DİYALOG MÜZESİ

KAHRAMANLAR

419. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 32)



Sizce insanlık tarihinin kahramanları kimlerdir? (ArtCRİTİCS)

Handan Eser: Ben.

Şaka takıldığımın çok belirgin özelliği gülmem olduğunu sanıyordum. Tarihe geçmek demek "ömrün sonunda, zaman içinde bir şeyin netliği olduğuna göre" benim böyle bir gerçeği gerçekleştiremeyeceğim demek olduğunu düşünüyorum.
Pozitif bakışımı Heidi’ den, geleceğe umutla bakma mı - özgürlüğümü ATAM' dan, sevmeyi ANAM' dan aldım.

Hayata felsefi bakışımı beni düşündüren tüm insanlardan, tabii ki düşürlerden... Benim için her beynin sarf edeceği sözler arasında muhakkak bir ışık vardır, düşünebilenler için.
 
Ç Tuba Alkan: Mustafa Kemal Atatürk.
 
Dilek Çerçi: Mucitler ve aşıklar.
 
Aşıklar yaratıcılığın kapılarını açarlar. Dünyayı güzelleştiren, egoları törpüleyen seyyahlardır onlar, iç dünyaya seyahatı sağlarlar. Her oluş içten dışa meydana gelir. Tümden geldim bozuldum, çaba tüme varmak.
 
Aytaç Yiğit: ATATÜRK.
 
Seçkin Yasar: İnsanların bizzat kendileri. Psikiyatr - akademisyen Saffet Murat Tura, "insan olmak zor bir şeydir biliyorum"diye başlar bir kitabına. Evet doğru, işte bunun için bence yanıt: İnsan'dır...

Kahramanlardan hoşlanmam, bu soruyu reddediyorum

Dilşad Tuncer: Elbette, ben. Yüzyıllarca konuşulacak kahramanlıklar yapıyorum çünkü... Elbette. Adamım ben ve adam yetiştiriyorum.
 
Örneğin üretmeyi faydalı olmayı öğretiyorum. İşinin ve ailesinin en en en iyisi olmayı öğretiyorum. İnsanlara hergün gülümsüyor ve gülümsemeler için gerekenleri anlatıyorum. Daha saymaya kalksam şu anki işimi birkaç günlüğüne yarım bırakmam gerek ki bu kahramanlığıma yakışmaz

Kahraman olarak örnek aldığım birileri yok. Yaptığım ve düşündüğüm her şeyi kendi süzgecimden geçirdiğim vakit kahramanlık oluşuyor zaten.

Seda Turan: Mustafa Kemal Atatürk ve Robin Williams ve Patti Smith, Hermann Hasse, Albert Einstein, Dostoyevski.
 
 
Günseli Karahan: Sokrates, Hallac- ı Mansur, G.Bruno, Atatürk, M. Gandhi...
'Bedeli ödenen her şey anlamlıdır' şiarından gidersek sözkonusu isimler zorlaştırılan koşullara rağmen en temel olanı - hayatta kalma içgüdüsünü -bir yerde hiçe sayarak, tabiri caizse düşünmenin namusunu korumuşlardır.
 
1- Sokrates: 'Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez' diyerek insanlara 'kendini bil' çağrısında bulunmuştur. Düşünce ve davranış arasındaki ilişkiyi ise bilgi ile ahlak arasında oluşturduğu özdeşlik üzerine kurarak,bilgili kişinin zorunlu olarak ahlaklı olması gerektiğinin altını çizmiştir. Böylece de insanlara büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Nitekim kendisine isnat edilen suçları 'tüm yaşantım boyunca nasıl düşündüysem öyle yaşadım' diyerek reddederken hayatı üzerine felsefesini kurduğunu açıkça ortaya koymuştur. Diğer yandan ise ünlü savunmasına rağmen sonuçta idamla cezalandırılmasını kabullenerek iddia edilenin tersine yasalara bağlı bir yurttaş olduğunu kesin olarak göstermiştir.
 
2- Hallac-ı Mansur: Tanrı ile evren özdeşliğini savunan bir panteist olarak kendi çizgisini 'En-el Hak'olarak söyleme cüretinde bulunup, aşk nedir? sorusuna "sabredip bekleyin, üç güne kalmaz görürsünüz" yanıtıyla da kaçınılmaz olanı bildiğini göstermiştir. Nitekim son derece kötü bir ölümle cezalandırıldığında bile "yaşamım da ölümüm, ölümüm de yaşamım. Ölümü ise mutluluk sayarım" 'diyerek sözlerinin ardında durmaktan asla vazgeçmemiştir.

3- G.Bruno: Şu anda İtalya'da Roma'da heykelinin dikildiği o ünlü meydanda sadece kilisenin desteklediği Aristotelesçi- Batlamyuscu evren tasarımına karşı çıkıp, Kopernik'in tezlerini destekleme ve hatta ötesine geçme cesaretini gösterdiği için diri diri yakılmıştır.
 
4- Atatürk: Başarılı bir Osmanlı subayı iken öncelikle geleceğini, hakkında çıkartılmış olan fetva nedeniyle de canını riske atarak,üzerindeki üniformayı çıkartmak suretiyle sonu öngörülemez bir mücadenin içine kendisini attığı için tam bir cesur yürek olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca devletin bekası ve toplumun yararı için Misak-ı Milli sınırlarıyla çizili, inkılaplarla taçlandırılan demokratik bir cumhuriyeti, tüm iç ve dış baskılara rağmen ardında bırakma başarısını göstermiştir.Dolayısıyla salt askeri bir zeka değil, aynı zamanda ileri görüşü,egosunun yerine halkının yanında yer alan bir lider olarak eşdeğer sıkıntıları yaşayan Hindistan v.b.mazlum ülkelere de ışık olmuştur.
 
5- Gandhi: Doğuştan gelen zenginliğini aldığı iyi eğitimle birleştirerek,hayatı boyunca ezilenlerin yanında yer alması ve bir gün bile eline silah almadan ya da siyasi liderliğe soyunmadan sivil itaatsizliği yaşamına geçirerek ülkesine bağımsızlık getirmeyi başardığı için tarihin kahramanları arasındaki haklı yerini almıştır.
 
Sonuç olarak, tarihteki kahramanların kimler olduğu şeklindeki sorunuza nedenleriyle birlikte benim cevabım budur.

 
Solmaz Ezgi: Mustafa Kemal Atatürk.
 
Ozan Mustafa Türkoğlu: Nikola Tesla.
 
Sema Akkurt: Mustafa Kemal Atatürk.
 
 
Serap Gürcan: Tarihten derseniz çok etkilendiğim bir kahraman: Jeanne Darc.

Bazen sadece kendine inanmak cesaretin ve korkusuzluğun anahtarıdır. Ancak bu duygular insanda tamamen yok olmasa da yola çıkmak kahramanlıktır. Kahramanımız genç ve cahil, mistik... üstelik bir kız hem de yüzyıllar önce. Kurtulmak ve kurtarmak için, sadece içine doğan hislerle, erkek kılığına girerek her şeyi göze alarak öne fırlamak, başa geçmek, başarmak.
 
VE hazin sonu... İŞTE, TARİHE GEÇMEK. Ben de uyandırdığı duygu ise SONSUZ ÖZGÜRLÜK... Nerede bir haksızlık görsem hep aklıma gelir, hayallere dalarım. Bir anlamı olmasa da halen bu yaşta..
 
 
Saliha Yadigar: Bugünlerde en çok Sabahattin Ali...
 
Çünkü doğru bildiklerini kimseden ve hiçbir şeyden korkmadan söylemiş ve yazmış. Büyük olasılıkla da bu yüzden öldürülmüş.
 
Timsah Daral : Bence insanlık tarihinin süper kahramanları bunlardır gerisi masal çünkü Aziz Nesin'in dediği gibi halkın büyük çoğunluğunun kahramana ihtiyacı var (: bu topluluğa birisinin koyun olmadığını, bir beyninin olduğunu, sosyal adaletin olmadığını ve sosyal adaletin olduğu zaman daha rahat yaşayabileceğini anlatabilmesi için bir Batman, bir Süpermen bir peygamber lazım. Ee, şimdi Batman Gothamda baba parası eziyor, Süpermen Kripton çocuğu, son peygamberi de kaybettik.
 
O yüzden halkımız saçmalıyor

Aysel Doğan: Gandhi..
 
Havva Ağral Ağral: Sanatçılar ve deliler.
 
ERCAN AKBAY İLE

POLİSİYE


-Merhaba Ercan Bey,

Sanat görüşünüzden bahsetmek ister misiniz?


Günaydın. Sanat görüşüm karmaşık biraz. Anlatması uzun sürer.


-Webimizde yayınlıyoruz.


Ben de birkaç kelimeyle bahsetmemi istediğinizi sandım Malum, yeni kuşak öyle; shortcut ve slogan üzerine, twitter kuşağı…


-Uzun yazılarla tamamlanınca kitap olsun istiyoruz.


Edebiyat üzerine mi yoksa diğer güzel sanatlar da mı?


-Edebiyattan başlar devam ederiz.


Bugün zamanım yok. Doğan Hızlan'ın Karalama Defteri program çekimi var, oraya gideceğim.


-İşiniz bitince görüşelim o halde.


Online röportaj mı format, nasıl bir metin yazılacağını anlayamadım. Buradan karşılıklı mı yazışacağız?


-Evet. 


Edebiyat / Sanat anlayışım: Kimi edebiyatçılar bir sabite kadar değişmez stil ve üsluba sahipken; kimi sanatçılar birkaç alanda, farklı üslup ve stilde, değişik janrlarda yazmayı tercih ederler çünkü zamanın akışı içerisinde değişime uğramış, olgunlaşmış, gelişmiş ve başka karakterlere dönüşmüşlerdir. Tüm sanat hayatı boyunca aynı resim sanatının değişik versiyonlarını üretmenin dışına çıkmayan ressamlara benzer şekilde, özellikle polisiye edebiyat içinde çalışan yazarların büyük çoğunluğu yarattıkları dedektiflerin farklı vakalarını yazmayı tercih ederler. Müzik, resim ve edebiyat alanlarında neredeyse kırk yıl emek vermiş biri olarak benim sanat/edebiyat anlayışım her zaman farklılaşmak, orijinal işler yaratmak yönünde olmuştur. 


Suç edebiyatında seriler, diziler olabilir ve seri yapıtlar çoğunluktadır. Evet, dönemin ruhunu yansıtan aynı tür üsluplar uzunca bir süre sürdürülebilir ama zamanın gelişimini izlemek, yazarın yenilik ifadesinin değişimini de yanında getirmeli, sanatçıyı alanda farklı işlere sürüklemeli, yeniliğe zorlamalıdır.


-Diğer diyaloglarımıza ve özellikle webimize de bir göz atmanızı rica ederim. 

Tam da bugünlerde bizde özellikle resim sanatıyla ilgili olarak yürüyen bir tartışma vardı, tarz. Tarzın ilkel bir baskı olduğu görüşüne ne dersiniz?


Düşünmek lazım üzerinde.

Bir sanatçının tarzı kendisi üzerinde —dürtüsel ya da nedensel— baskı oluşturmamalıdır. Öyle önersek de suç edebiyatında kitaba olan talebin baskı oluşturması yaygın bir durumdur zira okur, sevdiği bir dedektifi bir sonraki hikayenin içinde de bulmak ister ve sonunda kurmaca kahramanın şöhreti yazarın önüne geçer. Bununla birlikte, yazar yazma tarzını da değiştiremez ve bir olay akışı dil şablonu oluşur. Sherlock Holmes’ün A. Conan Doyle’dan daha fazla ün kazanması, yazarın önünü tıkamış ve onu kısır bir olay örgüsü içinde birbirine benzeyen klişe hikayeler yazmasına neden olmuştur. Başkarakterlerini de üslubunu da değiştirememiştir. Muhtemelen Sherlock Holmes hikayelerinden kazandığı para o kadar cazip gelmiştir ki kendini geliştirmeye yeltenmemiştir bile!


-Konuyla ilgili iki film kıyaslaması yaparsak; Bıçaklar Çekildi ve ondan önceki Doğu Expresinde Cinayet filmleri, oyuncu kalitesi ile öne çıkarken, beklenmedik sonuç kurgularını ustalıkla film sanatına kazandırıyor. Sizin geniş değerlendirmeniz nasıl olur?


Bıçaklar Çekildi' yi izlemedim. 


-O halde Agatha ile Doyle kıyaslaması yapalım…


Agatha Christie her ne kadar dedektif Hercule Poirot karakteriyle şöhreti yakaladıysa da Miss Marple gibi farklı kahramanlar yaratabilmiş ve hikayelerinde üslupsal gelişme gösterebilmiştir. Conan Doyle’dan daha zeki ve yaratıcı olduğu kesin. Şark Ekspresinde Cinayet filminin yeni versiyonu da eski versiyon kadar başarılı olmuş bence… Etkilendim ve romanın başka yönlerini, politik mesajlarını da daha iyi algıladım. Doyle’un kısa romanlarını da küçümsüyor değilim. Kızıl Dosya’daki Mormon eleştirisini hatırlatırım. Ahlaki ve toplumsal mesajları gayet başarılıdır.


-Birini izlediğiniz birini de izlemediğiniz filmlerle devam edersek; izlemediniz ama var olduğunu biliyor ve belki ilk fırsatta izleme isteğiniz uyandı. Böyle bir kurguyla başladığımızda izleyici veya okuyucu açısından bilinen ile bilinmeyene yaklaşım nasıldır, önyargı denilen şeyi sanat nasıl kırar?


Önyargı çok zararlı bir yaklaşım bana göre… Cahilce ahkam kesmenin bilimsel adı; önyargı, algı ile bilginin birbirine karşıt kavramlar olduğu gerçeğini kanıtlıyor. Ne yazık ki özellikle üst sosyal sınıftaki kesif cehaletin bir dışavurumu olduğunu düşünüyorum: Filmi-oyunu izlememiş, kitabı okumamış ama fikir beyan ediyor tayfa… Yönetmeni, oyuncuyu karalıyor, hatta küfrediyor, hakaret ediyor. Kendi üretimi olmayan fikirleri papağan gibi pompalayıp duruyor. Özellikle sosyal medyada tam tersini de görüyorum son zamanlarda. Görmediği filmi kulaktan dolma bilgilerle övüyor. Has-(...)!


-Bu durumda kendileri kaybettiklerine göre, kendilerini kandırdıkları için aynı zamanda, bunun zararları kimedir, kurguyu düzenleyen bir sanatçı olarak siz burada nasıl bir tutum alırsınız?


Şahsen bu kargaşadan uzak durmayı tercih ediyorum. Eleştiri yapacak halde değilim, işim de bu değil ama bu —sosyal iletişim garabeti mi demeli adına — gidişat konusunda endişeliyim. Belki zaman içinde bir dengeye gelecektir diye umuyorum ama belli de olmaz. Bugünlerimizi mumla arayabiliriz. Bizim sosyal sınıfımızdaki insanlar yazarları/sanatçıları ve onların yapıtlarını sahte fikirlerle yüceltmeyi veya karalamayı amaçlayan bu türden fabrikasyon sloganları hangi mantık çerçevesinde ciddiye alırlar, onu da anlamak mümkün değil. Senin kendi gözün-kulağın-beynin yok mu arkadaş? Düşünce/yorum/eleştiri üretmeye mi üşeniyorsun ki tanımadığın kişilerin sözlerini alıp kopyala/yapıştır papağan gibi tekrarlayıp duruyorsun?


-Konunun eleştirilecek çok yönü var tabii; Twitter' in dar ifade alanından, Facebook' un eskiden daha yararlı bir yer olduğuna kadar ama örneğin biz Diyalog Sanat olarak bu ortamı başından beri kullanıp burada oluşanları internet sitemize ve ilgililerine aktarıyoruz. Henüz bir akım oluşmadı. Katılımcılar dahi birbirlerine ilgili soru sorabilme yeteneği kazanamadı. Röportaj gibi popüler, gelip geçici, magazin bir şey zannediliyor. Biz bütün bunları düzenli, sistematik yapmamıza rağmen durum buysa bahsini ettiğiniz diğer kullanıcıların hareket tarzlarını artık siz hayal edin. Değerli bir tiyatro hocası, biz henüz ergenliğini yaşayan, olgulaşmamış bir toplumuz, daha çok işimiz var demişti.


SORU: Suç denildiğinde dünyanın her yerinde suç kabul edilen; cinayet, hırsızlık, gasp, dolandırıcılık, kalpazanlık, uyuşturucu ticareti, tecavüz v.s.' den cinayetin öne çıkması ve karmaşık kurgularla çözüm arayışlarının sebebi nedir ve itiraf gibi bir müessese ile kolaylıkla içinden çıkılacak suç sorunu neden çözülemez ve tarih boyu itirafı, kendi disiplinlerinde ustalıkla inşa eden dini yapıların günah çıkarma, dara çekme, tövbe uygulamalarının onlarca yıl süren çağdaş hukuk kararlarına karşı avantajları nelerdir?


Polisiye edebiyatın otuza yakın alttürü var: Mahkeme polisiyeleri, cinayet, casus romanları, hırsızlık, dolandırıcılık, organize suçlar, kayıp şahıslar bürosu işlerinden medikal polisiyeye kadar çeşit çeşit suç hikayeleri yazılmış, yazılıyor. Evet, 180 yıllık suç edebiyatı tarihinde cinayet ve dedektif romanları diğerlerine göre daha yaygın bir format… Demek ki ağır suçlar insanların daha çok ilgisini çekiyor, kan ve vahşet daha fazla alıcı buluyor. Esas itibarıyla şimdi artık çok sayıda suçu bir arada içeren polisiyeler moda oldu.


İnsanoğlunun vicdanı gelişmediği sürece, yalnızca hukuk kararlarıyla ve ceza sistemiyle terbiye olmamız çok güç diye düşünüyorum. Daha mı sert olmalı? Bilmiyorum, ama infaz yumuşadıkça ve resmi olmayan —gizli— cehalet yükseldikçe, tembellik ve aptallık ödüllendirildikçe suç işleme eğilimin arttığını görüyoruz.



 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol