DİYALOG MÜZESİ

ESER


 

Bensu Güleç


Öncelikle iyi seneler diliyorum. Tiyatro oyuncusu olarak 6,5 yıldır sahneye çıkıyorum. Sanat bazen acıyı tariftir, bazen acıdan sığınak. Varoluşun anlamını ararken hayatı ihlal edilenleri savunmuştur, direniştir, umuttur. Farsça Mütercim Tercümanlık mezunuyum ama işimi hiç yapmadım. Biz Mevlana üzerine çok çalıştık. Farsça çok güzel, kibar ve edebi bir dil. Şiir dili her şeyden önce. Yani ben açıkçası, Mevlana' yı her yönüyle araştırdım. Kesinlikle mükemmel eserleri olan biri ama kimse Mevlana'nın ney kamışı ve üzerlik tohumu kullanarak dmt etkisi altına girdiklerini anlatmaz. 



1086. DİYALOG: İYİ KALPLİ MERHAMETLİ BURAK

BURAK AKBAŞ İLE


Sinema bence bir sanattan, bir tutkudan bile daha ötedir. Günümüzde her ne kadar sanat olmaktan çıkıp, ticaret haline gelmiş olsa da önemli olan bunu aşkla yapabilmek, güzel eserler ortaya çıkartabilmektir.


Sinema hiçbir zaman bitmez. 19. Yüzyıldan günümüze kadar nasıl gelebilmişse bizden sonraki nesillerle de daha ileriye gidecektir. Şuan pandemiden dolayı sinema salonları kapatıldı ama tekrar açıldığı zaman dağıtımcı firmalar arasında büyük bir rekabet başlayacaktır. Pandemi nedeniyle sinema salonlarının kapatılması dizi furyasının önünü açtı. Şuan sinema filmi projelerini iptal eden yapımcılar dizi yapmak için kolları sıvadı.


Pandeminin tetiklediği sürecin daha en az on sene süreceği ve bu süreçte sinemanın tümüyle olmasa bile ağır yara yara alacağı bu arada dijital platformları ve özellikle bilgisayar oyunları sektörünün sinemanın yerini alacağı öngörülerine ne dersiniz?


Dijital platformlara yönelik ilgi evet pandemi döneminde zirve yaptı.. Aynı şekilde bilgisayar oyunlarına da.. Sinema bu süreçte ağır yara alabilir fakat gene de yok olmaz çünkü dijital platformları günümüzde çoğu aile kullanıyor.Çekilen yeni sinema filmleri o platformlar aracılığıyla izleyicilere ulaştırılabilir.


Şimdi bir tartışma var bildiğiniz gibi Spielberg'e göre sinema, sinema salonları için üretilen filmlerdir. Bu görüşe karşı olan Nolan gibi sinema sanatçıları da televizyon filmlerini kabul ediyor ama tümünün dışında bilgisayar oyunlarında oyuncuların bizzat kendi rollerini oymadıklarından artık filme gerek kalmadığı görüşlerine nasıl tepki verirsiniz?


Elbette, ben sinema sektörü ile 16 yaşımda tanıştım. (Şuan 27 yaşımdayım) İlk başlarda dizi setlerine yardımcı oyuncu olarak gidiyordum daha sonra bir kaç projede cast asistanlığı da yaptım. Daha sonrasında ise yönetmenlik eğitimi aldım ve birkaç klipte yardımcı yönetmenlik yaptım. Ayrıca bir kaç dizi ve sinema projesinde ufak rollerde oyunculukta yaptım. Ulusal bir kanalda yayınlanan her bölümü farklı konulardan oluşan bir TV filmleri serisine 3-4 bölüm kadar senaryo yazdım. Geçtiğimiz Nisan ayında ise senaryo doktorluğunu üstlendiğim bir sinema filmi yurtdışında çekildi. Şuan elimde çok iyi senaryolar var ve bir tanesi için bir yapımcı firma ile anlaşma yolundayız. Ayrıca bu hafta ünlü bir yapımcı ile 5 senelik oyunculuk sözleşmesi de imzalayacağız. 


Kutlarım öncelikle. Sanattan kazandığımızı sanata harcamalıyız erdemli sözünden sonra örneğin siz rol ve yaşam arasında gidip gelirken yaşama döndüğünüzde nasıl bir oyun oynamak istersiniz ki sonsuza kadar kalıcı olsun, özellikleri nelerdir?


Eğer iyi bir karakteri oynamışsam sonsuza dek o karakteri oynamak isterdim. kötü bir karakter oynamışsam o rolü bir an önce hakkıyla oynadıktan sonra kendi gerçek yaşamımdaki iyi kalpli merhametli burağa dönmek isterdim. 


İyi Kalpli Merhametli Burak, yaşamdan neler öğrendi, acıları ve aşma yöntemleri nelerdir, rolmodel olur / oluştururken kendini neden kasmaz ve önerileri nelerdir?


İyi Kalpli Merhametli Burak en büyük kabadayılığın efendilik olduğunu ve iyi insanların bu dünyada kaybettiğini ama ahirette kazanacağını öğrendi. Bazen diyorum ki keşke kötü birisi olabilseydim ama istesem de gamsız gaddar biri olamıyorum. İnananlara önerim ise kendilerine ve sevdiklerine yapılmasını istemedikleri şeyleri başkalarına yapmamalarıdır. 


Zaman zorlayıp, insan enerjisini tüketirken başka masum doğan tüm insanlar gibi artık dayanamayıp kötülüğü tercih edip diğer tarafa gözlerini yummak zorunda kalanları yeniden kazanabilmek için neler yapabiliriz, onları affedebilecek miyiz?


Bence affedebilirim. Onları içinde bulundukları durumdan kurtarabilmek için güzellikle konuşmak gereklidir bana göre. 


O sınıra geldiğiniz oldu mu hiç ve neden?


Hayır, hiç o sınıra gelmedim. Bir insan sonradan kötü birisi oluyorsa buna o kişinin karşısına çıkan insanlar neden olmuştur. Ama ben ahmedin hatasını mehmede kesmenin de çok mantıksız ve adaletsizlik olduğunu düşünüyorum. 


İhtiyaçlarımız gereği başta açlık, giyinme, barınma, güvenlik, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarımızın yanında daha çoğunu arzulama gibi bir isteğimiz de var genel insan olarak. Bütün bu sınırları nasıl belirleyip koruruz, sanat burada ne işe yarıyor?


Yani nasıl ki müzik ruhun gıdasıdır diyorsak ve müzikte bir sanatsa.. Sinema da o şekilde insanların ihtiyaç duyduğu bir şeydir.. Yani bu durumda sanatta bir ihtiyaçtır diyebiliriz.


Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE


Ben teşekkür ederim. 

FERCAN BAY İLE

1087. DİYALOG: SANATÇININ ERDEMLİSİ

Sadri Alışık Kültür Merkezi, Çolpan İlhan Oda Tiyatrosu, Film Industry, AA gibi geniş ve değerli yelpazeden biriktirdikleriniz nelerdir?

Bu fırsatı sunduğunuz için ben teşekkür ederim. Sanat Görüşüm; sanat özgür, özgün, estetik ve etik olmalıdır.  Sizin tabirinizle bu geniş ve değerli yelpazenin bendewki birikimi ve kazanımı hayata daha özgür bir pencereden bakmaktır. Bu kurumlarda geçen zamanlarım hem çalışma ve eğitim hayatımın büyük bir kısmını kapsamaktadır. Benim öğrenme tarzım genelde sahada deneyimlemektir. Teorik ile pratiği eş zamanlı yürütmeyi severim.

Şimdi bir tartışma var bildiğiniz gibi Spielberg'e göre sinema, sinema salonları için üretilen filmlerdir. Bu görüşe karşı olan Nolan gibi sinema sanatçıları da televizyon filmlerini kabul ediyor ama tümünün dışında bilgisayar oyunlarında oyuncuların bizzat kendi rollerini oynadıklarından artık filme gerek kalmadığı görüşlerine nasıl tepki verirsiniz?

Bu tartışma ile şunu görüyoruz ki; sanat subjektir. Pozitif bilim değildir, göreceli bilimdir. Yani, “Kime göre neye göre” diyebiliriz. İster sinemada, ister evdeki televizyonda veya dijital ortamlarda izleyin ama yeter ki sinema filmlerini izleyin. Zaten kült olmuş filmleri insanlar çoğunlukla sinema salonlarında değil, televizyonda izlemiştir. Bilgisayar oyunlarında oyunculuk gerekmiyor. Oyuncu, oyunculuğunu göstereceği “er meydanı” tiyatrodur. Onun için tiyatroda olmalıdır, sinema ve tv dizileride olmalıdır, bilgisayar oyunları da olmalıdır. Çünkü; genelde biz oyuncular, sinema, tv dizisi veya bilgisayar oyunlarından kazandığımız parayı genelde aşkımız tiyatroda harcarız.

Sanattan kazandığımızı sanata harcamalıyız erdemli sözünden sonra örneğin siz rol ve yaşam arasında gidip gelirken yaşama döndüğünüzde nasıl bir oyun oynamak istersiniz ki sonsuza kadar kalıcı olsun, özellikleri nelerdir?

Mesela, Nazım Hikmet’i oynamak isterdim. Gerçek hayatta yaşamış gerçek bir hikayesi olan fizyolojik, sosyolojik ve psikolojik özellikleri net olan 3 boyutlu bir karakteri oynamak isterim. Zaten kendi tiyatromda böyle oyunları sahnelemeye çalışıyoruz. Yazdığım tiyatro oyunlarında yukarıda söylediklerimi uygulama çabası içindeyim. Tabi oyunculuğun TV, sinema ve dijitalden çok kazanamadığım için sanata da çok yatırım yapamıyoruz. Pandemi de bunun tuzu biberi oldu. 

Ama önce sağlık diyelim.

Dijital için öneri geliştirenler; bunca tecrübenizden yararlanmak isteyip platform ve yazılımlar için ortak iş / işbölümü teklif etseler onlara ne gibi öneriler sunarsınız?


Bundan seneler önce Tiyatro TV fikrimizi açtığımızda ciddi tepki alıp "tiyatro zaten televizyonla bağdaşık değildir, olamaz" diyen gelenekçi yaklaşım canımızı epey yakmıştı

“Tiyatro zaten televizyonla bağdaşık değildir, olamaz” sözüne genel anlamda katılıyorum. Ancak, pandemi sürecinde gördük ki, Dünya genelinde tiyatrolar dijital yayınlandı. Hatta resim sergileri ve müzeler bile dijitale döndü. Bu mecburi ve küresel bir süreçti. Ne var ki görsel sanatlar seyircisi veya ziyaretçisiyle iç içe olmalıdır. Enerji alış verişidir sahne-seyirci ilişkisi. Dijital olmaz mı olur tabi ki. Pandemi sürecinde çıktı bu ve gelişiyor. Bence o da olmalı bu da olmalı. Seyirciye her türlü sunum olmalı. Kim neyi nasıl izlemek istiyorsa öyle olmalı. Dijital sayesinde Türkiye'deki bir sanat sever Dünya’nın bir ucundaki resmi gördü, müzeyi gezdi, tiyatro oyununu izledi. Gidip yerinde canlı izlesek daha iyi olmaz mı? “Dadından yenmez” derim. :) 

Dijitalcilerle birlikte güzel işler olacağına inananlardanım. Yeter ki; ilk başta dediğim gibi, sanat özgür, özgün, estetik ve etik olsun son kararı seyirci versin.

Hani derdimiz üzüm yemek nev'inden. Sanatın kendi ayakları üzerinde durup kimseye muhtaç olmadan özgürce ilerlemesi, sanatçının daha huzurlu ve mutlu olması babından; daha çok gelir ve imkanla önünün açılması arzusuyla geliştirmeye çalıştığımız bir fikir teatisi Ama sanat gibi hissiyatın yüksek olduğu bir alanda ister istemez alınganlıklar, hırçınlıklar hatta karşılıklı kırılmalar da olabiliyor. Sanat veya çağdaş sanat bu tür sorunları nasıl çözüyor, sanatçıların arasını nasıl buluyor?

Dünya var olduğundan bu yana her yerde her zaman sanatı ve sanatçıyı aristokrasi ve burjuvazi geliştirmiştir. Sanat ve sanatçı kendi içinde bile bir birine muhaliftir. Bu muhalefetini subjektif bir şekilde eseriyle, duruşuyla, karakteriyle yapar. Diyaloğun başında da söylediğim gibi “sanat özgür, özgün, estetik ve etik olmalıdır.” Eğer böyle olursak her ne kadar içimizde veya dışarıya karşı muhalif olursak olalım hep daha güzeli daha iyisi olsun diyedir. Sanata ve sanatçıya bakış açımızın nasıl olması gerektiğini Atatürk’ün yaşadığı bir olaydaki sözleriyle açıklamak en anlamlısı ve doğrusu olacaktır. Şöyle ki; Bir toplantı sırasında; "Efendim, sanatçı misafirlerimiz müsaadelerinizle elinizi öpüp ayrılmak istiyorlar" diyen yaverine: Ne münasebet! Olur mu öyle şey?! Sanatçı el öpmez! Bilakis, sanatçının eli öpülür! Sanatkar, toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Uygarlık doruğunun merdiveni sanattır. Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti’nin tarihi bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.” demiştir.

Bu ortamda geliştirdiğimiz bir başka öneride gelişen durumla ilgili, sanatın hangi dalından olursa olsun sanat insanlarının; bilinen yaygın sosyal medya araçları, ortamları dışında, kendi internet sitelerini kurarak, belirli bir zaman dilimi ve proğram dahilinde ÜCRETLİ CANLI YAYIN yapmalarını önerdik. Kimse ciddiye almadı, tartışmadı bile Sanırım hazırcı bir toplumuz, böylesi uçuk kaçık öneriler duyuyor musunuz, hazırcılık sorununuzu nasıl çözeriz?

Hazırcılık değil bence. Sanatçı kendi alanında uğraşmak ister çok dijitali düşünmez. Zaten uğraşanda dediğiniz gibi sosyal medyada görünüyor oradan yapıyor bu işleri.

Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE

Bu fırsatı sunduğunuz için ben tekrar teşekkür ederim. Yine tekrar ediyorum. Sanat özgür, özgün, estetik ve etik olmalıdır.  Dileğinize gönülden katılıyorum ve Sağlıkla kalın.

1088. DİYALOG: TÖRE SAĞLARDI  

ZARİF YILDIZ İLE

Gazeteci kimliğimle görüş bildirecek olursam, toplumsal gelişimde olmazsa olmaz bir zorunluluktur sanat. Toplumsal gelişimde, olmazsa olmaz bir zorunluluktur sanat. Aynı zamanda; medeniyetlerin, ülkelerin  ve milletlerin kimliğini tanımak, tanımlayabilmek, o ülkenin geçmişini ve geleceğini anlamak da yine sanata bakışıyla paraleldir. Yasama, yürütme, yargı ve basın nasıl ki dört büyük denge unsuru ise, beşinci madde de zannımca sanattır.

Ülkemizin sanat geçmişi ve günümüzünden bahsetmek ister misiniz, dünyada neredeyiz?

Ülkemizin sanat geçmişinin, batıya özen çerçevesinde, kısır ve kısıtlı kaldığına inananlardanım. Devletimiz ve zaman içerisinde devleti yönetenler, bir Osmanlı kadar değer vermemiştir sanata ve sanatçıya. Osmanlı dönemi sanatçılarından, Kayseri Ağırnaslı mimar Sinan, ressam Ruhî, şair Nefi mesela. Tarihe isimleri kazınmış sanatçılar. Ülkemiz, daha yeni yeni sanata ve sanatçıya değer vermektedir. Umuyorum; 2021 ve sonrasında, dünya tarihine ismini altın harflerle yazdıracak sanatçılar, ülkemizden de çıkacaktır.

Umarım.

Osmanlı vurgusunu özellikle yapmanız dikkatimi çekti. Evrensel sanat denince anlamamız gerekenler nelerdir, Osmanlı yedi iklim üç kıtada hüküm sürerken nelere dikkat ediyordu?

Sanat, zaten evrensel değil midir?

Mozart'ın bir eseri hangi ırktır veya hangi dildedir desek, Mona Lisa eseri mesela. Ya da sessiz bir tiyatro. Bence sanatın kendisi, evrensellik kuramından doğar. İkinci soruyu da kısa ve net cevaplayayım. Osmanlı, devlet yönetiminde İlim, eğitim ve sanata önem veriyordu. Çünkü bu başlıklar, tebaanın idaresinde ve bilinçli toplum olabilmesinde ana etkenlerdir. Siyasetine bakacak olursak, yayılmacı politika ve islam siyaseti güddükleri için, başarılı olduklarını düşünüyorum. Adalet sistemi de reform niteliğinde. Şeri hükümlerin adil ve hızlı uygulanması, devlet sistemini pekiştirmiştir.

Sanatın zaten evrenselliğiden Osmanlı'nın uygulama ve başarılarına kök bulduğumuza göre; kendi kültür köklerinden beslenmeyen bir sanat ne kadar sanattır ve siz kendi kültür köklerinizden hangi özleri topladınız, topluyorsunuz?

İtiraf etmeliyim ki, her bir sorunuzun cevapları, ayrı ayrı kitap veya araştırma konusu olabilir. Cevaplayabilmek de bir o kadar keyifli.

Bu sorunuzda kendi köklerinden beslenme noktasında, Osmanlı kısmında ayrım yapmak gerekir. Zira; Osmanlı İmparatorluğu, kendi kökünden beslenen bir politika ile bakış geliştirmemiştir. Yedi iklim, 3 kıta dediniz. Farklı kültürler ve farklı geleneklerin bir arada oluşturduğu o muhteşem ambiyans söz konusu. Osmanlı bir imparatorluktu. Günümüz ile karşılaştırabilmemiz için, şartların aynı olması gerekli. Kendi kökünden beslenme noktasında ülkemiz perspektifinden bakacaksak, bakmamız gerek özümüz, Türkçülük ve Türk İslam kültürü olabilir. Kendi kültür köklerinden beslenmeyen sanat, sanattır belki ama size ait değildir. Başkasının sanatıdır.  Kendi kültür köklerimden neler topladım derseniz, bizde büyüklerden aktarılır kültür daha çok. Erzurum özelinde Baş barımız aktarılır. Dadaş nedir, ahlakı nasıl olmalıdır?

Aşık sanatı geleneği aktarılır, yaşatılır. Toplumsal ahlak kuralları, atadan nesline bırakılır. Sanatı da sanatçısı da emanet edilir, geriden gelenlere.

İçimizi titreten, tüylerimiz diken diken eden, bizden başka kimsenin hissedip anlayamayacağı o titreşimler oluşur ve aktarılırken biliyoruz ki aynı bizde olduğu gibi tüm diğer farklı kültürlerin de böylesi etkileri var. Bu durumda insanlık dediğimiz o en yukarıdaki çatı diyelim nasıl kaynaşıuor, sanatın bu kaynaşmaya katkıları nelerdir?

Gönül işidir sanat. Gönüle dokunduğu için, insanların kaynaşmasını sağlıyor. Farklı bir bakış açısıyla da sanat, sanatçısı ve eseriyle de doğrudan orantılı bir şekilde karşılık bulmuyor. Çünkü sanatta öncelik eserdir. Eseri meydana getiren sanatçı, aracıdır benim düşünceme göre. Ama sanatta aktarılan aslen duygu olduğu için, insanlıkta karşılık bulması ve sahiplenilmesi hız kazanıyor. Bahsettiğimiz duygu sahiplenilmesi kitlelere ulaştığında sanat, köprü vazifesi görüyor. Sanırım sorunuza en güzel cevap ta bu olurdu. İnsanlar birbirini ne kadar içten anlarsa, o kadar kaynaşıyor.

Şimdi bir tartışma var bildiğiniz gibi Spielberg'e göre sinema, sinema salonları için üretilen filmlerdir. Bu görüşe karşı olan Nolan gibi sinema sanatçıları da televizyon filmlerini kabul ediyor ama tümünün dışında bilgisayar oyunlarında oyuncuların bizzat kendi rollerini oymadıklarından artık filme gerek kalmadığı görüşlerine nasıl tepki verirsiniz?

Filmlerin, sinemada veya televizyonda yayınlaması olarak ayrım yapmak doğru değil. Sanat merceğinden bakacak olursam, bu tartışmanın bir tarafı olamam. Zira; filmlerde asıl konu, her oyuncunun kendini oynaması değil, kendilerine verilen rolü oynamasıdır. Filme gerek kalmadığı düşüncesini kabul etmiyorum.

Siz kendi yaşamınızda nasıl bir kişisiniz, örneğin her hangi bir film izlerken daha çok hangi karakterleri kendinize yakın hisseder, onun yanında durursunuz?

Ben, dinine bağlı ve devletçi bir ailede büyüdüm. Büyüdükçe, karakterim Türk İslam ülküsü etrafında şekillendi. Hayat felsefemde aslolan, devlettir. Çünkü devlet yoksa, millet de yoktur, namus da yoktur, inanabileceğiniz ve gereklerini yerine getirebileceğiniz bir dinde yoktur. Bu minvalde, inanmışlıklarıma yakın karakterleri kendime yakın hisseder, onun yanında dururum.

İdeoloji tartışmasına girmeden, Erzurum'umuzun o engin yayları, kışının soğuğu, yazının serinliği, çiçeklerinin kokusu ile; eğer devlet kendi vatandaşına eziyet ediyorsa, ezilmesi gereken kitle gözüyle bakıyorsa, sömürgeci devletlerin işbirlikçisiyse, burdan çıkardığını başkalarına peşkeş çekiyorsa kısaca ilkel ve geri kalmışsa Türk Töresi bu devleti nasıl karşılar?

Öncelikle günümüzde böyle bir durum olduğu fikrini gerçekçi bulmuyorum. Olsaydı, Türk Töresinde yeri neydi, sorusunun cevabı kesinlikle adalet olurdu. Türk Töresinde bahsettiğiniz zulmün karşılığı, kesin bir dille adalettir. Ve gereken adaleti de Töre sağlardı.

Koskocaman Türk Coğrafyası ve 500 milyona yakın yaşayan Türkümüz ne kadar bilinçli, birlik için yapılması gerekenler nelerdir, Erzurum'dan Türk Dünyasına ve dünya Türklüğüne bir mesajınız olsaydı ne der/yazardınız?

Türk coğrafyası ve milleti, son yüzyılda efsunlanmış, bastırılmış ve türlü oyunlarla özünden uzaklaştırılmıştı. Fakat, yakın tarihte ülkemizin attığı adımlarla Türk dünyası, özünde, asil kanında bulunan cesarete ve kahramanlığa doğru yolculuğa başlamıştır. Ve bu yolculuğun sonu, mutlak suretle Türkiye öncülüğünde Turan'dır. Erzurum'dan tüm Türk dünyasına söyleceğim; Yüce Allah'ın izniyle Türk coğrafyası, geçmişinde olduğu gibi adaleti sağlayan, dünyaya nizam veren rolüne geri dönecektir. Bu kaçınılmaz kaderinde, Ebed bizimdir! 'Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!'

Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE

Ben teşekkür ediyorum. Yayın linkini paylaşırsanız, biz de kuruluşlarımızda yer verelim. İyi çalışmalar dilerim.


Erkan Yazargan
·15 Mart 2017 Çarşamba
413. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 30)

Kendi çalışmalarına "eser" diyenlerle ilgili görüşünüz nedir?

Dalia Maya: Türk Dil Kurumu "eser" sözcüğünü ilk sırada "emek sonucu ortaya konan ürün, yapıt" olarak ortaya koyuyor. O zaman kişi kendi çalışmasına gayet doğru bir şekilde eser diyebilir. Hatta dilerse "şaheser/benim şaheserim" de diyebilir. Bu kendisinin algısıdır. Kaldı ki herhangi başka biri de bir çalışmaya şaheser diyebilir.

Her şekilde bakmak gerek bence "kime göre / neye göre?"
 
Ama meselenin özü aslında şunu kavramakta yatıyor sanırım: "Herkes - istisnasız herkes, dünyaya kendi algı penceresinden bakıyor! Kimi belli bazı öğretilerde yoğunlaşarak bazı benzer ya da ortak düşüncelere/algılara/sonuçlara varıyorsa da bunların hepsi bir illüzyon. Ses ya da ışık ya da renk her ne ise insanın sinir sistemine değdiği an, bireyselleşiyor... kişinin daha önce biriktirdiği bilgi/algı/his/ sisteminin filtrelerinden geçiyor, tepki ancak bundan sonra doğuyor.
 
Eğer bir sorundan bahsetme hakkını kendimizde görüyorsak, bir şeylerin belli bir şekilde olması gerekliliğine bilgi ya da inanç yoluyla ikna olmuşuz demektir. Oysa evrende her şey, her an tam da olduğu hali ile olmaktadır.
 
Dede Fatih Kolçak “Genç” diyorum Ağabey. Eğer 30' unun üstündeyse, selamı sabahı keserim. Zaman kaybı. Dönüp çalışmamız lazım artık. 
Elif Ateş: Bu bahsedilen çalışmayı görmeden biR yorum yapamayacağım. Eser var, eser değeri ve felsefesi olmayan çalışmalar var ki eser kategorisine zaten giremez. Görmek lazım. Bana göre göreceli bi durum.
 
Ben çalışma derim. Gözlemci onun eser mi yoksa eser değil mi değerlendirebilmesi için.
 
Rusen Gunes ''Esmiyor'' diyebilirler.
 
Sibel Gürel: Kişinin İmaja olan mesafesinin ne şekilde olduğundan kaynaklanıyor olma ihtimali yüksek. Bir çalışmanın eser (yapıt) olarak takdir edebilmek için onun benliğimize olan duygusal mesafesine ihtiyaç duyulması asıl sorun olabilir.
 
Kant'a kulak vermek gerekiyor.
Hilal Zıllıoğlu Kültür Bakanlığı tarafından sanat eseri olarak kabul edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
 
Denetim yapılmalı. Yetkisiz kişilerin kurs, ders vermesi önlenmeli diye düşünüyorum.
 
Berran Yalçın ERKAN BEY, İÇİ ÇOK İYİ DOLDURULMASI GEREKLİ BİR KAVRAM ESER. BENCE, EHİL KİŞİLERİN TESBİTİYLE TESCİLLENEBİLİR. KANIMCA SONUÇ O ZAMAN KABUL GÖRÜR. TABİİ, KİŞİNİN YAPTIĞINA ESER DEMESİ BİRAZ İDDİALI VE TEVÂZUDAN UZAK BİR DAVRANIŞ BİÇİMİDİR. "KARTVİZİTLERE SANATÇI (HANGİ BİÇİMDE OLURSA OLSUN) YAZDIRILIRKEN ÇOK DÜŞÜNÜLMESİ GEREKİR" DERİM.
 
ÇOK KONUŞULMASI, TARTIŞILMASI GEREKEN BİR KONU BENCE.

Yucel Donmez Her sanat yapıtı veya sanat adına üretilen her nesne birer eserdir, beğenir veya beğenmezsiniz.
 
Sanat eseri görecelidir. Her üretilen iyi veya kötü, bir eserdir bu yüzden de zaten "iyi eser kötü eser" denilebiliyor ya... Eski mantıkla değerlendirme yapmak tarihe karıştı. Bugün her sanst yapan da sanatçı sayılıyor hatta kopyacılar bile sanatçıdır ve onlara da "kopyacı sanatçı" deniliyor ya :) Bu yüzden gerçek sanata soyunan mutlaka kendi dilini de kurmalıdır ki "işte eser gibi eser" diyebilelim...
 
Eleştiriyle ilgili; sanatçı elbette eleştirilecektir ve bu eleştiriyi sanatın uzmanları farklı eleştirirker, eserden ne anladığını ortaya koyanlar ise farklı... Bu durumda sanat eserinin en doğru değerlendirmesi uzman bir sanat eleştirmeninin yaptığı olacaktır.
 
Sanatçı, eserinin açıklamasını da yaparsa tabi ki daha iyi olur.

ÖZLEM AKSOY İLE

HEM ŞİİR HEM RESİM


Merhaba

Gerçekleştirmek istediğiniz projelerinizden bahsetmek ister misiniz?


Merhaba. 

Yaradılışıma ve varoluşuma denk, uygun bir yolla kendimi bilmek ve kendimi gerçekleştirmek… Sevgi, umut ve aydınlığı barındıran yarın için gelecek için sanatımı oluşturmak.


Kavramların, ezberlerin dışında elle tutulur gözle görülür somut projeleriniz nelerdir?


Kendimi bütün düşüncelerimle, sinir sistemimle, kaslarımla sanata adadım. Başka şeylerin eline düşüp kendimi değirmene düşmüş bir buğday tanesi gibi öğütülmeme izin vermeden şiirlerimde ve resimlerimde kaybolmak. Kendi hayat çizgimin güzelliği ve heycanında ara vermeden ilerlemek.


Nasıl ilerliyorsunuz, aştığınız engeller nelerdir, destek olanlar nelerdir?


Zor bir yaşamım oldu. Her zaman tek başımaydım. Çok küçük yaşlardan itibaren aile mahrum kaldım. Yinede dünyanın acımasızlığından korkmadım çünkü tam karşısında kendi dünyam duruyordu. Buraları fazla uzatmayayım.


Kendimi ifade etme aracı olarak elimde sadece sanatım var. Başka bir şey için hayal kurmadım ya da proje oluşturmadım. Kendimi adadığım biricik tutkum, benim için aşk gibi bir deneyim oldu sanat. Yaratmak ve hayal kurmak dışında başka tutkulara sapmadım. Kendi tutkuma inanıyorum. Hayallerimi kanlı canlı hale getirmek için tıpkı bir derviş gibi binlerce renge boyanarak ya da binlerce kılığa girip sanatımda kaybolmak ve kendimi onun akışına bırakmak ilerlememi sağlıyor.


Son şiirlerinizden bir kaç örnek yazar mısınız buraya?


SINIRSIZLIĞIN IŞIĞI


Kalbindeki yüce istemeli

Devam etmeyi

Kalamazsın hiçbir yerde, 

Mutlulukta bile

Yolların ulaşır her yere

Başlangıcın kaosuna

İlk ışığın şafağına

Sağduyuya

Bir kez daha

Yeniden başlar dünya

Bir kez daha

Sınırsız olana



ÖPÜCÜK


Yükselir

Umutlu çığlığınla

Sevgi dalgası

Güneş gibi parlayan mutluluğun

Kahraman olmak yerine

İner

İsimsizliğin derinlerine

Sonsuzluğun

Zamanın molekülü içinde

Kondurur yakıcı öpücüğünü

Ölüme



SESSİZCE BEKLEYEN


Tozlu kocaman bir salonda

Sarı bir aydınlığa dalan yüzün hüzünlü

Alçak duvarların arasında

Yürüyüşün ıssız bir kıyı

Sıska pazılarında

İner öfkeli yumruklar

Korkulu bakışlara

Erişilemeyecek kadar uzakta

Bal gibi tatlı sesini

Yakalar biran kulaklarım

Aşkın renklerine bürünür özgürlüğümüz

Görünür

Sessizce bekleyen

Aydınlık bir hayal

Şefkatli

İnsancıl


Ümit şiirleri diyebilir miyiz, ümit hiçbir zaman bitmez diyenlere söylemek istedikleriniz nelerdir?


Ümit yüksek ve sarsılmaz bir şekilde doğal olanın içinde her zaman vardır.


Tecrübelerinizden detaylı örnekler istesek, hadsizlik yapmış olmayız umarım, okuyucuya da ışık olması bakımından...


Resme çocukluğumda başladım. İlkokulda öğretmenimin "Van Gogh'u biliyor musun? Sen de onun gibi resim yapıyorsun" demesi resme karşı kan dolaşımımı hızlandırmıştı. Van Gogh'u o dönemimde duymuş ve merakım sonucunda da tanımış oldum. Hiçbir şey yapmak istemediğim rahatlama anlarımda ona bakıyordum. Çoğu zaman kendimi resimlerinin içinde hayaller kurarken hatırlıyorum. Çok sonraları onun "Buğday Tarlası ve Kargalar" tablosunu izleyerek onunla ilgili "Kızıl Sakalın Elleri ve Buğday "adlı öykümü yazdım.


Sonraki dönemlerimde kurslarla devam ettim. Resul Aytemu 'un atölyesinde bir yıl, Naser Daşti'nin atölyesinde bir yıla yakın bir süre çalıştım. O dönemler Hacettepe'nin yaz kurslarına da katıldım.


Yetenek sınavlarında birinci oldum fakat okulu yarıda bıraktım. Bir tek üniversiteyi değil, hayatımda önemsiz gördüğüm bir yığın şeyi bırakıp sadece sanata yöneldim. Kendimi kaderimi şekillendirmeye hazır hissediyordum. Bu konuda insan gücünün elinde olan her şeyi yapmaya çabalıyordum. Sanatla ilgili, hayatla ilgili bilgileri yavaş yavaş toplamaya başladım. Ciddi emek harcıyordum. Ondört, onbeş saati bulan çalışma sürelerime çakılıp kalmam, kişiliğimi oluşturma ve hünerlerimi ortaya çıkarmamı sağladı. Şiir de yazıyordum artık. Kendimi sanatımın atmosferiyle doldurmaya başlamıştım. Böyle devam eden yedi yıl sonunda sanatla ilgili pek çok şey denedim fakat hiçbir şey yetmiyordu. Daha başka neler yapabilirim konusunda eğitimci kişiliğini beğendiğim Hasan Pekmezci ile iletişime geçtim. Ömrü uzun olsun, resmi öğrencisi olmadığım halde benimle ilgilendi. Elektronik posta aracılığıyla onun deneyimlerinden faydalanma şansım oldu. Gece yarısı olsa bile her zaman yanıt ve cesaret verdi. Düz yazı, öykü yazmam ve günlük tutmam onun yönlendirmeleri sayesinde oldu. Dört yıl gibi bir sürede yaptığım her işe baktı ve değerlendirdi. Sürrealizme yönelmem de bu süreçte başladı.


Tüm bunlar ve daha pek çok tecrübelerin sonucunda rahat bir hayatın sanatçı için tehlikeli olduğunu anladığımda halinden memnun, sanatına sadık bir insan vardı artık.


Şuan disiplin içerisinde çalışmalarıma devam etmekteyim.


Şiirle birlikte resmin nasıl ilerlediğini merak ederim. Daha önceki pekçok diyaloğumuzda odaklanma ile ilgili yeri geldiğinde sanatçının enerjisini bir noktaya odaklayıp tüm gücüyle orada yoğunlaşması gereği, dışarıdaki evrensel sanatın bu özelliği ile güçlü olduğu, farklı işlere yoğun sanatçıların yeterli başarı sağlayamadıklarına değinilmişti. Sadece resme odaklanma konusunda ne dersiniz, enerjinizi nasıl kullanıyorsunuz? 


Sadece boyayan, eli kaleme değmemiş bir iki kişinin bu tür "zırvalıklarını" dinlemiştim. Bildiğim güçlü  evrensel sanatçıların hepsi çok yönlü olanlar. Magnetizmanın artı ve eksi zıt yönleri değişmiş sanki. İyi kötü olmuş kötü de iyi.


Yazının resimle benzer yönleri vardır. Her fırça darbesi gibi her sözcüğün anlam ifade ettiğini düşünürüm. Bunlar birbirini besleyen birbirine enerji veren güçlerdir. Cambaz ayaklarıyla dolaşıp duranlara diyecek bir şeyim yok. Dolaşsınlar.


Sanatla ilgilenen, uğraşan ama eleştiriye tahammülü olmayanlarla ilgili ne yazmak istersiniz?


BAZI SORU VE YANITLARI 


Reyhan Karagöz ÇETİN: Resim sanatına çok yakın olmasam da özgün eserleri ayırt edebiliyor, zevkime güveniyorum. Çok anlamlı çalışmalar. Her biri üzerine hikayeler, denemeler yazılabilir diye düşünüyorum. Siz kendi dünyanızı iki harika dil ile dışarıya yansıtma şansı bulmuşsunuz. Kutluyorum sizi. 

İnsanlar genellikle tecrübelerini, iç dünyalarını aktarmaktan çekinir. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz bizlere?


Kendimi sansürlemiyorum. Varlığımda hissettiğim her duyguyu paylaşmaktan çekinmiyorum. Sanatçı içinde kendini kaybedemiyorsa derinliğini tam olarak anlaması olanaklı olmayabilir. Böyle oluncada bir bütünlük oluşturamaz. Bütünlük oluşturmadan sunulan üretimlerin ise ruhu ele geçirme gücünün olamayacağını ve bir tat veremeyeceğini düşünüyorum. 

YALÇIN KOÇER İLE

FOTOĞRAF ARŞİVİ

-Kırmızının sizde uyardığı / uyandırdığı nedir? 

Sanat coğrafyaya göre anlam değiştiren bir duygu.

Yirmi yıl öncesi kırmızı benim için Türk motifiydi. Kilimdi, kök boyasıydı, al yazmaydı, türküydü, bayraktı... Artık kırmızı benim için acıdan başka bir duygu veremiyor. Yirmi yıl gibi kısa bir sürede kırmızı benim için manasını değiştirdi. Şehit, çocuk tecavüzleri, savaş, genç ölümler v.s. oldu.

-Resimlere baktınız mı, sanatçıları kırmızıyı nasıl kullanmış sizce?

Cevabı kendimi yönlendirmemek adına resimlere bakmadan içimden geldiği gibi yazdım. Şimdi resimleri incelediğimde de aynı duyguları hissettim. Resimlerin genelinde  kırmızıyı sanatçılar kaos ve travma duygusuyla kullanmışlar. Ben öyle düşünüyorum...

-Sizce kırmızıya en yakışan, yanında iyi duran renk hangidir?

Beyaz.

-Tarihi yapıların fotoğrafını çektiğinizi görüyorum. Anlatmak ister misiniz?

2010 yılında “Zaman İçinde İstanbul” kitabını çıkardım. Ülkemin kültür miraslarını fotoğraflayarak bir arşiv oluşturuyorum. Uzun bir yazı olur. Fotoğraf bir belge. Doğru kullanılırsa gelecek nesiller için bu günlerin aynası. Bu yüzden önem veriyorum. Her ne kadar ülkem insanı için pek önem arzetmese de! Misyonumuz bu.

-İşinizde renkten çok perspektif öne çıkıyor olmalı, tarihi eser fotoğraflamanın sanat zihninize kattıkları nelerdir?

Perspektifin ön planda olduğu doğru.

Tarihi eserleri fotoğraflamanın çok katkısını gördüm. Kişisel gelişimden tutun, tarih bilgisinden çıkın! Dolayısı ile inancınızın gelişimine daha çok etken olduğundan daha doğruya inanmaya sevk ediyor sizi. Tarihi mekan ve yapıların yanı sıra arşiv de fotoğraflıyorsunuz.

Dil bilgisi, Etimoloji, İnanç Tarihi yani Teoloji hatta Jeoloji ve bunların hepsi içinde harmanlanarak Sanat Tarihi. Sonuçta kişiliğinize yansıması.

-İlgi duyanların daha çok yararlanabilmesi için, tarihi eser / yapı fotoğraflarını nasıl izlemesini önerirsiniz?

Öncelikle tarihi yapı fotoğrafları detay içermeli. Fotoğrafını gördüğüm herhangi bir mimari yapının öncelikle dönemini, hangi medeniyete ait olduğunu, mimarını, kim tarafından ve ne amaçla yapıldığını, tarihte ne gibi değişiklikler geçirdiğini araştırmak ve fotoğrafı öyle okumak gerekir.

Ülkemizde çok yanlış bir bilgi kirliliği var. Sebebi aslında bu: Tarih bizde menkıbeden ibaret. Gerçeği yansıtmıyor. Dolayısı ile geçmiş tarihimiz hatta inandığımızı zannettiğimiz çoğu şey yanlış. Hala Mimar Sinan eserlerini derleyip toparlayarak bir kitap haline getiren çıkmadı. Kişisel olarak zor bir proje ama devlet desteği olmadan da yapılabilecek şeyler değil.

İstanbul başlı başına bir çalışma. Benimki küçük bir örnek. Kültür Bakanlığının yerine olsam böyle bir çalışma yaptırırdım. Tarihimiz açısından çok önemli. Malum olduğu üzere son dönemlerde kültür miraslarına gerek restarosyon, gerek istimlak ile büyük bir katliam yapılıyor. Acele davranarak mevcut durumları bozulmadan, çekerek arşive kaldırıyorum. Mimari fotoğraflar incelemek gerçekten kapsamlı bir iş.

-Kartpostal fotoğrafçılığından farkı nedir, kendi koleksiyonunuzu oluştururken hangi sırayı takip edersiniz?

Kartpostal fotoğrafçılığı genelde şehri simgeleyen meydanları ve o şehri simgeleyen tarihi bi yapıyı kapsar ve ana amacı turizmdir.  Örneğin; Ayasofya, İstanbul’u simgeler kartpostallık bir eserdir. Temiz ve güzel, geniş bir açıyla, doğru ışıkta çekilerek sunulur.

Kültürel miras fotoğrafçılığı ve arşivleme daha kapsamlıdır çünkü İstanbul’un hanları, hamamları, köprüleri, dini yapıları, askeri yapıları v.s. hepsi İstanbul’un medeniyet geçmişine ışık tutar. Kartpostal fotoğrafçılığı daha çok ticaridir. Arşiv öyle değildir. Bir tarihi yapı üç medeniyetten de izler taşıyabilir. Üç medeniyetin izlerini çekmek ve arşivlemek gerekiyor.

-Siz kendi arşiv veya koleksiyonunuzda nasıl bir yöntem takip ediyorsunuz?

Daha detaylı ve kapsamlı. Arşivimi öncelikle şehirlere ayırıyorum. Sonra o şehir klasörünü şehirde yaşamış medeniyetler klasörü olarak bölüyorum. Örnek; bir cami hem şehir klasöründe, hem Selçuklu Eserleri klasöründe hem de önemli bir şahsiyete aitse onun klasöründe hatta çok eserli bir mimarın eseri ise onunda ayrı bir klasöründe yer alıyor. Tek fotoğraf bazen on klasörde arşivlenebiliyor.

Büyük bir arşiv oluşturmuşsanız bulmayı kolaylaştırmanız gerekir. Yapı ne kadar eski ise dağıldığı klasör o kadar geniş oluyor. Cumhuriyet Döneminden başlayıp Osmanlı, Selçuklu, Bizans, Roma, Erken Roma v.s.  Geriye giden bir çalışma.

Anadolu’da daha çoğalıyor: Likya, Eti, Hitit, Frig v.s. Bazen fotoğraf çekmenin daha kolay olduğunu düşünüyorum. Arşiv oluşturmak başlı başına bir iş.

- Dayanışma kapsamında destek verebilecek veya destek sunabileceğiniz kişi veya kurumlardan beklenti / istekleriniz nelerdir?

Elimde hali hazırda üç kitap çıkaracak arşiv hazır. Ama ülkemde kültür işleri çok rağbet gören bir pazar değil. 

Kurumlar veya firmalar prestiji farklı algılıyor olsa gerek ki! Bu tür işlere ölü yatırım gözüyle bakıyorlar. 

Hak vermiyor da değilim. Arz talep meselesi. Talep olmayınca üretim saçma. Sanat da dahil Soytarılığa daha çok talep olduğundan bütçeden daha fazla pay alıyor o sektör.  Neşet Ertaş borç ile ölüyor, (...) reşit olmadan milyonlar kazanıyor. Tamamen toplumumuzun sosyolojik yapısından dolayı. Bu ülkemiz adına büyük bir ayıp.

-Sizin kurumsal / official bir ofisiniz var mı veya sponsor desteği alabilmek için gerekli resmi işlemleri ne kadar yaptınız?

Kurumsal bir ofisimiz vardı. Ama devamlı artan vergi ve işçilik, ekipman giderleri yüzünden kapatmak zorunda kaldık. 2007 yılından beri Home ofis ?

Bir dönem her kurum ve kuruluşun kapısını çalarak yaptığımız işin aslında ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştıysak da başarılı olamadık.

-Home ofis resmi mi, yani Yalçın Koçer Ofisi denilince iletişim bilgileri açık, sekreterliği bulunan bir işleyiş mevcut mu?

Sonra düşündüm ki niye ben eserlerimi aşağılıyorum. Kıymetini bilen kültürlü bir kurum/kuruluş veya kişi kendi talep etsin. Oturup anlaşırsak güzel eserler ortaya koyarız düşüncesine döndüm. 

Hala da aynı düşüncedeyim.

Herşeyi kendim yapıyorum. Mutfağından sunumuna kadar, iletişimden yazışmalara kadar bana ait.

-Sıradan bir radyo, televizyon kanalının bile reklam alabilmesi için yerine getirmesi gereken prosedürler var. Neticede o da vergiden düşülen bir uygulama. Prosedürleri yerine getirmeden nasıl destek bulabilirizki?

Çok yerinde bir soru Sanatçının bu tür kaygıları olmamalı. Prosedür ticaret için gerekli sanat için değil. Eserin kıymetini bilen bence sanatçının peşinden koşmalı. Sanatçılar kurum veya kişilerin kapılarında sürünmemeli.

Neden güzel bir soru olduğunu böylece açıklayabilirim. Ülkemizde sanat ve sanatçı geçinme kaygısı duyuyorsa sanat üretemez.

-Sanatçı ofisini açıp hem istihdam yaratıp hem yükten kurtulabilir. Gelişmiş ülkelerde bu işler böyle yürüyor.

Bi defa sanatçının karekteristik yapısına ters.

Sanatçı kişilik dilenmez, istemez, yalvarmaz!

-İş bölümü becerimiz gelişmemişse bu kadar yükün altından kalkamayız haliyle!

Sorunun içinde cevap var aslında: “Gelişmiş ülkeler”. Biz gelişmiş bir ülke değiliz. Sadece bize ait olmayan güncel teknolojiyi kullanıyoruz. Gelişmişlik son model Mercedes sahibi olmak değil. Son model Mercedesin camından çöp atmamak, yaya geçidinde durmak vs vs

Kavramların hepsi ülkemde karışık.

:)

-Katkınız için çok teşekkür ederim. Umarım destek bulursunuz, bulmanız için diyalogumuzu olduğunca yaygınlaştıracağım.

Saygılarımla

Çok incesiniz. 

Baki saygılar…

-Ülke sorunlarından biri olan, kelime ve kavram karmaşası - kelimelerin anlamlarının bilerek bozulmasına karşı yapılması gerekenler nelerdir?

Gelişmeyen her ülkenin büyük sorunu.

Bu saatten sonra yapılacak bir şey olduğuna inanmıyorum . Belki radikal bir devrim. 

Üretime dayalı ekonomik ve siyasi sistem gerekli. Dil, teknoloji ve icat ile gelişen ve değişen bir kavram. İcad eden mucidi olduğu her şeye kendi ismini vererek kelime üretiyor. 

Televizyon, bilgisayar, internet, web, hard disk vs...

Yoğurt dışında dünyada kullanılan bize ait bir kelam neredeyse yok. Ne ürettik de isimlendik. 

Alfabemizde “W” yok ama web yazıyoruz, yazmak zorunda kalıyoruz, üretememekten... Eh üretim de eğitimle paralel geliştiğine göre ve biz eğitimi 600 yıldır kaçırdığımıza göre şu saatten sonra da yapılması gereken hiç bi şey olduğunu sanmıyorum. 

Bi 100 yıl sonra dünyadan bi çok dil kaybolacak. Türkçe de bunlardan biri. Üzücü ama gerçek bu …

--Yeni üretimin kelimelerinden ziyade; mevcut, şimdiye kadar gelen kelimelerin sanat adına özellikle bozulduğunu görüyoruz, kavramların içi boşaltılmış durumda. Herkes bir şeyler konuşuyor ama kimin ne dediği hatta konuşanın kendinin ne dediğini bile bilmedi tuhaf bir zamandayız.

Sizin gözlemleriniz ne yöndedir?

Aslında verdiğim ilk metnin içinde cevabı var , Eğitim.

Bunun bir plan dahilinde yapıldığına inanırım. 

1970 li yıllardan itibaren tv lerde, günümüzde ise sosyal medya da toplumun sosyolojik yapısının bizzat bozulması yönünde yayınlar yapılıyor, yaptırılıyor !

Eskiden fakir ama gururlu sokak çocukları filme alınırdı. Yeşilçam’ın hırsızlığı masum gösteren bi çok filmi vardır. Şimdi de diziler...

Sokak ağzı, serseriliğe özenç, kolay yoldan zenginlik, eğitime gerek duyulmadan yükselmek gibi senaryolar heleki bizim gibi çalışmadan kazanmayı seven bir toplum için bulunmaz bir hayal dünyası... Dolayısı ile rol sokak olunca kelimelerde sokak ağzı oluyor.

Elli yılda geldiğimiz sonuç bu. Kaybolan, içi boşaltılmış, manasını yitirmiş kelimeler ile anlaşmaya çalışıyoruz.

Argo revaçta. TV' lerde boy gösteren sanatçı müsveddesi kişilerin ağzından her çıkan boş kelime moda. Ankara Havaları müzik kültürümüz olmuş. Arabada beş evde on beş ile oynayan kadınlar var. 

Zaten geçmişimizden gelen Farsça, Arapça, Fransızca vs ile tamamlamaya çalıştığımız bir dejenere lisanımız vardı. 

Türk Dil Kurumu gibi bir kurumumuz varken bu durumlara maruz kaldık. Ne iş yapar bilen var mı? 

Kültür bakanlığı ve RTÜK niye koordineli çalışarak buna dur demiyor ? 

Bence bilerek yapılan bir plan!

 


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol