DİYALOG MÜZESİ

DEĞİŞİM



NURİ ŞEKERCİLER İLE

1025. DİYALOG: DEĞİŞİM



Sanat, toplumdan ayrı bir  iştir. Tarla sürmek, yemek yapmak değil yani genel ihtiyaçların dışında bir iş. Bu durumda sanatçı toplumun dışında, sıranın dışında olan kimsedir. Yaratıcının verdiği özel bir yetenek olarak görüyorum sanatçıyı.


Yaşam tecrübenizle yanıtlarsanız, sanat insanı nasıl değiştirebiliyor?


Sanat insanı değiştirmez. Sanatçı, zaten değişik bir insandır. Sıranın dışında, sırayı reddeden, kendine ait bir sıralama oluşturabilen kişidir. Bu yüzden sanat insanı değiştirmez. Sanatçı zaten değişik doğmuştur.


Ses, renk, müzik, dans, dizayn, gösteri veya başka bir sanat etkisine maruz kalan insan, izleyici neden etkilenir ve bu etki izleyicide ne gibi değişimlere neden olur?

Dolayısıyla sanatın insanlığı iyi yönde değiştirip değiştiremeyeceğini öğrenmeye çalışıyoruz!


Ah, o zaman başka. Sanat ve sanatçı insanı değiştirir. İnsanın ruhunu bir yerlerden alır ve bir yerlere götürür. Ona bilinmezleri sunar. İnsanın içini keşfetmesine sebep olur. Yaşamını değiştirir. Kendini tanımaya başlayınca insan, değerlerini de değiştirir.


Aklı değişir, fikri değişir. Yaşam tarzı değişir. Dostları, arkadaşları değişir. Bilemediklerini bilmeye, hissedemediklerini hissetmeye, yaşayamadıklarını yaşamaya başlar sanat ve sanatçı sayesinde… 


Bilim insanlarının genel değerlendirmelerine göre insanlık, insani duygularının beşte üçünü kaybetmiş durumda ve acaba yeniden nasıl kazanabilirizin araştırmalarını yapıyorlar. Bu noktada sanat, bilime ne gibi destekler sunabilir?


Beşte üç iyi bir rakam aslında. Bana göre tamamını kaybetmek üzere. 


Sanatı, refah yaşatır. Sanatçıyı değil ama sanatı refattır yaşatan. Satın alan bulamazsanız yaptıklarınız müze veya koleksioner yerine bir çöplüğe gider. İnsanların öncelikleri değişmedikçe sanat ve sanatçıya verilen değer değişmez. Her şeyi para olarak gören bir dünyada yaşıyoruz. Öncelikle müzik, bu gün 5 kişi bir araya geldiğinde İstklal Marşını bile söyliyemiyorsa, 50 kişilik bir salonda insanlar sanatçıya tempo tutamıyorsa, bu kafalarındaki "metronomun" bozukluğu anlamına gelir.


Toplum metronomunu kaybetmiş vaziyette. Küçük yaşlarda çocuklarımıza mutlaka bu ölçüyü vermek zorundayız. İsterse kaval çalsın, isterse bekçi düdüğü çalsın ama doğru ritimle, doğru notayla çalsın! Zira müzik, matematiktir. Matematiğiniz olmazsa müziği bile dinleyemezsiniz. Çünkü yaratıcı; kainatı bir matematikle, bir hesapla yaratmıştır. Matematiğin yani hesabın dışına çıkarsanız yaya kalırsınız. 


Bombardıman altında yaşayan insanlığın kendine gelmesi zor görünüyor. Her dakika, her saniye bir şiddet haberi ile sarılıp iyice içe kapanıyoruz. Öncelikle insanlığa bu kötülüğü kasıtlı yapanlar kimlerdir, ikinci olarak insanlar bu bombardımandan nasıl kurtulabilir?


Hiç bir şekilde kurtulamazsınız. Bu işin sonu kaosdur. Zaten onu da yaşıyoruz, çaktırmadan. İnsana kötülüğü yapan yine insandır. İnsanı değiştiremezseniz kötülük hiç bitmez ve bu neticesinde tükenişi getirecektir. 


Dönüp dolaşıp değişime geldiğimize göre; lütfen bize kendi yaşamınızdaki ciddi dönüşümleri yazar mısınız?


O biraz zor ve uzun bir konu Erkan Bey. Sadece şu kadarını söyliyebilirim: Hayat size yaşamanız gerekeni getirir önünüze koyar. Beğenip beğenmediğinizle ilgili bir soru da sormaz. Siz verileni alır ve yaşama devam ederseniz sıkıntısız bir ömrünüz olur. Amaa, ben bunu beğenmedim kendi hayatımı kendi bldiğim gibi yaşayacam derseniz, bakın orada her şey değişir. Bedelini ödemeniz kaydı ile istediğiniz hayatı yaşayabilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken söz şu dur: Bedelini ödemeniz kaydı ile. Ödeyeceğiniz bedel sizde yoksa, işte o zaman yaşayacağınız her anın, her güzelliğin, her zorluğun bedelini sizden alacaklardır.  Ödeyemezseniz ödetirler size hiç üzülmeyin


Ben her zaman kendi hayatımı yaşamak istedim ve durmadan da ödedim


Farklılaşma ile ilgili bir durum bu sanırım, bahsettiğiniz. İnsan hatta tüm canlı organizmaların farklıya karşı bir tedirginliği, çekingenliği hatta korkusu olabiliyor. Sanat bu olumsuz yaklaşımları nasıl olumluya çeviriyor örneğin İngilizce bilmeyen birinin İngilizce müzikten zevk alabilmesinin sırrı nedir?


İngilizce müzik diye bir şey yoktur. Müzik vardır. Müziğin içindeki dili bilemezsiniz ama o müziğin kalbinize girmesine, duygularınızı şahlandırmasına da mani olamazsınız. Müzik duygu işidir, dil işi değildir. Müzikteki ses, tını sizi alır ve götürür. Buika' yı dinleyin. Ne dediğini tercüme edemezsiniz ama gözyaşlarınıza da mani olamazsınız.


Mükemmel. Şimdi buradan düğümü daha kolay çözebiliriz gibime geliyor: Madem öyleyse dil, din, ırk, cins, cibilliyet, coğrafya, iklim hatta ekonomik güç bile tanımayan bu muhteşem sanat denen şeyin sırrı nedir, nasıl var olabiliyor ve hiçbir şeye eyvallahı yok?


Yine yanlış Sanatın değil, sanatçının hiçbir şeye eyvallahı yoktur. Sanatçı sanatını kendisi için yapar, birileri beğensin diye yapmaz. O yaptığının içinde yaşar. Kendini katar yaptıklarına. Beynini, hücrelerini, varlığını, yokluğunu, düşüncelerini katar. Yaptığı her eserin içinde kendisinden bir parça vardır. Bunu derken, gerçekten sanatçıları kastediyorum. Palavracıları değil


Bu durumda insanlığın çok ciddi anlamda sizin deyiminizle gerçek sanatçılara ihtiyacı var demektir. Benim deyimimle sanatın, sizin deyiminizle sanatçının daha yaygın ve güçlü olabilmeleri için yapılması gerekenler nelerdir?


Değerlere sahip çıkmak. Onları bulmak, onlara yardımcı olmak, desteklemek.


Kızım Hande Şekerciler Heykeltraştır. Eşi Arda Yalkın bir videArt sanatçısıdır. Newyork' ta, Los Angeles' ta, İspanya' da, İngiltere' de, Yunanistan' da sergiler açan, davetler alan muhteşem bir çiftler. Şimdi Piksel adı altında bir oluşumları var. Gayeleri: Okuldan mezun olmuş gençleri bir üst kurul imtihanı ile almak, onlara destek olmak, onları kucaklamak, bilgi ve görgülerini arttırmak, koleksionerlerle tanıştırmak, ileri seviyeli ÜCRETSİZ kurslarla onları bir yerlere getirmek… 


Yani uğraşıyorlar. Sanat için, sanatçı için, insan için, insanlık için uğraşıyorlar Aykırı insanlar. Deliler gibi çalışıyorlar. 


O coşkunun eşi benzeri yok sanırım. Nasıl bir enerji kaynağı ise bitip tükenmek bilmiyor. Bir de sanat insanlarının bu enerjilerinden dolayı hem uzun hem de daha sağlıklı yaşadıkları ve ömürlerinin son anına kadar üretmek / yaratmak arzusuyla dolu olduklarını görüyoruz. Sizce bu işin / enerji doluluğun sırrı nedir, nereden kaynaklanıyor?


İnsanın yaratılışında iki gayesi vardır. 1-Üretmek

2- Üremek

Bir kişi üretmiyorsa zaten insan değildir bana göre! Havayı kirleten kişilikleri onlar. "Hay huyla" ömür geçirmek insana yakışmaz. Elbette, belli zamanlarda o da lazımdır ama üretmek her şeydir. Siz üretmeye başladığınız an beyniniz zaten sizi rahat bırakmaz, zorlar. uyutmaz, dinlendirmez… 


"Daha, daha, dahaaaaa" diye sizi yer bitirir. O sese kulak verirseniz ömrünüzce üretmeye devam edersiniz. Sadece sanatta değil, her yerde her işte…


İnsan böylece farklılaşırken açgözlülükle bunun farkı nedir, genellikle karıştıranlar oluyor?


Farklılaşmak! 

İşte sihirli kelime. Farklılaşma. Farklı olduğunuzu fark etmeye başlayınca zaten bütün bu saydıklarınızdan koparsınız. Kimseyi kıskanmaz, kıskanamazsınız. İmrenebilir, özenebilirsiniz. Bu duygular sizi daha iyiye götürecek lokomotiflerdir. Sanatda ve sanatçıda (sanatçıysa) kıskançlık olmaz Gauguin, Van Gogh' u kıskanabilir misiniz, mümkün mü? "Buyrun yapabiliyorsanız siz de daha iyisini yapın" derler, sonra Sanatçıda kıskançlık sadece onu geriye götürür.


Bu durumda yine bir skalayla karşılaşıyoruz demektir: O çıtanın yüksekliği veya o aşama, sınır nasıl bir yerdir veya neredir ki ondan sonra artık "büyük sanatçı", "gerçek insan" kimliği ve kişiliği kazanabiliyor, bunları ölçüp tartabilir miyiz, örneklerimiz kimlerdir?


Marifet iltifata tabiidir. Ne kadar beğenilirseniz o kadar ileriye gidersiniz ancak beğenilmek sizin eserinize kattığınız "ben" le ilgilidir. Kişilik başka bir şey sanatçılık başka bir şeydir. Bunları ben ölçüp tartamam. Benim bilgim bu soruya cevap vermeye mani maalesef.


Kütüphaneler dolusu, şimdilerde TB dolusu bilgi, literatür, birikim, örnek varken insan neden her doğuşunda yeniden başlamak zorundadır?


:) Evet, benim de kendime durmadan sorduğum bir sorudur bu: Neden? Çok uzun bir tasavvuf eğitimi aldım (19 yıl) Yaratıcı bunu sağlayamaz mıydı? Sağlardı muhakkak ama sonra ne olurdu! 


İnsan tanrılaşmaya mı başlardı acaba? Çok mu ileri giderdi? Nereye kadar giderdi?


Bu muhteşem bir sohbet konusudur ancak sanat ve sanatçıyla bağdaştırmak şu ortamda çok zor. Sadece konuşma ortamı olmak zorunda. Bakın o zaman saatlerce konuşabilirim ama şimdi yazamam. 


Mazur görün


Belki de o dediklerim zaten bize verildi ama biz henüz kullanmasını bilmiyoruz. 


Katkılarınız için teşekkür eder saygılarımızı sunarım.

SÜRDÜRMEK DİLEĞİYLE




NURŞEN LAÇİNEL İLE

1021. DİYALOG: SOYUT & MEDENİYET


Sanat bir yaşam tarzı ve hayata bir dokunuş.  Soyut sanatçı olarak sanatın terapi edici ve içinizdeki duyguları bir fırça darbesiyle tuale yansıtabildiğinizde; aynı zamanda ona dokunan, gören gözler ve kalpler renklerim ve duyguların derinliğinde kaybolması benim için ...


Dünki bir diyaloğumuzda (SOLTAN) katılımcı bir diğer ressam arkadaşımız "sanatın anlamlı olması gerektiği dolayısıyla renk veya ton çalışan BAZI ressamların anlamsız işler yaptığını" söylemişti. Soyut çalışan bir ressam olarak çağdaş sanat anlayışınızı yazar mısınız?


O kişinin ressam kimligi ile böyle bir yorum yapmış olması şaşırtıcı! Sanat bir duruş, bakış açısı ve  ressamın gerçekte iç dünyasını yansıtır. Eğer siz hayatta sadece monotonluktan yanaysanız eserlerinize aynı paralelde yansır. Aktif bir kişiliğe sahipseniz resimleriniz bir şölene dönüşür.  Bu örnekleri çoğaltabiliriz. 


Sanatın anlamlı olabilmesi nasıldır ben bunu pek anlayamadım. Anlamli bir vazo veya doğa resmi  anlam mı teşkil ediyor ki ben bu tartışma veya fikirde de bir anlam göremedim. Anlamlı olan şudur:  Yapılan, emek verilen ve değer gören tüm eserler bence gayet anlamlıdır.


Konulu olması gerektiğine vurgu yapmış hatta felsefesi olmayan resmin anlamsız olduğu için zamanla içinin de boşalacağından bahsetmişti.


Picasso örneği bence doğru cevap olur. Aksine  yıllar geçtikçe daha da anlam kazanan sanatçılar var ve var olacak. Bu yaşadığımız dünyada sanatı  bir sürahiye benzetmek -amiyane tabirle, içi bos olan bir zihne sahip olmaktır, benim görüşüm.


"Sanatı sürahiye, ata benzetmek" tabirinizi açmanız gerekecek sanırım?


Ata benzetmedim.  Sürahi içi boşalan bir öfkedir. Sanatın zamanla içinin boşalmasının söz konusu olmadığını hatta her eserin dönem ve yıllar içerisinde daha da  değerli olduğundan bahsettim. Bir sanatçı evrensel olmalıdır. Önce kendine ve yaptığı işlere saygı duymalı ki diğer sanatçıların tarz, dokunuş, bakış açısı farklılıklarını  özümseyebilmeli ve yargılamak yerine saygı duymalıdır. 


Sanat ve sanatçı  kendiyle barışık, aynı zamanda hoşgörülü olmalıdır. 


Sanatçı dayanışması bir başka konu sanırım. Anlamaya ve anlatmaya çalıştığımız, soyut sanatın daha iyi anlaşılması için dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?


Bunu şöyle örnekleyebilirim:  Dil, din, ırk ayrımı olan insanlar farklı kültürlerde farklı hayatlar yaşarlar. Hayatlarında yaşam tarzları, dokunuşları da farklıdır sonuçta. Herkes sanat dünyasında farklı dokunuşlar ile ifade  etmeye çalışırlar. Eserlerinde soyut resim, soyut sanat ise ciddi derinliği ve her bakışta farklı duygulara sahip olursunuz. Bir doku, bir renk sizi sanatçının ne ifade ettiğini anlatır. Soyut ve somut  herkese göre farklılık gösterir. Bu bir felsefe değildir. Soyut soyuttur. Somut ise somuttur. Elma ile armut nasıl farklı ise bu bakış açısı ve sanat ifadesi de o kadar farklıdır. Soyut sanat ruhsal görsel  olarak kişinin bir bakıma aynada kendi yansımasıdır. 


Kültürel farklılıklar ve dolayısıyla üretimden / yaratımdan bahsetmişken; Picasso'nun Paris'te ilk İspanyol maskları tanıttığında aldığı tepkiden üzülerek bu defa Afrika maskları sunup "bakın, sanat her zaman ve yerde zaten vardı" sözünü nasıl yorumlarsınız?


Bu da bir yaratıcılık. Sanatçı olmak, sanatın içinde olmak böyle  birşey… Herkes sanatçı olamaz, sanat evrenseldir. İspanyol bir mask veya African maskın tek ortak özelliği ise özünde yaratıcılık ve sanat olması. Sanat her zaman vardı ve var olacak, farklı tarzlar ve stillerde… 


Pekiyi, "kendi kültürünü öne çıkarmak mı istiyorsun, galiba kendi kültürünü öne çıkarmak istiyorsun" diyenlere veya düşünenlere verilebilecek cevaplar nelerdir?


Sanat evrenseldir. Her birimizin bir yasam statüsü ve kültürü vardır. Bazı eserlerde kendiliğinden bu kültürün izlerini bulabilirsiniz ancak bir eseri bir şeyi öne çıkarmak için yapmak, üretmek benim için imkansızdır. 


Sizin medeniyetten anladığınız nedir, medeniyetleri meydana getiren kültür değil mi, şehirleşme mi sivilleşme midir medeniyet?


Medeniyet,  sanat dahil tüm varlıkların oluşumudur.  Medeniyet, yaşanmışlık, hayata dair tüm varlıkların bir bütünüdür. Şehirleşme veya sivilleşme medeniyet değildir. Yaşanmışlık ve hayata dair tüm oluşum ve varlıkların bir bütünüdür medeniyet. 


Kütüphanedeki kitapların toplamı medeniyettir o zaman?


Sadece kütüphanede bulunan kitaplar değil yaşanmışlık. Sanat  varlıkları, yaşam kültürleri, düşüncelerin toplamı medeniyettir. Kıyafet tarzları, yemek kültürleri ve daha bir sürü örneklemelerin toplamıdır medeniyet. En önemlisi de  farklı medeniyetlerin farklılıklarını anlayabilmek ve görebilmektir.


Medeni olan ve olmayan ayrımını neye göre yapacağız bu durumda?


Medenİ kelime  anlamı ile çok farklı, medeniyetler ise bir bütünün, yaşanmışlığın parçası olabilmektir.  Medeni bir insan birbirine düşünce, yaşam ve hayat felsefelerine saygı duyabilmekten ibarettir.  Çok şükür medeniyetlerin beşiğinde yaşayan bir birey olarak her dil, din ve ırktan insanla diyalogta olabilmek, konuşabilmek, anlayabilmek  üzere hayata duruşum nettir.


Örneğin, içinde yaşadığımız İslam Medeniyeti diye bir medeniyet var ve İslam'ı İslam yapan da "insanları inanan ve inanmayanlar olarak ayırıp tüm sistemini bunun üzerine oluşturması. Bu örnekteki medeniyet ne kadar medenidir?


Bahsettiğim gibi dil, din ayrımı  yok benim için. Bir müslaman ressam olan ben,  bazı hassas konularda yorumsuz kalmayı tercih ederim. 


Hassas konuları konuşmadan nasıl diyalog kurar veya devam ederiz?





OZAN EVRUK İLE

1022. DİYALOG: AZZOLİNİ, CURENTİZS, SİBELİUS


Bence sanat tüm evrende var olan bir olgudur. Biz insanlar bunu algılayan en üstün canlılarız. İnsan,  üstün yaratma yeteneği ve tanrısal boyutta kurgu becerisi sayesinde bu dünyada olabilecek en muhteşem sanatçılardan biridir. Bunun yanında tüm doğa ve evrende gerçekleşen olayları bir estetik ve sanatsal algı ile özümseyen de insandır. Sanat insanoğlunun en pozitif değeridir. Sanat ile tanışmamış toplumlardaki insanlar bu yaşadıkları hayatta eksik kalmışlardır. 

  

Ayrıca belirtmek isterim, ben bir sanat işçisiyim. Yani bir sanatçının yarattığı müziğe titreşimler yolu ile hayat vererek dinleyiciye aktaranım. Estetik bakış açısı ve derin manâ eksenine oturmayan, sürekli kendini tekrar eden eserleri de sanat eseri olarak görmüyorum. Bu son söylediğim biraz göreceli olabilir. 


Sevgiler


Sanatın insan yaratımı olmasıyla evrende zaten var olan bir olgu olması fikri çelişki değil mi, nasıl izah edersiniz?


Sizi şöyle bir örnek verebilirim: Nebula Bulutsusu mesela! Kimi sanatçı bunun resmini yapar, kimi müziğini, kimisi de fotoğrafını çeker. İnsan bunu yaratandır. Ama biz biliriz ki o nebula vardır. Evrendeki sanat ta böyle bir şeydir, vardır (yani o nebula bulutsusu oradadır). Bunun bana sanat gibi gelmesi de ben var olduğum içindir.


Her bir insan evreninden diğer insanlar evrenlerine yansıyan sanat bu evrenin paralellikleridir.


Yaratımın, sanatsal yaratımın ne olduğunu merak ediyoruz; örneğin, bir ressam bugün 12 tane yeni resim yapmış, daha önce insanlık tarihinde ve günümüzde hiç kimsenin yapmadığı resimler. Yaratımı nasıl anlayıp anlatacağız hatta gerçekleştireceğiz?


Sanatsal yaratım, sanatçının evreninden çıkan bilginin ürünüdür çünkü sanatçı bilgiyi toplar, üstüne düşünür, kurgular ve yansıtır.


Sanatçının diğer insanlardan farkı nedir, diğerleri neden yaratmıyor? Madem evrende varsa diğerlerinde de olmalı.


Bence bu konuya nereden baktığınız ile alakalı. Benim algımda evren bir sanat eseri. Bunu en iyi anlayan ve algılayan da insan. Hatta bunu en iyi şekilde sentezleyip yansıtan da... Madem evrenin kendisi bir sanat eseri neden herkes sanatçı değil?  Herkes sanatçı olsaydı sanat diye bir şeyden haberimiz olmazdı belki…


Oldu. Bu konuyu geride bırakıp önereceğiniz müzik sanatçılarına geçmek isterim, özellikleri nelerdir?


Bir Fagot yorumcusu olarak Sergio Azzolini' yi tavsiye ederim. Orkestra şefi olarak uzun zamandan beri yorumlarını ilgi ile dinlediğim Theodor Curentizs var. Bir de pianist Leif Ove Andsnes' in Sony Clasical' dan çıkan Sibelius albümünü önerebilirim. Bu sanatçıların en iyi özellikleri harika birer icracı olmalarıdır.


AZZOLİNİ, CURENTİZS, SİBELİUS





BELMA ERSU İLE

1023. DİYALOG: İLHAN KOMAN 


Merhaba, düşünerek yazmam lazım. Küratör ve sanatçı kimliği taşıyorum. 


Sanat görüşüm; günceli yaşayan, yerel ve evrensel görüşün farkındalığını yaşayan sanatçı dostlarımı sergime davet ediyorum.

Benim sanat görüşüm ve eselerimde paylaştığım konular; toplumsal içerikli konular, bellek, kadınlık, cinsellik, mahremiyet, üreme ...


Kavramsal açıklamaları içeren işlerimde; puantiye, çuha, dikiş, ahşap, atık bujuteri parçaları, hazır nesneler, ATM makinaları, yapay kızlık zarları gibi...


Resim çalışmalarımda; akrilik, silikon ve karışık teknik malzemeleri kullanıyorum.


Küratörlük yaptığım işlerin içinde “İlhan Koman (1) Yerine Konana Kadar” (2) adlı büyük bir projeyi de hayata geçirdim.


İlk olarak sormak istediğim toplumsal içerikli konular, birey olmayı önceleyen konular ayrımına açıklık getirmenizle ilgili olacaktır: Okur veya izleyici bunların ayırdına nasıl varabilir, incelikleri nelerdir?


Toplumsal içerikli konularda kadınlığın doğurganlığı, üreme, ataerkil ilişkiler, anne-baba kavramları işlediğim için, feminist bir sanatçı olarak görülebilirim. 


Feminizm, toplumca kanıksanan erkek düşmanlığı düşüncesinin aksine cinsiyet eşitsizliğini gündeme getirmek için ön planda tutulan bir akımdır. 


Ben hem kadın hem de erkek üreme hücrelerinin çoğalması, üremenin doğal veya doğal olamayan (tüp bebek- sperm bankasi) yollarla toplumsal bir mesele olan anne- baba kavramları üzerinde durdum.


“Organik yumurta” adlı sergimi “tilki” sanat galerisinde 2016 yılında açmıştım. 

“BaBank” adlı sergim “KovaArt Space” de 2019 yılında idi.


EKLER

1-17 Haziran 1921'de Edirne'de doğdu. Babası doktorluk ve çiftçilikle uğraşan Fuat Bey, annesi Sevinç Leman Hanım'dır. Baba tarafı Mohaç Savaşı'ndan sonra Konya’dan Balkanlar'a yerleştirilmiş Türk köylülerindendi; aile 1880'lerde Yugoslavya'dan Edirne'ye göç etmişti.[5] Anne tarafından dedesi, II. Abdülhamid devri devrimcilerinden ve Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurucularından Mehmet Şeref Aykut Bey'dir.


Çocukluğu Edirne'nin Kaleiçi semtinde geçti. Edirne Lisesi'ni bitirdikten sonra, 1941'de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. Hocalarının tavsiyesi üzerine bir yıl sonra heykel bölümüne geçti, Rudolf Belling'in öğrencisi olarak 1945'te bu okulu bitirdi.


1947'de Millî Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Neşet Günal, Refik Eren ve Sadi Öziş'le birlikte devlet bursu ile Paris'e gönderildi. 1947-1950 yılları arasında Fransa'da Academie Julian ve l'Ecole du Louvre'da çalışmalar yaptı. Louvre Müzesi'ndeki çalışmaları sırasında özellikle Mezopotamya ve Mısır sanatından etkilendi. Paris yıllarında çağdaş akımlara yakınlık duyan sanatçı, ilk sergisini 1948'de Paris'te açtı. 1951 yılında Türkiye'ye dönmeden hemen önce Melda Kaptana ile evlendi, bu evlilikten bir oğlu dünyaya geldi.


Yurda döndükten sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde mecburi hizmetine başladı. 1958'e kadar burada görev yaptı. 1952'de, Anıtkabir Heykel Yarışması'ndaanıt mezar bölümüne çıkan merdivenlerin sağındaki Sakarya Meydan Muharebesi konulu kabartma kompozisyonu birinciliğini kazandı. 1952–1954 yılları arasında bu proje kapsamında gerçekleştirdiği ‘Sakarya Meydan Muharebesi’ konulu rölyefleri Paris'te görüp etkilendiği Mezopotamya ve Mısır rölyeflerinden izler taşımaktadır.


1953 yılında akademi bünyesinde kurulan metal atölyesinde Sadi Öziş, Hadi Bara, Şadi Çalık ve Zühtü Müridoğlu ile çalışmaya başladı. Aynı dönemde fabrikatör Mazhar Süleymangil’in sağladığı sermaye ile Şadi Çalık ve Sadi Öziş ile birlikte ‘Karemetal’ adlı mobilya atölyesini kurarak modern mobilyalar tasarladı.[2] Fransız Grup Espas’tan esinlenerek 1955'te Ali Hadi Bara, Şadi Öziş ve mimar Tarık Carım ile Türk Grup Espas adlı topluluğu kurdu. Bu grup ile resim, heykel ve mimarinin işbirliğini savunan işler üretti.


Çalışmaları 1954 Ankara Devlet Sergisi'nde ikincilik, 1955 Ankara Devlet Sergisi'nde birincilik ödüllerini aldı. 1958 yılında, Brüksel'de düzenlenen uluslararası bir sergide Türk pavyonunun yapımını üstlendi. Altı ay süren bu çalışma sırasında tanıştığı mimar Ralph Erskine'in daveti üzerine mimari tasarımları için form araştırmaları yapmak üzer İsveç'e gitti. İlk eşinden ve Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki göreviden ayrılan sanatçı, 1959'da İsveç'e yerleşti. 1965 yılında M/S Hulda adlı 1905 yapımı, iki direkli bir yelkenliyi satın alarak içinde yaşamak ve çalışmak üzere restore ettirdi 1986'da ölümüne kadar bu tekneyi ev ve atölye olarak kullandı.


1967'de Stockholm Uygulamalı Sanatlar Yüksek Okulu'na öğretim üyesi olarak kabul edildi. Bu dönemde yeni geometrik türevler ve yel değirmenleri gibi bilimsel buluşları tescillendi. 1969'da İsveç'te Sundsvall'da bir alan düzenlemesi için açılan yarışmada birincilik ödülü, 1970'te de Örebro Belediye Sarayı önüne konulmak üzere yaptırılan heykel yarışmasında da birincilik ödüllerinden birini aldı.


1986'da 65 yaşındayken İsveç'in başkenti Stockholm'de hayatını kaybetti. Vasiyeti üzerine cesedi yakılarak külleri yaşamının büyük bir bölümünü üzerinde geçirdiği Baltık Denizine atılmıştır.


Çoğunluğu Stockholm'da olmak üzere 20 şehrin sokak ve meydanlarında Koman’ın heykelleri bulunur. Stockholm’da Mimarlık Yüksek Okulu önünde "Leonardo'ya Selam" heykeli sanatçının beğenilen eserlerindendir. Yapı Kredi Kültür Sanat (YKSS) binasının önünde bulunan Akdeniz Heykeli sanatçının Türkiye'de bulunan çalışmalarından biridir. 



SOLTAN SOLTANLI İLE

1024. DİYALOG: ANLAMLILIK


Merhaba.

Zahmet olmazsa, benim siteme bir bakın. Orada hakkımda bir şeylər var.

Sorunuz yaranarsa, verebilirsiniz. https://soltan-soltanli.com 


Gözel bir soru gelir Resim ile karikatürün farkı nedir, sizin resimlerinizin hangi resimler olduğunu nereden anlayacağız?


Her şeyden önce karikatürün de özülünde resm sanatı duruyor. 


Ben resim ile karkatür arasında yalnız konu / mevzu farkı görüyorum. Aslında anlamı olan her bir resimi karikatür sayabiliriz.


Benim eserlerimde karikatür havası var ama hepsi karikatür değil. Bu açıdan ben eserlerimi "anlamlı realism" (gerçekçilik) adlandırıyorum.


Hocam bu arada, Azərbaycanda şimdi internet yok kibi. Karabağ savaşı ile ilgili.


Felsefesi olmayanın zamanla içinin boşaldığını ve anlamsızlaştığını belirtiyorsunuz, çağdaş resim sanatında konunun önüne geçen renk hatta ton ile ilgili belirtmek istedikleriniz nelerdir?


Ben ne çekiyorumsa / resmediyorsam, mutlak anlamlı olmalı. Anlamlı olmayan resim çekmiyorum. Ressam mutlak filozofluk yapmalıdır. Yoksa, anlamsızlık içinde kalacak. Sanatçı kendi alanında filozof olmalı. Ben aslında renklere çok uymuyorum. Renklerle seyircini kandıranlar çokdur. Onlar fikirsizliğini renklerle örtbas ediyorlar.


Anladım. Siz resim sanatının felsefesinden, anlatımından ama konulu olmasından yanasınız. Kabul ediyorum ve takdir ediyorum. Bu durumda konularınızı nasıl seçtiğinizi ve işlediğinizi sormak isterim..?


Ben her gün, her dakika gergin düşünüyorum. Muhtelif kitaplar okuyorum. Aklıma geldiğinde karalama kağıtlara çiziyorum. Sonra  ne zamansa onlara dönüyorum.


Sanatçı yaşamın farkına varan insandır sözüne ne dersiniz, yaşamı not defterinize nasıl notediyorsunız? Etrafınızda olup bitenleri nasıl kaydediyorsunuz veya kendi yaşantınız… 


Doğru bir söz. Yaşamın farkına varmayan sanatçı olamaz. Sanatçının yaşama, doğaya, dünyaya münasebeti olmalı. Sanatçı aslında gerçekliğin üzerinde / fevginde yaşamalı. Etrafımda her gördüğümü çekmiyorum. Ama her gördüğüme anlam vermeye çalışıyorum.


Bugünlerde yaşadığınız duygular nelerdir?


Tüm fikrim, duygum Karabağ'da askerlerimizin yanında.


Zafer bizimdir!


#karabağazerbaycandır


Türkiyemizden Azerbaycanımıza sonsuz sevgi gönderiyoruz. Aynı duygular bizde de var. Başarı diliyoruz. Halkın genel durumundan bahsetmek ister misiniz?


Azərbaycanda Türk ulusunun genel durumu çok iyi. Morelimiz çok üstün. Bunun başlıca nedeni şanlı ordumuzun işgal altındakı topraklarımızı kurtarmasıdır.

Azərbaycandan Türkiyəmizə selam ve sevgiler gönderiyorum.


Türk soyumuz var olsun!




GÖKHAN TOKER İLE

1020. DİYALOG: KOPENHAGEN KRİTERLERİ


Sanat her türlü duygunun dışa vurumudur ve yaşamın izlerini taşımalıdır. İçinde her türlü duyguyu bulundurmalı ve özgür olmalıdır. Bu her sanat dalı için yüzde-yüz geçerlidir.


Ülkemiz sanatında gerçekten kaçma, halkın gerçeğiyle alakasız, kültürleriyle uzaktan yakından ilgisiz sanat üretimleri ve üreticilerinin yapmaya çalıştığı veya yaptıkları nedir?


Öncelikle müziğin her alanında -öncelikle nitelikli üretimler şart. Her müzik tarzı iç içe geçti. Mesela. rock rock gibi, rap rap gibi olmalı ve müzik nitelik kazanmalı öncelikle. İkincisi ise üreten müzisyenlerin ve aslında her sanatçının telif haklarının korunması lazım. Kesinlikle üreten tüm sanatçılar desteklenmeli. 


Sponsorluk gelirlerinin sanatçıya değil de belli dernek veya kurumlara aktarılması sorununa karşı sanatçılar ne yapıyor?


Açıkçası bu konuda pek bir fikre sahip değilim. Heavy Metal yapan bir müzisyen olarak 27 yılda kazandığım para neredeyse yok gibi  ki bizim gibi müzisyenler daha çok, az buz da olsa kazandıkları parayı ekipman eksiğine yada yeni kaydına yatırır. 


Ülkemizin de altına imza attığı Kopenhagen Kriterlerine göre vergi gelirlerinin %5-8'i sanat ve çevreye aktarılmakt zorunda. Bakarsanız çok iyi bir para demek ama kanun dolandırıcılığı ile sanatçının hakkı olan bu para iç ediliyor. Sanatçılarımız bu konuda, hakaramada neden gereğini yapmıyor / yapamıyorlar?


Çünkü sanat konusunda her yönden olumsuz etkilenen bizler oluyoruz. O yüzden dolayı ne desek ne yapsak olmuyor. 


Heavy Metal müzik yapmanın incelikleri nelerdir?


Gerçekten hislerle ve yürekle yapılan bir müzik Heavy Metal,  sadece müzik olarak bile nitelemek yanlış olur aslında. Tüm dünyadaki en büyük birleştirici enternasyonel güç ve yaşam biçimidir. Diğer türlere göre oldukça cesur ve her alanda taviz vermeden üretir ve dünyanın her yerinde metalciler, gerçekten birdir ?? bu işaret hepimizi bir tutar ve temsil eder. 


Heart'a kadar giden bu akımın etkisi içine girmeyen, dışardan bakanlar için sıradışı, dayanılmaz, zor algılanabilirken Rock'a isyan mıdır yoksa onun bir türevi mi?


Heavy Metal Rock Ve Blues'un köklerinden doğmuş fakat kendi yönünü tayin etmiş bir türdür ve birçok alt türe sahiptir. Yani ROCK 'a bir isyan değil elbette fakat türün yaratıcıları olan Black Sabbath gerek gitar tonları, gerek gergin tonlarıyla türü farklı bir noktaya taşımıştır ve bu müziğin temellerini ortaya atmıştır. 


Buradaki türeyişi örnek aldığımızda sanatın diğer dallarındaki akımları da daha iyi anlayabiliriz sanırım. Bugünlerde burada konuşulan modern, çağdaş kelimelerinin bir türlü anlaşılıp yerliyerine oturmamasına siz ne dersiniz?


Evet. Yani, bana da çok saçma geliyor. Mesela, türküleri modernize etmek diye bir terim var. Bana hep garip gelir. Oysa türküler her daim çağdaş ve her zaman modern bir ruha sahiptir. Bu kavramları ben çok gereksiz buluyorum. Örneğin, Pink Floyd 50 küsur yıldır hatta daha fazlası -belki de hâlâ nesillerden nesillere ulaşabiliyor hem de 60'lı yıllarda yaptıkları kayıtlarla… 


Yeni teknolojileri ve İnternet ortamlarını nasıl kullanıyorsunuz?


Teknoloji elbette iyi fakat onu nasıl kullanıp faydalandığınıza bağlı.  Mesela, biz müzisyenler üretimlerimizi digital platformlarda daha çabuk dinleyiciye ulaştırabiliyor yada siteler aracılığıyla tanıtabiliyoruz. Ayrıca digital çağda üretmek daha kolay.  Bir-çok kişi önemli müzisyenlerden dersler de alabiliyor. Ayrıca birçok müzisyenin cok eski ve bugün CD veya plak olarak ulaşamadığımız değerli çalışmalarına da ulaşabiliyor ve keşfedebiliyoruz. 


Ek1: https://www.facebook.com/RICHMUSIC/


Ek2: https://music.apple.com/tr/album/karanlığın-fısıltıları/1420490217?l=tr


Ek3: https://open.spotify.com/album/2buT2jjfiR5GBT8ieLOscc?nd=1 





UĞUR KARAGÜLLE İLE

1018. DİYALOG: BOŞ EĞİTİM


Sanatçı değilim, üretmiyorum daha doğrusu yaratmıyorum bu da beni tanımın dışında bırakıyor.


Lotus Sanat Akademisi'nin özelliği nedir?


Lotus Sanat, bizim Utku Yıldız ile beraber bıkkınlığımız. Yaklaşık on yıl pek çok kursta ders verdik. Kursların sahtekarlıklarından bıkarak daha iyisini yapalım diyerek başlattığımız bir yer. 


Ülkedeki kursların çoğunluğu ticari dolandırıcılık üzerine öğrencilere müziği değil de bir iki parça ezberletilip veli kandırılan, velinin istediği saatte alanına bakılmaksızın hangi hoca boşsa ve biraz istenilen enstrümanı biliyorsa "tam size uygun bir hocamızla tanıştırmak istiyorum" diyerek hatta enstrümanına üniversitede yeni başlayan birinci, ikinci sınıf öğrencisini "yüksek lisans yapıyor, alan hocası" diye tanıtılarak yalan dolanla yürütülen yerler. 


Bir de veli faktörü var "benim oğlum/kızım şu enstümanı çalacak" diye gelenler. 


Biz öğrencilerin farklı enstümanları görerek kendi adına seçim yapması taraftarıyız ki enstrüman öğrencinin bir yıl sonra sıkıldığı evin bir kenarına fırlatılan bir nesne değil ömür boyu arkadaş olabilsin. 


Lotus Sanat Akademisi de bunu yapmaya çalıştığımız minik bir yer.  


Özden bir soru ile devam edelim, sahtekarlık konusuna daha sonra döneriz Halk çalgısı olan gitar nasıl evrensel bir müzik aletine dönüşüp binlerce türü üretildi, biz kendi sazımızı nasıl evrensel bir aletine dönüştürebiliriz, mümkün mü?


Zor. Hatta mümkün değil, en azından bu zamandan sonra. Gitar, alanım olmamakla birlikte gittiği her yerde o yerin ihtiyacını karşılayabilecek şekilde evriliyor. 


Günümüzde bir şey en azından geçmişten gelen bir şeyin evrensel boyutlara ulaşması çok zor. Bir süre için moda olabilir ancak… Her şeyin çok kısa sürdüğü zamanlardayız. 


Bir de şu var evrensel olması gerekiyor mu? Olmaması değerini azaltıyor mu? Kesinlikle hayır. Morin Khuur evrensel olmaya ne kadar ihtiyaç duyuyorsa saz da o kadar duyuyor derim.


Sazı (bağlama) sadece bir örnek olarak verdim. Evrensel olma gereği sanatın amacı gibime gelir yani eğer oraya ulaşabilmişse gerçek yerini bulmuştur anlayışındayım.


Ben bunun biraz dışında kalıyorum, evrensellik ihtiyacının. Hele işin içine kültürel faktörler girdiğinde… 


Karşı karşıya kalındığında bakmayı görmeyi, duymayı bilmek gerekir. Bunun için de kişinin kendi içinde varolan bir şeyi bulması gerekir, baktığı eserde ki etkisine girebilsin. Burada kültürel faktörler de devreye giriyor. Başka bir kültürden gelen farklı bir toplumun esere baktığında bir şey alamaması eseri daha az değerli ya da yerini bulamamış yapmaz. En azından müzik için bakarsak tempere sistemden gelen bir topluluğun makamsal sistemde bir şey dinlediğinde yadırgaması yada durumun tam tersi ikisini de daha değersiz yapmaz. 


Ben bizi bu konuda oldukca şanslı bulurum. Her ikisine de aşinayız. İkisinden de zevk alabiliyoruz. Ama istisnalar olmakla birliķte alışık olmayan bir kulak Türk Müziğinden zevk almayabilir.


"Evrensel değil öyleyse yerini bulamamış" demek Aşık Veysel yerini bulamamış demek gibi.  


Sizce insan neden müzik yapar?


Bu da belli bir cevabı olan bir soru değil. Kitaplar dolusu arayış var bu konuda çünkü illa bir yere, bir sebebe bağlama arzusu söz konusu. Kitaplar dolusu anlatım aynı şekilde başlayıp "ilk insan doğada duyduğu sesleri..." vs neredeyse aynı şekilde bitiyor ama cevap yok çünkü her insan için farklı bir cevap var burda. Kimisi için ego, kimisi için insan neden yemek yer demek gibi, kimisine de yumurtadan çıkmak gibi. Vakti geldiğinde çıkmak zorunda ama bu sorunun "demek ki insan ... nedenle müzik yapar" gibi bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Öyle bir genelleme yapmayı doğru bulmuyorum diyelim.


Siz neden yapıyorsunuz? 


Ben müzik teorisyeniyim. Başında söylediğim gibi bir sanatçı değilim. Benim yapabildiğim yaratmak değil daha çok konuyu biliyorum diyelim Neden yaptığım konusunuysa şöyle açayım, sanırım ressamsınız. Siz her resmi aynı nedenle mi yapıyorsunuz! Yapma nedenimiz hep değişiyor. Daha önemlisi yapmaya devam etmek için gereken motivasyonumuz da ruh halimiz gibi sürekli değişiyor.


Ama neden müzik veya resim, yapacak pekçok farklı şey varken..?


Bu sorunun cevabı bende yok Kendi adıma hiç "neden yapıyorum bunu" sorusunu sormadım. Başkası da neden yapmış demedim. Daha çok, ne yapmış beni ilgilendiren. O yüzden söyleyeceğim her neden  bir şey söylemiş olmak için söylenmiş olur. Otuz dört yaşımdayım ve 14 yaşımdan beri bunu yapıyorum hem de keyifle yapıyorum.


Sanatın eğitimi veya bilimi, nedenlere cevap vermeden nasıl yapılır veya teorisi?


Cevap vermemiz gereken nedenlerden daha çok teknik konular olabilir. Bir eserde armonik analiz yapabiliriz veya kullandığı bir motif üzerine konuşur neden arayışında olabiliriz. Bunlar bizi bir yere taşıyacak tartışmalar olur. Yada döneminin dışında yapılmış bir şeyin nedenlerini konuşabiliriz. Ama diğer türlü genel bir neden müzik yapmış sorusu bizi bir yere taşımadığı gibi sadece kendi yorumumuz olan bir cevap buluyoruz sonuçta. Bir esere baktığımda neden baskın olarak şu rengi kullanmış ya da neden bu akoru kullanmış diyebilirim ama neden Van Gogh resim yapmış, neden Beethoven müzik yapmış sorusu benim  bilebileceğim cevaplar değiller.


İnsan sözkonusu olunca bir insanın tutumu bile örnek olabiliyor. Sahtekarlık durum tespitinizden sonra geliştirdiğiniz veya geliştirmeye çalıştığınız yeni modelin yaşayabilmesi için nelere ihtiyacı var?


Malesef çok fazla şeye. Genel olarak kurslar problemli kurumlar. Bir kursta 10 öğretmen bulunuyorsa bunun iki tanesi kayıtlı sigortalı çalışandır. Diğer öğretmenlerin hiç bir resmi kaydı yoktur. Resmi olarak o kursta böyle biri yok! Milli eğitim, izin alırken sizden bir uygulama dersliği bir teori dersliği ister bu sınıflarınız ne kadar genişse metrekare başına bir saatte okadar öğrenci alma izni verir. Yani sizi birebir ders yapan bir yer olarak görmüyor. Bu da kurslara resmiyette tüm öğrencileri toplu sınıflarda aynı anda ders yapıyor gösterip tek bir hocanın üzerine kaydetme ve sigortasız öğretmen çalıştırmanın önünü açıyor. Aynı durum bu kurslarda uzun vade vasıflı öğretmenlerin çalışmasının da önüne geçmiş oluyor. Bir diğer problem veli, saat 5 istiyorsa o saate hoca bulunur. O saatte mesela piyano öğrencisine gitar hocası girebilir. Öğrenci ya da veli bunu bilmez. Bu gibi nedenlerle kurslarda enstruman çalmayı bilen öğrenciler değil hocanın bildiği basit birkaç parçanın ezberletildiği öğrenciker yetişiyor. En basiti 1-2 yıl ders alan bir öğrencinin kendi seviyesinde bir eseri açıp hpcası olmadan deşifre etmesi gerekir. Bizde böyle bir şey yok öğrencikerin çoğu nota okumayı bile bilmiyor. Bu okumayı öğretmekle okuma bilmeyen birine bir şiir ezberletmek arasındaki fark gibi ve malesef, müzik kursları bu sistem üzerine kurulu. Veliler çok basit bir soru sormalı aslında, öğretmenimizin diplomasını ya da eğitmen belgesini görebilir miyim?


Sadece müzik kurslarının mı durumu yoksa anasınıfından akademinin en tepelerine kadar eğitim sistemimiz tümden boşalmış durumda mı, doğru dürüst bir şeyler öğrenenler bilgiyi genel olarak nereden alıyorlar?


Keşke sadece müzik kursları diyebilsem buna ama sadece eğitim kurumlarına suç atmayı da sevmiyorum. Evet, eğitim sistemimiz problemli ama altında çok daha geniş bir yanlışlar zinciri yattığını düşünüyorum, ben.




Piyanist ÖZGÜR ÜNALDI İLE

1017. DİYALOG: YEDİ YAŞINDAN 


İnsanoğlu varoluşunun ilk yıllarından itibaren kendini ifade edebilme, çevresini tanımlayabilme, varoluş sorularına cevap arama konusunda farklı yöntemler geliştirmiş ve çabalamıştır. İşte bu yöntem ve çabaların sonucunda güzel sanatları keşfederek ifade, tanımlama ve cevaplamanın zirvesine ulaşmıştır. 


Ben müzik sanatıyla 7-8 yaşımda tanıştım, hâlâ da tanışmaya, öğrenmeye devam ediyorum. Güzel sanatların korunması ve yaşatılabilmesi için okulların kurulmuş olması da insanoğlunun başka bir başarısı. Ülkemizde de bu okullardan yetişip dünyaya kendini kanıtlayan bir çok Türk sanatçı var. 


Eksikler, yanlışlar her zaman olacak, yeter ki bizi ileriye götürebilecek en önemli yeteneğimiz olan çalışma arzumuzu, sabrımızı ve sevgimizi hep hatırlayalım. İnsan var olduğu sürece sanat da her zaman varolmaya devam edecek, varoluşun bilinmeyenlerine kendine has sembolizmasıyla cevaplar bulmaya devam ederken duygularımıza, düşüncelerimize tercüman olacaktır. 


Piyanist Özgür Ünaldı


Ek1:

2010 yılında Avusturya'da düzenlenen 17. Uluslararası Johannes Brahms Yarışmasında İkincilik Ödülü'nü kazanarak bu yarışmada ödül alan ilk Türk piyanist olmuştur. Konser solistliği kariyerinin yanı sıra Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda piyano ana sanat dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.


1984 yılında doğdu. Yedi yaşında Seçkin Gökbudak'tan özel piyano ve teori dersleri alarak müzik eğitimine başladı. Orta öğrenimine Konya Anadolu Lisesi'nde başladı ancak yedinci sınıfta iken okulu bırakıp konservatuvar sınavlarına girdi; Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi'nde Gülnara Aziz'in sınıfına kabul edildi.


Öğrencilik yıllarında birçok ulusal yarışmada ödül alan sanatçı, üniversitedeki son senesinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde Çaykovski'nin 1 numaralı Piyano Konçertosunu seslendirdi. 2006'da Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu.


2007 Haziran ayında Moskova - Çaykovski Devlet Konservatuvarı'nda Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı'nın eğitim bursuyla doktora eğitimine başladı. İrina Plotnikova'nın piyano sınıfına girdi. 2010 yılında doktorasını tamamlayarak Türkiye'ye döndü. Aynı yıl Avusturya'da düzenlenen 17. Uluslararası Johannes Brahms Yarışmasında İkincilik Ödülü'nü kazanarak bu yarışmada ödül alan ilk Türk piyanist oldu. Türkiye'nin birçok şehrinde ve ülke dışında Varna, Kiev, Bükreş, Orlando, Roma, Sanginesio, Poertschach, Saraybosna, Bişkek, Espoo, Helsinki ve Moskova gibi şehirlerde konserler verdi. 2011 yılında viyolacı Lena Neyman ile evlendi.


Besteciliğe de ilgi duyan sanatçı konserlerde solo piyano için yazdığı Prelüd, Tokkata gibi bestelerine vermekte ve festivallerde çeşitli çalgılar için yaptığı düzenlemeleri çalmaktadır.


Solistlik kariyerinin yanı sıra Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda piyano ana sanat dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.



363. DİYALOG (DİYALOG TÜR İKİ, SAYI: 13)


Halk ile câmia arasında sanatçının yeri neresi olmalıdır, değerlendirmelerinizi hangi kriterlere göre yaparsınız? (ArtCRITICS)

Erkan Yazargan: Kök' ten, beslenme kaynağından bahsediliyorsa tercihlerle ilgili bir sonuçtur sanatçının yeri meselesi ve her iki tercihinin risk oranları da aşağı yukarı aynı düzeydedir. Yani halkın arasında yerleşip üretmeyi tercih eden sanatçının gereği gibi anlaşılamamak ve değerlendirilememek hatta ezilmek gibi sorunları olurken sanat camiasını tercih edenlerin de kaybolup gitme, savrulma, besin zincirinde bozulma gibi sorunları olabilir.

Ekmek yoksa pasta yesinler ile bugün ne yiyeceğiz argümanlarının tezatıdır aslında ve genişletildikçe benzeştikleri farkın sadece adlandırmalarda veya kavram doldurmalarında olduğu tespit edilebilir. Esneklik önerimiz bu sorunu da çözecektir. Üretimin yerindeliği ve sürekliliği esas olmalıdır. Hangi ortamdan sıkıldıysanız bir diğerine geçebilmelisiniz. Renklerin fazla da değişmediğini farkedeceksiniz sadece cümle kuruluşları değişebilir içerik aynıdır.

Üretim dolu günler dileklerimizle.

Art Eldar Orujov: Rəssam halkın bir hissəsidir. Cəmiyyətin siyasi sosial alanda olan problemlərilə ilğilənmelidir. Eserlerimiz xalqın durumunu ortaya qoymalıdır.

Yasemin Köroğlu
Sanatçı halktan beslenir bence. Sanatçı her yerde olmalıdır, sınıfı olamaz sanatçının. "Yok, elit kesime hitap ediyor", "yok halka hitap ediyor" diye her şeyi sınıflandıramayız.

Bir Neşet Ertaş, bir Aşık Veysel, klasik müzisyen Bethowen hayranı bir insanın kalbine dokunamaz mı, sanatçıyı sınıflandırmak da neyin nesi anlamıyorum. Sanatçı her yerden beslenir. Sanatçı gördüğünü alır. Ya da alabileceği şeyi nerede olsa görür. Öyle değil mi? İzlenimler muhakkak farklı olacaktır çünkü zihinler farklı... Sanatçıyı sanatçı yapan, farklı kılan da o ince çizgideki duruşu değil mi zaten? Şöyle ki bulunduğum çevre ciddi iş ortamı ama aklımda akşam başladığım tablo var.

Her fırsatta, çektiğim fotografına bakıp yapacağım değişiklikleri düşünüyorum. Yol kenarında gördüğüm güzel bir evi ya da ağacı zihnimde bir tabloya dönüştürüyorum. Dört duvar arasında sıkışıp kaldığım halde eve gidip gördüğüm güzel evi boyayabiliyorum. Burada beni olumsuz etkileyen hiçbir şey yok...

Şehirde yaşıyorsanız doğayı, ağaçların arasındaki çiftlik evine rezidanstan daha ilgi duyarsınız. Yaşadığınız yerde deniz yoksa denize aşık olursunuz ve resmin yapmak istersiniz... Ben çiftlik evi görüntüsünü seviyorum bu gecekondu da olur hatta yaşayan konar göçerler var burada. Yaz olunca buğday tarlalarına işçi olarak gelirler ve çadırlarında yaşarlar. Hep gidip fotograflarını çekmek istedim ama uzaktan gelip geçerken öylesine gördüğüm o çadırlarda neler var neler... Kadınların renkli kıyafetleri, yaktıkları ateş...

Dilek Intepe: Sanatçı halkın içinden gelir. Aynı zamanda camiada gökten zembille inmediğine, ayrı bir yaratık kavmi olmadığına göre hepsi birdir .

Tüm gerçek sanatçılar halkın içinde yer alan ve mütevazi olmaya özen gösteren kıymetlerdir.

Gülizar İşbilir Sylmz: Bence halktan uzak olmamalı çünkü en önemli misyonu farkındalık ve üretmek. Bunu halktan uzak yapması ne kadar doğru, zannımca mümkün değil!

Camianın içinde olmadan üretmek mümkündür. Hatta her şeyde olduğu gibi hızlı bir çürüme camiayı sarmış bulunuyor.. Fakat halkın içinde de kendini ilerletip çoğaltabilmeli sanatçı.. Camia ve halkı kendi karakteri veya istekleri doğrultusunda üretimini arttıracak şekilde dengeleyebilir

Ozan Süslü: Sanatçı yerini üretimiyle belirler. En ücra köşelerde, okumayan, sanatı takip etmeyen insanların bile sanatçının üretimine göre saygı - sevgi gösterdiklerini biliriz. Örneğin sadece popüler sanatçıysa orta halli musikî okuyanın yeri ayrıdır.

İyi sanat yapan kişi her eyleminde etkileyici, büyüleyici güce sahiptir. Ürettiği benimsendiğinden ve nesnelliğinden dolayı ilgi gören yer neresiyse orada olmalıdır. Halktan beslenmek çok doğru bir klişe... Uzaklaştıkça aşçılığı iyi olsa da bıçağı körelen sanatçı örneği çoktur. Standart çatışmalardan uzak ama ilgi - alaka yönünden yakın olunmalı halka.

Ahmet Aydın Kaptan: Sanatçılar öncüdürler. "Alnında ışığı ilk gören insandır" diye tarif edilir. Öncüdürler (avangart) bu nedenle toplumun duygu ve düşüncelerinden, sosyo-ekonomik yapısından etkilenirler.

Eserlerinde bunları halk için dile getirirler. Bu eylemi sanatçı duyarlılığı ile estetik kalıplara dökerek yaparlar. Belki birilerinin işine gelmez ama bu böyledir...


Nurdan Kızılaslan
: Ortayı bulmalı ama sevenlerine önderlik de yapabilmeli, bir duruşu olmalı...

Hayata dair her şeyi deneyimlemek ister insan olan -egosu yüksek konformist, degilse şayet ?

Yasemin Balık: Sanatçıya göre değişir. Her birey tercihleri doğrultusunda varolur ve sanatçı da "sanatı ve durduğu yer" tercihi ile o kişi olur.

Yani "...meli" ve "...mali" lara katılmam. Kişisel tercihim ise her zaman halkın yani oldu.

Selda Onder: Ne halktan uzak ne de halkın çok içinde, ne camianın izole hayatının içinde ne de camianın dışında olmamalı. Duruşunu korumalı. Halk ve camiayla elele ya da birleştirici bir halka olmalı. Bazı ressamları halk tanıyor, güzel bir isim yapmış, yoksulluğu ve varlığı bilen...

Bazıları belirli bir kesime hitap ediyor, sadece. Kriter bilinen olmalı.

Suat Malik Özer: Sanatçıyı sanatçı yapan en büyük unsur halktır. Sanatını halka arz eder, halk tarafından beğenilir ve yüceltilir. O zaman yaptığı, "sanat" sıfatını kazanır. Sanatçı halktır, halktandır, halktan olmalıdır.

Ben Adana' da Çukurova ilçesinde yaşıyorum. Halkın içinden, halkın hikayelerini yazan bir senarist yazarım. Camianın içinde sadece işimin yönlendirilmesini sağlamak için bulunuyorum.

Orhan Cesur: Sanatın asal işlevselliği, bilinen ve toplumları, insanları formatlayan sistem ve otoriteye karşı çıkıştır.. İnsan otoportresinin dogmalar eliyle biçimlenmiş önüne konmuş yaşam akışını bozmak ve bilinç yaratmaktır sanat.. En azından bu nedenlerden dolayi avangard olma durumundadır..

Burada sanatçının yarattığı düşünce ve somuta aktardığı biçeminin halk dediğimiz bu biçimlenme ve yaşam akışını, dogmalar altında genelde rahatsız olmadan sürdüren ve değişime ister istemez nesiller boyu karşı koyma refleksi olan kitleler için, ilk elde algı zorluğu yarattığını düşünenlerdenim..

İşte tam da bu noktada sanatçı ya da aydın kesimlerin olması gereken camialar, sanatçının ve ortaya koyduğu avangard düşünce ve eserlerin topluma sindirilerek aktarılmasında ciddi bir fonksiyon üstlendiğini sanıyorum..

Sonuçta sanatçı dediğimiz öncül birey elbetteki yaşadığı dokudan kendini bir yere kadar soyutlatabilir ama onun seslenişini camia iletecektir neticede topluma..

Erkan Yazargan Halkın zihinsel işleyişi düzensiz, bilgi biriktirme yeteneği kısıtlı olduğu için mayası inatla yoğruludur. Kemikleşen hatta çelikleşen anlayışını kendiliğinden yumuşatması da beklenemez. Dolayısıyle camianın burada yapabileceği fazla da bir şey yoktur. Sosyete klüplerinin toplanıp halk düğününe katıldıkları şimdiye kadar görülmemiştir. Bundan sonra da görülmeyecektir çünkü farklı toplum kesimleridirler ve halk her zaman çoğunluğu teşkil eder.
 
İşte tam da burada belki yine halkın içinden çıkıp gelen şanslı bir sanatçı aradaki o aşılmaz inat duvarına bir kaç kapı yapabilir...
 
Aksi zaten kendi nesillerini yine en donanımlı eğitim kurum ve araçlarıyla sürekli besleyen camiadan birilerinin halka kapı aralaması - buna zaman ve imkan bulması neredeyse imkansızdır.
 
Değerlendirmelerin tümü yüksek frekanstan olur / olmalıdır çünkü her millet kendi ürününü değerlendirmek için çabalama hakkına da sahiptir.
 
Halkçı yalanlarla sosyete martavalların çakıştığı düğümü çözen aslında gizli veya açık değerlendirme / eleştiri birimleridir.
 
Sanat kendini anlamak istemeyenleri cezalandırır. Fakat bunu yaparken hiç ummadık ve bilinmeyen yöntemler kullanır yani kurumsal değildir onun cezalandırması bir nevi mahrum bırakmadır.
 
Sanatçının hiçbir zaman ve durumda endişelenmesine gerek yoktur çünkü sanat çocuklarına en iyi biçimde sahip çıkar...
 
Bayram Erkol: Halk ve camia arasındaki alışveriş tabiki olduğu toplumu eğitmek, bilinmeyeni gözler önüne sererek öğretmek, sanatçının; daha doğrusu sanatçılık davası güdenin görevidir. Ancak öz toplumuna cehalet yaftası vurarak, cahil muamelesi yapmak bir sanatçının ne haddi ne de görevidir.
 
Yazık ki ülkemizde, sanatın her alanında bu sapkınlık bir hastalık gibi sanatçıdan sanatçıya yayılmakta ve ‘aydın’lık cübbesi giyen her zat, toplumun karşılıksız sunduğu güvene bu yolla ihanet etmektedir.
 
Şahsi düşlerin ve topluluk çıkarlarının paralelinde gelişen; ün, güç ve para için tezgâhlanan bu tür girişimler bizleri üzmektedir.

Sanatın "kendinizi ifade etmeye" katkısı nelerdir, örneklendirir misiniz?

Aleyna Tuana: Her bir birey, kendisinin yatkın olduğu bir sanat dalına karşı ayrı ilgi ve merak duyar, sempati besler... Kendi özümüzü sanatın bazı kollarının içerisinde bulduğumuz doğrudur zaman zaman... Bağdaştığımız, hayat ve kendimizi bulduğumuz şarkılar bizi anlatır mesela... Günümüzü, geçmişimizi, anıları en çok onlar hatırlatır bize... Resim yaparken hayallerimizi boyarız. Şiir yazarken duygularımız, arzularımız, özlemlerimiz... Hepsi birden canlanır ve akar kalemden kağıda. Dans ederken vücudumuzu konuştururuz.

Her biri başka bir ifade biçimidir. Aslında çok şanslıyız. Dışa vurumun en kestirme ve en garantili yoludur, sanatın neredeyse her dalı. Mesela Moda Tasarım, modacının kocaman hayal dünyasıyla karşı karşıya gelmişsinizdir. Çok zor meydana gelen, ciddi bir efor ve çaba gerektiren her bir sanat dalı, hayat denen bu yolda pusula olup çıkıverir. İnsanoğlu sanatla besleniyor ve sanatla gelişiyor.

Sanata yatkın insanların daha ılımlı, daha barışçıl ve kendisiyle daha barışık oldukları tesadüf değildir. Doğru yerden beslendiklerinin kanıtıdır... Ben hayata dair yazılarla ifade ederim kendimi, biliyorsunuz. Kendimi ve hayallerimi, düşüncelerimi anlatıyorum... Yüzlerce insanın ne hissettiğimi okuması beni çok mutlu ediyor. İkinci sırada dans. Büyük bir Sanat aşığıyım. Aşırı derecede saygı duyuyor, sanatını layığıyla icra eden herkesi taktirle alkışlıyorum. Sanattan uzak toplumlar eşittir; damarlarındaki kanı çekilmiş, yarım...

Sonuç itibarıyla şunu belirtmek isterim: "Aslında her şeyin en başında İNSAN olmak başlı başına bir sanattır. Önce bu sanatı almamız lazım elimize." Bu mertebeye vardığımızda, güzel ve örnek teşkil edebilecek insanlar kalabilmek adına, meyilli olduğumuz sanat dallarına yavaş yavaş ama emin adamlarla ilerlemeliyiz. Başarı, huzur ve mutluluk hakikaten sanatta saklı. Kıymetini bilen herkese selam olsun... Helal olsun...

Ertuğrul Erdoğan: Sanatçılar, dünya sorunlarını görüşleriyle birlikte eserlerine yansıtırken, mutlaka eserlerinin içinde kendilerine de yer verirler. Hayallerini, beklentilerini ve İçsel durumlarının dışa vurumu olarak yansıtabilirler... Örnek vermeyelim, bence o da gizemli kalsın.

Sanatseverler, çalışmalarımı takip ederek veya eserlerimi alıp içinde bulabilirler. Sıkı takipçilerim beni daha iyi anlayanlardır... Mehmet Yücel: Sanatı sadece kendinizi ifade etmek içn bir araç olarak kullanırsanız, sadece kendikendinize çalıp oynamış olursunuz. İllaki sanatla bişey anlatacaksanız içinde yaşadığınız toplumu da eserinize yerleştirmelisinz. Toplumun kültürel yapısı, değerleri, yaşam şekli vs. Kullanarak sanatınızı bir koro şefi gibi birlikte yoğurmalısınız ki o zaman aslında sanatı icra etmiş sayılırsınız. Sanatın kendine özgü bir dili vardır. Örneğin bazı gerekçelerden dolayı sözle anlatamayacağınız bir fikri sezdirmek amacıyla kullanılabilirsiniz. Tabiî her disiplin ya da sanat alanının kendine has bir özelliği vardır. Bazen sadece bir ses, ya da bir renk, şekil... Bir sürü sözün yerini alır.

Algılamalar farklı olsa da asıl verilmek istenen mesaj yerine ulaşır. İnsan her zaman kendisinde yeni keşfler bulabilir. Çünkü zaman insanın doğası gereği dşüncelerinin, zevklerinin değişmesine en büyük nedenlerden biridir. İnsandaki bu değişimlerde başlı başına yeni keşiflerdir aslında.


Nezihe Altuğ
: Sanat tümüyle de bireyseldir. Yaratma sanat yaratılana karşı yaratıcı tek özelliktir. Kendin olmaktır.Yaşamın anlam kazanması için varoluşun tüm iktidarlarına karşı hatta biricik seçenek sanattır. Sanatın yatıcılık imgesi özgürlüktür... Sanatsal faaliyetler insanlardaki değişimin de ifadesidir. Sanatsal faaliyetlerimiz değişimin değişebilirliği olgusu içinde iktidarın gücüyle, estetiğin gücünü bir araya getirip çatışmaları yoğunlaştırabilir.

Çok yönlü esneme özelliğine sahiptir sanat... İnsani bir üründür.

Meral Türkyılmaz: Sanat, kimi insan için resim yapmaktır ve yaptığı resimler onun iç dūnyasını yansıtır.. Kimisi şairdir, kimisi yönetmen, hepsi de yaptığı işin sonunda duyduğu gūzel sözler ve takdirler kişide ego tatminine neden olur. Öfke kontrolūnede iyi gelir sanatsal faliyetlerle uğraşmak, psikolojik rahatsızlıklarada iyi gelir.

Aslında bu konuda cok söyleyecek söz var ama kısacası sanat insana kendini iyi hissettirir..
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol