi, ettiklerimi vicdanında yaşıyorum kendime anlatamadıklarımın açıklamasını benden dinlemek okumak istiyorsun yüzkarası tutumlardan bahsetmiyorum. Vasatlar, ortamları dengelemek ihtiyacı falan bunları sorup durma. 


Düşünce, dünya görüşüm, kültürel kimlik anlayışım bir hayli değişti. Bu değişime beklentim falan yol açmadı. Genel havadan da etkilenmedim. Düşüncelerimin, etkinliklerimin bana çıkaracağı faturadan da korkmuyorum. Bazı gerçekleri sanırım daha yakından görme imkânım oldu. Daha gerçekçi, daha birikimli oldum. Bu arada maalesef yer aldığım safın bazı noktalar bakımından maalesef bir hayli zaaf içinde olduğunu da gözledim. Lütfen, kabalık yapmak istemiyorum.  Yazışmak istemiyorum. Sadece fikirlerimi duygularımı saklı tutmak istediğimden değil, fazla anlamlı bulmadığımda gereksiz buluyorum.


-Bahsettiğiniz sıkıntıyı biz de yaşıyoruz: Anlamsızlaşan uğraşlar cenderesinde kıvranan insanın geri çekilip kabuğunda yaşamı tercih etmesi, bir nevi vazgeçme durumu ama dışarda akan gürül gürül bir dünya... Farkına varmadan bizi değiştirenler nelerdir?


Hulya Ucer


Tarihi olarak çok önemli bir dönemden geçiyoruz. İnternetin hayatın her alanına girmesiyle her konuda hızlı dönüşüm yaşanmaktadır.


Ekonomi, sağlık, enerji, finans, adalet, medya, egitim... Her sektör bu durumdan payını almaktadır. Böyle bir ortamda sahip olunması gereken en önemli özellik yeni seyler öğrenmeye,  yeniliklere açık olmaktır. 


Alvin Toffler aşağıdaki sözüyle bunu çok güzel ifade etmis; "21.Yüzyılın cahilleri, okuma-yazma bilmeyenler değil öğrenip öğrendiklerini unutup, yeniden öğrenmeyi beceremeyenler olacaktır."


Sanatçı olabilmek için yaratıcılık ve dünyaya daha geniş bir çerçeveden bakabilmek gerekir. Bu da sanatçıların çoğunlukla daha empatik  olmalarını dolayısıyla çevrelerine karşı daha duyarlı olmalarını sağlar. Bu nedenle bir çok sanatçı toplumun genelinin çok fazla üzerinde durmadıkları konularda yaratıcılıklarını da ortaya koyarak toplumun dikkatini bu konulara yönelmiştir.


Ilker Şenol


Her şeye duyarsızlar. Ruh gibiler.


Etrafını gören, okumayı seven, insana ve daha da önemlisi doğaya ve hayvanlara değer veren olmalı yeni insan.


İnsanların birbirlerine olan saygılarının ve güvenlerinin kaybolması beni çok üzüyor. Eskiden dostluk vardı, hiç bir karşılık beklemeden dayanışma ve yardım vardı. Maalesef günümüzde bunlardan eser kalmadı. Bu da beni çok üzüyor. İnsanlar politikacılarımız sayesinde iyice ayrıştırıldılar. Birbirlerine neredeyse nefretle bakıyorlar. Bu böyle olmamalı, insanlar sevgiyle birbirlerini kucaklamalı. Birbirlerine güven duymalı. Doğaya gelince, doğanın adı üzerinde, doğal kalmalı ama maalesef biz doğayı kendi ellerimizle mahvediyoruz. Bunun neticesi olarak küresel ısınma diye kendimizi avutuyoruz. Şu pandemi döneminde yani sokağa çıkma yasağının olduğu o kısa dönemde bile doğanın hızla kendini yenilediğini gördük. Önceden karganın sesinden başka kuş sesi duymazken o dönemde değişik türde birçok kuşun sesini duyar olduk. Gökyüzüne baktığımızda yıldızların nasıl parlak ışıldadığını gördük. İnsanoğlunun kendi kendine zarar vermesinin üstüne yok. En çok üzüldüğüm çok yakında suyun altından, petrolden daha önemli olduğunu göreceğimizdir. Hep bu değirmen böyle dönecek zannediliyor. Eğer geç kalınırsa susuzluktan, koronadan daha tehlikeli durumlarla karşı karşıya geleceğiz. Sözümü şöyle tamamlayacağım. Birbirinizi sevin, saygıyı ve sevgiyi öğrenin. Suyu idareli kullanın. Ağaç dikin, doğaya zarar vermeyin.


Sevgiler.


Nazmi Nalbant


İki farklı soru bu. Yeni insanın olması gereken özellikleri mi? Bu sübjektiflik içeriyor tabi...


Bana göre; yeni insan yaratıcı, empati sahibi, cesur, merak ve öğrenme isteği olan, araştıran, sorgulayan, tolerans sahibi, kendine zaman ayıran, neşeli, Bilgin-Bilge olmalı. Mevcut, sokaktaki ortalama insan modelinden  bahsediyorsanız değişir.


Yurtsev Hakkoymaz


Yeni insan, değişim ve dönüşüme yetişmeye çalışıp yeni konfor alanının rahatlığında kaybolma arasında stres faktörüyle baş başa kalan insan demek. Yeni insanın bu kaostaki dönüşümünü belirleyecek olan hayata olan direnci ve esnekliğidir. Daha önce sahip olmadığı konfora sahip olan insan bu rahatlıktan çıkıp değişim ve dönüşüme de ihtiyaç duyduğunda bu konforu genişletmek isteğinden, bırakmak istemeyecek ve bu stres oluşturacak. Her iki durumu da istiyorsa...


Seslidir Gemiler


Yeni insan, eski insandan birçok fark göstermektedir fakat en önemlisi makinayla kurduğu ilişkidir. Önceleri makina insanın uzantısıyken, insan makinanın uzantısı haline gelmektedir. Makinayı yapan da insan fakat makina elektronikleştikçe durum değişti. Bilmiyorum, çok spekülatif ama böyle düşünüyorum.


Sibel Ongan


Beyaz Türküm ben☺️


Yeni insan, eski insan yok. Sosyal medyanın etkisiyle kendini sev var. Canım kendim durumu. Normalde içtiğimiz kahve, okudugumuz kitap, tokuşturduğumuz kadehler hep haketilmişlik altyazisi altında. Bu da bence bloggerlarin, dizilerin etkisi. "Gör beni". "Duy beni". "Güzelim ben".


Sabahları yürüyorum. Altına iki Mevlana'dan söz tamam Haa, ben bunları çok eskiden beri yapıyordum. Adalıyım zaten, doğa aşığı, iyi insanlar biriktirmişim. Doganın kendisi sanattır bana göre. Sonbahar aşığıyım, kuşların sesi en güzel müzik. Haa tabi ki, tüm müzeler; İngiltere, Paris, İtalya, İspanya, Rusya, Türkiye tavaf edildi. Bienaller, Comtemprary'ler kaçmaz. Her yıl en az 10 tiyatro oyunu, bol sinema izlerim.


Para beni buluyor. İngilizce öğretmeniyim. Çekicilikle ilgili çekim yasası var, bence. Özgüven değil özçekim. Önceliklerin ne; saçını mı boyatmak, tiyatroya mı gitmek dersek seçimlerimiz her şeyi belirliyor. Yeni insan klavye sovalyesi. Vermeden almak istiyor. Sanal yaşıyor; aşkı, dostluğu, komsuluğu... Değerler farklı. Bir yandan doğaya dönme arayışında bir yandan confor alanından çıkmak istemiyor. Tutunamayan yeni insan, Arafta.


Havva Köse


Yeni insanın yapısal olarak eski insanlardan farkı yok ancak XXI. YY' da yaşayan tüm canlıların teknolojiye bağlı olarak her anlamda  yaşam biçimleri değişmiş durumda. Sosyal, kültürel, sağlık, eğitim gibi bir çok dalda yaşanan değişim insan üzerinde etkileri çok fazla olmakla birlikte gelişimi de göz önünde bulundurmak gerekir. 


Ben de bu yüzyılda yaşayan biri olarak kendimi bazı alanlarda şanslı bazı alanlarda şansız hissediyorum, ikilem arasında kalsam da mutluyum ?


Kendimi şanslı hissettiğim; bilgiye ve daha çok insana daha rahat ulaşabilme konusunda şanslı hissediyorum. Sadece kitaplardan değil insan tanıyarak -daha çok insan tanıyarak öğreniyorum, biliyorum, bilgime bilgi katabiliyorum ve bunu teknoloji sayesinde yapıyorum. Kendi alanımda sanatla ilgili bir çok sanal sergi, bir çok ressam, heykeltraş, tanıdım ve onları takip etme fırsatım, ŞANSım oluyor. 


Geleceği ise çok daha parlak görüyorum çünkü bizi teknoloji gelişiyor. Geliştikçe yeni nesiller bizden daha iyi oluyor, yani biz onlara temel hazırlıyoruz onlar kat kat duvar örecekler. Her ne kadar sosyalleşme yönünden olumsuz olarak algılansa da teknoloji çağında sosyodijital ortamların olması gayet olağan bir durum.


Deniz Serkan Özcan


Merhaba,


Günümüzde teknolojiyle beraber insanda kolay erişilebilirlik hissi olduğu için, birçok durum değerini yitiriyor. Değerini yitirdiği için de her geçen sene insan geçmişe özlem duyuyor. Düşünme, üretme noktasında zorluk çekmemizin nedenlerinden en önemlisi de teknolojinin bunu bizim yerimize yapması.


Bana göre yeni insanın en belirgin özelliği; kolay erişilebilirliği olumsuz kullanmak, robotlaşmak. Teknolojinin yaygınlaştığı çağda büyüdüğüm için, her ne kadar teknoloji kullansam da düşünme, üretebilme konusunda kendimi avantajlı görüyorum. Bunda ressam olmamın da etkisi var. Her geçen sene yeni fenomenlerle birlikte insanda da değişim oluyor tabiiki. Bende de düşünce, fikir, atılım konusunda her geçen zaman en iyisini yapma isteğiyle birlikte değişimler oluyor.


Değişimleri merak ederiz: Tarihten okuyup örnek aldığımız başta ressamlar olmak üzere yaratıcı insanların etkileşimleri, titreşimleri, sinyalleri, dalga boyları, tınıları, ritmleri, renk ve tonları ile bizimkiler nasıl ayrışıyor?


Yaşanmışlık ve duygu. Hayal gücü insanı farklı kılar. Her insan her konuda farklı düşünür. Önemli olan savunduğun düşüncenin sağlamlığı ve karşındakine geçirebilmektir.


Düşünce örneğinden devam edersek örneğin dahi Picasso'nun diğer insanlara ulaşabilme olanakları ile bizimkiler arasındaki farklar nelerdir, daha öncesi, ilk mağara ressamları tabii daha başdöndürücü..?


Dediğim gibi teknolojinin önemi, erişilebilirlik için çok büyük. Picasso’nun yaşadığı dönemde her ne kadar teknoloji ön planda olmasa da sanatındaki evrimleşme ve bunu insana yansıtma biçimi günümüz olanakları gibi olmadığından, anlatma biçimi, dönemin yaşanmışlıkları, savaş gibi olayları ustaca yansıtması  etkili olmuştur. Daha öncesine bakarsak da mağara ressamları günümüz için, o dönemde yaşanmış birçok önemli olayı keşfetmemizi sağlamıştır. Bunu yaparken de kar amacı gütmemeleri yaptıkları olayı değerli kılıyor. Günümüz sanatçıları da her geçen zamanla birlikte düşünce yapısı olarak evrimleşiyor.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol