DİYALOG MÜZESİ

ERKAN YILMAZ İLE

187. DİYALOG
DÖNGÜLÜ KURGULAR


Merhaba, sanatınıza dair yazışabilmek dileğiyle.

Merhaba, elbette ki yazışabiliriz.

Sanatın neresinde hissediyor, buluyorsunuz kendinizi?

Sanatın yaşamımın kozası olduğunu söylemem yanlış olmaz. İncelikle, itinayla ve emekle örülen bir var olma biçimi. Aksini düşünemiyorum fakat dünyanın neresindeyim, pek bilemiyorum.


Sanatın sizdeki yerinden ziyade sizin sanattaki yerinizi almak istemiştim.

Oyun yazarıyım, oynuyorum da aynı zamanda. Müzikle de ilgilenirim.

Eserlerinizden bir kaç örnek rica edebilir miyim? Tarzınızı merak ediyorum.

Ziggurat ya da Piçler (Uygarlık Üçlemesi - I),

Tanklar,
Tosbağalar,
Beer-Şeva'nın Kristal İtleri (Uygarlık Üçlemesi - II). Bu iki oyun aynı zamanda Mitos-Boyut Yayınları Oyun Yazma Yarışması'ndan ödüllü.
Tek Kişilik Yaşam (Bedri Rahmi Eyüboğlu). Bu oyun da Bursa Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendi.
Ayrıca Heykeller Kümesi (Uygarlık Üçlemesi - III) ve
Uzun Bıçaklar Gecesi gibi oyunlar da var...

Şu halde "cevherdeyim" demektir. Yazı sanatının Tiyatro Sanatı ile birleşimini bize verebilir misiniz, diğer yazı türlerinden farkı nedir ve yazmak isteyenlere neler önerirsiniz?

Yazmak daha çok bireysel bir uğraştır ve dileyen herkes bir kalem - kağıt ya da benzeri şeylerle bunu yapabilir. Belirlenmiş, zorunlu kıstasları yoktur. Herkes kendi gündeliğinde, iç disipliniyle bunu başarabilir. Tiyatro ise bir sistem işidir ve teknik gereklilikleri / zorunlulukları vardır; ışık, sahne, oyuncu, rejisör gibi... Bir oyun tek başına tiyatro değildir ta ki bu sistemden geçip seyirciyle buluşana kadar.


Yani yazı ne kadar bireysel ise tiyatro o denli toplumsal bir sanat alanıdır. Diğer yazı türlerinden temel farkı, -tiyatronun olmazsa olmazlarından olan "dramatik çatışma" unsurudur. Diyelim ki bir hatıra yazısında çatışma olmak zorunda değildir fakat bir oyunda çatışma yoksa o oyun değildir. Çatışma bazen yaratılan karakterler üzerinden bazen de tematik döngüyle sağlanabilir. Dolayısıyla bir oyun yazmak için öncesinde incelikli bir dramaturji çalışması yapmak gerekir. Matematiksel bir sistematiği vardır. Oyun yazmak isteyenlere tek ve temek önerim olabilir: Disiplinle çalışmak...
 
Oyunun - konunun döngüsü gerçeği, daha ilgimi çekti. Döngüleri kurgularken özel bir sisteminiz var mıdır, güncele veya toplum taleplerine göre mi döngüler kurarsınız? Sizce hangisi daha başarılıdır ve mümkünse bir kaç döngü örneğinizi rica ediyorum?

Her zaman uyguladığım özel bir sistemimin olduğunu söyleyemem. Bu konuda sezgisel olana güvenirim. Üretim aşamasında sezgiler bilgiden daha çok işe yarayabiliyor. Okumalardan, tecrübelerden, yaşanan ya da yaşanmayan her şeye dair çıkarımlardan,  sorgulamalardan yola çıkabilirim. Güncel yaşamı her daim takip ederim elbette ki. Yine de kurguladığım hikayeler yaşanan an'a ilişkin değildir pek ve açıkçası bu noktada toplum genelinin talep ettikleriyle ilgilenmeyi tercih etmem çünkü konjonktüreldir, yanıltıcıdır, kısa süre sonra değişebilir, ya da özetle,
sanat estetiğiyle uyum içinde olmayabilir. Herkese göre değişen bir meseledir ve sanat - ticaret ikilemiyle birebir bağlantısı vardır. Sanatı topluma göre biçimlendirmektense, toplumu sanata göre biçimlendirmeyi her daim düşlenen o ütopik dünyaya daha yakın olduğunu düşünüyorum.

Birey -T oplum,
Birey - İktidar,
Doğa - Kültür,
Hayal - Gerçek, karşıtlıkları iyi birer tematik yapıyla işlenebilir örneğin.
 
* Sanatı topluma göre biçimlendirmektense, toplumu sanata göre biçimlendirmek her daim düşlenen o ütopik dünyaya daha yakın.

Örnek aldığınız ilham veren yazarlar ve eserleri nelerdir? Bunca yoğunluk içinde takip ettiklerinizi de merak ediyorum. Evrensel sanat ve sanatçı kişilik ve dolayısıyla eserlere katkı hedefiniz önemli tabii burada.

Bu çok uzun bir liste tabii ki ve sadece oyun yazarlarıyla ve tiyatro eserleriyle açıklanamaz esasen. Yine de benim özellikle etkilendiğim ve aklıma ilk gelenler; Antik Yunan, Shakespeare, Brecht külliyatı, Jean Genet, Sartre, Camus, S. Beckett, Ionesco, H. Pinter, Boris Vian, Tom Stoppard, Sam Shepard, Martin Mcdonagh...

Böylesi kalıcı eser vermelerinin özelliği sizce farklı olmaları mıdır, geleceği görebilme yetenekleri mi?

Her ikisi de. Belki de geleceği gördükleri ya da sezdikleri için farklıdırlar ve dert edindikleri şeyler evrensel olanla birebir uyum içindedir. İyi sanat zamansızdır, mekansızdır, ırksızdır...

Bu durumda, siz geleceği nasıl öngörüyorsunuz? Dil, din, aşiret, devlet sınırları, devasa devlet organizasyonu v.s. 'nin hafifleyeceğini öngörebiliyor musunuz? "Ortak İnsanlık" ütopya mıdır?

Dünya bir geçiş dönemi yaşıyor. Dünyaya ilişkin bütün kavramlar ve olgular da... Bu yeni bir şey değil aslında, tarihsel süreçte birçok kez yaşandı ve yaşanmaya devam edecek ki zaten var oluşa içkin bir şeydir, yaşanması da gerekir.


Ve - fakat bu kez, sermayecilik ve buna bağlı olarak geliştirilen teknolojinin hunharca kullanılması ve yönlendirilmesi ile birlikte çok da uzak olmayan bir zamanda insanoğlunun zorlu, geriye dönülmesi imkansız kavşaklarda sıkışıp kalacağı düşüncesindeyim. Karamsarlık değil bu, ama bir Kızılderili atasözünün dediği gibi: "Dünyayı babamızdan kalan miras gibi değil, çocuklarımıza bırakacağımız miras gibi kullanmayı" düşünmek de uygarlığın geldiği nokta için fazla naif kalır ne yazık ki.

Doğal kokular parfümlere boğdurulacak, uygar insanın hareket alanı üç beş adımlık odalara hapsedilecek ve belki masa başında kurgulanmış stratejilerle dünya ahlaktan, güzellikten ve erdemlerden nasibini alamayacak. Son kertede ihtimaldir ki kapitalist uygarlık kendi kendini imha edecek... Devlet mekanizmasının bundan sonra gittikçe hafifleyeceğini, toplum hücrelerinden ve özgürlüğünden arınacağını zannetmiyorum aksine her geçen gün bu doz artacak.

Post-totaliter rejimlerde rollerin, konumların ve temel çatışanların yorumu da değişmiştir ve temel çatışma, ezen - ezilen arasında değildir. Her insan hem ezen hem de ezilen olabilir aynı zamanda. Birey sistemin hem kurucusu hem de kurbanıdır ve birey kendi kendini ezmeye başlamıştır. İktidar ise tek tek herkesin içinden geçerek örüyor kendini ve Foucault' nun bahsettiği "bio-iktidar" yapılanmasıyla klasik yönelişini terk etmiştir artık. Uygarlığın da birikimini kullanarak öldürmeye değil, yaşatmaya yönelik bir siyaset izlemektedir ve bu eskisinden daha tehlikeli bir şeydir esasen. Bir tek -belki, insanoğlu zeki davranıp aynı birikimle sivil bir örgütlenme yoluna giderse bu etkiler hafifler ya da yok olur. Ortak insanlık Babil öncesinden ve sonrasından beridir bir ütopya ve öyle de kalacak...

Teşekkür ediyorum, katkı verdiniz. Sanat dolu günler dileklerimle.Saygılarımızla.

Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar dilerim (gülümseme).


EK:

Ziggurat ya da Piçler - Barda Tiyatro
(6/4/2011)

Tiyatro Yeraltı, Mayıs ayında Jazz Bar’da tiyatro ve eğlence severleri, Türkiye’de çok fazla denenmemiş, birebir, interaktif olarak farklı bir konsept ile selamlayacak!  Avangard – Underground tarzındaki oyunuyla, Bursa seyircisine bir yenilik sunacak.

Erkan YILMAZ’ın Mitos-Boyut Oyun Yazma Yarışması’ndan Başarı Ödülü de bulunan “ZİGGURAT YA DA PİÇLER” adlı oyunun yönetmenliğini de Erkan YILMAZ yapıyor.

Oyunun müzikleri Onur SÜLEN’e, Kostüm ve Makyajı Tutku TAŞ’a, Işık Tasarımı Ferhat T. ŞİMŞEK ve Ali PINAR’a, Yönetmen Yardımcılığı Nergiz ACAR’a ait.

Gerçek mekânda sahnelenecek olan ve çalışmaları devam eden oyunda Cansın BEZİRCİLİOĞLU, Mutlu DERELİ, Muharrem DALFİDAN, Ozan SARGIN, Onur SÜLEN ve Cem KORKMAZ rol alıyor.

Ziggurat ya da Piçler, tehlikeli yaşamları olan hırslı, sert, toplum dışına itilmiş ve durmaksızın suç işleyen karanlık insanların, kendi dünyalarında var olmak için verdikleri mücadeleyi anlatıyor. İzleyenlerin yanı başlarında, bazen masaların arasında, bazen de tam karşılarında oynayacak olan oyun, uygarlığın tarihsel bileşenlerini bütün gerçekliğiyle gözler önüne sererek modern bireyi sorgulamaya alıyor ve soruyor: Gerçekten de hiçbir şey acıdan ve ciddiyetten daha gülünç değil midir?

Elmas ve Açtilki kendi basit, sıradan yaşamlarında kavrulup giden iki kardeşken, ailesini kaybetmiş olan İsa’nın küçüklükten itibaren onlara katılması ve “kardeş” olması ile yaşam algılamaları ve bilinçleri değişime uğrar. Bu arada iki kardeş, sıradanlıktan ve kenar mahalle yaşamının çürümüşlüğünden kurtulmak için arayıştadırlar. Açtilki, Ağırtaş ile tesadüfen tanıştıktan sonra hainliği göze alarak Elmas üzerinden zengin olmak için onunla bir anlaşma yapar ve bir gece kayıp numarasıyla saklar kendini. Elmas da içtenlikle bağlı olduğu kardeşini aramak için yollara düşer. Kurulan bu simülasyonun tam da içine düşen Elmas, Ağırtaş’ın ona biçtiği yeni geçmişin, yeni geleceğin, yeni kişiliğin büyüsüne kapılır ve gerçeklik algısını yitirerek uygarlığın, kapitalizmin ve modernizmin doğal getirisi olan parçalanmış bir zamanın, kontrol edilemeyen bir belleğin, zemini kaygan ve değişken bir hakikat silsilesinin içine hapsolur.

İsa bu durumu fark etse de ilk önce müdahale etmez, ancak olayın ciddiyetini kavradıktan sonra “anne” diye kabullendiği Elmas’ı kurtarmak için harekete geçer. İsa’nın bu kararı ve başlangıcı, diğer yanda tasarlanmakta olan gündelik bir cinayet ile kesişir; Ağırtaş’ın daha fazla para için Elmas’ı kullanarak gerçekleştireceği bu cinayet İsa’nın duruma karışmasıyla başarısızlıkla sonuçlanır. Ne ki İsa’nın kurtarma girişimi de, her yere ve her vakte müdahil olabilen, “uygarlık çöplüğünün tiranlarından biri” sıfatıyla her daim güç gösterisi yapan ve hiçbir zaman yetinmeyen politikacı Ağırtaş’a yakalanmalarıyla yarım kalır. Neticede daha iyi ve rahat bir yaşam arzusu, sınıf atlama çabasıyla kurulan bu rüya, Ağırtaş’ın nüfuz edebilme yetisini kaybetme telaşıyla gerçekleştirdiği çeşitli eylemlerle son bulur.

Kaynak: Tiyatrodunyasi.com
 
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol